Ana Sayfa Blog Sayfa 4769

Güneyde Santorum kazandı

0

ABD’de Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adaylığı için Alabama ve Mississippi eyaletlerinde yapılan önseçimleri Rick Santorum kazandı.

ABD’de Cumhuriyetçi Parti başkan adayları arasındaki ön seçim yarışında, muhafazakar seçmenin yoğunlukta olduğu iki güney eyaleti Alabama ve Mississippi’den eski Pennsylvania senatörü Rick Santorum zafer kazandı.

Eski Temsilciler Meclisi Başkanı Newt Gingrich, Alabama’da yüzde 29, Mississippi’de de yüzde 31 oy oranıyla ikinci gelirken, ön seçim yarışını halihazırda önde götüren isim olan eski Massachusetts Valisi Mitt Romney, Alabama’da yüzde 29, Mississippi’de de yüzde 30’la ancak üçüncü gelebildi. İki eyalette de kampanya yürütmeyen Teksas milletvekili Ron Paul ise açık farkla sonuncu oldu.

Hawaii ve Amerikan Samoası’ndaki seçimler

Öte yandan Hawaii ve Amerikan Samoası’nda yapılan ön seçimleri ise Mitt Romney kazandı. Romney’in oyların yüzde 45’ini aldığı açıklandı. Böylece Cumhuriyetçi adaylar arasındaki yarış daha da kızışmış oldu.

Gingrich‘e ‘çekil’ baskısı

Bu sonuç, yarışta kalabilmek için güney eyaletlerinde kazanacağı galibiyetlere bel bağlayan Newt Gingrich açısından ise önemli bir darbe oldu. Amerikan medyasında yer alan yorumlarda, Alabama ve Mississippi yenilgilerinin ardından artık Gingrich’e, muhafazakârların oylarının bölünmemesi ve Santorum’da toplanabilmesini sağlamak için yarıştan çekilmesi yönünde baskıların artabileceği dile getiriliyor.

Amerikan medyasındaki yorumlarda Romney ile Santorum arasındaki farkın kapanmasının zorluğuna da dikkat çekiliyor. Şu ana kadar 10 eyalette galip gelen Santorum’un, 16 eyaletin galibi Romney’i yakalayıp geçebilmesi için, büyük eyaletleri kazanmanın yanında, kazandığı eyaletlerde de Romney’e fark atması gerektiği vurgulanıyor.

Ön seçim yarışında son durum

CNN televizyonunun hesaplamasına göre, şu anda Romney’nin 480, Santorum’un 234, Gingrich’in 139 ve Ron Paul’un 66 delegesi bulunuyor. Ön seçimlerde yarışan adayların, Cumhuriyetçi Parti’nin 2012 başkanlık seçimlerindeki adayı olabilmek için, Ağustos ayında yapılacak parti kurultayında toplam 1144 delegenin desteğini toplamaları gerekiyor.

Alabama ve Mississippi zaferlerinden sonra kameraların karşısına çıkan Santorum, “Yine başardık. Bu seçimde zafer yolunda ilerliyoruz. Kampanyamızı her yere taşıyacağız ve her yerde rekabet edeceğiz. Zaman, muhafazakarların bir araya gelme zamanı. Eğer bir muhafazakar aday olursa, Obama’yı yenilgiye uğratabiliriz” diye konuştu.

(DW)

İşte derbinin hakemi!

0

Spor Toto Süper Lig’de cumartesi akşamı oynanacak Fenerbahçe-Galatasaray derbisinin hakemi Bülent Yıldırım oldu.

Türkiye Futbol Federasyonu’nun resmi internet sitesinden, Spor Toto Süper Lig’in 31. haftasında düdük çalacak hakemler açıklandı. Dev derbiyi, Bülent Yıldırım yönetecek.

Haftanın açılış mücadelesi olan Gençlerbirliği-Trabzonspor maçında Özgür Yankaya düdük çalarken, 31. haftanın kapanış maçında ise Beşiktaş – Manisaspor maçında Barış Şimşek görev alacak.

