Ana Sayfa Blog Sayfa 4473

Tecavüz sanıklarının yargılanmasına Delhi’de başlandı

Hindistan’ın başkenti Delhi’de geçen ay toplu tecavüze ve saldırılara hedef olan ve daha sonra hastanede hayatını kaybeden 23 yaşındaki tıp öğrencisiyle ilgili mahkeme başladı. Mahkemeye sunulan DNA tahlili sonuçları 5 zanlının tecavüz ve saldırılarla ilişkili olduğunu doğruladı.

Savcı Rajiv Mohan, yargıç Namrita Aggarwal’a, Merkezi Adlî Tıp Laboratuvarı’nca incelenen DNA sonuçlarının suçlanan kişilerin hepsinin giysilerinde bulunan kan izlerinin kurbanın kanıyla aynı olduğunu açıkladı. Mohan, tıp öğrencisinin can verdiği Singapur’daki Mount Elizabeth Hastanesi’ndeki kayıtlarda, tecavüz ve saldırı kurbanının kan zehirlenmesi ve çoklu organ yetmezliğinden öldüğünün belirtildiğini de aktardı.

Delhi’nin Saket yöresindeki Bölge Mahkemesinde yapılan ön duruşmada, yargıç, 5 zanlının Pazartesi günü duruşmaya çıkarılmasını istedi. Saldırıda rol alan altıncı zanlının ise çocuk mahkemesinde yargılanması bekleniyor. Tecavüz, adam kaçırma ve cinayetle suçlanan ve yaşları 19’la 35 arasında değişen zanlılar ölüm cezasına çarptırılabileceği gelen bilgiler arasında.

Savcı ayrıca, saldırı kurbanından çalınan eşyanın da zanlıların üzerinde bulunduğunu bildirdi.Mahkemenin bir sonraki oturumu 10 Ocak’ta yapılacak. Öte yandan Mahkeme dışında toplanan protestocular toplu tecavüz kurbanı için adaletin yerini bulması talebiyle gösteri yaptı.

Zee News’a yaşadığı dehşet gecesini anlatan ölen tıp öğrencisinin erkek arkadaşı, kız arkadaşıyla birlikte sinemadan çıktıktan sonra camları karartılmış olan otobüse binerek bilet parasını verdiklerini, daha sonra otobüsteki erkekler tarafından şuurunu kaybedinceye kadar dövüldüğünü, erkeklerin daha sonra kız arkadaşına saldırdığını söyledi.

Tıp öğrencisinin erkek arkadaşı, saldırganların kendilerini otobüsten attıklarını, daha sonra otobüsle ezmeye çalıştıklarını da doğruladı. Yoldan geçenlerden yardım istediklerini ama yavaşlayan otomobillerdekilerin, çifti çıplak halde görünce durmadan uzaklaştıklarını anlatan genç erkek, yetkilileri de eleştirerek polislerin yardıma gelmekte geciktiklerini, gelince de yetki tartışmasına girdiklerini ve kendilerini yanlış hastaneye götürdüklerini belirterek,  “Kız arkadaşım büyük miktarda kan kaybediyordu. Bizi yakındaki hastaneye götürecekleri yerde çok daha uzaktaki bir hastaneye sevkettiler.” diye konuştu.

Delhi polisi ise, olay yerine geç ulaştıkları suçlamasını reddetti.

(BBC Türkçe)

 

 

 

Yargıtay kürtçe davetiyeye hapis cezasını onadı

Şırnak’ın İdil İlçesi’nde 2007 yılındaki Nevruz kutlamalarına katılım için Kürtçe davetiye dağıttığı için kapatılan DTP’nin (Demokratik Toplum Partisi) İlçe Başkanı Faik Kaplan ve 6 yöneticiye 2008 yılında verilen ve daha sonra 3 bin 600 TL para cezasına çevrilen 6’şar aylık hapis cezaları Yargıtay tarafından onandı.

İdil’de 2007 yılı Nevruz kutlamalarına halkın katılması için bastırılan Kürtçe davetiyeleri çarşıda dağıttıkları gerekçesi ile kapatılan Demokratik Toplum Partisi (DTP) İlçe Başkanı Faik Kaplan ile parti yöneticileri Salih Karaviş, Hüsnü Babat, Celile Elaslan, Fehmi Demir, İsa Yağbasan ve Metin Medir hakkında İdil Asliye Ceza Mahkemesi tarafında Siyasi Partiler Yasası’na muhalefet suçundan dava açıldı.

Mahkeme, Siyasi Partiler Yasası’nın 117’nci maddesinde yer alan ‘Siyasi partiler Türkçe’den başka dil kullanamaz’ maddesine aykırı olarak parti amblemiyle bastıkları Kürtçe davetiyeleri dağıttıkları için ilçe başkanı Faik Kaplan ile 6 yöneticisine 17 Ağustos 2008 tarihinde 6’ar ay hapis cezası verdi.

Mahkeme daha sonra hapis cezasını her sanığa ayrı ayrı olmak üzere 3 bin 600 TL para cezasına çevirdi. Sanık avukatlarının Yargıtay’a yaptığı temyiz başvurusu reddedildilirken İdil Asliye Ceza Mahkemesi’nin kararı onandı.

(Ötekilerin Postası)

Gerard Depardieu artık bir rus vatandaşı

0

Dünyaca ünlü fransız aktör Gerard Depardieu, Rusya Başkanı Vladimir Putin ile görüşmesinin ardından rus pasaportunu aldı. Depardieu, Fransa’nın açıkladığı yüksek vergi oranlarında sonra başka bir ülkede yaşamak istediğini açıklamış, Putin’in teklifi üzerine de rus vatandaşlığına geçmeyi kabul etmişti.

Fransız aktör ile Rus liderin görüşmesi Karadeniz’in şirin sahil kasabası Sochi’de gerçekleşti. Putin’in danışmanı tarafından yapılan açıklamada pasaportun Fransız aktöre rus lider tarafından şahsen verilmediği kaydedildi.

