Ana Sayfa Blog Sayfa 4389

Simcity’ye ekolojist “dokunuş”

Popsci’de Andrew Groen imzasıyla yer alan değerlendirmeyi, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Gizem Hasırcıoğlu‘nun çevirisiyle sunuyoruz.

***

Efsanevi şehir plancılığı oyunu SimCity’nin yaratıcıları, PopSci’ye oyunlarının asla politik eğilimleri ve gizli mesajları olmadığını söylediler fakat biz onların çevreci görüşlerini kilometrelerce öteden anlayabiliyoruz.

Şeytani fabrika sahiplerinden gıda sektörüne yaptıkları pek de üstü kapalı olmayan kinayelere kadar, yazılımcı Maxis görece ağır bir şekilde, yaşadığımız dünyayı ve aslında nasıl olması gerektiğini ustalıkla anlatmış.

 

Kömür

SimCity baş tasarımcısı Stone Librande kömür santrallerinin pozitif taraflarının- aşırı derecede ucuz ve verimli olması- hakkını vermek istediğini fakat aynı zamanda kömür santraline sahip şehirlerin ciddi bir kirlilik ve hastalığa büründüğünden emin olduğunu belirtti.

Oyunun geliştirme ekibi de “temiz kömür” gibi ikiyüzlü alternatiflerle alay etmek için hiçbir fırsatı kaçırmamış. Yukarda gösterilen kare bu kirli güce karşı yapılan oyunlu kinayelerden sadece bir tanesi. “Temiz kömür” açıklaması ise şöyle “bu olabildiğince temiz ama ulan en nihayetinde kömür!”

***

 

Nüfus yoğunluğu

Şehrinizin nüfus yoğunluğu ancak onu yaşanacak güzel bir yer haline getirdikçe artacaktır ki gerçek hayatta işler pek de böyle yürümüyor. Aslında şehirlere doğru çok yoğun bir insan göçü var ve bu temiz hava falan için değil tab. Milyonlarca kişi Lagos, Nigeria gibi çöp dolu mega metropollere, kirlilik ve suç oranına rağmen, iş aramak için geliyor. Librande dünyanın büyük şehirlerden ziyade sürdürülebilir küçük şehirlerde yaşamasını dilediğini söylüyor.

Oyunun bu bakış açısının biraz idealist gözüktüğünü söylemeliyiz.

***

 

İşverenler/Fabrika sahipleri

Şehrinize ilk fabrika ve üretim yerlerini inşa ettiğinizde, kaçınılmaz olarak alçak süper kötü adam Dr. Vu için çalışan bazı işverenler size yaklaşıyor ve sizi kötü tarafa çekmeye , Vu ve korku hükümdarlığınıbüyütecek pis adımlar atmanız için zorlamaya çalışıyorlar.

Bu durumun, büyük şirketlere ve özellikle de üretime karşı var olan genel olumsuz söylemi yansıttığını söylemek lazım.

***

 

Gıda üretimi

Maxis’in büyük ölçekli gıda endüstrisinin hayranı olmadığı apaçık. Şehrinizde yer alan fabrikaların isimleri genellikle doğal olmayan doğal gıda ürünleri ve et endüstrisinin çevreye verdiği zararlar üzerine kurnaz (veya çok da kurnaz olmayan) kinayelerden oluşuyor.

Örneğin: Yemeğimsi Girişimler (Foodish Enterprises), Kirletici-Makineli Gıdalar (Pollutronics Foods), Yenilebilir Kimyasallar (Edible Chemical), Attırık Gıda (Splurt Co.) İçi doldurulmuş köfteler (Meat Patties) ve en az üstü kapalı olan olan Bebek Maması ve Kurşunlu Boya (Baby Formula and Lead Paint)

***

 

Atık yönetimi

Librande’ye göre bu oyunun başlıca amaçlarından biri gençlerin çevre sorunları hakkında ciddi ciddi düşünmeye başlamasını teşvik etmek. Bu, ürettiğimizin nereye gittiğini anlatan muazzam büyüklükteki israfı anlamayı da kapsıyor. SimCity size çok pahallı bir atık işleme ünitesi inşa etme fırsatı veriyor, ya da kirli ucuz bir kanalizasyon sistemi oluşturabilirsiniz (ki bu tam olarak atıkları ormana pompalamanız anlamına gelecektir).

Resimdeki kahverengi lekeleri görüyor musunuz? Tahmin edin bunlar neyi temsil ediyor.

***

 

Madencilik

Hiçbir şey bir mantar şehri (ç.n.: yoktan varolmuş, hızla kalkınmış ve büyümüş kent) madencilik kadar hızlı ortaya çıkaramaz. Topraklarınızda maden ve rafineri üniteleri inşa ederek kucak dolusu para kazanabilirsiniz. Ama eğer bunlarla nasıl başa çıkacağınıza dair bir planınız yok ise çevreyi kirletecek ve depremlere sebep olacaksınız.

