Ana Sayfa Blog Sayfa 4868

Boğaz dokuz boğumdur, boğa boğa söyler – Bekir Ağırdır

Uludere faciasından sonra iktidarıyla, muhalefetiyle, Kürtleri temsil ettiğini iddia edenleriyle ve medyanın önemli bir kesiminin olayı tartışırken kullandığı dile inanamıyorum.

Tamam, partiler ve o partilerin yandaşları arasında siyasi rekabet olur, olmalıdır da ama siyasi rekabetin dili bu mudur? Hele siyasi rekabete konu olan şey Kürt meselesi ise bu kadar mı aymazlık olur?

Yaşanan Ak Parti yandaşlığı – karşıtlığı eksenindeki siyasi kutuplaşmayı anlayabiliyorum ama bu kutuplaşmanın gündelik hayata yansıması ve yayılmasının, Kürt meselesinin de ayrı bir eksende Türk-Kürt kutuplaşmasına dönüştüğünün hala fark edilemiyor oluşuna inanamıyorum. Kullanılan bu dil yaşanan iki ayrı eksendeki bu kutuplaşmayı daha da artırıyor a dostlar farkında değil misiniz?

Ayça Şen’in harika tespitiyle söyleyeyim, “hortlaklar bile hangi mezarlıkta böö diyeceğini şaşırdı” artık.

Hortlaklar bile hangi mezarlıkta böö diyeceğini şaşırdı

Ruhumuzla bedenimiz ayrışıyor, duygularımız kayboluyor, acılarda bile ayrışıyoruz artık. Duyarsızlıklarımız acımasızlığa dönüşüyor giderek.

Bu günler sürpriz de değil üstelik! Radikal gazetesinde 23-28.12.2008 tarihlerinde yayınlanan, Kürtler başlıklı dizide, elimizdeki verilerden yola çıkarak, demişim ki:

“Sorunun karakterindeki bir başka önemli değişiklik sorunun katman değiştirmiş oluşudur. Kürt sorunu devlet-birey ilişkisindeki bir sorun iken ve bu eksen üzerindeki sorunlar üzerinden bir terör sorunu üremiş iken, bugün geldiğimiz noktada sorun giderek toplumun iç sorunu haline gelmektedir. Her gün şu ilde bu ilçede küçük veya büyük görülmekte olan olaylar hem bu karakterindeki değişikliği göstermektedir hem de daha büyük ve daha belalı bir başka soruna işaret etmektedir. Kürt sorunun bu karakter değişikliği de kendi başına sorunun çözümünü giderek zorlaştırıcı bir karakter taşımaktadır. Çünkü daha önceki devlet-birey sorunu halini çözümü belki yalnızca TBMM’de bazı yasa değişiklikleri ile yönetilebilecekken, bugün tüm toplumun yeni bir mutabakat yaratması gerekliliğine doğru dönmektedir. Açıktır ki, yeni bir toplumsal mutabakat birkaç yasa değişikliğinden daha zor olacaktır. Üstelik ülke neredeyse her şeyi ile bir siyasi kutuplaşmaya sürüklenmiş ve bu kutuplaşmayı aşamıyor iken. En önemlisi de giderek toplumdaki ortak yaşama iradesi aşınmaktadır.”

“Toplumsal uzlaşma tarafların masadaki temsilcileriyle değil, gündelik hayatın içinde yaptıklarınızla ve kullanılan dille üretilir.”

Kürt meselesi geleceğimizin tıkaçı değil, yaşamsal dinamiği artık

Şimdi de olan bitene ve kullanılan dile baktığımda üç şeyi görüyorum. Birincisi Kürt meselesi ve Kürtlerin de Türklerin de toplumsal psikolojisi, siyasi gerilim ve siyasi rekabet konusu olmaktan çıktı artık. Kürt meselesi, bu meseleyi çözüp çözemeyeceğimiz ve hangi araç ve yöntemlerle çözeceğimiz ortak yaşam için, yeniden “biz” olabilmek için, yeni toplumsal uzlaşma ve yeni anayasa yaşamsal bir mesele haline dönüştü.

İkincisi tüm bu fay hatlarında, siyasi gerilimlerde ve hatta Anayasa uzlaşma komisyonunda dört parti yok, beş parti var. Beşinci parti “devlet”, vatandaşına rağmen var olmaya çalışan “devletçi zihniyet”. Bu zihniyet ve sahibi aktörler hemen her siyasi aktörün içinde şu veya bu oranda var. Bu zihniyet ne olursa olsun kendi varlığını, eski zihin haritaları, kurum ve kurallarıyla değişmeden sürdürmek istiyor. DeğişiyorMUŞ gibi yaparak, değişimin yanındayMIŞ gibi yaparak, kaygıları, endişeleri, korkulara dönüştürmeyi başardı. Her kesime, o kesimin meşrebine uygun korkular salarak ama genelde değişimin risklerini gerçeğe dönüştürecek hamleler, operasyonlar yaparak, en azından kontrolünde olmasa bile olan vakaların algılanmasını ve tüm siyasi aktörleri bir biçimde manipüle etmeyi başardı. Bu devleti tüm zihniyeti, kurum ve kurallarıyla yeniden yapılandırmadan gerçek bir değişim başaramayacağımız ortaya çıktı.

