Ana Sayfa Blog Sayfa 4869

Almanya’ya Akdeniz iklimi geliyor

Yapılan tahminlere göre 2080 yıllarında Almanya’nın bazı bölgelerinde Akdeniz iklimi hüküm sürecek. İklim daha sıcak ve kurak olacak. Bu koşullar sadece Almanya’da değil Avrupa’nın daha  kuzeyine doğru da yayılacak.

Almanya’nın Halle kentindeki Helmholtz Çevre Araştırmaları Merkezi’ndeki (UFZ) bilim insanları iklim değişikliğinin ormanlar, bitki ve hayvanları nasıl etkilediğini araştırıyor. Araştırmacı Stefan Klotz, özellikle ağaçların yeşerip geliştiği ilkbahar aylarının daha sıcak ve kuraklaşıyor olmasının ağaçları bir nevi strese soktuğunu belirtiyor. Klotz, stres altındaki ağaçların da her türlü zararlı etken ve hastalığa daha yatkın olduğunu ifade ediyor. Bilim insanı Klotz’a göre bir yerlerde çam, meşe ya da kayın ağaçlarının ölmesi söz konusu ise bunun nedeni genelde ağaçların daha önceden kuraklık veya aşırı sıcak nedeniyle zarar görmüş olması.

Peki Akdeniz iklimine özgü bitkiler, kuzeye doğru mu yayılacak yoksa tamamen yok mu olacak? Bu bitkinin türüne göre değişiklik gösteriyor. Zira iklim değişikliği, ağaçların yetişme hızı ile karşılaştırıldığında büyük bir hızla ilerliyor. Bir insan ömrü için 100 yıl uzun bir süreyi ifade edebilir ama bu süre bir meşe agacının yaşamından sadece ufak bir kesit. Sadece meşe değil, ömrü daha kısa canlı türlerinin de iklim değişikliğine yenik düşmesi söz konusu.

Araştırmacı Klotz’a göre daha sıcak bir iklim bazı kelebek türlerini kesinlikle tehdit etmezken, tırtılların beslendiği bitki türlerinin yok olması kelebeklerin de yok olabileceği anlamına geliyor. Bu zincirleme reaksiyonlar geleceğe yönelik tahminleri bir hayli güçleştiriyor.

Araştırmacı Stefan Klotz ve ekibinin yaptığı araştırmalara göre iklim değişikliğinin hızı, sonuçları değişebilir ama en kötü koşulların yaşanması halinde 2080 yılına kadar ağaç türlerinin yüzde 50’sinin değişmesi mümkün. İklim uzmanlarına göre önümüzdeki 50 yıl içerisinde sıcaklıkların 2 ila 4 derece artması bekleniyor. Uzmanlara göre ormanlar ne kadar çok değişik türde ağaç barındırırsa hayatta kalma ihtimali de o kadar yüksek.

Deutsche Welle Türkçe’den alınmıştır. (Claudia Ruby / Çeviri: Başak Demir)

(Yeşil Gazete)

Ben kuyruktan çıkıyorum – Metin Münir

Siz ne yaparsanız yapın, arkadaşlar.  Ben kuyruktan çıkıyorum.

Bu yıl için kararım canımın çektiği her şeyi yemek ve içmek.
İstediğim kadar. Korkmadan. Zevkine vararak. Ve akıllıca.
Bilmiyorum farkında mısınız? Beslenmek dünyanın en basit işi iken suçluluk yükleyen, neredeyse rehberlik isteyen bir hale geldi.
Atalarımız binlerce yıl antioksidan, kolesterol, omega-3 ne bilmeden sağlıklı yaşadı.
Onlar gibi yaşamak dururken kendimizi doktorların, diyetisyenlerin, sağlık uzmanlarının, gıda imalatçılarının, araştırmacıların, sağlık yazarlarının, PR şirketlerinin, reklamcıların kuklası haline getirdik.
Her sabah uyandığımızda daha uzun ve iyi yaşamak için yememiz veya yemememiz gereken başka bir şey koyuyorlar önümüze. Her gıda sınava tutuluyor, ona göre vize alıyor veya almıyor.
Sanki yemek masası değil mayın tarlası. Rehbersiz bir adım atma, ölürsün! Yaşlandıkça daha beter. Tarla küçülüyor, mayınlar çoğalıyor.

