Ana Sayfa Blog Sayfa 4892

Münir Özkul yoğun bakımda

Uzun süredir tedavi gören Türkiye sinemasının en büyük isimlerinden Münir Özkul, yoğun bakıma alındı.

Hababam Sınıfı’nın ‘Mahmut Hoca‘sı Münir Özkul’un yoğun bakımda olduğu öğrenildi.

Geçtiğimiz pazar akşamı solunum yetmezliği şikayetiyle Medical Park Bahçelievler Hastanesi’ne kaldırılan 87 yaşındaki Özkul’un yoğun bakıma alınarak solunum cihazına bağlandığı belirtildi.

Hastaneden yapılan açıklamada, “Uzun yıllardır kronik bronşit rahatsızlığı nedeniyle tedavi gören Münir Özkul’un durumu ciddiyetini koruyor” denildi.

Amazon.com Türkiye pazarına girdi

Dünyanın e-ticaret devi Amazon Türkiye’ye girdi girecek derken beklenen oldu ve şirket cicekSepeti.com’un azınlık hissedarı olarak Türkiye internet pazarına ilk adımını atıyor.

Çiçek ve hediye gönderimi konusunda e-ticaret alanında Türkiye’de hizmet veren ciceksepeti.com, Amazon.com’un ciceksepeti.com’un azınlık hissedarı olması için gerekli süreçlerin başladığını duyurdu.

Türkiye’de yenilikçi bir e-ticaret şirketi kuran ciceksepeti.com’un büyüme sürecinde kendilerine destek olmaktan son derece mutlu olduklarını belirten Amazon Avrupa Perakende Başkan Yardımcısı Greg Greeley, ciceksepeti.com’un amazon.com gibi Türkiye genelinde müşterilerine çiçek ve diğer hediye gönderimlerinde uygun fiyat, çeşit ve rahat alışveriş yapabilme imkanı sağlamaya odaklandığını sözlerine ekledi.

Emre Aydın tarafından kurulan ciceksepeti.com e-ticaret alanında Türkiye’nin önde gelen şirketlerinden birisi olarak çiçek gönderimlerini ülke genelinde aynı gün içinde gerçekleştirebiliyor. Ciceksepeti.com müşterilerine geniş yelpazede çiçek buketleri, gurme hediye sepetleri, mücevherat ve özel günlere yönelik farklı hediye ürünleri sunuyor.

Amazon’u azınlık hissedarları olarak görmekten mutluluk duyduğunu belirten ciceksepeti.com kurucu Genel Müdürü Emre Aydın, ciceksepeti.com’un Türk tüketicisine çiçek, gurme ürünler ve insanların hayatlarındaki önemli kişilere gönderecekleri hediye gönderimleri konusunda beklediği yüksek kalitedeki hizmet düzeyini geliştirmeye odaklı çalışmalarına önümüzdeki günlerde de devam etmeye kararlı olduklarını söyledi.

Amazon.com’un ciceksepeti.com’un azınlık hissedarı olacağını Webrazzi bu sabah duyurmuştu.

Anayasa yaparken – Burcu Akgül

Türkiye halkları yıllardır demokratik bir anayasanın özlemini duymakta; 1982 anayasasının antidemokratik uygulamalara imkân veren maddelerinin revize edilmesi bir tarafa; çağa uyum sağlayacak tamamen yeni bir anayasanın ihtiyacını hissetmektedir. İçinde bulunduğumuz süreçte de yeni; çağdaş ve demokratik bir anayasaya sahip olma konusunda herkesin hemfikir olduğu görünüyor.

Yeni anayasa istemine cevap vermenin kaçınılmaz olduğu bu süreç doğrultusunda yeni anayasa hazırlıklarına da başlandı. Ancak oluşturulacak anayasanın meşruluğu; içeriği; hazırlık çalışmalarında izlenen yol ve yöntemler konusunda akademik; hukuki ve siyasi tartışmalar devam ediyor.

