Ana Sayfa Blog Sayfa 4388

Avrupa Parlamentosundan internette porno yasağı önerisine ret

Avrupa Parlamentosu, pornonun internet de dahil olmak üzere medyada yasaklanmasını isteyen öneriyi oy çoğunluğuyla reddetti.

AP Kadın Hakları ve Cinsiyet Eşitliği Komisyonu’nda ezici oy çoğunluğuyla kabul gören önerinin, porno lobisinin kulis çalışmaları sonucunda genel kurulda reddedildiği konuşuluyor.

AP Birleşik Sol Grubu üyelerinden Hollandalı parlamenter Kartika Tamara Liotard tarafından “AB İçinde Cinsiyete Bağlı Klişelerin Ortadan Kaldırılması” konusunda hazırlanan rapor ve beraberindeki karar tasarısında, AB devletlerine medya, internet ve reklam sektörlerinde seks ve pornoyu yasaklamaları çağrısında bulunulmuştu.

Rapor ve karar tasarısı, AP Genel Kurulu’nun bu hafta Strasbourg’da yapılan oturumlarında oylamaya sunuldu ve beklentilerin aksine pornonun yasaklanmasıyla ilgili bölüm oylama sırasında sunulan bir değişiklik önergesiyle metinden çıkarıldı. Alkollü içki endüstrisinin, “ürünlerinin promosyonu için yaptığı yatırımların genç kız ve kadınların cinsel özne olarak gösterilmesine katkı sağladığına” dair taslak metinde yer alan gözlemle ilgili paragraf da Genel Kurul’daki oylamada reddedildi. Böylelikle üye devletlerden cinsiyete bağlı klişelerle mücadele etmelerini isteyen genel bir metin kabul edilmiş oldu.

Dünyada en fazla porno film üreten ülke ABD. Bu ülkede her 30 dakikada bir porno film üretiliyor. ABD’yi bu alanda Brezilya ve Hollanda izliyor. ABD’deki 900 porno şirketini temsil eden “Free Speech Coalition” adlı kuruluş, porno endüstrisinin her yıl sadece Kaliforniya eyaletine 36 milyon dolar vergi ödediğini belirtiyor.

(Deutsche Welle Türkçe)

Grup Yorum baskılara karşı destek için İdil Kültür Merkezi’ne çağırıyor

İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, saat 06.00 sıralarında Beyoğlu Okmeydanı Piyalepaşa Caddesi üzerinde bir çok adrese operasyon düzenledi.

Polis, Grup Yorum’un çalışmalarını yürüttüğü İdil Kültür Merkezi’ne de baskın yaptı. Kısa süre önce İdil Kültür Merkezi yine bir polis baskınına uğramıştı.

Grup Yorum bu operasyonla ilgili bir basın açıklaması yayınlayarak baskıların kendilerini yıldırmayacağını, tüm halkı ve sanatçıları kendilerine destek vermek üzere İdil Kültür Merkezi önüne beklediklerini açıkladı.

Yapılan açıklamada ayrıca İdil Merkezi’nde bulunanlar da isim isim belirtildi. Merkezde Grup Yorum elemanlarından İbrahim Gökçek-Selma Altın-Ali Aracı-Caner Bozkurt, Grup Yorum korosu elemanlarından Sultan Kavdır-Damla Sandal-Bahar Ertürk, İdil Tiyatro Atölyesi oyuncularından Ahmet Denizer, Yeliz Yılmaz, Ali Rıza Çelik olmak üzere toplam 10 kişi bulunduğu belirtildi.

Grup Yorum’un basın açıklaması:

Faşizm yine işbaşında!

Türkülerimizden korkuyor, sanatımızdan korkuyor, devrimciliğimizden korkuyor !
Korkularını büyüteceğiz, umudu bütün halkımıza yayacağız !

Çalışmalarımızı yürüttüğümüz kültür merkezimizin etrafı yüzlerce maskeli, tüfekli polis tarafından bu sabaha doğru 05.00’den beri kuşatma altındadır.

Yine Okmeydanı’nda bulunan İstanbul Gençlik Derneği  yine yüzlerce polis tarafından camlardan girilerek, gaz bombalarıyla basılmıştır.

Arkadaşlarımız gözaltındadır.

Bizler AKP iktidarı gibi bu vatanı emperyalistlere, cümle sömürgenlere satmaya kalkışmadık. Bizler, AKP iktidarı gibi emperyalizme boyun eğmedik.

Kurtuluş Savaşı’nda kahraman dediğimiz anti emperyalistlere, vatanseverlere, bugün terörist deniyor. Bizler devrimciler, devrimci sanatçılarız. Bu aldatmacalarla halkımızın kandırılmasına izin vermeyeceğiz.

Bu tarih bizim, bizler bu halkın evlatları, onurlu süt emmiş devrimcileriyiz. Ne halkımıza, ne vatanımıza ihanet etmedi türkülerimiz, sanatımız. Ama onlar bir avuç sömürücü asalak.. Bugün devrimcileri bulundukları her yerde halka doğruları göstermesinler diye, susturmaya çalışıyorlar. Susmayacağız.