Hatta burada belli miktarda maden toplayan oyunculara ödül olarak verilen “ Açgözlülükle ve daha, daha da derine kazan başkan” diye özel bir ünvan bile var. Bu ünvan, Tolkien’ın Orta Dünyası’nın maden kuyularındaki şeytanı uyandıran cücelerine atıfta bulunuyor.

***

 

Çöp üzerine

Kanalizasyonunuz ile şehri kirletmenin önüne geçmek için yollar varken- örneğin atık işleme tesis alabilirsiniz- ve yeşil enerji uygulamaları mümkün iken- güneş ve rüzgâr santralleri eklemek ve üniversite araştırmaları gibi- çöpleriniz için yeşil olmanın çok iyi bir yolu yok.

Denedik fakat geri dönüşüm ve kompost yapma çöp problemini çözemedi, sadece biraz azaltabildi. Pahalı bir geri dönüşüm tesisi ile çöpü azaltmak mümkün ama şehrinizin çöpü kaçınılmaz olarak yeraltı kirliliği yaratacak.

Diğer tek çözüm ise çöpü yakmak ki bu da hava kirliliğine sebep olacak yani her iki durumda da haberler kötü.

 

 

Yeşil Gazete için çeviren: Gizem Hasırcıoğlu

Yazının özgün hali (ingilizce) için tıklayınız.

(Popsci, Yeşil Gazete)


 

Cangı, “Bu davanın amacı Türkiye ekoloji hareketine gözdağı vermektir”

Bergama Çamköy’de 2005 yılında 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nü kutlamak isteyen çevrecilere altın madeni çalışanları tarafından yapılan taşlı yumurtalı saldırıyla ilgili açılan davanın zaman aşımına uğrayacağı artık kesinleşti.

Duruşmaya Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eş Sözcüleri Sevil Turan ile Arif Ali Cangı da katıldı

Bergama Asliye Ceza Mahkemesinde, önceki gün görülen duruşmada, Çevre Gününü kutladıkları için yargılanan yaşam hakkı savunucuları, olayda mağdur taraf olmalarına rağmen açılan davada ‘sanık’ yapılmalarını içlerine sindiremediklerini belirtti.

Duruşmaya İzmir ve Bergama’dan  8 yıl önce saldırıya uğramış yaşam hakkı savunucularının yanı sıra Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eş Sözcüleri Sevil Turan ile Arif Ali Cangı da katıldı.

Duruşma sırasında söz alarak bir açıklama yapan Avukat Cangı olayları yönlendiren maden şirketi patronu Akın İpek’in davada sanık olarak yargılanmasının ardından kendisinin de ‘olağanüstü yollarla’ adeta rövanş alınırmışcasına sanık koltuğuna oturtulduğunu belirtti.

Cangı, “Amaç Bergama hareketi ile özdeşleşen Türkiye ekoloji hareketine gözdağı vermektir. Yargı kararları etkisizleştirilerek, toplumsal tepkiler sindirilerek yaşam alanlarının sömürülmesinin önündeki engeller kaldırılmaya çalışılmaktadır” dedi.

(Evrensel)

Bulgaristan’da hükümeti kurma görevi Raykov’a verildi

0

Geçtiğimiz ay hükümetin istifa ettiği Bulgaristan’da geçici hükümeti kurma görevi diplomat Marin Raykov’a verildi. Raikov, teknokrat kabinesiyle, ekonomisi kırılgan ülkede mali disiplini sağlama sözü verdi. Bulgaristan, 12 Mayıs’ta seçime gidecek.

Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, hükümeti kurma görevini Fransa Büyükelçisi ve eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Marin Raykov’a verdi. Maliye Bakanlığı ise Merkez Bankası Başkan Yardımcılarından Kalin Hristov’a verildi.

Geçtiğimiz ay, yüksek elektrik faturalarına duyulan tepkiyle patlak veren protestoların ardından Boyko Borisov hükümeti istifa etmek zorunda kalmıştı. Protestolarda kendini yakan üç kişi hayatını kaybetmişti.

Borisov, istifasından önce elektrik fiyatlarında indirim sözü vermiş ve ülkedeki üç elektrik dağıtım firmasından Çek CEZ firmasının lisansını iptal edeceğini söylemişti. Ancak bu açıklamalar da ülkedeki tansiyonu düşürmeye yetmedi. Ülkede olaylar ancak bu hafta yatışmaya başlayabildi.

Anketlerde Sosyalistler ve Borisov liderliğindeki GERB partisi başa baş gidiyor.

(Euractiv)

 

Google’a kişisel bilgi güvenliğini ihlalden 7 milyon $ ceza

Google, ‘Street View’ uygulaması için görüntü kaydeden kameralı aracının, kablosuz internet bağlantılarına girerek veri kaydettiği suçlaması nedeniyle ABD’de 7 milyon dolar ceza aldı.