Depardieu, kendisine rus pasaportu takdim edilen ziyaretin hemen ardından Stalin’in dönemi öncesi dönemde mahkumların kapatıldığı mekan olarak bilinen Mordovia bölgesine davet edildi. Mordovia valisi Vladimir Volkov’un eşliğinde kendisine yeni ikametgah seçen Gerard Depardieu, Mordovia’nın başkenti Saransk’da yerel rus kıyafetleri ile basın mensuplarına yaptığı açıklamada yeni pasaportunu göstererek, “Bu güzel ve iyi niyetli insanlarla dolu yerde kendimi çok mutlu hissediyorum” şeklinde konuştu.

Depardieu’nun rus tabiyetine geçme hikayesi geçtiğimiz hafta sonunun ilk günlerinde başladı. Depardieu’nun açıklamasının ardından Vladimir Putin, fransız aktörün rus vatandaşlığına geçmesinden memnunluk duyacaklarını belirten bir açıklama yapmıştı. Putin’in bu çağrısında açık bir mektup ile yanıt veren Depardieu, “Ülkenizi, insanlarınızı, kültürünüzü çok beğeniyorum” şeklinde duygularını ifade etmişti.

Depardieu, Fransanın yeni Başbakanı Francois Hollande’ın kazandığı yıllık 1 milyon euro kazancın %75’ini (yaklaşık 817,400 euro) vergi olarak ödemesi gerektiğini açıklamasının ardından fransız vatandaşlığından çıkma, ülkesi Fransa’dan da taşınma kararı almıştı.

(Yeşil Gazete, BBC)

“Yargı kadına şiddet uygulayan erkeğe en alt düzeyde ceza veriyor”

Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı gönüllüsü Avukat Özlem Özkan ile İMECE Kadın Sendikası Girişimi’nden Serpil Kemalbay, kadına karşı günden güne artan şiddet vakaları ile ilgili gelinen son durumu DİHA’dan Hülya Emeç’e anlattı.

Türkiye’de kadına dönük cinayet, şiddet ve tecavüz vakaları hız kesmeden her gün devam ediyor. Resmi kayıtlara göre 2012 yılının ilk 11 ayında toplam 147 kadın katledildi, 300 kadın tacize ve tecavüze uğradı, 208 kadın şiddete maruz kaldı. Erkeğin işlediği cinayetlerin yaygın medyada ”aldatma”, “boşanma”, ”aşk”, ”namus” veya “kıskançlık” adı altında  haberleştirilmesi bu katliamları meşrulaştırırken, yargının katillere alt seviyeden ceza vermesi ya da delil yetersizliğinden serbest bırakması  sorunun erkek egemen toplum tarafından görmezden gelindiğinin de bir göstergesi.

2013 yılının ilk 6 gününde dahi en az 4 kadın erkek eliyle katledilirken, 2 kadının ise intihar ettiği iddia edildi.  Kadın katliamlarına karşı kalıcı çözüm üretilmediğini düşünen kadın kurumları hükümetin kadın politikalarını ve 2012 yılını değerlendirdi

Özlem Özkan: Erkeğin işlediği suça “kadın cinayeti” denmesinin özel bir nedeni var”

Özlem Özkan

Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı gönüllüsü Avukat Özlem Özkan, erkeğin işlediği katliamlara “kadın cinayeti” denmesinin özel bir nedeni olduğunu belirterek, şunları söyledi: “Kadına dönük yapılan tacizin, tecavüzün münferit, sıradan, yaşanabilir bir olay olmadığını ve kadınların sadece cinsiyetlerinden ötürü ayrımcı bir bakış açısıyla ele alındığını görüyoruz. Bu fiilleri işleyenlerin sıradan bir suçlu muamelesi değil, bilinçli işlenen suçlar statüsüyle ele alınması gerektiğini düşünüyorum.”

2012 yılının başlarında devletin kadına dönük yasalar çıkardığını dile getiren Özkan, 6284 sayılı Kadına Şiddetin Önlemesi ve Ailenin Korunması Kanunu çıkarılmasının rağmen pratik anlamda işletilmediğini belirterek, kadına dönük şiddetin yasal anlamda eksik kaldığı boyutları şu şekilde sıraladı: “Mahkemelerin kadına dönük şiddetin kanıtlanması konusunda delil istemesi başlı başına bir sorun olarak karşımızda durmakta. Şiddetin delili her zaman bulunamayabilir. Kadın yaşadığı şiddetin hem tanığı hem de mağdurudur. Bir de şiddet sadece fiziki anlamda değildir. Cinsel, ekonomik ve psikolojik şiddet de bu şiddetin birer parçasıdır.”

Şiddetin bir diğer yüzünün de iktidar olduğunu kaydeden Özkan, erkeklerin iktidarını sağlamak için şiddet uyguladığına dikkat çekerek, şöyle devam etti: “Bu ülkede kadınlar küpe taktıkları, tayt giydikleri, kısa etek giydikleri veya boşanmak istedikleri için eşleri, babaları, ağabeyleri, amcaları tarafından öldürülüyor. Yaşanan cinayetlere karşı mahkemeler haksız tahrik indirimi yaparak erkeği kollayıp yeni cinayetlere davetiye çıkartmaktadır.” şeklinde konuştu.