Gözaltına da alsanız, tutuklasanız, işkence etseniz de susmayacağız.

Merhaba arkadaşlar şu an size idil Kültür Merkezi’nden yazıyoruz. Az önce öğrendik mahallemizde bulunan ve demokratik, yasal bir kurum olan Gençlik Federasyonu basılmış. Kültür merkezimiz önünde de br polis yığınağı var. Birazdan burası da basılacak. Burada Grup Yorum elemanlarından İbrahim Gökçek-Selma Altın-Ali Aracı-Caner Bozkurt, Grup Yorum korosu elemanlarından Sultan Kavdır-Damla Sandal-Bahar Ertürk, İdil Tiyatro Atölyesi oyuncularından Ahmet Denizer, Yeliz Yılmaz, Ali Rıza Çelik toplam 10 kişiyiz.

Bütün halkımızı, sanatçı dostlarımızı İdil Kültür Merkezi önüne sahiplenmeye çağırıyoruz.

Sanat Cephesi
Grup Yorum
İdil Kültür Merkezi
Fotoğraf ve Sinema Emekçileri (FOSEM)
İdil Tiyatro Atölyesi”

(Yeşil Gazete)

Ormanlık alana “ÇED de gerekmez” gerekçesiyle maden ocağı ruhsatı

Milli Emlak’ın ağaçlandırılmak şartıyla devrettiği tepeye 27 yıl sonra ‘maden ocağı ruhsatı’ verildi.Bölgede maden ocağı istemeyen Çandır Köylüleri isyan etti. İlgili firmanın ruhsat alması ardından, Çandır sakinleri de bakanlığa maden ocağı için ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi’ (ÇED) raporu alınıp alınmadığını sordu. Bakanlık yetkilileri köylülere, “ÇED raporu gerekli değildir” bilgisini verdi.

1985’den beri Ormanlık Alan

1985 yılında Ankara ’nın Kalecik ilçesine bağlı Çandır Köyü’ne eğitim vermek için gelen öğretmenler, köyde hiç yeşil alan olmadığını fark edince öğrencilerle birlikte ağaçlandırma projesi geliştirdi

Başvuruyu değerlendiren Milli Emlak Müdürlüğü ise proje kapsamında ‘tepenin ağaçlandırılması’ şartıyla araziyi 1986’da dönemin Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na devretti.

2012’de Maden Ocağı Ruhsatı

Radikal gazetesinden İdris Emen’in haberine göre; 2012 yılında Özgün Yapı Sanayi Şirketi bölgede kalker ocağı kurmak için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na başvurdu.

Firmanın ruhsat alması ardından, Çandır sakinleri de bakanlığa taş ocağı için ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi’ (ÇED) raporu alınıp alınmadığını sordu. Bakanlık yetkilileri köylülere, “ÇED raporu gerekli değildir” bilgisini verdi.

Köylüler, Ankara İl Özel İdaresi, Ankara Üniversitesi ve Ankara Jeoloji Mühendisleri Odası’na ayrı ayrı müracaat ederek rapor istedi.

Üç kurumun uzmanları hazırladıkları raporlarda, bölgede faaliyete geçecek ocağın köyün su kaynaklarını olumsuz etkileyeceği, bölgenin taş ocağı olarak işletilmesinin uygun olmadığı sonucuna varıldı.

Yürütmeyi durdurma istemiyle Ankara 8. İdare Mahkemesi’ne giden köylüler hem su rezervi hem de bölgenin tek yeşil alanı olan bölgeyi yok edeceği gerekçesiyle ruhsatın iptalini istedi.

Çandır Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği sözcüsü Nurettin Dinçer : “250 hanelik köyün toplam 17 su gözesi bulunuyor. Köy, suyun tamamını Bağlar Sivrisi Tepesi’nden temin ediyor. Biz zamanında bu bölgenin ağaçlandırılması için babalarımıza, dedelerimize karşı mücadele verdik. Şimdi de bölgenin orman olarak kalması için mücadele veriyoruz. Yürütmenin bir an önce durdurulmasını ve bölgede ağaçlandırma işleminin devam etmesini istiyoruz’’ dedi.

(Radikal, T24)

Vicdani Red hakkını kullanan Işık’a “Firarisin ama izin kağıdı ile serbestsin” kararı

Vicdani retçi Ali Fikri Işık hakkında açılan davanın ilk duruşması Edirne Şükrü Paşa Kışlası’nda bulunan askeri mahkemede görüldü. Hakkında tahliye kararı verilen Vicdani retçi Ali Fikri Işık, askerlik yapması için askeri birliğe teslim edildi.

15 gündür açlık grevinde bulunan gazeteci Ali Fikri Işık, askeri mahkemede Kürtçe savunma vererek aynı suçtan kaç kere daha yargılanması gerektiğini sordu.