Aklımızı sömürgeleştirdiler…
Gıda konusunun bu hale gelmesinin sebebi basit. Anneannelerimizin zamanında pişirilen hemen hemen her şey tarladan, bostandan, meyve bahçesinden veya meradan geliyordu. Margarin yerine tereyağı, rafine yağlar yerine zeytin, fıstık veya ceviz yağı kullanılıyordu. Masamızdakiler geleneksel ve doğaldı. Anneannelerimiz ve birçoğumuzun annesi binlerce yıl geriye giden yemek tarifleri kullanıyorlardı.
Yavaş yavaş bizi bu tarzdan uzaklaştırdılar. Aklımızı sömürgeleştirdiler. Batı’da olduğu gibi, fabrikalarda imal edilmiş gıdalara, sağlıksız yağlara, hormonlu meyve ve sebzelere yönlendirdiler. Gıdanın zararlı olmaya, sağlık yerine hastalık sebebi olmaya başlaması bu değişiklik ile başladı.
Bu tartışmasız bir gerçek: Ne yiyorsan osun. Kişi ne kadar çok fabrikada üretilmiş, doğal olmayan gıda tüketirse o kadar çok sağlıksız olur. Çünkü bu yiyeceklerde etkisinin ne olduğu belirsiz katkı maddesi, kimyasal ve boyalar var. Rafine yağ ve şeker var.
Kutu, şişe veya plastik ambalaj gıdalarının tamamı eskidir. Ama evde pişen aşı ertesi gün yemek istemeyenler aylarca önce fabrikadan çıkan şeyleri bayıla bayıla yer, ne hikmetse.
Batı tarzı denen bu beslenme stili şişmanlamaya ve birçok öldürücü hastalığa kapı açar. Aşırı şişmanlığın ve tip 2 şeker hastalığının neredeyse tamamı, kalp ve damar hastalıklarının yüzde sekseni, ve bütün kanserlerin üçte biri bu beslenme tarzı ile bağlantılıdır. (*)
Bu çöplükten yemeyen toplumlarda bu hastalıklar bu kadar yaygın değildir. Bu çöplükten beslenirken anneannenin mutfağına dönenlerin ise sağlığında iyileşme görülür.
Çare çok basit: Anneannenizin mutfağında kullanmadığı gıdalardan mümkün olduğu kadar uzak durmak.
Her şeyde ölçülü ol, her gün yürü veya yüz, az ye, tarladan olsun.
Diyet kitabına gerek yok. Bu kadar basit.

*Food Rules, An Eater’s manual /Michael Pollan

Metin Münir – Milliyet

 

Örtbas

Profesyonel Gazeteciler Derneği’nin (SPJ) Gazetecilik Etiği Kuralları’nın birinci bölümü “Gerçeği ara ve haberleştir” başlığını taşır ve şöyle devam eder: “Gazeteciler bilgi toplamak, haberleştirmek ve yorumlamakta dürüst, adil ve cesur olmalıdır.” Diğer bütün etik kurallardan, ilkelerden önce bu gelir. Gerçeği aramak ve gerçeğin haberini yapmak.

Dikkat ederseniz kural “böyle yapsanız iyi olur” demiyor. Zorunluluk bildiren bir fiil kullanıyor. Eğer gerçeği aramak ve gerçeğin haberini yapmak için cesaretiniz yoksa, gerçeğin peşinden koşacak kadar dürüst ve adil değilseniz, gazeteci olamazsınız diyor. Bu kadar basit.