Connecticut eyaletinin Başsavcısı George Jepsen, taraflar arasında sağlanan mutabakatın, Google’ın gelecekte kişisel verilere izinsiz olarak erişmek için benzer taktiklere başvurmayacağının güvencesi olduğunu söyledi. Şirket, çalışanlarını buna uygun olarak eğitmekle de yükümlü kılındı.

2008 – 2010 yılları arasında görüntü kaydeden Google aracının, özel kişilere ait kablosuz internet bağlantılarına girerek şifresiz durumdaki verileri kaydettiği ortaya çıkmıştı.

Google önce bu iddiaları geri çevirmiş, daha sonra yapılan incelemelerde ise e-posta gibi içeriklerin kaydedildiği saptanmıştı. Google, verilerin hiçbir şekilde ticari amaçlarla kullanılmadığını öne sürmüştü.

(Deutsche Welle Türkçe)

 

Suriyeli çocuklar iç savaşta hem canlı kalkan hem asker hem bekçi

Save the Children (Çocukları Kurtar) yardım örgütüne göre, çocuklar savaşta hamal, bekçi, muhbir, asker ve kimi durumlarda canlı kalkan olarak kullanılıyor.

Örgüte göre Suriye’de yaklaşık 2 milyon çocuğa yardım ulaştırulması gerekiyor. Suriye’de Mart 2011’de Beşar Esad yönetimine karşı başlayan savaşta on binlerce kişi öldü, yüz binlerce kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı.

Save the Children’ın “Ateş Altındaki Çocuklar” raporuna göre, Türkiye’deki uzmanların görüştüğü her dört Suriyeli çocuktan üçü savaşta bir yakınını kaybettiğini söyledi.

Birçok Suriyeli çocuk, hastalık riskinin yüksek olduğu koşullarda yaşıyor. Savaş nedeniyle fiyatların aşırı yükselmesi yoksul ailelerin hayatını daha da zorlaştırdı. Bu aileler yiyecek bulmakta giderek zorlanıyor.

(BBC Türkçe)

 

 

PKK kamu görevlilerini teslim etti

BDP’li Zenderlioğlu, PKK’nın elindeki rehin kamu görevlilerinin serbest bırakıldığını açıkladı. Irak’a giden heyet 8 kamu görevlisini teslim aldı.

PKK’nın değişik zamanlarda kaçırdığı 8 asker ve kamu görevlisi, Türkiye’den giden heyete Kuzey Irak’ta teslim edildi.

PKK’ nın elindeki kamu görevlilerini teslim almak için Irak ‘ a giden heyet görevlileri teslim alacağı noktaya ulaştı…Heyet Zap vadisinde Amediye yakınlarında bir noktaya geldi. Heyeti burada PKK ‘lılar karşıladı. Heyet, Zaho Vadisi Amediye yakınlarında PKK’ lılarla görüşme yaptıktan sonra 8 kamu görevlisinin bulunduğu alana gitti. PKK ’nın kaçırdığı ve Abdullah Öcalan’ın ‘çözüm süreci’ kapsamında serbest bırakılmasını istediği 8 asker ve kamu personeli, dün Kuzey Irak’a giden heyete bu sabah teslim edildi. Heyette yer alan BDP milletvekili Hüsamettin Zenderlioğlu, ‘personeli güvenli bir şekilde teslim aldık’ açıklaması yaptı.

Kuzey Irak yönetimi ile Türk gazeteciler arasında dün akşam başlayan ve bu sabah devam eden ‘görüntü alma krizi’ nedeniyle kaçırılan 8 personelin heyete teslimi bir kaç saat gecikti.

BDP milletvekilleri Hüsamettin Zenderlioğlu ve Adil Kurt, İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, İHD Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici ile Mazlum Der Genel Başkanı Faruk Ünsal’dan oluşan heyet, saat 11:00 sularında 8 asker ve kamu personelini PKK’lılardan teslim aldı. BDP’li Hüsamettin Zemberlioğlu, AFP’ye yaptığı açıklamada rehinelerin sorunsuz bir şekilde teslim alındığını açıkladı.

(Agos)

 

Dinçer Çekmez hayatını kaybetti

Sinema ve tiyatro oyuncusu Dinçer Çekmez, İstanbul’da 73 yaşında hayatını kaybetti. Çekmez’in en çok akılda kalan karakteri Kemal Sunal’la ile birlikte kamera karşısına geçtiği 1979 yapımı “Şark Bülbülü” filminde canlandırdığı mafya babası rolü idi. Psikopat bir mafya babasını canlandıran Çekmez, sinirlendiği zaman yatışmak için dayak atmak üzere mutfakta çalışan Şaban’ı(Kemal Sunal) getirmeleri için adamlarına söyledği, “Mazlum’u getiren bana” repliği ile unutulmazlar arasına girmişti.