9 Haziran 2012 tarihinde vicdani reddini açıkladığı için tutuklanan, 4 buçuk ay sonra çıkarıldığı mahkemede Kürtçe vicdani reddini açıklayan ve ardından tahliye olan Taraf gazetesi yazarı Ali Fikri Işık, 27 Şubat’ta “askere uygun olduğu halde birliğine teslim olmamak” gerekçesiyle bir kez daha tutuklanarak Edirne Askeri Cezaevi’ne götürülmüştü.

Askeri birliğine teslim olmayıp firar ettiği gerekçesiyle yargılanan “vicdani retçi” Ali Fikri Işık’ın “Baştan beri tutuklama şartlarının oluşmadığı gözetilerek” tahliyesine karar verildi. Işık, askerlik yapması için askeri birliğe teslim edildi, ancak dört günlük izin alarak birliğinden ayrıldı.

Işık şahsına yöneltilen “askeri firar” ve “emre itaatsizlik” iddialarına ilişkin verdiği savunmasında şunları söyledi:

“Başlangıçta iddianamedeki bir yanlışlığa dikkat çekmek istiyorum. İddia makamına göre, askeri birliğe teslim olup çarşı iznine çıktığım ifade edilmektedir. Bu tamamen yalandır. 19 Aralık 2012 günü ben bu mahkemeye yargılanmak üzere geldim. O gün benim bu salonda duruşmam vardı. Bu yargılama, benim fikir ve düşüncelerime, uluslararası hukukun belirlediği kurallara aykırıdır. Ben bu suçtan dolayı bu mahkemece bir kez yargılandım ve hakkımda ceza verildi. Aynı davadan kaç kez daha yargılanacağım. Bu suçtan kaç defa daha ceza alacağım. Bana yönelik yapılan suçlama firara ilişkindir. Bu durumda askeri mahkeme görevli değildir. Madem firar suçu vatanla ilişkilendirilen bir suçtur. Bu durumda benim yargılamam sivil mahkemelerce yapılmalıdır. Toplumun tek sahibi askeri mahkeme değildir. Ben vicdani retçiyim. Askerliğe karşıyım. Dolayısıyla firar gibi kavramlar benim için anlam ifade etmiyor. 27 Şubat 2013 tarihinde teslim olmak üzere değil, duruşmama gelmek üzere geldim. Son söz olarak benim bu mahkemeye güvenim yoktur. Çünkü bu mahkeme hukuksuz bir yargılama yaptı ve bana ceza verdi. Tekrar aynı suçtan yeni bir dava açtı. Ben mahkemenin hukuksuz kararını protesto etmek amacıyla 15 gündür açlık grevindeyim.”

Ali Fikri Işık’ın Avukatı Ruşen Arslan ise şöyle konuştu; “Sanık sivil şahıstır. Askeri Mahkeme’ye de güveni yoktur. Bu nedenle mahkemenin görevsizliğine karar verilmesini talep ederiz. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi vicdani ret hakkı tanımaktadır. Bu da talep ve iddialarımızı doğrulamaktadır. Sanığın tahliyesini talep ettiğimiz halde, vicdani retçi olduğu için tekrar askerlik hizmetini yerine getirmeyecektir. Bu yüzden yeniden bir suç oluşacaktır. Bu yüzden vicdanımız el vermese bile sanığın tutukluluk halinin devamına karar verilmesini talep ederiz.” Mahkeme ise, tutuklama şartlarının baştan beri oluşmadığını gözeterek Işık’ın tahliyesine karar verdi.

Vicdani Red nedir?

bir bireyin politik görüşleri, ahlaki değerleri veya dinsel inançları doğrultusunda zorunlu askerliği reddetmesidir. Vicdani retçiler kendilerini antimilitarist ya da pasifist olarak tanımlayabilmektedirler.

En çok karşılaşılan ret sebepleri şunlardır:

  • düşman olsa bile insan öldürmeyi ahlaki bulmamak,
  • hiyerarşik ve statüsel yapılandırmalarda yer almayı ahlâki bulmamak,
  • güncel sorunlardan dolayı o ülkenin silahlı birliğinde bulunmayı ideolojik ve dini inanca aykırı bulmak.

Bu hakkın uygulanması ülkelere göre farklılık gösterebilmektedir. Bazı ülkeler zorunlu askerliğe alternatif olarak vicdani retçilere kamu hizmetinde bulunma olanağı sunarlar. Birey kamu hizmetini de redderse buna “total ret” denir.

 

(T24, Evrensel, Yeşil Gazete, Wikipedia)

Atama bekleyen ziraat mühendislerinden “ses” var

0

2012’nin ikinci yarısında gerçekleşen KPSS sınavının ardından atama bekleyen ziraat mühendisleri, yayınladıkları bir bildiriyle “hakkaniyet” aradıklarını belirttiler.

