Ana Sayfa Blog Sayfa 4443

Mor Çatı’dan Cumhurbaşkanı’na 6411 Sayılı Yasa’yı veto çağrısı!

Mor Çatı kadın Sığınağı Vakfı, yayınladığı basın açıklamasıyla kadına şiddet uygulayan erkeklerin de tahliye edilmesine olanak tanıyan ‘6411 Sayılı Denetimli Serbestlik Kanunu’nun Cumhurbaşkanı Gül tarafından veto edilmesini istedi.

Mecliste kabul edilen yeni 6411 sayılı ‘Denetimli Serbestlik Kanunu’ İle kadına şiddet uygulayan erkekler de tahliye edilecek. Yani yasayı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bu haliyle onaylarsa pek çok kadının hayatı tehlikeye girecek.

Yasayı veto çağrısı yapan Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı‘nın konuyla ilgili bir basın açıklaması şöyle:

Cumhurbaşkanı’na 6411 Sayılı Yasa’yı veto çağrısı!

Yeni 6411 Sayılı ‘Denetimli Serbestlik Kanunu’ İle kadına şiddet uygulayan erkekler de tahliye ediliyor! Yasa TBMM’de kabul edildi ve kanunlaştı, onay için Cumhurbaşkanı’nın önünde bekliyor. Onaylanıp Resmi Gazete’de yayınlanması ile halen ceza evinde bulunan ve kadına karşı şiddet kapsamında suç işleyen erkeklerin de tahliyeleri derhal başlayacak.

Bilindiği üzere, kadına yönelik şiddet kapsamında işlenen suçlara verilen cezalar (özellikle yaralama, tehdit, hakaret) zaten oldukça azdır. Hele ki, suça maruz kalan bir kadın ise… Dolayısıyla, bu yasa bu suçları işlemiş erkeklerin hepsinin tahliyesine olanak sağlayacak. Bu nedenle, bu gelişmelerden habersiz kadınlar, bir gün kapıyı açtıklarında, cezaevinde zannettikleri kendilerine şiddet uygulamış erkekleri karşılarında bulacaklar. Peki bu yaralama, öldürme tehdidi bir kadın cinayetini beraberinde getirirse bunun sorumluluğunu kim üstlenecek? Bizler çok iyi biliyoruz ki, ceza evlerinden izin verilerek ödüllendirilen erkeklerin ilk işi, şiddet uyguladıkları kadınların kapısına dayanmak oldu. Şimdi ise, tahliye edilmeleri ile bu risk daha da büyük.

Bu yasa ile kadına yönelik şiddetle mücadelede bütünlüklü mücadele verdiğini söyleyen hükümetin yasal düzenlemelerde bu eşgüdümü sağlamadığını ve samimi olmadığını görüyoruz. Mor Çatı olarak, Cumhurbaşkanı’na yasanın yürürlüğe girmemesi için yasayı veto etmesi çağrısında bulunuyoruz.”

(Turnusol)


Pınar Selek: “Başıma geleceklerden onlar sorumlu”

Mısır Çarşısı’ndaki patlamayla ilgili davada hakkında 3 kez beraat kararı verilmesine rağmen, son davasında ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilen Pınar Selek Cihan Haber Ajansı’na konuştu.

Avukatlarının temyize başvurarak mahkeme sürecinin Yargıtay’a taşıdığını belirten Pınar Selek,“Ben Yargıtay aşamasından umutluyum. Hukuk yolları tükenene kadar adalet mücadelemize öncelikle Türkiye’de devam edeceğiz.” dedi.

İstanbul Mısır Çarşısı’nda 15 yıl önce 7 kişinin hayatını kaybettiği patlamayla ilgili yargılanan sosyolog Pınar Selek, daha önceden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) dosyası bulunduğunu da hatırlatarak, Türkiye’deki hukuk yollarının tükenmesi durumunda AİHM’e başvuracaklarını dile getirdi.

Hukuksuz bir kararla karşı karşıya kaldığını belirten Pınar Selek, dosyayı bilen mahkeme başkanının hasta olduğu bir dönemde onun yerine geçen yedek hakimlerin birden bire süreci tersine çevirdiklerini söyledi. Selek, “22 Kasım’da davanın görüldüğü mahkemeye hukuk dışı bir müdahale yapıldı. Çünkü beraat etmişim, buna itiraz edilmiş artık Yargıtay’a gidiyor dosya. Yargıtay aşamasındayken artık mahkemenin ona el sürme hakkı yok.” dedi.

“Başıma gelebileceklerden onlar sorumlu”

Selek’ Fransa’nın Strasbourg’da şehrinde, Cihan haber ajansı muhabirleri Ferhan Köseoğlu ve Mehmet Dinç’le yaptığı röportajda,  ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almanın zor bir durum olduğunu ifade ederek, asıl zorluğun katil damgası yemek olduğunu belirtti. 

Kamuoyuna kendisinin katil diye sunulduğunu söyleyen Pınar Selek,Yarın başıma gelecek her şeyden onlar sorumludur. Hrant da Türk düşmanı olarak lanse edildi. Oysaki Hrant tam tersine farklı olanları birleştirmeye çalışıyordu, diyalog mücadelesi veriyordu. Tam karşı olduğu bir şeyle suçlamak çok bilinçli olarak onu yok etme çabasıydı. Benim başıma gelecek her şeyden onlar sorumlu.dedi

Mahkemenin verdiği kararı duyunca ilk babasını düşündüğüyle ilgili de Selek,Mahkemede o karar verilirken babam ne haldeydi onu düşündüm, kız kardeşimi düşündüm. Ağırlaştırılmış müebbet… Tek başına katliam sorumlusu oluyorsunuz. Korkunç bir durum.diye konuştu.

Türkiye’den ve Fransa’dan politikacılardan büyük destek gördüğünü söyleyen Selek,Fransa’da hükümet partisinden 48 milletvekilinin ortak açıklama yaparak “hukuksuzluğa karşı tepkisini” dile getirdiğini de hatırlattı.

Son duruşma öncesinde Strasbourg Üniversitesi’ndeki öğrencilerin kendisine destek amacıyla derslere girmemesine de değinen Selek, dava sonrasında Strasbourg Üniversitesi Rektörü Alain Beretz’in de, öğretim görevlilerinin bulunduğu toplantıda Pınara dokunmak isteyen önce bize dokunacak açıklamasında bulunduğunu söyledi. Selek ayrıca, üniversite eğitimini gerçekleştirdiği Mimar Sinan Üniversitesi’ndeki hocalarının da bu süreçteki desteklerini unutmayacağını vurguladı.

