Ana Sayfa Blog Sayfa 4632

Rallide ehliyet ruhsat kontrolü

0

Radikal’den Ergün Ayaz’ın haberine göre, yarışın kent etabı geçişinde araçların motorlarından gelen gürültü nedeniyle vatandaşlar polise şikayette bulundu. Polisler yarış araçlarını durdurarak ehliyet ve ruhsat isteyip ceza yazacaklarını söylemesi karşısında yarış otomobilleri pilotları büyük şaşkınlık yaşadı. Motorsporları yöneticileri devreye girerek İl Emniyet Müdürü Ali Şahinli ile yaptıkları görüşmelerin ardından araçların yeniden start alanına dönmesiyle yarış başladı.

Polis ruhsat sordu
Türkiye Ralli Şampiyonası 6’ncı ayağı olan Ford Otosan Kocaeli Rallisi 28-29 Temmuz tarihlerinde büyük bir coşku içersinde yapıldı. Havanın sıcak olması nedeniyle pilotlar bazı teknik ve fiziksel sıkıntılar yaşadı. Fakat en ilginç olay İnterteks Fuar Alanı’ndan başlayıp yarışın başlayacağı Umuttepe geçişinde yaşandı. Kent içersinden geçen yarış araçlarının motorlarından gelen gürültü nedeniyle bazı vatandaşlar polisi arayarak şikayette bulundu. Bunun üzerine polis ekipleri yarış otolarını yol kenarına çekerek ehliyet, ruhsat sorup ceza yazacaklarını söyledi. Pilotlar polislerin bu tutumu karşısında şaşkınlık yaşadı.

“Polis otosu beni durdurdu”
Ford Otosan Kocaeli Rallisi’ne katılan yarışçı Sabri Ünver ve Co-Pilot’u Ufuk Uluocak’da polis ekipleri tarafından durdurulan yarışçılar arasındaydı. Arkasından gelen bir ekip otosunun farlarını yakarak kendisini durdurduğunu söyleyen Pilot Sabri Ünver, bir anda ne yapacağını şaşırdığını söyledi. İlk defa böyle bir olayla karşılaştığını belirten Ünver, “Havanın sıcak olmasından dolayı bazı teknik sıkıntılar yaşadık. Benim arkamdan bir sivil polis aracı gelerek beni durdurdu. Organizasyondan halkın haberi olmadığından dolayı otomobillerimizde yüksek ses çıkarttığı nedeniyle de vatandaşlar polisi arayarak şikayette bulunmuşlar. Bir ekip otosu arkamızdan gelerek farlarını yakıp bizi durdurdu. Bize halkın içersinden geçerken vatandaşı rahatsız etmeyecek şekilde geçmemiz şeklinde uyarıda bulundu. Bu tutum karşısında ne yapacağımızı şaşırdık. Daha sonra organizasyon yöneticilerinin araya girmesiyle sorun çözüldü” dedi.

Kocaeli Otomobilciler Derneği Başkanı (Kosder) Ceyhun Yılmaz, araçların kent geçişinde polis ekip otoları tarafından durdurulduğunu söyleyerek, “Araçların plakalarının okunmayışı ve yarış araçlarının motorlarından gelen gürültü nedeniyle polis arkadaşlarımız çevirme yapmış. Kısa süre içersinde müdahelede bulunduk. İl Emniyet Müdürü ile yaptığımız görüşmenin ardından sorun çözüldü ve araçlar parkurlarına yeniden geri döndü. Araç çekilme veya bağlanması söz konusu olmadı. Sadece araçlarımızı durdurdular” diye konuştu.

AKP’li vekilin oğlu polisleri sıraya dizdi

Dörtyol’u karıştıran olay iddiaya göre şöyle gelişti: İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün kantin işletmesini geçen mayıs ayında ihaleyle AKP İl Genel Meclisi üyesi Hasan Uzun’un oğlu AKP Gençlik Kolları üyesi Ömer Uzun, kazandı. İşletmeci Ömer Uzun, 29 Haziran’da kantine gelip tost isteyen polis memuru Alper Atilla’ya o anda malzeme olmadığını ve tostu yapmayacağını söyleyince tartışma çıktı.

İddiaya göre Ömür Uzun, polis Alper Atilla’ya üniformasını çıkarmasını söyledi ve kendisini sürdürmekle tehdit etti. Ardından da arkadaşı olan AKP’li Hacı Bayram Türkoğlu’nun oğlu İstemi Kağan Türkoğlu’nu olaya müdahale etmesi için Emniyet Müdürlüğü’ne çağırdı.

Milletvekili oğlu, danışmanla geldi

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın nikah şehitliğini yaptığı 17 Haziran’da yapılan düğünde evlenen İstemi Kağan Türkoğlu, arkadaşına yardım etmek için milletvekili olan babasının danışmanı Fehmi Rigan’ı da yanına alarak İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne geldi. İddiaya göre milletvekili oğlu Türkoğlu ve danışmanı Rigan, Emniyet Müdürlüğü bahçesinde polisleri tehdit etti.

