Ana Sayfa Blog Sayfa 4891

YÖK’ten Kürtçe Anabilim dalına onay!

YÖK, Tunceli Üniversitesi’nin Zazaca ve Kürtçe Anabilim dallarında 4 yıllık temel eğitim verilmesi için yaptığı öneriyi kabul ederek onayladı.

Böylece, Tunceli Üniversitesi bünyesinde doğu dilleri edebiyatı bölümü içinde Zazaca ana bilim dalı ve Kırmança (kürtça) ana bilim dalarında 4 yıllık temel eğitim verilecek.

Suarez’e ırkçı hakaretten tarihi ceza

0

İngiliz Futbol Federasyonu, Liverpool futbolcusu Luis Suarez’e sekiz maç oynamama ve kırk bin sterlin para cezası verdi.

Suarez’e verilen ceza, Uruguaylı futbolcunun Liverpool’la Manchester United arasında 15 Ekim’de oynanan karşılaşmada Fransız futbolcu Evra’ya “ırkçı tacizde” bulunduğunun tespit edilmesi sebebiyle verildi.

24 taşındaki Suarez kararın ardından Twitter üzerinden yaptığı açıklamada “bugün kendim ve ailem için çok zor ve acı bir gün” dedi.

Karara itiraz etmek için 14 gün süresi bulunan Liverpool kulübünden yapılan açıklamada, Suarez’e verilen ceza karşısında şaşkınlık içinde olunduğu belirtildi.

İddianın ortaya atıldığı iki ay öncesinden bu yana oyuncusu Suarez’e destek olan teknik direktör Kenny Dalglish de hayal kırıklığına uğradığını söyledi.

Dün sona eren ve altı gün süren duruşma sonrasında verilen kararda Suarez’in Evra’nın “ten rengiyle” ilgili hakaret sözlerini kullandığına hükmedildi.

Liverpool kulübünden yapılan konuyla ilgili açıklamada kararın yalnızca iddiaları ortaya atan Evra’nın tanıklığına dayandırılarak alınmış olması eleştirildi.

Liverpool, Evra’nın takım arkadaşları dâhil hiç kimsenin duymadığı, iddia edilen hakaretler sebebiyle Suarez’e verilen ağır cezanın, Federasyon tarafından yasal süreç başlamadan kararlaştırılmış olduğu iddia etti.

Kulüp, oyuncularının masum olduğuna dair inançlarının değişmediğini belirtti ve karara itiraz edeceklerini açıkladı.

Diktatör Kim

Asyada bir ülkenin yöneticisi ölmüş. “İnsan ölümlü varlık, normaldir” diyemiyoruz. Çünkü insan var, bir de insandan ayrı büyük adamlar var. Bu arkadaş büyük adamlardan…

Haber almak istiyorum, her taraftan gözüme sokulan bu haberle karşılaşıyorum. Politiklik diye artık büyük adamlardan bahsetmeye deniyor.

Diktatör ilan edilmiş bir büyük adam bu. Sanki büyük adam dediğin zaten diktatör demek değilmiş gibi.

Deniyor ki; büyük adamların diktatör olanı var, bir de diktatör olmayanı… İkincisine ne denmesi gerektiği değişiyor. Bazen lider deniyor, bazen başbakan, bazen kral, vs.

Bu mantıkla diktatörün ölümü ardından herkesin sevinmesi gerekiyor ama o ülkede herkes ağlıyor. Aslında korkudan ağlıyorlarmış veya demek ki diktatör değilmiş.

