Ana Sayfa Blog Sayfa 4772

Saatler 25 Mart’ta 1 saat ileri alınacak

0

Saatler, 25 Mart 2012 Pazar günü saat 03.00’dan itibaren 1 saat ileri alınacak.

Bakanlar Kurulu’nun konuya ilişkin kararı, Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayımlandı.

Buna göre, gün ışığından daha fazla yararlanmak amacıyla bütün yurtta saatlerin, 25 Mart 2012 Pazar günü saat 03.00’dan itibaren bir saat ileri alınması, 28 Ekim 2012 Pazar günü saat 04.00’dan itibaren de bir saat geri alınması kararlaştırıldı.

Adliye önündeki kitleye polis gaz bombası attı

Ankara Adliyesi önünden yürüyüşe geçen kitleyle polis arasında çatışma çıktı.

Adliye önündeki insanların zamanaşımı kararını protesto etmek için yaptığı yürüyüşe polis saldırdı. Atatürk Bulvarı’na doğru yürüyen 7-8 bin kişilik kitlenin içine polis gaz atıyor.

Fotoğraf: Efkan Bolaç

Fazla gezegeniniz var mıydı? – Güven Eken

Markette dolaşıyorsunuz. Gözünüz kış ortasında parıldayan üzümlere takılıyor. Elinizi uzatıp sepete atıyorsunuz. Sonra makarna alıyorsunuz. Sonra peynir. Sonra deterjan. Sonra diş macunu. Sonra su. Sonra, sonra…

 

‘Sonralar’ın sonu yok. Yok ama tüm bu aldıklarınız nereden geliyor? Parasını vermiş olmakla sepete attığınız bu şeylerin gerçek bedelini ödemiş oluyor musunuz? Dahası, yeryüzündeki milyarlarca insan ve katrilyonlarca canlı arasında sizin payınıza ne düşüyor? Bu soruları belki kısaca şöyle de sorabiliriz: Parasını verip aldığınız herşey size mi ait?

 

Aklımıza pek sık gelmeyen bu soruların yanıtlarını düşünen insanlardan biri Küresel Ayak İzi Ağı Başkanı Mathis Wackernagel. Wackernagel, geçtiğimiz hafta WWF Türkiye’nin davetlisi olarak İstanbul’daydı. WWF Türkiye, “Türkiye’nin Ekolojik Ayakizi” adında bir rapor yayınladı.

 

“Ekolojik Ayak İzi” en kısa tabiriyle kullandıklarımızın doğa üzerindeki faturasını ölçen bir yaklaşım. Örneğin, marketten aldığınız bir kilo üzümün üretilmesi için belli miktarda su, toprak ve gübre kullanılıyor. Üstelik o üzümü şehirlere taşımak için araç kullanılıyor, benzin yakılıyor. Tüm bu süreçte insan gücü harcanıyor. Özetle, üzümün doğaya faturası bir kilo meyveden çok daha büyük.

 

İşte tüm kullandıklarımız üst üste geldiğinde ‘ekolojik ayak izi’ oluşuyor. WWF’nin hazırladığı Ekolojik Ayakizi Raporu’na göre dünyada herkes ortalama bir Türkiye vatandaşı gibi yaşasaydı, ayak izimiz 1,5 dünyayı kaplayacaktı. Yani bu dünyaya sığmayacaktık. Bu durum, “kalkınmış” ülkelerde çok daha fazla. Sanırım Wackernagel’in özetlediği gibi, bilmediğimiz sularda yüzüyoruz!

 

Küresel Ekolojik Ayak izi yaklaşımı bir bakıma “kalkınma” projesinin iflas ettiğini kanıtlıyor. Size dünya insanlarının kalkınmasının ne kadar güzel birşey olduğunu anlatalanlara, Amerika ve Avrupa’yı örnek gösterenlere şunlardan bahsedebilirsiniz…

 

Herkes bir ABD vatandaşı gibi yaşasa kaç dünyaya sığardık biliyormusunuz? Dört! Elimizde kaç dünya var? Bir. Kalkınmak için kaç dünya daha lazım? Üç! Fazladan üç dünya daha var mı? Yok. Öyleyse nasıl kallkınacağız?

