Ana Sayfa Blog Sayfa 4953

Askerde işkence iddiası

20 yaşındaki Er Emrah Başta’nın İzmir’de vatani görevini yaparken aç bırakıldığı, işkenceye uğradığı ve bu nedenle akli dengesini yitirdiği iddia edildi. Emrah Başta, Ankara GATA’ya kaldırılarak tedavi altına alındı.

Ümraniye’de oturan Emrah Başta, birkaç ay önce askerlik görevi için İzmir’deki birliğine giderek teslim oldu.

Vatan gazetesinin haberine göre; komando olarak vatani görevini yapan Başta’nın acemi birliğindeki ağır eğitimleri sırasında dizi çıktı. Hastaneye sevk edilen Başta’ya doktorlar, rapor vererek istirahat etmesini istedi.

“Spor istirahatı” nedeniyle birliğindeki diğer arkadaşları gibi eğitimlere katılamayan Başta’a komutanları tarafından mıntıka temizliği görevi verildi.

Usta birliğine giden Başta, ayağında sorun olduğu için burada da eğitimlere katılmadı. Arkadaşlarının eğitim yaptığı sırada yatakhanede uyurken görevli çavuş tarafından görülen Başta, iddiaya göre cezalandırılarak tuvalete kilitlendi.

Başta’nın birlikte görevli komutanlardan üç gün boyunca sopa ile dayak yediği ve iki gün de aç bırakıldığı öne sürüldü.

Gördüğü kötü muamele ve işkence nedeniyle akli dengesini yitirdiği iddia edilen er Başta, İzmir’de askeri hasteneye kaldırıldı. Oğullarının durumundan hastaneye yatırıldıktan sonra haberdar olan Başta ailesi, askeri hastaneden alarak bir özel hastaneye sevk etmek istedi. Ancak oğulları resmi olarak asker oludğu için bu talep gerçekleştirilemedi. Emrah Başta, İstanbul GATA’ya sevk edildi.

SUBAY GÖRÜNCE KAÇIYOR
Anne ve babası ayrı yaşayan Emrah’ın Ümraniye Belediyesi’nde temizlik işçisi olarak çalışan babası oğluna işkence yapanların cezalandırılması için suç duyurusunda bulundu.

MAZLUMDER avukatları da babanın talebi üzerine İzmir ve İstanbul’da savcılığa dilekçe verdi. Avukat Mahir Orak “Emrah üniformalı bir asker gördüğü anda masanın altına gizleniyor. Konuşurken sürekli sağı solu kolaçan ediyor. Emrah’ı bu hale getirenler en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Emrah sürekli asker gördüğünde Süleyman çavuş, Ersin subay ne olur vurmayın diye ağlıyor. Bu insanlık suçudur” dedi.

UĞUR KANTAR, KIBRIS’TA İŞKENCEDEN ÖLMÜŞTÜ
Kıbrıs’ta 28. Tümen’de askerliğini yapan 21 yaşındaki Uğur Kantar, terhisine iki hafta kala komutanı tarafından verilen disiplin cezasını çekmek için “disko” tabir edilen disiplin koğuşuna konuldu.

İddiaya göre 25 Temmuz 2011’de iki gardiyan tarafından dövülen ve elleri kelepçelenerek kızgın güneş altında bekletilen Kantar, kendinden geçince Lefkoşa Nalbantoğlu Hastanesi’ne kaldırıldı. Ancak bilinci açılmayan Kantar durumunun ağırlığı gözönüne alınarak Ankara GATA’ya sevk edildi. Uzun süre yoğun bakım ünitesinde tutulan Uğur Kantar 12 Ekim’de yaşamını yitirdi.Askeri savcı, Kantar’ı döven iki gardiyen için ağırlaştırılmış müebbet hapis istedi.

CIA günde 5 milyon tweet okuyor!

Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı (CIA), günde yaklaşık 5 milyon “tweet” takip ediyor.

CIA’in Virginia’daki Açık Kaynak Merkezi’nde yüzlerce uzman, Arapçadan Mandarin Çincesine birçok dilde sosyal medya yazışmasını izliyor.

Twitter, facebook ve bloglardan elde ettikleri bilgileri yerel gazeteler, haber kanalları, yerel radyo istasyonları ve internet sohbet odalarından topladıkları bilgelerle karşılaştıran uzmanlar, yaklaşan krizler ve siyasi gelişmeler üzerine öngörüde bulunuyor.

11 Eylül olaylarını araştırmakla görevli Komisyon’un önerisi üzerine kurulan merkezin önceliği terörle mücadele.

Olası bir saldırıyı önlemek amacıyla adresi gizli tutulan merkeze bağlı uzmanlar, ABD’nin çeşitli ülkelerdeki büyükelçiliklerinde de görev yapıyor.

Açık Kaynak Merkezi, 2009’da İran’daki halk ayaklanmasının ardından sosyal medyayı incelemeye başlamış.

Merkezin topladığı bilgiler, Başkan Barack Obama’ya verilen günlük istihbarat brifingde gündeme getiriliyor.

Merkez yöneticileri, hızla gelişen krizlerle ilgili istihbarat toplamak için Facebook ve Twitter’in en önemli kaynaklardan biri haline geldiğini açıkladı.

Şeffaflık Derneği Ekim ayı bülteni yayımlandı

Yolsuzluk, usülsüzlük ve rüşvetle mücadele alanında çalışan Şeffaflık Derneği, Ekim ayı bültenini kamuoyu ile paylaştı. Bültende yer alan konular arasında derneğin yeni hayata geçirdiği Şeffaf Toplum Projesi’nin ayrıntıları ve Uluslararası Şeffaflık Örgütü′nün hazırladığı 2011 Rüşvet Verenler Endeksi sonuçları var. Endekse göre en çok rüşvet veren şirketler Rusya ve Çin’den.

Bültende ayrıca, Ekim ayında Türkiye basınında çıkan şeffaflık ve yolsuzluk haberleri paylaşılmış. Bu haberler arasında Alo Şike Hattı, Milletvekillerine Kıyak Uçuş, Zahid Akman ve Deniz Feneri Davası, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ndeki operasyonlar ve TBMM ile Sayıştay arasındaki kriz gibi konular yer alıyor.