‘Ya ordasınızdır ya burada…’ zihniyeti kapladı her şeyi

Üçüncüsü kullanılan dilin sahiplerinin zihin haritalarıyla ilgili. Anımsayacaksınız Kuzey İrlanda’nın çatışma ve ölümlerle geçen yakın tarihine dair bir film vardı, “Cennette beş dakika”. Geleceğe giden yolun, kendi geçmişiyle yüzleşmekten geçtiğini anlatan film, 1975 yılında başlıyor. İngiltere’yle birleşme yanlısı Ulster Gönüllüleri’nden 17 yaşındaki Alistair Little, 19 yaşındaki Katolik Jim Griffin’i öldürüyor. İki hafta sonra Alistair tutuklanarak cezaevine gönderiliyor. Jim’in 11 yaşındaki kardeşi Joe, cinayetin tanığı. Cinayetten 33 yıl sonra, Katil Alistair’le kurbanın kardeşi Joe bir TV programında yüzyüze gelecekler.  Katil Alistair “O dönemler bana tek doğrunun o an adam öldürmek olduğunu söylediler, bende onu yaptım” diye anlatır cinayeti anlatırken ve cinayet sonrası gizlenmediğini, kaçmadığını aksine bara gururla gittiğini ve nasıl kendini bir kahraman olarak gördüğünü anlatır. O günlere dair duygularını anlatırken der ki “bir kere o örgütlere katıldıktan sonra onlara sesinizi duyurma şansınız yoktur artık. O örgüte dâhil olan herkes iyi, karşısında olan herkes kötüdür. Bizden ölen herkes kurban, onlardan ölen herkes ise kazançtır. Karşı taraftakilerin iyi birer karakterinin olup olmaması, çoluğu çocuğu ailesi, onların ne kadar üzülecekleri düşünülmez. Ya ordasınızdır ya burda…”

Bu sözlerdeki “örgüt” kelimesini “yan”, “kutup”, “zihniyet” olarak da okuyabilirsiniz. İşte bu zihniyete teslim olmuş durumda siyasetimiz ve medyamız, herkes “ya orda ya da burda”.

Ama herkes bir dakika durup düşünmeli, ne istiyor?  Çözüm mü çatışma mı? Ortak bir yaşam mı ötekilerin yok olmasını mı? Hangi dil, hangisine giden yolu açar? Ya da daha önemlisi belki de yolları tamamen tıkar!

Bekir Ağırdır  www.t24.com.tr

Gitar Cafe’de Ocak ayı

Kadıköy’ün canlı etnik müzik dinlenebilen mekanlarından Gitar Cafe Ocak da birbirinden değerli müziyenleri İstanbullu müzikseverler ile buluşturacak.

Ocak ayı içerisinde Gitar Cafe’de kimlerin olacağına bir göz atalım

KONSERLER

06 Ocak 2012 Cuma, 21:00

“Project 37”

Harris Lambrakis (ney),  Vassilis Tzavaras (gitar, piyano, vokal)

Proje 37, 2001 yılında, Yunanistan’da sayısız konser vermiş neyzen Harris Lambrakis and Vassilis Tzavaras tarafından Atina’da kuruldu. Bu projelerinde, her iki müzisyen de önceden kaydedilmiş ses malzemesini, serbest doğaçlamalarını ve soyut sesleri, farklı stillerden melodik öğelerle birleştirip özgün soundlarını yaratıyor.

http://www.myspace.com/project37a

www.myspace.com/harris lambrakisquartet

www.myspace.com/musicinaroom

Giriş: 25 TL

 

07 Ocak 2012 Cumartesi, 21:00

“Cenk Erdoğan Solo Sessions”

Cenk Erdoğan (gitar)

Bu konserde, yetenekli gitarist Cenk Erdoğan, tek gitar icin bestelediği müziklerini, live looping teknigi ile yapacağı emprovizelerini ve uzun yillardir yazip cizdigi ama yayindan kalkinca birdaha duyamadigimiz film muziklerini bizlerle paylaşacak. Müziklerini yaptığı filmler arasında en iyi film müziği ödülü’nü alan Issız Adam, Sis ve Gece ve Kabuslar Evi de yer alıyor.

http://cenkerdogan.net/turkce/

http://www.myspace.com/cenkerdogan

Giriş: 25 TL

 

10 Ocak 2012 Salı, 21:00

Sarp Maden & Çağlayan Yıldız

Sarp Maden (gitar), Çağlayan Yıldız (gitar)

http://www.myspace.com/sarpmaden

Giriş: 20 TL

 

14 Ocak 2012 Cumartesi, 21:00

Mutlak Sessizlik

Mutlak Sessizlik, 2005 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde öğrenim gören bir grup öğrenci tarafından kuruldu. Topluluk, müziğinde Batı Anadolu’dan, Ege ve Rumeli’den türkülere; Rebetikolara, oyun havalarına ve Klasik Türk Müziğinin saz eseri formundaki eserleri ile kendi bestelerine yer vermekte.