 

Kalkınma endekslerinin yükseldiği her açıklandığında vicdanım sızlar. Zira kalkınmanın doğanın ve başka insanların hakkını gasp etmek olduğunu bilirim. Bu nedenle “kalkınma endeksi” aslında “gasp endeksi” anlamına gelir. Ne kadar hızlı kalkınıyorsanız, başkalarının haklarını o kadar fazla gasp ediyorsunuz demektir. Tebrikler!

 

Birşeyin parasını vermek başka, bedelini ödemek başkadır. Para vermek tek taraflı, bedel ödemek ise karşılıklıdır. Bedel ödeyen kendinden bir parça kaybeder. Ne var ki yepyeni bir parça ile buluşur. Başka bir şeye dönüşür. Bu nedenle dünya, bedel ödemeyi bilenlerin enerjisi ile döner. Bedel ödemeyi bilenler, bir adım öne!

Güven Eken – Radikal

Nükleer için referandum istiyoruz! – Şahin Alpay

11 Mart, Japonya’da yaşanan dehşetli deprem ve tsunami, ardından nükleer santral faciasının yıldönümüydü. 

Dünya Fukuşima Santralı’ndaki 4 reaktörün üçünün kalbinin erimesiyle sonuçlanan “kaza”dan ders alıyor. Dünyanın 3. büyük ekonomisi ve teknoloji devi Japonya, önümüzdeki ay sonunda 54 nükleer santralının hepsini devre dışı bırakmış olacak. Başbakan Yoşihiko Noda, güvenlik denetiminden sonra yeniden işletmeye alınacaklarını söylüyor, ama halktan göreceği tepkinin korkusuyla bunun ne zaman olacağını açıklayamıyor; zamanla bütün nükleer santralların kapatılmasından yana olduğunu belirtiyor. (New York Times, 8 Mart)

150 bin kişinin boşaltıldığı Fukuşima ve çevresinin onlarca yıl sürmesi beklenen radyasyon temizliği işine daha yeni başlanırken Japon kamuoyu yoğun olarak nükleer belayı tartışıyor. Hükümet nükleer enerjinin tehlikelerini halktan gizlemekle suçlanıyor. Fukuşima’yı işleten Tepco şirketinin, uyarılara rağmen yeterli güvenlik önlemi almadığı; resmî makamların ve uzmanların nükleer enerji lehine propagandasının, güvenlik önlemlerinin ihmaline yol açtığı belirtiliyor. (NYT, 9 Mart)

Dünyanın 6. büyük ekonomisi ve teknoloji devi Almanya, 2022 yılına kadar 17 nükleer santralın, İsviçre 2034’e kadar 5 nükleer santralın tümünü kapatma kararı aldı. İtalya geçen haziranda referandum yaparak nükleer santralları ülkeye sokmamayı kararlaştırdı. Geçen ay Polonya’nın Baltık kıyısındaki Mielno kentinde yapılan referandumda halkın yüzde 94’ü nükleer santrala “hayır” dedi. Halen dünyada kurulu 435 nükleer santral var; inşa halindeki toplam 60 nükleer santralın çoğunu Çin (26) ve Rusya (10) gibi otoriter rejimler kuruyor.

Geçen cuma Yeşil Düşünce Derneği, Eurosolar Türkiye ve Friedrich Ebert Vakfı’nın İstanbul’da düzenledikleri “Fukuşima’dan bir yıl sonra Türkiye’de nükleer enerji ve yenilenebilir enerji alternatiflerinin geleceği” konulu konferansta, Türk ve Avrupalı konuşmacıları dinledim. Vurgulanan belki en önemli husus, AKP hükümetinin dünyanın tersine, büyük bir umursamazlıkla nükleer santral kurma ısrarı oldu. AKP hükümeti Akkuyu’da Ruslara nükleer santral yaptırma konusunda kararlılığını sürdürürken, Sinop’ta kurulacak bir santral için de Japon, Güney Kore veya Çin şirketleri ile anlaşma sağlamaya çalışıyor.