“İltica başvurusunda bulunmadım”

Fransa’ya sığındığı söylentilerine da açıklık getiren sosyolog Pınar Selek,Sığınmak kelimesi bile bana çok ters geliyor. İltica başvurusunda bulunmadım. Ama bundan sonra ne olacağını bilmiyorum. Avukatlarımla görüşeceğim. Yargıtay süreci bitinceye kadar iç hukuk mücadelesi vereceğim.diye konuştu. Selek, iltica başvurusunu kendisini güvence altına almak için yapabileceğini de ekledi.

Bundan sonra Türkiye’ye dönememe fikrini de mahkeme kararından sonra düşündüğünü belirten Pınar Selek, “Bu fikirle üç dört gündür yüzleşmek zorunda kalıyorum. Şimdiye kadar hakkımda yakalama kararı bile yoktu şimdi kendimi bu fikre inandırmaya çalışıyorum. Ölüm dediğim nokta biraz da bu.” diye konuştu..

Türkiye’de son dönemde yürütülen barış görüşmelerinden de umutlu olduğunu söyleyen Pınar Selek, toplumsal tabana inerek daha şeffaf ve toplumsal katılıma açık bir şekilde bu görüşmelerin yürütülmesi gerektiğini söyledi.

Barış ihtimalinin konuşuluyor olmasının bile sevindirici olduğunu kaydeden Selek, yüz binlerce kişilik barış yürüyüşleri düzenlenerek herkesin sürece aktif katılım göstermesi gerektiğini ifade etti. 

(Cihan, Yesil Gazete)

Berlin’de dikkat çekenler

Almanya’nn başkenti Berlin’de 7-17 Şubat 2013 tarihleri arasında düzenlenecek 63. Berlin Film Festivali’nde (Berlinale) 19 film ”Altın Ayı” için yarışacak.Festival’de dikkat çeken yapımları Yeşil Gazete okurları için bir araya getiriyoruz.

Festivalde bu yıl jüri başkanlığı koltuğunda Çinli yönetmen Wong Kar Wai oturacak. Jüri üyeleri arasında yine dünya sinemasının tanınmış isimleri bulunuyor. Danimarkalı yönetmen Susanne Bier, Alman yönetmen Andreas Dresen, Amerikalı yönetmen ve sinematograf Ellen Kuras, İranlı yönetmen Şirin Neshat, Amerikalı aktör Tim Robbins ve Yunan yönetmen Athina Rachel Tsangari, uluslararası kategoride Altın Ayı’ya uzanacak filmleri belirleyecekler.

Bu yıl yarışmada Türkiye yapımı film yer almazken Almanya yapımı Thomas Arslan‘ın ‘Gold’ filmi uluslar arası kategoride yarışacak yapımlar arasında yer alıyor.

Festivalde yarışacak geriye kalan 18 film ise şunlar:

Brunot Dumont “Camille Claudel 1915” Fransa
Boris Khlebnikov “A Long and Happy Life” Rusya
Emmanuell Bercot “On my Way” Fransa
Danis Tanovic “An Episode in the Life of an Iron Picker” Bosna/Fransa/ Slovenya
Sebatian Lelio “Gloria” Şili/ İspanya
Pia Marais “Layla Fourie”  Almanya/ Güney Afrika / Fransa / Hollanda
Frederik Bond “The Necessary Death of Charlie Countryman” ABD
Hong Sangsoo “Nobody’s Doughter Haewon” Güney Kore
Ulrich Seidl “Paradise: Hope” Avusturya / Fransa / Almanya
Jafar Panahi ve Komboziya Partovi “Closed Curtain” İran
Calin Peter Netzer “Child’s Pose” Romanya
David Gordon Green “Prince Avalanche” ABD
Gus van Sant “Promised Land” ABD
Guillaume Nicloux “La Religieuse” Fransa /Almanya /Belçika
Steven Soderbergh “Side Effects” ABD
Emir Baigazin “Uroki Garmonii”, Kazakistan / Almanya
Denis Cote “Vic+Flo ont vu un ours” Kanada
Malgoska Szumowska “In the Name of” Polonya

Festivalde aynı zamanda 63. Berlin Film Festivali’nin jüri başkanlığını yapacak olan Çinli yönetmen Wong Kar-wai’nin aksiyon filmi “The Grandmaster”ın uluslararası galası yapılacak. Tony Leung, Ziyi Zhang ve Chang Chen’in rol aldığı filmde,  1930′larda yaşayan efsanevi dövüş sanatları ustası Yip Man’in hayatı anlatılıyor.

Daha önce “As Tears Go By”, ”Chungking Express”, ”Mutlu Beraberlik” ve “Aşk Zamanı” filmlerini çeken Şangay doğumlu Wong Kar-wai’nin filmi, Berlin Film Festivali’nin açılışında yarışma dışı gösterilecek.

Festivalde yarışma dışı yer alacak diğer filmler ise şunlar:

Before Midnight“, Yön: Richard Linklater, Oyuncular: Ethan Hawke ve Julie Delpy, ABD/Yunanistan

The Croods“, Yön: Kirk De Micco, Chris Sanders, (3D animasyon filmini seslendirenler arasında Nicolas Cage, Ryan Reynolds ve Emma Stone var.) ABD

Dark Blood“, Yön: George Sluizer, Hollanda

Night Train to Lisbon“, Yön: Bille August, Oyuncular: Jeremy Irons, Almanya/İsviçre/Portekiz

Yi dai zong shi” (The Grandmaster), Yön: Wong Kar Wai Oyuncular: Tony Leung ve Zhang Ziyi, Çin

****

Türkiye’den neler var?

Yarışma bölümünde Türkiye yapımı film yer almasada,  Reha Erdem‘in Kürt hareketi içinde yer alan bir kadın gerillanın hikâyesini masalsı bir dille anlatığı ve merakla beklenen ‘Jin’ isimli filmi, Berlin Film Festivali’nin prestijli bölümlerinden Generation bölümünde gösterilerek dünya prömiyerini gerçekleştirecek.

Diğer yandan ‘Kısa Metraj’ bölümünde Köken Ergun’un ‘Aşure‘ adlı filmi ve Uğur Yücel’in ‘Soğuk‘ adlı filmleri izleyiciyle buluşacak.