Görüş ayrılıklarının ilki; hazırlanacak yeni anayasanın temeli yani hukuki meşruiyetiyle ilgili. Bir grup hukukçu; şu anki mevcut anayasanın; meclise, asli kurucu iktidar yetkisini vermediği ve tam tersine zaten, meşruiyetini mevcut anayasadan alan bir parlamentonun; bu anayasayı ortadan kaldırmasının hukuksuzluk olacağı görüşünde. Bu görüşten hareketle yola çıkılacak olursa; halkların demokrasiye duyduğu özleme kavuşma umutları da ancak devrim; darbe vs olağanüstü koşullarda meşruiyet kazanabilecek bir anayasayla başka bahara kalıyor. Olağanüstü koşullarda da halka söz hakkı verilip verilmeyeceğinin muallâk ( Türkiye tarihinde verilmemiştir) olmasından dolayı; demokrasi ütopya haline geliyor. Buna istinaden bir grup hukukçu da çağımızda demokratik bir anayasaya kavuşmanın ancak modern yöntemlerle olacağı; devleti ve hukuku kutsamadan; önceliğin toplumun ihtiyaçlarında olması gerektiği görüşünde. Bu görüş hukuki meşrutiyetini ‘kurucu referandum’a dayandırıyor.

Modern görüş daha etkili gibi görünse ve yeni bir anayasa oluşturmanın kaçınılmazlığıyla çalışmalar devam etse de; anayasa çalışmalarının nasıl ve hangi yöntemlerle olacağı konusu da yeni tartışmalar doğuran önemli bir nokta. Resmi olarak işleyen süreçte TBMM’de temsil edilen dört partinin (AKP; CHP, MHP ve BDP) her birinden üçer üyenin oluşturduğu Anayasa Uzlaşma Komisyonu toplantılara başlamış ve çalışma esasları belirlenmiş bulanmakta. 15 madde halinde belirlenen çalışma esasları arasında en tartışmalı olanı ise; komisyon kararlarının oybirliği esasıyla alınacağını içeren 6. madde. 15. madde de herhangi bir partinin komisyondan ayrılması durumunda komisyonun dağılacağı yönündeki hükmü içeriyor. Bu durumda ‘kırmızı çizgileri’ olan partiler; bu kararların komisyonda alınmasını sağlayamayıp komisyondan çekilirse komisyon kilitlenmiş oluyor ve karar alamıyor. Söz konusu siyasi partilerin ise, her kararda uzlaşması pek mümkün görünmüyor. Komisyonun dağılması halinde gelinecek nokta ise şimdiden ‘demokrasi’ adı altında tartışılmakta. Örneğin tek bir partinin uzlaşmak istemediği bir karar nedeniyle; diğer siyasi partilere temsil yetkisi vermiş olan halk; çoğunlukta olmasına rağmen ‘antidemokratik’ bir biçimde komisyonda kararını geçiremiyor. Böyle bir durumla karşılaşıldığında ve komisyon dağıldığında anayasanın nasıl hazırlanacağıysa merak uyandırıyor. Modern sistemlerde oy çokluğuyla karar alınarak demokrasiye ulaşıldığını savunan görüşler; çalışma esaslarının bu yönde değiştirilmesi görüşündeler. Bu şekilde bakacak olursak da oy çokluğu esasına dayanan komisyon kararları neticesinde bir partinin ‘kırmızı çizgileri’ nedeniyle komisyondan çekilmesi sonucu diğer partilerin uzlaşısıyla alınacak ya da alınamayacak kararların demokrasiyle bağdaştığı garantisini kimin verebileceği sorusu fevkalade bir önem taşıyor.

Yeni anayasanın toplumun her kesiminin istek; ihtiyaç ve görüşlerini içermesi düşüncesiyle, sivil toplum kuruluşları; siyasi partiler; üniversiteler; sendikalar vs. yapılanmaların da sürece dahil olması bekleniyor ve bunun önü açılıyor. Ancak örneğin BDP milletvekili ve anayasa komisyonu üyesi Prof. Büşra Ersanlı’nın tutuklanması; anayasanın ilk üç maddesinin kati olarak değiştirilememesi bir yana bunun tartışmasız olduğu vurgusu gibi gelişmelerse bahsi geçen ‘toplumun her kesimi’ ibaresine daha en başta çelişki getiriyor. Bu gelişmeler; yapılacak anayasanın Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri olan Kürt sorununa dair köklü bir çözüm getiremeyeceğinin ipuçlarıysa böylece toplumun önemli bir kesimini tatmin etmeyen bir anayasa; bu biçimiyle yeni ve umutla beklenen bir anayasa olmaktan uzak kalıyor ve en fazla reforme edilmiş oluyor.