Halkına zulüm uygulayana diktatör denirmiş. Sanki halk babasının malıymış gibi. Zulüm uygulamayan, sevenler de varmış. Ama aynı sakat anlayış orada da vuku buluyor. Yine aynı baba oğul ilişkisi…

Nazizm laneti sonrası Hitler’in Alman toplumu psikanalizinde yarattığı büyük ağabey rolü tartışılmıştı. Hitler, toplumun bilincine büyük ağabey olarak dalmış, herkesin beklediği kişi sonunda gelmişti. Alman toplumu “Yareppim, biz bu kadar muhteşem bir toplumken neden dünya bizim önemimizi farketmiyor?” “Dünya çok kirlendi ve temizlenmesi, kurtarılması gerekiyor ve biz dünyayı kurtarabiliriz.. Ahh bir kurtarıcımız olsa!” derken, buyrunuz, Hitler yavaş yavaş hislere tercüman ola ola geldi. Temizliğe yahudilerden başlayıp, komünistlerle devam etmeye kalktı.

Hitler’in elinde tv yoktu. Olsaydı her işi çok daha kolay olurdu.

Hitler; sinema, radyo ve büyük stadyum kutlamalarındaki konuşmalarıyla toplumun gönlünü fethetti. Ben sizin babanızın oğlu büyük kardeşinizim izlenimi yarattı. Ben sizlerle varım. Beni sizler yarattınız. Bu anlamda siz de benim babamın oğlusunuz. Birlik ve beraberliğe ihtiyacımız var küçük kardeşlerim dedi. Şimdi hepiniz gönlünüzden ne kopuyorsa değil de, maliye bakanımızın az sonra duyuracağı vergilerle mükellefsiniz. Haydi pamuk eller cebe..

İlk dünya savaşından yenik çıkmış Alman toplumunun umudu gönlünün ekmeği, umdu ha, umdu, umdu…

Cepheye asker lazım. Biliyorum ki hepinizden çakı gibi askerler olur. Ülkümüz uğruna ölmek şereftir dedi. Gariban gençler, şeref mi değil mi öldükten ve öldürdükten sonra anladı.

Diktatörlüğün ne olduğunu anlamak için ölüm sonrası ağlamaya veya sevinmeye bakmak değil de toplumun kütle gibi hareket edip etmediğine bakınız. Milyonlar kütle gibi hareket ediyorsa, orada insandan değil de koyundan bahsetmek gerekiyor. İster ağlayarak, ister sevinerek.. Çünkü toplumu oluşturan her birey aynı rüyanın tesirinde demektir.

Bu psikanalitik rüyada, evlerin içine sürekli misafir olan büyük adam kültü, bir yerden sonra ailenin içinde kendisine bir rol kaptığı söylenir. Ya babadır, ya büyük ağabey… Baba sükunetin ve dengenin devamıdır. Ancak baba sayıltısı bir mecaz olduğunu her daim hissettirir çünkü gerçek babanın yerini alamaz. Ağabey ise daha tehlikelidir. Çünkü ağabey coşkuludur, babanın durağanlığına karşı çıkışı simgeler. Hem baba, hem anne ve hem de küçük kardeşlerin gururu olmak üzere yola çıkar. Üstelik mecaz anlamını ortadan kaldırmaya meyillidir.

Kurumlaşmış denge siyasetindeki çağdaş devlet anlayışı bunların topunu birden diktatör ilan ederdi eskiden. Demokrasi güya bu kavrayışlara karşıtken, zamane silah endüstrisinden beslenen emperyalizm, bu düşünceleri manipule edecek kadar kapsamlı, incelikli davranabiliyor. Yeniden düşmanlar yaratılmaya ve neredeyse doğaüstü güçlerle donanmış, karizmatik liderlerden bahsedilmeye başlandı. Gelişmiş bürokratik devletlerde bile lider sultaları başladı. Hepsi de birbirini diktatörlükle suçluyor.

Türkiye hakkında ayrıca söz söylemeye gerek yok herhalde. Tüm medya tek kanaldan, her gün aynı dizinin devamını izliyor ve alternatif her rüya, hain ilan ediliyorken…

Ama daha acayipi şu.

Üç çocuk yapın deniyor ve utanmadan, sırıtarak birisinin de devlete ait olduğundan bahsediliyor ya hani…

Buradaki psikanalitik rüyanın anlamı ne? Hangi gelecek tahayyülüyle, nasıl bir “şimdi” inşa ediyorlar?