İşte Spor Toto Süper Lig’de haftanın hakemleri:

16 MART CUMA
20:00 Gençlerbirliği – Trabzonspor (Özgür Yankaya)

17 MART CUMARTESİ
15:00 Sivasspor – Orduspor (Mustafa İlker Coşkun)
15:00 Antalyaspor – Eskişehirspor (Fırat Aydınus)
17:00 Bursaspor – Ankaragücü (Deniz Çoban)
20:00 Fenerbahçe – Galatasaray (Bülent Yıldırım)

18 MART PAZAR
15:00 Mersin İdman Yurdu – İBB (Hüseyin Sabancı)
19:00 Gaziantepspor – Karabükspor (Hüseyin Göçek)
19:00 Kayserispor – Samsunspor (Tolga Özkalfa)

19 MART PAZARTESİ
20:00 Beşiktaş – Manisaspor (Barış Şimşek)

Uğur Kaymaz’a sıkılan 13 kurşun orantılıymış

13 kurşunla hayatını kaybeden 12 yaşındaki Uğur Kaymaz ile babası Ahmet Kaymaz için Türkiye’nin AİHM’e gönderdiği savunma kan dondurdu. 2004 yılında evlerinin önünde polis tarafından öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz ve babası Ahmet Kaymaz hakkında AİHM’e gönderilen savunmada; Uğur’un 13, babasının ise 8 kurşunla öldürülmesi “orantılı güç kullanımı” olarak değerlendirildi.

12 yaşındaki Uğur Kaymaz ile babası Ahmet, 21 Kasım 2004’te evlerinin önünde açılan polis ateşi sonucu hayatını kaybetti. 12 yaşındaki Uğur’a 13 kurşun, baba Ahmet Kaymaz’a ise 8 kurşun isabet etti. Olayla ilgili 4 polis hakkında dava açıldı. Dava daha sonra Eskişehir’e nakledildi. Burada her duruşma öncesi Kaymaz ailesi ve davayı takip etmek isteyen demokratik kitle örgütleri saldırıya maruz kaldı. Mahkeme en son karar duruşmasında “meşru müdafaada bulunduğu” gerekçesiyle polislerin beraatına karar verdi. Kararın temyiz incelemesi de Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nde yapıldı. Daire, yerel mahkemenin kararını oybirliğiyle onadı. Böylece Kaymaz ailesi açısından iç hukuk yolları tükendiği için AİHM’e başvuruldu. Davayı kabul eden AİHM 2. Dairesi, Ahmet ve oğlu Uğur Kaymaz’ın öldürülmesinden başka çare bulunup bulunmadığını Türkiye’ye sordu.

Türkiye savunmasını tamamlayarak AİHM’e gönderdi. Savunmada, polislerin telefonla gelen bir ihbar üzerine Ahmet Kaymaz’ın evine gittiği, polisin Ahmet Kaymaz’ın “terörist faaliyetler” içinde olduğunu değerlendirdiği belirtildi. Polislerin arama kararları bulunduğuna işaret edilen savunmada, gerekli tedbirleri aldığı sırada Ahmet Kaymaz’a ait evin önüne silahlı 2 kişinin bir kamyon vasıtasıyla geldiğinin tespit edildiği ileri sürüldü. Savunmada kalaşnikof marka silahlar, el bombaları ve 4 adet şarjör bulunduğu da iddia edildi. Polisin “Teslim olun” çağrısına Ahmet ve Uğur Kaymaz’ın ateşle karşılık verdiklerini, polislerin de “hızlı davranmak” zorunda kaldıklarının anlatıldığı savunmada, bu koşullarda polislerin kendi hayatları tehlikede olduğundan başka türlü davranma şanslarının olmadığı öne sürüldü.

Savunmada baba-oğulun silah kullandıklarının kanıtı olarak da ellerinde barut izinin bulunması gösterildi. Baba ve oğlunun polis güçlerine 13 kurşun sıktıklarının saptandığının ifade edildiği savunmada, yapılan araştırma sonucunda Uğur Kaymaz’ın silahından 8 kere, Ahmet Kaymaz’ın silahından ise 5 kere ateş açıldığı savunuldu.

ADLİ TIP RAPORU GÖRMEZDEN GELİNDİ

Kaymaz davasında savunma avukatlarının delillerinin birçok şüphe taşıdığı aile avukatlarınca dile getirilmişti. Adli tıp raporu da delillerdeki çelişkileri ortaya çıkarmıştı:

* Henüz 12 yaşında olan Uğur’un otopsisinde yakın mesafeden sıralı 13 kurşunla öldürüldüğü tespit edildi.
* Savunma, Uğur Kaymaz’ın, 12 yaşında olmadığının kanıtı olarak bıyıklarını, koltuk altındaki tüyleri gösterdi. Ancak bu iddia adli tıp raporlarıyla yalanlandı.
* Adli tıp, babasının ardından sokağa terlikle çıkan Uğur’un kalaşnikof taşıyamayacak kadar küçük olduğu yönünde rapor hazırladı.
* Adli tıp raporunda çatışma yaşanmış olsa bile sıralı biçimde sırtından 9 kurşun yiyen birisinin çatışmayı sürdüremeyeceğine dikkat çekildi.
* Adli tıp raporunda ellerde bulunan barut izlerinin kesinlikle silah kullanıldığına bir kanıt olamayacağı da vurgulandı.