Mersin – Akkuyu’daki santralın inşası, uluslararası ihale açılmadan devletlerarası anlaşma yoluyla Rusya’nın Rosatom şirketine verildi. Rosatom, santralı “yap-sahip ol-işlet” sistemiyle inşa edecek. 60 yıllık ömür biçilen 4 ünitelik santralın çoğunluk hissesi 100 yıl boyunca ona ait olacak. Santral, Türkiye’ye kilovatı 12,35 cent’ten, yani hiç ucuz olmayan bir fiyattan elektrik satacak. Ruslara 20 milyar dolara mal olması beklenen santraldan Türkiye, takriben 70 milyar dolarlık elektrik satın alacak. Ruslar, ilk defa başka bir ülkede nükleer santral sahibi olacakları, kaza riskini hiçbir şekilde üstlenmedikleri için bu çok avantajlı anlaşmadan ziyadesiyle memnun.

Oysa Türkiye halkı bu anlaşmadan hiç memnun değil. Yapılan bütün yoklamalar, halkın büyük çoğunlukla nükleer santral istemediğini gösteriyor. Geçen nisan ayında A & G şirketinin bu konuda yaptığı en kapsamlı yoklama, halkın yüzde 64’ünün nükleer santrallara “hayır” dediğini ortaya koydu. Nükleer santralların Türkiye için yararlı olacağını düşünenlerin oranı yüzde 7’yi geçmiyor, yüzde 84’ü temiz enerji kaynaklarına yatırım istiyordu. Geçen haziran ayında yapılan son yoklamada da (İpsos) “hayır” diyenlerin oranı yüzde 80 olarak saptandı.

Zaman daralıyor. Çevresel Etki Değerlendirmesi raporu tamamlandığında, muhtemelen 2014’te, Akkuyu’nun inşaatı başlayacak. Nükleer belanın ülkemize bulaşmasına dur demeliyiz. AKP hükümeti, halkı temsil ettiği iddiasında ise, ezici çoğunluğun istemediği nükleer santralları kuramaz. Burası bir demokrasiyse nükleer enerji için referandum yapılmalı. CHP, eğer gerçek bir muhalefet partisi ise, bunda ısrarlı olmak zorunda. Toplum olarak sesimizi yükseltelim.

 

Şahin Alpay – Zaman

 

Sivas Davası düştü. Yakanlar serbest!

19 yıl önce 35 kişinin yakılarak katledildiği Sivas olaylarıyla ilgili davada zamanaşımı kararı verildi. Böylece 5 firari sanık ceza almaktan kurtuldu.

1993 yılında 35 kişinin yakılarak öldürüldüğü Sivas katliamı davası kapandı.

Ankara 11. Ceza Mahkemesi’nde görülen davada mahkeme heyeti, zamanaşımı kararı verdi.

Yıllardır kırmızı bültenler aranan 5 firari sanık, ceza almaktan kurtulmuş oldu.

Kalabalık grup sabah saatlerinde Ankara Adliyesi önünde toplandı.

Bazı Alevi dernekleri, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ile sendika ve konfederasyonların üyelerinden oluşan gruptakiler çeşitli döviz ve pankartlar açarak, ”Zamanaşımına hayır, adalet istiyoruz”, ”Sivas’ın ışığı sönmeyecek” sloganları attı.

DİSK Genel-İş Sendikası’na ait ses yayın aracından Sivas olaylarında hayatını kaybedenlerin isimleri okundu.

Okunan her isimin ardından gruptakiler ”burada” karşılığını verdi. Davayı izlemek üzere bazı CHP’li milletvekilleri de adliyeye geldi.

CUMHURİYET TARİHİNDEKİ EN KARA GÜNLERDEN BİRİ
Bundan 19 yıl önce Sivas’ta ülke tarihine kara bir leke olarak geçecek bir katliam yaşandı.

Aralarında Aziz Nesin’in de bulunduğu onlarca yazar, şair ve sanatçı, Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için kente gitti.

3 Temmuz günü kentin çeşitli bölgelerinde toplanan binlerce kişi, protesto için bir araya geldi.

Sloganlarla etkinliklere katılanların kaldığı Madımak Oteli’ne yürüyen öfkeli kalabalık, taşladıkları oteli daha sonra ateşe verdi.

Onlarca kişi, güvenlik güçlerinin engel olm(a)dığı protestocuların yaktığı otelde sıkışıp kaldı. Saatler geçmesine rağmen, kalabalığa müdahale edil(e)miyor, oteldekiler bir türlü kurtarıl(a)mıyordu.

