Ana Sayfa Blog Sayfa 4883

“Böcek Şenlik Okulu”

0

Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü‘nce başlatılan Böcek Şenlik Okulu sayesinde, ilköğretim çağındaki çocuklar parkta, bahçede gördükleri böcekleri tanıyarak, onlardan korkmamayı öğreniyor.

Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cem Özkan,  yaptığı açıklamada, çocukların böceklere olan merak ve ilgisinin çok fazla olduğunu ve bu nedenle çoçuklara bilimi öğretmek için böceklerin araç olarak kullanılabileceğini söyledi.

Doç. Dr. Özkan, çocuklarda böcekler konusunda farkındalık oluşturarak ekoloji bilincini geliştirmek ve onları bilimsel çalışmalara özendirmek amacıyla BÖŞO kapsamında, fakülte olarak 2008-2009 öğretim yılında ”İlköğretimde Böceklerle Ekoloji Eğitimi Programı” başlattıklarını ve Ankara’daki birçok ilköğretim okulunu gezerek, farklı yaş grubundaki 5 binin üzerinde çocuğa sertifikalı ekoloji eğitimi verdiklerini bildirdi.

Şehirlerde yaşayan çocukların doğadan kopuk yaşadığını ifade eden Özkan, hayvanları gören çocukların onları tanımadan, onların ekolojiye ve insanlara katkılarını bilmeden ”pis, kötü, iğrenç” diye niteleyebildiklerini belirterek, öncelikli amaçlarının bu düşünceyi değiştirmek olduğunu söyledi.

Bitki Koruma Bölümü tarafından kurulan BÖŞO’nun bilinçlendirme hedefinde sadece çocuklar olmadığına dikkati çeken Özkan, eğitimler sayesinde bugüne kadar 1000’den fazla öğretmene de ”Böceklerle Ekoloji Eğitimi”nin verildiğini söyledi.

BÖŞO’nun, öğretmenin canlılar aleminde en büyük grubu oluşturan böceklerden korkmaması gerektiğine, böceklerden korkan-tiksinen öğretmenin doğa sevgisine sahip olamayacağı gibi bu olumsuz davranışı da çocuklara yansıtacağına inandıklarını ifade ederek, şunları kaydetti:

”Bu nedenle BÖŞO ilköğretim öğrencilerinden önce öğretmenlere böceklerle ekoloji eğitimi vermekte. Bilimin eğlenceli yönlerinin kullanıldığı uygulamalı eğitimlerde çocuklar ve öğretmenler, böceklere olan yersiz korkularını yendi ve ekoloji konusunda bilgilendirildi. Eğitim sonrasında çocuklar öğretmenleriyle birlikte canlı böcekleri kullanarak bilimsel deneyler gerçekleştirdi. Ayrıca etkinlik sonrası böcekler ve ekoloji konulu birçok sanatsal etkinlikler gerçekleştirdi.”

Eğitimlerdeki diğer bir amaçlarının çocuklara üniversite ve bilim kavramlarını eğlenceli bir şekilde tanıtmak ve yerleştirmek olduğunu açıklayan Doç. Dr. Özkan, özellikle varoşlarda bu konuda büyük eksiklik olduğunu, bu nedenle eğitim yeri olarak dezavantajlı bölgelerdeki okullara öncelik verdiklerini bildirdi.

Eğitim programının koordinatörlüğünü Prof. Dr. Neşet Kılınçer’in yürütücülüğünü de kendisinin yaptığını anlatan Doç. Dr. Özkan, etkinliğe Ankara Üniversitesinden birçok öğretim üyesinin, lisans ve yüksek lisans öğrencisinin gönüllü eğitmen olarak katıldığını, böceklerin dünyasını hem öğrettiklerini hem de öğrendiklerini söyledi.

Böceklerin şu an da doğada tespit edilmiş 1 milyon 200 bin hayvanın yaklaşık dörtte üçünü oluşturduğunu belirten Özkan, ”Çocuklara böceklerin yaşamımızdaki yerini ve önemini anlattığınızda ve bu bilgileri canlı olarak sunduğunuzda çocuklar böceklere daha olumlu bakmaya başlıyor” dedi.

Çocuklarda zaten böceklere karşı doğal bir merak olduğunu anlatan Doç. Dr. Özkan, bu merakın bilimi öğretmek için sınırsız bir araç olarak kullanıldığını kaydederek, şunları kaydetti:

”Çocukların böceklerle ilgili tavırlarını geliştirmeleri için onlara tüm böceklerin zararlı olmadıkları anlatılmalı. Biz eğitimde görsel sunularla böceklerin insanlara faydasını, besin zincirindeki önemlerini anlatıyoruz. Yine eğitim aşamalarından birisi olan böcek koleksiyonlarının incelenmesinde ise fakültemizin bitki koruma bölümü müzesindeki böcek koleksiyonundan yararlanıyoruz. Burada amaç teorik olarak anlatılan böcekler dünyasının gerçekle nasıl örtüştüğünün öğrenci belleğinde yer etmesini sağlamaktır.”

