Ana Sayfa Blog Sayfa 4773

‘Tahliye kararlarını memnuniyetle karşılıyoruz’

0

Avrupa Birliği, gazeteciler Nedim Şener, Ahmet Şık, Sait Çakır ve Coşkun Musluk’un tahliye edilmesini memnuniyetle karşıladığını bildirdi.

AB Genişleme Komiseri Stefan Füle’nin sözcüsü Peter Stano, yaptığı açıklamada, mahkeme kararıyla ilgili “memnun edici bir adım” ifadesini kullandı.

Stano, “Uygulamada ifade özgürlüğü, özgürlük ve güvenlik hakkı ve adil yargılanma hakkını tehlikeye atmaya devam eden yapısal sorunların çözülmesi” çağrısında bulundu.

Sözcü Stano, “Bilhassa Türk Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda ifade özgürlüğünü kısıtlayan hükümlerin değiştirilmesi gerekmektedir” dedi.

AB Komisyonu sözcüsü, Odatv davasında yakın takibi sürdürerek sonbaharda yayımlayacakları ilerleme raporunda bu konuya yer vereceklerini bildirdi.

Şık: “Komployu kuranlar cezaevine girecek”

Oda TV Davası’nda yargılanan ve bugün tahliye olan Ahmet Şık, cezaevinden ayrıldıktan sonra ilk açıklamasını yaptı. Ahmet Şık,  “Çok fazla bir şey söylemek istemiyorum. Eksik kalmış adalet, hukuk ve demokrasi getirmez. 100 civarında gazeteci içeride. İfade özgürlüğü sadece gazetecilerin sorunu değil. Öğrenciler var, KCK’den tutuklular var. Bunun mücadelesini vereceğiz. Bu komployu kuran polisler, savcılar ve hakimler bu cezaevine girerecek. Bunun mücadelesini vereceğiz” dedi.

Doğuş Holding’in HES’ine durdurma kararı

Doğuş Holding’in Sinop’ta inşaatı son aşamaya gelen Boyabat Barajı Hidroelektrik Santrali’nin inşaatına durdurma kararı çıktı.

Sinap’ın Boyabat İlçesi’nde Doğuş Holding tarafından yapılan hidroelektrik santraline (HES) ilişkin yargıdan durdurma kararı çıktı.

Samsun İkinci İdare Mahkemesi, bir kişinin açtığı davada, Boyabat HES Projesi’nin geliştirildiği dönemde Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporu için öngörülen ‘muafiyet’ kararının yürütmesini durdurdu. Su tutmaya başlayan ve yıl sonunda elektrik üretmesi beklenen santralin inşaatının durabileceği belirtiliyor.

1958 yılında yapımına başlanılan ve sonrasında yapımı duran Boyabat Barajı ve HES Projesi Doğuş İnşaat ve A.Ş’nin  Ana Yüklenici firma olarak ihaleyi alması ile yeniden çalışmalara başlamıştı.

Feminizm yalnızca kadınlar için değildir!

Uluslararası Feminist Forum hafta sonu Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü Ahmet Taner Kışlalı Sanat Evi’nde gerçekleşti.
Forum’a LGBT örgütlerinin yanı sıra Ankara’nın ile birlikte Trabzon, Van, Diyarbakır, İzmir ve İstanbul’dan kadın örgütleri temsilcileri katıldı.

Homofobi Karşıtı Buluşma kapsamında Kaos GL’nin 2006’dan beri düzenlediği feminist forumlar bu yıl ilk kez uluslararası bir nitelik kazandı. Fransa, Lübnan ve İsveç’ten gelen konuşmacılar kendi yerellerindeki çalışmalarını anlattılar.

Feminizm Yalnızca Kadınlar İçin Değildir
Forum Doç. Dr. Betül Yarar ve Prof. Dr. Simten Coşar’ın açılış konuşmalarıyla başladı. Yarar, feminizmin Batı’da 1990’larda yaşadığı paradigma kaymasının Türkiye’de yaşanmadığına ve dolayısıyla “kadın” kategorisinin beden üzerinden şekillenen bir kavram olarak sürekliliğini koruduğuna dikkat çekti. Coşar ise feminist hareketin LGBT hareketi ile ilişkisini turnosol kâğıdı olarak değerlendirdiğini belirterek kimlikler üzerinden kıstırılmışlığa karşı hak temelli siyaseti önerdi.

Müslüman Eşcinseller Vardır!
İlk oturumda Fransa’da Eşcinsel Müslümanlar Derneği olan Homos Musulmans de France’ın (HM2F) kurucusu ve sözcüsü olan Ludovic Zahed Fransa özelinde İslamofobi ve homofobiye karşı çalışmalarını anlattı. Fransa’daki politik değişimin göçmenlere ve Müslümanlara yönelik tavırlarına karşı sekülerizm vurgusu yaptıklarını anlatan Zahed, “karar alma süreçlerinde yer almayan, köşede duran, dinine ve kültürel geçmişine uzak duran Araplar istiyorlar” dedi.

Arap Dünyasında LGBT Olmak
Bir sonraki oturumda Lübnan’dan gelen Filistinli Samar Habib özellikle Afrika üzerinden Arap dünyasındaki LGBT’lerin örgütlenme çabalarından bahsetti. Fas, Cezayir ve Tunus’taki hareketlerin tüm kıstırılmışlıklarına rağmen cesur yüreklilikle neler yapabildiğini anlatan Habib, Cezayir’de 21 yaşındaki bir kadının başlattığı LGBT Cezayir internet forumu üzerinden bireysel çabaların önemini vurguladı. Habib, Arap Baharı’na giden yolda LGBT’lerin önemli katkılarını olduğunu ekledi.