Grup üyeleri: Birkan Yavuz (Keman), Cem Utku (Vurmalılar, Aydın Çıracıoğlu (Akordeon), Kerem Esemen (Gitar), Onur Akyol (Ud), Didem Yalın (Solist)

Giriş: 25 TL

 

15 Ocak 2012 Pazar, 21:00

HELESA

2000 yılında, Ayşenur Kolivar tarafından kurulan Helesa grubu, Dans ve Müzik Grubu  olarak yöre kültürlerinin derlenmesi, incelenmesi ve icra edilmesine yönelik çalışmalar yapmaktadır. Yöredeki kültürel zenginliği hakettiği ciddiyetle icra etmeyi hedefleyen grup, kültürel ve folklorik çalışmalara öncelik vererek üç yıl boyunca yörede derleme çalışması yaptı. Karadeniz kültürünün popülerleşmeye ve medyatikleşmeye başladığı bir döneme denk gelen sahne çalışmalarında, yörede  zaten popüler olan türküleri icra etme kolaycılığına kaçmadan, bu kültürün hakettiği emeği vererek icra etmeye özen gösterdiler. Grup, bugün Türkçe, Lazca, Hemşince, Pontus Rumcası, Megrelce ve Gürcüce türküler içeren repertuarlarını ve yorumlarını geliştirmek konusunda çalışmalarına devam ediyor.

http://www.youtube.com/watch?v=FJ6Tw7Hv_nI

http://www.dailymotion.com/video/xjkcvq_helesa-ayyenur-kolivar-getma_music

Giriş: 25 TL

 

18 Ocak 2012 Çarşamba, 21:00

Bora Çeliker & Barış Ertürk

Bora Çeliker (gitar, vokal), Barış Ertürk (tenor saksafon)

Bu konserde, ikili, geniş ve eklektik bir repertuvarı serbest doğaçlamalarla birleştirerek, şarkı formlarında gözden kaçırdıkları olasılıkların izini sürüyor.

http://www.youtube.com/watch?v=CH90JInUlHw

http://www.boraceliker.com/index.php/uncategorized/test-video/

Giriş: 20 TL

 

20 Ocak 2012 Cuma, 21:00

Aklan Akdağ  “Solo Baladlar”

Aklan Akdağ (gitar, vokal)

http://www.youtube.com/watch?v=uocQyhsH7RI

Giriş: 25 TL

 

21 Ocak 2012 Cumartesi, 21:00

Berkant Çelen & Yurdal Çağlar

Berkant Çelen (gitar), Yurdal Çağlar (gitar)

http://soundcloud.com/heartcoremusic

Giriş: 20 TL

 

22 Ocak 2012 Pazar, 21:00

Efrén López & Laia Puig

Efrén López(Hurdy Gurdy) & Laia Puig (Gayda)

Balkan, Anadolu ve Yunan müziklerini sentezleyerek muhteşem eserler üretmiş İspanyol müzik topluluğu L’Ham de Foc’un (http://www.cafrande.org/?p=10789) kurucusu olan Efren López, bu konserde Batı’nın en eski müzik enstrümanlarından biri olan Hurdy Gurdy’I çalacak.

http://www.youtube.com/watch?v=8yBGcNu3XmI

http://www.cafrande.org/?p=10789

http://www.youtube.com/watch?v=F4tjkvgVfi8

Giriş: 25 TL

 

27 Ocak 2012 Cuma, 21:00

Despina Betini & Emre Akı

Despina Betini (piyano), Emre Akı (klasik gitar)

http://www.youtube.com/watch?v=l7zWZSdQ6SU

http://www.youtube.com/watch?v=2CeBVqOBncg

Giriş:20 TL

 

28 Ocak 2012 Cumartesi, 21:00

Pal Sokağı Çocukları

Halil Kavaklıpınar(Vokal-Banjo-Mızıka), Buğrahan Doğanöz(Mandolin-Akordeon-Back vokal), Onuralp Yılmaz(Çello-Piyano-Back vokal), Caner Yıldırım(Gitar-Trompet-Back vokal), Alper Semih Sarı(Keman-Ukulele-Back vokal), Efe Kaya(Davul-Perküsyon-Back vokal).