(Evrensel)

Doktorlar ilk kez yenildi – Mehmet Uhri

Bu ülkede doktorlar ilk kez yenildi. Doktorlar mesleki bağımsızlıklarını yitirip büyük oranda yenilgiyi kabullendi ve teslim oldu. Sağlığı piyasaya emanet etmenin insanlık dışı uygulamalara yol açacağını haykırıp, onca direniş ve ortak eyleme karşın ülkenin sağlık sisteminin piyasalaşmasına, piyasa kurallarının mesleklerini ve ülkeyi teslim almasına engel olamadılar. İtibarlı meslek sahibi olup hayata bir adım önde başlayabilmek için ülkenin kapasiteli çalışkan insanlarının özellikle tercih ettiği tıp doktorluğu eski debdebeli günlerini arar hale geldi. Hayata bir adım önde başlama hissi ise yerini giderek hastasından şiddet görme korkusuna ve yenilmişlik hissine bıraktı.

Kalkınmanın ideolojik baskıya dönüştüğü, tüketim, verimlilik, kalite ve hız üzerine kurulu yenidünya düzeninde insanın yine insan olarak kalabilmesi için ayak direyen, mesleki bağımsızlıklarını yitirmemek için eylem yapıp sokaklara dökülen hekimler kendilerini yenilmiş hissediyor. Yenilmişliğin getirdiği teslimiyet içinde birlikte hareket etmek yerine hastalarının sırtından kazanacağı parayı arttırmak için meslektaşlarıyla rekabete girmekten çekinmemeye, hastasının elini tutmamaya, gözünün içine bakmamaya başladı. Bu ülkede doktorlar ilk kez yenildi. Ülkenin tümden yenildiği, işgal edildiği dönemde bile mesleki bağımsızlık yitirilmediği için böylesine yenilgi yaşanmamıştı. 13 kasım 1918‘ de İstanbul’un işgalinden birkaç ay sonra 3 Şubat 1919′da İngiliz birlikleri, karargah yapmak üzere Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’ye el koydu. Dahası dersler dışında üç öğrencinin bile bir araya gelmesi yasaklandı. Öğrenciler, okullarını kurtarmak ve eğitimlerine devam edebilmek için çare aradılar. Üçüncü sınıf öğrencilerinden Kazım İsmail, Sırrı, Müfit, Yusuf ve Hikmet Boran bir araya gelerek, İngiliz işgaline karşı protesto toplantısı düzenlemeyi kararlaştırdılar. Maksatları işgal kuvvetlerine karşı ayaklanmaktı. II. Mahmut zamanında Tıphane-i Amire ve Cerrahhane adı altında 14 Mart 1827 de eğitime başlayan Tıbbiyenin, o güne kadar hiç yapılmayan 92. yılını kutlama toplantısı düzenleyeceklerini bildirdiler. Okulun iki kulesi arasına Türk bayrağı asarak, öğrencileri büyük salonda toplantıya çağırdılar. İşgal kuvvetleri, olaya müdahale etse de engel olamadı. Tüm tıbbiyeliler 14 Mart 1919  günü büyük salonda toplandı. İlk tıp bayramı 14 Mart 1919’da, işgal altındaki İstanbul’da, tıp öğrencileri tarafından kutlandı. Tepkilerini dile getirmeye çalışan öğrencilerin bu törenine Dr. Fevzi Paşa, Dr. Besim Ömer Paşa, Dr. Akil Muhtar (Özden) gibi dönemin ünlü hocaları da katıldı. Büyük coşku ile, hem Tıphane-i Amire’nin açılışı anıldı hem de işgal protesto edildi.  İngiliz bahriyelileri toplantıyı şiddet kullanarak dağıttı, birçok öğrenciyi tutukladı. O günden beri 14 Mart‘lar ülkemizde “Tıp Bayramı” olarak kutlanmaktadır. Ülkenin teslim olup işgal edilmesine direnen tıbbiyelilerin devamı olan hekimler o gün bile yaşamadıkları yenilmişlik hissini bugün yaşıyor.