İsveç’te Kimlik Politikalarının Dönüşümü
Üçüncü oturumda İsveç’ten katılan gazeteci-yazar Anna Maria Sorberg, İsveç’te son 10 yılda kimlik politikalarının geldiği noktayı anlattı. 10 yıl önceki sol parti iktidarının ardından İsveç’te şimdi daha muhafazakâr ve neo-liberal bir hava olduğundan bahseden Sorberg, özellikle HIV+ kişiler üzerinden ilerleyen medyadaki damgalamaya karşı yaptığı çalışmalardan ve göçmen politikalarından söz etti.

Türkiye Trans-Feminizmin Neresinde?
Cumartesi gününün son oturumunda Pembe Hayat Derneği’nden Buse Kılıçkaya ve Elçin Kurbanoğlu trans-feminizm konulu bir atölye gerçekleştirdiler. Kendini daha önceden feminist olarak nitelendiren pek çok transın artık bundan kaçındığı gerçeğinin nedenlerini sorgulayarak başlayan atölye 8 Mart yürüyüşleri üzerinden hararetli bir tartışmayla devam etti. Kadın-kadına buluşmalar üzerinden “kimin kadın olduğuna kim karar verecek?” tartışması transların var olan cinsiyet rollerini yeniden ürettiği, feministlerin kendi sorunlarına aşırı odaklanmaktan başka kimseyi göremediği ve transların sorunlarının görmezden gelinerek önemsizleştirildiği yorumlarıyla ilerledi.

Uluslararası Feminist Forum’un ikinci günü “Yoldaş Forum” ile başladı. Birlikte güçlenmek ve birlikte özgürleşmek için feministler ve LGBT’ler birlikte tartıştı. Ardından “Lezbiyen Atölye” ve “Erkeklik Atölyesi” ile program sona erdi.

Kaos GL, Uluslararası Feminist Forum’un sunum ve tartışmalarını daha sonra bir kitapta toplayacak.

Edebiyat bir kez daha mahkemelik

13 Mart 2012 günü saat 09.30’da Çağlayan Adliyesi 2. Asliye Ceza Mahkemesi duruşma salonunda Yumuşak Makine ve Ölüm Pornosu kitaplar ile ilgili davann yeni duruşmaları arka arkaya görülecek.

Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulunun verdiği rapora dayandırılarak William Burroughs’un yazdığı, Süha Sertabiboğlu tarafından dilimize çevrilen ve Sel Yayıncılık tarafından yayımlanan Yumuşak Makine adlı kitabın beşinci duruşması ve Chuck Palahniuk’un yazdığı, Funda Uncu’nun Türkçe’ye çevirdiği, Ayrıntı Yayınları tarafından basılan Ölüm Pornosu isimli kitabın 3. duruşması  Çağlayan Adliyesi 2. Asliye Ceza Mahkemesi duruşma salonunda görülecek.

375 gün sonra Ahmet Şık ve Nedim Şener’e tahliye

İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi, Oda Tv davasının 11. duruşmasında 4 gazeteci hakkında tahliye kararı çıktı. Mahkeme başkanı Ahmet Şık, Nedim Şener, Coskun Musluk ve Sait Çakır hakkında tahliye kararı verdi.

Dava kapsamında Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Oda Tv Genel Koordinatörü yazar Doğan Yurdakul, 21 Şubat’ta sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilmişti.

14 sanıklı Oda Tv davasında eski MİT’çi Kaşif Kozinoğlu’nun ölmesinin ardından 13 sanık yargılanmaya devam ediyor. Bunlardan son tahliyeler sonrası 6 kişi tutuklu olarak yargılanmaya devam edecek.

GEREKÇE: TUTUKLULUK SÜRESİ

DHA’nın haberine göre, Şener ve Şık’ın tahliye gerekçeleri, suç vasıflarının değişme ihtimali ve tutuklu kaldıkları süre olarak ifade edildi.

Nedim Şener’in eşi Vecide Şener, tahliye kararının ardından, “Çok heyecanlıyım. Uzun bir yolun sonunda geldik buraya. Çok şaşırmış durumdayım. Başından beri tahliye kararını bekliyordum. Bu süreç kolay geçmedi. Bugün o kadar mutluyum ki teşekkür ediyorum… Bu bir özgürlük olayı. Hepsinin tahliye edilmesini istiyorum. Kızımız da çok mutlu” diye konuştu.

 

 

 

İşçiler yanarak öldü!

Esenyurt’ta bir alışveriş merkezi (AVM) inşaatının şantiyesinde işçilerinin kaldığı çadırda elektrik kontağından çıktığı sanılan yangında 11 işçi yaşamını yitirdi.

Yangın, saat 21.00 sıralarında Güzelyurt Mahallesi 6. Cadde üzerinde bulunan inşaat şantiyesinde işçilerin kaldığı çadırlarda çıktı. Elektrik sobası ile ısınan ve 15 kişilik olduğu belirtilen çadırda işçiler yangına uykularında yakalandı. Yangın kısa sürede bitişikteki 2 çadıra daha sıçradı. Alevler, bez çadırların tamamını sardı ve işçilerden bazıları yanarak bazıları da dumandan zehirlenerek yaşamını yitirdi. İhbar üzerine olay yerine çok sayıda itfaiye ekibi ve ambulans gönderildi.

Yangını söndüren itfaiye ekipleri, tamamen yanan çadırlarda yapılan incelemede 11 işçinin cesedine ulaşıldı. Polis ve itfaiye ekiplerinin incelemeleri gece boyunca sürdü. Havanın aydınlanmasıyla birlikte yangın çıkan çadırlardan geriye sadece direklerin kaldığı görüldü. Bu arada, gece boyunca süren polis ve itfaiye ekiplerinin incelemelerinin bugün de devam edeceği belirtildi.