Kaleme aldıkları duyuruyu internet ortamında dolaşıma sokan ziraat mühendisleri, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın yanlış ve adaletsiz işe alım uygulamaları nedeniyle 20.000 ziraat mühendisinin mağdur olduğunu  iddia ediyor.

Hatanın kaynağının TİGEM ve TARGEL projeleri için ayrı zamanlarda işe alımları yapılan mühendis ve veterinerlerin tekrar tercihte bulunmalarının önünün açıldığı ve bu nedenle sistemin bir “kısır döngüye” girdiği görülüyor.

Ziraat mühendislerinin talebi, sistemdeki çarpıklık nedeniyle boş kalan TİGEM kadrolarının bir an önce doldurulması.

“Atama Bekleyen Ziraat Mühendisleri” imzasıyla yapılan açıklamanın tam metni şöyle:

 

 

“07.07.2012 – 08.07.2012 tarihleri arasında yapılan Kamu Personel Seçme Sınavına 20.000 Ziraat Mühendisi büyük umutla girmiş ancak adalet ve hakkaniyet duygusundan yoksun uygulamalar neticesinde büyük hayal kırıklığına uğramıştır. Tarımsal Yayımı Geliştirme Projesi (TAR-GEL) kapsamında Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, ülkemizdeki tarımsal potansiyeli ve tarımsal sorunları göz önünde bulundurmadan 27-31 aralık 2012 tarihleri arasında 2012/6 tercih sisteminde 1044 Mühendis ve 1556 Veteriner Hekim(%60’ı) olmak üzere toplamda 2600 kişi için adaletsiz bir dağılım yaparak tercih kılavuzu yayınlamıştır.

Yayınlanan bu kılavuza, daha önceden 19-28 Kasım 2012 tarihli KPSS–2012/2 alımlarında, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğüne (TİGEM) başvurup, yüksek puanla yerleşen ve daha önceden atanan Ziraat Mühendisleri de TARGEL projesinde tekrar tercihte bulunarak kısır bir döngü halinde defalarca oradan oraya atanarak birçok kadronun boş kalmasına neden olmuştur. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’da usulen yanlış olan bu uygulamada ataması yapılan kişilerin tekrar tercih yapmasını engellemek için bir çözüm bulamadığı gibi boşalan bu kadroları doldurmak için de herhangi bir girişimde bulunmamıştır. Böylece sayıları 20.000’leri bulan Ziraat Mühendisi mağdur olmuştur.

Ülkemizde, Çiftçi Kayıt Sistemine(ÇKS) kayıtlı ve kayıtsız yaklaşık 5 milyon civarında çiftçinin varlığı göz önünde bulundurularak uygulanan proje kapsamında alımların yetersiz olduğunu ve atamalardaki usulsüzlük den hakkımızın yenildiğini düşünmekteyiz. Bu adaletsizliğin giderilmesi için en kısa sürede Tarımsal yayın ve geliştirme (TARGEL) projesinin devamı niteliğinde veya Türk tarımına ışık tutacak ve çağ atlatacak yeni projelerle hak ettiğimiz atamaların gerçekleşmesi ve en az 5.000 ziraat mühendisinin, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına atamasının yapılmasını ve Tarım işletmeleri Genel Müdürlüğünde (TİGEM) boşalan kadroların doldurularak, adaletin yerini bulması ve mağduriyetlerimizin giderilmesini, hakkı yenilmiş Ziraat Mühendisleri olarak talep etmekteyiz. En kısa sürede Gereğinin yapılmasını arz ederiz.”

 

(TarımBlog, Yeşil Gazete)


[Özel haber] Milletvekillerine, yine ve yeniden: Tabiat Kanunu’nu geri çekin!

Tabiat Kanunu İzleme Girişimi, Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı’na ilişkin endişelerini ve somut önerilerini basına açık müzakere toplantısında paylaştı.

13 Mart 2013 tarihinde gerçekleştirilen toplantıda, 5 Haziran 2012’de Çevre Komisyonu’nda kabul edilen ve halen TBMM Genel Kurul gündeminde 10. sırada yer alan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı’na ilişkin endişeler dile getirildi.

Toplantıya Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Mehmet Şandır, İstanbul Milletvekili Melda Onur, Çanakkale milletvekili Serdar Soydan, Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz katıldı.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nden ve Barış ve Demokrasi Partisi’nden ise toplantıya katılım olmadı.

Orman ve Su İşleri Bakanı, Çevre ve Şehircilik Bakanı ve Çevre Komisyonu Başkanı da yoğun davet ve isteğe rağmen müzakere masasına oturmadılar.

Girişim temsilcilerinin Tabiat Kanunu’nun koruma misyonundan ve katılımcılıktan uzak olduğunu belirttiği toplantıda, tasarının ayrıca Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere de aykırı olduğunun altı çizildi.

 

 

Tabiat Kanunu İzleme Girişimi’ne göre tasarı kanunlaşırsa,“üstün kamu yararı” adı altında Türkiye’nin doğal alanları katledilebilecek.