70’li yıllarda komedi filmlerinde rol alan Çekmez, Kemal Sunal’la birlikte oynadığı Şark Bülbülü, Tarzan Rıfkı, İnek Şaban, Şaban Askerde, Süt Kardeşler, Şabanoğlu Şaban, Atla Gel Şaban gibi filmlerle tanındı.

Filmlerde kullandığı kültleşmiş “O kadar!” ve “Mazlum’u getirin bana!” gibi replikleriyle ve “Kadırgalı Eşref” adlı bir kabadayıyı oynadığı Şabanoğlu Şaban filminde attığı nârâlarıyla meşhur oldu.

http://www.youtube.com/watch?v=8n8PQt-YiWU

Sinema ve tiyatro oyuncusu Metin Çekmez’in de ağabeyi olan Dinçer Çekmez, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda pek çok oyunda rol aldı.

(Yeşil Gazete)

Greenpeace’den “Güneş, Rüzgar bize yeter” dedirten Fukuşima pankartı

Fukuşima nükleer felaketinin ikinci yıldönümünde biraraya gelen Greenpeace gönüllüleri, dünyanın yenilenebilir enerjiyle çalışan ilk ışıklı pankartını tanıttı.

Greenpeace gönüllüleri, dünyanın yenilebilir enerjiyle çalışan ilk ışıklı pankartını açtı. Güneş ve rüzgar enerjisiyle çalışan ve üzerine “Fukuşima ders olsun, enerjimiz temiz olsun” yazan pankartı gönüllüler kendi elleriyle yaklaşık bir haftada yaptı. Eminönü’nde gerçekleşen etkinlikte gönüllüler ayrıca güneş enerjisiyle çalışan ocak, termos, el feneri gibi ürünlerin de tanıtımını yaptı. Gönüllüler, Türkiye’nin nükleerden vazgeçerek yenilenebilir enerjilere yatırım yapmasını talep etti.

Grup adına açıklama yapan İpek Peker, “Fukuşima felaketinin üzerinden iki yıl geçmişken, bölgede yaşanan acılar devam ediyor. 160 binin üzerinde insan evlerini terk etmek zorunda kaldı ve nükleer endüstri gerekli tazminatları vermedi. Biz gençler, Türkiye’de güneş ve rüzgar potansiyelimiz bu kadar fazlayken nükleer gibi bu kadar tehlikeli bir enerjiye yatırım yapılmasını geleceğimiz adına endişe verici buluyoruz.

Nükleere alternatif olan yenilenebilir enerjilerin uygulanabilir olduğunu ve daha ucuz olduğunu göstermek için hem bu pankartı hem de rüzgar türbinini kendi ellerimizle çok kısa bir sürede yaptık. Bu pankartın enerjisi sadece güneş ve rüzgardan depolanan enerjilerle sağlanıyor. Hükümeti, bizler için daha aydınlık bir gelecek planlamaya, bunun için de nükleerden vazgeçerek temiz enerjilere yatırım yapmaya çağırıyoruz” dedi.

(T24)

 

İklim değişikliği savaşçıları

The Guardian’da Andrew Winston imzasıyla yer alan yazıyı, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Eray Uygur‘un çevirisiyle sunuyoruz.

***

 

Kölelik karşıtlarının mücadelesi ile bugünün iklim değişikliği aktivistlerinin mücadelesi arasında birçok paralellikler var: Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeyi denemek ve sağlamak, cesaret ve kararlılık gerektiriyor.

Lincoln çok güzel bir film ve Daniel Day Lewis bu kadar önemli bir başkanı canlandırdığı için kazandığı Oskar’ı hak ediyor. Ama benim asıl ilgimi çeken karakter kendisi de biraz aksi olan Tommy Lee Jones’un canlandırdığı aksi Thaddeus Stevens idi.

Filmde yansıtıldığı gibi, tüm insanlar için eşitlik talep eden ahlaki netliğe sahip bir adam olan Stevens, kongredeki kölelik karşıtlarının lideriydi. Kölelik karşıtlarının doğru bildikleri uğruna verdikleri mücadelede, iklim değişikliğine karşı harekete geçmek için mücadele eden günümüz liderlerinin çabalarıyla derin benzerlikler gördüm. Aklıma, Washington’a yürümek üzere 50,000 kişiyi bir araya getiren Bill McKibben gibi cesur aktivistler, Jim Hansen ve Michael Mann gibi bilim adamları ve politika, iş dünyası ve sivil toplumdaki birçok diğer lider geliyor. Kölelik metaforu iklim değişikliği için kusursuz olmasa da, değişim için çaba gösteren insanlar, onların zorlu mücadeleleri, karşılaştıkları argümanlar ve maalesef sonuca ulaşmak için harcadıkları zaman güçlü bir dejavu hissi yaratıyor.