AVM inşatında çalışan bir işçi, çadırların 15’er kişilik olduğunu ve şantiye alanında yüze yakın işçi bulunduğunu söyledi. İşçilerden çoğunun Sivas, Ordu ve Van’dan geldiğini belirten işçi, “Çadırlar elektrik sobasıyla ısınıyordu. Yangın büyük ihtimalle sobadan çıktı. Yanan çadırda kimler vardı bilmiyorum. Benim Ahmet Yağal adlı arkadaşım kayıp. Ona ulaşmaya çalışıyorum” dedi.

Olay yerine gelerek inceleme yapan Esenyurt Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu ölü sayısını ilk olarak 14 olarak açıkladı, ancak bir süre sonra polisten aldığı kesin bilgiye göre sayının 11 olduğunu söyledi.

Olay yerine gelen İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel de “Bu olayın peşini bırakmayacağız. Eğer bir ihmal varsa sonuna kadar konunun takipçisi olacağız” diye konuştu.

Yangının ardından olay yerine bazı işçilerin yakınları ve arkadaşları geldi. Yangın çıkan çadırları görmek isteyen bu kişilere, inceleme sürdüğü gerekçesiyle polislerce izin verilmedi. Bu sırada kısa süreli bir gerginlik yaşandı. Gruptan bazı kişiler, taşeron firmalarda çalışan işçilerin başka şehirlerden geldiklerini, kötü şartlarda çalıştıklarını ve uygunsuz koşullarda barındıklarını kaydederek, yetkililerin gerekli denetimleri yapmadıklarını işaret etti.

Maltepe’den gelen Serhan Yılmaz (39) da “Bu bölgedeki inşaatta çalışan arkadaşım Mehmet’e ulaşamadım. Öldü mü, yaşıyor mu bilemiyorum” dedi.

10 işçinin isimleri belirlendi

Esenyurt’ta ölen 11 işçiden adı belirlenen 10 kişi:

-Bayram Ege Pehlivan (48)
-Çetin Coşkun (42)
-Seyfettin Topal (38)
-Abdurrahman Deniz (42)
-Sevdin Özen (28)
-İsa Topal (22)
-Ahmet Yağal (30)
-Barış Kıyak (30)
-Hakim Akçam (46)
-Fatih Acun (24)

Yangın faciasıyla ilgili inşaat sahibi, şantiye şefi ve iş güvenliği sorumlusunun da aralarında bulunduğu 5 kişinin gözaltına alındığı ileri sürüldü ve polisin olayla ilgili 3 kişiyi de aradığı belirtildi ancak İstanbul Valisi, bu bilgiyi doğrulamadı.

‘Nükleer güvenlidir’ masalının sonu – Pelin Cengiz

Dünyanın son birkaç yıldır adaletsiz paylaşım, dengesiz tüketim, arsız piyasalar ve kötü yönetimlerle içinden çıkılmaz bir hale gelen borç krizine geçen yıl büyük bir sorun daha eklendi. Dünya nükleer santralleri sorgulamaya başladı. Japonya’da meydana gelen deprem ve tsunaminin tetiklediği Fukushima nükleer santralinde aylarca kontrol altına alınamayan nükleer felaketinin birinci yıldönümü. Dünya, Ukrayna’daki Çernobil ve ABD’deki Three Mile Islandnükleer santral felaketlerinin ardından risk seviyesi en yüksek faciaya bir yıldır tanıklık ediyor. Depreme en fazla hazırlığı olduğu düşünülen Japonya meydana gelen felaketler zinciri karşısında çaresiz kaldı, 250 milyar dolarlık bir ekonomik kayıp oluştu, 100 binden fazla insan evlerini terk etmek zorunda kaldı, 80 bin kişi hâlâ geçici konutlarda kalıyor, Pasifik’te tahmin edilemeyecek boyutlarda radyoaktif kirlenme oldu. Hava, su, toprak ve besin zinciri yıllarca temizlenemeyecek şekilde kirlendi. Toprak tabakasının kazınması ve binaların tamamen radyasyondan arındırılması gerekiyor. Japonya’da radyasyon hâlâ hayatın bir parçası, devlet televizyonu her gün faciadan en çok etkilenen bölgeden radyasyon ölçüm değerleri yayınlıyor.
Nükleer enerji endüstrisinin ve onun çevresindeki lobilerin kamuoyuna yönelik sürekli pompaladığı“nükleer çok güvenli bir enerji türü” balonu bir anda patlayıverdi. Bu arada, Japon hükümetinin ve nükleer endüstrisinin Fukushima’da olan bitenin üstünü örtmeye, durumu olduğundan daha hafifmiş gibi göstermeye yönelik çabaları bir zaman sonra boşa çıktı. Tüm bunlar, dünyanın nükleerden vazgeçmesini tam anlamıyla önleyemese de, ciddi bir sorgulama sürecinin önünü açtığı bir gerçek. 
Bu gelişmelere rağmen mesela ABD, 35 yıl sonra ülkede yeni bir reaktör yapılmasına izin verdi. Ancak, Avrupa başta olmak üzere nükleer santral karşıtlığı sesini yükseltti, sivil toplum kuruluşlarıyla halkın el ele verdiği sayısız protesto ve eylem gerçekleştirildi. Nükleerin en ateşli savunucusu siyasiler bile, konuyu bir kez daha düşünmek zorunda kaldı. Almanya ve İsviçre, nükleerden çıkış için tarih belirledi. İtalya’da referanduma gidildi, ezici bir çoğunluk nükleer istemediğini sandıkta gösterdi. Fransa’da yakında yapılacak başkanlık seçimlerinin önemli bir unsuru haline geldi. Yeşiller Partisi, nükleeri azaltma sözü vermesi karşılığında ilk turun ardından ikinci turda Sosyalist Parti’nin adayı François Hollande’a destek verecek. Polonya’da yine yakın zamanda referandumdan nükleere hayır çıktı. Japonya’nın ise sahip olduğu 56 reaktörden sadece iki tanesi şu anda aktif.