Bu sırada olaya müdahale eden Komiser Yardımcısı Murat Emer, “Burası Emniyet Müdürlüğü, tüm insanların olduğu gibi Ömer Uzun’un da hayatını korumak ve güvenliğini sağlamak bizim görevimiz. Bu konuda endişe etmeyin” diyerek, İstemi Kağan Türkoğlu ile danışman Fehmi Rigan’ın gelmesine tepki gösterdi. Bu kez Komiser Yardımcısı Emer ile polislere tehditlerini sürdüren Türkoğlu ve Rigan ile Komiser Yardımcısı Emer arasında tartışma neredeyse arbedeye dönüştü.

Polisleri sıraya dizdirip teşhit ettiler

Kantin işletmecisi Ömer Uzun ve arkadaşı İsmeti Kağan Türkoğlu’nun dövüldüklerini iddia etmeleri üzerine soruşturma başlatıldı. İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne çağrılan Türkoğlu, arkadaşı Uzun ve danışman Rigan, önce vesikalık fotoğraflarından, sonra da sırayla karşılarında ellerine numaralı kağıtlar verilerek sıraya dizilip bekletilen polisler arasında Komiser Yardımcısı Murat Emer ile polis memuru Alper Atilla’yı teşhis etti.

Komiser Yardımcısı Murat Emer ile polis Alper Atilla, ‘Açılacak disiplin soruşturmasının selameti’ gerekçesiyle açığa alındı. Ardından da Emer’in, Suriye sınırındaki Altınözü İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne tayini çıktı.

Görüntüler yeni ortaya çıktı

Bu atama ‘sürgün olarak değerlendirilip, polisler arasında huzursuzluk yaratınca, polislerin AKP milletvekilinin oğlu Türkoğlu ve arkadaşı AKP Gençlik Kolları üyesi kantin işletmecisi Ömer Uzun ve milletvekili danışmanı Fehmi Rigan’ın polisleri karşılarına dizdirip teşhis ettiği görüntüler dün ortaya çıktı.

Olayla ilgili Cumhuriyet Savcısı’nın başlattığı soruşturma devam ediyor.

AKP’Lİ VEKİL OĞLUNU SAVUNDU

AKP Hatay Milletvekili Hacı Bayram Türkoğlu ise olayın saptırıldığını iddia etti. Savcının görüntüleri istediğini, kişinin tespiti için emniyet müdürünün de teşhis amacıyla ekibi hizaya dizdiğini söyleyen Türkoğlu, “Bu durum, savcı ile emniyet müdürümüzün insiyatifidir” dedi.

Olayın yaklaşık 1 ay önce yaşandığını ifade eden Türkoğlu, “Olayın temelinde gençlik kolları başkanımız var. Orada bir tartışma olmuş. Ben o sırada meclis çalışmalarındaydım. Ankara’dan İlçe Emniyet Müdürünü aradım ve olayın büyümemesini rica ettim. Kantini işleten Ömer’le benim oğlum iyi arkadaşlar. Bu yüzden danışmanımla birlikte Ömer’in ziyaretine gitmişler. Olayın öncesi olduğu için çocukların ziyareti, polisler arasında ‘arka çıkmaya gelenler oldu’ diye düşünenler olmuş. Tartışma ve tartaklama da olmuş” dedi.

Ajanslar

 

Hülya Avşar sessizliğini bozdu

49. Uluslararası Altın Portakal festivali yarışma jürisiyle ilgili tartışmalar sürüyor. Daha önce Hülya Avşar’ın jüri üyeliğine itirazlar yapılmış, Levent Kırca son anda jüriden istifa etmişti.  Son olarak bir televizyon programına telefonla bağlanan Hülya Avşar, Altın Portakal Jüri Başkanı seçilmesinin ardından başlayan eleştirilere yanıt verdi.

Hülya Avşar şunları söyledi:  “Aslında bu konuda çok konuşmak istemiyorum. Çünkü yapılan yorumları izliyorum. Herkes eteğindeki taşları döksün. Meslek hayatımda 30’uncu yılımı kutluyorum. Ben kendimden eminim. Jüri başkanı olmamı eleştirenler bile ‘iyi oyuncu’ olduğumu kabul ediyor. İşin magazin tarafına takılıyorlar. Magazini seviyorum, sevmeye de devam edeceğim. Magazinel polemikleri de eğlenerek izliyorum. Eleştiriler karşısında pes etmem, kaçmam.”

Olimpiyatlar’da ilk rekor kırıldı

0

2012  Londra Olimpiyatları’nın ilk rekoru Güney Kore okçu takımından geldi. 

Sol gözü yüzde 10, sağ gözü ise yüzde 20 görme kabiliyetine sahip Güney Koreli okçu Im Dong-Hyun, her sporcunun 72 atış yaptığı takım sıralama turunda elde ettiği 699 puanla, dünya rekorunu kırdı.

Im Dong-Hyun, Mayıs ayında Türkiye’de kırdığı dünya rekorunu geliştirirken, kendisi haricinde Kim Bub-Min ve Oh Jin-Hyek’ten oluşan Güney Kore erkek okçuluk takımı da, yapılan toplam 216 atışta 2 bin 87 puan toplayarak takım halinde dünya rekorunun sahibi oldular.

Dünyanın en iyi okçuların olarak bilinen Güney Kore takımı, 1984’den bu yanan 16 altın madalya aldı. 26 yaşındaki Im Dong-Hyun, hem 2004 Atina, hem de 2008 Pekin’deki takım yarışında altın madalya kazanmıştı.