 

Muhabbetle…

 

 

 

 

Yalan dünya çökerken – Oya Baydar

Bizimki yüz yıllık yalnızlık değil, yüz yıllık yalan. Osmanlı’nın çöküşü, imparatorluğun dağılması ile başlayan ulus-devlet kuruluş sürecinden bugüne, neredeyse yüz yıldır; sanal bir alemde, bir yalanlar dünyasında yaşıyoruz. Aslında, “yaşatılıyoruz” demeliydim, çünkü bunu biz seçmedik; en azından üç kuşak o yalanlar dünyasının içine doğduk; o dünyada yetiştik, eğitimimizi onun okullarında aldık; ahlâkımızı, değerlerimizi, fikirlerimizi bize sunulan afyonu yutarak oluşturduk. Farkına vardığımızda, “acaba mı?” dediğimizde, gerçeği bir kenarından aralayıp “hayır, bunlar yalan” diye isyan ettiğimizde kendimizi o dünyanın mahkemelerinde, hapishanelerinde, işkencehanelerinde, darağaçlarında, toplu mezarlarında bulduk . En hafifinden, işsiz güçsüz, yersiz yurtsuz, adsız ve dilsiz kaldık.

Bütün devletlerin, ulusların, toplumların, cemaatlerin, siyasetlerin; bütün ideolojilerin, dinlerin, mezheplerin kendi kandırmacaları, kendi sanallıkları, kendi yalanları vardır. Çünkü dünyevi ve uhrevi iktidarlar, muktedirlerin egemenliğini kurup pekiştirecek, gereğinde kitleleri ölüme gönderecek efsaneler, kutsallıklar, yalanlar, sanallıklar üzerine kurulur. Kitlelerin algısı, bilinci, zihniyet dünyası baskıyla, tehditle, korkuyla ya da daha yumuşak biçimde eğitimle, siyasetle, medya gücüyle bu yalanlar üzerinden biçimlendirilir, yönlendirilir, yönetilir. Resmi tarihler, egemenlerin ve egemen ideolojilerin kitlelere anlattıkları muhteşem masallardır ve kitlelerin afyonudur. Çoğunlukla kitleler bu afyonu severek, gönüllü yutarlar. Şu vahşi dünyayı, şu trajik insanlık macerasını anlamlandırmak için ihtiyaçları vardır. Egemenlerin resmi tarihini, kendilerine de manevi güç katan yüceltmeleri benimserler, hatta o yalanlar uğruna savaşır, yaşamlarını yitirirler.

Yalan sadece gerçeği çarpıtarak değil, susularak, susturularak, unutarak, unutturarak da söylenir. Egemen ideolojilerin anlatıları suskunluklarla doludur. Sanki olanlar hiç olmamıştır. Toplumsal belleksizleştirme, egemenlerin kurdukları, hatta çoğu zaman kendilerinin de inandıkları sanal dünyanın temel taşlarından biridir. 

Gerçekle Yüzleşmek Güçtür

Son zamanlarda toplumca şaşkınlık içindeyiz. Ayaklarımızın altındaki toprak sarsılıyor. Bunca yıldır inandığımız, inandırıldığımız gerçekler, değerler, kutsallar, kişiler, olaylar tartışılmaya başlandı. Resmi anlatılar sorgulanır oldu, totemler ve tabular dokunulmazlıklarını yitirdi yitirecek. Daha birkaç yıl öncesine kadar, bırakın konuşmayı tartışmayı, zihinlerden geçmesinden bile çekinilen konular, televizyon ekranlarına yansıyor. Sadece yakın tarihimizin unutturulmuş sayfaları değil, sadece resmi tarih yalanları değil; sosyalist geçmişimizden İslami hareketin umdelerinin günümüzdeki durumuna kadar, üç hatta dört kuşağın tahayyül ve inanç dünyası, düşünce iklimi, ideolojileri yavaş yavaş yüzleşme, değerlendirme, sorgulama sürecine dahil oluyor. 