Greenpeace’in, ay başında yayımladığı, Fukushima’dan alınan dersler başlıklı raporu, geçen bir yılda meydana gelen gelişmeleri tüm açıklığıyla ortaya koyuyor. Fukushima’da meydana gelen kazanın nedeninin aslında deprem değil, başta işletici firma TEPCO olmak üzere nükleer endüstrisi ve hükümet olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla, böyle nükleer felaket, dünyanın herhangi bir yerindeki başka bir nükleer santralde de tekrarlanabilir ve milyonlarca insanın hayatını tehlikeye sokabilir. Greenpeace, bu raporla birlikte son derece ciddi başka bir konuya daha dikkat çekiyor. Bu felaket her ne kadar deprem ve tsunami tarafından tetiklenmişse de, felaketin kontrol altına alınamayışı Japon yetkililerin hem riski görmezden gelmeleri hem de kamuoyuna durumun ciddiyetini tam olarak anlatmamış olmaları. Kolaycılığa kaçarak işin insani yönü üzerinde değil de maddi hasarın miktarıyla ilgilenmeleri konunun bir başka sakat yanı.

Fukushima’nın ardından pek çok ülke eski teknolojili nükleer santrallerini kapattı, yenilerini kurma planlarından vazgeçti, nükleerden çıkış ve yenilenebilir enerjilere geçme için kendine yol haritası oluşturdu. Türkiye ise nükleeri sorgulama gereği bile duymadan duyarsız ve sorumsuz bir şekilde nükleer santral peşinde. Türkiye’nin 1970’ten bu yana nükleer santral kurma niyeti var ancak bu farklı sebeplerle hep başarısızlıkla sonuçlandı. Fukushima’nın tam da birinci yılında Mersin Akkuyu’ya yapılacak santralle ilgili ÇED raporu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sitesine kondu.

Türkiye Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Ümit Şahin’e göre, rapor kamuoyuna yönelik tam bir propaganda metni gibi. Örneğin, rüzgâr, güneş gibi yenilenebilir enerjilerin olumsuzluklarından ve nükleerin nimetlerinden dem vuruluyor. Raporda, fay hattının dibine yapılacak nükleer santralle ilgili kaza ve deprem risklerinden hiç bahsedilmediğini dile getiren Şahin, santrali yapacak Rus Rosatom ile ilgili yolsuzluk ve nükleer inşaatlarında düşük kalitede malzeme ürettiğine dair iddiaların ayyuka çıktığına dikkat çekiyor. Rapor, nükleer atıkla ilgili de suya sabuna dokunmamış durumda.

Bir yanda enerjisinin önemli bölümünü nükleerden karşıladığı halde nükleerden çıkma planları yapanlar, bir yanda da Vietnam, Çin, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye gibi santral sevdasından geçmeyenler var. Üstelik halkın ne istediğine hiç oralı olmadan…

 
Pelin Cengiz – Taraf

Fukushima’dan ders alır mıyız? – Mehveş Evin

Birkaç gün önce Radikal gazetesi, Akkuyu Nükleer santralı için “ÇED” raporu hazırlayan özel şirketin ipliğini pazara çıkardı. Enis Tayman’ın haberine göre, Dokay adlı bu şirket, nükleer santralı “çevreci” ilan etmiş!
Sadece bununla kalsa yine iyi. Dokay, hangi enerji yatırımı olursa olsun, hepsine methiyeler düzen raporlar hazırlamış.
Türkiye’de enerji yatırımlarının hangi laubalilik, cehalet ve üçkağıtla döndüğünü anlamak için mükemmel bir örnek. Üstelik sadece özel şirketler değil, bazı üniversiteler de bu çirkin çarkın bir parçası…


Dün, Fukushima’daki deprem ve nükleer felaketin birinci yıldönümüydü. Necip basınımızda konuyla ilgili çıkan haber sayısına bakıyorum da… “28 Şubat rövanşları-Bölüm x” ile kıyaslandığında hayli zavallı kalıyor!
Oysa dünya medyası, akademiyası haftalardır yazıp çiziyor: Fukushima’dan alınacak dersler nedir? Enerji sektörü ve devletler, hangi adımları atıyor?

Kaza olma riski yüzde 40
Friedrich Ebert Derneği, “Nükleer Enerjinin Sonu Mu?” raporunda, Fukushima’dan sonra alternatif uluslararası enerji politikalarını incelemiş…
Alman Reaktör Güvenliği Kuruluşu’na göre 40 yıldır aktif olan bir reaktörde, öngörülebilen en büyük kazalardan birinin gerçekleşme olasılığı yüzde 0,1.
Dünya çapında ortalama 440 nükleer santralin faaliyette olduğu düşünüldüğünde, önümüzdeki 40 yılda bu santrallerden herhangi birinde bu büyüklükte bir kazanın gerçekleşme olasılığı yaklaşık yüzde 40!
Türkiye’deyse hükümet, Akkuyu gibi fay hattında bulunan yerlere nükleer santral kurma azminden vazgeçmedi. Sinop’ta, Fukushima’da hasar gören santrali işleten şirket TEPCO ile çalışmakta beis görmüyor.
Nükleer enerjiyi “çevre dostu, güvenli ve düşük maliyetli” olduğunu savunanlara gelince… Bu görüşlerin hepsi, bilimsel verilerle çürütüldü.
Her şeyden evvel, bugüne kadar bu tür kazaların ve felaketlerin neden olabileceği maliyetler göz ardı ediliyordu. Nükleer atıkların depolanması ve nükleer reaktörlerin zahmetli demontaj işlemleri gibi konuları da denklemin dışındaydı…