Yeşil Gazete-Ajanslar

 

Dow Chemicals’a karşı Bhopal “Özel” Olimpiyatları

Hindistan’ın Bhopal bölgesinde yaşayanlar Londra 2012 Olimpiyatlarının ana sponsorlarından Dow Chemicals şirketini protesto etmek için Perşembe günü “Özel Olimpiyat” düzenledi. Dow Chemicals’a ait Bhopal bölgesinde yer alan bir fabrikadan yayılan zehirli gazlar dolayısı ile 1984 yılında 15.000 kişi hayatını kaybetmiş, 500.000’den fazla kişi de zehirlenmişti.

Dow Chemicals şirketinin neden olduğu bu kaza sonrası bölgede sakat doğum oranı çok yüksek düzeylerde seyrediyor. Özel Olimpiyatları düzenleyen aktivistler şirketin kaza sonrası bölgenin tamamen zehirli gazlardan arındırılmasıi kazazedelerin tedavilerinin de tamamlanması için en az 8 trilyon dolar ödemesi gerektiğini ifade ediyorlar. Dow Chemicals şirketi yetkilileri ise bu iddiaların gerçekleri yansıtmadığını, kaza sonrası yaşanan mahkeme süreci ertesinde şirkete ait yükümlülüklerin yerine getirildiği iddiasında.

Bhopal Özel Olimpiyatlarındaki yarışmalar bölge koşullarına göre yeniden organize edilmiş. Tekerlekli sandalye ile 25 metre, Yürüme engellilerin yardım ile yürüme yarışı ya da dört el üzerinde koşulan yengeç yarışı gibi branşlar Bhopal kazasından etkilenenleri kapsıyor.

Bhopal Olimpiyatları sırasında taşınan bannerların birinde, “Dow’un Olimpiyatları da zehirlemesine izin verme” yazıyor. Özel Olimpiyatları düzenleyen aktivistler , İngiliz hükümetine Dow Chemicals’ın Londra Olimpiyatlarındaki sponsorluk anlaşmasını iptal edilmesi çağrısında bulunarak bu durumun olimpiyatın ruhuna da aykırı olduğunu ifade ediyorlar

(Yeşil Gazete. AP)

‘PKK ile organik değil ideolojik bağ var’

0

Suriye’nin başkenti Şam’da 18 Temmuz’da düzenlenen, Savunma Bakanı Davud Raciha, yardımcısı Asıf Şevket, Kriz Masası Başkanı General Hasan Türkmani ve Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Hişam Bahtiyar’ın ölümüyle sonuçlanan saldırının ardından Suriye krizinde yeni bir sürece girildi.

Saldırılardan sonra gerçekleşen en önemli gelişmeyse ülkenin kuzeyindeki Kürt güçlerinin, Kürt nüfusun yoğun olduğu yerlerdeki kentlerin kontrolünü ele geçirip kendi yönetimlerini kurmaya başlaması oldu.

PKK çizgisindeki Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) de içinde olduğu Halk Meclisi ile çeşitli Kürt örgütlerinden oluşan Kürt Ulusal Konseyi, Mesud Barzani’nin ev sahipliğiyle 9-10 Temmuz tarihlerinde Erbil’de yapılan görüşmelerin ardından güçlerini ortaklaştırma kararı almıştı.

Bu kararın ardından yeni bir politik süreç hazırlığı içine giren Kürtler, bombalı saldırıda dengelerin sarsılmasının ardından kendi öz yönetimlerini kurmaya başladı.

Süreçteki en önemli aktör, PKK çizgisinde olmasıyla tanınan PYD (Demokratik Birlik Partisi) oldu.

Bugüne kadar hem Esad yönetimine hem de silahlı muhalefete mesafesini koruyan PYD bu hamlesiyle süreç içinde bölgede önemli bir politik aktör haline geldi.

Ulusal çapta Esad yönetimi ile Özgür Suriye Ordusu gibi silahlı muhaliflerin çatışmalarının belirleyici olduğu süreçte bundan sonra Kürt hareketi de çok önemli bir aktör olacağa benziyor.

Kürt bölgelerinde yaşananalarla ilgili bölgeden birbiriyle çelişen haberlerin geldiği bir dönemde PYD Eş Başkanı Salih Müslim BBC Türkçe’ye konuştu.

Suriye’de rejime yönelik bombalı saldırının ardından en önemli politik gelişme Kürt bölgelerinin yönetimlerinin teker teker Kürt Ulusal Konseyi ve PYD’nin (Demokratik Birlik Partisi) kontrolüne geçmesi oldu. Suriyeli Kürtler ve özel olarak PYD bu adımla neyi hedefliyor?

Bizim Kürt toplumu olarak durumu bir okumamız vardı. Bu yüzden daha baştan beri tedbirlerimizi aldık. Halkımızı örgütledik, yerli komiteler oluşturduk. Bu da daha önceki çabamızın bir devamıydı. Bu süreçleri karşılamak içindi. Örgütlü halk, örgütlü insanlar hangi durumlarla karşılaşırsa daha etkili olabilir. Çatışmalar yayılıyor, bütün Suriye’ye yayılıyor, neredeyse Kürt bölgelerine de ulaştı, çatışmalar kapıya dayandı. Bu çatışmaların bizim bölgelere sıçramaması için bu yerel komiteler devreye girdi. Halk kalktı, oradaki rejimin kurum ve kuruluşlarını dışarıya çıkardı. ‘Biz kendi kendimizi yönetebiliriz, o güçteyiz’ diyerek dışarıya çıkardı.