Etkinliklerde çocukların arı, karınca, ipek böceği gibi faydalı böceklerin yanı sıra bitkisel ürünlerde beslenerek bitkiye zarar veren un güvesi, incir güvesi, bal mumu güvesi, fasulye tohum böceği gibi zararlı böcekleri canlı olarak mikroskop altında inceleme fırsatı bulduğunu kaydeden Doç. Dr. Özkan, böcek gördüğünde çığlık atan, ağlayan çocukların yerini onlara dokunmak, incelemek isteyen çocukların aldığını ve eğitim sonunda çocuklardaki böcek korkusunun büyük oranda yok olduğunu belirtti.

Doç. Dr. Özkan, ”Eğitimler boyunca gördük ki gelir düzeyi artan bölgelerde böceklere olan korku yüksek. Diğer bir değişle bu bölgelerde doğadan kopuşların daha fazla olduğu, varoşlarda ise böceklere karşı korkunun çok düşük düzeyde olmasına rağmen sağlıklı bir tavrın oluşmadığı, genelde en iyi böceğin ‘ölü böcek olduğu görüşü’ daha hakim. Eğitimler öncesi çocuklarda böceklere olan korkunun varoşlarda yüzde 10-15 arasında değişirken, ekonomik düzeyi iyi olan bölgelerde bu oran yüzde 50-60’lara kadar çıkmakta. Eğitimler sonrasında çocuklarda böceklere olan bu korkuların her iki bölge de de yüzde 1’in altına düştü” diye konuştu.

Ankara Üniversitesi Ziraat fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Çolak da Türkiye gibi hızlı sanayileşen ülkelerde ekolojik dengenin korunmasının büyük önem taşıdığını belirtti.

3 yıl önce başlayan projenin bölüm hoca ve öğrencilerinin özverili çalışmalarıyla yürüdüğünü dile getiren Çolak, ”’Çevre bilincine sahip, ekosistem dengesinden haberdar, çevreyi koruyan bireyler yetiştirebilmede topluma karşı bir sorumluluğumuz var. Tarım gelecek yıllarda bugünkünden daha önemli bir yere sahip olacak. Bu eğitimler sayesinde geleceğe yatırım yapıyoruz” ifadelerini kullandı.

Eğitimin verildiği okullardan Ulus İlk Meclis İlköğretim Okulu Müdürü Cemil Erkan ise okullarında zaman zaman dezenfekte işlemlerinin yapılmasına rağmen küçücük bir böceğin ya da örümceğin tüm okulda olay olduğunu ancak söz konusu eğitimi alan öğrencilerin bu canlılara bakışının değiştiğini, böcek gördüklerinde ellerine alıp geldiklerini, paylaşamadıklarını belirtti.
Erkan, çocukların sınıfta canlı böceklerle ekoloji konusunda deneyler gerçekleştirdiklerini, hatta kimi öğrencilerin ailelerinden izin almak kaydıyla eğitimlerden sonra evde kavanozlar içinde böcek beslemeye başladığını sözlerine ekledi.

(Ajanslar)

Kadın elinden çıkmış bir Yeşil Diyalog için…

17-18 Aralık’ta, alışılmıştan farklı, heyecanlı, yoğun ve yararlı bir Yeşil Diyalog toplantısı yaşadık. Farkı yaratanlar kadınlardı. Kendine yeşil diyen demeyen, feminist diyen demeyen kadınlar… Hindistan’dan, Munzur’dan, Mersin’den, Sinop’tan, Bodrum’dan, Bursa’dan, Antakya’dan, Ankara’dan, İzmir’den, Tekirdağ’dan, Hakkari- Yüksekova’dan, İstanbul’dan kadınlar… Konuşmacıları (Vicdani Redçiler hariç), kolaylaştırıcıları, düzenleyenleri kadın, katılımcıların çoğunluğu kadın. Kadın aklından, kadın elinden, kadın dilinden bir çalışma. Sanırım kalıcı etkileri de olacak.

Yeşil Kadınlar toplantıyı tasarlarken, konunun ehli kişilerin kürsüden bilgilerini, düşüncelerini aktardığı, diğerlerinin dinlediği klasik  form yerine, herkesin birbirini görebileceği atölye formunu tercih etmişlerdi.  Ortak oturumlarda yarım daire oturma düzeni, bir de tek kişilik kürsü vardı; isteyen oturduğu yerden, isteyen kürsüye gelip görüşlerini dile getirebiliyordu. Böylece herkesin birbirini görebildiği, daha sıcak, daha katılımcı bir tartışma mümkün oldu. Atölyeler, adet olduğu üzere, daireseldi. Böylece bilgiyi, deneyimi paylaşma, birlikte düşünme, karşılıkı etkileşim ve değişim yoluyla yeni görüşlere ulaşma hedeflenmişti.

Ekolojik mücadelelerde kadınlar önde yer alırken, mücadelenin dilini erkeklerin kurduğundan yola çıkan Yeşil Kadınlar; 10. Yeşil Diyalog toplantısına, “yazılmayan tarihi açığa çıkarma”gibi bir işlev de yüklemişlerdi.  Mücadelenin öncü kadınları deneyimlerini kendi dilleriyle anlatma  ve  tarih yazımına katkı yapma imkanı buldular.

Ha Hindistan, ha Türkiye!