Kimileri öfkeleniyor, tepki göteriyor: “Ne gerek vardı şimdi suları bulandırmaya!” ya da “Bunlar Atatürk Cumhuriyeti’ni yıkmaya çalışan vatan hainlerinin işi”, ya da “Kendi içimizdeki din düşmanlarının, mezhepçilerin kışkırtması”, ya da “Türklüğü aşağılamak isteyen dış mihraklar ve iç hainlerin komplosu!”  Hepsinin öfkesini, huzursuzluklarını anlamak mümkün. İnsanların beynine ve yüreğine kazınmış inançların sarsılması, ayakları altındaki zeminin kaymasından bile daha ürkütücüdür. İnançlarının, kutsallarının sorgulanması kişide de toplumda da ağır travmalar yaratır. Kişi ve toplum gerçekleri görmeye, bilmeye, öğrenmeye, kabule direnir. Güç ve sancılı bir süreçtir bu; bazen tam bir reddiye ile kişinin ve toplumun bir süre içine kapanmasına, donup katılaşmasına da götürebilir. 

Ne var ki, toplumsal değişim bizim irademizden büyük ölçüde bağımsızdır. Değişimi bir ölçüde ve bir süre etkilemek, hatta yönlendirmek mümkün olsa da, önünde durmak ve durdurmak mümkün değildir. Hele de küreselleşmiş dünyada, bulunduğumuz bölgede ve Türkiye’de 21. yüzyılın ikinci yarısına doğru ilerlerken, 20. yüzyılın resmi tarihi, o tarihin yalanları ve yalanlar kadar  önemli olan, onlarca yıldır toplumdan gizlenmiş olaylar artık örtbas edilemez. Çünkü o yalanlar ve suskunluklar geldiğimiz noktada toplumu zorluyor, bir adım ileri atmak istediğimizde geçmişimiz ayağımıza bağ oluyor. Kurtulmak için, acılı bir ameliyatla da olsa güçlü ve gürbüz hakikat damarının ortaya çıkarılması gerekiyor.

Nasıl Yüzleşeceğiz?

Son zamanlarda hepsi üst üste geldi. Ordu vesayeti, darbecilik, 37-38 Dersim katliamı, 1915 Ermeni tehciri ve kırımı, Kürt sorunu, 6-7 Eylül, Varlık vergisi, gayrimüslim azınlıkların hakları, Maraş, Sivas, Çorum vb. katliamları, Alevilik, medreseler, Diyanet kurumu, meleler/mollalar tartışmasıyla gündeme düşen tevhid-i tedrisat,  vicdani red, zorunlu askerlik; ve Susurluk’ta, Ergenekon’da ifadesini bulan derin çeteci devletin faaliyetleri, cinayetleri… Hepsi peş peşe döküldü ortaya. Bir ilmek çekildi ve örgü sökülmeye başladı. 

Örgünün sökülmesinden, farkındalıkların oluşmasından, yalanların meydana çıkması ve tabuların tartışmaya açılmasından rahatsız olanlar var, hatta çoğunluktalar. Siyasi ve ideolojik egemenliklerinin yıkılmasından, zihin konforlarının bozulmasından, bunca zamandır inandıkları ve inandırdıkları bir dünyayı yitirmekten korkuyorlar. Ve öfke içinde, “Kim kışkırtıyor bunları, Pandora’nın kutusunu açan kim, maksadı ne ?” diye soruluyor. Herkes kendi konumuna, siyasal-ideolojik meşrebine göre bir sorumlu buluyor. Olağan şüpheliler: başta AKP, Kürtler ve demokratlar.