Koruma altındaki alanlar Avrupa Birliği üyesi ülkelerde ortalama %17,76 iken, Türkiye’de bu oran yalnızca %4.

Girişim temsilcileri, kanunla birlikte bu çok kısıtlı alanın da statülerinin yeniden değerlendirileceğini ve “bu statüler sayesinde üzerindeki maden, turizm, hidroelektrik santral, termik santral, nükleer santral gibi baskılara direnebilen elmas değerindeki bir avuç alanın” sadece ilgili bakanlığın oluruyla bir gecede “yok edilebileceğini” belirtiyor.

Yaşam savunucularına göre tasarı mevcut haliyle yasalaşırsa Küre Dağları, Dilek Yarımadası, Çıralı, İğneada, Tuz Gölü, Fırtına Vadisi, Gediz Deltası gibi birçok alan “kıyameti yaşayacak”.

Girişimin ardından söz alan MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır “Bugün dünyada artık büyümenin ve kalkınmanın tanımı değişti.” diyerek kalkınmacılığın ideoloji-üstü konumunu sorgulayan “ekolojist” bir bakış açısı sundu. “Doğayı korumadan büyük ve güçlü devlet olmanın mümkün olmadığını” belirterek devam eden Şandır’a göre Türkiye’nin dört bir yanında “madencilik uğruna doğamız yok ediliyor.”

Yine Şandır’a göre, doğa hukukla değil bilinç ve kültürle korunabilir.

MHP’nin kanun tasarısına karşı mecliste mücadele edeceği sözünü vermesinin ardından söz alan CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi ise kanunun anayasaya ve uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu hatırlatarak tasarıya karşı mecliste her türlü muhalefeti göstereceklerini, tasarının yasalaşması durumunda Anayasa Mahkemesi’ne taşıyacaklarını belirtti.

Tabiat Kanunu İzleme Girişimi kanunla ilgili tüm tarafların katkı vereceği “yeni” bir sürecin başlatılması durumunda, yeni bir kanun tasarısının yazımını 5 Hazian 2013’e yetiştirmeyi de vaat ediyor.

 

 

Girişimin talepleri ise oldukça net:

  • Muğlak tanımların revize edilmesi, ekler konulması,
  • Korunan alanların belirlenmesi ve ilanında tek yetkili kurumun olmaması,
  • Mevcut korunan alanlarının koruma güvencesinden mahrum bırakılmaması,
  • “Üstün kamu yararı“ gibi objektif tanımı olmayan kavramlara dayanan kullanıma açmaların olmaması,
  • Toplumun tüm kesimleri ile ortak hareket edilmesi, “bilgilendirilmek” değil “karar mekanizmasında söz sahibi olmak”.
  • Korumada bürokrasinin ‘tekel’ olmaması, “Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Danışma Kurulu”nun yerelde ve merkezde şeffaf ve katılımcı biçimde ele alınması,
  • Yereldeki yapılanmanın güçlü olması,
  • Tabiatı koruma alanlarında ve diğer koruma alanlarının mutlak koruma zonlarında hiç bir izin, intifa ve irtifak hakkı verilmemesi
  • Tahrip edilmiş olan ekosistemin iyileştirilmesindeki önlemlerin keyfi olmaması,
  • Tasarıda sözü geçen tüm koruma alanlarının hangi usul ve esaslara göre yönetileceğinin açıkça belirlenmesi; Özel Kanun olan Milli Parklar Kanunu’nun iptal edilmemesi,
  • Kritik konuların gelişi güzel yönetmeliklere ya da bir tek Bakanlığın keyfiyetine bırakılmaması,
  • Temel Kanun olarak “toptancı” bir zihniyetle görüşülmemesi

 

Tabiat Kanunu İzleme Girişimi’nin toplantıda yaptığı sunumu şu adreste inceleyebilirsiniz.

 

(Yeşil Gazete)


Ey Cemaat Tabiatı ve Biyoçeşitliliği nasıl bilirdiniz? – Bülent Şık

Tolstoy’un “Savaş ve Barış” adlı romanının kahramanı “Prens Andrey”, romanda ayrıntılı bir biçimde anlatılan Austerlitz savaşında başından vurulup yere düşer ve o kızılca kıyametin ortasında gökyüzünü seyretmeye başlar.