Dernek tarafından yürütülen Şeffaflığa Çağrı Merkezi – 0800 211 12 12 ise çalışmalarına devam ediyor.Merkez; rüşvet, irtikap, görevi kötüye kullanma gibi fiillerle yolsuzluğa maruz kalan ve bu fiillere tanık olan yurttaşların şikayetlerini dile getirebilecekleri ve çözüm arayışlarında bilgi alabilecekleri bir platform. Yurttaşlar, haksız bir uygulama ile karşılaştıklarında Merkez’le aşağıdaki yollarla iletişim kurabilirler. Şeffaflığa Çağrı Merkezi ile iletişime geçen kişiler gerektiğinde uzmanlar tarafından bilgilendiriliyorlar.:

– Sabit hatlardan ücretsiz olarak 0800 211 12 12 no’lu telefon u arayarak

– Cep telefonlarından 0212 219 2614 no’lu telefonu arayarak,

– www.seffaflik.org üzerinden yolsuzluk bildirimi formunu doldurarak,

[email protected] adresine e-posta göndererek.

(Yeşil Gazete)

 

‘Ağar silahlı örgüt yöneticisi’

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, Ağar’ı 5 yıl hapis cezasına çarptırdığı davanın gerekçeli kararında, ”Ağar’ın, cürüm işlemek amacıyla kurulan silahlı örgütün yöneticisi olduğu” kaydedildi.

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, Mehmet Ağar’a, ”Susurluk davası” kapsamında, ”cürüm işlemek için silahlı teşekkül oluşturduğu ve yönettiği” gerekçesiyle verdiği 5 yıllık hapis cezasının gerekçeli kararı açıklandı.

Mahkemenin gerekçeli kararında, ”Ağar’ın, cürüm işlemek amacıyla kurulan silahlı örgütün yöneticisi olduğu” kaydedildi.

Kararda, 3 Kasım 1996’da meydana gelen ”Susurluk” kazası sonucunda, ”Türkiye’de katliam sanığı olarak gıyabi tutuklama kararıyla, yurt dışındaysa uyuşturucu kaçakçılığı ve cezaevi firarisi olarak Kırmızı Bültenle aranan bir silahlı eylemci (Abdullah Çatlı) ile bu kişiyi yakalama veya bulunduğu yeri derhal güvenlik birimlerine bildirmekle görevli bir emniyet mensubunun (Hüseyin Kocadağ) ve bir milletvekilinin (Sedat Edip Bucak) birarada bulunmamaları gerekirken, aynı ortamda birlikte bulunduklarının ortaya çıktığı ifade edildi.

Bunun üzerine başlatılan soruşturma sonucunda, İbrahim Şahin, Mehmet Korkut Eken, Ayhan Çarkın, Ercan Ersoy, Oğuz Yorulmaz, Enver Ulu, Mustafa Altunok, Abdülgani Kızılkaya, Ziya Bandırmalıoğlu, Ayhan Akça, Yaşar Öz ve Ali Fevzi Bir hakkında ”cürüm işlemek için silahlı teşekkül oluşturmak ve hakkında tevkif ve yakalama müzekkeresi bulunan kişileri yetkili mercilere haber vermemek” suçlarından dava açıldığı anlatılan kararda, yargılama sonucunda İstanbul 6 Nolu DGM’nin sanıkları çeşitli cezalara çarptırdığı, bunun Yargıtayca da onandığı belirtildi.

Bu dava ile mevcut dava kapsamına göre, ”cürüm işlemek amacıyla oluşturulan teşekkülün yöneticilerinden olan Ağar’ın, Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemde, teşekkül üyelerinden hükümlü sanık Yaşar Öz’ün sahte resmi evrakla, ruhsatsız tabanca ve mermilerle yakalanması üzerine, icra ettiği kamu görevi ve nüfuzunu kullanarak, suça konu resmi evrak ve silahların kuryeyle Ankara’ya naklini, ayrıca Öz’ün serbest kalmasını sağladığı” kaydedildi.

Ağar’ın, Öz’ü adli soruşturmadan kurtararak, evrak düzenletmediği, suç delillerini gizlediği, adli bir olayı savcılık makamından gizleyerek, teşekkül mensuplarını suçtan ve cezadan kurtardığı ifade edilen kararda, Ağar’ın, yine Yaşar Öz adına sahte yeşil pasaport, silah taşıma ruhsatı ve belge düzenleyerek, kendisine imtiyaz tanıdığı ve aleyhine olabilecek cezai ve kanuni takibattan koruduğu ve kolladığının anlaşıldığı aktarıldı.

‘ÇATLI’YA YEŞİL PASAPORT TALİMATI AĞAR VERDİ’
Firari sanık olarak yurtiçi ve yurtdışında aranan, teşekkülün mensuplarından Abdullah Çatlı’nın, ”Mehmet Özbay” sahte kimliğiyle aldığı silah ruhsat dosyasında, ikametgah adresi olarak Mecidiye Karakol Binasının yazıldığına işaret edilen kararda, yetersiz bilgi ve belgelerle düzenlenen dosyanın, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ’ın referansıyla çabuklaştırılarak, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gönderildiği belirtildi.

Burada istihsal olunan ”Olur” yazısıyla silah ruhsatının verildiği bildirilen kararda, sahte kimlikli Çatlı’da, ”Yanda açık kimliği ve fotoğrafı bulunan Mehmet Özbay, Emniyet Genel Müdürlüğü’nde uzman olarak çalışmakta olup, silah taşımasına izin verilmiştir. Yardımcı olunmasını rica ederim. Mehmet Ağar, Vali. Emniyet Genel Müdürü” yazılı mühürlü ve imzalı belge bulunduğuna dikkat çekildi.

Bu belgedeki yazı ve imzaların, ekspertiz raporuna göre Ağar’ın el ürünü olduğu vurgulanan kararda, Çatlı’ya, ”Mehmet Özbay” sahte kimliğiyle Maliye Bakanlığı’nda 1. derecede Maliye Müfettişi olduğundan bahisle yeşil pasaport sağlanmasında gerekli talimatın da yine Ağar tarafından verildiği belirtildi.

Kararda, ”Ağar’ın, Çatlı’nın gerçek kimliğini bilmesine rağmen, kendisini üst düzey bürokrat olarak gösterip, kanuni takibattan kurtarmak amacıyla belge tanzim ettiği, firari sanık olarak arandığını bilmesine rağmen kendisini yakalamadığı ve yakalanmasını engelleyici faaliyetler içerisinde bulunduğu” ifade edildi.