Yani yönetimlerin Suriye devlet güçlerinin elinden alınması hamlesi, asıl olarak, ‘devlet güçleriyle Özgür Suriye Ordusu arasındaki çatışmalar Kürt bölgelerine yayılmasın ve Kürt halkı zarar görmesin’ diye mi gerçekleştirildi?

Bölgede devlet dairlerinin ele geçirilmesi sırasında çok az sayıda çatışma yaşandığı bildiriliyor.

Bu bir önlemdir. Bu Afrin’le başladı, Kobani’ye yayıldı. Oradaki halk rejimin kurum ve kuruluşlarına el koydu, güvenlik güçlerini dışarıya çıkarttı ve kendi kendini yönetiyor. Aynı durum sonra Derik’te de çıktı. Şimdi halk artık bütün kurum ve kuruluşlara el koymuş durumda, kendini yönetiyor. Bunun amacı halkı korumaktır.

‘KAN DÖKÜLMEDEN BOYUN EĞDİLER’

Bölgeden ulaşan bilgilere göre devlet güçleri, yönetimlerin alınmasına karşı ciddi bir silahlı direnişte bulunmadı. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?

Bir iki yerde bulundular. Bizim şehitlerimiz de oldu. Biri Kamışlı’da oldu, biri Derik’te oldu, yaralılar var. Öbür taraftan da ölenler var. Çatışmalar böyle küçük çapta oldu. Kobani’de, Afrin’de onlara çıkmaları için 12 saat mühlet verdiler. Onlar da baktı ki bütün halk ayaklanmış.

Yani çok fazla kan dökülmemesinin nedenlerinden biri de doğrudan çatışmaya girmeyip önceden uyarı yapmanız mı oldu?

Evet, ‘Kürt bölgelerinden çıkacaksanız yoksa tavrımız farklı olur’ diye uyardık. Onlar da baştan bizim yürüyüşleri biliyorlar, halkın isteklerinin ne yönde olduğunu görüyorlar. Onun için kan dökülmeden boyun eğdiler. Bu da iyi oldu, kan dökülmedi ki zaten biz de istemiyoruz. Başka şehirlerde de, mesela Kamışlı’da kan dökülmesin diye bekliyoruz. Kanlı saldırıların olmamasını istiyoruz. Ama halk kendi kendini yönetiyor.

‘BAĞIMSIZLIK TALEP ETMİYORUZ’

Peki çatışmaların bölgeye zarar vermesini engellemek dışında PYD’nin siyasi talebi nedir? Birleşik bir ülke içinde, Suriye’nin kuzeyinde özerk bir yönetim mi hedefliyorsunuz?

Öncelikle düzelteyim, biz bölgeye Batı Kürdistan diyoruz. Bizim isteklerimiz önceden belliydi. Biz demokratik çerçeve içinde, yani Suriye’nin bütünlüğü içinde, Kürt halkının anayasal olarak tanınması ve oradaki ulusal hakların (okuma, yazma, anadil gibi) verilmesini kapsayacak bir proje üzerinde dört yıldır çalışıyoruz. Buna da demokratik özerklik diyoruz. Bu demokratik özerklik otonomi manasına gelmiyor. Bunun broşürünü dağıttık, herkese verdik. Bu sadece Kürtler için değil eğer onlar isterse diğer bölgeler için de geçerli olabilir tabii.

Esad yönetiminin demokratik özerklik talebine yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Onlar dört senedir ‘bu bölücülük anlamına geliyor’ diye düşünüyor. Biz öyle düşünmüyoruz tabii. Biz Suriye’nin bütünlüğü içerisinde demokratik haklar çerçevesinde bunu düşünüyoruz. Biz ayrımcı ya da bölücü bir politika izlemiyoruz. Bildiğiniz gibi bizim Arap muhalefetiyle de ilişkilerimiz vardır. PYD olarak Ulusal Koordinasyon Konseyi içindeyiz. Bağımsızlık talebimiz olmadığı gibi federalizm talebimiz de yok. Bu demokratik özerklik, coğrafi anlamda herhangi bir sınır öngörmüyor.

‘ÖZGÜR SURİYE ORDUSU’YLA ARAMIZ İYİ’

Özgür Suriye Ordusu’nun Türkiye’den Zaman gazetesine konuşan üst düzey bir yöneticisi, PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde bir bağımsız devşet kurmak istediğini belirtti ve PYD’yi kıyasıya eleştirdi. Bu açıklamayı nasıl yorumluyorsunuz?

Bizim Özgür Suriye Ordusu’yla ilişkilerimiz iyidir. Bu bildiri, Özgür Suriye Ordusu’nu temsil etmiyor. Özgür Suriye Ordusu’nun davranışı böyle değildir. Ben birinci isminden bahsediyorum. Onlardan, ‘Kürt halkı da devrimin bir parçasıdır, Kürtler’i tebrik ediyorum’ gibi güzel laflar duyduk. Ve bundan da çok mutluyuz.

Yani siz Suriye’deki merkezi rejim kimin elinde olursa olsun asıl olarak demokratik özerklik için mi mücadele edeceksiniz?

Doğrudur. Tabii biz Suriye’de demokratik bir yönetim istiyoruz. Şimdiki yönetim hiçbir zaman demokratik olmadı ve olacağını da sanmıyoruz ama bizim isteklerimizin gerçekleşmesi için Şam’da da demokratik bir hükümetin olması gerekiyor.