Elbette bazı durumlarda gerçeğe ulaşmak zordur. Haber kaynaklarınız azsa, yeterince tanık yoksa, eldeki bilgiler gerçeğe ulaşmak için yetersizse, yine de bir yolunu bulmak için araştırmak zorundasınız. Bazen de gerçeğe ulaşamazsınız. Ama bazı durumlarda gerçek gözünüzün önündedir, zaten bilinmektedir, sizin işiniz onu olduğu gibi sunmak ve herkes için görünür kılmaktan ibarettir. Bunu yapmadığınız zaman yaptığınız işe habercilik değil, örtbas etmek denir.

Geçen hafta 35 köylünün savaş uçaklarıyla öldürülmesi sonrasında Türkiye’de anaakım medyanın asıl işinin gerçekleri haberleştirmek değil, gerçekleri örtbas etmek haline geldiği konusunda kimsenin kuşkusu kalmadı. Bugün Türkiye’de mesleği gazetecilik olan, gazetecilikten geçimini sağlayan çoğu insan (evet, maalesef çoğu insan – meslek onurunu yitirmediği halde hâlâ aktif gazetecilik yapabilen az sayıda gazeteciye ve az sayıda basın kuruluşuna olan saygı ve hayranlığımı ayrı tutarak söylüyorum) hayatını gerçekleri haberleştirmekten değil, gerçekleri örtbas etmekten kazanıyor.

Hükümetin çıkarları için gerçekleri örtbas et, ordunun çıkarları için gerçekleri örtbas et, politikacının çıkarları için gerçekleri örtbas et, patronun çıkarları için gerçekleri örtbas et, sanayinin çıkarları için gerçekleri örtbas et, şirketlerin çıkarları için gerçekleri örtbas et, sektörün çıkarları için gerçekleri örtbas et, işini kaybetmemek için gerçekleri örtbas et, korktuğun için gerçekleri örtbas et…

Mesele sadece Uludere katliamını örtbas etmek mi? Gazetecilik mesleğiyle halkla ilişkiler mesleğini birbirine karıştıran bu gazeteciler bugün küresel ısınmayı da örtbas ediyorlar, Van depreminin sonuçlarını da örtbas ediyorlar, işçilerin her gün iş kazalarında öldüğü gerçeğini de örtbas ediyorlar, madenlerin ve sanayi kuruluşlarının doğayı yok ettiğini de örtbas ediyorlar, politikacıların sözlerindeki yalanları ve tutarsızlıkları da örtbas ediyorlar…

Gerçekleri örtbas eden gazetecilere karşı mücadele edenlerin de yine gazeteciler olması gerekiyor. Neyse ki hâlâ bunu yapabilen ve hâlâ işini kaybetmemiş, gazetesi kapanmamış veya cezaevine düşmemiş az sayıda gazeteci var. Ama meslekleri ortadan kalkarken, kaldırılırken, ne kadar dayanabilecekler?

SPJ’nin gazetecilik etik kurallarının en önemli maddelerinden birinde de “sesi çıkmayanların sesi ol” diyor. Haksızlığa uğrayanların, yoksulların, azınlıkta kalanların ve doğanın, yani sesi olmayanların ve sesini duyuramayanların sesi olmadan, vicdanın sesi olmadan gazetecilik yapamazsınız.

Gazetecinin görevi Edward Said’in “Entelektüel”de yazdığı gibi, “iktidara hakikati söylemek”tir, iktidara hakikati gizlemek için yardım etmek değil. İktidarla arasına mesafe koymayan, hem de her türlü iktidarla ve asla kapanmasına izin vermediği gerçek bir mesafe koymayan kişi gazeteci olamaz. Asıl mesleği gazetecilik olmadığı için işin kolayını bulup, “zaten ben gazeteci değilim” deyip,  her gün köşe yazılarında veya televizyon koltuklarında gerçekleri örtbas ederek ve iktidarların halkla ilişkiler memurluğunu yaparak hayatını kazananların el üstünde tutulduğu bir ortamda gazetecilik yaşayabilir mi?