 

‘Panorama’ bölümünde de Aslı Özgen’in ‘Hayatboyu‘, filmi yer alacak. Başrollerini Defne Halman ve Hakan Cimenser’in paylaştığı film, sorunlarının çözümü ayrılık olabilecekken birbirlerinden kopamamanın duygusal sıkışıklığını yaşayan evli bir çiftin hikâyesini anlatıyor. İlk filmi Köprüdekiler ile İstanbul, Adana ve Ankara Film Festivallerinde en iyi film ödüllerini alan Aslı Özge’nin yeni filmi Hayatboyu’nun dünya galası, 63. Berlin Film Festivali kapsamında yer alıyor. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nden yapım desteği alan Hayatboyu, bir Türkiye-Almanya-Hollanda ortak yapımı olarak gerçekleştirildi.

Festivalde onur ödülü alacak isim de belirlendi. Festival Komitesi’nin bu yıl seçtiği isim, ünlü Fransız belgesel film yapımcısı Claude Lanzmann.

 

Yeşil Gazete, AFP, T24, Radikal

 

 

Sahnede şaşırtan “yabancılaşma”

Bakırköy Belediye Tiyatrosu 26 Ocak akşamında sahnelenirken oyununun yönetmeninin protestosuna sahne oldu. Yönetmen Mehmet Ergen, sahneye fırlayıp oyunu kesti ve seyircilere tiyatro yönetimini şikayet etti.

Bakırköy Belediye Tiyatrosu, Müşfik Kenter’in vefatıyla boşalan Genel Sanat Yönetmenliği’ne atanan Kadriye Kenter’in, “Carrar Ananın Silahları” oyununa yönetmenin ve ışık tasarımcısının haberi olmadan yaptığı reji değişikliklerine yönelik Mehmet Ergen’in, oyunun ortasında sahneye çıkarak protesto etmesi ile şaşırttı.

Tiyatrodergisi.com.tr’de Pınar Besen’in haberine göre yönetmen Mehmet Ergen, 20. dakikada sahneye fırlayıp oyunu kesti ve seyircilere tiyatro yönetimini şikayet etti. Ergen, Genel Sanat Yönetmeni Kadriye Kenter’in kendisine haber vermeden oyunda reji değişiklikleri yapmasını kınadı.

Mehmet Ergen’in sahneye çıkmasıyla birlikte 6-7 görevlinin salona girerek olayı izlemeye başladıkları, zaman zaman da seyirci gibi müdahalede bulundukları gözlendi.

Mehmet Ergen konuşmasına, oyunun bir Brecht oyunu olduğunu söyleyerek başladı. Yaptığının da bir tür yabancılaştırma olduğunu vurguladı. Sahnede o sırada Carrar Ana’yı oynayan Munis Düşenkalkar, dayıyı oynayan Alper Kut, evin oğlunu oynayan Muhammet Çakır ve pederi oynayan Levent Tülek vardı.

Mehmet Ergen, CHP’li bir belediyenin bir tiyatrosunda olunduğunu ifade ettikten sonra, bu tür bireysel değişikliklerin olmaması gerektiğine vurgu yaptı. Kadriye Kenter için de oldukça ağır eleştirilerde bulundu.

“Zengin Mutfağı” oyununda olanlar ve oyunun başına gelenlerle ilgili göndermede bulunduktan sonra, oyuna devam edilip edilmemesine izleyicilerin karar vermesi gerektiğini, belki de beş dakika ara verilmesinin daha iyi olacağını söyledi.

Bu sırada görevliler “oyun devam etsin” diye bağırdı; izleyicilerden tepki ya da ses çıkmadı.

Mehmet Ergen, bunun yönetmene yapılmış bir hakaret olduğunu ve bir daha BBT’de oyun sahnelemeyeceğini söyleyerek dışarı çıktı.

Oyuna devam etmeye karar verildi. Mehmet Ergen sahneye çıktığı sırada Peder ile Carrar Ana sahneye dışarıdan yeni girmişlerdi.

Tekrar çıkıp oradan başlayalım dedi Alper Kut, bu sırada seyircilerden birkaçı belki de beş dakika ara vermenin iyi olacağını söylediklerinde Alper Kut, “biz profesyoneliz” diye yanıt verdi ve oyun kaldığı yerden devam etti.

Radikal Gazetesi’nde İpek İzci’nin görüşünü aldığı Ergen olayı şöyle anlatıyor. “Oyun ortada oynanıyordu, sahne kısmında da seyirci vardı. Bir kere onu iptal etmiş, tek tarafa koymuşlar. Oyun silahları evinde saklayan, kocasını İspanya Savaşı’nda yitirmiş bir kadının o silahları cepheye vermemesi ve oğullarını da savaşa göndermemesiyle ilgili… Evde silahlar var ve bu silahlar aranıyor. Bizim gizli bir bölmemiz vardı, zeminin altından tahtalar çıkarılıyordu. Yeni Genel Sanat Yönetmenimiz Kadriye Hanım ‘Bu oyunda bir sandık olması lazım ki içine silahları koymalı’ demiş. Bunun üzerine oyuna bir sandık konmuş. Zaten başka birşey yok sahnede, bir ocakla kapı… Ben de oyunun “Nereye sakladınız?” denildiği bölümde sahneye girdim ve Brechtien oyunlarda böyle yabancılaştırmaların doğal olduğunu; bunun da bu dekorla yeni bir yaklaşım olabileceğini söyledim ve seyirciye ‘Sizce silahlar nerede?’ diye sordum. Onlar da sandığı gösterdi. Ben de ‘Bu kadar bariz bir şekilde konulursa, tabii ki anlaşılır’ dedim. Sandığı açtım, silahları gösterdim ve üzüntümü dile getirdim. Özellikle hükümetin tiyatroya bu kadar kötü davrandığı bir dönemde CHP ’nin bir belediyesinde medar-ı iftiharımız bir tiyatroda böyle birşey yapılmasının çok hoş olmadığını söyledim ama izleyiciler kalkıp tiyatoya gelmiş, ‘İsterseniz devam edin’ deyip salondan ayrıldım.”

İpek İzci, Kadriye Kenter’in konuyla ilgili görüş vermek istemediğini belirtiyor.

Radikal, Tiyatro Dünyası

Finlandiya’da yasamayı artık halk yapıyor!

Gigaom.com sitesinde David Meyer imzasıyla yayınlanan haber/yorumu, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Baturay Palas‘ın çevirisiyle sunuyoruz.

***

Finlandiya’da hükümet, ‘Açık Bakanlık’ ismi verilen yeni bir model uygulamaya başladı. Buna göre vatandaşlar oylamaya sunulmasını istedikleri yasa tasarılarını parlamentoya sunabilecek.