Merkezi devletin nükleer aşkı
Fukushima felaketinden sonra dünyanın en büyük üçüncü ve dördüncü ekonomileri olan Japonya ve Almanya, nükleer enerjiyi kullanımdan kaldırmaya ve gelecekte daha çok “yenilenebilir enerjiler” temelinde büyümeye karar verdi.
Peki Japonya ve Almanya nükleer enerjiye ihtiyaç duymuyorlarsa, neden diğerleri duyuyor?
Wall Street, neden 36 yıldır nükleer tesislere yatırım yapmıyor?
Bu sorunun cevabını raporda buldum:
“Nükleer ekonominin savunuculuğu, sadece iş dünyası ve devlet arasında özel bir ilişkiyi gerektirmez, aynı zamanda özel bir devlet biçimini de teşvik eder.
Nükleer endüstri, kapalı politik sistemlerin olduğu, yani devletin merkezi olduğu, hiyerarşik bir politik sistemin bulunduğu, teknokratik fikirlerin siyasi karar alma süreçleri üzerinde büyük etkisinin olduğu ve toplumu bu süreçlerden dışlama eğiliminin bulunduğu toplumlardaki elverişli koşullardan yararlanır.”
Vallahi inanmam!

DÜNYANIN NÜKLEER’İ

– Nükleer lobi yorulmaksızın nükleer enerjinin canlanışından bahsetse de, olgular açık bir şekilde şunu gösteriyor: Dünyadaki reaktör sayısı, 1989-2011 yılları arasındaki dönemde 423’ten 437’ye çıktı. Bu durum yılda ortalama bir reaktöre bile tekabül etmez.
– Tüm dünya gerçekten nükleer enerji santrali mi inşa etmektedir? Kesinlikle hayır.
UAEK’ye göre, 64 blok inşa hâlinde. İnşa projeleri 14 ülkeye yayıldı: Çin (27), Rusya (11), Hindistan (5) başı çekiyor.
l Nükleer enerji santrali işleten en büyük altı ülkeden birkaçı nükleer silaha sahip ülkeler (ABD, Fransa ve Rusya). Toplam nükleer enerjinin dörtte üçünü üretiyorlar.
– Nükleer enerji santralleri dünya çapındaki elektrik enerjisinin sadece yüzde 13’ünden biraz fazlasını üretiyor. Bu da, birincil enerji ihtiyacının %5.5’ine, küresel enerji tüketiminin%2’sinden biraz fazlasına tekabül ediyor.
– Şu anda nükleer enerji santrallerinin toplam gücü 374.000 MW civarında, ortalama işletim ömürleri 26 yıl.
– Bir nükleer enerji santrali için hazırlık süreci -yapım planlama ile ticari olarak yetkilendirme arasında geçen süre- artık 10 yılın üzerine çıktı. Mevcut nükleer enerji gücünü korumak bile zorlaştı. (Kaynak: F. Ebert Vakfı Raporu, 2012)

Mehveş Evin – Millliyet

Fukuşima’dan bir yıl sonra gelen açık mektup – Hayrettin Kılıç

Fukuşima nükleer felaketinin birinci yıl dönümünde Japon hükümeti ile BM Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (International Atomic Energy Agency-IAEA), hala bu santralden atmosfere, tarım ve yerleşim alanlarına, denize yayılan terabekerel (becquerel) seviyelerine ulaşan yüzlerce radyoaktif izotopun gerçek değerini açıklamıyor. Yalnız Fukuşima felaketinden sonra, santralı işleten tokyo Elektrik Şirketi (TEPCO), Japon hükümeti, IAEA’nın ve nükleer endüstrinin bu kazanın küresel radyolojik, ekolojik boyutlarını saklamak ya da saptırmak için yayımladığı bilgilerin nasıl yanıltıcı olduğunu, 20 Ekim 2011 tarihinde Atmospheric Chemistry and Physicis Discussions, 11, 28319-28394, 2011 dergisinde bağımsız araştırmacılar tarafından yayımlanan “Xenon -133 and caesium-137 releasees into atmosphere from Fukushima Dai-Ichci nuclear power plant. A. Stohi et al” (Fukuşima Daiçi Nükleer Santralı’ndan atmosfere yayılan ksenon-133 ve sezyum-137 miktarları) başlıklı bulgular ve raporlar sonucunda kazanın gerçek boyutları ortaya çıktı. (Raporun pdf dosyası)

Japon hükemeti ile IAEA, bu raporun yayımlanmasına kadar olan ilk sekiz aylık sürede, çevreye yayılan radyasyon miktarını, Fukuşima Daiçi Nükleer Santrali’nin eriyen üç reaktörü ve soğutma havuzlarındaki mevcut kullanılmış atık nükleer yakıt çubuklarının tahmini envanterine göre yapıyordu. Yalnız bu araştırmada Fukuşima’dan 11 Mart 2011 tarihinden itibaren çevreye dağılan,  asal gaz olan ksenon-133 (yarılanma ömrü 5,5 gün) ve havaya karışan sezyum-137 (yarılanma ömrü 30 yıl), yani radyoaktif emisyon karakterleri farklı olan bu iki önemli radyoaktif izotopun 20 Nisan 2011 tarihine kadar atmosferdeki  dağılımını, dünyanın 43 değişik bölgesindeki uluslararası anlaşmalara aykırı olarak yapılan nüklere denemeleri saptama merkezlerinde bulunan 80 dedektörden 1000 değişik ölçüm bilgilerinin analizi sonucu, bu izotopların zaman fonksiyonlu olarak küresel yayılım haritası ve  “Inverse Modeling, Lagrengian Particle Depersion Model, FLEXPART” simülasyonu hesapları ile santralda ilk sekiz haftada çevreye yayılan bu iki radyoaktif izotopun dozları saptanmış durumdadır.