Serpil Kemalbay: “Yargı şiddet uygulayan erkeğe en alt düzeyde ceza veriyor”

Serpil Kemalbay

İMECE Kadın Sendikası Girişimi’nden Serpil Kemalbay ise, kadınlar açısında geçen yılların bir birinin tekrarı olduğunu kaydetti. Giderek güçlenen bir kadın mücadelesi olduğu kadar bunun yanında her geçen gün daha da azgınlaşan erkek iktidarı ve katliamının geliştiğini söyleyen Kemalbay, günde 5 kadının erkekler tarafından katledildiğini anımsatarak, “2012 yılı da kadın katliamlarının yoğun yaşandığı bir yıl oldu. Hükümet kadın katliamlarının önüne geçmek yerine, yargı yoluyla tecavüzcülere verdiği cezalarla kadın katliamlarını meşrulaştırdı” dedi. Devletin kadın konusunda çok eril bir dil kullandığını belirten Kemalbay, “AKP hükümetine bakıldığında kadına dönük şiddetin köküne inebilecek bir yan göremiyorum. Sistemin bekasının nasıl koruyayım, kolluyayım diye düşünüyor. Kendine en temel görev olarak hükümet bunun önüne koymuş. Saldırgan bir dille ve militarist bir tarzla kadına yaklaşımlar her geçen gün daha fazla sürdürülüyor. Böyle bir ortamda AKP hükümetinden kadına dönük şiddet için medet ummak anlamsız olur” dedi.

Devletin yaklaşımının aileyi her şeyin merkezine koymak olduğunu söyleyen Kemalbay, “Kadının bedenine dönük saldırılar, haklarına dönük saldırılar hız kesmeden devam ediyor. Hükümet bilinçli olarak kendi ideolojisini; yani ılımlı İslam politikalarını uyguluyor ve aileyi kutsallaştırarak kadını kimliğinden, cinsinden uzaklaştırıyor” diye konuştu.

Yargı alanında kadına dönük şiddet konusunda erkeklere büyük bir tolerans sağlandığını söyleyen Kemalbay, “Yargı şiddet uygulayan erkeğe, ya en alt düzeyde ceza veriyor ya da delil yetersizliğinden serbest bırakıyor. Şiddet uygulayan erkeklerle ilgili kalıcı ve sindirici önlemler alınmadığı için bu tür olayların toplum nezdinde meşrulaştırılıyor”diye konuşan Kemalbay, erkek şiddetini kabul etmeyen kadınların sokağa çıktığında bu sefer de devlet şiddetiyle karşılaştığını ifade etti.

(Alternatif Siyaset.net)


 

İmralı açılımına Tatlıses’den destek

Görsel Balıklıgöl.com'dan alınmıştır

İbrahim Tatlıses, twitter hesabından Öcalan’ın İmralı’da MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile başlayan ve milletvekilleri Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata ile devam eden görüşmelerine destek verdi.  İbrahim Tatlıses, sosyal medya üzerindeki takipçilerine, PKK’nın silahsızlanması ve Kürt sorununun çözümü konusunda 4 ayrı twit attı.

Tatlıses, twitter hesabı üzerinden MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile başlayan ve milletvekilleri Ahmet Türk ve Ayla Akat ile devam eden Öcalan’la görüşmelere destek verdi.

Tatlıses, twitter üzerinden şu mesajları iletti:

“Silah bırakma meselesi ne bir şahsın, ne de bir partinin meselesidir. Bu mesele ağlayan anaların, babaların, bacıların, Türkiye’nin meselesidir.

Ben de insan sevdalısı bir sanatçı olarak, istek ve arzum şudur ki, özlediğim barış yolunun önüne hendek değil, köprü kurulmasını görmektir.

Buna şahsım da dahil olmak üzere, kim engel olursa olsun, tarih bunu affetmeyecektir ve dibi görülmeyen karanlık bir çukura gömecektir. 40 yıllık sanat hayatım bu acıları görmek ve yaşamakla geçti. Ne kadar ömrüm kaldı ki? Bırakın da bu gözler barışla süslenmiş ülke görsün.”

Tatlıses’in twitter hesabı twitter.com/imparatoribo

(RotahaberMarksist.org, Balıklıgöl.com)

 

West Hamlı futbolculdan eşcinsel meslektaşlarına destek

0

İngiltere’de yayımlanan Attitude dergisinin ocak sayısına röportaj veren West Ham Unitedlı futbolcu Mark Jarvis, futbolda barınmakta zorluk çeken eşcinsellere destek çıkılması gerektiğini belirterek, “Eşcinsellik hayatın her alanında olan bir şey. Şok olunacak bir durum yok ortada.” dedi.

Daha önce David Beckham, Freddie Ljungberg gibi futbolcular ile yaptığı röportajlar ile  eşcinsellere yönelik haber yapan dergiye verdiği röportajda West Ham’lı futbolcu eşcinsel futbolculara destek ve cesaret verilmesi gerektiğini de sözlerine ekledi.

Futbol dünyasında bir çok eşcinsel sporcunun olduğuna inandığını ancak gizlendiklerini düşündüğünü belirten Jarvis, “Bunu açıklamaları gerçekten çok zor. Açıklarlarsa rahatlayıp sahada daha iyi performans göstereceklerine inanıyorum. Bunun herkes tarafından bilinmesi halinde kafalarının rahatlayıp futbola odaklanabileceklerini düşünüyorum.” şeklinde konuştu.

Profesyonel Futbolcular Derneği’nin ve futbol oyununun bir parçası olduğunu düşünen herkesin destek vermesi gerektiğini düşündüğünü ileten 26 yaşındaki evli futbolcu Jarvis , “Eminim ki eşcinsel sporculara destek verecek bir çok topluluk bulunuyordur.” ifadelerini kullandı.

(Goal.com)

Bahsedilmeyen kıyamet: İklim Değişikliği 2 – Kamil Çöllü

29 Aralık Cumartesi günü öğle haberlerini okurken gözüme takıldı: “Bodrum’u sel aldı”. Aslında gözüme ilişen tek haber o değildi ve 28 Aralık Cuma günü yazmış olduğum yazımın ardından daha 1 hafta bile geçmeden bu tarz iklimle ilgili olayların meydana gelmesi, aslında bu konu üzerinde yeterince açıklama yapamıyormuşuz hissine kapılmama sebep oldu.