Bu bağlamda, toplantının onur konuğu ve oturumun ana konuşmacısı, Narmada Vadisine kurulacak barajlara karşı mücadelenin öncüsü Medha Patkar, oturum boyunca masadaki yerini korudu. Bilge Contepe, Pervin Çoban, Gül Kapar ve Şengül Şahin teker teker onun yanında yer alarak kendi mücadele deneyimlerini anlattılar.  Medha Patkar herbirini dinledikten sonra yorumlarını yaptı, yeni katkılarda bulundu. Patkar’ın davet edilmesi, katılımı başlı başına değerli bir katkı oluştururken, oturumun böyle düzenlenmesi de yararlı, isabetli oldu.

Ateşli bir hatip olan Patkar, bir süre oturarak konuştuktan sonra ayağa kalkıp masa mikrofonunu da eline alarak etkileyici konuşmasına devam etti. Büyük bir nüfus yoğunluğuna sahip Hindistan’da sanayileşmenin insan yaşamına ve doğaya verdiği zarar da devasa oluyor belli ki. Narmada vadisinde kurulacak her bir barajdan 200-250 bin kişi etkileniyormuş. Vadiler yok oluyor, diyordu Pakta. Yürüttükleri büyük sivil direniş sonucunda, duvarları inşa edilmiş barajın yapımını durdurmuşlar.  Dünya Bankası görevlileri ikna olup DB’nin  projeden çekilmesini sağlamışlar. ABD ve AB finans desteklerini çekmiş. Ama devlet hep kalıyor, diye yakınıyordu Patkar. Devletin kalkınma paradigmasına dayalı politikası nedeniyle,  mücadelenin devam etmek zorunda olduğuna işaret etti. Aynen Türkiye’de olduğu gibi davalar, mahkemeler de genellikle sonuç vermiyormuş.  Merkezi devlet (Hindistan’da eyalet sistemi var) halkın arazilerini, evlerini  istimlak edebiliyormuş.  Oysa planlama en baştan yerel halkla birlikte yapılmalı, bütün paydaşların görüşü alınmalıdır, diyor.

Devlet, halkı kendi topraklarından çekilmeye zorluyor; bu topraklar devletin değil ki, üzerinde yaşayan halkındır. Devlet büyük şirketlerle iş yapacağı zaman onunla sözleşme yapıyor; yaşadığımız yerler de bizim sermeyemiz, devletle herhangi bir sözleşmemiz de yok, diyerek, direnişe nasıl meşru bir zemin oluşturduklarını anlattı.  Tiagra Hareketi (kendi toprağında çıkartılmaya karşı direniş hareketi) böyle bir savunma amacıyla oluşmuş. Araziye karşı arazi talep ediyorlar, araziyi doğal kaynak olarak tanımlıyorlarmış.

Patkar, bizi kalkınma karşıtı olmakla, yabancı kaynak kullanmakla, suçluyorlar;  oysa biz dünyadan politik destek alıyoruz, ama yabancı kaynak kullanmıyoruz, diyerek, parasal kaynak meselesinin hassasiyetine de değindi.

Bombay’da 74 bin ev yıkılmış (kentsel dönüşüm  nedeniyle olsa gerek). Buna karşı, “Evleri İnşa Edelim”  hareketini oluşturmuşlar. Büyük kentlerin daha da büyütülmesine karşı çıkıyor,  bunun sürdürülebilirliğe zarar verdiğini savunuyorlarmış.

Mücadele stratejilerini, birden fazla yerel organizasyonla işbirliği ve yerelden globale olarak tanımladı. Alternatif projeler ürettiklerini vurguladı. Mücadelede kadınlar en önde olmalılar; onlar inatçı, kararlı, sebatkardır, dedi. Hareketin sosyal medya üzerinden yaygınlaştırılmasının önemine değindi.

Şiddet karşıtı bir hareket olduklarını, “şiddet karşıtlığı”nın, “barış”ın başlı başına birer değer olduğunun altını çizdi. Sosyal haklar ve adalet için çalıştıklarından; gençlerin hareketlerini desteklediklerinden söz etti ve sonuç olarak,  genel bir mücadele yürüttüklerini belirterek hem yeşil hem kırmızı için çalışıyoruz, diye bağladı konuşmasını.

Hindistan Yeşiller Partisinin de seçime katılma hakkı yokmuş, ama kendisi büyük sivil hareketlerin önderi olarak bundan pek şikayetçi görünmüyordu. Hatta siyasi partilerin ekoloji hareketinin destekçisi olması gerektiğini, ancak içinde olmanın hareketin bölünmesine yol açabileceği kaygısını da dile getirdi.  Doğrusu bu uyarı bana, Türkiye’deki çevre, ekoloji hareketlerinin yaşadığı sorunlarda siyasi parti ve hareketlerin payını hatırlatarak, konuyu bu açıdan enine boyuna değerlendirmek gerektiğini düşündürdü.

Patkar, Türkiyeli kadınların mücadele deneyimlerini dinledikçe Hindistan’la ne kadar benzeştiğimizi fark etti ve bunu dile getirdi . Bu benzerlik karşısında bizler de heyecan duyduk. Hindistan deneyiminden yararlanmalıyız, diye düşündüm.