Köleliğin kaldırılmasını gündeme ilk getiren Thaddeus Stevens değildi. Britanya, köleliği İngiltere’de 1600’lerde yasakladı (Batı Hint Adaları olarak anılan Karayip sömürgelerinde ise 1780’lerde). Sömürgecilik sonrası Amerika’da ise kölelik karşıtı hareket ilk olarak 1830’larda William Lloyd Garrison ve Frederick Douglass, Harriet Tubman, Harriet Beecher Stowe, Susan B. Anthony gibi liderlerin çabalarıyla resmen başladı. Yani organize olmuş agresif bir hareketin başlangıcından köleliğin yasaklanmasını sağlayan 13. Yasa Değişikliğine kadar 40 yıllık bir süre geçti. 1965 yılında çıkan Oy Hakkı Kanuna kadar bir 100 yıl daha.

Amerikan yeşil hareketi de zaman içinde Başkan Theodore Roosevelt ve John Muir’in 100 yıl önceki koruma çalışmalarından Rachel Carson’ın 50 yıl önce yazdığı ‘Sessiz Bahar’ kitabına, günümüzde ise sivil toplum kuruluşlarına ve modern sosyal medya kampanyalarına dönüştü. Benzer olarak, iklim farkındalığı ve eylemleri yüzyıl içinde gelişti.

 

Tommy Lee Jones, ‘Lincoln’ filminde Thaddeus Stevens karakterini canlandırıyor. Kölelik karşıtları ile bugünün iklim değişikliği aktivistleri arasında benzerlikler var.


İklim biliminin temelleri yüz yıldan da öncelere dayanıyor ve ilk karbondioksit ölçümleri 1956 yılında Mauna Loa Gözlemevi’nde yapıldı. Ama asıl iklim hareketi muhtemelen 25 yıl önce Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin kurulmasıyla başladı.

Kölelikle ilgili anayasal değişikliğin hayata geçmesinin 40 yıllık bir zaman aldığı göz önüne alınırsa, karbonu yok edene verilecek ödülü hala belirlememiş olmamız hiç de şaşırtıcı değil. Özellikle de iklim hareketinin karşısına dikilmiş güçler kulağa oldukça tanıdık gelen belirli engeller sıralamaya devam ettikçe.

Köleliğin kaldırılmasının karşısında birçok sözde argüman vardı. En absürt düşünceler genellikle ‘Kölelik doğaldır ve her zaman var olagelmiştir.’ gibi durduk yere ortalığı karıştırmamayı öneren ya da bu kadar büyük bir sistemi değiştirmenin pratik olmayacağını iddia eden cesaret kırmaya yönelik fikirlerdi. Enerji ve iklim konusunda ise statüko şu şekilde ilerliyor: ‘Uzun zaman bu yakıtlara bel bağladık ve uzun zaman daha bağlayacağız.’

Ama görünüşe göre değişime karşı kullanılan en etkili argüman, konfederasyon liderlerinin Lincoln’de dile getirdikleri gibi, ekonomiye odaklanıyor: ’Çok masraflı olur’. Mevzu iklim değişikliğini engellemeye geldiğinde bu itirazın çok ilginç versiyonlarını duyuyoruz. Yakın zamanda, günün politikacısı senatör Marco Rubio, ‘Havayı değiştirmeyi denemek adına ekonomimizi mahvedecek bir grup yasayı kabul etmemeliyiz’ dedi. Bu görüş resmen cahilce (havayı şu an değiştiriyoruz zaten, mesele bu) ve gerçeklerle uyuşmuyor.

Öncelikle, harekete geçmemenin maliyeti kabul edilemez düzeylere yükseliyor. Sandy Kasırgası’nın neden olduğu korkunç sonuçlara bakın: 70 milyar dolar ve yaklaşık 200 ölü. İkinci olarak, bazı politik çevrelerin alaycı yaklaşımları çok absürt çünkü iklim değişikliğini engellemek ve temiz bir ekonomi geliştirmek büyümeyi hızlandıracaktır. Milyarder girişimci Richard Branson’ın söylediği gibi: ‘Neslimizin en büyük servet sağlayıcı fırsatı.’ Ve bu hiç de uzak bir hayal değil. Bugün halihazırda temiz ekonomiyi gerçekleştiriyoruz. Amerika’da geçen yıl şebekeye dahil olan enerjinin neredeyse yarısı yenilenebilir kaynaklardan üretilmişti. (AB’de ise bu oran 2011 yılında %71’di)

Tabii ki kölelik karşıtları tüm bu argümanlarla tek bir koz ile cevap verebiliyorlardı: Ekonomik ‘faydaları’ neler olursa olsun zorla çalıştırma ahlaki olarak yanlıştı. Kölelik her zaman ahlaka aykırıydı, nokta. İşte iklim metaforu tam da bu noktada bozuluyor. Bütün sorunlarına rağmen fosil yakıtlar modern dünyamızın yaratılmasının merkezi oldular ve milyarları yoksulluktan kurtardılar. Ama şimdi elimizde başka alternatifler de var ve hangisini kullanmayı kesmemiz gerektiğini biliyoruz.