Öncelikle, Bodrum’u sel almışsa ne olmuş diyebilirsiniz. Sonuç itibariyle ülkemizin birçok bölgesini sel alabilir; ama önemli olan bilgiler, haberin ayrıntılarında gizliydi. Haberin ayrıntılarına değinecek olursak; olayın geçtiği günün gecesinde Bodrum, sadece 1 saat içerisinde 76 metreküplük bir yağış almıştır. İşin bizi ilgilendiren tarafı, Bodrum Belediye Başkanı’nın da dediği gibi -ki kendisi 61 yaşındadır- bugüne kadar böyle bir sağanak görmemesiydi. Bodrum’da görülen bu olay, geçen haftaki yazımda da bahsetmeye çalıştığım uç noktalardaki olayların görülme sıklığının artması veya hiç görülmeyen olayların görülmeye başlanmasıyla ilgili üzücü bir örnekti. Burada üstünde durmaya çalıştığımız konu, sel olayının görülmesi değil, 1 saat içerisinde 76 metreküplük bir yağış bırakabilecek düzeyde güçlü bir sel olayının görülmesiydi.

İkinci olarak bahsetmek istediğim konu, 26 Aralık’ta çıkan “İklim çıldırdı” haberi doğrultusunda Doğu Avrupa’da dondurucu soğukların görüldüğü dönemde, Batı Avrupa’da tarihin en sıcak Noel’lerinden birinin yaşanıyor olmasıydı. 24 Aralık’ta Almanya’nın Münih kentinde ölçülen sıcaklık değerleri 20 derecenin üzerinde idi. Bu ölçümü özel kılan durum, Almanya’da hava sıcaklığı ölçümlerinin başlamasından bu yana, 24 Aralık‘ta yapılan en sıcak ölçümün olmasıydı. Ancak, iklimin çıldırması sadece Almanya’da tarihe geçen bu yüksek sıcaklık ile sınırlı değildi; asıl bizleri korkutan ve iklimin çıldırdığını düşünmeye iten olay, Almanya’daki bu yüksek sıcaklığın yanında Doğu Avrupa’da dondurucu soğukların can alıyor olmasıydı. Bu dönemde Rusya’daki aşırı soğuklardan ötürü hayatını kaybedenlerin sayısının 123 olması ve 345’inin 26 Aralık günü son 24 saat içerisinde olmak üzere toplamda 833 kişinin soğuğa bağlı rahatsızlıklar nedeniyle hastaneye kaldırıldığının açıklanmasıydı. Bu duruma neden olan hava sıcaklıklarının Moskova’da sıfırın altında 30 dereceye düşmesi ve Sibirya’nın doğusunun ise eksi 60 dereceyi görmesi olarak belirtilmiştir. Küçük bir hatırlatma yapmam gerekirse, iklim değişikliğinin, kışlarımızı daha sıcak geçireceğiz anlamında olmadığını aksine, dünyanın bir bölgesinin sıcaklıklarının artarken diğer bölgelerinde dondurucu soğukların görüleceğini geçen yazımda belirtmiştim.

Üçüncü olarak, yukarıdaki olayların doğrudan ya da dolaylı olarak etkilediği bir durumdan bahsedeceğim. Özellikle, yüksek sıcaklıklar ve seller sonucu oluşabilecek mahsul kayıplarından kaynaklanan dünyanın besin maddeleri açısından çekeceği sıkıntı ne yazık ki uzak bir zaman diliminde değildir. En üst düzey bilim dergilerinden kabul edilen Nature dergisinin Aralık sayısında yayınlanan makaleye göre, dünyanın en önemli besin kaynaklarından dördü olan mısır, pirinç, buğday ve soyanın üretiminin durağanlaştığı, hatta bölgelere bağlı olarak azalmaya başladığı görülmüştür. Dünya nüfusunun halen artmakta olduğu düşünüldüğünde, bu besin maddelerinin üretiminin durağanlaşması bile büyük bir sorundur. Öyle ki, Amerika, Çin ve Hindistan’da bile bu azalma görülebilmektedir.

Aşağıdaki grafikte; a) Hiç Artmayan Ürünleri b) Durağanlaşan Ürünleri c) Ciddi Miktarlarda Azalan Ürünleri d) Halen Artmakta Olan Ürünler ile ve  Bu ürünlerin yetiştiği bölgelere ait bilgiler verilmektedir

(Grafikte Maize -> Mısır, Rice -> Pirinç, Wheat-> Buğday , Soybean->Soya; Morocco -> Fas, North Korea-> Kuzey Kore ‘yi ifade ediyor).

Günümüzde önlem alınmayacak olursa, artan dünya nüfusunun da olumsuz etkisiyle gelecekte tüm insanlığı ciddi şekilde besin bulabilme kaygısı beklemektedir (Burada belirtmekte fayda var ki, besin maddelerindeki azalmayı sadece iklim değişikliği etkilememektedir, başka faktörler de bulunmaktadır).

Dördüncü ve son olarak, olası su savaşlarından bahsetmek istiyorum. CLICO (İklim Değişikliği, Su Çatışmaları ve İnsan Güvenliği) projesi çerçevesinde, 10 ve 11 Aralık tarihlerinde 14 enstitüden araştırmacıların katıldığı ve Kıbrıs’ın Nicosia kentinde yapılan konferansta, su üzerine yapılan çalışmalar ve olası su sıkıntısının doğurabileceği sorunlar tartışıldı. Bu konferansta özellikle Akdeniz, Orta Doğu ve Sahel (Sahra çölünün kuzey bölümündeki yarı kurak bölge) bölgeleri üzerinde duruldu. İklim değişikliğinin su kaynakları üzerindeki etkisinin, Akdeniz bölgesi ve çevresinde, önümüzdeki yıllarda artacağı açıklandı. Böyle bir durumun, nüfusun güvenliğini tehlikeye atabileceği ve özellikle kuraklığa ve sellere karşı savunmasız bırakabileceği bildirildi. Dahası, su savaşlarının ve iklim değişikliğinin ulusal güvenliği tehdit ettiği açıklandı. Bu konferansın sonucu olarak, özellikle hükümetlerin politikalarında bu konuya daha çok yer vermeleri kararlaştırıldı.