Mevcut muhalefetin böylesi bir demokratik rejimi kurabileceğini düşünüyor musunuz?

Muhalefet parça parçadır. Bizim ilişkide bulunduğumuz muhalefet bizim isteklerimizi kabul ediyor ve çok makul görüyor.

Özgür Suriye Ordusu da onların içinde mi peki?

O da onların içindedir. Diğer muhalefet, dışa bağlı güçler kabul etmiyor. Ama demokratik muhalefet, Suriye içindeki muhalefet, hepsini kabul ediyor.

Bildiğimiz kadarıyla siz son süreçte Suriye yönetimi tarafında yer almadınız ama Özgür Suriye Ordusu gibi muhalefet güçleriyle birlikte rejime karşı silahlı mücadeleye de girmediniz. Talepleriniz kabul ediliyorsa neden bu güçlerle birliktelik kurmadınız?

Bu doğru değil. Biz 2003’te kurulduğumuzdan beri parti olarak mücadele içindeyiz. 2004, 2005 ve 2006’da şehitlerimiz oldu. Suriye devrimi ya da Arap baharı ya da halkların baharı diyelim başladığında rejimin hapishanelerinde bizden 1550 kişi vardı. O yüzden onun yanında yer almamız mümkün değildir. Savaşıyorduk da ama biraz kendimizce tabi.

Sizce Kürt bölgelerindeki yönetim değişikliği Türkiye’nin bölgeyle ilişklerini nasıl etkiler?

İlk önce şunu söyleyeyim, biz halkların kardeşlik bağlarını sağlamlaştırmasını bekliyoruz ve onun için çalışıyoruz. Bizim Türk halkıyla herhangi bir sorunumuz yoktur. Burada aldığımız tedbirler kendi halkımızı korumak içindir, herhangi bir tarafa karşıdır. Ama maalesef Türk yöneticilerde bir Kürt fobisi vardır. Nerede bir Kürt hak elde edince o haksız oluyor. Biz Suriye’nin demokratikleştirilmesini ve bu gerçekleşinceye kadar halkımızı korumaya çalışıyoruz. Bu bizim en doğal hakkımızdır. Bunu kimsenin eleştirmeye hakkı yoktur.

‘BİZE SALDIRI GELMEDİKÇE KİMSEYE SALDIRMAYACAĞIZ’

Bundan sonraki süreçte de Suriye yönetimine karşı doğrudan silahlı eylemler düzenlememeye devam edecek misiniz?

Bize saldırı gelmedikçe kimseye saldırmayacağız.

Irak Kürt Yönetimi’yle ilişkiniz ne düzeyde?

Onun (Mesud Barzani) davetiyle bölgemizdeki İki meclis oturdu anlaştı. Bu çabayı harcadığı için teşekkür ediyoruz. Ama o hiçbir zaman bizim iç işimize girmedi. Bu anlaşmaya göre bir komite oluşturuyoruz. İlk toplantısını yapacak. Daha sonra alt komiteler de oluşturulacak. Ama bu, Suriye Kürtleri’nin kendilerine öngördükleri çizgidir.

Bu yapı içerisinde birçok örgütün ismi var ama süreçteki en önemli aktör PYD mi?

PYD bir siyasi partidir. Buna PYD değil halk meclisi diyelim, Batı Kürdistan’ın halk meclisi. Bir de Ulusal Kürt Meclisi var. Bu öbür meclisin atında on beş tane parti vardır. Bu tarafta da da sivil kuruluşlar vardır ve PYD vardır. PYD adına yapılan bir şey yoktur iki meclis arasında yapılmıştır.

‘PKK İLE ORGANİK BAĞIMIZ YOK’

Türkiye medyasında PYD için ‘PKK’nin Türkiye’deki kolu’ tabiri kullanılıyor. Bu tanımı siz de doğru buluyor musunuz?

Bizce felsefi olarak, ideolojik olarak bir yakınlaşma vardır. Bunu biz de zaten açıkça söylüyoruz. Ama herhangi bir organik bağımız hiçbir kimseyle yok. Bir de birçok söylenti var. PKK’liler dışarıdan geldi deniyor. Tek bir kişi bile dışarıdan gelmedi. Hepsi asılsızdır. Bizim kendi gücümüzle, kendi halkımızın gücüyle komiteler işi idare ediyor. Bu zaten son günlerde ilan edildi. Halk Savuna Birlikleri adı altında bazı birlikler oluşturuluyor. Bunların da zaten hepsi gençlerdir. Halkı korumak içindir, kimseye yönelik değildir.

Ne kadar silahlı gücünüz olduğuyla ilgili bilgi verebilir misiniz?

Sayı olarak bilemiyoruz ama bütün Batı Kürdistan’a yayılmış. Halkın büyük bölümü bizimledir, bizi destekliyor.

‘TÜRKLERLE BERABER BİR TARİHİMİZ VAR’

Son olarak bir ekleme yapmak ister misiniz?

İlk önce Türk halkına söyleyeyim… Biz hiçbir zaman Türk halkına düşman olmadık, olmayacağız. Beraber bir tarihimiz var. Türk yöneticilerine diyorum ki kendi Kürt fobilerinden kurtulsunlar ki Ortadoğu’ya biraz barış gelsin. Diğer Ortadoğu halklarına da söylüyorum… Biz hiçbir zaman hiçbir halkın karşısına çıkmak istemiyoruz. Hakların kardeşliğini istiyoruz, halkların birliğini istiyoruz. Demokratik olarak birbirlerini tanımalarını istiyoruz.