Peki neyi ortadan kaldırıyoruz? İklim karşıtları büyümeyi yok etmek için mücadele etmiyorlar. Köleliğin kökünü kazımak dünyayı pamuk ve tütünden mahrum bırakmadı. Karbonu terk etmek insani ve ekonomik kalkınmadan vazgeçmek anlamına gelmeyecek, aksine sağlama alınmasına yardımcı olacak. Ortadan kaldırmak istediklerimiz, varlığımızı tehdit eden miadı dolmuş, bozuk ekonomi ve enerji sistemlerimiz. Çünkü insan ve ekosistemin giriş ve etkilerine hiç değer vermiyorlar. Dünyamızın enerjisini sağlamanın, bizi tonla para harcamaktan koruyacak (sıfıra yakın değişken masraflar), kirli fosil yakıt kullanımının yol açacağı önemli sağlık etkilerinden kaçınmamızı sağlayacak ve gezegenimizin destekleme yeteneğini sadece 70 trilyon dolarlık ekonomimiz için değil varoluşumuz için muhafaza edecek yeni bir yolunu arıyoruz.

Yeşil iş örnekleri, Paul Hawken, Amory Lovins, Hunter Lovins, John Elkington, Jonathan Porritt, Ray Anderson ve şirketlerde sürdürülebilirlik odaklı çalışan yüzlerce yönetici tartışmaya yeni bir boyut kazandırdılar.

İş dünyasının bu köklü değişime ayak uyduracağına ve hem masrafları düşürerek hem de yenilikler yoluyla yeni gelirler elde ederek karlarını arttıracaklarına inanıyoruz.

Dow, DuPont, GM ve GE gibi birçok büyük şirket enerji kullanımını ve israfını azaltarak milyarlarca dolar tasarruf etti. Az sayıdaki birkaç önder şirket salınımlarını sert bir şekilde azaltıyor (bilim adamlarının yapmamızı söyledikleri şekilde). İyi tarafından bakarsak multi trilyon dolarlık temiz bir ekonomi yaratıyoruz. Bunun kesinlikle büyük kazananları olacaktır.

Ama bütün büyük değişimler gibi ‘temiz’e dönüş bazı kaybedenleri de beraberinde getirecek. Örneğin yok olan kömür işleri gibi. Ama müşterek refahımız için bunun yapmamız gerekenleri durdurmasına izin veremeyiz. Lincoln’ün sonlarına doğru Başkan, konfederasyon başkan yardımcısına bir şey söylüyor: ‘Eğer biz… özgürlüklerimizi kaybetmeyi göze alabilirsek, örneğin zor kullanma özgürlüğümüzü, daha önce hiç bilmediğimiz özgürlükler keşfedebiliriz.’ Enerji savurganlığımızı ve fosil yakıt tüketimine dayalı ekonomimizi geride bırakırsak yeni özgürlükler keşfedeceğimize inanmak istiyorum.

İş işten geçtikten sonra herkes doğrusunu yapar. Köleliğin kaldırılması tartışmasında haklı tarafın kim olduğunun bu kadar belli olmasına şimdi başımızı şaşkınlıkla sallayarak bakıyoruz. Ama Stevens ve elbette Lincoln’ün 13. Yasa Değişikliği için bu kadar bastırmaları oldukça cesaret gerektiriyordu. Ve şimdi değişim talep eden bu insanlarda da büyük cesaret var: Dünyanın her tarafından tüm renklerin ve ekonomik geçmişlerin seslerini bir araya getirip bir kişiymiş gibi konuşan binlerce aktivistte, uygunsuz gerçekleri dünyaya duyurdukları için amansızca saldırıya uğrayan bilim adamlarında, muazzam çıkar gruplarıyla mücadele ederken karbon vergileri ve ticari rekabet sistemleri için bastıran siyasi liderlerde ve iş dünyası liderlerinde, özellikle enerji dünyasında değişim için mücadele edenlerde.

Bu insanlar adalet arıyorlar. Ama bu davada, sadece bir halk ya da toplumun köleleştirilmiş bir bölümü için değil, hepimiz için adalet arıyorlar.

 

Yeşil Gazete için çeviren: Eray Uygur

Yazının özgün hali (ingilizce) için tıklayın.

(The Guardian, Yeşil Gazete)

 


Neden Ermeni Lobisi ve Fettulahçılar? – Erdal Doğan

23 Şubat 2012 tarihinde İmralı’da Öcalan ile gerçekleşen görüşme tutanaklarının Milliyet gazetesi aracılığıyla basına yansımasından bugüne çok şey konuşuldu, tartışıldı.

Hem generallerin hem de CHP ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin o çok güvendikleri ve sevdikleri basın açıklamalarında yanı başlarında oturttukları Fikret Bila, bu tutanakları yayınlarken her nedense “özel hayat, özel durum, sohbet havasında söylenmiş düşünceler” demeyip bazı isim ve grupların isimlerini geçirip, onlara karşı söylenmiş sözleri yayınlamıştı.