Ekoloji Mücadelesinde Kadınların Deneyim Paylaşımı oturumunun ilginç bir konuşmacısı da Sarıkeçililerin öncüsü Pervin Çoban’dı. Büyük Anadolu Yürüyüşünü, bu yürüyüşle ilgili yaşadığı derin hayal kırıklıklarını,  anılarını, o halk bilgesi uslubuyla, son derece etkileyici, renkli diliyle anlatırken, hepimiz hem ona hem de göçerlerin doğayla dostluğuna, uyumuna bir kez daha hayran olduk.  O akıllı göçer kadın insanlığın altın çağından ışınlanıp gelmiş gibiydi. Çadırından çıkıp geldiği bu yolculuk sonucu içine düştüğü İstanbul – Taksim’in göbeğindeki insan cangılında gözlem yapmayı da ihmal etmemişti. Kentin şiddeti ve insan  ilişkilerindeki şiddet dikkatini çekmişti. Bize bu gözlemlerinden birkaç insan manzarası ve anekdot anlatmayı da ihmal etmedi.

Yeşil Gerze Platformu temsilcileri toplantıya gurup halinde gelmişlerdi. Sözcüleri Şengül Şahin, gerçekten etkileyici, heyecanlı bir dille,  Gerze termik santralinin yapımına karşı verdikleri amansız direnişi anlatırken, hepimiz duygulandık.

Toplantının ilk oturumu Vicdani Red ve Şiddetsizlik Forumuna katılan vicdani redçi genç konuşmacıların paylaştıkları deneyimler, görüşler bana, uzun yaşamışlığımda en az aşina olduğum bir alanın düşünce, duygu ve deneyim dünyasının kapılarını açtı. Çok etkilendim.

Kadınların Anayasa taleplerini içeren metinle Ekoljik Anayasa temel metnini karşılaştırdığımız iki atölye başlıbaşına mükemmel bir çalışma oldu. Moderatör arkadaşlarım çok iyi hazırlanmışlardı. İki metnin ortak noktaları bulundu, kör noktaları belirlendi. Her iki metnin de, kadın bakış açısı ve ekolojik yaklaşım bakımından eksiklerini tamamlanmak üzere katkılar yapıldı. Ortak çalışma gurubu yakında bu çalışmanın sonuçlarını bizimle paylaşacak. Toplantıya katılan Yeşiller, EDP’liler ve Kader yeni Anayasanın ekolojik ve feminist bakış açısıyla oluşturulmasına katkı için birlikte çaba gösterme konusunda niyet belirttiler.

Umarım bu Yeşil Diyalog kayıtları en kısa sürede kitaplaşır da, her oturumun gerçekten dolu dolu anlatımları, tartışmaları ilgi duyan herkesçe paylaşılabilir.

10. Yeşil Diyalog toplantısı üzerine yazma ihtiyacı duyma nedenim,  sadece bu başarılı toplantının bende yarattığı izlenimleri paylaşmak değil, o iki dolu günü Taksim Hill kapılarının ardında unutuşa bırakmamak, üzerinde yeniden düşünmeye, tartışmaya vesile olmaktı. Umarım katılan başka arkadaşlar da toplantıyla ilgili görüşlerini, izlenimlerini paylaşırlar. Konuşmadıkça, tartışmadıkça, yazılı hale gelmedikçe, verilen bunca emek, ortaya çıkan onca birikim buza yazılmış gibi kaybolup gidiyor.

Yazma arzumun diğer nedeni ise, 10. Yeşil Diyaloğun ağırlıklı olarak kadın temalı olmasını öneren ve toplantıyı düzenlemeye talip olarak çok başarılı bir iş kotaran Yeşil Kadın arkadaşlarıma teşekkür etmekti. Onları canı gönülden kutluyorum!

O güzel iki günü neredeyse baştan sona kayderek, röportajlar yaparak bizimle birlikte olan  Dicle Haber Ajansı muhabirleri arkadaşlarımızın en kısa sürede özgürlüklerine kavuşmalarını diliyorum.

‘Dünya gelecekteki felaketlere hazırlıksız’

İngiltere Uluslararası Kalkınma Bakanı Andrew Mitchell, zengin ülkelerin yeterli çaba göstermemesi yüzünden dünyanın gelecekte meydana gelebilecek felaketlere “son derece hazırsız olduğunu” söyledi.

2004 yılında, Noel günü ertesinde Hint Okyanusunda meydana gelen tsunamiden sonra BM tarafından kurulan Merkezi Acil Durum Müdahale Fonu (CERF) bu yıl Japonya’daki tsunamiden Filipinler’deki sellere kadar, meydana gelen çok sayıda doğal felaketin ardından, mali kaynak darlığı ve yetersizliği içinde.

İngiltere CERF’e taahhüt ettiği 40 milyon sterlinin yanısıra 20 milyon sterlin ek yardım yapacak. Buna rağmen gelecek yıl 45 milyon sterlin tutarında bir açık olduğu beliertildi.

Uluslararası Kalkınma Bakanı Andrew Mitchell uluslararası toplumun, dünyanın yüzyüze olduğu tehlikelere karşı harekete geçmesi gerektiğini belirterek, alçak coğrafyalarda veya kıtlık görülen bölgelerde yaşayan insan sayısının arttığını; dolayısıyla gelecekte yaşanacak felaketlerin boyutlarının da büyük olacağını bildirdi.