Dünya değişiyor, değerler, kavramlar, davranış kalıpları yeniden tanımlanıyor, yeni bir dünya kuruluyor hatta tüm bunlar evrimsel bir sürecin parçası bile olabilir ancak doktorlar insanın beden olarak değişmediğini, mesleki bağımsızlığın piyasa kurallarına terk edilmesi ile sağlık hakkının insanların elinden alınmakta olduğunu haykırsalar da seslerini duyuramadılar. Bu yenilmişlik duygusuyla hastaneden çok ticarethaneyi andıran yabancılaşmış ortam içinde hekimler, hastasının sırtından sisteme para kazandırmaya, ürettiği hizmetten nemalanmaya ve ayakta durmaya çalışıyor.

Bu ülkenin doktorları ilk kez yenildi. Onca direniş ve eyleme karşın mesleki bağımsızlıklarını yitirip piyasa oyuncusuna dönüşmek zorunda kalan hekimler ileride toplumun aleyhine sonuçlanabilecek süreçlere karşı durup ses çıkarabilme yetilerini de büyük oranda yitirdi. Ülkenin aydın ve nitelikli beyinleri teslim alındı. Gerçek yenilgi ve bir anlamda işgal böyle başladı. Ülke kaynaklarına küresel sermayenin göz diktiği, doğal kaynakların yağmalanıp derelerin, yağmurun rüzgarın bile alınıp satıldığı, direnen insanların gereksiz maliyet unsuru olarak görülüp göçe zorlandığı, baskı altına alındığı yeni bir ülkeye yelken açıldı.  Aralarında tek tük direnen olsa da hekimler kendilerini yenilmiş hissediyor. Genç hekimlerin hayata önde başlama beklentileri de kalmadı. Eskisi kadar itibarlı olmasa da işverenine kazandırdığı paradan kazancını çıkaran mesleği olmasını yeterli bulup kendine çalışıyor ülkenin nitelikli ve çalışkan beyinleri. Sağlık sistemindeki riyakarlığı görüp hastasını iyileştirecek doktor bulamayan hasta yakınlarının hekimlere yönelik şiddete başvurması da boşuna değil.

Kolay değil, bu ülkede doktorlar ilk kez yenildi. Şimdi küresel yenidünya düzenini kutsayanların, zafer şarkıları söyleyip hekimleri çağ dışı, eklektik kalma ile suçlayanların sesi daha gür çıkıyor. Kalkınmanın ideolojik baskıya dönüştüğü bu yeni düzende tüketim, verimlilik, kalite ekseninde hayat daha hızlı akıyor görünse de doktorlar insan kalbinin binlerce senedir aynı hızda atmakta olduğunun farkında. Ancak görünen o ki, onların sesi bundan sonra daha az duyulacak. Çünkü doktorlar mesleki bağımsızlıklarını yetirip yenildi ve teslim oldu. Kazananlar ise; gerçek kaybedenin kim veya ne olduğunu, gidilen yolun gelecek nesilleri de ipotek altına alacak biçimde insanı ve çevresini tüketip içindeki insani özü ve değerleri yok etmekte olduğunu gün gelip anlayacaklar. Bu ülkede doktorlar ilk kez yenildi.

Mehmet Uhri ( Dr. )

Hakim ve savcılara ‘Türkçe AİHM’

Hakim ve savcıların terfisini AİHM içtihatlarına uyum çerçevesinde yapma kararı alan Adalet Bakanlığı, mahkemenin kararlarını Türkçeye çevirdi ve kurulan internet sitesinde yayınlamaya başladı.

Adalet Bakanlığı, kısa süre önce hakim ve savcıların terfisine yeni kriterler getirmişti.

Terfilerde, iddianamelerin AİHM kararlarıyla uyumlu olup olmadığının ve hakim ile savcıların AİHM içtihatlarını dikkate alıp almadıklarının dikkate alınacağı belirtilmişti.

Türkiye’nin AİHM’de kabarık bir dosyası olduğu da bilinirken, Adalet Bakanlığı, bu mahkemenin kararlarını Türkçeye çevirerek internet sitesinde yayınlamaya başladı.