Demokratik ülkelerin çoğunda yasalar seçilmiş hükümetler tarafından yapılır. Ancak Finlandiya’da demokrasi, teknoloji sayesinde bundan böyle doğrudan doğruya vatandaşların yasama işlerine katılmasını sağlayacak.

Geçen yılın başında hükümet, “vatandaş girişimi” adı verdiği bir sistemi devreye sokmuştu. Sistem, seçmenlerin parlamentoya yasa önerileri götürmelerine imkan tanıyor ve 6 ay içinde 50,000 destekçi bulunması halinde önerilen yasa parlamentoda oylamaya sunulmak zorunda. Şimdi ise bu yasama sistemi ‘Açık Bakanlık’ adı verilen platform ile çevrimiçi hale getiriliyor. Kuruluş, 1 Mart’tan beri çeşitli öneriler için yazılı olarak imza topluyordu, fakat hükümet platformun dijital ortamda hizmet vermesine imkan veren elektronik imza mekanizmasının devreye girmesini geçtiğimiz aylarda onayladı ve 1 Ekim’den itibaren çalışmaya başladı.

Sistemin kurucusu Joonas Pekkanen’e göre, ülkedeki iletişim ve güvenlik otoritelerinin denetiminden geçen platform, kullanıcı bilgilerinin başkasının eline geçmeyeceğini garanti ediyor. Sistemde vatandaşların kimlik bilgileri, bankalar ve mobil operatörler tarafından sunulan mekanizmalarla doğrulanacak. Yani insanlar online bankacılık kodları veya kendi cep telefonları ile sisteme giriş yapabilecekler.

 

Başka bir yerde işe yarar mı?
Finlandiya’daki bu sistemin, Alman Korsan Partisi tarafından kullanılan modelle aralarında benzerlik olsa da, Korsan Partisi modeli, Açık Bakanlık modelinden çok daha radikal bir sistem ve rayından çıkma

Açık Bakanlık Modelinin kurucusu Jonas Pekkanen

ihtimali daha yüksek. Platforma sunulan ilk önerilerse oldukça çeşitli: kürkleri için hayvan yetiştirmenin yasaklanması, kamuda kullanılacak yazılımların açık API’ler (E.N. “uygulama arayüzü”)  içermesi, enerji içeceklerinin 16 yaşından küçüklere satışının yasaklanması ve kısıtlayıcı alkol yasaları için referanduma gidilmesi.

 

Bu öneriler için 50,000 imza toplanacağını varsayarsak -ki kürk çiftlikleri için 43,500 imzaya ulaşıldı bile- öneriler mecliste oylamaya sunulmak zorunda olacak.

Ama bu sistem başka nerelerde kullanılabilir? Teknik olarak, birçok yerde. Nitekim, Açık Bakanlık platformu (doğal yapısı itibarıyla) açık-kaynaklı ve kaynak kodları GitHub’da herkesin erişimine sunulmuş durumda.

Finlandiya’daki bu özgürlük ve açıklığa eğilim, politik ve kültürel yaşamdan temellerini alıyor. Kuzey ülkeleri genelde -kim bilir belki de soğuk kışların etkisiyle- birbirleriyle görece yakın ilişkiler içerisinde bulunan ve ortak yaşama katkıda bulunmaya gayretli toplum bireylerine sahip. Bu konuda en iyi örnek, İzlanda’nın geniş halk katılımıyla oluşturulan anayasası olmuştu.

Finlandiya’daki bu doğrudan demokrasi eğilimini gösteren diğer birkaç örnek şöyle sıralanabilir: Helsinki bölgesel bilgi paylaşım projesi, belediye yönetiminde toplanan verilerin işlenmesi, resmi kampanya finansman denetim verileri için API’ler, Finlandiya’nın ulusal arşivlerini sayısallaştırılması…

Diğer ülkelerdeki teknoloji destekli demokrasi destekçileri, ülkelerinde bu tür bir toplum kaynaklı yasama sistemi oluşturabilmek için uygun ortamı henüz bulamayacak olsalar da, artık en azından örnek alabilecekleri bir model var. Ve eğer böyle bir sistemin düzgün bir şekilde işleyeceği bir yer varsa, orası da -en azından şimdilik- Finlandiya.

 

Yeşil Gazete için çeviren: Baturay Palas

Yazının özgün hali (ingilizce) için tıklayınız.

(Gigaom.com, Yeşil Gazete)

Geciken adalet ~3

Guernicamag.com sitesinde Patrick Wrigley imzasıyla yayınlanan yazıyı, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Özde Çakmak’ın çevirisiyle ve bölümler halinde yayınlamaya devam ediyoruz.

***

Yazı dizisinin ilk bölümünü okumak için tıklayınız

Yazı dizisinin ikinci bölümünü okumak için tıklayınız

 

İlerleme kaydedilmemesine öfkelenen ve Suriye sınırındaki olayların yüreklendirdiği PKK içindeki fraksiyonlar Güneydoğudaki ilkokullarda yeni adam kaçırma ve yangın bombası eylemlerine girişti. Grup bölgenin dışında birkaç şehirde karakolları ve ülkenin güvenlik donanımını hedef alan bombalar patlattı. 2012’nin ilk onbuçuk ayında en az 490 kişi yaşamını kaybetti, 2012 on yıllık uzun bir aradan sonra en ölümcül yıl oldu. Ağustos ayında, Türkiye’de en popüler tweet’lerden biri şuydu: “Açılım istemiyoruz, katliam istiyoruz.”

Ne var ki, eylül ayında Kürt mahkumlar tüm dil haklarını ve tutuklu PKK lideri Abdullah Öcalan’ın koşullarının iyileştirilmesini talep etmek için açlık grevi başlattılar. Yaklaşık 700 tutuklunun Türk hapishanelerinde açlıktan ölme olasılığı her iki tarafı da uzlaşmaya zorladı. 68 gün sonra, Öcalan hükümetle barış görüşmelerinin yeniden başlamasının fitilini yaktı. Açlık grevi sona erdi ve halkın atmosferi yumuşadı. Erdoğan grevin “sadece bir şov”dan ibaret olduğunu söylese de kasımın sonlarına doğru Öcalan ile Türk İstihbarat Servisi (MİT) arasında görüşmelerin yeniden başladığı doğrulandı.

Öte yandan, yerel gazeteler hala gerilla ve Türk askerlerinin devam eden ölümlerini bildirmekteydi. 10 Ocak’ta, aralarında PKK kurucu ortaklarından Sakine Cansız’ın da bulunduğu üç Kürt aktivistin Paris Kürt Enstitüsü’nde suikasta uğradı. Medyada failler hakkında yapılan spekülasyonlar kol geziyordu. Türk ulusalcıları mıydılar? Türk İstihbaratı mıydı? Yoksa PKK içindeki fraksiyonlar mı? Birçok gazete barış görüşmelerinin bir kez daha tehlikeye girdiği görüşündeydi.