Teşekkül mensuplarından, kumarhane işletmecisi ve uyuşturucu ticareti yaptığı iddia edilen hükümlü sanık Sami Hoştan yakalandığında, üzerinde kendi fotoğrafı yapışık, ”Remzi Özer” sahte ismiyle düzenlenmiş sahte nüfus cüzdanı fotokopisi, bir adet tabanca ve mermilerle, buna ilişkin taşıma ruhsatının ele geçirildiği anlatılan kararda, ”Soruşturma neticesinde, Sami Hoştan’ın kendi adına düzenlenen silah ruhsat dosyasının incelenmesinde, yeterli araştırma yapılmadan ve mevzuata uyulmadan, emsaline az rastlanacak sürede silah ruhsat dosyasının hazırlandığı, bu silah ruhsat dosyasında da sanık Ağar’ın referansının bulunduğu anlaşılmıştır” denildi.

MİT’te istihbarat elemanı olarak çalışan Tarık Ümit’in otomobilinin 4 Mart 1995’te Silivri civarında terk edilmiş olarak bulunması ve kendisinin kaybolması üzerine soruşturma başlatıldığı belirtilen kararda, soruşturma neticesinde, silahlı teşekkülün yöneticilerinden olan hükümlü sanık İbrahim Şahin’in, MİT görevlisi Mehmet Eymür’ü, ”bu soruşturmanın derinleştirilmesinin Emniyet ile MİT’in çatışmasını gerektireceği tehdidiyle geri çekilmek zorunda bıraktığı” kaydedildi. Kararda, Şahin’in bu olayın araştırılmasının ve ortaya çıkarılmasının önüne geçtiği bildirilerek, ”Emniyet Genel Müdürü olan sanık Ağar’a durumun iletilmesi üzerine, ‘Bizim tosunlar bana sormadan bir şey yapmazlar. İlgileneceğim’ dediği, konuyla ilgilenmeyerek, teşekkülün faaliyetlerine göz yumduğu gibi, mensuplarını koruyup, kolladığı anlaşılmıştır” değerlendirmesi yer aldı.

‘TOPAL CİNAYETİNDE GÖZALTINA ALINANLARIN SERBEST KALMASINI SAĞLADI’
Kararda, kumarhane işletmecisi Ömer Lütfi Topal’ın 28 Temmuz 1996’da öldürülmesinden sonra İstanbul Emniyeti’ne telefonla yapılan bir ihbar üzerine, silahlı teşekkülün mensuplarından, özel harekat polisleri Ayhan Çarkın, Ercan Ersoy ve Oğuz Yorulmaz ile Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir’in gözaltına alındığı anımsatılarak, bundan haberdar olan dönemin İçişleri Bakanı Ağar’ın, hemen olaya müdahale ettiği ve İbrahim Şahin’i İstanbul’a gönderdiği belirtildi. Gözaltına alınanların, Ağar’ın talimatıyla Şahin tarafından Ankara’ya getirildiğine ve bu kişilerin, ”suçla ilgili bilgi elde edilemediği” bahsiyle serbest bırakıldığına yer verilen kararda, Şahin’in, bu durumu Emniyet kayıtlarına geçirmediği ve adli evrak tanzim etmediği anlatıldı. Özel Harekat Daire Başkanlığı’na tahsis edilen ve kayıtlarda yer alan bazı silahların, teşekkül mensuplarına kayıt dışı verildiğine ve Topal cinayetinde kullanılan silah üzerinde, Çatlı’nın parmak izinin bulunduğuna işaret edilen kararda, ”Bu itibarla, silahlı teşekkülün yöneticisi konumunda olan sanık Ağar’ın, İçişleri Bakanı olduğu dönemde, ihbar üzerine Topal cinayetiyle ilgili gözaltına alınan silahlı teşekkül mensubu sanıkların serbest kalmasını sağlayarak, adli soruşturmadan kurtarmak maksadıyla hareket ettiği, haklarında adli evrak düzenletmediği gibi suç delillerini gizlediği, adli bir olayı savcılık makamlarından gizlemek suretiyle teşekkül mensuplarını suçtan ve cezadan kurtardığı anlaşılmıştır” denildi.

‘ÇATLI’YI KORUYUP KOLLADI’
Kararda, Ağar’ın, 1993’te Emniyet Genel Müdürlüğü’ne atandıktan sonra, silahlı teşekkül yöneticilerinden İbrahim Şahin’i Özel Harekat Daire Başkan Vekilliği’ne getirdiği, diğer yönetici hükümlü sanık Mehmet Korkut Eken’i de yanına müşavir olarak aldığı belirtildi. Ağar’ın, görevinin nüfuz ve yetkilerini kullanarak, Şahin’in bir süre korumalığını yapan ve kendisiyle operasyonlara katılan eski Özel Harekat Polisleri Ayhan Çarkın, Ercan Ersoy, Oğuz Yorulmaz, Enver Ulu, Mustafa Altunok, Ziya Bandırmalıoğlu ve Ayhan Akça, uyuşturucu ticaretinden aranan Yaşar Öz, Sami Hoştan, Ankara Bahçelievler’de 7 TİP’li gencin katliam sanığı Haluk Kırcı, kumarhane işletmecisi Ali Fevzi Bir, ölen firari sanık Abdullah Çatlı ve Abdülgani Kızılkaya ile teşekkül oluşturduğu ifade edildi. Ağar’ın, bazı teşekkül mensuplarına, Emniyet Genel Müdürlüğü’nce alınan vahim nitelikteki silahların tahsisini ve Hoştan’ın mevzuata aykırı olarak silah ruhsatı almasını sağladığı aktarılan kararda, yine Ağar’ın, Öz ve Çatlı’ya sahte silah ruhsatı ve yeşil pasaport verilmesini temin ettiği, kendilerine imtiyaz tanıyarak koruyup, kolladığı anlatıldı.

Ağar’ın, gözaltına alınan teşekkül mensuplarının serbest bırakılmasını sağladığı, haklarında evrak düzenletmediği, durumu adli makamlara intikal ettirmediği, suç aleti ve delillerini gizlediği ifade edilen kararda, Öz ve Çatlı’nın gerçek kimliklerini bilmesine rağmen kendilerini yakalamadığı, yakalanmalarını engelleyici faaliyetler içinde bulunduğunun sübuta erdiği belirtildi.