Yeni anayasa çalışmalarının henüz başında olunmasına ve içeriğiyle ilgili çalışmalar yoğunlaşmamasına rağmen her gelişmenin yeni tartışmalar doğurduğu görünmektedir. Anayasa hazırlamak tartışmasız zor ve önemli bir iştir. Fikir ayrılıklarının olması da bu bağlamda normaldir ve hatta gereklidir. Ancak bu yoğun tartışma ve fikir ayrılıkları belirli çevrelerde sınırlı kalırsa demokrasi şiarıyla yükselen yeni anayasa çalışmaları büyük hayal kırıklıklarıyla sonuçlanacaktır. Halkların umutla beklediği yeni anayasa ancak halkların fikirleriyle şekillenirse bekleneni karşılayabilir. Akademisyenlerin; siyasetçilerin dile getirmeyi çok sevdiği ‘çoğulculuk’ ‘demokrasi’ kavramlarının özüne; halkın içine girmeden ulaşılamaz. Halkın içine girmeden, halk bu partilere oy vererek temsil yetkisi vermiş olsa dahi partilerin hazırladığı anayasa; söz konusu partiler yüzde kaç oy almış olursa olsun, ‘toplum sözleşmesi’ niteliğinde olmaktan uzak kalacaktır.

Toplumun birebir görüşünün alınmasına herhalde kimse karşı çık(a)maz. Buna imkân vermek adına internet yoluyla herkesin görüş bildirimine açık bir yapılanma da oluşturulmuştur. Ancak bu görüşlerin manipüle edilebileceği yönündeki endişeler bir yana internet aracılığıyla halklara ulaşılamayacağı, bahsi geçen sitenin tıklanma sayısından da anlaşılmaktadır.

Komisyonların çeşitli görüşleri almak üzere örgütlenmesi; sivil toplum kuruluşlarına vs katılım imkânı sağlanması elbette önemlidir; ancak yeterli değildir. Daha ileri bir adım olarak ‘kurucu meclis’ meslek örgütlerinin; üniversitelerin, demokratik kitle örgütlerinin; inanç içerikli örgütlerin ve siyasi partilerin temsilcilerinden oluşturulabilir. Halklarla birebir iletişime geçmek de sanıldığının aksine teknik olarak çok zor değildir. Yerel yönetimler aracılığıyla mahalle mahalle; köy köy toplantılarla; medya desteğiyle herkese isteği; fikri sorulabilir; sorulmalıdır. Yakın tarihe kadar ülkemizde nüfus sayımlarının dahi hane hane dolaşılarak yapıldığı göz önünde bulundurulursa ‘tolum sözleşmesi’ diyebileceğimiz bir metnin oluşturulması için mahalli alanlarda çalışmalar yapmak sanıldığının aksine imkânsız değildir aksine zorunludur. Bunun için uygun çalışma grupları oluşturularak başlatılacak süreç mevcut anayasa tamamlanma sürecini olsa olsa 1 yıl uzatır. Yıllardır demokrasi bekleyen halklar gerçekten demokratik bir düzene kavuşmak için 1 yıldan feragat etmeye zaten razı olacaktır. Ancak halk çalışmalarından sonra sıra uzman ekibe gelebilir; içeriğini halkın belirlediği anayasa, hukukçular; akademisyenler tarafından şekil ve usul yönünden doğru teknikle bilimsel; hukuki bir metin haline getirilerek gerçek bir ‘toplum sözleşmesi’ halini alır.

Bu halde Rousseau’yu anmamak hoş olmaz. En hoş son da onun söylemiyle olur: “Düzenin tüm devinimleri herkesin mutluluğundan başka bir yere yönelmesin diye, yöneticinin çıkarlarıyla halkın çıkarlarının tek ve aynı olduğu bir toplumda yaşamak isterdim.”

Ortak bir dille söyleşebilir miyiz? – Bilge Terzioğlu

Solda ittifak konusu Türkiye için hiç soğumayan bir konu. Ergenekon davası, HES’ler, türban yasağı gibi konular etrafında dönen soldaki ayrışmalar kadar, genel olarak aydınlar arasında ifade uyumsuzluğunun boyutlarını ortaya koyuyor. Değişim ihtiyacını hisseden her kesimden aydınlar, sorunlarının ne olduğunu duyuramıyorlar bile. Suni bir Atatürkçülük-Liberalizm kısır döngüsünde, seçtikleri tarafın sloganlarını tekrarlayarak boğuşuyorlar. Diğer yanda, atı alan insanlara gelecekteki mutlu günler masalını ezberletiyor.