Sonuç olarak, geçen hafta yazdığım konuları daha ayrıntılı ele almaya çalıştım. Özellikle ülkemizde, üzerinde pek de vakit ayırmadığımız bir konu olan iklim değişikliğinin olası etkileri, uzun vadede ciddi sorunlara yol açacaktır.  Yol açabileceği sorunları bugünden tahmin ederek, bunlar için geç olmadan bir şeyler yapmak bizlerin elindedir.

 

Kamil Çöllü

Boğaziçi Üniversitesi
İklim Değişikliği Çalışma Grubu

İklim Değişikliği etkisi ile Orta Dünya sandığımız kadar uzak değil

Amerika Birleşik Devletleri’nde yürütülen çokuluslu bir projenin sonuçlarına göre iklim değişikliği ve atmosferdeki CO2 artışı sonucu gelecekte insanlar Tolkien’in meşhur Hobbitlerini andırabilir.

Bighorn Basing Coring projesi kapsamında ABD, Almanya, Birleşik Krallık ve Hollandalı 30 biliminsanı tarafından yürütülen araştırma, ABD’nin Wyoming bölgesindeki 55 milyon yıl yaşındaki kaya tabakalarını inceleyerek iklim değişikliğinin canlı yaşamı üzerindeki etkilerini ortaya koymayı hedefliyor. Dünyanın en son 55 milyon yıl önce bugünküne benzer bir iklim değişikliği sürecinden geçtiği düşünülüyor. Ancak, iki dönem arasında “küçük” bir fark bulunuyor. Biliminsanları, 55 milyon yıl önce, dünyanın ortalama ısısının 6o derece artmasının yaklaşık 10.000 yıl aldığını söylüyor. Bugün ise Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) öngörülerine göre, küresel ısınma üzerindeki insan etkisi nedeniyle gezegenin benzer oranda ısınması sadece 200 yıl sürecek.

Bahse konu proje kapsamında çalışan biliminsanları, Paleosen-Eosen Termal Maksimum veya “ateş dönemi” olarak adlandırılan ve 55 milyon yıl önce yaşanan iklim değişikliği süreci sırasında birçok canlı türünün kitlesel olarak yok olduğunu söylüyor. Buna rağmen, ısınma sürecinin 10.000 yıl alması nedeniyle birçok başka türün ısı değişikliğine uyum sağlayabildiği ve kuzeye ya da güneye göç ederek hayatta kalmayı başarabildiği belirtiliyor. Benzer bir iklim değişikliği sürecinin IPCC’nin öngördüğü gibi 200 yıl içinde gerçekleşmesi durumunda ise ağaçlar başta olmak üzere uzun yaşayan birçok canlı türünün yeni koşullara uyum sağlayarak daha uygun iklimlere göçünün imkansız olduğu vurgulanıyor. Bu göç sürecini tüm memeliler için zorlaştıran bir diğer etken ise şehirler ve tarım arazilerinin olası göç yolları üzerinde olması.

Öte yandan, atmosferdeki CO2 oranının artmasının iklim değişikliği dışında başka olumsuz etkileri de bulunuyor. Yine Bighorn Basing Coring projesinde çalışan ve Birmingham Üniversitesi Coğrafya, Yeryüzü ve Çevre Bilimleri enstitüsünden Dr. Phillip Jardine, 6o dercelik ısınmanın gezegen üzerindeki olası etkileri sorulduğunda, küresel karbon dengesini bozmanın sonuçlarının büyük ve çok yönlü olduğunun altını çiziyor. Biliminsanlarına göre artan CO2 oranı sadece sıcaklıkların artmasına sebep olmakla kalmıyor, bitkilerin besin değerini de düşürüyor. Bitkiler üzerinde yapılan araştırmalar, CO2nin yüksek olduğu ortamlarda bitkilerdeki nitrojen ve karbon dioksit sabitlemesini denetleyen Rubisco proteininin azaldığını ortaya koyuyor. Bu da bitkilerin besin değerinin düşmesine yol açıyor. Dolayısıyla, otoburların aynı oranda kalori almak için daha fazla bitki yemesi gerekiyor. Birçok otobur bu süreç sonucunda şartlara uyum sağlamak için küçülme yoluna gidiyor; bu da etoburların et kaynaklarının azalmasına yol açıyor.

Dr. Jardine, artan nüfus ve azalan su kaynakları da göz önüne alındığında, başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere tüm dünya nüfusunu etkileyecek bir “felaket”le karşı karşıya olduğumuz uyarısını yapıyor.

Böyle bir dünyada hayatta kalabilmek için insanların da küçülme yoluna giderek hobbit boyuna gelmesinin olası olduğu belirtiliyor. Ancak, bu değişimi gerçekleştirmek için önümüzde sadece 200 yılımız bulunuyor. Şimdilik iklim değişikliğini sınırlamaya çalışmak daha gerçekçi bir seçenek gibi gözüküyor.

(Climate News Network, Yeşil Gazete)

Fener’de ‘Ta Fota’ (Işıklar) Bayramı kutlandı

Mesih İsa’nın vaftiz edilişi, ‘Ta Fota’ (Işıklar) Bayramı, Ekümenik Patrikhane’nin bahçesindeki Doğu Roma döneminden kalma, tarihi Ayios Yeorgios Kilisesi’ndeki ayinle kutlandı. Büyük ayinin ardından, denizden haç çıkarma geleneği yerine getirildi. Patrik Bartholomeos tarafından denize atılan haçı, Yunanistanlı Lukas Kokini çıkardı.

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, Mesih İsa’nın vaftiz edilmesi Ekümenik Patrikhane’de Bartholomeos’un da katıldığı büyük ayinle kutlandı. Sabah saat 09.10’da başlayan ve üç saatten fazla süren ayine katılım yoğundu.

Ayinin tamamlanmasının ardından saat 12.25’te Bartholomeos ile ruhaniler Fener iskelesine doğru yürüdü. Vatandaşlar tarafından büyük ilgi gösterilen yürüyüşün ardından kortejde yer alan din adamları, deniz kenarında oluşturulan stant üzerine çıktı.