Değişimi anlamayan veya değişime direnenler, perdeyi aralayanın, kutuyu açanın, ilmeği çekenin aslında zamanın ruhu olduğunu fark etmiyorlar. Şimdilik AKP’de temsilcisini bulan Sünni-İslamî hareket ve Kürt hareketi zamanın ruhunun sadece aracıları. Neden onlar? Çünkü her ikisi de ulus-devletin iktidar dışına ittiği, bununla da kalmayıp bastırdığı, yeraltına zorladığı güçler, bu anlamda sistemin neredeyse yüz yıllık mağdurları olarak sistemin dışından geliyor, Türk ulus-devletinin sanal alemini sarsıyorlar. Aslında Kürt hareketi AKP’den daha yapı bozucu, daha radikal; çünkü sisteme eklemlenen ve iktidar olan AKP’nin aksine Kürtler bugün de mağdurlar, bugün de sistem dışılar; ve AKP’nin de sahiplendiği Türk milliyetçiliğinin karşıtları olarak ulus-devlete en uzak kesimi temsil ediyorlar.

Konuyu haftaya devam ettirmek üzere bir ipucu verecek olursam; geçmişimizle yüzleşmek için öncelikle Türk ulus-devlet yapısını ve ideolojisini sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. Dersim’den Ermeni tehcirine, Susurluk’tan Ergenekon’a, üzerimize karabasan gibi çöken olayların tümü özünde bu devlet zihniyetinin ve ideolojisinin ürünüdür. Bunların tümü birbirine bağlı ve aynı damardan besleniyor. Biriyle yüzleşip diğerini yok sayamazsınız, biri için özür dileyip diğerini aklayamazsınız. Kendi işinize geleni sorgulama dışı bırakıp siyasi rant sağlayacağını umduğunuzun üzerine gidemezsiniz. Geçmişle yüzleşmek topyekûn bir sorumluluktur.

Oya Baydar – www.t24.com

Dalağı patlayacak kadar dövüldü ama işkence yok!

Taksim Polis Merkezi’nde dalağı patlayacak kadar dövülen gencin davasında savcı, ”İnsan onuru ile bağdaşmayan, kişilerin aşağılanmasına yönelik davranışlar içermediğinden işkence sayılmaz” dedi.

İstanbul Beyoğlu’nda, Mehmet Nezir Çirik adlı gencin 10 Ağustos 2007’de Taksim Polis Merkezi’nde dalağı patlayacak kadar dövülerek yol kenarına atılması ile ilgili 12 polisin ‘ağırlaştırılmış işkence’ savıyla yargılandığı davada skandal bir mütalaa verildi.

Radikal gazetesinin haberine göre, Savcı, “sanık polislerin iki gence gaz sıktığını, copla vurup yerde tekmelediğini, dayak sonucu bir gencin dalağının alındığını” belirtip, bu davranışlar için, “insan onuru ile bağdaşmayan, kişilerin aşağılanmasına yönelik davranışlar içermediğinden işkence sayılmaz” dedi.

Mardinli Nezir Çirik, arkadaşı Arif Kılınç’la beraber, 5 yıl önce Tarlabaşı’nda gözaltına alındı. Üzerinde çakı bulunduğu iddiasıyla Taksim Polis Merkezi’ne götürülen iki şüpheli, nezarethanede sigara içtikleri iddiasıyla dövüldü. İddiaya göre polisler, karakolun önüne gelen Kılınç’ın eşi ve akrabasıyla birlikte iki arkadaşı burada da tekrar dövdü. Bu esnada fenalaşan ve konulduğu polis aracından Dolapdere’de atılan Çirik’in dalağı patlamıştı ve arkadaşlarının yardımıyla kaldırıldığı hastanede dalağı alındı.

Olayla ilgili ilk dava ise ‘polise mukavemet’ iddiasıyla Çirik ve arkadaşına açıldı ancak beraatla sonuçlandı. Polislerle ilgili sorurştuma ise 34 ay sürdü ve 12 polis için, ‘ağırlaştırılmış işkence’ suçlaması ve 6-24 yıl arasında hapis istendi. İstanbul 20. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın son duruşmasında ise duruşma savcısı Osman Çakır, ‘ağırlaştırılmış işkence’ diyen meslektaşının aksine, 7 polis için ‘kasten yaralama’ suçunu yeterli gördü. Çakır’ın şaşırtıcı mütalaası şöyle: “Eylemin kasten yaralama olduğu, insan onuru ile bağdaşmayan, kişilerin aşağılanmasına yol açacak davranışları içermediğinden işkence boyutuna varmadığı…”

Elektronik atıklar toplanacak

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kullanılmaz hale gelen, elekronik eşyaları toplatmaya yönelik bir çalışma başlattı.