Krizle açılan milenyum, ilk on senesini gene başka bir krizle kapadı. Değişim rüzgarlarının kaldırdığı sular durulasıya kadar, dünyaya büyük çalkantılar hakim oldu. Yaratılan dönüşümü kitlelere açıklayacak, onları uyaracak ve yönlendirecek aydınlara acil olarak ihtiyaç duyuyoruz. Bu ihtiyaç kendini HES’lere karşı ayaklanan köylülerle, baskıcılığa karşı ayaklanan öğrencilerle, grev hakkı isteyen memurlarla, faili meçhullerin peşine düşen topluluklarla her geçen gün daha fazla gösteriyor.

Güncel tartışmalar takip edildiğinde, ortak değerlere sahip oldukları belli insanların, ne yaşananları analiz etmekte, ne çözüm aramakta ortaklık kuramadıklarını görülüyor. “Küresel güçlerin oyunu” demekle iş bitmiyor. Dolmabahçe’de eylem yapan gençlerin, Almanya’da harçları ve eğitim düzenini protesto eden arkadaşlarıyla elele olduklarını vurgulayanların eksikliğini hissediyoruz. Karşılıklı monologlarla söyleşmek mümkün değil; çözüm, veya kitle desteği beklemek de. Oysa, analizlerde ve çözüm yollarında ortaklık kurulmasa bile, aydınlar arası ortak bir dil, çözüme yönelik tartışmaları canlandırabilir. Yapıcı, destekleyici ve kapsayıcı bir dil, en azından kitlelerin bu konulara ilgisini derinleştirerek, iktidarları zorlayabilir. Ortaklığın temeli, sorunların ve çözüm olanaklarının var olduğuna yönelik olsa, hem yeterince kapsayıcı olacak, hem de fikir farklılıklarından kaynaklanan ayrılıkları azaltacaktır.

Dil yarası

Seksenler internet forumlarında vatkalı süveter, krape saçlar ve çay partileri ile anılıyor. Halbuki voltranlı yılları tel örgüler ardında geçiren insanlar üzerinden geçen elektriğin faturası çok sonra geldi. 30 senelik kapsamlı bir programın sonunda, küresel süreçler (global düşün) ve bunların yerel uygulamalarıyla (yerel davran) kafası karışan insanlar, faturayı nereye ödeyeceklerini şaşırmış durumdalar. Doksanlardaki post-travmatik kafa karışıklığı, 2000’lerde yerini retorik karışıklığına bıraktı. Kafa karışıklığı, olan bitenin ne olduğunu, bunların geçmişle bağını kurmayı, geleceği tahmin etmeyi engelledi.

Değişim için acil bir tutum ve davranış bütünlüğüne gereksinim duyuyoruz. Çünkü bunca okuyup, analiz edip, yazıp, tartışıp, düşünüp, tekrar yazıp düşünmeye vakti olmayan insanların, analizi tamamlanmış bilgilere ve fikirleri derli toplu olan aydınlara ihtiyacı var.

Nasıl Ortaklık?

Bir şeyleri değiştirmek için analizlerin tamamlanmasını beklemek, beraberinde süreci hep arkadan takip etmeyi etmeyi getiriyor. Öte yandan, analizlerin yanı sıra, insanları değişime çağırmak için ihtiyaç duyduğumuz yeni bir dil için gereken çaba göz ardı edilmemeli. Aslında bu yeni dil, sadece böylesi populist bir ihtiyaçtan başka, her seviyede iletişim için gerekli. Ortak fikir aramak yerine, üzerinde zaten uzlaşılmış değerleri yansıtan bir dil oluşturmak daha verimli olacaktır. Ortaklıklar, fikirler değil, değerler üzerinden çok daha kolay kurulabilir. Dışlama ve yok sayma söylemi, sorunların tartışmaya açılmasında kurabileceğimiz ortaklıktan alıkoyuyor.

Mevcut söylemin ana hatlarını üç başlıkta toparlayabiliriz: (1) çok fazla “ama” demek, (2) tutarsızlık, (3) şikayetçilik.

Esasen karşılaştırma işlevini gören “ama”, sık sık bir meşrulaştırma aracı olarak karşımıza çıkıyor. Bu türden ‘ama’lara 1960 “askeri hareketi” konusunda yazan-çizenlerde tesadüf ediyoruz. Sağ tandanslı bir liberal “Menderes yönetimi bozuk olabilir ama askeri darbe çözüm müydü?” diye soruyor. Sol eğilimli bir demokrat ise “darbeler çözüm değildir ama Demokrat Partinin yaptıklarını unutmayalım” diye karşılık veriyor. Sonuçta ne darbeler, ne rejim tartışılabiliyor. Kavramlar tartışılmadığı sürece, siyaset tartışmaları tribün jargonunun, taraftar muhabbetinin ötesine geçemiyor. Bu sırada facebook sayfalarımız yılmazözdillerle ve onlara cevap veren rasimozanlarla kaplanıyor.