Yoğun katılım nedeniyle izdiham yaşanan tören, Patrik Bartholomeos tarafından, Haliç’in soğuk sularına haçın atılması ile başladı. Haçı çıkarmak için 23 kişi denize atladı. Su üstündeki haça ilk ulaşan, Yunanistan’ın Dedeağaç kentinden ailesiyle birlikte İstanbul’a gelen 22 yaşındaki Lukas Kokinis oldu. Kokinis, önce suyun içinden çıkardığı haçı öptü,  ardından da haçı Patrik Bartholomeos’a götürdü. Bartholomeos da haçı aldıktan sonra Kokini’ye altından haç kolye hediye ederek, tebrik etti.

Törenin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Kokinis, Yunanistan’da çiftçilikle uğraştığını belirterek, İstanbul’a gelirken denizden haçı çıkarmayı hayal ettiğini, bunu başardığı için çok mutlu olduğunu söyledi.

Protestolar eşliğinde yapılıyordu

Yüzyıllardır Üsküdar, Kuzguncuk, Beylerbeyi, Çengelköy ve İstanbul’un birçok yerinde devam eden denizden haç çıkarma törenleri kesintiye uğradı ve Ekümenik Patrikhane, 50 yıl Haliç’te tören yapamadı. 2003 yılında ise, törenler yeniden yapılmaya başlandı.

2005’teki tören, “Haçın düştüğü yer bizim” anlamına geldiğini söyleyen MHP’li grubun protestosuyla başladı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, bir mitingde protestoya şu sözlerle destek vermişti: “İstanbul’da piskopos elindeki haçı Haliç’e atıyor, diğerleri de haçı çıkararak kendince bir gelenek oluşturmaya çalışıyor. Fakat ülkücüler, kayıklarla Haliç’te gezip mesajı veriyorlar. Haliç’ten haç çıkarmak İstanbul’u Konstantinopolis yapmaktır.”

2006 yılında ise, denizden haç çıkarma töreninde kendilerine ‘Türk Haliç Platformu’ adını veren grup, tören sırasında tekbir getirerek, “Patrik defol” diye bağırmıştı. Ayrıca gösterici gruptan bir kişi kostüm desteğiyle Fatih Sultan Mehmet’i canlandırmıştı.

(AGOS)

Mali uçurumla ondan da beter iklim uçurumunun muhabbeti

Thinkprogress.org’da Joe Romm imzasıyla yayınlanan makaleyi, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Özde Çakmak‘ın çevirisiyle sunuyoruz.

***

Birkaç haftadır Washington, DC içler acısı bir görünüm sergilemekte. Politik liderler, kararlaştırılan süre içinde bütçe açığını tasarruf güdümlü resesyon anlamına gelmeyecek biçimde çözmeyibaşaramadılar.

Oysa, her iki parti de anlaşmaya varmış gibi görünüyor – Senato’nun onayını kolayca kazandıktan sonra meclisten geçebileceği varsayılırsa – plan, zorlu tercihlerin çoğunu geçiştiriyor.

Anlaşma, kötü bir anlaşma değil – rüzgar vergisi kredisini kapsıyor, sözgelimi. NY Times web sitesinin en çok okunan haberinde,  planın “Demokratları öfkelendiren çok sayıda imtiyaz tanırken, yine de partinin önceliklerini kolladığını ve en zengin Amerikalılara vergi artışı koyduğunu” öne sürmekte.

Fakat, Nobel ödüllü Paul Krugman bu sabah yolladığı bir blog yazısında, anlaşmanın idare-eder mi yoksa dehşet verici mi olduğunu (borç tavanı kavgasında) neler olacağını görene dek bilemeyeceğimizi söylüyor:

Bu yüzleşmede, Obama geri adım atmazsa, geriye dönüp bakıldığında anlaşma kötü görünmeyecektir. Geri adım atarsa, dün, başkanlığı ve onu destekleyen herkesin umutlarını bir kenara fırlattığı gün olarak anılacaktır.

Son cümle, ancak Obama’nın iklim konusunda başarısızlığa uğramasının başkanlığını ve nesillerdir süregelen umutları bir kenara fırlattığı gün(ler) olacağına bel bağlamadığınız takdirde gerçek olacaktır.

NY Times, ani çöküşten alınacak ders, “kelli felli pazarlıkların kestirme çözümlerin yerini aldığı” ve “çift partili yasama organının minyatürize edilmesinin kaçınılmaz olduğu sonucuna varmaktadır – fakat, bunun böyle olacağı bir süreden belliydi. Obama’nın teşvik beyannamesini ve sağlık hizmeti planını destekleyecek Cumhuriyetçi oyları yok değil.

Aslında, Krugman’ın “Şaşkınlık Yaratmak” adlı NYT Pazar Serbest Görüş yazısında açıkladığı gibi, mali uçurum büyük ölçüde imal edilen bir krizdi. Gerçek şu ki, bütün bu zorlu politik sürece, medyanın bütün sturm und drang (fırtına ve itki)sine rağmen, iki parti de ne açığı önemli buluyor ne de ulusun en acil sorunu olduğunu düşünüyor. İlerleme yanlıları, en büyük sorunun yavaş ekonomik büyüme ve yüksek orandaki işsizlik olduğunu ve çözümün daha fazla yatırım artı işsizlik yardımından geçtiğini biliyorlar. Muhafazakar hareketi (ve Cumhuriyetçileri) tekeline alan Çay Partisi, asıl sorunun hükümet harcamalarından kaynaklandığını düşünüyor (yoksa, vergi artışının pazarlık konusu olmasına tepki göstermekte bu kadar kararlı olmazlardı).

En azından karikatüristler, amfizemin ilk evresi olan iklim açığına kıyasla, mali açığın hafif bir boğaz ağrısı olduğunu anladılar.