Kansorejen etki yarattığı belirtilen bozuk bilgisayar, cep telefonu, ömrünü tamamlamış televizyon ve buzdolapları gibi elekronik cihazlar, ev ve iş adreslerinden ücretsiz toplatılacak.

Geri dönüşüm merkezlerine gönderilecek.

Bozuk televizyon, bilgisayar, cep telefonu ve diğerleri.

Pek çok evde bulunan ancak atılmaya kıyılımayan elektronik eşyeler için devlet harekete geçiyor.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, kullanılmasalar dahi kanserojen etkisi bulunan elektronik eşyaları evlerden ücretsiz toplayacak.

Bakanlığın bu yöndeki çalışması devam ediyor. Yakında yayınlanması beklenen “atık” yönetmeliğiyle elektronik çöpler devlet tarafından toplandıktan sonra geri dönüşüme kazandırılacak.

Karar sadece insan sağlığı için alınmadı. Bu tür elektronik aletlerin geri dönüşümünde ciddi bir ekonomik getiri de bulunuyor. Atık merkezlerinde geri dönüşümü yapılacak elektronik aletlerin işe yarayan parçaları yeniden ekonomiye kazandırılacak.

Evlerden toplama işlemi ücretsiz yapılacak.

Kazakistan’da polis grevci işçilere saldırdı: 11 ölü

0

Kazakistan’ın batısında çatışmalar yayılıyor.

Polisin bir demiryolunu tıkayan göstericilere ateş açması sonucunda 1 kişi öldü, 11 kişi yaralandı.

Şetpe köyündeki göstericilerin çoğu polisin uyarısı ardından dağıldı ancak 50 kişilik bir grup protestoları sürdürerek, bir lokomotifi ateşe verdi.

Savcılar saldırıya uğrayan polisin ateş açmak zorunda kaldığını ileri sürüyor.

Protestocuların, yakınlardaki Canaçzen kentinde grev yapan petrol işçilerin destek gösterisi yaptıkları söyleniyor.

Ülkede cuma petrol işçileriyle güvenlik güçleri arasında yaşanan çatışmalar ardından olağanüstü hal ilan edildi.

Grev ve protestoların yasaklandığı ülkede, gece sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

20 gün süreyle de hareket sınırlaması uygulanacak.

Ülkenin batısındaki Canaözen kentinde protesto eylemine girişen grevci petrol işçileriyle hükümet güçleri arasında çıkan çatışmalarda en az 11 kişinin öldüğü bildiriliyor.

Yaralananlar arasında polislerin de bulunduğu kaydedildi.

Kimi görgü tanıkları polisin kent merkezindeki meydanda gösteri yapan binlerce petrol işçisinin üzerine ateş açtığını belirtiyor.

Bölgeden alınan haberlerde çatışmalarda onlarca kişinin yaralandığı da kaydedilmekte.

Meydandaki yerel hükümet binasının, bir otelin ve devlet petrol işletmesi binasının ateşe verildiği belirtildi.

Kazakistan özel birlikleri bölgeye konuşlandırıldı.

Yüzlerce petrol işçisi daha iyi ücret talebiyle, altı ayı aşkın süredir Canaözen kentinin ana meydanını işgal ediyordu.

Ancak yetkililer, grevci işçilerin eyleminin yasadışı olduğunu savunuyor.

Almatı’daki BBC muhabiri Reyhan Demytrie, bu sabahın erken saatlerinde polisin meydanı boşaltmak için harekete geçtiğini ama grevci işçilerin polise hücum ettiğini bildirdi.

Canaözen kentindeki çatışmalar Kazakistan’ın Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığını kazanmasının 20. yıldönümüne rastlıyor.