Kararda, tüm bu açıklamalar ışığında, ”Emniyet teşkilatında görevli olan teşekkül mensuplarının, terörle mücadele adı altında yola çıkıp, bir süre sonra yasaların kendilerine verdiği yetkileri tam bir sorumsuzluk içinde ve çıkarlarını gözeterek, her türlü yasa dışılığı meşru sayıp, amaçlarına ulaşmak için her yöntemi uygun yöntem olarak benimsedikleri, yanlarına kumarhane işletmecisi, uyuşturucu kaçakçısı ile katliam sanığı ve hükümlüsünü de alarak, tam bir dayanışma ve işbirliği içinde hareket ettikleri ve çeteleşme sürecine girdikleri” ifade edildi.

Bu kişilerin, ”cürüm işlemek için teşekkül meydana getirmek” suçunu oluşturmanın ötesinde, Anayasa’nın 6. maddesindeki ”Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz” hükmüne karşı bir örgütlenme ve yetki kullanımı yoluna gittikleri bildirilen kararda, şu değerlendirmelere yer verildi:

”Bunun ise hukuk devleti kuralları içinde savunulur yerinin olamayacağı, terörle mücadele adı altında da olsa, hukuk dışı bir örgütlenmeyle devletin meşru güçleri gibi güç kullanarak, yürürlükteki yasalar yerine kendi güç ve kuralları ile sözde yasalar oluşturmanın devleti hukuk devleti olmaktan çıkaracağı, bu koşullarda da güçlünün sözünün geçtiği, nerede başlayıp nerede sona ereceği belli olmayan her türlü yasadışılığın egemen olduğu bir sistem oluşacağı, sonuçta yurttaş-devlet ilişkisinde hukuk kuralları yerine korku ve kaygının geçerli olacağı, bunun da bir Anayasa ve yasa ihlalinin ötesinde tam bir hukuk ihlali niteliği taşıyacağı ve hukuk devletinin bütünüyle ortadan kalkması sonucunu doğuracağı göz önüne alındığında, sanığın eylemleri 765 sayılı TCK’nın 313. maddesine uyar nitelikte görülmüştür.”

Kararda, yargılama aşamasında Cumhuriyet savcısının, Ağar’ın ”suç işlemek amacıyla kurulan örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek” suçundan cezalandırılmasını talep ettiği anımsatıldı. Buna karşın, ”Ağar’ın, teşekkülün hiyerarşik yapılanması içerisindeki konumu, kullandığı kamu gücü, sahip olduğu yetki ve görevlerinden faydalanmak suretiyle yaptığı atamalar, diğer teşekkül yöneticileri ve üyelerinin kendisinden emir ve talimat alması, teşekkülü yönetimi ve denetimiyle organize etmesi, eylem ve faaliyetlerinin yoğunluğu ve icra kuvveti nazara alındığında, kastının çeteye yardım boyutunu aşarak, çetenin yöneticisi konumunda olduğu kanaatine varıldığı” bildirildi.

”Ağar’ın, eylemlerinde, yasalardan kaynaklanan görev ve yetkilerini kötüye kullanmak suretiyle, Emniyet Genel Müdürlüğü ve İçişleri Bakanlığı görevlerini icra ettiği süreç içerisinde kamu gücü ve nüfuzundan faydalandığı, sübuta eren suçu işleyiş biçimi ve özelliği, kastının yoğunluğu, suç sebep ve saikleriyle suçtan sonra pişmanlık göstermeyen hal ve tavırları, suç işleme hususundaki eğilimi, işlenen suçların mahiyet ve önemi, cezaların caydırıcılık ve uslandırıcılık özelliğinin, en üst seviyede verilecek cezalarının infazıyla gerçekleşeceğinden, hakkında asgari hadden uzaklaşılarak, teşdiden ceza verildiği” vurgulandı.

Ağar’ın, lehine olan 765 sayılı TCK’nın 313/2-3. maddelerinde yer verilen ”cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçundan 4 yıl hapis cezasına mahkum edildiği, cezanın, silahlı teşekkülün yöneticisi olduğu gerekçesiyle 313/4. maddesine göre, yarı oranında artırılarak, 6 yıl hapis cezasına yükseltildiği ve duruşmada gözlemlenen hal ve tavırları ile sabıkasız oluşu dikkate alınarak, 5 yıl hapis cezasına indirildiği de kararda yer aldı.

(Ajanslar)

‘Biz kadınlar razı değiliz’

İstanbul Feminist Kolektif üyesi kadınlar, Yargıtay’ın 13 yaşındaki N.Ç’ye tecavüz davasındaki kararını protesto etti.

Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı önünde toplanan ve İstanbul Feminist Kolektif üyesi kadınlar, Yargıtay’ın 13 yaşındaki N.Ç’ye tecavüz davasındaki kararını protesto eden dövizler taşıyarak çeşitli sloganlar attı.

Burada grup adına açıklama yapan Selime Büyükgöze, 13 yaşındaki bir çocuğun, 26 erkeğin tecavüzüne uğradığını belirterek, ”Kamu davası, N.Ç’nin Adalet Bakanına yazdığı mektuptan sonra açılabildi. Tecavüzcüler, yüzbaşıydı, okul müdürüydü, koruyucuydu, kamu görevlileriydi, erkeklerdi. N.Ç’nin avukatı ve N.Ç’yi destekleyenler tehdit edildiler” dedi.

Büyükgöze, Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesinin, en başından beri sanıkların yanında olduğunu ileri sürerek, tecavüzcülerin görevden alınmadığını söyledi.

Feministler olarak yargının erkeklerin yanında olmasının ne anlama geldiğini önce N.Ç’den sonra kendi hayatlarından iyi bildiklerini ifade eden Büyükgöze, sözlerini şöyle sürdürdü:

”Bu kararları içimize sindiremiyoruz. İsyan ediyoruz. Yargı neyi örtbas etmeyi çalışıyor. Bu davada verilen kararlar ile adil yargılama ilkeleri hiçe sayılmıştır. Adaletin erkek adaleti olduğu ve erkekleri koruduğu çok açıktır. Erkek egemen sisteme karşı mücadelemizi, yasalara ve sözleşmelere sığdırılamayacağını biliyoruz. Yargı, 13 yaşındaki bir çocuğun, 26 erkek tarafından tecavüze uğramasına razıdır. N.Ç, razı değildir. Biz kadınlar razı değiliz.”

Açıklamanın ardından söz konusu davada yargılanan sanıkların isimlerini okuyarak yuhalayan grup, olaysız bir şekilde dağıldılar.

(Ajanslar)

Seriyi Sivas bitirdi

Süper Lig’de lider Fenerbahçe, Sivasspor’a deplasmanda 2-0 mağlup oldu. Kırmızı kart cezalısı Alex’in yokluğunda sahada varlık gösteremeyen F.Bahçe’nin geçen sezon 17. haftada Sivasspor maçıyla başlayan yenilmemezlik serisi Sivas’ta sona erdi.