Siz Suriyeli bir Kürtsünüz. Türkçeniz düzgünlüğü nereden kaynaklanıyor?

Kimya mühendisiyim. İTÜ’den mezun oldum. Benim Türkçem o yüzden İstanbul Türkçesidir Urfa Türkçesi değildir!

BBC Türkçe

 

Sıfır karbonlu şehirler

Bilim adamları karbon salınımının yüzde 75’inden kentleri sorumlu tutuyor. ABD, Çin ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde “sıfır karbon salınımlı kentler” kuruluyor.

Geleceğin kentleri ulaşımın bisikletle ya da yürüyerek sağlanabileceği şekilde tasarlanıyor. Ancak bu sıfır karbon salınımlı kentlerin küçük olacağı anlamına gelmiyor. Her bölge toplu taşıma konusunda kendi kaynağına sahip olacak. Böylece kent sakinleri otomobillerini çok daha seyrek kullanacak.

“İdeal kentler”, kendi kaynaklarını kullanıyor ve fosil yakıtlar dışındaki enerji kaynaklarından yararlanıyor.

Almanya Federal İmar ve Kadastro İdaresi’nden (BBSR) Karl Peter Schön ve Andre Müller, “Sıfır karbon salınımı-Hayal ve gerçek arasında” başlıklı çalışmalarında küresel olarak uygulanan en iyi kent projelerini inceliyor.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu Dabi’de, 6 yıl önce Masdar adında bir ekolojik model kentin yapımına başlandı.

Bu model kenti inşa eden mühendisler, çöl bölgesinde hangi güneş enerjisi panelinin daha verimli çalıştığını görmek için testler yaptılar. Masdar’da trafik düzenlendi, kent yeşillendirildi, sokaklara temiz hava aktaran bir düzenek geliştirildi.

Mali kriz çöldeki projeyi etkilediği için Masdar’da şimdiye kadar sadece birkaç yapı ve araştırma enstitüsü kurulabildi.

Andre Müller, Şanghay’daki uydu kent Lingang New City’de farklı bir hava olduğunu ve insanların şimdiden bu bölgeye taşınmaya başladığını belirtiyor. Merkezinde yapay bir göl bulunan kentte; mağazalar, yürüyüş yolları, tramvay ve diğer tüm hizmetler kent sakinlerinin ellerinin altında. Kent planlamacıları şehrin enerjisini rüzgâr, güneş, jeotermal ısı ve deniz suyundan elde etmeyi planlıyor.

Müller’e göre, Çin hükümeti bu projeyi destekliyor ve yaklaşık 800 bin kişinin Lingang New City’de yaşaması bekleniyor. Ayrıca Müller, Lingang New City’de ekonomik ve bireysel ihtiyaçların karşılanabilmesi için planlamaların yapılmış olduğunu ekliyor.

Lingang New City’nin kuruluşunda ekonomik büyüme ve kentin yeni sakinleri birincil, yenilenebilir enerji kaynakları ise ikincil öneme sahip. Şehrin enerji kaynağı olarak nükleer enerji santralleri ve kömür santralleri düşünülüyor.

Arizona’daki Tucson şehrinin eteklerindeki Civano’nun kenti ekolojik projesi bulunuyor. Mimarların Pueblo kabilelerini ilham alarak inşa ettikleri kentte evler geri dönüşümlü malzeme kullanılarak yapılıyor. Bu evleri soğutmak için, çöl bölgelerinde kullanılan geleneksel yöntem sayesinde enerji tasarrufu sağlanıyor. Civano ekolojik projesi türünün tek örneği.

Binlerce kişinin yaşadığı bir metropolün yeniden yapılandırılması oldukça maliyetli. Schön, Avrupa’daki demografik daralmanın bu şekilde bir modernizasyon olduğunu belirtiyor. Mülk sahipleri ve kentsel gelişme kavramı için finansal yardım çok önemli görülüyor.

Model projeler işletmelere yeni teknolojileri doğada test etme şansı veriyor. Örneğin Fransa’da Lyon şehrinde yaşayan kişiler, yakın bir zamanda eski sanayi bölgesi Confluence’den elektrikli otomobil kiralayabilecekler.

DW Türkçe

Davutoğlu: Sınırlarımızda PKK’ya izin vermeyeceğiz

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, katıldığı bir programda Suriye konusunda önemli açıklamalarda bulundu.

“Sınırlarımızda PKK ya da el Kaide gibi terörist gruplara izin vermeyeceğiz” diyen Davutoğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“Kimse Türkiye’den gereksiz riskler almasını beklemesin. Ama eğer sınırlarımızı hedef alan terörist yapılar varsa, önlem almak hem hakkımız hem de görevimizdir.”

“HALKIN İSTEMEDİĞİ YÖNETİM KALAMAZ”
Mısır’da, Tunus’da, Libya’da dönüşümün gerçekleştiğini kaydeden Davutoğlu, artık bölge halklarının istemediği yönetimlerin yerinde kalamayacağını söyledi. Suriye’de de aynı şeyin söz konusu olduğunu belirten Davutoğlu, Türkiye’de Suriye konusunda felaket senaryoları yazıldığını ancak Suriye’de de Suriye halkının iradesinin geçerli olacağını söyledi.