Erdoğan ve AKP, insan hakları sicillerinden ve kendilerini kimliksiz mezarların belirlenmesine adamalarından bahsetmeye devam ettiler. Güneydoğudaki bazı Kürtler için belirsiz mezarlar, hükümetin bölgeye dair emelleri konusunda son sınav olacak. İnsan Hakları Derneği (İHD)’nin Diyarbakır Şubesi Başkanı Raci Bilici’ye göre, “Bu, onlar  (Adalet ve Kalkınma Partisi yönetimi) için bir tür samimiyet sınavı. Geçmişte ne olduysa, devlet açısından, nerede insan haklarına karşı bir şey yaptılarsa bedelini ödemeli, insanların saygısını ve güvenini kazanmalılar. Eğer bunları göze alabilirlerse, bence şüphesiz her şey çok değişecektir.”

İHD, her mezarlık için uluslararası kazı standartlarına bağlı kalan bağımsız bir soruşturma yürütülmesini istiyor. Dernek, askeriyenin en üst mertebesinden kaybolmalar sırasında başta olan hükümete kadar bütün emir zincirinin cezai soruşturma talep ediyor. Hepsinden öte, sözkonusu olaylara adı karışan bütün kişi ve devlet memurları hakkında dava açıldığını görmek istiyor.

Meclis İnsan Hakları Başkanı AKP milletvekili Ayhan Sefer Üstün’e göre, “Genellikle masa başında (insan hakları ihlallerinden) sözetmek daha kolay… ama on askeriniz şehit olunca, hepimiz insanız ve bunlardan etkileniyoruz. Bu zor zamanlarda insan haklarından bahsetmek çok daha zor, fakat komisyonumuzda herkes özgürce konuşuyor. Ve herkesin bildiği gibi (PKK tarafından) devam eden terör, faili meçhul cinayetlerin araştırılmasının daha az önemli olduğu anlamına gelmemelidir.” Zaman akıp gidiyor: 1990lı yıllarda gerçekleşen sivil cinayetleri için yirmi yıllık zamanaşımı süresi dolmak üzere. İnsan, adaletin mevcut düşmanlıklar ve kaos arasında kaybolup kaybolmayacağını merak ediyor.

Çatışmalar sırasında kaçan çok olsa da, Davut Dargeçit’ten ayrılmadı. Bana sebebini hiç anlatmadı. Dokuz kardeşten Dargeçit’i terketmeyen yalnız kendisiydi. Hayvanlara gözkulak olarak ve inşaat işlerinde çalışarak kendine bir hayat kurdu. Evli ve altı çocuğu var. Geniş ailesiyle birlikte kasabanın batısında tek katlı mağara gibi bir yerde yaşıyor. Burada sessizce yas tutuyor. Hasni Doğan’a göre, kendi erkek kardeşi de kayıp olan bir arkadaşı, Davut iki yıl öncesine kadar insanların içinde kardeşinin kaçırıldığı gün hakkında konuşmadığını söylüyor.

Kürt-Türk çatışmasının ortasında kalan çok sayıda mültecinin başından birden fazla göç hayatı, iki dil ve – ilki köylerinden ve şimdi de çevrelerindeki toplumdan olmak üzere – çift sürgün geçmekte. Türkiye’nin en büyük şehirlerinin en yoksul mahallelerine sıkıştırılanlar, poşularına sarınan gençlerin “Gerilla Marşı”nın – dağdaki isyancılara yakılmış milliyetçi bir gazel – heyecan verici yorumlarıyla başını çektiği mitinglerin ve parti toplantılarına katılarak bir direniş politikası geliştirdiler. Ortada resmi bir rakam olmasa da Türkiyeli 14 milyon Kürt’ün iş ve topluma dahil olma adına asimiliasyonun faydalarından yararlanmayı kabul ettiği aşikar. Fakat, çatışmadan etkilenenler ötekileştirilmekten ve çocukların PKK’ya katılma arzusundan bahsetmeye devam ediyorlar.

Kardeşinin sırra kıdem basmasıyla birlikte Davut, Kürt direniş hareketi çevrelerine yanaştı. Nedim’in kaçırılması ile ilgili soruları resmi yetkililer yarafından görmezden gelinince, yardım etmeye hevesli kurumlara döndü: İnsan Hakları Derneği ve Halkın Demokrasi Partisi (HADEP, BDP’nin öncülü). Mezarlığı ziyaret ettikten sonra BDP’nin Dargeçitteki şubesine geçtik. Yerel parti başkanı Mehmet Kılıç Türk Devleti’nin zararları üzerine nutuk atarken Davut ve faili meçhullerin diğer akrabaları saygı içinde başlarını eğerek ses çıkarmadan oturdular. Ama Davut ne hareketin arkaik sol kanat diliyle konuşuyor, ne de protesto ihtimali ve özgürlük düşüncesi ona derman vermişe benziyor. Davut, politikanın soyut terimleriyle değil kaybın kişisel diliyle konuşuyor. Mezarların soruşturulması ile ilgili sadece, “Gönlümüzün nefes almasını istiyoruz,” diyor. Kızgına benzemiyor, yalnızca korkuç derecede üzgün görünüyor. “Bilgi almaya çalışıyorum (kardeşimin kayboluşu hakkında), ama kendimi çok yalnız hissediyorum.”

Davut birinci dereceden akrabalarının politikaya bulaşmadığının altını çizdi. Güvenlik güçlerinin erkek kardeşinin neden almış olabileceğini ona sorduğumda heyecenla tutarsız bir şekilde cevapladı sorumu: “Kardeşim çobandı, ama politik biri değildi, mitinge bile katılmışlığı yoktu. Ailemin bir kısmı Köy Koruculuğu yapıyordu, amcam belediye başkanıydı, orduya hamallık bile yapmıştık. Gerillalara yemek vermiş olsa bile, Nedim terörist değildi.”

Nedim’in neden götürüldüğünü bilmek zor. Masumiyet ve suç kavramlarının öznel olduğu söylenti ve şüphe ortamında, kişi şahsi intikam ya da aile anlaşmazlığı sonucu da suçlu çıkabilir. Bağözü’nde Mekke’ye hacca gittiği için Hacı olarak bilinen çelimsiz bir köylü, “1990larde her şey yasaklanmıştı,” diyor. “Alabileceğin ekmek miktarı bile denetleniyordu. Çok fazla ekmeğin varsa, (Köy Korucuları) ekmeği dışarıdan gelenlerle paylaştığını söylüyorlardı.” Dışarıdan gelenlerle kastedilen PKK gerillalarıydı.