Mitchell, birçok ülkenin bir felaket meydana gelmeden fona yardım vermediğini belirterek, bununsa çok büyük önem taşıyan ilk yardım çalışmalarını olumsuz etkileyebileceğini söyledi.

2011 Yılında CERF’e İngiltere 94 milyon, İsveç 74 milyon, Norveç 67 milyon, Hollanda 54 milyon, ABD 6 milyon, Japonya 3 milyon, Çin ise 500 bin sterlin katkıda bulundu.

(BBC)

Filipin sellerinde ölü sayısı 1,500 civarında

Filipinler‘i geçen hafta vuran sellerde en az 1,500 kişinin hayatını kaybettiği bildirildi.

Yetkililer, Mindanao adasının güneyinde çok sayıda ceset bulduklarını söylüyor.

Felakette kaç kişinin kaybolduğu ise bilinmiyor.

Felaketlere müdahaleden sorumlu yetkililer, evlerini kaybeden 60 bin kişi için geçici barınak inşaasının ise altı ay sürebileceğini açıkladı.

Öte yandan ülkede hava tahmincileri yeni seller uyarıları da yapıyor.

BM felaketzedelere su ve temiz koşullar sağlanabilmesi için ek fon talebinde bulunmak zorunda kaldı.

(BBC)

Asya’nın en büyük kömür rezervi keşfedildi

0

Çin‘in kuzeybatısındaki Sincan Uygur Özerk Bölgesi‘nde, Asya’nın en büyük kömür rezervi keşfedildi. Bölgenin kuzeyindeki Sha’er Gölü havzasında 89,2 milyar ton kömür rezervi tespit edildi.

Sincan-Uygur Özerk Bölgesi’nin kuzeybatısındaki Sha’er Gölü’nde bulunan rezervin toplam 89,2 milyar ton büyüklüğünde olduğu açıklandı. Sha’er Gölü Kömür Yatakları Çıkarma Merkezi müdür yardımcısı Wei Chung, “Bu olağanüstü büyüklükteki yatakların kullanımı için merkezi idareye bir plan sunduk. Bu plan onaylandığında kömürü çıkarmaya resmi olarak başlayacağız.” dedi.

Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde 2 trilyon ton civarında kömür rezervi olduğu tahmin edilirken, bu miktar ülkedeki toplam rezervlerin yüzde 40’ına tekabül ediyor.

Dünyanın en büyük kömür tüketicisi olan ve enerji ihtiyacının yüzde 70’ini kömürden karşılayan Çin, geçen yıl 3 milyar tondan fazla kömür üretimi gerçekleştirmişti. Kömür kullanımı, iklim değişikliğinin en büyük tetikleyicilerinden.

Salt bu kömür rezervinin yakılarak kullanılması atmosfere 255 milyar ton karbon dioksit salacak. Bu da sanayi devrimi öncsi 280 ppm (milyon başına parçacık miktarı) civarında olmasına rağmen bugün 390 ppm sınırını geçmiş olan atmosferdeki karbon dioksit miktarını tek başına 32 ppm civarında yükseltebilecek.

Uzmanlar, iklim değişikliğinin “dünyanın sonunu getirmemesi için” an itibariyle 390 ppm’ye çıkmış ve hızla yükselmekte olan atmosferdeki karbon miktarının çok acil olarak 350’ye çekilmesi gerektiğini belirtiyorlar.

(Yeşil Gazete, China.org.cn)

Ekşisözlük iddianamesi kabul edildi

Ekşisözlük internet sitesinin yazarına, yazısında dini değerleri aşağılayan ifadeler kullandığı gerekçesiyle açılan soruşturmada iddianame mahkeme tarafından kabul edildi. 

Ekşisözlük internet sitesinde din ile ilgili bir konuda düşüncesini açıklayan ‘sigaram ve ben’ rumuzlu Ahmet M.S. ile ilgili yapılan şikayetler sonucunda yürütülen soruşturma sonuca ulaştı. Mahkeme, Basın Savcısı Nurten Altınok tarafından hazırlanan iddianameyi kabul etti.

Zaman gazetesinin haberine göre Ekşisözlük yazarı hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle 1,5 yıla kadar hapis cezası istendi. İddianameye göre Ahmet M.S., Müslümanların ibadetlerini ve kainatı Allah’ın yarattığına ilişkin inançları aşağılayarak düşünce özgürlüğü ve eleştiri sınırlarını aşmış.

OPI davasına benzetildi
Savcı Altınok tarafından hazırlanan iddianamede ‘sigaram ve ben’ rumuzuyla ‘din saçmalığı’ adlı başlığa bir yazı yazan Ahmet M.S.’nin ifadeleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Otto-Preminger Institut (OPI) desteğiyle çekilen ‘Cennet Konsülü’ adlı filmle ilgili kararla bağdaştırıldı. OPI davasında filmin ‘dini öğretileri aşağılamak’ ile suçlandığı ve film hakkında toplama kararı çıkartıldığı hatırlatıldı.