Alternatif ve bağımsız medyanın işi zor. Artık alternatif ve bağımsız medya, anaakım medyanın boş bıraktığı küçük alanları doldurmakla yetinemez. Artık gerçeği aramak ve gerçeği haberleştirmek, sesi olmayanların sesi ve vicdanın temsilcisi olmak gibi çok daha büyük bir görevimiz var. Anaakım medyanın boş bıraktığı alan dev bir kara deliğe dönüşmeye başladı. Bu boşluğu ancak alternatif ve bağımsız medya doldurabilir.

Bunu nasıl başaracağımızı bulamazsak, gerçeği arama mesleğini gerçeği örtbas etme mesleğine dönüştürenlerin karşısında yenilmiş oluruz.

GDO “piyasa”nın sevgilisi

Slow Food Türkiye / Fikir Sahibi Damaklar oluşumu, GDO’lara karşı sosyal medyada sürdürdüğü mücadelesine devam ediyor.

Biyogüvenlik Kurulu’nun GDO’lu 13 mısır türünün hazır yemlerde kullanımına izin vermesinin hemen ardından başlattıkları facebook ve twitter kampanyasında tüketicileri “sorgulamaya ve sormaya” çağıran Fikir Sahibi Damaklar, ilk olarak hayvan ve hayvansal ürün üretici firmaların iletişim bilgilerini paylaşarak, “Arayıp soralım, GDO’lu yem kullanıyorlar mıymış?” demişlerdi. Bu firmalardan bazılarından aldıkları olumlu ve olumsuz cevapları da facebook sayfalarında paylaşan Fikir Sahibi Damaklar, bunun ardından Biyogüvenlik Kurulu’na başvuruda bulunan Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği İktisadi İşletmesi, Yumurta Üreticileri Merkez Birliği ve Türkiye Yem Sanayicileri Birliği Derneği İktisadi İşletmesi’ne “Siz kimleri temsilen bu GDO’lu yemlere onay istediniz?” sorusunu yöneltmişti.

Fikir Sahibi Damaklar facebook sayfasında devam ettiği kampanyada şimdi de yem üreticilerine aynı soruyu yönelterek “GDO’lu ürünleri kullanıyor musunuz?” diyor. Sayfadaki fotoğraf albümlerinde sorulan sorular ve bu sorulara gelen cevaplar et ve hayvansal ürün piyasasındaki özellikle büyük firmaların neredeyse tamamının GDO’lu ürün kullandığını gösteriyor.

(Yeşil Gazete)

Başbuğ tutuklandı

Eski Genelkurmak Başkanı İlker Başbuğ az önce tutuklandı.

Bugün yaklaşık 7 saat süren ifade işlemenin ardından savcı Kansız, Başbuğ’u, ‘terör örgütü üyesi olmak’ suçundan tutuklanması için mahkemeye sevk etti.

Başbuğ, İstanbul Nöbetçi 12. Ağır Ceza Mahkemesine ifade verdikten sonra hakkındaki karar netleşti.

Öte yandan savcı Cihan Kansız, Başbuğ’un ifadesinin tamamlanmasının ardından, gün boyu adliyede bulunan İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili Fikret Seçen ile birlikte binadan ayrıldı.

Gece saat 00.30’da İlker Başbuğ’un tutuklandığı açıklandı.

Savcı idamını istedi

0

Mısır Başsavcısı, eski Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek için idam talebinde bulundu.

Mısır’ın halk ayaklanması sonucunda 30 yıllık iktidarını bırakmak zorunda kalan ve yargılanması süren eski Devlet Başkanı Mübarek için resmen idam talebinde bulunuldu.

Başsavcı Mustafa Süleyman’ın, ayaklanma sırasında güvenlik güçlerine göstericilerin üzerine ateş açmaları için talimat vermekle suçlanan Mübarek’le birlikte, oğulları Ala ve Cemal ile eski İçişleri Bakanı Habib el Adli’nin idam edilmesini istediği belirtildi.