 

 

Yazı dizisinin ilk bölümünü okumak için tıklayınız

Yazı dizisinin ikinci bölümünü okumak için tıklayınız

 

Yeşil Gazete için çeviren: Özde Çakmak

(Guernicamag.com, Yeşil Gazete)

 

Mısırlı General El-Sisi Facebook’tan uyardı: “Ülke çökebilir!”

Mısır Genelkurmay Başkanı, ülkedeki siyasi krizin “devleti çöküşe sürükleyebileceği” uyarısında bulundu.

General’in açıklaması kendisine ait Facebook sayfasında yayımlandı.

Genel Kurmay Başkanı ve Savunma Bakanı General Abdul Fettah el-Sisi, farklı siyasi güçler arasındaki mücadelenin devam etmesi halinde, gelecek kuşakların tehlike altına atılacağını belirtti.

Asker sevkiyatı ardından gelen açıklama

Sisi’nin uyarıları, Süveyş Kanalı üzerindeki kentlere asker sevki yapılmasının ardından geldi.

Sisi, asker sevkinin Mısır ekonomisi ve dünya ticareti açısından hayati önem taşıyan suyollarını koruma amaçlı olduğunu vurguladı.

Binlerce gösterici bu kentlerde gece sokağa çıkma yasağına uymayarak protestolara devam etti.

Gösteriler nedeniyle Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, Port Said, Süveyş ve İsmailiye kentlerinde 30 günlük olağanüstü hal ve gece sokağa çıkma yasağı ilan etmişti.

Perşembe gününden beri devam eden protesto gösterilerinde 50’den fazla kişi öldü.

General, Harbiye okulu öğrencilerine yönelik konuşmasında, “Farklı siyasi güçler arasındaki mücadele devleti çöküşe sürükleyebilir” dedi.

Mursi’nin atadığı hükümette Savunma Bakanı olarak da görev yapan Sisi, ülkenin karşı karşıya olduğu ekonomik, siyasal ve sosyal sorunların “Mısır’ın güvenliği ve devletin uyumu bakımından tehdit teşkil ettiğini” vurguladı.

Sisi, ordunun, devletin yaslandığı “sağlam duvar” olmaya devam edeceğini iddia etti.

(BBCTurkce, Yesil Gazete)

Yeşiller/Sol; “Patriot’lar ve İncirlik Tehdit Oluşturuyor!”

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eş Sözcüleri Sevil Turan ve Arif Ali Cangı Türkiye’ye konuşlandırılan Patriot füzelerine ilişkin yaptıkları yazılı basın açıklaması yaptı.

Gerek Patriotların kurulması gerekse İncirlik’e ilişkin alınan kararlarda hukuk kurallarının da yok sayıldığını savunan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eşsözcüleri Sevil Turan ve Arif Ali Cangı yaptıkları ortak açıklamada “Türkiye’ye patriot füzeler ve asker gönderen ülkeler bu konuda meclislerinden kararlar alırken, bu silahların ve yabancı askerlerin yerleştirildiği Türkiye’de konu meclisin gündemine dahi gelmemiştir. Oysa Anayasa’nın 92. Maddesine göre kural ‘Yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir’diyerek AKP hükümetinin istisna düzenlemelere sığınarak meclisi baypas ettiğini belirttiler.

Açıklamada, AKP hükümetin, Patriot füzülerinin Adana’ya yerleştirilmesi ve İncirlik Üssü’ndeki nükleer silahlar konularında açıklama yapmaya yapması, TBMM’nin de anayasal görevini yapmaya, yavaş yavaş savaşa götüren Hükümet uygulamalarını denetlemesi istendi.

Tam metin şu şekilde:

Hükümet’in Suriye’den Türkiye’ye yönelik olası saldırı tehdidini gerekçe göstererek  NATO’dan talep ettiği Patriot Füzeleri geldi. Dünkü gazetelerde “Adana’ya konuşlandırılan iki Patriot Füze Savunma Sistemi aktif hale geldiği’ haberleri yayınlandı.

Füzelerin Adana’ya kurulmuş olması ve ilk olarak oradakilerin aktif hale getirilmiş olması Patriotların “Suriye’den gelecek saldırılardan Türkiye topraklarını korumak  amacıyla kurulduğu”  gerekçesini çürütmektedir. Çünkü  bu füzelerin azami menzili 80 km.dir.  Asıl amacın İncirlik Üssü’nü korumak olduğu ortaya çıkmıştır. İncirlik, ülkemiz için ve bölge için sürekli tehdit oluşturan  denetimsiz bir üstür.  Üste 60 ila 90 adet nükleer başlıklı bomba olduğu artık gizlenememektedir. Nükleer silahın olması tehdidin boyutunu büyütmektedir.

Gerek Patriotların kurulması gerekse İncirlik’e ilişkin alınan kararlarda hukuk kuralları da  yok sayılmaktadır.  Türkiye’ye patriot füzeleri ve asker gönderen ülkeler bu konuda Meclislerinden kararlar alırken, bu silahların ve yabancı askerlerin yerleştirildiği Türkiye’de konu Meclisin gündemine dahi gelmemiştir. Oysa Anayasa’nın 92.maddesine göre, kural “yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir”. AKP Hükümeti istisna düzenlemelere sınığınarak, Meclisi baypas ediyor.

Hükümetin anayasayı ihlal etme pahasına aldığı ilk karar bu değil.  Anımsanacağı üzere ”uluslararası meşruiyet ilkesine” açıkça aykırı olduğunu herkesçe kabul edilen Irak savaşına hükümet tezkeresinin 1 Mart 2003’de reddedilmesi üzerine fiilen katılmaktan kurtulmuştuk. Bunun üzerine, barış yanlısı kamuoyunu ve kendi grubunu da kontrol edemeyen AKP Hükümeti, bu sürece TBMM’nden kaçırdığı “Bakanlar Kurulu Kararı” ya da “Tebliğ”lerle sağlama yolunu seçti. 23.06.2003 tarihinde çıkartılan her yıl uzatılan GİZLİ Bakanlar Kurulu Kararı ile İncirlik Üssü’ne yabancı askerler ve askeri mühimmat getiriliyor.