Özellikle savcıların yabancı dil eksikliği de sık sık gündeme gelirken, Adalet Bakanlığı bünyesindeki İnsan Hakları Daire Başkanlığı’nın kurduğu ve kullanıma açtığı www.inhak.adalet.gov.tr’de, AİHM kararları ve ihtiyaç duyulan istatistikler Türkçe olarak kulanımına sunuldu.

Sitede şu an için, AİHM’in Türkiye ve diğer ülkeler hakkında verdiği 1400 karar, hakim ve savcılar ile diğer uygulamacılar ve kamuoyunun faydalanması amacıyla Türkçeye çevrilmiş durumda.

İNSAN HAKLARI DAİRESİ
Adalet Bakanlığı bünyesinde geçen yılın Ağustos ayında kurulan başkanlık, AİHM kararlarının uygulanmasını, insan hakları ihlallerinin önüne geçilmesini, Türkiye aleyhine AİHM’ye yapılan başvurulara ilişkin savunmaların hazırlanmasını amaçlıyor.

Öte yandan Adalet Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı arasındaki protokol uyarınca, uluslararası ilişkiler ve dış politikası ile bağlantılı bir kısım başvurular dışındaki hükümet savunmaları da başkanlık tarafından hazırlanıyor. Bu konularda AİHM’in verdiği ihlâl kararlarının takibi de yine başkanlığın görevleri arasında.

(NTV)

Ansiklopedi efsanesi artık basılmayacak

Dev ansiklopedi Britannica artık basılmayacak. Dijital versiyonlar yayına devam edecek.

Dünyanın en uzun süredir yayımlanan İngilizce genel kültür ansiklopedisi Britannica bundan sonra basılmayacak.

İlk olarak İskoçya’nın başkenti Edinburg’da 1768’te basılan Britannica’nın stokları tükenince yenileri piyasaya çıkmayacak.

Merkezi ABD’nin Chicago kentinde bulunan yayın şirketi, ansiklopedinin dijital versiyonlarının yayınının devam edeceğini bildirdi.

Britannica Ansiklopedisi Şirketi Başkanı Jorge Cauz, 32 ciltlik ansiklopedinin basılmamasının bir süredir düşünüldüğünü, bunun internet ansiklopedisi Vikipedi ya da arama motoru Google’la ilgisi bulunmadığını, Britannica’nın dijital versiyonunun çok sayıda kişiye ulaştığını söyledi.

Ansiklopedinin en büyük satış rakamına 120 binle 1990’da ulaştığını hatırlatan Cauz, bu sayının 1996’da 40 bine düştüğünü ve giderek azaldığını belirtti.

Britannica’nın dijital versiyonuna 1994’ten bu yana internet ortamından ulaşılabiliyor.

Can Bonomo’ya açık mektup – Murat Çekiç

Eurovision’un bu yılki ev sahibi Azerbaycan’da ifade özgürlüğü giderek yok ediliyor. Şarkı söylemeleri yasaklananların da sesi olur musun?
Bu yıl, Mayıs ayında Eurovision şarkı yarışmasının ev sahipliğini ilk kez Azerbaycan üstlenecek. Hazar Denizi kıyısındaki bu petrol ülkesinin 9 milyon yurttaşı, babadan oğula geçen bir tür oligarşiyle idare edilen bir yönetimle yaşıyor. Bu yönetim, petrol geliriyle finanse edilen devlet aygıtlarını kullanarak kendisine yönelik her türlü eleştiriyi ağır bir biçimde bastırmayı tercih ediyor.
2005’in Mart ayında bağımsız bir gazetenin editörü olan Elmar Huseynov evinin önünde kimliği tespit edilemeyen bir kişi tarafından vurularak öldürüldü. Huseynov, hükümeti eleştiren bir dizi makale yayımlamıştı. Katili hiçbir zaman adalet önüne çıkarılmadı. Aynı yılın Kasım’ında binlerce kişi Bakü sokaklarına çıkarak adil bir seçim talebini haykırdı. Bu barışçıl gösteri, polis tarafından zalimce engellenmeye çalışıldı. Yaklaşık 300 gösterici ağır bir biçimde dövülerek hastanelik edildi. 2005’te yaşanan bu olaylardan sonra hükümet aleyhine hiçbir büyük protesto gösterisi gerçekleşemedi. Bu süreçte, hükümet kendisini eleştirmeye cesaret eden muhalif aktivistleri, gazetecileri ve insan hakları savunucularını tutuklamaya ve kilit altında tutmaya devam etti. Sesini çıkaranlar zorla alıkonuldu, dövüldü ve kimi zaman bıçaklandı.