Olayla ilgili açıklamada bulunan Başsavcı, göstericilerin öldürülmesiyle ilgili ellerinde doğrudan delil bulunmadığını söyleyerek, ”Olaylar sırasında göstericileri öldürenler polis memurları. Sivilleri öldüren polislere ulaşmak imkansız. Bu davada tutuklanan kimseler öldürme talimatı vermek ve yardımcı olmak suçlaması ile yargılanıyorlar. Mübarek ve Adli’nin bilgisi olmadan göstericilerin öldürülmesi imkansız” dedi.

FLAŞ! Öldürülenlerin yakınları gözaltında!

Şırnak’ın Uludere İlçesi’ne bağlı Ortasu (Roboski) Köyü’ndeki katliamda yakınını kaybeden 6 yurttaşın gözaltına alındığı iddia edildi.

Uludere’nin Roboski Köyü’nde 35 kişinin yaşamını yitirdiği katliamda 3 kuzenini kaybeden Faruk Encu ile Serbest Encu, Nihat Encu, Nezir Encu, Ferset Encu ile Ferdi Alm’nına, sabah saatlerinde gözaltına alındığı öne sürüldü. Yüksekova Haber’de çıkan habere göre katliam sonrası taziye için geldikleri Roboski’den İstanbul’a dönerken Uludere’nin çıkışında bulunan İnciler Askeri Kontrol Noktası’nda gözaltına alınan 6 kişinin İlçe Jandarma Karakolu’na götürüldüğü öğrenildi.

Öte yandan dün gözaltına alınan Özcan Encu’nun ise hala gözaltında tutulduğu belirtildi.

(Yüksekova Haber, Yeşil Gazete)

Jülide Özçelik’in 2. albümü kulaklarınızın pasını silecek

İlk albümü “Jazz İstanbul Vol. 1” geniş bir hayran kitlesi yakalayan Jülide Özçelik’in yeni albümü, “Jazz İstanbul Vol. 2” tüm müzik marketlerde.

İstanbul doğumlu olan Jülide Özçelik müzik eğitimine ‘Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin Hafif Batı Müziği bölümünde başladı. Bu bölümden, Selmi Andak, Melih Kibar, Hakan Şensoy gibi değerli eğitmenlerden aldığı derslerle 1998 yılında mezun oldu.

İlk albümü “Jazz İstanbul Vol. 1” 2008 yılında çıkaran Özçelik, aradan geçen 3 yılın ardından yeni yorumları ile dinleyenlerinin karşısında

İlk albümünde olduğu gibi bu albümünde de hem kendi söz ve bestelerine hem de halk müziği parçalarına yer veren Jülide Özçelik’in, “Jazz İstanbul Vol. 2” albümünde yer alan parçalar ise

  1. Zaman
    Söz & Müzik: Jülide Özçelik
  2. Hayat
    Söz & Müzik: Jülide Özçelik
  3. Şu Yaltadan Taş Yükledim
    Söz & Müzik: Anonim
  4. Gizli Cennet
    Söz & Müzik: Jülide Özçelik
  5. Vitrin
    Söz & Müzik: Özdemir Erdoğan
  6. Zeynoş Funk
    Müzik: Jülide Özçelik
  7. Kimse Bilmez
    Söz: Ömer Hayyam     Müzik: Mehmet Güreli
  8. Uzun İnce Bir Yoldayım
    Söz & Müzik: Aşık Veysel Şatıroğlu
  9. Eşitiz Eninde Sonunda
    Söz & Müzik: Jülide Özçelik
  10. Gönül Dağı
    Söz & Müzik: Neşet Ertaş

Albümde yer alan parçaların 30 saniyelik dilimlerini    esenshop.com/ adresinden dinlemek mümkün.

(Yeşil Gazete)

SİYAD adaylarını belirledi

Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) Ödülleri adayları belli oldu. Toplam 14 film, adaylık listesinde en az bir kategoride yer bulurken, “Bir Zamanlar Anadolu’da” 8 dalda aday gösterildi. 44. SİYAD Ödülleri´nde “Bir Zamanlar Anadolu’da”, “Gelecek Uzun Sürer”, “Gölgeler ve Suretler”, “Press” ve “Saç” En İyi Film’e aday oldu.
44. SİYAD Ödülleri’nde ayrıca, “Gölgeler ve Suretler” toplam sekiz dalda, “Saç” ise yedi dalda aday oldu.
En İyi Film için yarışacak olan ”Press” toplam dört, “Gelecek Uzun Sürer” ise üç dalda aday gösterildi. Aday kategorilerinde yarışan diğer filmler: ”Dedemin İnsanları“, “Gişe Memuru”, “Eyyvah Eyvah 2”, “Kar Beyaz”, “Kaybedenler Kulübü”, ”Nar“, “Yangın Var” ve “Zefir”.