http://www.youtube.com/watch?v=XnfN0WtQsdY

http://www.youtube.com/watch?v=Ek1jNx-RQ7w

Giriş: 20 TL

Gitar Cafe’de konserlerin dışında atölyeler de düzenlenecek Ocak ayı içerisinde

ATÖLYELER

 

7 Ocak 2012 Cumartesi, 11:30- 13:30

Sumru Ağıryürüyen ile “Birlikte Söyleyelim” Şarkı Atölyesi

Sumru, Gitarcafe’de 3 yıldır düzenlediği “Birlikte Söyleyelim” keyfini bu yıl ABD, Almanya ve Kapadokya Klasik Keyifler’deki amatör-profesyonel müzisyenlerle paylaştı. Şarkı söylemeyi seven ya da hayatında şarkı söylememiş olup söylemek isteyen her yaştan herkese açık olan atölye, Cumartesi sabahları Gitarcafe’de. Balkan, Sefarad, Anadolu şarkılarını birlikte söylemenin zevkine varmak için…

İletişim: [email protected]

Katılım ücreti: 40 TL

 

14 Ocak 2012 Cumartesi, 11:30- 13:30

Sumru Ağıryürüyen ile “Birlikte Söyleyelim” Şarkı Atölyesi

Katılım ücreti: 40 TL

 

31 Ocak 2012 Salı, 21:00

Müzikli Sohbetler

Özgür Ay

Katılım ücreti: 15 TL

 

 

 


 

 

 

 



 

Türkiye ve Yunanistan Yeşilleri’nden ortak açıklama

Türkiye ve Yunanistan‘dan Yeşiller, eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın açıklamalarıyla gündeme gelen orman yangınlarını kınadı.Türkiye Yeşiller Partisi eşsözcüleri Ümit Şahin ve Yüksel Selek ile Yunanistan Ekolojist Yeşiller Partisi eşsözcüleri Eleanna Ioannidu ve Tasos Krommidas tarafından yapılan ortak açıklamada ormanlara yapılan her saldırının ekolojik suç teşkil ettiği belirtildi.

“Bu tür suçlar eğer devlet ve gizli servisler tarafından gerçekleştirilmişse daha vahimdir.Biz Türkiye ve Yunanistan’dan Yeşiller olarak,doğanın dış politika ve devlet çıkarlarının bir aracı olarak kullanılıp tahrip edilmesini şiddetle kınıyoruz.” denilen açıklamada “Mesut Yılmaz’ın açıklamalarıyla gündeme gelen 1990’lı yıllarda misilleme olarak ormanların yakılmasının bağımsız kurumlar tarafından araştırılması ve sonuçlarına bağlı olarak tazminat verilmesi” istendi.

“Ekolojik krizin ve çevresel tehditlerin sınır tanımadığı bir dönemde ,aynı sınırları paylaşan ülkelerin aynı zamanda doğal kaynakların ve çevrenin korunması için ortak çabaları da paylaşması zorunludur.” diyen Türk ve Yunan Yeşiller,Türkiye ve Yunanistan’ın, orman yangınlarını daha az muhtemel yapacak orman koruma politikalarının planlanmasında işbirliği yapmalarının gerekliliğine vurgu yaptı.

HES’e karşı müzikli direniş

HES’lere karşı mücadele edenler, her gün yeni bir protesto biçimi geliştiriyor. Bu kez de 14 çevreci, dava masraflarını karşılamak için müzik albümü ve belgesel yaptı.

Farklı meslek dallarında yıllarca çalıştıktan sonra, 7 yıl önce Antalya’nın Alakır Vadisi’ne yaptıkları kerpiç evlere yerleşen çevreci grup, yerleştikleri bölgeye Hidroelektrik Santrali (HES) kurulacak olmasının şokunu yaşıyor. Santralin yapılacağı vadinin SİT alanı ilan edilmesi için dava açan 14 çevreci, kamuoyu oluşturmak ve dava masraflarını karşılamak için müzik albümü ve belgesel film yaptı.

Mimar, ekonomist, öğretmen, işletmeci, kimyager, felsefe uzmanı, grafiker, tasarımcı, müzisyen, ressam, halkla ilişkiler uzmanı olarak farklı meslek dallarında yıllarca hizmet veren bir grup çevreci, ‘organik’ bir yaşantı ve ürettiğini tüketen olma hayaliyle 7 yıl önce Antalya’nın Kumluca İlçesi’ne bağlı Kuzca Köyü sınırları içerisindeki Alakır Vadisi’ne gelerek kerpiçten evler yapıp yerleşti. Emre Şimşek, Tuğba Günal, Birhan Erkutlu, Bedia Tülüler, Taner Cesur, Seray Yalçın, Atalay Çokberkit, Melike Doğan, Taylan- Şafak Ünsaloğlu, Ebru Taner, Ertuğrul Küçükbayraktar, Tayfun ve Elif Arığ Guttstadt, toprağı ekip biçerek yaşamlarını burada sürdürmeye başladı.