Kazakistan başsavcısı Asat Daulbeyev, kitlesel gösteriler ardından bir ceza soruşturması açıldığını açıkladı.

Başsavcı göstericilere karşı silah kullanıldığı haberleriniyse yalanladı.

Daulbeyev, “Ülkenin bağımsızlığını kazanmasının 20. yıldönümünü kutlamak için ana meydanda toplanan siviller, bir grup holiganın saldırısına uğradı. Olaylar sırasında bazı göçebe çadırları ve Bağımsızlık Günü için kurulan sahne tahrip oldu.” dedi.

Türkiye’nin silaha harcayacağı para iştah kabarttı

Çok sayıda helikopter alacak olan Türkiye’nin açacağı milyar dolarlık ihaleye ilgi büyük.

Dünyanın en önemli helikopter üreticileri, yakında yüksek miktarda helikopter alacak olan Türkiye’nin açacağı, milyar dolarlık hafif servis helikopteri ihaleleri için birbirleriyle yarışacak.

Hürriyet Daily News’un haberine göre Türkiye ile 100 adet geniş kullanımlı helikopter üretimi için 3,5 milyar dolara anlaşan ABD’li Sikorsky Aircraft, Mayıs ayında yapılacak hafif servis helikopteri ihalelerine de katılmak istediğini açıklayan ilk uluslararası şirket oldu.

Savunma Sanayii Eski Müsteşarı Murad Bayar ise askeri ve sivil tipte hafif servis helikopteri imalatına muhtemelen yabancı bir ortakla başlayacaklarını ve bunun Sikorsky Aircraft olabileceğini açıklayarak ABD’li şirkete yeşil ışık yaktı. Bayar, Sikorsky Aircraft ile anlaşmaya varılamazsa, başka bir yabancı firmayla da çalışabileceklerini belirtti.

Türk Havacılık ve Uzay Sanayi ile Sikorsky işbirliğinde, şu an, ABD’nin S-70i tipi helikopterlerinin yerli versiyonu olan T-70 helikopterleri üretiliyor.

Türkiye’nin helikopter ihalelerinde Sikorsky’nin karşısındaki en büyük rakip İtalyan AgustaWestland firması olacak. Şirketten bir yetkili, “Eğer Türkiye bizimle çalışmak isterse, biz onlarla çalışmaya hazırız” dedi.

İtalya Savunma Bakan Yardımcısı Guido Crosetto da daha önce yaptığı açıklamalarda AgustaWestland’ın ihalelerin peşini bırakmayacağını söylemişti.

Avrupa iştiraki Eurocopter da Kasım ayında yaptığı bir açıklamada, Türkiye’nin hafif servis helikopteri ihalelerine girebileceğini bildirdi. 1992 yılında kurulan şirket, Avrupa’nın savunma devi EADS’nin bünyesinde yer alıyor.

Türkiye ile daha önce de iş yapan ve 1990’larda AS 532 Cougar tipi helikopterden 20 adet satan Eurocopter, 2006’dan beri, Türkiye’deki ihalelere katılmıyordu. Ancak şirketin yakın zamanda, yeniden Türk piyasasına girmesi bekleniyor.

Eczacılar: “İlaç krizi bitmedi”

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) bürokratları “ilaç krizi çözüldü” mesajları veriyor ama eczacılar aynı fikirde değil. Eczacılara göre, hala ilaca ulaşamayan kanser, diyabet, tansiyon hastaları var.

Hastalar ilaç krizi çözülecek diye bekliyor. Hatta büyük bir kısmı “kriz bitti diye duyduk” diyor. Ama eczacılar aynı fikirde değil.

Geçen hafta sonu SGK Genel Sağlık Sigortalar Genel Müdürü Murat Karaşen “125 ilaçta iskontalarda eskiye dönüldüğünü, 100 ilaçla ilgili Sağlık Bakanlığı’na bildirimde bulunulduğunu, 140 ilaçta da düzenlemeye gidileceğini açıkladı.