Davutoğlu, Türkiye’nin doğru yerde durması gerektiğini, başından beri de hem insanlık vicdanı açısından hem tarihin akışını doğru okumak bakımından hem de Türkiye’nin stratejik çıkarları bakımından doğru yerde durduğunu ifade etti.

“Suriye’nin geleceğini belirleyen en temel aktör şu anda Türkiye’dir” diyen Davutoğlu, başkaları için Suriye’nin diplomatik bir konu olabileceğini ancak Türkiye ile Suriye‘nin yan yana duran iki ahşap ev gibi olduğunu ve birinde çıkan yangının diğerini de etkileyeceğini belirtti.

“ESED’İN KALICI OLDUĞUNA KİMSE İNANMIYOR”
Davutoğlu, Beşşar Esed’ın reformları yapamadığını, önce aile ve klik yapılanmasının ona izin vermediğini, sonra kendisinin de gelen yanlış raporlara istinaden sorunun kısa sürede çözüleceği vehmine kapıldığını söyledi. Esed’in ısrarla uçuruma yürüdüğünü, kendilerinin ise durdurmak istediğini ifade eden Davutoğlu, “Arkasında uçurum olduğunu siz görüyorsunuz o göremiyor. Ya sizi de düşürecek, ya da diyeceksiniz ki ‘sen kendin seçimini yaptın kusura bakma’… Bizim Suriye ile aldığımız karar buydu” dedi.

Davutoğlu, “Bugün Beşar Esed’in Suriye’de kalıcı olduğuna inanan bir uluslararası aktör veya iç aktör kalmadı. Herkes yeni yönetimle ilgili planlar yapmaya başladı” dedi.

(Ajanslar)

Grönland’da yaz tatili! Kangerlussuaq 24,6 derece

Grönland’daki buzul tabakalarının %97’sinin erimeye başlaması geçen haftaki gazetelerde “beklenmedik gelişme” olarak verildi. Bizim gazete dahil… Peki bu gerçekten beklenmedik bir erime miydi? Dev buzullardan oluşan, kutup iklimi nedeniyle 2 milyon kilometrekareden büyük bir “ada” üzerinde ancak 50 binden biraz fazla nüfusa sahip İnuitlerin (Eskimo) yaşadığı Grönland, zaten yavaş yavaş yaz tatillerinde güneşlenmeye gidebileceğiniz bir yer haline gelmiyor muydu?

8-12 Temmuz arasında, sadece 4 gün içinde erime bütün Grönland'a yayıldı

Türkiye’deki gazete(ci)ler Grönland’daki erimenin hala doğal bir olaydan mı, yoksa küresel ısınmadan mı kaynaklandığının net olmadığını düşünüyorlar. Tabii bu cehalet değil. Büyük ölçüde iklim değişikliğinin hala varlığı şüpheli veya geleceğe dair bir şey olduğu izlenimini devam ettirmek amacını taşıyor. Ama güneşi balçıkla sıvamak kolay değil, hele bu sıcaklarda…

Haberi biraz deştiğinizde, ülkenin batısında bulunan Kangerlussuaq kentinde geçen 10 Temmuz günü sıcaklığın 24,6 santigrad derece olarak ölçüldüğünü öğreniyoruz. Peki bunu duyunca da şaşırmalı mıyız? Doğrusu benim tepkime şaşırmak değil, ama ürpermek denebilir.

Kuzey kutup çizgisinin üzerinde, 67 derece kuzey enleminde bulunan Kangerlussuaq kenti, ülkenin tek hava limanının bulunduğu, 556 nüfuslu bir yerleşim yeri. Danimarka Meteoroloji Enstitüsü verilerine göre Kangerlussuaq’ın 1961-1990 arasından ölçülen yıllık ortalama en yüksek hava sıcaklığı -0,6 derece, en düşük ortalaması ise -10,7 derece. Kasabanın Temmuz ortalama sıcaklığı ise en düşük 4,8, en yüksek 16,3 derece imiş.

Konuyla ilgili The Guardian’a bir yazı yaza Sheffield Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nden Dr. Edward Hanna’ya göre Kangerlussuaq’ın son üç aydaki sıcaklık ortalaması 1961-1990 döneminden 2-4 derece daha yüksek.

Grönland’daki hızlı erimeye hiç şaşırmadığını yazan Dr. Hanna ilginç başka bilgiler de veriyor. Örneğin daha Mayıs ayında Grönland’daki hava sıcaklıkları rekor seviyeye yükselmiş ve ülkenin güneyinde 29 Mayıs’ta  24,8 derece ölçülmüş. Bu sıcaklıkla ölçümlerin başladığı 19. yüzyıldan bu yana ilk kez karşılaşılmış.

Son 20 yılda yaz sıcaklıkları ortalama 2,3 derece yükselen Grönland’da 12 Temmuz’da çekilen uydu fotoğraflarına göre buzulların %97’sinde erime görülmesinin tek bulgu olmadığını söyleyen Dr. Hanna, kendisinin de içinde bulunduğu bir ekibin yaptığı ölçümlere göre son 6 yılda erime nedeniyle buzullardaki hacim kaybı da rekor kırmış durumda: Son beş yılda yıllık eriyen buz kütlesi ortalaması 250 milyar ton!