 

Mali uçurum - İklim Uçurumu. "Aşağı bakma. Çizgi filmlerde işe yarıyor"

 

Belki de manşetteki soru, “Mali uçurum fiyaskosu, iklim uçurumdan kurtulma ihtimalimiz hakkında yeni bir şey söylüyor mu?” olmalıydı. Bu soruyu yanıtlamak için, ülkeye yönelik son cidden büyük ekonomik tehditten beri – 2008 ekiminde yazdığım bir yazıda da, “450 ppm (ya da daha azı) politik açıdan mümkün mü? Bölüm 7: finansal kurtarma paketlerinden alınan ibretler,” ele aldığım gibi, bu ihtimaller hakkında neler bildiğimizin altını çizmekte fayda var. Yazı 4+ yıldan beri ne kadar az şeyin değiştiğini gösterdiğinden aşağıda bir alıntıya yer veriyorum:

Hayır, 450 bugün politik açıdan mümkün değildir. Ne de 550. 1000 ppm ve 6 derece ısıyı önlemek için yeterli hareket yoktur.

Tamam, bu önceden de belliydi; çünkü, Kongredeki muhafazakarlar kesinlikle gerekli hareketi bloke edebilir ya da enerji fiyatı sorununun demagojisini yapabilirler – belli ki, niyetleri de bu (bkz. “Bölüm 6: Boxer-Lieberman-Warner fatura tartışması bize ne anlatıyor”).

Fakat, bence, finansal kurtarma paketi hikayesinden alınacak daha çok ders var:

1. Yüz milyarlarca dolarlık hükümet tedbiri ancak çok, çok büyük bir kriz meydana geldiğinde devreye girer. Evet, büyük kamu harcama programı elde etmek için esas, temiz enerji ve yeşil yakalı işlere duyulan gereksinimden bahsetmek gerektiğini düşünen çok sayıda insan var. Konuşmak, ihtiyaç duyulan politikaları satmaktan öte, kriz olmadıkça, hiçbir işe yaramayacaktır.

2. Krizin “çok, çok büyük” olarak nitelenmesi için gerekli fakat, tek başına yeterli olmayan bir koşul; temelde tarafsız düşünce lideri olduğu düşünülen çok ciddi insanların da sözkonusu krizi bu şekilde tanımlamasıdır. Bu durumda, ultra milyarder Warren Buffet, ABD Merkez Bankası Genel Başkanı Ben Bernanke, Alan Greenspan, hatta CNBC’den Jim Cramer (evet, çok bağırıyor, ama buna iflas diyeli bir yıl oldu ve medyada oldukça saygın bir yeri var) panik olması gerekir.

3. Ayrıca, şu anda sıradan insanların da başına kötü şeyler geliyor olmalı. Meclisin asıl kurtarma paketi aleyhinde oy kullanması,  fakat büyük ölçüde devam eden borsa krizi, kısmen de bölgelerindeki küçük ve büyük ölçekli işletmelerden kredi piyasasının donduğunu duyduklarından yan çizmesi oldukça ilginçti.

4. Güvenilir insanlar, sorunun hükümet tedbiriyle çözüleceğini söylemeli. Pek çok insanın kaçırdığı bir başka önemli nokta da bu. Buffet, Bernanke ve Cramer dünyanın yıkıacağını fakat sizin planınızın bunu engelleyemeyeceğini söylüyorsa, planınız ölü, ölü, ölüdür.

 

Peki, bu bize iklim açmazı hakkında neler söylüyor?

1. Önümüzde, benzeri görülmemiş hükümet tedbiri gerektiren bir tek çok büyük kriz var. “İyi haber” şu ki, tabii buna iyi haber denebilirse, kriz gerçek ve eli kulağında – ve hükümet önderliğindeki çözümler için uygun. Ayrıca, tıpkı kurtarma paketi gibi, çözümün bütün “maliyeti”, vergi verenlere “mal edilmeyecek”. Çünkü, kurtarma paketi için, hükümetin satın alacağı öncelikli finansal mülkler değerli olacaktır; küresel ısınma için ise, emisyon üst sınırı ve ticareti faturası artı temiz teknoloji kampanyası, muazzam enerji tasarrufu sağlayacak  ve tamamen yeni endüstriler yaratacaktır.

 

Mali uçurum - İklim / "Alıştırma yapıyorlar sadece"

 

2. Ama enerji ve iklim sorunundan anlayan, tarafsız, güvenilir kanaat liderlerinin eleştirel bakışından yoksunuz (bkz. “Kanaat liderlerinin çoğu küresel ısınmadan anlamıyor”). Warren Buffet ve Bill Gates gibi insanlar ne zaman, diyelim Kanada’da iklimi yok eden yatırımlar peşinde koşmak yerine küresel ısınmanın dehşet verici doğası hakkında sesini yükseltecek? (bkz. “Gates ve Buffet katranlı kuma yatırım yapıyor, çift başlı balıklar çoğalıyor”). Evet, aslında güçlü önlemler talep eden bütün bir bilim camiası var, ama onlar artık bu ülkenin kanaat önderleri değiller ve ABD halkının büyük bir bölümü için güvenilirliklerini yitirdiler (“Reddedenler kazanıyor, ama sadece GOP ile”). Ciddi önlemlerin alınması için gereken bu koşulun karşılanması muhafazakarların iklim hareketine karşı yürüttükleri haçlı seferi yüzünden adamakıllı karışıyor. Muhafazakarlar yalnızca dezenformasyon kampanyası yürütmekle kalmıyor, küresel ısınma konusunda sesini yükselten her bilim insanını ya da gazeticiyi sol-kanat eko-emperyalistlerin maşası olarak etiketlemekte düzenli olarak çaba gösteriyorlar – Charles Krauthammer’ın dediği gibi, “uysal bilim insanları ile fırsatçı politikacıların eşlik ettiği çevre aktivistleri radikal ekonomik ve sosyal düzenlemelerin savunuculuğunu yapıyor,” ya da George Will’in belirttiği gibi “hükümet çevrecilere itaat ettikçe, hayatlarımızı daha çok gözetim altında tutar.” (bkz. “Muhafazakarların iklim bilimine inanmamasının gerçek sebebi”). Kısacası, dezenformasyon kampanyası, bütün eylem çağrılarının inanılırlığını sarsmaya çalışıyor.