Bahar16
Aradan iki yıl geçtikten sonra, 2007’de bir başka bağımsız gazeteci olan Eynulla Fatullayev hakaret suçlamasıyla sekiz buçuk yıl hapis cezasına mahkum edildi. 2009’da video blog yazarları Adnan Hajizade iki yıl ve Emin Milli ise iki buçuk yıl hapis cezasına çarptırıldı. Suçları, hükümeti eleştiren komik bir video yayınlamalarıydı. 2011’e geldiğimizde ise, henüz 19 yaşında olan Cabbar Savalan barışçıl bir protesto çağrısını sosyal paylaşım sitesi olan Facebook’taki profil sayfasına koyduğu için tutuklandı ve iki buçuk yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu dört düşünce mahkumu, Uluslararası Af Örgütü’nün kendileri için başlattığı kampanyaların ardından salıverildi.
Ancak, 2 Nisan 2011 tarihinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki gelişmelerden ilham alan yüzlerce protestocu daha fazla demokrasi ve insan haklarına daha fazla saygı çağrısında bulunmak için sokaklara çıktı. Bu gösteri de bir kez daha, polis tarafından şiddetli bir biçimde dağıtıldı.
Hükümet protestoları düzenlediğinden şüphelendiği 16 kişiyi üç yıla varan cezalarla mahkum etti. Cezalandırılan bu “Bahar16”, sadece temel bir insan hakları olan görüşlerini açıkça ifade etme haklarını kullanmaya çalışıyordu.
Bu yıl Eurovision şarkı yarışmasının ev sahibi Azerbaycan. Her yıl 120 milyon kişinin bu yarışmayı izlediği tahmin ediliyor. Azerbaycan hükümeti de bunu bir halkla ilişkiler fırsatı olarak değerlendirip, herkese Azerbaycan’ın insan hakları ihlallerinin yaşanmadığı ve gelişmekte olan demokratik bir ülke olduğunu söylemek için milyonlarca dolar harcıyor.

Af Örgütü’nün kampanyası
İşin ironik yanı, Eurovision’u düzenleyen Avrupa Yayıncılık Birliği, “medya özgürlüğünün en ileri savunucusu” olmayı amaçlıyor. Fakat, bu “büyük savunucu” henüz 2012’deki yarışmaya ev sahipliği yapacak ülkede gerçekleşen ifade özgürlüğü ihlallerine yönelik olarak hiçbir şey söylemedi. Eurovision şarkı yarışması bu yıl sadece bir yarışma olmaktan daha fazla öneme sahip. Bu yıl, bu yarışma Azerbaycan’daki insan hakları ihlallerini milyonlarca kişinin gözleri önüne sermek için bir fırsat. Yarışmaya giden süreçte, Uluslararası Af Örgütü şu ana kadar sadece biri salıverilen düşünce mahkumu Bahar16’nın her birinin serbest bırakılması için bir kampanya yürütüyor.
Sevgili Can Bonomo, işte tam da burada sizden bir talebimiz var. Bu yıl Eurovision şarkı yarışmasına Türkiye’yi temsilen siz katılıyorsunuz. Yarışmaya katılacak bütün ülkelerdeki bütün adaylara yaptığımız ortak bir çağrı bu. Bir yandan yarışmada size başarılar dilerken, bir yandan da Azerbaycan’daki insan hakları ihlallerini ortaya çıkarma çabamıza katılmanızı talep ediyoruz. Sizden, kendilerini ifade etme cesareti gösteren Azerbaycanlılara ses vermenizi, şarkı söylemesi yasaklananların yanında olduğunuzu ifade etmenizi istiyoruz. Azerbaycan’da büyük bir tehdit altında cesaretle insan hakları için mücadele edenler bu desteği hak ediyor!