HES çalışmaları hayallerini yıktı

Alakır Vadisi için planlanan HES projesinin yapımına başlanmasıyla birlikte, çevreci grubun doğayla başbaşa yaşam hayalleri yıkıldı. Doğayla bütünleşebilmek için seçtikleri adrese, kariyerlerini ve ailelerini arkalarında bırakarak kilometrelerce öteden geldiklerini belirten çevreci grup, HES yapılması planlanan Alakır Vadisi’nin devlet tarafından SİT alanı planlamasına dahil edilmesi için Antalya Bölge İdare Mahkemesi’ne dava açtı.

Dava masrafları için müzik albümü

Dava devam ederken, Alakır sakinleri kamuoyu oluşturmak ve dava masraflarını karşılamak için müzik albümü ve belgesel film yaptı. Grup, çeşitli illerde HES’ler için mücadele veren arkadaş çevrelerindeki müzisyenlerden yardım alarak ve içlerinde müzik çalabilenlerle 2 müzik albümü oluşturdu. İmece usulüyle yapılan albümlerde bandrol almadıkları için zabıtayla araları bozulan ekip, albümleri eski tip büyük bir kayıt aletiyle ve evlerine kurdukları güneş paneli yardımıyla kaydetti. Bedel biçmedikleri albümlerini sokaklarda satmaya başlayan gruba, 5 liradan 200 liraya kadar destek verenler oldu. Grup, biriktirilen 35 bin liranın 30 bin lirasını arazide inceleme yapan bilirkişiye ve tuttukları avukatlara verdi.

“Çoğaltılıp dağıtılması serbesttir”

Aralarından seçtikleri iki kişi tarafından hazırlanan ‘Anadolu’nun İsyanı- Canımızı Veririz Suyumuzu Asla’ adlı belgesel filmde de, köylünün doğa için verdiği mücadele ve HES yapımı sırasında doğaya verilen tahribat görüntülendi. Belgesel film ise internette yayınlanmaya başladıktan sonra 3 gün içinde 200 bin tıklanma sayısına ulaştı.

14 çevrecinin hazırladığı belgesel ve müzik albümlerinin üzerinde ‘Çoğalmasında ve dağılmasında hiçbir sakınca yoktur’ yazısı dikkat çekti.

Vegan Kolektif’den Boyner’e yanıt

“Afrika’nın Miombo ormanında 40 metre yakınımızdaki bufaloya ateş ettim. Kurşun omuzundan kalbine girdi. Üzerimize yöneldi. Tekrar tekrar kalbine ateş ettim. Son anda rehberimiz ayağından da vurmasa bizi temize havale edebilirdi.” gibi avcılık anılarını bir kitapta toplamaya karar veren Cem Boyner’e Vegan Kolektif’den yanıt geldi. Yanıtı aynen yayınlıyoruz.

Sayın Cem Boyner,

5 Ocak 2012 tarihinde Hürriyet gazetesi Ekonomi sayfasında çıkan “Bufalonun kalbine 5 kurşun sıktım. Yine de bizi temize havale edebilirdi” başlıklı yazı nedeniyle sizi protesto ediyoruz.

Şiddeti özendirdiğiniz ve vahşeti böylesine bir soğukkanlılıkla anlattığınız için.

Kendi zevkinizi tatmin adına hayvanların yaşam hakkını çiğnediğiniz için.

Avcılıkta aldığınızı sandığınız riski kapitalist iş dünyasındaki risklerle karıştırdığınız için.

Bir işadamı olarak riskler alıp, kâr hırsıyla gözü dönmüş bir şekilde rakiplerinizi yok etmeye alışmış olabilirsiniz. Ancak avcılık denilen kanlı olay sonucunda gerçekten bir hayat ortadan kalkar.

Bir bufaloyu kalbinden vurmak, seri cinayetler yapan bir katilin duyduğu hazzı mı veriyor? Gerçek anlamda bir canlıyı yok etmek, yıkmak, parçalamak, katletmek, rakibini alt eden bir işadamının duyduğu heyecanla mı özdeşleşiyor?

Sakın “Ben avcılık yapmasam da zaten ormanda hayvanlar birbirini yiyor” türünden bir gerekçeye haklılık kazandırmaya çalışmayın. İnsanoğlunun 21. yüzyılda geldiği noktada, ilkel dönemlerin vahşi yöntemlerini hâlâ uygulamasının hiçbir mantıklı açıklaması olamaz.

Ayrıca elinize aldığınız ileri teknoloji ürünü silahlarla hayvanları öldürmek sizi kahraman yapmaz. O silahı elinize aldığınız anda ormandaki bütün canlılardan daha vahşisiniz; gücünüzü ise mermiler veriyor.

Silahtan aldığınız cesaretle yiğitlik taslamayınız. Ortaya çıkan vahşeti de marifetmiş gibi basında anlatmayınız. Hem tiksindirici hem de utanç verici oluyor.