3. Kısmen insan kaynaklı iklim değişimleri – kuraklıklar, kontrol edilemeyen yangınlar, seller, ağır hava şartları vs. vs – yüzünden kötü şeyler zaten oluyor. Fakat, çok sayıda çevreci ve gazeteci aciliyetin önemini azaltıyor ya da bu şeyler hakkında konuşmanın hata olduğunu düşünüyor (“NY Times yangın haberini harcıyor,” ve “NY Times kuraklık haberini de harcıyor,” ve “Gustav, iklim, sondaj – bazı çevreciler otosansür uyguluyor, peki ya ilericiler?” ve “Washington Post’tan Joel Achebach temel iklim biliminden anlamıyor.” Ve elbette, bir de herkese geleceğin o kadar da kötü olmayacağını söyleyen dezenformasyon kampanyası var. (Rahmetli) Michael Crichton bilime “göz attıktan” sonra “sorun”dan etkilenmediğini söylemişti. George Will, iklim değişikliğinin “faydalı” bile olabileceğini söylüyor ve NYT köşe yazarı John Tierney şöyle yazıyor, “Isınmanın net kar elde edilebilecek kadar hafif olma ihtimali var.” Bir de kazmanın teki olan GOP Başkanvekili geçen hafta çıkmış 70 milyon Amerikalıya değişim etkilerinin “gezegenimizin periyodik ısı değişimlerinden” kaynaklandığını söylüyor. Bu klasik reddeden mitinde, tek yapmamız gereken fırtınanın dinmesini beklemektir.

4. Bugün politik açıdan mümkün olan hükümet önderliğindeki iklim ve enerji tedbirleri sorunu çözmeyecektir. Boxer-Lieberman-Warner yasa tasarısı için kesinlikle doğruydu (bkz. “Boxer yasa tasarısı güncellemesi: ABD’de muhtemelen 2025 sonrasına kadar CO2 emisyon kesintisi yok”).

Ekonomik krizden çıkarabildiğim tek bir umut kırıntısı var. Kongre ve yürütme organları gerçek felaket meydana gelmeden önce, bir başka Büyük Buhran ile son bulmadan, hatta teknik olarak bir ekonomik durgunluğa girmeden önce harekete geçtiler. Belki, iklim konusunda da gerçek felaket yaşanmadan önce harekete geçebiliriz. Evet, ekonominin çökmesine yalnızca günler ya da haftalar kaldığı herkes tarafından anlaşldığı için Washington’ın harekete geçtiğinin farkındayım. Belli ki, harekete geçmek için iklim uçurumuna bu kadar yaklaşmayı bekleyemeyiz.

Önümüzdeki birkaç sene içerisinde iklim konusunda harekete geçmeliyiz – gerçek, önlenebilir felaket yaşanmadan onyıllar önce. Doğrusunu söylemek gerekirse, ülkenin ve dünyanın alacağı hiçbir olası tedbirin, önümüzdeki 30 yıl içerisinde iklim üzerinde önemli bir etkisi olmayacaktır. Bizim umutsuzca önlemeye çalıştığımız – ya da önlemeye çalışmamız gereken – 2040 sonrası 6 derece (ya da daha yüksek)ısınmadan geri dönüşün olmadığı Cehennem ve Suların Yükselmesi senaryosudur.

Ekonomik yardım krizine verilen tepkiler, belli ki, gerçek iklim felaketi yaşanmadan onyıllar önce harekete geçilebileceğini uman insanların içini rahatlatmıyor. Fakat, ben bardağın onda birini dolu görmeyi tercih ediyorum.

Neden?

Burada, öngörülemeyen durum başkanlık seçimleriydi. Daha önce hiç kendini gerçekten de ciddi iklim önlemleri almaya adamış, bizi problemi çözmeye sevkeden geniş ve kapsamlı bir gündem kampanyası yürüten ilham verici bir başkanımız olmamıştı. (bkz.” Obama’nın mükemmel enerji ve iklim planı.”)

Şu anda, Obama’nın planı politik açıdan mümkün değil. Sadece muhafazakarlar karşı çıktığı ve demagoji yapacakları için değil, ılımlılar sorunu kavramadığı ve demoji yapılarak sindirilecekleri için. Ve bilim insanları, çevreciler ve ilericiler yetersiz ve çelişkili mesajlar gönderdikleri için de. Ve geleneksel medya hala fena halde yetersiz bir iş çıkarmakta olduğu için (bkz. “Medya, reddenlere çanak tutuyor 2: Ya MSM insanlığın kendini yoketmesine yetmezse?”).

Fakat, geçmişte politik açıdan mümkün olanları dönüştüren gerçek liderler olmuştu. Bugün de umudumuz burada saklı.

 

Evet, bunlar güçlü iklim tedbiri sözü veren bir lider ve çoğunluğunu Demokratların oluşturduğu bir kongre seçmeden önce yazılmıştı.

Sözün özü aynı, ama. İklim Churchill’imizi bulana kadar ciddi bir tedbir göremeyeceğiz – muhtemelen iklim etkileri kötüleşip de en azından ikna edilebilir orta yolcular tedbir talep edene dek (bkz. “Yakın zamanlı iklim Pearl Harborları nelerdir? Harekete geçmek için ne bekliyoruz?”).

Mali uçurum fiyaskosu, bize öncelikle  geçtiğimiz seçimlerde her iki partinin de siyasi liderliği adına hiçbir şeyi değiştirmediğini gösterdi. İklim statükosuna takılıp kaldık ve çeşitli ekonomik dertlerin aksine bu geri dönüşü olmayan, medeniyetleri yok edecek bir felaket için bir reçetedir.

Yeşil Gazete için çeviren: Özde Çakmak

Makalenin özgün hali (ingilizce) için tıklayınız

(ThinkProgress.org, Yeşil Gazete)