Madımak’ı saran alevler, aralarında halk ozanları Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen ve Hasret Gültekin, şairler Metin Altıok ve Behçet Aysan, yazar Asım Bezirci ile karikatürist Asaf Koçak’ın da yer aldığı 35 kişinin yaşamını yitirmesine neden oldu. Olaylara katılan iki gösterici de yaktıkları ateşin kurbanı oldu.

Aralarında yazar Aziz Nesin ve sanatçı Arif Sağ’ın da bulunduğu 51 kişi ise katliamdan sağ olarak kurtulmayı başardı. Yaralanan Aziz Nesin’e yönelik linç girişimi de son anda engellendi.

 

Eğer mahkeme, 35 kişinin yaşamını yitirdiği katliamı “insanlık suçu” olarak nitelendirmezse dava 19 yıl sonra kapanacak.

CHP ve BDP’nin davanın zamanaşımına uğramasını önlemek için verdiği önergeler de TBMM’de reddedildi.

SKANDAL ÜSTÜNE SKANDAL
Sivas katliamının üzerinden geçen yıllar boyunca “bu kadarı da olmaz” dedirten birçok olay yaşandı. Ölenlerin yakınlarının acısı, her gün bir yenisi eklenen skandallarla daha da arttı.

 

İNSANLARIN YAKILDIĞI YERE KEBAPÇI AÇTILAR
Sivas katliamının acısı henüz tazeyken, Madımak Oteli’nin alt katına bir kebapçı açıldı.

Yıllar boyunca bu restorana gelenler, 37 kişinin yanarak can verdiği  mekânda kebap yemeyi sürdürdü.

Bu duruma tepki gösterenlerin sesi, 2010 yılına gelindiğinde ancak duyuldu. Ve yıllar sonra o kebapçı kapatılarak, Madımak Oteli kamulaştırıldı.

KURBAN İLE KATLİAMCI YANYANA
Ancak tüm taleplere rağmen müze yerine bilim ve kültür merkezine dönüştürülen Madımak’ta tartışma yaratan bir olay daha yaşandı.

“Anı köşesi” adı verilen panoya katliamda ölenlerin isimlerinin yanı başına, iki saldırganın da adı yazıldı. Bu karar, yakınlarını kaybeden ailelerin yüreklerini bir kez daha yaktı.

KENTİ BİLE TERKETMEDİ
Dava kaplumbağa hızıyla sürerken, firari sanıklar hakkında da ilginç gelişmeler yaşandı.

Yargılandığı sırada firar eden 9 sanık içinde yer alan Sivas Belediye Meclisi Üyesi Cafer Erçakmak’la ilgili çarpıcı bir gerçek yıllar sonra gün yüzüne çıktı.

Her yerde aranan katliamın kilit ismi Cafer Erçakmak’ın uzun yıllar kentte yaşadığı, geçen sene ölümünün ardından gizlice gömülmesiyle ortaya çıktı.

Erçakmak, ülkenin her yanında aranırken, tuhaf bir şekilde memleketinde bulunamamıştı.

 

GÖRÜLMEMİŞ DNA TESTİ!
Cafer Erçakmak’la ilgili bir skandal da kimlik tespiti sırasında geldi. Adli Tıp, Erçakmak’tan alınan DNA örneklerini, kan bağı bulunmayan eşiyle karşılaştırdı.

Daha sonra yapılan testlerde ölen kişinin yüzde 99.99 ihtimalle Cafer Erçakmak olduğu kaydedildi.

KENDİSİNİ İHBAR ETTİ AMA…
Katliam sanığı İhsan Çakmak’ın da firari olarak arandığı yıllarda evlendiği, askerlik yaptığı, ehliyet aldığı ve çocuğunu nüfusuna kaydettirdiği belirlendi.

MADIMAK’I YAKIP, DÜĞÜN YAPMIŞ
Bir diğer sanık Yılmaz Bağ’ın ise katliamdan sadece iki hafta sonra, Kangal ilçesinde düğün yaparak evlendiği tespit edildi.

ALMANYA’YI MESKEN TUTTULAR
Katliamdan iki yıl sonra tutuksuz yargılanmak için serbest bırakılan sanıklardan birçoğu ortadan kayboldu.