16 Ocak Pazartesi akşamı yapılacak 44. SİYAD Ödülleri töreninde, açıklanan dallarla birlikte, Perihan Savaş, Erden Kıral ve Osman Şahin’e ‘SİYAD Onur Ödülü’ verilecek.

‘En İyi Kısa Film’ ve ‘En İyi Belgesel’ ödülleri de gecede sahiplerini bulacak. ‘En İyi Kısa Film’ dalında beş film yarışırken, ‘En İyi Belgesel’ dalında SİYAD bu sene sekiz filmi aday göstermeye değer buldu. Ayrıca gecede Ahmet Uluçay’ın anısına verilen “Ahmet Uluçay Umut Ödülü” de, sinema sektöründe ismini yeni duyuran genç bir yeteneğe takdim edilecek. SİYAD 2011 yılının en iyi yabancı gösterim filmini de bir SİYAD ödülüyle açıklıyor.

44. SİYAD Ödülleri, 16 Ocak Pazartesi akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılacak törenle sahiplerini bulacak.

44. SİYAD – TÜRK SİNEMASI ÖDÜLLERİ ADAYLARI
(filmler isim sırasına, kişiler soyadı sırasına göre alfabetik)

EN İYİ FİLM

BİR ZAMANLAR ANADOLU´DA (Yapımcı: Zeynep Özbatur ATAKAN)
GELECEK UZUN SÜRER (Yapımcılar: Ersin ÇELİK, Soner ALPER)
GÖLGELER VE SURETLER (Yapımcı: Oktay ODABAŞI, Derviş ZAİM)
PRESS (Yapımcı: Sedat YILMAZ)
SAÇ (Yapımcı: Veysel İPEK, Tayfun PİRSELİMOĞLU, Rena VOUGIOUKALOU)

EN İYİ YÖNETİM

Nuri Bilge CEYLAN (BİR ZAMANLAR ANADOLU´DA)
Çağan IRMAK (DEDEMİN İNSANLARI)
Tayfun PİRSELİMOĞLU (SAÇ)
Ümit ÜNAL (NAR)
Derviş ZAİM (GÖLGELER VE SURETLER)

MAHMUT TALİ ÖNGÖREN EN İYİ SENARYO

Ebru CEYLAN, Nuri Bilge CEYLAN, Ercan KESAL (BİR ZAM. ANADOLU´DA)
Ümit ÜNAL (NAR)
Tayfun PİRSELİMOĞLU (SAÇ)
Sedat YILMAZ (PRESS)
Derviş ZAİM (GÖLGELER VE SURETLER)

CAHİDE SONKU EN İYİ KADIN OYUNCU PERFORMANSI

Demet AKBAĞ (EYYVAH EYVAH 2)
Nesrin CAVADZADE (YANGIN VAR)
Hazar ERGÜÇLÜ (GÖLGELER VE SURETLER)
Nazan KESAL (SAÇ)
Nergis ÖZTÜRK (ATLIKARINCA)

EN İYİ ERKEK OYUNCU PERFORMANSI

Taner BİRSEL (BİR ZAMANLAR ANADOLU´DA)
Serkan ERCAN (GİŞE MEMURU)
Ayberk PEKCAN (SAÇ)
Osman SONANT (YANGIN VAR)
Muhammet UZUNER (BİR ZAMANLAR ANADOLU´DA)

EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU PERFORMANSI

Popi AVRAAM (GÖLGELER VE SURETLER)
Gökçe BAHADIR (DEDEMİN İNSANLARI)
Asiye DİNÇSOY (PRESS)
İdil FIRAT (NAR)
Nergis ÖZTÜRK (GİŞE MEMURU)

EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU PERFORMANSI

Rıza AKIN (SAÇ)
Ercan KESAL (BİR ZAMANLAR ANADOLU´DA)
Rıza KOCAOĞLU (KAYBEDENLER KULÜBÜ)
Fırat TANIŞ (BİR ZAMANLAR ANADOLU´DA)
Ahmet Mümtaz TAYLAN (BİR ZAMANLAR ANADOLU´DA)

EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETİMİ

Feza ÇALDIRAN (GELECEK UZUN SÜRER)
Emre ERKMEN (GÖLGELER VE SURETLER)
Ercan ÖZKAN (SAÇ)
Gökhan TİRYAKİ (BİR ZAMANLAR ANADOLU´DA)
Mehmet Y. ZENGİN (ZEFİR)

EN İYİ MÜZİK

Mustafa BİBER (GELECEK UZUN SÜRER)
Selim DEMİRDELEN (NAR)
Mircan KAYA (KAR BEYAZ)
Marios TAKOUSHIS (GÖLGELER VE SURETLER)
Cavit ERGÜN, Erdem TARABUŞ, Can Göksu (KAYBEDENLER KULÜBÜ)

EN İYİ KURGU

Haluk ARUS (KAYBEDENLER KULÜBÜ)
Bora GÖKŞİNGÖL, Nuri Bilge CEYLAN (BİR ZAMANLAR ANADOLU´DA)
Çiçek KAHRAMAN, Evren LUŞ, Tolga KARAÇELİK (GİŞE MEMURU)
Erdinç ÖZYURT (SAÇ)
Aylin TİNEL (GÖLGELER SURETLER)

EN İYİ SANAT YÖNETİMİ

Dilek Yapkuöz AYATUNA (BİR ZAMANLAR ANADOLU´DA)
Nevim DOĞAN (PRESS)
Elif TAŞÇIOĞLU (GÖLGELER VE SURETLER)
Haluk ÜNLÜ (DEDEMİN İNSANLARI)
Natali YERES (SAÇ)

EN İYİ BELGESEL

ANADOLUNUN SON GÖÇERLERİ: SARIKEÇİLİLER (Yön.: Yüksel AKSU)
AN (Yön.: Nazlı BAYRAM)
BEDENSİZ RUHLAR (Yön.: Sabite KAYA)
BİR AVUÇ CESUR İNSAN (Yön.: Rüya KÖKSAL)
DİREN-İŞ (Yön.: Burak KOÇAK)
EKÜMENOPOLİS: UCU OLMAYAN ŞEHİR (Yön.: İmre AZEM)
OFSAYT (Yön.: Reyan TUVİ)
ÖLÜCANLAR (Yön.: Murat ÖZÇELİK)

EN İYİ KISA FİLM

KIRMIZI ALARM (Yön.: Emre AKAY)
PERA BERBANGÊ (Yön.: Arin İnan ARSLAN)
BİRGÜNBİRGÜNBİR…EVEDEGELMİŞKİMSEYOK (Yön.: Berrak ÇOLAK)
FAZLA MESAİ (Yön.: Gürcan KELTEK)
NOLYA (Yön.: Cem ÖZTÜFEKÇİ)

Örümcek kadının gazozu! – Haziran Düzkan

Deniz Gezmiş’in “o taraklarda” bezi yokmuş, şükür öğrendik, yüreğimize su serpildi.

Bülent Ersoy, İzzet Çapa’ya verdiği röportajda, Deniz Gezmiş’i tanıdığını iddia ediyor ve bir hikaye anlatıyor. Ersoy, küçük bir kızken Gezmiş’le aynı ortamda bulunuyor, O’na büyük bir hayranlık duyuyor. Gezmiş ise Ersoy’un sesine hayran, üç gazoz karşılığı O’na şarkı söyletiyor.