MURAT ÇEKİÇ  ( Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Direktörü ) – Radikal 2

Metin Altıok 71 yaşında

Yıllar, yıllar öncesi Metin abi
Cerrahpaşa yokuşlarından birinden aşağıya, sahile doğru iniyoruz halamın oğlu Kutlu ile
İkimiz de üniversiteye ha başladık ha başlayacağız
İklimiz de şiire düşkün
İkimizin de yazdığı şiirler var
O pek çok kıza yazmış pek çok şiir
Ben bir tek kıza yazmışım pek çok şiir
“Bir şair var, Metin Altıok, duydun mu hiç?” diyorum
“Yoo” diyor
Aklıma ilk takılan mısralarını aktarıyorum
“İyiymiş” diyor
Ne sen Sivas’a gitmişsin Metin abi
Ne ben 93 yılının Temmuz’unda sizin yaşadığınız o cehennemi anbean Konya’nın uzak ilçelerinin birinde takip etmişim

Yıllar, yıllar sonrası Metin abi
Tüyap kitap fuarındayım
Tepebaşı’nda o zamanlar hala Tüyap
Sen başlıklı bir panel var
Seni dinlemeye, seni işitmeye, seni öğrenmeye gelmişim
Eşin de konuşmacılar arasında kızın da
Kızın Zeynep konuşurken yazdığın bir şiirinde ya da bir nesirin de kızını paylayışın geliyor aklıma
Gülümsüyorum
İmla hataları çok olmuş Zeynep’in sana yazdığı bir mektupta
“Bir şairin kızı yazarken daha dikkat etmeli” diyorsun

Dün, sabahın az biraz ertesi Metin abi
Seni ve arkadaşlarını yakanların görüldüğü -sözüm ona- dava zaman aşımı gerekçesi ile düşürülmüş
Sizi hapsedip ateşe verdikleri oteli de kebapçı yapmışlardı bir ara
Sizin adınıza yaptıklarını iddia ettikleri anıtın en tepesine de katillerinizden birinin adını kondurmuşlardı.

Bugün, tüm zamanların şimdisi Metin abi
71 yaşına basmışsın
Kızın Zeynep, arkadaşın Behçet Aysan’ın kızı Eren ve arkadaşın Nesimi Çimen’in oğlu Mazlum, sizi yakanlara özgürlük ihsan edildi isyanındalar iken üzerlerine gaz sıkmış bu ülkenin polisi
Sizi yakanların görüldüğü dava zaman aşımından düşürüldü diye “hayırlı olsun” demiş bu ülkenin başbakanı

Onlara; izan bilmezlere, hak tanımazlara, vicdansızlara ben ne söyleyeyimki şimdi Metin abi

Aklıma ilk takılan mısraların derdimi anlatmaya yeter de artar bile

anavarza

 

Sağır kulağa sözüm yok
Köre ne göstereyim
Ey siz, duymazlıktan, görmezlikten gelenler
Bir de size sormalı
Ya ben nereye gideyim

Metin ALTIOK

Marmara İletişim’de polisler içeri, öğrenciler dışarı

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Devran

Radikal’den Cem Tursun’un haberine göre Eğitim-Sen üyesi bir grup, Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı önünde toplanarak Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Devran’ı protesto etti ve hakkında suç duyurusunda bulundu. Grup adına basın açıklamasını okuyan Eğitim-Sen Üniversiteler Şube Başkanı İsmet Akça, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğrencilerin fişlendiğini, polislerin fakültede yoğunlaştığını ve öğretim üyelerine soruşturma açıldığını söyledi.

İletişim Fakültesinde, Yusuf Devran’ın dekanlığa atanmasından itibaren güvenlik önlemlerinin genişletildiğini ifade eden Akça, “Soruşturmalarla fakültenin eski öğretim kadrosu itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Cezalar, tayinler ve istifalar artık vakai adliyeden sayılıyor. Sivil polislere oda tahsis ediliyor. Öğretim üyelerinin giriş çıkışları kameralardan tespit ediliyor. Sağ ve sol görüşlü öğrenciler ayrı binalarda sınava sokuluyor. Otoparkta çevik kuvvet minibüsü bekletiliyor” diye konuştu.

Grup üyeleri açıklamanın ardından “haberleşmenin gizliliğinin ihlali”, “sendikal hakların kullanımının engellenmesi” ve “görevi kötüye kullanma” suçları iddiasıyla dekan Yusuf Devran hakkında suç duyurusunda bulundu.

Su krizi yaklaşırken: Kâr mı yaşam mı?

Dünya hızla bir su krizine doğru ilerliyor. Özellikle Afrika kıtasının güneyi, Güney Asya ve Akdeniz Havzası’yla ABD’nin “Büyük Ovaları” kesimlerinin yakın gelecekte tarihte eşi benzeri görülmemiş büyüklükte su krizleri yaşayacağı bilimsel verilerle ortaya konuyor.