“Ama” bağlacı bir kemiksizlik örtüsü olarak da sürekli karşımıza çıkıyor. Bu örtüye, ortacı yaklaşım (ne şiş yansın ne kebap) veya tarafsızlık iddiası da denebilir. Apolitizmin kadercilikle birleştiği yerde Nasrettin’e sığınıp her tarafa hak verenler çözüm yolunu tıkıyorlar.

Peki, “ama” kullanmadan konunun birbiriyle çelişen yönleri nasıl analiz edilecek? Dilimiz bize geniş imkanlar veriyor. Mesela, “öte yandan” veya “diğer taraftan”, “ama” diyerek her tarafa hak vermekten ziyade her tarafı eleştirmek imkanı sunabilir. Çünkü, mevcut gerçekliği değiştirmek kadar, sunulan gerçeklik algısını da değiştirebilmeliyiz.  Seçeneklerden hiçbirini içimize sindiremiyorsak, ehven-i şerre yönelmek yerine oy vermeme hakkımızı saklı tutabiliriz.

Tutarsızlık, hallolması ciddi anlamda zor bir sorun. Unutulmamalı ki, yıllara meydan okumuş, kitleleri arkasından sürüklemiş bütün teoriler, kendi içinde tutarlı dinamiklere sahiptir. Bu teorilere ve onların pratiklerine saldırmak hiçbir zaman kolay olmuyor. Zira, bütün teorilerin bir şekilde ortak paydaları mevcut. Bu ortak paydalara zarar vermeden, ayrıca ayağını kendi teorinden çekmeden, karşıt fikir oluşturma çabası, yeterli donanım olmadan çalakalem yapıldığında, fayda sağlamadığı gibi zarara sebep veriyor. Küreselleşmeye karşı çıkacağım derken milliyetçi söylemler takınan kimi marksistler; milliyetçilikleri, memleketin elden gitmesine izin vermeyenlerin, radikal dincilerle yan yana gelmesi gibi ironiler tüm tartışma programlarında izlenebiliyor. Tutarlılık, sorunlara bütüncül çözüm arayışı ile yaklaşıldığında ile mümkün olabilir. Ortak değerlere sahip ama birbirinden kopuk fikirlerine ait geçici veya güncel analizler, koca bir teori ve bu teorinin ulusal ve uluslararası kurumlarca yürütülen faaliyetleri ile baş edemez.

En ivedilikle çözülmesi gereken sorun ise şikayetçi ruh hali. “Biz yazıyoruz, çiziyoruz ama kimse dinlemiyor ki”, “bu memleketten adam olmaz”, “zaten bu vahşilerden ne beklenir” anlayışıyla ortaya çıkan şikayetçi ruh hali fazlasıyla can sıkıcı. Ne kadar sıkıcı olduğunu, kar yağışlı bir okul günü zorlukla gelinen derste, hocanın gelmeyenlere sinirlenip dakikalarca söylenmesini dinledikten sonra ders filan da işlenmeden evine dönenler anlayacaktır.

Rahatsız kitleler, yalın bir dille anlatılan, tutarlı, yalansız ve kendinden emin argümanlarla beslendiklerinde, değişim arayışı toplumsal dinamiklerle birleşecektir. Bulduğumuz çözümlerin, kitlelerin desteği alınmadan hayata geçemeyeceğini unutmamak ortaklık kurmak için iyi bir motivasyon kaynağı olabilir.

Bilge Terzioğlu

Işık Üniversitesi – İktisat Bölümü

Cüneyt Çakır Euro 2012’de düdük çalacak

0

FIFA kokartlı hakem Cüneyt Çakır, Ukrayna-Polonya ortaklığında Haziran 2012’de düzenlenecek 2012 Avrupa Şampiyonası‘nda düdük çalmaya hak kazandı. Karar, bugün UEFA’nın Nyon’daki merkezinde yapılan UEFA Hakem Komitesi toplantısında netleşti.

4 yılda bir düzenlenen Avrupa Futbol Şampiyonası’nda görev alacak 12 Avrupalı hakemden biri olmayı başaran Cüneyt Çakır, aynı zamanda 16 yıl aradan sonra Avrupa Şampiyonası’nda maç yönetecek ilk Türk hakemi olacak.

Son olarak 1996 yılında İngiltere’de düzenlenen Avrupa Futbol Şampiyonası’nda Ahmet Çakar, Romanya-İspanya maçını yönetmişti.