Röportaj nedeniyle kırdığınız kalpler için özür dilemenizi ve yayımlamayı düşündüğünüz kitaptan vazgeçmenizi istiyoruz. Bu aşamada Boyner mağazalarından hiçbir şekilde alışveriş yapmayacağımızı ve her düzeyde protesto eylemlerine devam edeceğimizi bilginize sunarız.

Hayvanlar, insanların malı değildir Sayın Boyner… Bu mektubu bu basit cümle doğrultusunda okursanız belki anlamanız olanaklı olur.

Vegan Kolektif

Ege Mahallesi kentsel dönüşüme karşı örgütlendi

0

İzmir’in önde gelen Roman yerleşimlerinden Ege Mahallesi’nde kentsel dönüşüm meselesinde mahalle halkının taleplerini yansıtmak amacıyla kurulan Ege Mahallesi Kent Sorunları, Kültür ve Yardımlaşma Derneği çalışmalarına başladı. Dernek yerel yönetimler tarafından daha önce dile getirilen yerinde kentsel dönüşüm sözünün en kısa sürede uygulamaya geçirilmesini talep ediyorlar.

Yaklaşık olarak 1000 hanenin yaşadığı Ege Mahallesi sakinleri kurdukları dernek aracılığıyla kentsel dönüşümle ilgili taleplerini yerel yönetime aktarmayı planlıyorlar. Mahalle sakinlerinin ortak beklentisi kentsel dönüşümün daha önce söz verildiği gibi yerinde gerçekleştirilmesi. Konuyu değerlendiren mahalle muhtarı Özer Kaleli ise kentsel dönüşüm süreci ile ilgili şu yorumu yapıyor: “Büyükşehir Belediye Başkanımız yerinde kentsel dönüşüm sözü verdi. Bu sözün tutulacağından şüphemiz yok. Ama bize sormadan da proje hazırlamasınlar. Burada sadece bir evde 10 hane yaşıyor. Şimdi buraya bir ev verilirse diğer dokuz aile nereye gidecek. Bunun yaşanmaması için bizlere danışılması gerekiyor. Aksi taktirde sorunların önüne geçilemez.”

Kentsel dönüşümle ilgili tartışmalarda sıklıkla gündeme gelen dönüşümlerin mahalle sakinlerinin mevcut mahallerinden uzaklaştırılmadan yerinde yapılması meselesi hem kültürel hem de ekonomik açıdan önem taşıyor. Uzun yıllardır bir bölgede yaşayan ve geçimlerini o bölgedeki imkanlarla sağlayan yurttaşların bir başka bölgeye gitmek zorunda kaldıklarında kültürel uyum ve geçim sorunları yaşamaları kaçınılmaz oluyor. Nitekim bazı büyükşehirlerde uygulanan kentsel dönüşüm projelerinde bu nokta göz önünde tutulmadığından yeni evlerine nakledilen vatandaşlar kısa sürede geri dönmek zorunda ve zor şartlar altında yaşamak zorunda kalmışlardı.

Sapanca Gölü’ne petrol aktı

0

Sakarya ve Kocaeli‘nin içme suyu havzası olan Sapanca Gölü’ne, bir okulun yakıt tankının delinmesi sonucu bir ton civarında fuel-oil aktı. Göl yüzeyinin petrolle kaplanması üzerine, yakıtın aktığı bölgedeki kıyı şeridinde bariyer oluşturuldu.

Sapanca İlköğretim Okulu‘nun kalorifer yakıtının depolandığı 4 tonluk metal tankta, çürüme nedeniyle delik oluştu. Tank içinde bulunan 1 ton civarında fuel-oil boşalarak, Sapanca Gölü’nü besleyen derelerden biri olan Keçi Deresi’ne, buradan da göle aktı. Bir anda gölün yüzeyinde siyan bir tabaka oluşurken, olayı fark eden okul yetkilileri vidanjör getirtip fuel-oilin bir bölümü çektirdi. Ancak Gölün Keçi Deresi’nin aktığı bölümünde yaklaşık 80 metre genişliğinde bir alanda, 30 metre ileriye kadar su yüzeyi fuel-oil ile kaplandı.

Sakarya Büyükşehir Belediyesi Su Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü’ne bağlı ekiplerin, fuel-oil’in aktığı Keçi Deresi’nin göle aktığı dere ağzına da bariyer koymasına rağmen, fuel-oil’in akması uzun süre engellenemedi.

(Cnnturk)

Uludere’de 12 saat sonra, mahkemede 21 dakika önce!

Samanyolu TV, Odatv davasında mahkemenin tahliye talebini reddettiğini mahkemeden 21 dakika önce açıkladı.

Samanyolu TV, Odatv davasında mahkemenin verdiği ‘tahliye yok’ kararını, açıklanmasından 21 dakika önce verdi.

Samanyolu TV Odatv davasında tüm rakiplerine fark attı!

