Yazarlar

Nükleersiz bir dünya için Uluslararası ICAN Türkiye Konferansı – Fatoş Çırnaz

0

“Nükleersiz Bir Dünya ve Nükleer Silahlardan ve Kitle imha Silahlarından Arındırılmış Bir Orta Doğu İnşa Etmek” konulu konferans ICAN (International Campaign to Abolish Nuclear Weapons – Uluslararası Nükleer Silahlardan Arınma Kampanyası) tarafından Taksim Hill Otelinde düzenlendi.

Saat 11.00’de hoş geldin konuşmasını ICAN Türkiye Koordinatörü Arife Köse yaptı. Ardından Nükleer Silahların İnsani ve Çevresel Boyutunun anlatılmasını (ICAN Orta Doğu, Afrika Koordinatörü) Arielle Denis, Hilal Atıcı (Greenpeace Akdeniz Kampanyalar Sorumlusu), Leila Moein (IPPNW İran) ve Sharon Dolev (İsrail Silahsızlama Hareketi) temsil ettikleri STK’lar adına yaptılar.

İranlı katılımcı, İran-Irak savaşı sırasında 250 bi kişinin kimyasal silahlardan etkilendiğini, Hilal Atıcı en çok silahlanan ülkelerle en mutlu ülkeleri karşılaştırarak en çok silahlanan ülkeler ABD, Rusya, Çin’in mutluluk endeksinde en alt sıralarda yer alırken, Vietnam ya da ordusu olmayan Kosta Rika gibi ülkelerin  mutuluk endeksinde ilk sıralarda olduklarını anlattılar.

Bu bölümün sonunda, İranlı katılımcı Doktor Leyla’ya İranın nükleer silahlara sahip olup olmadığı ve bu konudaki samimiyeti soruldu. O da bilimsel amaçlı çalışmalar yapıldığını, güneş ve petrolün biteceğine inanıldığını, insanları iyileştirmeye çalışan bir hekim olarak ülkesinde nükleer silah olduğuna inanmadığını söyledi. Tahran Barış Müzesi projesinden bahsetti.

İkinci Toplantının konusu Nato’nun Nükleer Politikası ve Orta Doğu’ya komşu ülkelerin bölgedeki rolü üzerineydi. Konuşmaları Susi Snyder (IKV Pax Christi), Arif Ali Cangı (Yeşiller ve Sol Geece Eş Sözcüsü), Mete Çubukçu (Gazeteci), Şenol Karakaş (Küresel Bak-DSİP eş Sözcüsü) ve Selin Bölme (Araştıracı- Yazar) yaptılar. Avukat Ali Arif Cangı, Nükleer santrallere karşı olmadan, nükleer silahlanmaya karşı olunamayacağını; Fukişima kazası örneğiyle “güvenli nükleer santral”in olamayacağını, Türkiye’nin seksenli yıllardan itibaren nasıl nükleer silah deposu olduğunu; özellikle bu yıllarda 485 nükleer silahla dünyadaki 4. silahlanan ülke olduğunu; İncirliğin denetimsiz bir üs olduğunu; İncirlik üssüne karşı yürüttüğü hukuk mücadelesini anlattı. Bu mücadelenin sonuçsuz kaldığını, İncirlik’te halen nükleer silah bulunduğunu ve İncirliğin denetilemeyen gizemliliğini koruduğunun altnı çizdi. Özellikle de İncirlik üssünün Türkiye’nin denetiminde olmadığını vurguladı.

Hollandalı katılımcı Susi Snyder nükleer enerji ve nükleer silahlardan arınmış bir ülke istediklerini, ancak  kendi ülkesinde de 20 nükleer silah bulunduğunu ve bu konuda şeffaflığın olması geretiğini savundu. Nato’nun şeffaf olmazken, üye ülkelerden şeffaflık beklentisini çifte standart olarak değerlendirdi. Halkın büyük bir güç olduğunu, kendi ülkesinde hükümeti devirdiğini de ekledi.

Şenol Karakaş, Nükleer Santrallerin Nükleer bombanın alt yapısı olduğunu; Nato’nun Varşova Antlaşmasının sona ermesinden sonra varlığını sürdürmesinin anlamsızlığını; Nato’nun bir ülkenin egemeliğinin üzerinde bir egemenlige sahip olamayacağının üstünde durdu. Türkiye’de nükleer silahların yayılmasına karşı yaptıkları çalışmaları, eylemleri anlattı. Bilinçlenmenin eylem sırasında oluştuğuna değindi. Kapitalizmin rekabet ve hırsızlığa neden olduğunu, Afganistanda Nato işgali sonucu 40 bin kişinin ölmesine karşın Nato’nun islah olmadığını, Nato’nun dağıtılması gektiğini vurguladı. Bu arada ben dinleyici olarak solun, devrimcilerin nasıl da Natoya karşı direndiğini, “Nato’ya Hayır” sloganının nasıl da israrla haykırıldığını hüzünle anımsadım.

Mete Çubukçu ise, kontrol altındaki silahlanmaya karşı olunmadığını, silahın kimin elinde olduğunun silahtan önemli olduğunu vurguladı. Özellikle de İsrail-Filistin sorunu halledilmeden barışın mümkün olamayacağını anlattı. İran’a yönelik tehdit ve yaptırımların İranı daha fazla tetiklediğini ve nükleer silahlanmayı artırdığını belirtti. Ortadoğudaki siyasi gelişmeler parelelinde, hükümetimizin aldığı tavra değindi. Adana ve Maraş’a konuşlandırılan Patriot füzelerinin Nato şemsiyesi altında olduğunu, İnciriği korumak ve Kürecik Dinleme Tesisi sayesinde de İran’ın dinlenmesinin amaçlandığını anlatı. İsrail’in politik tutumunu bu şekilde sürdürmesi halinde Ortadoğu’da bu hareketliliğin normal olduğuna değindi. Mezhep eksenli silahlanmayı çok tehlikeli bulduğunu ekledi.