Haziran 2011’de UEFA tarafından en üst kategori olan Elit Kategoriye yükseltilerek Avrupa’nın en iyi 23 hakemi arasında yer alan Cüneyt Çakır, hakemliğe 1994 yılında başladı. 2001 yılında Üst Klasman Hakem olarak Spor Toto Süper Lig’de düdük çalmaya başlayan Çakır, 2006’da FIFA kokartı taktı.

2007’deki U19 Avrupa Şampiyonası’nda düdük çalan Çakır, 2009’daki U21 Avrupa Şampiyonası yarı final ve Nisan 2010’da UEFA Avrupa Ligi’nde yarı final rövanş maçı yönetme başarısı gösterdi. Cüneyt Çakır, 2010-2011 sezonunda 4’ü milli maç, 3’ü Şampiyonlar Ligi olmak üzere 11 uluslararası maç yönetti.

Cüneyt Çakır, ayrıca Ağustos’ta Kolombiya’da yapılan U20 Dünya Şampiyonası’nda görev aldı.  Çakır, şampiyonada aralarında turnuvanın açılış maçı ve yarı final maçı da olmak üzere toplam 5 maçta düdük çaldı.

Yeşiller: AKP’nin demokrasi karşıtlığı yeni örneklerle devam ediyor

Yeşiller Partisi, bugün gazetecilere yönelik olarak yapılan tutuklamalardan sonra bir basın açıklaması yayınladı. Eş sözcüler Yüksel Selek ve Ümit Şahin imzasıyla yayınlanan açıklamada “Yeşiller Partisi olarak yeni anayasa sürecinin inandırıcılığını sağlamak üzere AKP hükümetini derhal baskı ve sindirme politikalarını terk etmeye çağırıyoruz.” denildi.

Açıklamanın tam metni şu şekilde:

AKP’nin demokrasi karşıtlığı, gerekli köşeleri döndükten sonra iyice ortaya çıktı ve her gün yeni örneklerle devam ediyor. AKP’nin topluma sunduğu Avrupa vizyonu bir yere kadardı; dönüldü. Vesayetle mücadele bir yere kadardı; dönüldü. Demokrasi sözleri bir yere kadardı; dönüldü.

Şimdi AKP’nin iktidarını tahkim edecek üç-dört büyük dava aynı anda yürütülüyor ve muhalifler ya ona, ya şuna atılıp bastırılıyor. Bir Cumhuriyet yazarı alınıyor, sonra Oda TV basılıyor, sonra bağımsız gazeteciler, sonra sosyalist dergiler, sonra Kürt hareketinin basını.

Her türlü hak talebi şiddetle bastırılmaya, muhalifler susturulmaya çalışılıyor.

Adil yargılanma hakkı tümüyle ortadan kaldırılmış durumda. Ortam gitgide 12 Eylül döneminin baskı ve yıldırma günlerini andırıyor.

Sistematik bir sindirme hareketine maruz kaldığımız bugünlerde belirsiz bir sivil katılım söylemiyle yeni bir anayasa hazırlığı yapılıyor ve toplumun yeni anayasanın daha demokratik, daha eşitlikçi ve daha özgürlükçü olacağına inanması bekleniyor. Oysa toplum demokrasi dışı uygulamalarına bakarak AKP’nin yeni anayasa konusunda bir dönüş daha yapmasından, yapılacak yeni anayasanın 12 Eylül anayasasını da aratmasından korkuyor.

Yeşiller Partisi olarak yeni anayasa sürecinin inandırıcılığını sağlamak üzere AKP hükümetini derhal baskı ve sindirme politikalarını terk etmeye çağırıyoruz. İfade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki tüm engellerin kaldırıldığı, devlet şiddetine son verildiği, özel yetkili mahkemelerin kaldırılıp uzun tutukluluk hallerinin bir standart olmaktan çıktığı bir yol temizliği yapılmadan göstermelik katılım uygulamalarının sadece bir göz boyamadan ibaret kalacağını hatırlatıyor ve hükümeti bir kez daha kaygıyla uyarıyoruz.

Yüksel Selek – Ümit Şahin

Yeşiller Partisi eş sözcüleri

Özgür Gündem’in önünde dayanışma eylemi

“KCK operasyonu” adı altında gazetecilere yönelen gözaltı dalgası İstanbul’da Özgür Gündem gazetesinin önünde yapılan bir eylemle protesto edildi.