Kazadan sonra yapılan birincil salım tahminleri; TEPCO7nun verilerine dayanarak kazandan önce üç reaktördeki toplan sezyum-137 miktarı 940 peta bekerel, artı dört tane soğutma havuzundaki sezyum 137 için 2 bin 200 peta bekerel olarak veriliyordu. Bu 3 bin 140 peta bekerel ve atık yakıt çubuklarındaki sezyum 137 envanterine dayanarak, kaza sonrası çevreye yayılan radyasyon miktarını sezyum 137 izotopu için Avusturya’daki nükleer araştırma kurumları 66 peta bekerel olarak hesaplamıştı ama Fransa’daki nükleer kuruluşlar bu miktarı 30 peta bekerel olarak hesaplamıştı. Yalnız bu araştırmadan haberdar olana Fransız Nükleer Güvenlik ve Radyasyondan Korunma Kurumu (The Institute for Radiological Protection and Nuclear Safety), yeniden yaptığı açıklamada, hesapladıkları değerlerin kazanın birinci haftasındaki emisyonları içermediğini, yalnızca 21 Mart-15 Temmuz 2011 tarihlerinde santraldan çevreye yayılan sezyum-137 miktarının 27,1 guadrillion bekerel, yani yaklaşık 27,1 trilyon bekerel olarak hesaplamıştı. İronik olan ise Japon hükümetinin santraldan çevreye yayılan sezyum-137 miktarını 10-15 peta  bekerel olarak hesaplamasıydı.

Bu raporda kullanılan “lagrengian particle dispersion model- FLEXPART” diye bilinen simülasyon programı, bugüne kadar yaklaşık 2 bin nükleer silah denemesinden yayılan radyasyonu ve Kapsamlı Deneme Yasağı Anlaşması’na (CTBT) aykırı olarak yapılan denemeleri saptamak için geliştirildi. Fukuşima’dan yayılan sezyum-137 hesaplamaları için 10 Mart 2011 günü öğlen saat 12.00’den 20 Nisan 2011 gece yarısına kadar olana sürede CTBT istasyonlarında her üç saatte bir 50-300-1000 metre yüksekliklerde kaydedilen radyoaktif sezyum-137 ve ksenon-133 ölçümleri kullanılarak yapılan 972 simülasyon sonucu FLEXPART modeli ile Fukuşima’dan yayılan radyasyon miktarı hesaplanmış durumda.

Bu araştırmada, CTBT gözetleme istasyonlarından alınan gerçek ölçümleri, verileri, yani bir metreküp havadaki sezyum-137 ya da ksenon-133 seviyesini  1 mikro bekerel seviyesine kadar saptayabilen dedektörlerin her birinden her 24 saatte 20 bin metreküp hava devirdaim ediliyor ve her saniyede doğal fon dozu 10*8 Bq (0,5 mikrobekerel/metreküp) üstüne çıkan ölçümleri kayıt eden bu dedektörlerin 60 tanesi, her üç saat arayla atmosferdeki sezyum-137 miktarını yükseklik ve zaman fonksiyonlu olarak doğrudan Viyana’daki CTBT merkezine gönderiyor. Bu araştırmada, santraldan 11 Mart-20 Nisan tarihlerinden atmosfere dağılan radyoaktif maddelerin taşınımı üç değişik, yani 1-50, 50-300, 300-1000 metrelik katmana bölerek, kuru havadaki partikül yoğunluğu metreküpte 1990 kabul ederek, 927 simülasyon yapılmış durumda.

Bu ölçümlerden başlayarak, radyasyonun asıl miktarını hesaplamak için geliştirilen FLEXPART simülasyonları ile 20 Nisan 2011 tarihine kadar Fukuşima’dan çevreye yayılan ksenon-133 izotopumun miktarı 16,7 eta bekerel olarak hesaplanmış, yani Çernobil’den yayılan 6,5 etabekerelden üç kat fazla. Ayrıca, bugüne kadar nükleer silah denemeleri dışında nükleer santramdan sızan en büyük radyoaktif asal gaz radyasyonu olarak karşımıza çıkıyor. En önemlisi de ksenon-133 sızıntısı depremden hemen sonra başlamış, yani deprem birinci ünitede tsunami dalgalarından önce büyük hasar yaratmış. Ayrıca, bu reaktörlerde sıkışan kripton-85, karbon-14, iyot-129, iyot-131, ksenon-131 gibi radyoaktif gazlar, 12 Mart’ta gece yarısı saat 00.15 ile sabah 05.30 arasında, yani reaktörlerin patlamalarından önce acil havalandırma vanaları açılarak, türbin binaları da dahil sıkışan gazlar çevreye sızdırılmış.

Ayrıca, bu sıkışan gazların sızdırma işlemleri yapılırken, reaktörlerde meydana gelen yüksek basıncı düşürmek için üç reaktörün ana kazanlarındaki acil havalandırma vanaları açılarak yüksek basınç altındaki hidrojen gazının da santralın ana binalarının içine yayılmasına neden olmuş ve bir saat sonra, yani saat 06.30’da reaktör binasındaki hidrojen patlamasını  tetiklemiş. İki numaralı ünitede patlama, 14 Mart 2011 tarihinde saat 02.00’de olmuş. Ayrıca, 1 Nisan-24 Nisan tarihlerinde 3. ünite mox reaktörünün kazanında yeniden basınç ve ısı yükselmesi gözlenmiş. Bu da hala eriyen yakıtın reaktörün alt binasına düşüp, buradaki fisyon paketçikleri meydana getirdiği sanılıyor.

Bu araştırmanın sonuçları yayımlanana kadar Japon hükümeti ve TEPCO, 4 Numaralı soğutma havuzundaki patlamayı ve yangının radyolojik boyutlarını bugüne kadar hala açıklamadı. Yalnız bu rapordaki ölçümler, 14 Mart 2011 tarihinde saat 21.00’de meydana gelen hidrojen patlaması ve akabinde 19 Mart’a kadar devam eden yangın sırasında çevreye, havuzdaki 2.18×10-18 bekerel (reaktörlerdeki sezyum-137 envanterinden fazla) miktarındaki sezyum-137’nin en az yüzde 1’inin bu havuza soğutma suyu bağlanana kadar çevreye yayıldığı hesaplanmış.