Haliyle isimleri geçen kişi ve taraflar kendilerine söylenmiş bu sözlere karşı gecikmeden cevaplarıyla o sıcak gündemi daha da hararetli hale soktular.

Tutanak sızdırmasını ve yayınlamayı gerçekleştirenlerin bir amacı da bu olsa gerekti.

Ve başardılar da.

Tüm bu olup bitenin bir provakasyon olduğuna dair kimsenin şüphesi olmadı zaten.

Özellikle mevcut durumun çatışmasızlık sürecine evrilmesi, çok gecikmeli de olsa Kürt meselesinin bireysel ve kolektif haklar manzumesi temelinde çözülme somutluğunun, Ergenekoncularla ve onun olmazsa olmazı Özel Harp Dairesi/ Kontrgerilla yapılanmasının birer korkulu fobisi olduğunu ve süregiden bu aşamalarda her türlü engelleme çabası içerisinde olacakları da herkesin malumuydu.

Her şey ne kadar şeffaf gidiyor değil mi!

Birçok kişi gibi ben de eski yazılarımda bu şeffaflık içerisinde eski statükocuların her siyasal yapılanmadaki uzantılarına dikkati çekerken özellikle de BDP ve PKK içinde ve çeperlerindekilere daha fazla dikkat çekme gereği duymuştum.

Ak Parti hükümeti içindeki siyasi ve bürokratik Ergenekoncu-Kemalist kadrolar kadar BDP ve PKK içindeki Ergenekoncu-Kemalist kadroların takiyyeli siyaset tarzının çeşitli biçimlerde bundan sonra da cereyan edeceğini biliyoruz.

Çünkü bu bir var olma, yani iktidarda kalma savaşı.

Yani olan bitenin herkesin gözü ve bilgisi dahilinde gerçekleşiyor olması da belki bu dönemin en yeni hali.

Fakat yeniden çatışma, kaos ve ölüm tehlikesinin yaşanmaması ve tehlikeyi savurabilmek için yine de çok dikkatli olmak gerek.

Çünkü bu yapıların birkaç korkulu rüyasından biri Kürt meselesinin Kürtlerin halk olmaktan kaynaklanan evrensel, hukuki, doğal hakları ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde yer alması iken bir diğeri de 1915 Ermeni soykırımının mağdurları olan Ermeni halkının soykırımdan canını kurtarabilmiş ve dünyanın her bir yerine savrulmuş Ermeni diasporası ile Kürtlerin buluşma olasılığıdır.

Statükocuların amacı; geçmişle yüzleşmede çok önemli adımlar atan Kürt halk dinamizminin bu yüzleşmesinin önüne geçmek ve diğer Anadolu’nun mazlum ve soykırıma uğramış halkları ile buluşmasının önünü kesmektir. Bunun için de her daim Yalçın Küçük tezleri ortama pompalanmış, yetersiz kaldıklarını görünce de bu amaçları Öcalan üzerinden gerçekleştirilmek istenmiştir.

Öyle ki bir dönem sürekli dillendirilen Türklerle Kürtlerin Cumhuriyetin kurucu unsur olduğu söylemi bu propagandanın bir eseriydi.

Ermenilerin sistematik olarak 1890’dan başlayarak 1915’te yaşadıkları o büyük kıyım ve daha sonra çeşitli politik versiyonlarla 1923’den sonra da devam eden süreciyle Kürtlerin yüzleşmesi ve bu dönemi deşifre etmesi İttihatçı-Kemalist cephenin en çok korktuğu mevzudur.

Bu nedenle Öcalan’ın 1998’lerde İmralı’ya konulma sürecinde dolaşıma sokulan ve ortalığa faş ettikleri o ırkçı ideolojik tez ve yaklaşımlarının halen çeşitli kanallarla Öcalan üzerinden Kürt siyasi yapılanmasına enjekte ettirilmeye çalışıldığını görüyoruz.

1990’lı yıllarda Öcalan ve PKK militanlarının Ermeni tohumları olarak gazete manşetlerine taşındığı, ırkçılığın bakanlıklar düzeyinde sergilendiği, hatta bu durumun yakın zamana kadar dahi AK Parti hükümetinde yer alan siyasi zatlar ile PKK militanlarının sünnetsiz olduğu iddiaları üzerinden devam ettirildiği kadim bir politikanın en somut görünümleriydi.

Uzun bir dönem Öcalan’ı Kemalist yaptım diye övünerek dolaşan, o ideolojik misyonunu en son tutuklanıp cezaevine girdiği süreye kadar çeşitli kanallarla İmralı’ya ulaştırmaya çalışan Yalçın Küçük’ün mirasını halen sürdürenler olduğunu görmekteyiz.