Bugün sabah gazetecileri hedef alan ‘gözaltı dalgası’na ilk tepki İstanbul’dan geldi. Gazeteciler, sosyalist parti, demokratik kitle örgütü ve sendika temsilcileri polisin arama yaptığı Taksim’deki Özgür Gündem gazetesi önünde toplandılar.

“Biz buradayız”
“Özgür basın susturulamaz”, “Gözaltılar, tutuklamalar, baskılar bizi yıldıramaz” sloganları atan topluluk adına yapılan basın açıklamasında bu operasyonun halkın haber alma hakkını hedef aldığı vurgulandı. Hapishanelerde 66 tutuklu gazetecinin bulunduğu hatırlatılarak son operasyonla bu sayının artacağına dikkat çekilen açıklamada gözaltındaki gazetecilerin derhal serbest bırakılması istendi.

Eylemde konuşan Özgür Gündem yazarı Eren Keskin 20 yıldır bu gazetenin başına gelmeyen hiç bir şey kalmadığını, gazetenin bombalandığını, kapatıldığını, yazarlarının öldürüldüğünü, dağıtımcılarının öldürüldüğünü hatırlatarak bu baskılar devam etmektedir dedi. Keskin operasyonların KCK operasyonu olarak adlandırılamayacağını vurgulayarak operasyonun basına ve Kürt hareketine yönelik olduğunun altını çizdi ve “Biz buradayız, hepimizi alabilirler ama bu gazete yayınına devam edecek” dedi.

“Bu terörist faaliyetlerinizden vazgeçin”
ÖDP Genel Başkanı Alper Taş yaşananların düşünceye ve haber alma hakkına yönelik bir devlet terörü olduğunu dile getirdi ve AKP hükümetine “Bu terörist faaliyetlerinizden vazgeçin” diye seslendi. Özgür Gündem’in Kürt sorununun yanı sıra, halkın çeşitli demokratik taleplerini de yansıtan bir gazete olduğunu belirterek, bu saldırıları hep beraber göğüslemek gerektiğini vurguladı.

BDP MYK üyesi Filiz Koçali bu operasyonları beklediklerini, KCK operasyonlarında sıranın basında olduğunu avukatlara yönelik operasyonda öğrendiklerini, Başbakan’ın ve İçişleri Bakanı’nın da bunların siyasi bir operasyon olduğunu saklamadığını hatırlattı. Herkesin bu projeden haberdar olduğunu ve listelerin Başbakanlık’ta hazırlandığını savunan Koçali, “Sıra basına geldi” dedi. “Ama gerçek susmaz” diyen Koçali, Özgür Gündem’in bir odasında bugüne kadar öldürülmüş gazetecilerin fotoğraflarıyla dolu olduğunu ancak buna rağmen gerçeğin susturulamadığını hatırlattı.

Saldırılara hep beraber göğüs gereceğiz
DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün de AKP’nin kendine yandaşlık almayan tüm kişi ve kurumları baskı altına aldığını söyledi. Türkiye’nin hapishanelerinde en çok basın mensubu bulunduran ülke olduğunu hatırlatan Görgün, aynı zamanda iş kazalarında dünyada üçüncü Avrupa’da birinci geldiğinin altını çizdi. AKP’nin kendi sonunu hazırlandığını savunan Görgün, savcıları ve hakimleri de ‘AKP’nin sopası, AKP’nin maşası’ olmamaya çağırdı. Görgün içerideki tüm gazetecilere ve sendikacılara selamlayarak sözlerine son verdi.

Görgün’ün konuşmasının ardından Atılım gazetesi adına yapılan açıklamada dayanışma ve saldırılara karşı birlikte göğüs germe çağrısı yapıldı.

Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları (ANGA) adına yapılan açıklamada da bugün saat 19.30’da basına yönelik tüm baskılara karşı Taksim Meydanı’ndan Galatasaray’a yapılacak yürüyüş duyuruldu.

Halkevleri yöneticileri, Sendika.Org ve Etkin Haber Ajansı emekçileri de eyleme katıldılar.

Sendika.Org

Cezaevinde tedavi için ‘Türkçe şartı’

ÇHD’nin Sincan Cezaevi raporunda çarpıcı iddialar var. Bir tutuklunun Türkçe bilmediği için tedavi edilmediği de iddialar arasında.