İklim Değişikliği, konvansiyonel tarımın aşırı sulama ihtiyacı, sulak alanların kirletilmesi ya da başka amaçlarla kullanılması ve deniz seviyesinin yükselerek yer altı sularını tuzlandırması gibi insan kaynaklı ekolojik krizin semptomları nedeniyle hızla ağırlaşan su krizinin çözüm yollarının tartışılması için uluslararası ve ulus-ötesi çalışmalar da devam ediyor.

Bunlardan biri, iki yıl önce de İstanbul’da düzenlenmiş olan “Dünya Su Forumu“. Bu sene de Fransa’nın Marsilya kentinde toplanan Forum dün akşam başladı. Forumun düzenleyicileri çoğunlukla şehir ve belediye yönetimleri, uluslararası “kalkınma” kurumları, büyük şirketler ve özel sektör birlikleriyle bazı hükümetlerarası komisyonlar. Forum başlamadan önce ulaşan haberlerde BM ve OECD’nin su krizi hakkında yakın zamanda hazırlanan raporunun ele alınacağı ve çözüm önerisi olarak da suya vergilendirme, limitlendirmeler ve maliyetli altyapılarla havzalar arası transfer gibi çözümler düşünülüyor.

“Ekolojik krizi ve su krizini azaltmak bir yana daha da arttıracağı” belirtilen ve “suyun bir meta haline getirilerek ekonomik anlamda yönetilmesi” yaklaşımını benimseyen Dünya Su Forumu’yla aynı anda düzenlenen “Alternatif Dünya Su Forumu” ise konuya “Su bir yaşam meselesidir, kâr amacıyla ele alınamaz” yaklaşımını getiriyor.

Alternatif Su Forumu’nda  “kadın ve su, su ve tarım, su hakkı, iklim değişikliği ve su, su ve sağlık, kamusal su yönetimi, neoliberal politikalara karşı direniş, suyun paylaşımı ve çatışmalar, barajlar” başlıklarında toplantılar düzenlenecek.

“Yaşam için su” yaklaşımını savunan Su Hakkı Kampanyası düzenleyicileri de bu haftasonu gerçekleştirecekleri “Kâr İçin Değil, Yaşam İçin Su Paneli”yle bu konuları tartışmaya açıyorlar. 17 Mart Cumartesi günü saat 14:00-17:15 arasında Taksim Hill Otel’de gerçekleştirilecek panele katılım ücretsiz

Paneli düzenleyen Su Hakkı Kampanyası koordinatörlerinin yaptığı açıklamada “Su Hakkı Kampanyası, Alternatif Su Forumu’nun katılımcıları arasında yer alıyor. Kampanyamız adına Dr. Akgün İlhan ve Serhat Resul, alternatif forumda konuşmacı olarak yer alacaklar. 17 Mart tarihinde İstanbul’da düzenleyeceğimiz “Kâr İçin Değil, Yaşam İçin Su” adlı etkinlikte, hem Alternatif Dünya Su Forumu’nu ve suyun özelleştirilmesine karşı uluslararası direnişi değerlendireceğiz, hem de Türkiye’de alternatif katılımcı su yönetimi modellerini tartışacağız. Suyun bir insan hakkı olduğunu düşünen ve suyun özelleştirilmesine karşı mücadele eden herkesi etkinliğimize bekliyoruz.” denildi.

Panelin program ve detayli bilgileri www.suhakki.org sitesinden ulaşabilirsiniz.

Panelin programı ve konuşmacıları ise şöyle:

14.00-15.30 I.Oturum: “6.Dünya Su Forumu’nun Ardından- Suyun Uluslararası Çapta Özelleştirilmesi ve Karşı Mücadeleler”

Konuşmacılar:

Dr. Akgün İlhan (Barcelona Otonom Unv. ICTA)

Serhat Resul (Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi)

Dicle Tuğba Kılıç (Doğa Derneği)

Moderatör: Erkin Erdoğan (Su Hakkı Kampanyası)

15.30-15.45 Ara

15.45-17.15 II. Oturum: “Yerel Yönetimlerde Katılımcı Su Politikaları”

Konuşmacılar:

Osman Özgüven (Dikili Belediye Başkanı)

Abdullah Demirbaş (Sur Belediye Başkanı)

Erdal Balsak (Güneydoğu Anadolu Belediyeler Birliği)

Av. Arif Ali Cangı (İzmir EDP İl Başkanı)

Moderatör: Nuran Yüce (Su Hakkı Kampanyası)