İddianamede şu ifadelere yer verildi: “TCK’nın 216’ncı maddesinde korunan hukuki yarar, Allah, din, peygamber, kutsal kitaplar, mezhepler.. değil, kişilerin bu kavramlara yönelik dini hisleridir. Kuşkusuz kişi, bu kavramlarla ilgili düşüncelerini açıklayabilir, eleştirebilir. Ancak bunu yaparken göz önünde tutulması gereken husus, başka kişi veya kişilerin duygularının incitilmemesidir. Zira kimsenin başkasının kutsal saydığı kavramlara ilişkin saygı duygusunu incitmeye hakkı olmaz.”

Müslümanlara da ibadetlere de saygısızlık
Bir kesimin benimsediği dini değerlerden maksadın inanç sistemi ve ibadet gibi o inancı temsil eden değerler olduğu ifade edilen iddianamede, Müslümanlar için oruç tutma, hac ve kurban kesmenin bu değerlerden olduğu kaydedildi. Şikâyete konu yazı incelendiğinde şüphelinin “beyin uyuşturucusu, saçmalık” olarak nitelediği din konusunda genel görüşlerini açıkladığı belirtildi.

Oruç ve ezan tepkisi aşağılama oldu
Ahmet M.S., söz konusu yazısındaki “Ortalık yerde yeme içme özgürlüğümden feragat etmek, sene boyu sabahın beşinde ezan sesiyle uyanmak zorunda kalıyorum. ‘Bak ne kadar mükemmel kainat, kusursuz bir sistem, bunu Allah yaratmadıysa başka nasıl olabilir’ geri zekâlılığındaki bir yaklaşımla” ifadelerin düşünce özgürlüğü ve eleştiri hakkının sınırları aşılarak, İslam dinini aşağıladığı kanaatine varıldığı bildirildi.

Savcı, sanığın TCK’nin 216. maddesine göre 1,5 yıl hapis ile cezalandırılmasını talep etti.

Baransu demokrat değil ama mutlu
Ekşisözlük’te yayımlanan yazıya Taraf gazetesi yazarı Mehmet Baransu Twitter’dan tepki göstermiş ve Ekşisözlük aleyhinde bir kampanya başlattığını duyurmuştu. Ekşisözlük sitesinin kapatılması, yazının sahibi Ahmet M.S. hakkında ise soruşturma başlatılmasını talep eden Baransu, meclisteki partilerin bu rezilliğin karşısında bir şey yapmayacaksa oy istemeye gelmemesini, ülkenin bu rezillik karşısında ayağa kalkmasını da istemişti.

Baransu Twitter’da “Rabbimizin ve peygamber efendimizin yüzüne nasıl bakacağımızı düşünün”, “Allahıma ve peygamberime küfrediliyorsa demokrat olmak falan umrumda değil. Demokrat değilim bu rezillik karşısında. Demokratlık batsın”, “Bu millet ekşisözlükün pisliği karşısında ayağa kalkmayacaksa yazıklar olsun. Kimse de ben müslümanım demesin. Dinimle kimse alay edemez” ifadelerini kullanmıştı.

Sanık Ahmet M.S. ise, soruşturmanın ardından Emniyet’te Bilişim Şubesi’ne ifade vermiş, suç işleme kastının bulunmadığını, şahsî ve genel olarak kimseyi hedef almadığını söylemişti.

Sendika.Org

“Bilmeden tüketmeyin: GDO’lu yemi kim kullanıyor?”

Fikir Sahibi Damaklar (FSD)/Slow Food Türkiye, sanal medyayı kullandığı kampanyalarına devam ediyor. FSD, geçtiğimiz haftalarda lüfer satışı yapan tüm işletmeleri Beyaz Masaları aramaya çağıran facebook kampanyasının ardından, bu sefer de et, süt ve yumurta gibi hayvansal üretim yapan firmalara “GDO’lu yem kullanıyor musunuz?” sorusunu yöneltiyor.

FSD’nin facebook adresinde başlatılan kampanyada, önde gelen 24 et, süt ve yumurta üreticisine hitaben “GDO’lu yem kullanıyor musunuz?” sorusu sorılarak tüm tüketicilere, görsellerde paylaşılan üretici firma iletişim hattı bilgileriyle “Sorun, öğrenin!” deniyor. Biyogüvenlik Kurulu’nun 24 Aralık 2011 tarihli kararında GDO’ya hayır diyen 100.000 kişiyi dikkate almayarak 13 GDO’lu mısır türünün yem olarak kullanımına izin verdiğinin hatırlatıldığı kampanya mesajında, “Peki [bu GDO’lu yemleri] kim kullanıyor? Bilmeden, öğrenmeden tüketmeyin. Etiketinde yazmasını talep edin” deniyor.

Kampanyaya bu adresten ulaşabilir, facebook’ta görseller paylaşılarak kampanyayı yaygınlaştırabilirsiniz.

“GDO’ya kim evet dedi?”

GDO’ya Hayır Platformu, GDO’lu mısırların serbest bırakılması üzerine bir açıklama yayınladı. “GDO’ya kim evet dedi de izin verdiniz?” diye sorulan açıklama şu şekilde:

Türkiye Yem Sanayicileri Birliği Derneği İktisadi İşletmesi, Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçılar Birliği Derneği İktisadi İşletmesi ile Yumurta Üreticileri Merkez Birliği`nin başvurusu üzerine Biyogüvenlik Kurulu GDO`lu 13 mısır çeşidine yem amaçlı kullanılmak üzere izin verdiğini 23.12.2011 tarihinde açıklamıştır.