Yine, 20 Nisan 2011 tarihine kadar çevreye yayılan sezyum-137 miktarı 35,8 peta bekerel olarak hesaplanmış (reaktördeki envanter toplam 9,38×10-17 bekerel). Yani, Fukuşima kazasının ilk 41 gününde çevreye yayılan sezyum-137 miktarı Çernobil kazasında yayılan toplam 85 peta bekerel sezyum-137 miktarının yüzde 42’sine ulaşmış. Sezyum-137 emisyonu miktarı 12 Mart 2011 tarihinden 19 Mart’a kadar sürükli artmış ve 14 Mart’ta 12.00 ve 15 Mart’ta 03.00 saatleri arasında 2 Numaralı reaktör ve 4 Numaralı soğutma havuzunda meydana gelen patlamalarda çevreye saniyede 370 Gbq gibi maksimum emisyon seviyesine ulaşmış. Bu ölçümler en büyük patlamanın uranyum ile plütonyum karışımı (Mox) nükleer yakıtı kullanan 3. ünitede meydana geldiği ve radyoaktif serpintilerin 1000 metreye kadar yükseldiği saptanmış, sonuçta 4 Numaralı reaktörün sağutma havuzunda 19 Mart’ta su verilmeye başlanınca emisyon miktarı azalmaya başlamış.

Gözlem istasyonlarındaki ölçümler, veriler ışığında yapılan bilgisayar dağılım haritası ve invers-simülasyon hesaplarına göre, ilk 41 günde yayılan 35,8 peta bekerel sezyum-137 miktarı, patlayan üç reaktör ve soğutma havuzlarındaki sezyum-137 envanterinin ancak yüzde 2’si ve bu süre içerisinde yaklaşık 6,4 tera bekerel sezyum-137, yani toplam emisyonun yüzde 19’u Japonya üzerine, diğer geri kalan yüzde 80’i Büyük Okyanus’a ve 0,77 tera bekerel de diğer ülkelere serpilmiş. İlk sezyum-137 ölçümleri, 15 Mart tarihinde ABD’deki, 22 Mart’ta da Avrupa’daki gözlem istasyonları tarafından saptanmış.

Bu tür araştırmalarda radyoaktif emisyonun yayıldığı noktadan itibaren izotopların yayılma, yüzeysel serpinti simülasyon modellerini yaparken en önemli veri-bilgi, o bölgenin atmosferik basınç donelerinin, yükseklik ve zaman içindeki dağılımının iyi bilinmesi gerekiyor. Bu araştırmada hem Japon hükümetinin verdiği hava roporları, hem de üç saat aralıkla Avusturya hükümetinin merkez meteoroloji istasyonunun, diğer ECMWF, NCEP ve Global Forecast (GFS) gibi bağımsız meteoroloji kurumlarının verdiği meteorolojik bilgiler kullanılarak, özellikle 10-26 Mart tarihlerindeki Japonya’daki yerleşim ile tarım alanlarında meydana gelen radyoaktif bulaşma da hesaplanmış. Bu araştırmanın sonuçlarına göre, Japon hükümetinin verilerinin aksine Fukuşima ve Japonya’nın kuzeydoğusunda ortalama her metrekareye 1000 kilo bekerellik çok yüksek değerlerde sezyum-137 serpintisi olmuş. Eğer reaktörlerdeki patlamalar sonrasında Japonya üzerinde sürekli yağmur yağsaymış, çevreye serpilen radyoaktif partiküllerin miktarı, bu miktardan yüzlerce kat daha fazla olacakmış.

Yine Japon hükümetinin verilerinin aksine bu araştırmaya göre, 11-15 Mart tarihlerinde Fukuşima’dan kuzeydoğu istikametinde Büyük Okyanus’a yayılan radyoaktif bulutlar önce 14 Mart saat 18.00’de daha sonra 18 Mart’ta okyanus üzerinde meydana gelen siklonlar sonucu radyoaktif bulutların güneye sürüklendiği, yani tekrar Japonya üzerine yöneldiğini, 20-22 Mart tarihlerinde Tokyo, Osaka ve diğer büyük kentlerin üzerinden geçen yoğun radyoaktif bulutlar eğer yağmur yağsaydı, 17,7 milyon insanın yaşadığı bu yerleşim alanlarında büyük bir sezyum-137 bulaşması meydana gelecekti.

Küresel yayılım

Fukuşima Nükleer Santralı’nda depremden hemen sonra birinci reaktörün ana koruma kazanında meydana gelen çatlaklar sonucu sızan gazların olan ve 5,5 günde elektron yayınlayarak bozunan radyoaktif ksenon-133 izotopunu Kuzey Yarımküre’ye  15 Mart tarihine kadar yayılmış. Daha sonra meydana gelen tsunami ile iflas eden diğer üç reaktör ve soğutma havuzlarındaki patlamalar sonucu yayılan radyoaktif gazlar, partiküller, Kuzey Amerika kıtasının batı kıyılarına 17 Mart’ta, Avrupa kıtasının batı kıyalarındaki yüksek alanlara da 22 Mart 2011 tarihinde ulaşmış. CTBT istasyonlarından alınan ölçümlerde, Fukuşima’dan yayılan radyasyon bulutları Kuzey Yarımküre’yi 22 Mart tarihinde tümüyle çevrimlediği, Güney Yarımküre’ye, hatta kutup bölgelerine dahi yayıldığı saptanmış. Kazanın daha ilk haftasında Japonya’nın kuzeydoğusundaki bölgelerde, Çernobil ve Beyaz Rusya’daki bölgesel bulaşmanın çok üzerinde, yani ortalama her metrekareye 1000 kilo bekerel değerin üzerinde yüzeysel sezyum-137 bulaşması ölçülmüş.