Spor Toto Süper Lig’de 10. hafta mücadelesinde lider Fenerbahçe, zorlu Sivasspor deplasmanına konuk oldu.

Sivas 4 Eylül Stadı’nda oynanan karşılaşmayı FIFA kokartlı hakem Cüneyt Çakır yönetti. Fenerbahçe’de kırmızı kart cezalısı olan Alex’in yerine bu maçta Sezer Öztürk forma giydi.

Fenerbahçe karşılaşmaya Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Bekir, Yobo, Ziegler, Mehmet Topuz, Cristian, Emre Belözoğlu, Caner Erkin, Sezer Öztürk ve Bienvenu 11’i ile başlarken, ev sahibi Sivasspor ise Borjan, Uğur, Navratil, Murat, Ziya, Kıvanç, Kadir, Erman, Grosicki, Pedriel Suarez ve Eneramo 11’i ile sahadaki yerini aldı.

Eneramo’nun dokunuşuyla Sivasspor maça başlayan taraf oldu. Karşılaşmanın ilk 5 dakikası genelde orta saha mücadelesi ile geçilirken, her iki takımda gol pozisyonu üretmekte zorluk çekti. 5. dakikadan itibaren oyunu rakip sahaya yıkan Fenerbahçe, kalesinde ciddi bir kontra atakla karşı karşıya kaldı. Sivasspor, Grosicki ile yakaladığı bu ataktan sonuç alamadı. İlk 10 dakikada ev sahibi Sivasspor çok hızlı ve tempolu bir şekilde atağa çıktı.

Karşılaşmanın ilk 15 dakikasında denge vardı. Her iki takımda birbirine üstünlük sağlayamadı. Fenerbahçeli oyuncular 4 Eylül Stadı’nın kaygan zemininde ayakta durmakta zorlandı. Karşılaşmanın ilk oyuncu değişikliğini Fenerbahçe yaptı. 25. dakikada sakatlanan Ziegler’in yerine Aykut Kocaman, Miroslav Stoch’u oyuna aldı. Ziegler’in oyundan çıkmasının ardından Caner sol beke geçerken Stoch sol açık oynamaya başladı.

28. dakikada Sivasspor gole yaklaşan taraf oldu. Erman ceza sahası yayı üzerinden yerden cılız bir vuruş yaptı. Pedriel bu topa ayak koyarak meşin yuvarlağı kaleye yönlendirmek istedi. Ama top az farkla direğin yanından dışarıya gitti.

Fenerbahçe, rakip alana oyunu yıkmaya çalışsa da ilk 30 dakika bunu başaramadı. İlk yarı boyunca Fenerbahçe duran toplar dışında rakip yarı sahada çoğalmakta bir hayli zorlandı. Sivasspor ise Fenerbahçe’nin tam aksine 30. dakikadan itibaren kanatları kullanarak oyunu rakip sahaya yıkmayı başardı.

32. dakikdan Sivasspor bir kez daha gole yaklaşan taraf oldu. Grosicki’nin sol kanattan yaptığı ortada arka direkte Pedirel kafayı vurdu. Bekir topu son anda çizgiden çıkarttı.

Sivasspor aradığı golü 37. dakikada Eneramo’nun ayağından buldu. Sivasspor sağ kanattan geldi. Uğur’un pasında ceza sahasının hemen dışında Pedriel topla buluştu ve ceza sahası içindeki Eneramo’yu gördü. Fenerbahçe savunmasının ofsayt beklentileri içerisinde çok dar açıdan vuruşunu yaptı Eneramo. Volkan’ın bacak arasından geçen top ağlara gitti: 1-0.

İlk yarının ilerleyen dakikalarında iki takımda başka gol bulamazken. Sivasspor, devreyi Fenerbahçe karşısında 1-0 önde tamamladı.

Karşılaşmanın ilk yarısında Fenerbahçe organize olmakta çok zorluk çekti. Alex’in yokluğu Fenerbahçe’yi fazlasıyla zorlarken, bir de Ziegler’in sakatlığı bütün dengeleri bozmuş oldu.

İkinci yarı Fenerbahçeli oyuncuların vuruşuyla başladı. Fenerbahçe ikinci yarıya Sezer Öztürk’ün yerine Selçuk Şahin’i alarak başladı. Fenerbahçe’de Selçuk’un oyuna girmesinden sonra Cristian, Bienvenu’nun arkasında oynamaya başladı.

Sivasspor ikinci yarıya hızlı başlayan taraf oldu. İkinci yarının ilk tehlikeli atağını gerçekleştiren Sivasspor, Pedriel’in sol kanattan yaptığı ortaya Eneramo kafayı vurdu ama top yandan auta gitti.

Konuk ekip Fenerbahçe ikinci devrenin ilk 15 dakikası ilk yarıya oranla daha dağınık bir görüntü çizerken, Sivasspor ilk yarıda olduğu gibi daha istekli ve arzuluydu.

72. dakikada Sivasspor farkı Grosicki’nin attığı golle farkı 2’ye çıkardı. Eneramo Grosicki’den aldığı topu harika bir pasla tekrar ceza sahasına koşu yapan Grosicki ile buluşturdu. Dar açıda topla buluşan Grosicki ilk gole benzer bir pozisyonda topu ağlara gönderdi:2-0.

2. golü yedikten sonra Aykut Kocaman son oyuncu değişikliği hakkını kullandı. Cristian Baroni’nin yerine Semih Şentürk oyuna dahil oldu.

Fenerbahçe 80. dakikaya kadar organize olmakta ve topu rakip yarı alanda tutmakta çok büyük sıkıntılar yaşadı. Son dakikalarda ataklarını arttıran Fenerbahçe aradığı golü bir türlü bulamadı.

Karşılaşmada kalan dakikalarda başka gol olmazken. Sivasspor, Eneramo ve Grosicki’nin attığı gollerle Fenerbahçe’yi 2-0 mağlup etti.

Bu sonuçla Sivasspor puanını 14’e yükseltirken, lider Fenerbahçe 21 puanda kaldı.