Başvurunun yem sanayicileri, hayvan yetiştiricileri ve yumurta üreticilerini temsil eden derneklerin iktisadi işletmeleri tarafından yapılmış olması, bu GDO`lu mısırları kullanacak şirketleri kamufle etmektedir. Bu şekilde, tüm hayvancılık sektörü ve et, süt, yoğurt, peynir, yumurta gibi hayvansal ürünler ile bu ürünlerin içeriğini oluşturduğu binlerce gıda maddesi de risk altında  bırakılmaktadır. GDO`suz yem kullanan üreticiler de bu şekilde cezalandırılmaktadır, zira mevzuata göre GDO`lu yem ile beslenen hayvanların ürünlerinin etiketlenme zorunluluğu bulunmamaktadır.

Bunun sonucunda tüketici satın aldığı hayvansal ürünün GDO`lu olup olmadığını bilemeyecektir. Oysa ki, Biyogüvenlik Yasası GDO ve ürünlerinin tüketicinin tercih hakkını ortadan kaldırması halinde GDO başvurularının reddedileceğini söyler. GDO`lu yemle beslenen hayvanlardan elde edilen ürünlerin etiket taşımaması, tüketicinin tercih hakkını doğrudan ortadan kaldırmaktadır. Bu nedenle verilen karar kanuna da aykırıdır.

Hangi anne GDO`lu yem ile beslenen hayvanın etini, yumurtasını, sütünü, bu sütten yapılmış yoğurdu ya da peyniri çocuğuna yedirmek ister?

Anneler, bunu asla bilemeyeceksiniz!

Biyogüvenlik Kurulu tarafından bilimsel komitelere hazırlattırılan Sosyo-ekonomik Değerlendirme Raporlarında GDO`ların sindirim sisteminde sindirilemediği ve hücrelere kadar taşınabildiği, marketlerden alınan süt örneklerinde GDO`lu yemlere ait DNA`ya rastlanıldığı, pastörizasyon işleminin dahi bu DNA`yı yok edemediği açık bir şekilde belirtilmekte, GDO`ların sağlık riski yaratabileceği kabul edilmektedir.

Mısır, ülkemizde de yetiştirilebilen bir üründür. Ancak Tarım Bakanlığı mısır bitkisini desteklemek, verilen desteği artırmak yoluyla kendimize yeterliliği yakalamak varken, bunu yapmamakta, ülkemizi ithalata mahkûm etmektedir. Mısıra sağlanan desteğin son dört yıldır aynı seviyede kalması yüzünden ülkemize her yıl 500 bin ton ile 1 milyon ton civarında mısır ithalatı yapılmaktadır.

Ancak bu durum yine de yapılacak mısır ithalatının GDO‘lu olmasını meşru kılmamaktadır. Dünyada üretilen mısırın sadece %29`u GDO`lu tohumla üretilmektedir, yani %71`i GDO`suzdur. Dolayısıyla uygulanan yanlış politikalar nedeniyle ortaya çıkan ithalat ihtiyacını GDO`lu mısır türleriyle gidermeye çalışmanın hiçbir meşru gerekçesi yoktur.

Kamuoyu görüşüne açılan bilimsel raporlara 15 bin kişinin görüş bildirdiği Biyogüvenlik Kurulu Başkanı tarafından açıklanmıştı. Şimdi soruyoruz, bu görüşlerden kaç tanesi “EVET, BEN GDO İSTİYORUM” diyordu da Kurul GDO`lu mısırlara onay verdi?

GDO`ya Hayır Platformu bileşenleri konuyla ilgili yaptıkları kampanya ile iki günlük süreçte 100 bin imza toplayarak bu imzaları Biyogüvenlik Kurulu`na ilettiler. Halkımızın GDO ve ürünlerini tüketmek istemediğini imzaları ve görüşleriyle net bir şekilde göstermesine karşın, Kurul bu izni neye göre verdiğini kamuoyuna derhal açıklamalıdır! Kamuoyu iradesini hiçe sayan bu GDO hayranlığının dayanağı bizlere açık bir şekilde izah edilmelidir!

Yem amaçlı ithal edileceği söylenen GDO`lu mısırların tarlalarımızda veya doğrudan gıda üretiminde  kullanılması engellenebilecek mi? Halkımızı GDO`lu mısırlara muhtaçmış gibi gösterenleri ve buna izin verenleri kınıyor, tatminkar bir açıklama bekliyoruz; şayet verebilecekleri bir cevapları varsa!

GDO`ya Hayır Platformu başta çocuklarımız olmak üzere halkımızı, hayvanlarımızı ve doğayı GDO ve ürünlerinin tehlikelerinden kurtaracak her türlü meşru mücadelesini yılmadan yürütecektir!

GDO`YA HAYIR PLATFORMU

ABD’de güvenlik şirketine hacker saldırısı

0

Bilgisayar korsanı grup Anonymous, güvenlik konularına odaklı ABD merkezli düşünce kuruluşu Stratfor‘a saldırı düzenlediğini açıkladı.