 

Yıllarca her yerde aranan bu sanıklardan 9’unun, 1993 yılında 5 Türk’ün yakıldığı Solingen faciasının meydana geldiği Almanya’ya kaçması dikkat çekti.

Alman makamları, Türkiye’nin iade talebini “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası”nı gerekçe göstererek reddetti.

Katliam mağdurlarının yakınları, son ana kadar temaslarda bulundu.

TURİST DEĞİL, KATLİAM SANIĞI

Almanya, katliam sanıklarını Türkiye’ye vermezken, bir diğer sanık Vahit Kaynar da geçen yılın Eylül ayında Avrupa’da yakalandı.

Almanya-Polonya sınırında yakayı ele veren Kaynar, Ankara’nın talebine rağmen iade edilmedi.

DAVA SÜRECİ
Sivas katliamı davası, 21 Ekim 1993’te başladı. 125 sanık, Ankara 1 Nolu DGM’de ilk kez hakim karşısına çıktı.

Davada ilk karar, 26 Aralık 1994’te geldi. 85 sanık, 2 ila 15 yıl arasında değişen hapis cezasına çarptırıldı, diğer sanıklar ise beraat etti.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 1997 yılında müdahil avukatlarının temyiz ettiği davayı bozdu. Yeniden yargılama sonucunda 33 sanık hakkında idam cezası verildi.

 

Ancak bu karar, bir yıl sonra Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından yeniden bozuldu. Sanık sayısı da 125’ten 33’e indi.

2000 yılında kararını açıklayan Ankara 1 Nolu DGM, 33 sanık için “idam” dedi. 9 sanık 7 yıl 6’şar ay, 4 sanık 20’şer yıl, 1 sanık 15 yıl, 1 sanık 5 yıl hapis cezası aldı.

33 sanık hakkında verilen idam kararı ise 2002 yılında müebbet hapis cezasına çevrildi.

(NTV)

Ötenazi talebine mahkemeden yeşil ışık

İngiliz Yüksek Mahkemesi, beş yıl önce felç geçiren ve zamanı geldiğinde ötenazi isteyen bir hastanın dava başvurusunu yerinde buldu.

2005 yılında geçirdiği kalp krizi sonrası tamamen yardıma muhtaç hale düşen ve bilgisayar aracılığıyla konuşabilen Tony Nicklinson adlı 58 yaşındaki hasta, doktorunun cinayetten yargılanmamasını istiyor.

Nicklinson, “Ötenazinin mahkemede tartışılacak olması beni mutlu ediyor. Politikacılar ve diğerleri, toplumumuzun karşı karşıya olduğu en önemli konulardan birisini görmezden gelmeye devam ederse, bugün bir tartışma ortamı sağlayarak mahkemelere başvurabilirsiniz. 20.yüzyılın kurallarının geçtiği bir yerde, 21. yüzyılın tıbbı işleyemez.” dedi.

İngiliz kanunlarına göre ötenazinin yasal olmaması ise Adalet Bakanlığı ile İngiliz Yüksek Mahkemesi’ni karşı karşıya getirdi. Avukatı ise müvekkilinin talebinin çok masum olduğunu belirtti:

“O aslında hayatını sona erdirmek ve onun seçeceği bir anda saygın bir şekilde ölmek için yardım istiyor.”

Kocasının ne zaman ölmek istediğini bilmediğini belirten Jane Nicklinson ise eşinin önceki hayatını tanıyanların şu anda kocasının neler çektiğini çok iyi anladığını kaydediyor.

Kararın Nicklinson için olumlu olması durumunda başka davalar için örnek teşkil edebileceği belirtiliyor.

Avrupa’da sadece Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve İsviçre ötenaziyi kabul ediyor.

#sivastazamanasiminahayir

Firari sanıkların yakalanması için devletin kolunu kıpırdatmadığı Sivas Katliamı davasında mahkemenin zamanaşımı konusunda bugün karar vermesi bekleniyor. Sivas olaylarına ilişkin davanın zaman aşımına uğramasını istemeyen binlerce kişi Ankara Adliyesi önünde toplandı. Adliye, ”Zaman aşımına hayır adalet istiyoruz”, ”Sivas’ın ışığı sönmeyecek” sloganları ile yankılanıyor.