Çağdaş Hukukçular Derneği tarafından hazırlanan ‘Sincan Cezaevi Raporu’nda, hak ihlallerine ilişkin çarpıcı iddialar yer aldı. Raporda, Sincan Cezaevi’nde tutuklu 60 yaşındaki Besna Özer’in, sevk edildiği hastanede ‘Türkçe bilmediği için’ tedavi edilmediği iddia edildi. Raporda tutuklu ve hükümlülere ‘yüksek sesle konuşmak’, ‘boşa sıcak su kullanmak’, ‘gereksiz slogan atmak’ gibi suçlamalarla disiplin cezaları verildiği belirtildi.

ÇHD Ankara Şubesi’nin ‘Cezaevleri ve İnfaz İzleme Komisyonu” tarafından hazırlanan raporda, Sincan 1 ve 2 No’lu F Tipi Cezaevleri ile Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde yaşanan hak ihlalleri gözler önüne serildi. 20 avukatın katkısıyla hazırlanan raporda, Adalet Bakanlığı’nın 2007’de yayımladığı ‘sohbet genelgesi’nin uygulanmadığı, cezaevine giriş-çıkışta tutuklu ve hükümlülere mahrem yerlerine dokunmaya varacak boyutlarda onur kırıcı arama yapıldığı belirtildi.

Sincan 2 No’lu F Tipi’nde kalan Abdulsamet Çelik’in 17 yıldır tutuklu ve kanser hastası olduğuna dikkat çekilen raporda, “Diğer tutuklu ve hükümlülerin Çelik’e ilik verme talepleri sonuçsuz bırakılmaktadır. 60 yaşındaki Besna Özer, Türkçe bilmediğinden derdini anlatamamış ve bu nedenle iki kez tedavi olamadan hastaneden dönmüştür. Aynı hapishaneden E.K.’nın anlatımlarına göre mahkemeden getirilirken maruz kaldıkları darp nedeniyle talep ettiği sağlık sevki 4 ay sonra yapılmış, darp izlerinin tamamı ortadan kalktığından sevk talebi amacını yitirmiştir” denildi.

‘Uygarlık Tarihi’ yasak
Tutukluların 10 dakika telefon hakkının 1 No’lu F Tipi’nde gasp edildiği belirtilen raporda, tüm görüşmeler dinlenmesine rağmen, sırasında tutukluyla konuştuğu kişi arasında ‘isim-soyisim ve telefon numarası’ tekrar etmeye dayalı önlemi ‘tekmil’ olarak görüp kabul etmeyen mahkûmların, telefonla görüşme hakkını 4 Ocak 2010’dan beri kullanamadıkları vurgulandı.
Hastane ve mahkeme sevklerinde kullanılan ring araçlarının sağlıksız olduğu belirtilen raporda, infaz hâkimlilikleri de sert bir dille eleştirilerek, “İnfaz hâkimliği idarenin işlemlerinin ‘onay makamı’ olarak görülmekte” denildi.

Cezaevine gönderilen kitapların 70’li yıllardan kalan yasaklar gerekçe gösterilerek, alınmadığı belirtilen raporda, “Server Tanilli’nin ‘Uygarlık Tarihi’ kitabı kadın cezaevine verilmemiş, Ece Temelkuran’ın ‘Ne Anlatayım Ben Sana’ ve Güçlü Sevimli’nin ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ kitapları, haklarında toplatma kararı olmadığı halde ‘sakıncalı’ bulunarak alınmamıştır” denildi.

Seattle’da naylon poşet yasaklandı

ABD‘nin en büyük kentlerinden Seattle‘da naylon poşet kullanmak yasaklandı. Kent meclisinin oy birliğiyle aldığı kararla, manavlar ve perakende satış mağazalarında naylon poşet kullanımı yasaklanırken, kağıt poşetler ücretlendirildi.

Seattle halkı yılda 292 milyon naylon poşet ve 68 milyon kağıt kese kullanıyor.

Yasak kararıyla, kirliliğin azaltılması ve çevrenin korunması hedefleniyor.

Kağıt poşetlerin yüzde 82’si geri dönüştürülürken, naylon poşetlerin sadece yüzde 12’si geri dönüşümle kullanılabiliyor.

Seattle kent meclisi 2008 yılında kağıt ve plastik poşetlerin ücretlendirilmesine karar vermiş, ancak plastik sanayisi konunun referanduma sunulmasını sağlamış, halk da 2009’da yapılan referandumda meclisin kararını reddetmişti.

Gazeteciler bugün Taksim’de olacak

Bugün gazetecilere yönelik yapılan operasyonu protesto etmek için gazeteciler Taksim’de olacak. Gazetecilerin ve destek vermek isteyenlerin buluşma saati 19.30, yer ise Taksim Tramvay durağı.