Selin Bölme de İncirlik Üssünün artık eskisi gibi denetimsiz ve gizemli olmadığını anlattı.

Üçüncü toplantının konusu “Nükleersiz Bir Ortadoğu İnşa Etmek Mümkün mü? Bizim rolümüz nedir” idi. Muteber Öğreten (Mayınsız Bir Türkiye Girişimi) hareketin küçücük bir güçle başlayıp, nasıl büyüdüğünü ve kazanımlarını anlatı. Sharon Dolev özellikle nükleere sahip dokuz ülkenin bundan vazgeçmeyeceğini, Ortadoğudaki ülkelerin de birbirine güvenmediğini; ABD’nin İsraili desteklemesini ya da tüm dünyada nükleerin toptan yasaklanmasının gerektiğini belirtti.

Ahmed Sa’ada (IPPNW Mısır) ICAN ‘in 1985 Barış ödülünü aldığını, tüm dünyayı nükleerden arındırmak istediklerini; Mısır’daki aktivislerin yüzde yetmişinin kadın olmasının müthiş br pozitif enerji sağladığını; sitelerinin ve facebook sayfalanın olağanüstü bir eğitim aracı olduğunu anlattı. Dünyanın 21 aralıkta sona ermediğini ve ermeyeceğini ama nükleer silahlanma bitmezse dünyanın sona ereceğini ekledi.

Bahreyn (ICAN) temsilcisi Nasser Burdestani kara mayınları ve misket bombaları alanında çalıştıklarını, aktif bir katılıma sahip olduklarını anlattı. Nazım Hikmet’in “En güzel günler henüz görmediklerimizdir” dizesini çok sevdiğini ve sıkça kulladığını ve buna inandığını belirtti.

Sharon Dolev yetmişli yıllarda Mısır ve İranın Orta Doğuyu nükleerden arındırma antlaşması yaptıklarını ama bunun uygulanamadığını belirterek, Orta Doğuda bir tek İsrail’in elinde mi nükleer silah var diye sordu. Aslında tüm kitle imha silahlarından arındırılmanın önemli olduğunu; kimyasal, biyolojik silahların da insanlık için nükleer silahlar kadar tehlikeli olduğunu vurguladı.

Ümit Şahin(Küresel Bak-Yeşiller ve Sol Gelecek PM Üyesi), Noam Chomsky’nin çok tehlikeli bulduğu iki durumdan, Çevre Felaketi ve Nükleer Savaş öngörüsünün gerçekliğinden yola çıkarak Türkiye’nin nükleere kara sevdasının hikayesini anlattı. Akkuyu nükleer santrali ile başlayan bu sevdanın kırk yılı doldurduğunu, Sinop ve İğneadayla da sürdürülmek istendiğini belirtti. Rusya ile yaptığımız nükleer antlaşmayla Türk olarak hukuksal yönden hiçbir itiraz hakkımız olmadığını, hukukun üstünde uluslararası bağlarla elimizin kolumuzun bağlı olduğunu vurguladı.

Nükleer denemelerin ekonomik ve sosyal açıdan yetersiz ülkelerde yapıldığı (Kazakistan, Mikronezya) ve genetik havuzun mahvolduğundan bahsetti; iklim değişikliğinden özellikle ABD ve İsrail’in anlaşmayı imzalamayan ülkeler olarak sorumlu olduklarını belirtti. İran’ın Teknoloji ve nükleer santrale sahip olmakla birlikte Orta Doğuda İsrail’den başka henüz nükleer silaha sahip ülke olmadığını, ancak sivil adı altında herkesin nükleerle ilgilendiğini belirtti. Ayrıca İran nükleer enerjiye sahip olduğu için Orta Doğu ve körfez ülkelerinin de  “bizde de olmalı” duygusuna kapıldıklarını anlattı.

Avrupa’daki duruma da değinerek, örneğin Fransa’nın ısısını atık enerjisinden sağlaması sebebiyle nükleer enerjiden yana olduğunu belirterek nükleer silahlara sahip ülkelerin atıklarını temizlemek zorunda olduğunu vurguladı. Ayrıca Avrupa’nın atıklarının nereye gideceğini sorguladı.. Japonya’nın bu anlamda Dünyanın en gizli saklı ülkesi olduğunu, Fukuşima  kazası sonrası 150 bin insanın mülteci konumuna düştüğünü vurguladı. 2020’ye kadar nükleer silahlanmanın yanı sıra konvensiyonel silahlanma açısından da Orta Doğu’nun “münbit bir arazi” olduğunu vurgulayarak Suudi Arabistan, Katar ve İsrail’in sürekli konvensiyonel silahlarını artırdığını söyledi. Kabaca bir hesaplamayla bugün 225 bin nükleer silah yapmaya yetecek kadar plutonyumun var olduğunun çarpıcı örneğini verdi.

Tüm bunlara rağmen dünya genelinde nükleer silahların 60.000’den 27.000’e inmesi barış ve silahsızlanma adına bir umut olabilir hatta olmalıdır. Bu kadar silahlanma,güçlenme yarışı ve kapitalist sistemin sonucu,nükleer santraller ve onun ikinci adımı nükleer silahlanmaya karşı mücadele boynumuzun borcudur.Çocuklarımız,gelecek kuşaklar,ekoloji,barış ve adalet adına…

 

 

Fatoş Çırnaz

 

More in Yazarlar

You may also like

Comments

Comments are closed.