“Sadece gök vardı üzerinde: İçinde kül rengi bulutların ağır ağır akıp gittiği, yüksek, belki pek parlak değil ama alabildiğine yüksek bir göktü bu. ‘Ne sessizlik, ne dinginlik, ne yücelik diye düşündü prens Andrey. Hiç de hani şu biraz önce koşmakta olduğum, koşmakta, haykırmakta ve vuruşmakta olduğumuz zamanki gibi değil! Fransızla Rus topçusunun, top tomarını öfke ve dehşet içinde birbirlerinin elinden koparıp almağa çalıştıkları zamanki gibi değil hiç de! Bu uçsuz bucaksız yüce gökten hiç de öyle geçmiyor bulutlar! Nasıl oldu da görmedim ben bu yüce göğü daha önce! Ve şimdi onu görüp tanımış olduğum için nasıl da mutluyum işte! Evet, evet! Bu sonsuz bu bitip tükenmek bilmeyen gök dışında bütün her şey boşunalık ve yalandan ibaret… Hiç ama hiç bir şey yok onun dışında… ‘ (Ada Yayınları, çeviri: Attila TOKATLI)

Prens Andrey’in, ölümcül bir yara aldıktan sonra doğanın fark edildiği ender anlardan birini yaşaması, insana, doğada yarattığımız ve belki ölümcül sonuçlara yol açmadan fark edemeyeceğimiz tahribatı anımsatıyor. İnsanın kendisine ait olduğunu düşündüğü, kirlenmesini ve tükenmesini artık kanıksadığı ve ancak kendi varlığı da yitip gidecekken farkına varabileceği ya da hiç farkına varamayacağı bir doğayı akla getiriyor.

 

Altıncı büyük yok oluş krizi

 

İnsani faaliyetlerin neden olduğu çevre kirliliği ve doğa tahribatı, her geçen gün daha fazla canlı türünü yok oluş veya soyunun tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor. Bu konuda oluşan kaygılar, 1992’de Rio Dünya Zirvesi’nin toplanması ve Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin imzalanmasını sağlamıştı.  Ancak geçen yirmi yıldan fazla süre içinde doğru düzgün hiçbir şey yapılamadı ve durum günden güne daha kötü oldu. Oluyor.

Bundan yaklaşık olarak yirmi yıl önce bu konuda yayınlanan en önemli kitaplardan birini yazan Richard Leakey ve Roger Lewin (The Sixth Extinction: Patterns of Life and the Future of Humankind 1995) insani faaliyetler nedeniyle önümüzdeki 100 yıl içinde yeryüzünde yaşayan canlı türlerinin yarısının yok olabileceği uyarısında bulunmuşlardı.  Dünyada yaşayan türlerin zaman içinde yok olması olağandır. Olağandışı olan şey günümüzde doğal yok oluş oranlarının normale kıyasla 1000 kat hatta bazı bilimcilere göre 10 bin kat artmış olması.  Dünyamızdaki yaşamın üç buçuk milyar yıllık tarihinde biyolojik türlerin kısa bir jeolojik zaman diliminde ve büyük oranlarda yok oluşuna neden olan 5 büyük soy tükenmesi belirlenmiş. Örneğin 65 milyon yıl önce dünyaya çarpan bir göktaşı var olan türlerin yüzde doksan beşinin yok olmasına neden olmuştu.  Ama böylesi felaketler oldukça seyrek gerçekleşir. Şimdilerde var olan altıncı yok oluş krizinin nedeni ise çok daha farklı. Dünyada vuku bulan altıncı büyük soy tükenmesinin tek faili Leakey ve Lewin tarafından da vurgulandığı gibi insan.

 

Tabiat ve biyoçeşitliliği koruma-ma yasası

 

Bütün bunlar gün be gün daha şiddetle ve yoğun bir şekilde dile getirilmesine rağmen ülkemiz politik gündemi için bu konular hala çok lüks kaçıyor. Buna en güncel örneklerden biri, kamuoyunun gündemine giremeyen ve şu an mecliste olan Tabiat ve Biyoçeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı. Tabiat ve biyoçeşitliliği nasıl korumamalıyız rehberi gibi de okunabilecek yasa tasarısı, yapılacak yatırımlar önünde bir engel oluşturabilecek her türlü toplumsal itirazın önünü “yasa marifetiyle” kesmek niyetiyle hazırlanmış gibi görünüyor. İsteyen istediği kadar itiraz etsin, yasa tasarısında yer alan “üstün kamu yararı” kavramı gerekçe gösterilerek istenilen her yere her türlü yatırım yapılabilecek. Doğal parklar, sit alanları, korunması gereken bölgeler… vs. aklınıza neresi gelirse gelsin fark etmiyor; her yer potansiyel bir yatırım alanı oluyor.

Gerçi ülkemizde öyle şeyler oluyor ki bu yasa değişikliğine ne gerek vardı ki diye sormadan edemiyorsunuz. Örneğin, Hürriyet Gazetesi yazarı Melis Alphan (9 Mart 2013 tarihli “Batsın sizin vahşi madenciliğiniz!” yazısı) tarafından dile getirilen Manisa’nın Turgutlu ilçesindeki Çaldağı’nda yapılacak madencilik faaliyeti gibi. Dünyanın yedinci büyük tarım havzası olarak nitelenen bölgede yapılacak nikel madenciliği için tam olarak 15 ile 18 milyon ton gibi insanın inanmakta hakikaten zorluk çektiği bir miktarda sülfürik asit kullanılacak.  Bu miktar ülkemizi dünyadaki ikinci büyük sülfürik asit üreticisi haline getiriyor. Ne mutlu!, ama bu kadar çok miktarda sülfürik asiti üretecek ve yapılacak madencilik faaliyeti esnasında yukarıdaki resimde de görülebileceği gibi kullanarak bölge topraklarına akıtacak fabrika için ÇED raporunun bile istenmemiş olması sizlere ne anlatıyor? Bu faaliyetin zaman içinde ülkemizin en verimli tarım alanlarından birini, yer altı ve yerüstü su kaynaklarını ve haliyle tabiat ve biyoçeşitliliği yok edeceğini bilmek için kâhin olmaya gerek var mı?
Gerçekte yok olacak olan ne?