Konunun Meclisten kaçırılması, kamuoyundan gizlenmesi sonucu İncirlik üssü, CIA tarafından gerçekleştirilen “TESLİMAT” operasyonu kapsamında Afganistanlıların ve Iraklıların Guantanamo cezaevine götürülmeleri süreçlerinde işkence üssü olarak da kullanıldı.

Şimdi de yine Meclisin ve kamuoyunun denetimi dışında Patriotlar yerleştirilerek İncirlik Üssü’nün yarattığı tehdit büyütülüyor.

Patriot’lar ve nükleer silahlarla İncirlik Üssü güvenlik değil tehdit oluşturuyor.

Hükümeti, Patriotların neden Adana’ya yerleştirildiği konusunda ve  İncirlik Üssü’ndeki nükleer silahlar konusunda açıklama yapmaya, TBMM’ni de anayasal görevini yapmaya, yavaş yavaş savaşa götüren Hükümet uygulamalarını denetlemesi çağrısında bulunuyoruz.

29 Ocak 2013

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eş Sözcüleri

Sevil Turan – Arif Ali Cangı

(Yeşil Gazete)

 

Ilısu Barajı Mühürlensin, Hasankeyf Yok Olmasın!

Ilısu Baraj projesinin Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporu olmadan yapılamayacağına ve yürütmesinin durdurulmasına karar veren Danıştay’a rağmen Devlet Su İşleri inşaatı sürdürüyor.

Bu duruma tepki göstermek ve yetkili kurumları görevlerini yerine getirmeye çağırmak için 30 Ocak 2013 Çarşamba günü (yarın) saat 10.00’da Ankara’da Orman ve Su İşleri Bakanlığı önünde Peyzaj Mimarları Odası ve Hasankeyflilerle ortak bir basın açıklaması yapılacak. Saat 09.00’da Doğa Derneği ofisi önünden ayarlanan araçla hep birlikte Bakanlığa gidilileceği kaydedildi.

(Yesil gazete)

Nükleersiz bir dünya için Uluslararası ICAN Türkiye Konferansı – Fatoş Çırnaz

0

“Nükleersiz Bir Dünya ve Nükleer Silahlardan ve Kitle imha Silahlarından Arındırılmış Bir Orta Doğu İnşa Etmek” konulu konferans ICAN (International Campaign to Abolish Nuclear Weapons – Uluslararası Nükleer Silahlardan Arınma Kampanyası) tarafından Taksim Hill Otelinde düzenlendi.

Saat 11.00’de hoş geldin konuşmasını ICAN Türkiye Koordinatörü Arife Köse yaptı. Ardından Nükleer Silahların İnsani ve Çevresel Boyutunun anlatılmasını (ICAN Orta Doğu, Afrika Koordinatörü) Arielle Denis, Hilal Atıcı (Greenpeace Akdeniz Kampanyalar Sorumlusu), Leila Moein (IPPNW İran) ve Sharon Dolev (İsrail Silahsızlama Hareketi) temsil ettikleri STK’lar adına yaptılar.

İranlı katılımcı, İran-Irak savaşı sırasında 250 bi kişinin kimyasal silahlardan etkilendiğini, Hilal Atıcı en çok silahlanan ülkelerle en mutlu ülkeleri karşılaştırarak en çok silahlanan ülkeler ABD, Rusya, Çin’in mutluluk endeksinde en alt sıralarda yer alırken, Vietnam ya da ordusu olmayan Kosta Rika gibi ülkelerin  mutuluk endeksinde ilk sıralarda olduklarını anlattılar.

Bu bölümün sonunda, İranlı katılımcı Doktor Leyla’ya İranın nükleer silahlara sahip olup olmadığı ve bu konudaki samimiyeti soruldu. O da bilimsel amaçlı çalışmalar yapıldığını, güneş ve petrolün biteceğine inanıldığını, insanları iyileştirmeye çalışan bir hekim olarak ülkesinde nükleer silah olduğuna inanmadığını söyledi. Tahran Barış Müzesi projesinden bahsetti.

İkinci Toplantının konusu Nato’nun Nükleer Politikası ve Orta Doğu’ya komşu ülkelerin bölgedeki rolü üzerineydi. Konuşmaları Susi Snyder (IKV Pax Christi), Arif Ali Cangı (Yeşiller ve Sol Geece Eş Sözcüsü), Mete Çubukçu (Gazeteci), Şenol Karakaş (Küresel Bak-DSİP eş Sözcüsü) ve Selin Bölme (Araştıracı- Yazar) yaptılar. Avukat Ali Arif Cangı, Nükleer santrallere karşı olmadan, nükleer silahlanmaya karşı olunamayacağını; Fukişima kazası örneğiyle “güvenli nükleer santral”in olamayacağını, Türkiye’nin seksenli yıllardan itibaren nasıl nükleer silah deposu olduğunu; özellikle bu yıllarda 485 nükleer silahla dünyadaki 4. silahlanan ülke olduğunu; İncirliğin denetimsiz bir üs olduğunu; İncirlik üssüne karşı yürüttüğü hukuk mücadelesini anlattı. Bu mücadelenin sonuçsuz kaldığını, İncirlik’te halen nükleer silah bulunduğunu ve İncirliğin denetilemeyen gizemliliğini koruduğunun altnı çizdi. Özellikle de İncirlik üssünün Türkiye’nin denetiminde olmadığını vurguladı.

Hollandalı katılımcı Susi Snyder nükleer enerji ve nükleer silahlardan arınmış bir ülke istediklerini, ancak  kendi ülkesinde de 20 nükleer silah bulunduğunu ve bu konuda şeffaflığın olması geretiğini savundu. Nato’nun şeffaf olmazken, üye ülkelerden şeffaflık beklentisini çifte standart olarak değerlendirdi. Halkın büyük bir güç olduğunu, kendi ülkesinde hükümeti devirdiğini de ekledi.

Şenol Karakaş, Nükleer Santrallerin Nükleer bombanın alt yapısı olduğunu; Nato’nun Varşova Antlaşmasının sona ermesinden sonra varlığını sürdürmesinin anlamsızlığını; Nato’nun bir ülkenin egemeliğinin üzerinde bir egemenlige sahip olamayacağının üstünde durdu. Türkiye’de nükleer silahların yayılmasına karşı yaptıkları çalışmaları, eylemleri anlattı. Bilinçlenmenin eylem sırasında oluştuğuna değindi. Kapitalizmin rekabet ve hırsızlığa neden olduğunu, Afganistanda Nato işgali sonucu 40 bin kişinin ölmesine karşın Nato’nun islah olmadığını, Nato’nun dağıtılması gektiğini vurguladı. Bu arada ben dinleyici olarak solun, devrimcilerin nasıl da Natoya karşı direndiğini, “Nato’ya Hayır” sloganının nasıl da israrla haykırıldığını hüzünle anımsadım.