Grönland’daki buzullar kara buzulu olduğu için, eridiği zaman deniz seviyelerinde doğrudan hacim artışına bağlı yükselmeye neden oluyor. Eğer Grönland’daki tüm buzul kitlesi erirse, bunun deniz seviyelerini 7 metre yükseltmesi bekleniyor. Yüzyıl sonuna kadar buzulların tamamı erimese bile, sadece Grönland’daki erimeden kaynaklanacak deniz seviyesindeki yükselme düzeyi deniz kıyılarındaki kentleri sular altında bırakacak kadar fazla olabilir.

Yani Grönland’dan alınan uydu fotoğraflarında, buzul alanlarının neredeyse tamamına yakınının yüzeyindeki erime görüntüsü şaşırtıcı değil. Bence asıl şaşırtıcı olan, küresel ısınmanın hala çoğu yazar,akademisyen ve kanaat önderlerimizin gündemine bile girememiş olması.

(Yeşil Gazete)

Başka bi poşu davası – Onur Ardıç

Onur Ardıç bu yazıyı bize bir süre önce yayınlanması dileğiyle göndermiş, ancak yazı ya elimize geçmemiş, ya da gözden kaçmış. Yeşil Gazete ekibinden biri, geçtiğimiz gün tesadüfen Onur’la karşılaştı ve bu yazının varlığından haberdar oldu. Babasının doğumgünü geçmiş olsa da “poşu” davası hala Yargıtay’da madem, biz de bu gecikme için Onur’dan özür dileyerek yazısını paylaşalım sizlerle… (Yeşil Gazete)

***

Malumunuz Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül, 25 ay süren ve bu sürenin tamamını F tipi cezaevinde tutuklu geçirdiği meşhur “poşu davası”ndan 11 yıl hapis cezası aldı.

Bu ceza Yargıtay tarafından onanırsa, en az 6 yıl daha cezaevinde kalacak. Yanlış zamanda yanlış yerde olmak, poşu takmak ve Kürt olmaktan (!) başka bir suçu olduğuna dair aleyhinde herhangi bir delil olmayan, bölgedeki MOBESE kameralarında da suç işlediğine dair herhangi bir delile rastlanmayan Cihan, bir polisin önce “bu” sonra “emin eğilim, hatırlamıyorum” ve son olarak “göz bebeğinden tanıdım” gibi çelişkili ifadeleriyle suçlu bulundu.

Ancak bu yazıda bahsetmek istediğim, (akla ilk gelebileceği gibi) bazı beyni yıkanmış kara cahillerin toplumdaki bütün Kürtlere PKK’lı muamelesi yapması, binlerce öğrencinin tutuklu yargılanması, tüm bu tutuklu öğrencilerin hemen hepsinin sol görüşlü ve iktidarın karşısında olması, toplumun poşudan nem kapan bireyler yetiştirmesi gibi konular değil, babamla yaptığımız meşhur “poşu kavgası”.

Birçoğumuzun bildiği gibi doğuya özgü yöresel bir aksesuar olan poşuyu, yurtdışında fıstık gibi bir sarışında gördüğümde şaşırmış, sonra kalabalık bir caddede yaptığım yarım saatlik yürüyüşte en az elli kişide birden görüp moda olduğunu anladığımda; genlerinde doğulu değerler olan ama yüzünü batıya çevirmiş bir anlayışla yetişen biri olarak gururlanmıştım. 2 yıl sonra memlekete döndüğümde biraz farklı olmak için, biraz yakıştırdığımdan e biraz da özentilikten İstanbul’da poşuyla gezmek istediğimde meşhur ”poşu davasından” önce meşhur ”poşu kavgası” başladı. Babamın da benim de Kürtlerle ya da Alevilerle hiç bir sorunumuz yoktu tabi ama poşu takmakta neydi? Toplumdaki gerginlikten hiç mi haberim yoktu? Görevi toplumda huzur ve güvenliği sağlamak olan polisin gözünün nasıl döndüğünü, insanlara nasıl korku saldığını, sırf poşu taktığım için şüpheli olabileceğimi nasıl anlamazdım? Birçok erkek çocuğu gibi aslında sırf babasına karşı çıkmak için onun görüşlerine itiraz edecek bir şeyler bulan ben de dişime göre malzeme bulmuştum işte. O korkabilirdi ama ben korkmuyordum polisten; ne yani, bu kadarcık da özgürlük yok muydu bu ülkede. Onca zaman “aman ne yapacaksın Türkiye’de, İngiltere’de kal, bu ülke bitmiş” diyen yakınlarla tartışa tartışa memlekete dönen biri olarak ne güzel bir “hoş geldin” değil mi? İnadına belki bir ay taksam da önce hevesim burnumdan geldi, sonra da sırf renklerinin aşkına Beşiktaş maçı günlerinde birkaç kere takılıp sonra dolabın arka köşesinde unutulmaya kıvrıldı o poşu.

Meşhur “poşu davası” aradan geçen 4 yıldan sonra tüm o hırgürü yeniden hatırlattı, babam o zaman haklı mıydı? Sanırım bu soruyu en güzel şekilde Cihan’ın babası yanıtlar. Ben haklı mıydım? Teoride evet!!! Ama söz konusu oğullar olduğunda babalar hep biraz daha haklıymış galiba…Bugün babamın doğumgünü. İyi ki doğdun baba.

 

Onur Ardıç