Her ne olursa olsun insana hiçbir şey olmayacağına, hep var kalacağımıza inanıyoruz. Şu an mecliste olan yasa, çıkması durumunda hayata büyük zarar verecek. Bu yasa bir ölüm fermanıdır. Hem doğa ve hem de biyoçeşitlilik hakkında çok az şey bilsek de zarar görmesinin nelere yol açabileceğini biliyoruz. Doğa insanın varoluş zeminini oluşturur. Biyoçeşitlilik ise bir tür olarak varlığımızın sürekliliğini güvence altına alan en önemli şey. Yitirilmemesi veya örselenmemesi gerekir. Bir zamanlar sahip olduğumuz ve yitirince değerini anladığımız diğer şeylere benzemez. Yitince insan da yiter. Yani aslında yitirdiğimiz ve yok ettiğimiz kendi türsel varlığımızdır. Pek muhtemel değil ama cenaze namazlarında olduğu gibi, “Tabiat ve biyoçeşitliliği nasıl bilirdiniz?” diye soracak tek tük birileri kalsa da geride; bu soruya yanıt verecek bir cemaat kesinlikle kalmayacak…

Bülent Şık – www.t24.com.tr

 

 

Marmara Hukuk’ta Pippa Bacca ve Barış Gelini

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde, İnsan Hakları ve Anayasa Hukuku Çalışmaları Kulübü 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kapsamında 8-15 Mart tarihleri arasında ‘’hukukta kadın’’ başlığıyla bir dizi etkinlik düzenliyor.   Bu etkinliklerden biri olan “Pippa’ya Mektubum” belgesel gösteriminin ardından belgeselin yönetmeni Bingöl Elmas’la  bir söyleşi de gerçekleşti.

Belgesel şöyle gelişiyor; dünya barışı için beyaz gelinlikle, Milano’dan otostopla yola çıkan Pippa Bacca’nın yolculuğunu devam ettiren yönetmen Bingöl Elmas siyah gelinlikle ve otostopla “barış gelini”nin son otostop yaptığı yerden başlayıp Suriye sınırına kadar gidiyor. Belgesel içinde, yolculuk sırasında yapılan sohbetlerde, insanların çoğunun tepkisi ‘’riskli bu yaptığın, başına bir şey gelebilir’’ şeklindeydi. Belgeseldeki diyaloglar insanların hayata, topluma bakış açılarını, korku ve kaygılarının nedenlerini sinema diliyle izleyiciyle paylaşıyor.

“İçimizdeki kadın ve erkeği sorgulamalıyız”

Bingöl Elmas’la yapılan söyleşide önemli bir vurgu ise, insan haklarına yönelik her ihlalde tepki gösterilmemesi üzerineydi. Sıkıntılı olan başka bir alan olarak da heteroseksist bakışa saplanılması olarak tarif edildi. Türkiye’de birçok meselenin bu gibi belirli bakış açılarından hareket edildiği için aslında tartışılamadığı, söylendi. Yaptıkları konuşmalarda öğrenciler, eşit olmanın kadınların ‘’erkek gücü’’ elde etme isteği olarak algılanmasına tepki gösterdi. Bingöl Elmas,  kadın ve erkek arasında iktidar mevzusunun öne çıkmaması gerektiği fikrini dile getirip, önemli olanın bir şeyleri birlikte yapma yeteneğine erişmek olduğunu söyledi.

Bingöl Elmas’la belgeselin ardından yapılan söyleşiden başlıklar:

İnsanlar neden böyle korkuyor?

Korku politiktir.3. sayfa haberleri der ki sokak tehlikelidir, sokağa çıkma. Bu şekilde insanlar pasifize ediliyor. Gerçeklerin farkındayım, sorunlu bir ülke, aydınlık noktalarımız üzerinden hareket etmeliyiz, biz de.

Film kararını nasıl verdiniz?