SİVASSPOR: 2 – FENERBAHÇE: 0
Stat: 4 Eylül
Hakemler: Cüneyt Çakır, Bahattin Duran, Tarık Ongun
Sivasspor: Borjan, Uğur, Navratil, Murat, Ziya, Kıvanç, Kadir, Erman (Dk. 80 Mehmet Nas), Grosicki (Dk. 83 Cerny), Pedriel Suarez (Dk. 89 Rasmussen), Eneramo
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Bekir, Yobo, Ziegler (Dk. 26 Stoch), Mehmet Topuz, Cristian (Dk. 75 Semih), Emre Belözoğlu, Caner Erkin, Sezer Öztürk (Dk. 46 Selçuk), Bienvenu
Goller: Dk. 37 Eneramo, Dk. 72 Grosicki (Sivasspor)
Sarı kartlar: Dk. 20 Ziya, Dk. 34 Murat (Sivasspor), Dk. 20 Caner, Dk. 86 Yobo (Fenerbahçe)

(Ntvspor)

Lüfere karşı kampanya başlatan balıkçılara tavsiyeler

Dün İstanbul’da ilginç bir eylem oldu. Tarım Bakanlığı’nın lüferin avlanma alt sınırını 14 santimden 20 santime çıkarmasından rahatsız (ya da kendi deyimleriyle “mağdur”) olan bir grup balıkçı, tekneleriyle Boğaza açıldılar ve taşıdıkları pankartlarla, kornalar çalarak, havai fişekler ve sis bombaları kullanarak çinekop avı yasağını protesto ettiler. Eylemi başından sonuna dek izleyen Lüfer Koruma Timi’nin sözcüsü Defne Koryürek’e göre “İstanbul’un gırgır ve Marmara’nın trol reisleri, saatler süren renkli bir gövde gösterisi yaptı”. Koryürek’e göre lüfer balığının soyunun tükenmesini engellemek için yürütülen kampanyalara  cevaben bir karşı kampanya başlatılmış durumda. Devamı da gelecek.

Küresel bir olgunun yerel örneğiyle karşı karşıyayız. Hatta dileyenler Türkiye’nin de toplumsal mücadelelerin bastırılması hususunda evrensel standartları yakalamaya başladığını düşünüp sevinebilirler bile. Çünkü malum, Türkiye’de egemenlerin ve özel çıkar sahiplerinin “hakları” genellikle polis, jandarma ve mahkemeler tarafından korunur. Grev yapmaya kalkan işçiye, deresine HES yaptırmamak isteyen köylüye, şirketi protesto eden aktiviste karşı patronun çıkarını doğrudan doğruya şirket sahipleri değil, onlar savunur. Çıkarlarını korumak isteyenler, haklarını savunmak isteyenlerin üzerine polisi ve jandarmayı sürer. Daha dün Trabzon’un Solaklı vadisinde HES istemeyen köylülerin başına da bu geldi.

Burada ise daha ‘incelikli’ bir metodla karşı karşıyayız. Bu işlerde üstad sayılabilecek Amerikan endüstrisinin pek sık yaptığı gibi, özel çıkarları tehlikeye giren iş sahipleri, şirketler ve benzeri gruplar, toplumsal duyarlığın arttığı ve politik muhalefetin bir şeyleri değiştirmeye başladığı anlarda işlerini ve kazançlarını korumak için “düşmanlarının silahını kuşanıyorlar”.

Doğayı yok ettikleri, insanları sömürdükleri, ölçüsüz kârlarını sürdürebilmek için her türlü hukuk ve ahlâk kuralını çiğnedikleri için kendilerine karşı yapılan kampanya biçimlerini taklit ediyor, benzer eylemler örgütlüyor, platformlar oluşturuyor, “bilimsel” enstitüler kurup, raporlar yayınlıyor, gazete ilanları veriyor, aslında zaten onların dediklerini yapmak için gün sayan, ama kamuoyu baskısı yüzünden cesaret edemeyen veya politikaları değiştirmek zorunda kalan yöneticilere “baskı yaparak” işlerini kolaylaştırıyorlar. Tabii paraları olduğu, menfaat çevresinde çok sayıda şirketi veya iş sahibini bileştirebildikleri ve iktidarlarla da sıcak ilişkileri olduğu için sivil toplumu gayet gösterişli bir şekilde taklit edebiliyorlar.

Noam Chomsky’nin dediği gibi “Özel çıkar çevreleri değişime karşı direniyor ve hükümetlerimiz içinde, özellikle de ABD’de, güçleriyle orantısız nüfuza sahipler.”

***

Batıda, özellikle de ABD’de petrol ve kömür şirketlerinin, nükleer endüstrinin, otomotiv sektörünün, ormanları yok eden  kereste tüccarlarının, okyanusları çöle çeviren büyük balıkçı filolarının böyle think tank‘leri, dergileri, web siteleri, hatta çevreci görünümlü lobi ve baskı kuruluşları var. Özellikle iklim değişikliğinin varlığını inkâr etmek, petrolcülerin ve kömürcülerin kârlarını dâim kılmak için uydurulmuş kuruluşların ve satın alınmış bilim insanlarının listesini vermeye kalksam bu yazı bitmez. İsimleri de pek bir afilidir.

Mesela en son hiç utanıp sıkılmadan, iklimbilimci Michael Mann’in kişisel e-postalarının alınıp kendilerine verilmesi için mahkemeye başvuran iklim inkarcısı “sivil toplum kuruluşunun” ismi Amerikan Gelenek Enstitüsü! Bu tür kuruluşların arasında Amerikan Petrol Enstütüsü gibi kör gözüm parmağına olanlar da var, Küresel Isınma Politikaları Vakfı gibi damakta unutulmaz Orwellian tadlar bırakanlar da.

Gazetelerdeki haberlere göre Poyrazköy Balıkçılar Kooperatifi Başkanı Mustafa Kokoş’un televizyon programlarındaki performansı göz dolduruyormuş. Ama bizim balıkçılar da kendilerini geliştirmek, mesela “bilimsel” bir çinekop sempozyumu düzenlemek isterlerse onlara tavsiye edebileceğim isimler var. Örneğin aktivistleri kendi silahlarıyla vurmak için kullanılması gereken yöntemler konusunda İngiliz politikacı Lord Nigel Lawson, Amerikalı senatör James Inhofe ve sarışın dâhi Bjorn Lomborg gibi ustaları davet edebilirler.