Bazı Alevi dernekleri, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ile sendika ve konfederasyonların üyelerinden oluşan gruptakiler çeşitli döviz ve pankartlar açarak, ”Zaman aşımına hayır adalet istiyoruz”, ”Sivas’ın ışığı sönmeyecek” sloganları attı.

DİSK Genel-İş Sendikasına ait ses yayın aracından Sivas olaylarında hayatını kaybedenlerin isimleri okundu. Okunan her isimin ardından gruptakiler ”Burada” karşılığını verdi. Davayı izlemek üzere bazı CHP’li milletvekilleri de adliyeye geldi.

Ankara Adliyesi’ne gelen CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan, CHP’li Muharrem İnce ve CHP’li vekil Umut Oran da duruşmayı izlemek üzere salona girdi.

Savcı zamanışımı istedi

Duruşmada savcı, zaman aşımının uygulanmasının hukuki zorunluluk olduğunu içeren bir talep okudu ve zaman aşımının uygulanmasını talep etti.

[Yazı Dizisi] Suriye: İklim Değişikliği, Kuraklık ve Toplumsal Tedirginlik ~2~

Suriye’de yaşanan çatışmalarla ülkenin İklim Değişikliği nedeniyle karşı karşıya olduğu kuraklık arasındaki bağlantıya dünkü  yazımızda yer vermiştik. Yazı dizisinin bu ikinci ve son yazısında da durumun sadece Suriye için değil, başta Akdeniz Havzası’ndaki ülkeler olmak üzere tüm dünya için ne kadar vahim olduğunu göstermeye çalışacağız. Thinkprogress.org sitesinde Francesco Femia ve Caitlin Werrell tarafından yazılan ve Yeşil Gazete için Tuğçe Tuğran tarafından türkçeye çevrilen makalenin sonunda ayrıca Joe Rommtarafından verilen ek bilgiler de var.

Durukan Dudu

İç Göç, Kırsal Disaffection ve Siyasi Gerginlik

Kır-kent eksenli toplu göçler ve tarıma dayalı bir hayat süren grupların hoşnutsuzluğu Suriye’de yaşanan toplumsal ve siyasi gerginliğin yeterli derece açıklanmayan faktörleri arasında. Kuraklıktan kaynaklanan kırdan kente göç dalgası, Suriye’nin ekonomik sıkıntılarla boğuşan şehirleri üzerinde fazladan yük anlamına geliyor. Bu şehirlerin hali hazırda altyapı sorunları olduğunu da unutmamak gerek. Bunun sonucunda, dar gelirli gruplar birbirleri ile sadece kısıtlı iş imkânları için değil; suya erişim için de rekabet etmek zorunda kalıyorlar. Şam’da yaşayan uzman Francesca De Chatel’e göre, Suriye’de son yıllarda kişi başına düşen su miktarında büyük düşüşler yaşandı ve bu kısmen kötü işleyen altyapıdan kaynaklanıyor. Dahası, Arap Baharının diğer ülkeleriyle kıyaslandığında, Suriye’de yükselen muhalif seslerin içinde hoşnutsuz çiftçiler çok önemli bir yer tutuyor. Gerçekten de, bir tarım bölgesi olan Dara’a, geçen yıl başlayan muhalif hareketin ilk aşamalarındaki odak noktasıydı. Bölge beş yıllık kuraklık ve su sıkıntısının en fazla etkilediği yerlerden birisi ve Esad rejiminden bu konuda çok az destek görmüş.

İç göçün ve köylülerin memnuniyetsizliğinin başkaldırılarda ne derece etkili olduğunu incelemek, devam eden istikrarsız ortamda zor görünüyor ama var olan deliler dikkate alındığında, bu olayların etkisinin hiç de az olmadığı söylenebilir.