11 Mart 2011 tarihinde Japon yerel saati ile 14.46’da deprem olmuş ve elektrik üreten üç reaktör otomatik olarak durmuş. Santral dışından gelen elektrik, şebeke devre dışı kalınca dizel jeneratörler devreye girmiş. 50 dakika sonra gelen tsunami dalgaları, dizel jeneratörleri bozarak reaktörlere elektrik enerjisi kesilerek, acil soğutma sistemi iflas etmiş. Üç reaktördeki ana soğutma sistemindeki su hızla kaynarak buharlaşmış ve reaktör içerisindeki su seviyesi düşerek çok yüksek derecede (1000 C üzerinde) ısınan yakıt çubuklarındaki eriyen zirkonyum su buharı ile reaksiyona girmesi sonucunda büyük miktarda ortaya çıkan hidrojen gazı reaktörlerdeki basıncın hızla yükselmasine neden olmuş. Reaktörlerin ana koruma kazanının içinde bir hidrojen patlamasını önlemek için acil havalandırma vanları açılmış ama reaktör binasına yayılan hidrojen gazı hava ile temasa geçince üç reaktör binasında ve 4 Numaralı soğutma havuzunda patlamalar neden oluyor.

Ayrıca, 1 Numaralı ünitedeki patlamanın, reaktörün altındaki baskılama kısmında olduğu sanılıyor. Kaza sırasında bakım-onarımı yapılan 4 Numaralı reaktörden çıkarılan henüz yanma ömrünü bitirmemiş hala 2 megavatlık enerji üreten taze nükleer yakıt, bu havuzun soğutma suyunun iflası sonucu reaktörlerin içinde olduğu gibi hidrojen patlaması meydana gelmiş. Yani, sonuçta dört adet hidrojen patlaması meydana gelmiş.

Fukuşima kazasından sonra atmosfere yayılan, çevreye serpilen radyoaktif gaz ve partiküllere ek olarak 21 Mart ile 30 Nisan arasındaki sürede reaktörleri soğutma işlemleri sırasında yalnızca 4,720 tera bekerel sezyum-137 ve iyot-131 izotoplarını içeren su denize boşaltılmış. Bugüne kadar denize boşaltılan radyoaktif izotopların miktarı 15.000 trilyon bekerel olarak hesaplanıyor. TEPCO’nun 5 Nisan 2011 tarihinde yaptığı açıklamada, bölgedeki denizde ölçülen metreküpteki iyot-131 miktarı, normal seviyeden 15 milyon daha fazla olan 800 bin bekerel olarak saptanmış. Yine aynı tarihte, İberaki Balık Kooperatifi’nin tarafsız bilim insanlarına yaptırılan ölçümlerde, yöresel balıklarda radyoaktif bulaşmanın değerleri 4 bin 80 iyot-131 ve 526 bekerel sezyum-137 olarak saptanmış. Normal deniz suyundaki sezyum-137 miktarı ise litre başına 0,003 bekerel olarak bulunmuş.

Bugün eriyen üç reaktörde 1000 ton erimiş halde nükleer yakıt ve soğutma havuzlarında 375 bin ton atık yakıt demeti var. ABD Harisbur’daki Three Mile Island Nükleer santralı’nda 1979 yılında meydana gelen reaktör erimesinden sonra erimiş yakıtın tahliyesinin 14 yıl sürdüğü göz önüne alınırsa, Fukuşima’daki temizleme işlemlerinin maliyetini hiç kimse hesaplayamıyor ama yalıtım çalışmalarının en az 50 yılı alacağı ortaya çıkıyor.

2011 yılının Mart ayı itibariyle Japonya’da üretilen 1000 teravat/saat elektrik enerjisinin kaynaklara göre dağılımı şöyle: 130 teravat/saat petrolden, 260 teravat/saat kömürden, 280 teravat/saat doğalgazdan, 88 teravat/saat jenilenebilir kaynaklardan ve 264 teravat/saat de 54 adet nükleer reaktörden… Fukuşima felaketinden bir yıl sonra ortaya çıkan gerçek de şöyle: 11 Mart, 2012’de Japonyadaki  54 reaktörden 51’i hala kapalı olacak ve elektrik enerjisi üretemeyecek, bugün için geri kalan üç adet reaktörde ortalama yüzde 10,3 kapasitede çalışıyor, yani bugün Japonya’da nükleer santrallerde bir yildir elektrik üretilmiyor ama yıllardır “Türkiye’de nükleer santraller kurulmazsa karanlıkta kalacağız veya endüstrimiz gelişmeyecek” diye insanımızı tehdit eden bilim insanları ile politikacıların aksine bugün Japonya ne karanlıkta kaldı ne de endüstrisi iflas etti.

 


 

Prof.Dr. Hayrettin Kılıç

İstanbul Aydın Üniversitesi Bilim Kurulu Uyesi.

 

 

 

Kaynak. “Xenon-133 and caesium-137 releases into the atmosphere from the FukushimaDai-ichi nuclear power plant: determination of the source term,atmospheric dispersion, and deposition. A. Stohl1, P. Seibert2, G. Wotawa3, D. Arnold2, 4, J. F. Burkhart1, S. Eckhardt1C. Tapia5, A. Vargas4, and T. J. Yasunari6”

1NILU – Norwegian Institute for Air Research, Kjeller, Norway

2Institute of Meteorology, University of Natural Resources and Life Sciences, Vienna, Austria

3Central Institute for Meteorology and Geodynamics, Vienna, Austria

4Institute of Energy Technologies (INTE), Technical University of Catalonia (UPC), Barcelona,

Spain

5Department of Physics and Nucelar Engineering (FEN),Technical University of Catalonia

(UPC), Barcelona, Spain

6Universities Space Research Association, Goddard Earth Sciences and Technology and

Research, Columbia, MD 21044, USA