Bu bir eylemdi öncelikle, sonrasında film. 2 kadın beyaz gelinlikle, savaş yaşanan ülkelerden geçiyor, insanlara güvenmek istiyoruz diyorlar ve bir kadın ölüyor. Bunu kanıksamamamız lazım, barış için her şeyi yapmamız lazım. Belgeselde sakinliğinizi her zaman koruduğunuzu görüyoruz, nasıl bu kadar sakindiniz?Sokağa çıktığınızda da bu muameleyi görüyorsunuz. Karşılaştığınız insanları hedef haline getirmemek lazım, bu birinin suçu değil, içinde yaşadığımız ortamın bir getirisi. Öfke duyacağın insan olmamalı, ortamı oluşturulan koşullar değiştirilmeli. Uzlaşmazsınız ama karşınızdakilere, öfke de yöneltilmez.Herkesin kendi içindeki kadını ve erkeği sorgulaması, anlaması gerektiği düşüncesindeyim. Kendi hayatına dönüp bakmadan, değiştirmeden toplumu da değiştiremezsiniz, sisteme de laf edemezsiniz.

Belgeselde karşılaştığınız çocukların, size yaklaşımları nasıldı?

Çocuklara bakarsanız, kız çocuğu: Kürt müsün? Diye soruyor, korkardım ben kimseye yaklaşmazdım diyor. Erkek çocuğu, girişken, koruyucu, namus bekçisi gibi davranıyor. Kötü donanımlardan etkilenmişler, onların büyümüş haliyiz bizler. Eğitim sistemi sorgulamayan, özgüvenini yitirmiş, analiz yapamayan, militer yapıda, bu da kişiliğin oluşmamasına neden oluyor. Ancak eksiklikleri bilerek yeniden organize etmek mümkün. Sağlıklı tek bir birey bile çok şey değiştirebilir.

Yaratılıştan gelen farklılık eşitsizliğe engel mi?

Fizyolojik farklılıktan ziyade, ataerkil sistem, politika, din aracılığıyla insanlar kadına erkeğe bir rol biçiyor. Fizyolojik olarak da hangi yönünü geliştirdiysen o konuda iyi olursun. Yaşayışı değiştirirsen fizyolojik farklılıklar da değişir. Genetik hafızayı da bu farklılıkları tanımlarken ve yeniden yapılandırırken unutmamak gerekir.

Kişi kendini dönüştürdükten sonra, akıl tutulması yaşamadan sistemi değiştirmek için hareket eden herkes birçok çözüm üretebilir. Bireysel kurtuluş olmaz, birlikte yaşıyoruz. Eşitsizliğe çözüm üretme sürecinde örgütlülük en önemli konulardan birisi…

Haber ve Fotoğraflar: Büşra Akman

(Yeşil Gazete)

 

Yeni Papa Arjantinli Kardinal Jorge Bergoglio

Vatikan, yeni Papa’yı seçti. Bueonos Aires’li bir Cizvit olan Kardinal Jorge Bergoglio, Papa 1’inci Francis olarak tanıtıldı.

Katolik Kilisesi’nin başına ilk kez Latin Amerika’dan bir Papa seçiliyor.76 yaşındaki Papa 1’inci Francis, yüzyıllar sonra Avrupa dışından seçilen ilk ruhani lider.

Yeni Papa’nın isminin duyuruluşundan önceki saatte, Vatikan’da Sistine Şapel’den yükselen beyaz duman, yeni Papa’yı seçmek için toplanan 115 kardinalin bir sonuca vardığının işaretini vermişti.

Yeni Papa’nın seçilişi, 16’ncı Benediktus’un istifasını izliyor. Seçim için Sistine Şapeli’ne kapanan kardinallerin yaptıkları oylamada, Papa adayının üçte ikilik oy desteğine sahip olması gerekiyordu.

Papa 1’inci Francis, dünya çapında 1 milyar 200 milyon civarında Katoliğe başkanlık edecek.

2005’te seçilen 85 yaşındaki Papa 16’ıncı Benediktus fiziksel ve zihinsel gücünün zayıflamasını gerekçe göstererek geçen ay istifa etti.

Yeni Papa’nın göreve gelmesi, Katolik kilisesinin cinsel taciz ve Vatikan Bankası’ndaki yolsuzluk iddiaları nedeniyle zor günlerden geçtiği bir döneme rastlıyor.

(BBC Türkçe)

 

 

Yeni Papa’nın seçildiğinin işareti beyaz duman Vatikan’dan göründü

0

Yeni Papa’nın seçildiğini haber veren beyaz duman tüttü.

Vatikan’da Sistine Şapeli’nde toplanan kardinaller Katolik dünyasının yeni ruhani liderini seçti. Yeni Papa, oylamanın beşinci turunda belli oldu. Seçimin tamamlandığını gösteren beyaz duman Sistine Şapeli’nin bacasından tüttü. eni Papa’nın isminin kısa bir süre içerisinde açıklanması bekleniyor.

Yeni Papa’nın seçilmiş olması Vatikan’da sevinç gösterileriyle karşılandı. İstifa ederek görevinden ayrılan 16’ncı Benedikt’in halefi yeni Papa 155 kardinalin 77’sinin oyunu aldı. Kardinaller, Papa’yı seçmek üzere salı günü Sistine Şapeli’nde toplanmıştı.

Dünya üzerinde yaklaşık 1 milyon 200 bin Katolik bulunuyor.

(Deutsche Welle Türkçe)