Mahkeme heyetinin, sanıkların tahliye talebini görüşmek üzere toplanmasının ardından tutukluluğun devamı kararı 21.48’de sanık avukatlarına bildirildi.

Ancak Samanyolu TV, tam 21 dakika önce mahkemenin kararını son dakika olarak izleyicilerine duyurdu.

Şık: Yargılanan gazetecilik faaliyetidir

Oda TV soruşturması kapsamında aralarında gazeteciler Nedim Şener ile Ahmet Şık’ın da bulunduğu 12’si tutuklu 14 kişi hakkında açılan davanın 8. duruşması savunmaların alınmasıyla dün gerçekleşti.

Özel Yetkili 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya gelen Şener, duruşmaya katıldığını gördüğü gazeteci Uğur Dündar’a “Hoş geldiniz tiyatroya” diye seslendi. Savunma veren Oda TV yazarı Sait Çakır, “Hiçbirimizin Ergenekon örgütüne ödediğimiz aidat makbuzu yok, kod adlarımız yok. Bu iddianame 134 sayfa, benim 130. sayfasına kadar hiçbir yerinde ismim geçmiyor. Benim bu iddianamede var olmamın tek sebebi Yalçın Küçük’e bulaşmış olmamdır. Bu iddianamede Yalçın Küçük’le görüşmek suç sayılmıştır. Bizim Yalçın Küçük’le aramızdaki ilişki hoca öğrenci ilişkisidir. Yalçın Küçük hem bilgi birikimi hem tecrübeli. Ben kendisi ile tanışmadan önce 25 kitabını okudum” diye konuştu.

AHMET ŞIK TAHLİYE TALEP ETMEDİ

Tutuklu gazeteci Ahmet Şık ise, “Yanımda kitap getirmedim, patlar matlar diye” şeklinde konuştu. “Tahliyemi talep etmiyorum” diyen Şık, “Ben gazeteciyim. Gerçeğin peşinde bir gazeteciyim. Kimseden talimat alarak haber yazmadım” dedi.

“Dostum da düşmanım da beni tanır, ben gazeteciyim” sözleriyle savunmasına başlayan Ahmet Şık, “”adaletten, hukuktan yoksun, sahte ve düzmece belgelerle yürüyen politik bir yargılama nedeniyle buradayım” dedi.

20 yıllık gazetecilik yaşamında asla sırtını iktidara, üniformalı ya da kravatlı güç odaklarına yaslamadığını belirten Şık, tutukluluğunun ilk günlerinde “Elimizde açıklayamayacağımız çok gizli deliller var” diyenlerin de yalancı çıktığını ifade ederek “6.5 ay sonra iddianame ortaya çıktığında gördük ki; o çok gizli, açıklanamaz denen deliller malum medyaya servis edilen polis andıçlarından, yani yalanlardan ibaretmiş” dedi. Savcıların kanuni görevi olan sanık lehine delil toplama ve makul şüphe gibi önemli unsurların, tıpkı tartışmalı diğer soruşturmalarda olduğu gibi bu iddianamede de bulunmadığına dikkat çeken Ahmet Şık, bu eksikliklerin suç ve yargılama usulü bakımından hatalı oldğunun da altını çizerek konuşmasını şöyle sürdürdü: “İmamın Ordusu adlı kitap çalışmamdaki görüşlerim de açıktır ve çok nettir. Polis teşkilatında olup bitenlerin ve bu yaşananların bu tür tartışmalı soruşturmalarla ilgisinin ortaya çıkarılmasını çok önemsiyorum. İşte bu nedenle de bu davada sanık oldum. Gazetecilere, meslektaşlarıma “dokunan yanar” dedim. Dokundum, buradayım.”

TALİMATLAR BANA VAHİY YOLUYLA MI GELDİ?

Savcıların “örgütsel doküman” dedikleri kitabını okumadan iddianame yazdıklarını, kitabı, kitapta adı geçen Hanefi Avcı, Emin Aslan gibi emniyet müdürlerinden biri olan Sabri Uzun adına yazdığı iddiasının tümüyle desteksiz olduğunu belirten Ahmet Şık, sanıkların yıllarca izlenmesine rağmen iddia edildiği gibi kendisine talimat verilmesi bir yana herhangi bir iletişim dahi tespit edilemediğine dikkat çekerek “Bu talimatlar bana vahiy yoluyla mı geldi” diye sordu.