İdeolojik bombardımanın çeşitli kanallarla Öcalan’a halen yapıldığı konusunda şüphe olmamalı. Öcalan’ın avukatlardan istediği kaynakların kendisine ulaştırılmadığı söz konusu.

Bu hususu nerden çıkardın diye soranlar olabilir tabii. Öcalan’ın avukatlarının tutuklanmasına kadar basına yansıyan avukat görüşme tutanaklarından çıkarıyorum.

Öcalan’ın özellikle Ermeni tarihi ve İttihat Terakki dönemine ait ısrarlı kitap isteyişinden ve ayrıca bu dönemin özellikle okunması gerektiğine vurgu yapmasından çıkarıyorum.

İstediği kaynaklar getirilmişse ya da eksik kaynaklar kendisine sağlanmışsa da görünen şu ki, Öcalan’ın söylemlerinde halen 1990’ların ve 2000’lerin başındaki Ermeni meselesine ideolojik bakış veya yönlendirme egemen.

Öcalan’ın diğer söylemlerinin dışında özellikle bu konudaki söylemlerinde çelişkiler mevcut.

Bir yandan o her zaman için dillendirdiği Anadolu ve Mezopotamya halklarının tekrar birlikte yaşayabilme ortamının ve kültürel haklarının sağlanmasına vurgu varken ve bu süreçte azınlıklardan destek talep ederken, diğer yandan, çok eski değil daha geçen yüzyılda nüfusu milyonlarla anılan ve Anadolu’daki 4000 yıllık tarihsel kökleri ile birlikte yok edilenlerin sağ kurtulabilen çocuklarının ve torunlarının oluşturdukları diasporaya karşı husumet dolu açıklamaları hiç anlaşılır değil!

Bu söylediklerinin yalnız Kürtler üzerinde değil O’na karşı olan hem Türklerde hem de diğer Türkiye halklarında çeşitli yansımalarla birer yankı bulduğunu sanırım tahmin etmek zor değil.

Bu yapının, statükocuların ya da Ergenekoncuların bugüne kadar anlayabildiğim kadarıyla diğer bir korkulu rüyası ve gayesi de; Türkiye’de siyasal ve sosyolojik bir aktör ve topluluk halini almış Fethullah Gülen cemaati ile Kürt siyasi hareketinin tüm bağını keserek ona karşı sürekli bir husumet oluşturmaktı.

Özellikle de bu yeni süreçte Fethulah Gülen cemaati yayınları Kürt siyasi hareketine karşı yeni bir dil oluşturma gayretine girişmiş iken.

Provokasyonu yapanların amacı sanırım bu iki kesimi sürekli birbirlerine karşı önyargılarla besleyip düşmansal çatışma haline sokmak.

Özellikle Fethullah Gülen cemaati nezdindeki bu düşmanlığın Kürt siyasi yapılanmasına karşı bu süreçten önce çok başarı ile gerçekleştirildiğini biliyoruz.

Aynı husumetli hal Kürt siyasi hareketinde de başarıyla sonuçlanmıştır.

Böyle olunca, yani Fethullah Gülen cemaati yayınlarının Kürt siyasilerine karşı kullandığı ayrımcı dil ve düşmansal tutum Kemalistlerin çabasını kolaylaştırıyor.

Özellikle Fethullah Gülen cemaati bünyesindeki yayınlardaki, haber ve dizi filmlerdeki gard alışın en son bu tutanaklarda sarf edilen cümlelerle devam ettirilmek istendiğini düşünüyorum.

Kürt siyasi cephesinde bu sürecin başarıyla nihayetlendirilmesinde veya en azından hızlandırılmasında Fethullah Gülen cemaatinin rolünün küçümsenmesi bence çok ciddi bir stratejik hata olur.

Her ne kadar bir provokasyon amacıyla da olsa yayınlanan bu tutanaklar şöyle bir hayra da vesile olmuştur;

Kürt meselesinin çözümünde tartışmasız olarak en önemli aktör kabul edilen Abdullah Öcalan o çok birikimli ve siyasi analizlerinde doğru tespitlerinin yanında yukarıdaki ele alınan iki konuda hala 1990’lar dönemine ait bilgilerle hatalı çıkarımlar yapmaktadır veya halen o dönemlerden devam eden unsurların yanlış yönlendirmelerine maruz kalmaktadır.

Bu konuda kendisine yeterli bilgi ve kaynak ya ulaştırılmıyor ya da yukarıda zikrettiğimiz kesim tarafından yoğun ve kasıtlı bir biçimde yanlış enformasyon devam ediyor.

Bu iki husustaki Öcalan’ın tutumu belki de AK Parti’de özellikle Başbakan Tayyip Erdoğan nezdinde memnuniyetle karşılanıyor.

Kim bilir?

Tutanakları sızdıranların ve yayınlayanların bir amacı da belki süreci buradan vurarak, statükoyu devam ettirmekti.

Sizce başardılar mı?

Erdal Doğan – www.demokrathaber.net