Para peşinde koşan bilim insanları bir bakışta nasıl anlaşılır, akademisyenler, köşe yazarları ve gazete yayın yönetmenleri nasıl satın alınır, aktivistleri tehdit etmenin “bilimsel” yolları, tuğla gibi kitap yazıp bir tane işe yarar bilimsel referans vermemenin sırları, velhasıl her türlü yalan, dolan, iftira, tehdit, çarpıtma, hile, desise, medyada yer alma garantili ve 32 kısım tekmili birden…

***

Tabii ki bu çinekop sevdalısı tirolcüler ülkemiz için o kadar yeni bir icat çıkarmış da değiller. Bergama altın madenini kapattırmamak için Eurogold’un üniversite hocalarına yaptığı yatırımın bir dökümü Wikileaks’e sızsaydı da okusaydık mesela… Ya da bir zamanlar devletin BTC petrol boru hattı projesinin “sivil” ayağı olarak Boğaz’daki petrol tankerlerine karşı eylem üstüne eylem yapan “çevreciler” anılarını yazsalardı… Ama yine de bu meselelerde gün geçtikçe daha Amerikanvari oluyoruz.

Örnek mi istiyorsunuz? Lütfen TRT’nin yayımladığı şu haberi okuyun:

“Türkiye bir süredir HES karşıtı eylemlere sahne oluyordu. Şimdi ise HES yatırımcıları bir araya geldi. Yatırımcılar bir platform çatısı altında toplanacak ve kamuoyuna HES’lerin Türkiye için önemini anlatacak. HES yatırımcılarının bu kararı almasında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı da etkili oldu. Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası Başkanı Şükrü Koçoğlu,  HES yapılan yörelerde halkın HES’lerle hiçbir sorununun olmadığını, karşı çıkan bir kaç kişinin ise konuyu bilmediği için böyle bir tutum içine girdiğini söyledi.  Koçoğlu’nun verdiği bilgiye göre kurulacak platformla çevreye zarar verdiği gerekçesiyle HES’lere karşı çıkan vatandaşlar için bilgilendirme kampanyaları düzenlenecek.  HES’ler sayesine Türkiye enerji ihtiyacının 3’te 1’ini kendisi karşılar hale geleceğini belirten Şükrü Koçoğlu böylece enerjide dışa bağımlılığın ve cari açığın da azalacağını söyledi.”

HES şirketleri dereleri besleyen en ufak su kaynağını bile borulara alıp, köylülerin yaşam kaynağına el koyarken, ya da doğanın suyunu sıkarak para kazanırken aslında ne kadar asil hislerle hareket ettiklerini anlatacaklarmış. Tabii “sivil” bir şekilde! Balıkçılar da kendileri için bir şey istemiyorlar zaten, hem denizde lüfer kalmasa bile, maksat fakir fukara balık yesin. Otomotiv şirketleri de sadece biz mutlu olalım istiyorlar. Zaten kömürün temizinden bol ne var?

***

Peki biz ne yapacağız?

Elinde doğanın kanı olan bu tirolcülere, altıncılara, kömürcülere ve bu bir avuç özel çıkar sahibinin halkla ilişkilerini yapan şarlatanlara karşı elimizde ne var?

Cevabı çok basit: Gerçekler.

Onlar özel çıkarlarını korumak için yalan söylemeye, biz doğanın ve insanın haklarını savunmak için gerçeklerin peşinde koşmaya devam edeceğiz. Ne sivil toplumun, ne de kampanya ve eylem sözcüklerinin kirletilmesine seyirci kalacak değiliz. Dürüst bilim insanlarını korumak ve seslerinin kısılmasını engellemek de bizim görevimiz.

Kömürcülere inat, iklim değişikliğiyle mücadeleye devam… Altıncılara inat siyanürlü madenciliğe karşı çıkmaya devam… Tirolcülere inat, lüferi savunmaya devam…

Bunun için son sözü yine Defne Koryürek’e bırakıyorum:

“Bu yasaktan mağdur olduklarını ifade edenler öncelikle ve özellikle İstanbul’un gırgır ve Marmara’nın trol reisleri.

Mağduriyet kelimesinin gırgır reisleri tarafından telaffuzu beni çok zorluyor, zira sizler gibi ben de hemen her gün, her işletme ve her tezgahta yüzlerce binlerce çinekop görmekteyim! Üstelik o kadar çoklar ki… Dün ezik bedenleri ve yaralı yüzeyleriyle vahşi avlandıkları belli ama etiketlerinde “olta” ve “çinekop” yazan lüfer bebelerinin kilosu Kasımpaşa’da 6 liraydı,tarttırdım, bir kiloya 13 balık sığdı! 100 gr bile gelmeyen lüfer bebelerinin tanesi 50 kuruş bile etmiyor!

Bu satılan geleceğimizdir!

Bu balıklar da gırgır ve trol avı balıklardır!

Mağdur olan ne gırgır, ne de trol reisleridir, sadece lüferdir ve çocuklarımızdır…

Geçen hafta bir takipçimiz yolladı, Tolstoy‘muş lafın sahibi: “İyilik yap hatırlanmaz, yanlış yap unutulmaz, sen kimsenin ‘yapamaz’ dediğini yap, çünkü söylemeseler de akıllarından çıkmaz.”

Sizleri “esas” kampanyada ısrar etmeye, tezgahta ya da lokantada, her 20 cm altı lüfer balığı gördüğünüzde 174’ü aramaya, “yavru balık satış ihbarı’nda bulunmaya davet ediyorum.”

Karbon emisyonu ve iki yüzlü havayolu şirketleri – Nejdan Yıldız

Herhangi bir havayolu şirketinin yanına “sustainability report” yazarak google search yapın. Karşınıza çıkan raporda şirketin yaptığı karbon emisyonu miktarını, çevreye karşı olan sorumluluğu hakkında taahhütlerini ve emisyon miktarını azaltmaya yönelik çalışmaları ve başarılarını okuyacaksınız. Hatta birçok havayolu şirketinin küresel sıcaklığı 2 derece azaltmayı öngören uluslararası inisiyatifi gönüllü desteklediğini göreceksiniz. Zaten Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü’nün (ICAO) tahminlerine göre havacılık sektörünün sebep olduğu emisyon miktarı 2005-2020 arasında %88, 2050’ye kadar ise %700 artacak. Yani buna bir çözüm gerekiyor.

Bir de şuna bakın:

Avrupa Birliği en büyük karbon emisyonuna sebep olan Havacılık endüstrisine yönelik 1 Ocak 2012’de yürürlüğe girecek bir kanun çıkardı. Bu kanun havayolu şirketlerine karbon emisyon kotası getiriyor ve bu miktarın üzerine çıkan şirketlerin diğer şirketlerden karbon emisyon hakkı satın almasını düzenliyor. Görüldüğü gibi AB Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) pazar ekonomisi kurallarını temel alan bir çözüm.