Geleceğe Bakmak

Anlaşılır biçimde uluslararası kamuoyunun öncelikli hedefi, Esad rejiminin muhalifleri bastırmak için başvurduğu şiddetin ve ülkede yaşanan insanlık dramının önünü kesmek. Hiç şüphesiz masum insanların katledilmesini engellemek ilk adım olmalı. Yine de ülkedeki muhalefetin kapsamlı bir analizi-olası toplumsal, çevresel ve iklimsel dinamikler de dahil-politikacıların ve liderlerin daha etkin çözümler bulmasına yardımcı olacak. Kısa vadede, şiddeti durdurmak ve meşru bir hükümet kurulmasını mümkün kılmak, muhaliflerin istek ve ihtiyaçlarının anlaşılmasını gerektiriyor. Bunların arasında; su, gıda ve tarım alanları gibi yaşamsal öneme sahip doğal kaynaklara erişim ve bunların yönetimi de var. Uzun vadede Suriye’nin toplumsal, çevresel ve iklimsel sorunlarına çözüm getirmek, dengeli, dayanaklı ve çatışmalardan arınmış bir ulus yaratma yolunda anahtar öneme sahip. Suriye ancak bu şekilde uluslararası kamuoyuna yapıcı katkılar yapabilen bir ulus olabilir.

Joe Romm’dan ek: NOAA 2011 analizinin, iklim modelleriyle paralellik taşıması özellikle endişe verici çünkü bu modeller bugün dünyanın yaşanan ve tarım yapılan büyük bir kısmı için çok kurak bir gelecek öngörüyor. Özellikle de şu bölgelerde:

Yukarıdaki harita Palmer Kuraklık Endeksi’ni kullanıyor. -4 ve altı aşırı kuraklık anlamına geliyor. Bir karşılaştırma için şu örnek verilebilir: Amerika’nın Büyük Düzlüklerin’de (Great Plains) yaşanan ve Toz çukuru denen dönemde Palmer endeksi sadece çok kısa bir süre için -6’ya ulaşmıştı, bu çevresel felaket süresince endeks genellikle -3’ün altındaydı.

Buradan ulaşabileceğiniz 2010 tarihli NCAR araştırması sonuçlarna göre yüzyılın sonuna kadar ABD’nin bazı bölgeleri dahil bugün insanların yaşadığı birçok yer -8 ila -10 düzeyinde kuraklık yaşayacak.

Akdeniz havzasının büyük kısmında ise -15 ila -20 düzeyinde kuraklık bekleniyor. Bunlar tarihte yaşanmamış kuraklık seviyeleri.

 

NOAA Raporu özellikle Akdeniz Havzasında yaşayanlar için endişe verici çünkü bu bölgeler tüm dünyada yaşanan en aşırı kuraklıklara tanık olacak.

Akdeniz Havzası uzun süreden beri, yüzyılın sonuna doğru yaşanacak iklim değişikliğinden önemli ölçüde etkilenecek bir ‘sıcak nokta’ olarak nitelendiriliyor. Bunun başlıca sebepleri bölgedeki su kıtlığı, nüfus artışı ve giderek artan kuraklık riskine işaret eden iklim değişikliği modelleri.

 

Sormamız gereken soru şu: bu öngörülen kuraklık, su kaynakları için en önemli dönem olan kış aylarında hali hazırda yaşanmaya başladı mı?’ diyor raporun ana yazarı Hoerling’in cevabı ise ‘evet’.

 

Su kıtlığı alarmı

UNESCO tarafından yeni açıklanan bir rapora göre, tüm dünyayı yakın gelecekte temiz su kıtlığı tehdit ediyor. Uzmanlar su kıtlığının 2070 yılına kadar da Orta ve Güney Avrupa’da hissedileceğini vurguluyor.

İklim değişikliği ve dünya nüfusunun hızla artması ile sanayi ve ziraatçilik nedeniyle kirletilen sular, tüm dünyanın gelecekteki temiz su ihtiyacını ciddi oranda tehdit ediyor.

Fransa’nın Marsilya kentinde bütün hafta boyunca politikacıları, enerji şirketlerinin temsilcileri ve aktivistleri biraraya getiren Dünya Su Forumu öncesi, BM Eğitim, Kültür ve Bilim Örgütü UNESCO tarafından dünya genelindeki su kaynaklarına ilişkin dikkat çekici bir rapor yayınlandı. 700 sayfalık ayrıntılı raporda dünya genelindeki temiz su sıkıntısına dikkat çekiliyor ve giderek artan gıda, enerji ve tıbbi alandaki hijyenik tüketimin, temiz su ihtiyacına olan talebi ciddi oranda arttırdığının altı çiziliyor.