Mete Çubukçu ise, kontrol altındaki silahlanmaya karşı olunmadığını, silahın kimin elinde olduğunun silahtan önemli olduğunu vurguladı. Özellikle de İsrail-Filistin sorunu halledilmeden barışın mümkün olamayacağını anlattı. İran’a yönelik tehdit ve yaptırımların İranı daha fazla tetiklediğini ve nükleer silahlanmayı artırdığını belirtti. Ortadoğudaki siyasi gelişmeler parelelinde, hükümetimizin aldığı tavra değindi. Adana ve Maraş’a konuşlandırılan Patriot füzelerinin Nato şemsiyesi altında olduğunu, İnciriği korumak ve Kürecik Dinleme Tesisi sayesinde de İran’ın dinlenmesinin amaçlandığını anlatı. İsrail’in politik tutumunu bu şekilde sürdürmesi halinde Ortadoğu’da bu hareketliliğin normal olduğuna değindi. Mezhep eksenli silahlanmayı çok tehlikeli bulduğunu ekledi.

Selin Bölme de İncirlik Üssünün artık eskisi gibi denetimsiz ve gizemli olmadığını anlattı.

Üçüncü toplantının konusu “Nükleersiz Bir Ortadoğu İnşa Etmek Mümkün mü? Bizim rolümüz nedir” idi. Muteber Öğreten (Mayınsız Bir Türkiye Girişimi) hareketin küçücük bir güçle başlayıp, nasıl büyüdüğünü ve kazanımlarını anlatı. Sharon Dolev özellikle nükleere sahip dokuz ülkenin bundan vazgeçmeyeceğini, Ortadoğudaki ülkelerin de birbirine güvenmediğini; ABD’nin İsraili desteklemesini ya da tüm dünyada nükleerin toptan yasaklanmasının gerektiğini belirtti.

Ahmed Sa’ada (IPPNW Mısır) ICAN ‘in 1985 Barış ödülünü aldığını, tüm dünyayı nükleerden arındırmak istediklerini; Mısır’daki aktivislerin yüzde yetmişinin kadın olmasının müthiş br pozitif enerji sağladığını; sitelerinin ve facebook sayfalanın olağanüstü bir eğitim aracı olduğunu anlattı. Dünyanın 21 aralıkta sona ermediğini ve ermeyeceğini ama nükleer silahlanma bitmezse dünyanın sona ereceğini ekledi.

Bahreyn (ICAN) temsilcisi Nasser Burdestani kara mayınları ve misket bombaları alanında çalıştıklarını, aktif bir katılıma sahip olduklarını anlattı. Nazım Hikmet’in “En güzel günler henüz görmediklerimizdir” dizesini çok sevdiğini ve sıkça kulladığını ve buna inandığını belirtti.

Sharon Dolev yetmişli yıllarda Mısır ve İranın Orta Doğuyu nükleerden arındırma antlaşması yaptıklarını ama bunun uygulanamadığını belirterek, Orta Doğuda bir tek İsrail’in elinde mi nükleer silah var diye sordu. Aslında tüm kitle imha silahlarından arındırılmanın önemli olduğunu; kimyasal, biyolojik silahların da insanlık için nükleer silahlar kadar tehlikeli olduğunu vurguladı.

Ümit Şahin(Küresel Bak-Yeşiller ve Sol Gelecek PM Üyesi), Noam Chomsky’nin çok tehlikeli bulduğu iki durumdan, Çevre Felaketi ve Nükleer Savaş öngörüsünün gerçekliğinden yola çıkarak Türkiye’nin nükleere kara sevdasının hikayesini anlattı. Akkuyu nükleer santrali ile başlayan bu sevdanın kırk yılı doldurduğunu, Sinop ve İğneadayla da sürdürülmek istendiğini belirtti. Rusya ile yaptığımız nükleer antlaşmayla Türk olarak hukuksal yönden hiçbir itiraz hakkımız olmadığını, hukukun üstünde uluslararası bağlarla elimizin kolumuzun bağlı olduğunu vurguladı.

Nükleer denemelerin ekonomik ve sosyal açıdan yetersiz ülkelerde yapıldığı (Kazakistan, Mikronezya) ve genetik havuzun mahvolduğundan bahsetti; iklim değişikliğinden özellikle ABD ve İsrail’in anlaşmayı imzalamayan ülkeler olarak sorumlu olduklarını belirtti. İran’ın Teknoloji ve nükleer santrale sahip olmakla birlikte Orta Doğuda İsrail’den başka henüz nükleer silaha sahip ülke olmadığını, ancak sivil adı altında herkesin nükleerle ilgilendiğini belirtti. Ayrıca İran nükleer enerjiye sahip olduğu için Orta Doğu ve körfez ülkelerinin de  “bizde de olmalı” duygusuna kapıldıklarını anlattı.

Avrupa’daki duruma da değinerek, örneğin Fransa’nın ısısını atık enerjisinden sağlaması sebebiyle nükleer enerjiden yana olduğunu belirterek nükleer silahlara sahip ülkelerin atıklarını temizlemek zorunda olduğunu vurguladı. Ayrıca Avrupa’nın atıklarının nereye gideceğini sorguladı.. Japonya’nın bu anlamda Dünyanın en gizli saklı ülkesi olduğunu, Fukuşima  kazası sonrası 150 bin insanın mülteci konumuna düştüğünü vurguladı. 2020’ye kadar nükleer silahlanmanın yanı sıra konvensiyonel silahlanma açısından da Orta Doğu’nun “münbit bir arazi” olduğunu vurgulayarak Suudi Arabistan, Katar ve İsrail’in sürekli konvensiyonel silahlarını artırdığını söyledi. Kabaca bir hesaplamayla bugün 225 bin nükleer silah yapmaya yetecek kadar plutonyumun var olduğunun çarpıcı örneğini verdi.

Tüm bunlara rağmen dünya genelinde nükleer silahların 60.000’den 27.000’e inmesi barış ve silahsızlanma adına bir umut olabilir hatta olmalıdır. Bu kadar silahlanma,güçlenme yarışı ve kapitalist sistemin sonucu,nükleer santraller ve onun ikinci adımı nükleer silahlanmaya karşı mücadele boynumuzun borcudur.Çocuklarımız,gelecek kuşaklar,ekoloji,barış ve adalet adına…

 

 

Fatoş Çırnaz