Ayrıca, sisteme geçişi kolaylaştırmak için havayolu şirketleri 2020’ye kadar kotalarının %82’lik bölümünü satın almak zorunda kalmayacak. Sistem bu miktarı şirketlere bedava vermeyi öngörüyor. Bu kanun ulusal merkezi farketmeksizin AB ülkelerine iniş veya kalkış yapan tüm havayolu şirketlerini kapsıyor. Yani sistem tüm şirketlere adil davranarak haksız rekabeti engelliyor.

ETS’nin şirketlere getireceği maddi yüke gelince. Mesela New York – Londra uçuşunu ele alalım. Yolcu başına düşen CO2 emisyon miktarı 385kg. Karbon pazarında bunun maddi karşılığı $5.4. 2020’ye kadar bedava verilen miktar sayesinde şirketlerin ödemesi gereken rakam yolcu başına $1-2 seviyesine kadar düşüyor. Karbon emisyonu sorumluluğunu açıkça kabul eden havayolu şirketlerinin bu miktarı ödeme konusunda sorun çıkartmaması lazım. Sonuçta bu para iklim değişikliğinin yarattığı riskler ile mücadelede kullanılacak.

Fakat havayolu şirketleri lobi faaliyetleri ile AB sistemini zayıflatmaya çalışıyor. 26 ülke AB kanununa karşı çıkarken ABD ve AB arasında ciddi tartışmalar yaşanıyor. Geçtiğimiz hafta ABD Kongresi AB kanununa uymayı kanunsuz sayan bir yasa tasarısı geçirdi. Bu hafta Kanada’da gerçekleşecek olan ICAO toplantısında da havayolu şirketlerine destek çıkacak. Birçok havayolu şirketi AB kanununu ulusal mahkemelere taşıdı bile.

Peki bu olanlar havayolu şirketlerinin iki yüzlülüğünü göstermiyor mu? Bir yanda iklim değişikliği ile mücadelede çeşitli insiyatiflere katılıyorlar, karbon emisyon miktarlarını azaltmaya yönelik çeşitli çalışmalar yapıyorlar, diğer yandan 2020’ye kadar şirketlere oldukça düşük maddi bir yük getiren pazar ekonomisi temelli adil bir karbon ticareti sistemine karşı çıkıyorlar.

 

 

Nejdan Yıldız

twitter.com/#!/sustainable_tr

Muğlalı’nın ismi kışladan silindi

Van’da 58 yıl önce 33 kişinin kurşuna dizilmesi emrini veren Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın adı kışladan silindi.

Özalp ilçesinde yıllardır tartışma konusu olan Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın adı sonunda kışladan indirildi.

İşlemin 2 gün önce gerçekleştirildiği, ancak üzerinde bayrak asılı olduğu için fark edilmediği ve bayrakların bugün kaldırılması ile birlikte ismin yerinde olmadığı görüldü.

Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın adının silinmesi, ilçede memnuniyetle karşılandı.

(Ajanslar)

 

Zulüm gören trans bireyler, AB’de sığınmacı olabilecek

0

Avrupa Parlamentosu, AB için bir dizi yeni sığınma kuralını resmen kabul etti. Cinsiyet kimliğinden ötürü zulüm görenlerin durumları da AB Üye Devletleri’nin kabul ettiği sığınma gerekçesi olarak onayladı. Bağlayıcı kurallar artık cinsel kimliği AB Üye Devletleri’nin dikkate alması gereken bir zulüm gerekçesi olarak içermekte.

Şimdiye dek, AB mülteci yasası, ulusal sığınma otoritelerinin, belirli sosyal grupların kendi ülkelerinde zulme uğrama ihtimallerini incelerken ‘toplumsal cinsiyet ile ilgili durumun dikkate alınabileceğini’ öngörmekteydi. Kabul edilen önerge ile bu metin değiştirildi ve ‘cinsiyet kimliği de dahil olmak üzere toplumsal cinsiyet ile ilgili yönler dikkate alınacaktır’ oldu. Metin artık özellikle cinsiyet kimliğine değinmekte ve Üye Devletleri toplumsal cinsiyet ile ilgili durumu dikkate almaya zorlamaktadır. Daha önce, AB ülkeleri sığınma taleplerinde başvuran kişinin cinsiyet kimliği ile bağlantılı hususları dikkate almamayı seçebilmekteydi.

Metin, AB sığınma politikalarının dışında kalmayı tercih eden Birleşik Krallık dışındaki tüm AB Üye Ülkeleri’nde uygulanmakta. Önerge, Avrupa Parlamentosu Yeşiller / EFA grubu üyesi bir İngiliz olan Jean Lambert tarafından başarıyla hazırlandı ve müzakere edildi.

Avrupa Parlamentosu üyesi, Intergroups LGBT Başkan yardımcısı ve GUE/NGL (Birleşik Avrupa Solu/İskandinav Yeşil Solu) grubunun sığınma politikaları sorumlusu Dennis de Jong, ‘Dünyanın her yerinde insanlar trans oldukları için zulme uğrayabilir. Bu gözden geçirilmiş Yönerge ile onların karşılaştıkları tehlikeler tanınmış olacak ve AB Üye Devletleri’nin sığınma taleplerinde cinsiyet kimliğini dikkate almalarını sağlayacak. Umarım gelecekte bir düzenleme ile adayların cinsel yönelimlerinin de dikkate alınması bir zorunluluk haline gelir.’’ yorumunda bulundu.

Avrupa Parlamentosu üyesi, Intergroup LGBT Başkan yardımcısı Sirpa Pietikäinen, ‘Merkez sağ EPP (Avrupalı İnsanlar Partisi) grubundan iş arkadaşlarım sığınma konusundaki genel tutumlarını göz ardı ederek bu değişikliği destekledikleri için çok gururluyum. Avrupa Birliği sadece, cinsiyet kimliğini bir zulüm gerekçesi olarak tanımaya başlıyor ama umarım bu oylama daha fazla hayatı korumaya yardımcı olur.’ diye ekledi.

Bağlayıcı kurallar, süreçten çekilen Birleşik Krallık, İrlanda ve Danimarka dışındaki AB Üye Devletleri’nin ulusal hukukuna aktarıldıktan sonra uygulanmaya başlayacak. Temmuz 2013’te Avrupa Birliği’ne girecek olması nedeniyle Hırvatistan’ın da mülteci yasasına uyumu bekleniyor.

(Kaos GL)