Grup, eylemi sırasında elektronik posta adresleri, şifreler ve kredi kartı bilgileri çaldığını duyurdu.

Anonymous, bilgiler şifrelenmeden tutulduğu için edinebildiğini söylüyor.

Grup, Stratfor’un müşterileri arasında ABD Savunma Bakanlığı’nın yanısıra, bazı güvenlik kurumlarıyla, medya kuruluşlarının da bulunduğunu bildirdi.

Austin merkezli kuruluş Stratfor ise internet üzerindeki bütün faaliyetlerini durdurduğunu açıkladı.

Anonymous’un üyesi olduğunu söyleyen bir kişi daha sonra internet üzerinden yayınladığı mesajda, Stratfor’un müşterilerinin kredi kartı bilgilerini kullanarak farklı yardım kuruluşlarına bir milyon doların üzerinde bağış yaptıklarını açıkladı.

Stratfor, çalışan bilgilerin yayınları satın alanlara ilişkin liste olduğunu, Stratfor’la ilgili olan bireyler ya da kurumlarla ilgili listeyi içermediğini öne sürdü.

Anonymous, geçmişte wikileaks’in düşmanı olarak gördükleri mali kuruluşlara da internet üzerinden saldırılar düzenlemişti.

Bornova karbon salımlarını azaltacak!

Bornova Belediye Başkanı Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, Avrupa Parlamentosu’nda çevre geleceği ile ilgili kararlara imza attı. Bornova Belediyesi üye diğer Avrupa belediyeleri gibi 2020 yılına kadar karbondioksit (CO2) salımını yüzde 20 oranında düşürmeyi taahhüt etti. Avrupa Parlemontusu Başkanı Jerzy Buzek ile birebir görüşme fırsatı bulan Başkan Sındır, temiz enerji kaynaklarının kullanımını yaygınlaştırmayı ve hem Bornova hem de İzmir’in çevre geleceğini güvence altına almak için gönüllü taahhütte bulundu

Bornova Belediye Başkanı Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, Avrupa’nın en büyük yerel yönetim ağları arasında yeralan Enerji Kentleri Ağı (Energycities) içinde yürütelen Belediye Başkanları Sözleşmesi’ne (Covenant Of Mayors) imza attı. Avrupa Parlementosu’nda düzenlenen törende atılan imzayla Bornova, Türkiye’yi Avrupa’da enerji geleceği açısından temsil eden en önemli aktörlerden biri oldu. Avrupa’nın en büyük çevreci girişimlerinden birinin önce Bornova’da, sonra da İzmir’in diğer ilçelerinde hayata geçmesi için ilk adım atılmış oldu. Bornova Belediyesi üye diğer Avrupa belediyeleri gibi 2020 yılına kadar karbondioksit (CO2) salınımını yüzde 20 oranında düşürmeyi taahhüt etti.

500’ün üzerindeki Avrupalı belediye başkanının Avrupa’nın kalbi sayılan Avrupa Parlamentosu’ndaki buluşması, sembolik “Belediye Başkanları Sözleşmesi” imza töreni ile son buldu. Bu imza töreniyle birlikte sözleşmeye taraf olan belediyelerin sayısı 3 bin 113’e ulaştı.

Covenant of Mayors”, “Belediye Başkanları Sözleşmesi” nedir ?

Bornova Belediyesi, Avrupa Birliği bünyesinde 2020 yılına kadar karbondioksit (CO2) emisyonunu %20’ler den daha aşağılara çekmeyi hedefleyen bir girişim olan ve Avrupa Komisyonu tarafından da desteklenen “Covenant of Mayors’a” (Belediye Başkanları Sözleşmesine)  bu yıl mayıs ayında meclis kararı alarak taraf oldu. Sözleşmeye şu anda 3056 kurum imza atarak taraf oldu. Bu kurumlar, belediyeler ve bölgesel yönetimlerden oluşuyor. Sözleşmenin temel amacı : ‘’CO2 gazlarından arınmış, küresel ısınmayla savaşan, yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarının kullanımını özendirmek.” Olarak özetleniyor. Böylelikle, Sözleşmeye imza atan tüm belediye başkanları, Avrupa Birliği’nin CO2 emisyonunu azaltma hedefleri adına gönüllü taahhütte bulunmuş oluyor.

Bornova Belediyesi sözleşmeye taraf olarak neleri taahhüt etmiş olacak

–    İlçemizde temel emisyon envanteri hazırlamayı,
–    Başarmak istediğiniz hedeflerinizin altını çizen önlemleri ve politikaları içeren  “Sürdürülebilir Enerji Eylem Planını Hazırlamayı
–    Her 2 yılda bir programın uygulanması ve geçici sonuçların derecesini belirten uygulama raporlarını düzenli olarak yayınlamayı
–    Paydaşlar ve vatandaşların katılımını sağlayarak Yerel Enerji Günleri gibi organizasyonları veya faaliyetleri teşvik etmeyi
Diğer yerel yönetimlerin de katılımını sağlayarak belediye başkanları sözleşmesinin mesajını yaygınlaştırmayı;