Üç yılda bir düzenlenen ve suyu temel insan hakkından ziyade ticari bir ürün olarak görmek suçlanan Dünya Su Forum’unda da ele alınacak rapora göre, bir süre sonra içme suyunun temini, dünyanın birçok bölgesinde yetersiz kalacak. Bunda diğer faktörlerin yanı sıra düşük yağış miktarı ve değiştirilen akarsu rotalarının da etkili olduğu belirtiliyor.

“Su savaşları çıkmayacak”

Raporu hazırlayan araştırmacılardan Kanadalı biyokimyager Richard Connar’a göre, dünyadaki su miktarı aynı kalıyor ama kullanılıp kirletilen kaynak suyu miktarı son 50 yılda üç katına çıktı. Bu su, temizlenemediği ve okyanuslara döküldüğü için de içme suyu temininde giderek daha büyük sıkıntılar baş gösteriyor.

Rapora göre dünya genelinde hâlihazırda yaklaşık 1 milyar insan temiz içme suyundan yoksun ve bu nedenle her yıl binlerce çocuk ishal nedeniyle yaşamını yitiriyor. Ayrıca temiz su ihtiyacına olan bu “benzeri daha önce görülmemiş artış” birçok önemli kalkınma hedefini de tehlikeye sokuyor.

BM raporunu hazırlayan araştırmacılar, gelecekte su nedeniyle savaşların çıkacağını düşünmüyor ama iklim değişikliğinin 2030 yılına kadar Asya ve Afrika’nın güneyindeki gıda üretimini ciddi oranda vuracağına dair uyarıyor. Uzmanlar su kıtlığının, 2070 yılına kadar da Orta ve Güney Avrupa’da hissedileceğini vurguluyor.

UNESCO Genel Sekreteri Irina Bokowa gelecekteki su ihtiyacının nasıl karşılanacağı konusundaki şüphelerin giderek arttığını düşünüyor ve “Riskler de ona göre artıyor” diye konuşuyor.

(DW)

Karbon vergisine tepkiler büyüyor

Avrupa Birliği’nin karbondioksit ve sera etkisine sebep olan gazların salınımını azaltmak için yürürlüğe soktuğu karbon vergisine tepkiler gelmeye devam ediyor. Çin’in boykot kararının ardından Rusya da vergiyi tanımayacağını açıkladı.

Öte yandan Avrupa’nın en büyük altı havayolu şirketi ve havacılık yan sanayii, uçak üreticisi Airbus’ın kurucu ülkelerine vergiden duydukları endişeyi belirten bir mektup gönderdi.

Almanya, Fransa, İngiltere ve İspanya hükümetlerine gönderilen mektupta karbon vergisinin havacılık sektörü için ağır finansal sonuçlara neden olacağının altı çizildi. Airbus’ın tepe yöneticisi Tom Enders ise uçak fabrikasındaki ve yan sanayilerdeki binlerce çalışanın geleceğinin tehdit altında olduğunu belirtti.

Geçtiğimiz perşembe ise Avrupa Hava Savunma ve Uzaycılık A.Ş. (EADS), dünyanın en büyük uçağı 10 adet A380’in de içinde bulunduğu 45 adet uçak siparişinin Çin hükümetinin boykotu yüzünden askıya alındığını belirtti. Avrupa Birliği’nin uygulamaya soktuğu karbon vergisi yüzünden Çin’in uyguladığı boykotun şirkete 9 milyar Euro’luk bir zarar verdiği tahmin ediliyor.

Avrupa Birliği bu vergi ile hava sahasını kullanan tüm havayolu şirketlerinin sebep oldukları karbon salınımlarının yüzde 15’ni satın almalarını zorunlu kılıyor. Avrupa Komisyonu vergi yüzünden uçak biletlerindeki fiyat artışlarının 2 ile 12 Euro arasında değişeceğini açıkladı.

Çin ise aldığı boykot kararı ile hava yolu şirketlerinin vergiyi ödemelerini yasakladı. Bu karara rağmen geri adım atmayan Avrupa Birliği Çevre Bakanları karbon vergisine destek vermeye devam edeceklerini açıkladı. Olası boykotlara karşı ise gerekli tedbirlerin alınacağı belirtildi.