‘İMAMIN ORDUSU’ KİTABINI ONLARCA KİŞİYLE PAYLAŞTIM

“İmamın Ordusu” adını vermeyi planladığı kitabını yazarken kitap taslağını onlarca kişiyle paylaştığını da dile getiren Şık, sorularını şöyle sürdürdü: “Bir terör örgütüne yardım için yazılan kitap bu kadar aleni olabilir mi, yazarı tarafından bu kadar sahiplenilebilir mi? Gazeteciler, avukatlar, yayıncılar, eş-dost bu sürece böylece dahil edilir mi? Bir tek gazeteye ilan vermediğim kalmış. Üstelik iddianamede kitabı “başka birisinin adıyla” çıkaracağım iddia ediliyor. Bütün bu gazeteci, avukat, editör, yayıncıyla paylaştığım kitabımı, nasıl başka birisinin adıyla çıkarabilirim? Bu kadar saçma bir iddia olabilir mi?”

GAZETECİLİK YARGILANIYOR

Ahmet Şık, kendisinden önce söz alan sanıklar gibi OdaTv davasında gazetecilik faaliyetinin yargılandığını da şu sözlerle vurguladı: “Burada yargılama konusu yapılan gazetecilik faaliyetleridir. İfade özgürlüğünün yasal kılıf uydurularak bir kez daha ihlal edilmesidir. Yasaların koruması altında olan, gazetecinin haber kaynağının gizliliğinin ortadan kaldırılmasıdır. Bunun aksini iddia edenler güce ve iktidara sahip olup hukuku ayaklar altına alarak kin ve intikam duygusuyla hareket edenlerdir. Çok açık bir şekilde ‘artık bizim istemediğimiz konularda yazamazsın’ diyorlar. ” İddianamenin ve davanın “masumiyet karinesi” gibi yalnız hukukun temel ilkelerini değil, aklı ve mantığı da zorladığına dikkat çeken Ahmet Şık, tarihin herkesi ve her şeyi yerli yerine koyacağını, kiminin yazdıkları ve söyledikleriyle, kiminin de verdiği kararlarla tarihteki yerini alacağını söyleyerek savunmasını tamamladı.

(Evrensel)

Fransa’da da nükleerden çıkış konuşuluyor

0

Enerji ve inşaat sektörü uzmanları ile mühendislerden oluşan Paris merkezli düşünce kuruluşu “négaWatt”ın  hazırladığı projeye göre Fransa’da 2050 yılına kadar kullanılan enerjinin neredeyse tamamı yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edebilir. Buna ısınma, taşımacılık ve sanayi gibi çeşitli alanlar da dahil. Nükleer enerji, yakıt ya da kömür gibi enerji kaynaklarının yerini biyokütle, rüzgâr ve güneş enerjisi alabilir.

Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy geçen haziran ayında yaptığı açıklamada ülkede nükleer enerjiden elektrik üretiminin orta vadede yüzde 78’den yüzde 40’a düşürüleceğini açıklamıştı. Ancak Sarkozy, ülkede giderek artan enerji ihtiyacının nasıl karşılanacağına bir açıklama getirmemişti.

Negawatt, enerji verimliliği ve tasarruf önlemlerine göre ne kadar wattsaat enerjinin gereksiz olduğunu teorik olarak ölçen bir birim. “négaWatt” adlı kuruluşun amacı da bilinçli enerji kullanımını artırmak ve atmosfere karbondioksit salınımını azaltmayı sağlamak.

“négaWatt” Başkanı Thierry Salomon, Fransa’da nükleer enerji karşıtlığının benimsenmesinin güç olduğunu kabul ediyor. Ancak nükleer atıkların depolanması ve ışınlara maruz kalma riskine dikkat çekerek, nükleer enerji santrallerinin enerji üretiminde beklentileri karşılamadığını da sözlerine ekliyor.

Kuruluşun nükleer enerji uzmanlarından Yves Marignac ise Fransa’daki nükleer santrallerdeki güvenlik risklerine dikkat çekiyor: “Fransız nükleer santrallerin yüzde 80’i 1977-1987 yılları arasında devreye girdi. Eğer 40 yıl ömürleri olduğundan yola çıkarsak 2027 yılında nükleer enerjiden elektrik elde etmek konusunda çıkmaza gireceğiz. O zamana kadar nükleer santrallerin çoğu kapatılması gerekecek. Bu şartlarda 2033 yılında nükleer enerjiden vazgeçmek yerinde olurdu. Ancak öncesinde bunu yapabilmek imkânsız çünkü önce yenilenebilir enerji kaynakları devreye sokulmalı.”

“négaWatt” üyesi Marc Jedliczka da teknik olanaklarla enerji ihtiyacının ciddi oranda düşürülebileceğini belirtiyor. Jedliczka; Fransa’da binaların iyi izole edilmesi, tasarruflu elektronik aletler ve arabalar kullanması gerektiğini belirtiyor ve vatandaşları da bilinçli olmaya çağrıyor. Marc Jedliczka özellikle siyasetçilerin ev ile iş arasındaki mesafelerin kısaltılması için yeni bir kentleşme politikası izlemesi gerektiğini vurguluyor.

Deutsche Welle Türkçe’den alınmıştır. (Suzanne Krause / Çeviri: Deniz Eğilmez)

(Yeşil Gazete)