Sağlık Bakanlığı kaynaklarından edinilen bilgilere göre, sadece 125 ilaçta sıkıntı giderildi. Bu ilaçlar arasında kanser ilaçlarının bir kısmı var bir kısmı ise yok.

Bakanlık kaynakları, 125 ilacın yer aldığı listede bazı firmalara yer verilirken bazılarına yer verilmemesini de dikkat çekici buluyor.

HES’lere iptal kararı yağdı

Son 2 haftada, 5 ilde 9 HES projesi için durdurma ve iptal kararı verildi. HES’lere açılan davalarda eylemcileri sevindiren kararlar çıktı.

Hidroelektrik santral (HES) projelerine karşı açılan davalar, çevrecileri sevindirdi. Son 2 haftada Antalya, Erzincan, Giresun, Trabzon ve Rize’de toplam 9 HES projesi için durdurma ve iptal kararları verildi. Başbakan’ın babaocağı Rize Güneysu’daki HES projesine de mahkeme ‘dur’ dedi.

TRABZON’DA BİR İLK

Tonya ilçesine bağlı Fol Deresi üzerinde yapılması planlanan Çamlı Regülatörü ve HES projesi için valiliğin verdiği ‘ÇED gerekli değildir’ kararı, Trabzon İdare Mahkemesi’nce ‘iptal’ edildi. Karar 170 HES projesinin bulunduğu Trabzon’da bir ilk.

SİVAS: DEPREM TEHLİKESİ VAR

Sivas İdare Mahkemesi Erzincan’ın Kemaliye ilçesinde yapımı planlanan Gökçeköy HES projesi için valiliğin verdiği ‘ÇED gerekli değildir’ kararını iptal etti. Köylülerin açtığı davada, bilirkişi heyeti Malatya Fay Hattı’na yakın alanda herhangi bir jeolojik etüt yapılmadığını da vurgulamıştı.

ANTALYA: 4 HES’E YARGI ENGELİ

Antalya’nın Kumluca ilçesi sınırlarında bulunan Alakır Vadisi’ndeki 4 HES projesi de yargı engeline takıldı. Antalya 1. ve 2. Bölge İdare Mahkemeleri, Alakır-1, Alakır-2, Kürce ve Dereköy HES için eski adıyla Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından verilen ‘ÇED gerekli değildir’ kararının yürütmesini durdurdu. Mahkemenin durdurma kararında, projelerin çevreye telafisi imkânsız zararlar vereceği belirtildi.

RİZE: GÜNEYSU’DA İKİ HES İPTAL

Rize Güneysu Gürgen Vadisi’nde, Baro Enerji tarafından yapımı planlanan Alicik HES ile Rize İpekyolu enerji firmasınca planlanan Tepe HES projesi, Rize İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi. Heyet, projelere bakanlık tarafından verilen ‘ÇED olumlu’ kararında hata ve eksiklikler olduğunu vurguladı.

GİRESUN: VALİLİK İTİRAZ ETMİŞTİ

Giresun’un Keşap ilçesine bağlı Büyükdere Çayı üzerindeki Büyükdere Regülatörü ve HES projesi hakkında verilen yürütmeyi durdurma kararına valilik itiraz etmişti. Valiliğin bu itirazı reddedildi.

TAŞOCAĞINA KARŞI BUĞDAY!

Afyonkarahisar’a bağlı Beyyazı beldesi sakinleri taşocağının kapatılması için dava açan Beyyazı Çevre Koruma ve Yeşillendirme Derneği’ne 2 bin 610 lira para yardımı ve 5 ton arpa-buğday bağışı yaptı. Açık ihale usulüyle satılan arpa ve buğdaydan 3 bin 365 TL elde edildi. Beyyazı sakini Hüseyin Gümüştaş “Ürettiğimiz salatalıkları Avrupa’ya ihraç ediyorduk. Taşocağı açıldıktan sonra gönderdiğimiz bütün mahsul iade edildi” dedi. Daha önce HES davaları için ineğini satan, banka kredisi çeken ve müzik albümü hazırlayanlar olmuştu.

(Radikal)