Bülent Ersoy, Deniz Gezmiş’in gençliğine tanıklık ettiğini iddia eden ilk isim değil. Bunda şaşırılacak bir durum da yok, devrimciler çoğunlukla çok sosyal insanlardır. Doğrusunu isterseniz, yaşı tutan, hele o yıllarda Türkiye’nin herhangi bir üniversitesinde öğrencilik yapmış çoğu kişinin Gezmiş’le anılarını dinliyoruz. Bunlardan kimileri uzaktan hayranlık hikayeleri, kimileri hiç bilinmeyen yakın arkadaşlıklar iddia ediyor, kimileri ise kulağa hiç inandırıcı gelmiyor.

Hikayeler rakı masalarında, okul kantinlerinde, fabrika yemekhanelerinde kulaktan kulağa yayılıyor. Kahramanca duruşundan tutun kızlardan gördüğü ilgiye kadar, “kendimize ait bir Malkoçoğlu” fikri, yüreklerimize su serpiyor. Demek ki böyle bir masal kahramanına, bir efsaneye ihtiyaç duyuyoruz. Türkiyeli sol, tarihindeki tüm yenilmişliklerine karşı dik duruşunu bir figürle desteklemek istiyor. Kahramanımızı pop kültürün içinde görmek de bizleri cok rahatsız etmemiş olacak ki, çoğumuz Gezmiş’i de içinde barındıran kurgu yapımlara, dizilere, kitaplara kayıtsız kalmadık. Mesafeli durduk belki, ama düşmanlık da duymadık. Kimi arkadaşları bu yapımlara danışmanlık bile yaptı. Elbette her yapım desteklenmedi. Örneğin Yol yayınlarından çıkan Ali Yıldırım imzalı “Deniz Gezmiş’in Günlüğü”, öyle aşikar bir dolandırıcılıktı ki, pek çok kişinin itirazı ile karşılaştı. Fakat bu ve bunun gibi birkaç istisna hariç, Gezmiş’in yakınları hiçbir zaman tarihi gerçekliğin peşinde olmadı. Asıl önemsenen, Deniz Gezmiş’in onurlu ve ahlaklı bir insan olarak anılmasıydı. Tabii dönemin tanıklarının kendi ahlak yargıları çerçevesinde…

Doğrusu Bülent Ersoy’un hikayesi, şimdiye kadar Gezmiş’le ilgili duyduğum en hoş, en ilham veren öykülerden birisi olabilir. Bu genç devrimcinin, henüz cinsiyet geçişi sürecine girmemiş çocuk yaşta bir transla kurduğu dostluk hikayesi, Gezmiş’i her zamankinden fazla sahiplenmeme neden oluyor. Bir devrimcinin Bülent Ersoy’la, günün birinde o eşsiz sesine rağmen yıllarca sahneye çıkamamaktan, çıktığında sırf istek şarkı kabul etmedi diye vurulmaya ve hatta “iğrenç” diye nitelendirilmeye binbir ayrımcılığa maruz kalacak bu çocukla ilişkisi, belki de ancak masal olabilecek kadar büyülü.

Fakat ne yazık ki Gezmiş’i elleriyle masallaştıranlar, o masalda bir transa yer vermiyor. Bu denli naif bir öyküye “gazoza ilaç atma” gibi tecavüz imalı, mide bulandırıcı kurgular yazmanın başka bir açıklaması olamaz herhalde.

Ben Bülent Ersoy’un masalını bu yeşil parkalı prens, bu maço kahraman masalına yeğliyorum:

“Bülent ve Deniz, iki çocukluk arkadaşıdır. Biri hayatını devrime adar, diğerinin hayatı ise bu ülkede bir devrime yol açar. Bülent kücük bir çocukken, bir elinde cımbız, bir elinde ayna yoktur belki ama, Deniz’le bir şarkı söyleyip üç gazozu paylaşırlar. Sefaları olsun, oh oh…”

 

Yazı herdildeherrenkteisyan.org/ dan alıntılanmıştır.

 

Haziran Düzkan

Haziran Düzkan