Neden Ermeni Lobisi ve Fettulahçılar? – Erdal Doğan

23 Şubat 2012 tarihinde İmralı’da Öcalan ile gerçekleşen görüşme tutanaklarının Milliyet gazetesi aracılığıyla basına yansımasından bugüne çok şey konuşuldu, tartışıldı.

Hem generallerin hem de CHP ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin o çok güvendikleri ve sevdikleri basın açıklamalarında yanı başlarında oturttukları Fikret Bila, bu tutanakları yayınlarken her nedense “özel hayat, özel durum, sohbet havasında söylenmiş düşünceler” demeyip bazı isim ve grupların isimlerini geçirip, onlara karşı söylenmiş sözleri yayınlamıştı.

Haliyle isimleri geçen kişi ve taraflar kendilerine söylenmiş bu sözlere karşı gecikmeden cevaplarıyla o sıcak gündemi daha da hararetli hale soktular.

Tutanak sızdırmasını ve yayınlamayı gerçekleştirenlerin bir amacı da bu olsa gerekti.

Ve başardılar da.

Tüm bu olup bitenin bir provakasyon olduğuna dair kimsenin şüphesi olmadı zaten.

Özellikle mevcut durumun çatışmasızlık sürecine evrilmesi, çok gecikmeli de olsa Kürt meselesinin bireysel ve kolektif haklar manzumesi temelinde çözülme somutluğunun, Ergenekoncularla ve onun olmazsa olmazı Özel Harp Dairesi/ Kontrgerilla yapılanmasının birer korkulu fobisi olduğunu ve süregiden bu aşamalarda her türlü engelleme çabası içerisinde olacakları da herkesin malumuydu.

Her şey ne kadar şeffaf gidiyor değil mi!

Birçok kişi gibi ben de eski yazılarımda bu şeffaflık içerisinde eski statükocuların her siyasal yapılanmadaki uzantılarına dikkati çekerken özellikle de BDP ve PKK içinde ve çeperlerindekilere daha fazla dikkat çekme gereği duymuştum.

Ak Parti hükümeti içindeki siyasi ve bürokratik Ergenekoncu-Kemalist kadrolar kadar BDP ve PKK içindeki Ergenekoncu-Kemalist kadroların takiyyeli siyaset tarzının çeşitli biçimlerde bundan sonra da cereyan edeceğini biliyoruz.

Çünkü bu bir var olma, yani iktidarda kalma savaşı.

Yani olan bitenin herkesin gözü ve bilgisi dahilinde gerçekleşiyor olması da belki bu dönemin en yeni hali.

Fakat yeniden çatışma, kaos ve ölüm tehlikesinin yaşanmaması ve tehlikeyi savurabilmek için yine de çok dikkatli olmak gerek.

Çünkü bu yapıların birkaç korkulu rüyasından biri Kürt meselesinin Kürtlerin halk olmaktan kaynaklanan evrensel, hukuki, doğal hakları ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde yer alması iken bir diğeri de 1915 Ermeni soykırımının mağdurları olan Ermeni halkının soykırımdan canını kurtarabilmiş ve dünyanın her bir yerine savrulmuş Ermeni diasporası ile Kürtlerin buluşma olasılığıdır.

Statükocuların amacı; geçmişle yüzleşmede çok önemli adımlar atan Kürt halk dinamizminin bu yüzleşmesinin önüne geçmek ve diğer Anadolu’nun mazlum ve soykırıma uğramış halkları ile buluşmasının önünü kesmektir. Bunun için de her daim Yalçın Küçük tezleri ortama pompalanmış, yetersiz kaldıklarını görünce de bu amaçları Öcalan üzerinden gerçekleştirilmek istenmiştir.

Öyle ki bir dönem sürekli dillendirilen Türklerle Kürtlerin Cumhuriyetin kurucu unsur olduğu söylemi bu propagandanın bir eseriydi.

Ermenilerin sistematik olarak 1890’dan başlayarak 1915’te yaşadıkları o büyük kıyım ve daha sonra çeşitli politik versiyonlarla 1923’den sonra da devam eden süreciyle Kürtlerin yüzleşmesi ve bu dönemi deşifre etmesi İttihatçı-Kemalist cephenin en çok korktuğu mevzudur.

Bu nedenle Öcalan’ın 1998’lerde İmralı’ya konulma sürecinde dolaşıma sokulan ve ortalığa faş ettikleri o ırkçı ideolojik tez ve yaklaşımlarının halen çeşitli kanallarla Öcalan üzerinden Kürt siyasi yapılanmasına enjekte ettirilmeye çalışıldığını görüyoruz.

1990’lı yıllarda Öcalan ve PKK militanlarının Ermeni tohumları olarak gazete manşetlerine taşındığı, ırkçılığın bakanlıklar düzeyinde sergilendiği, hatta bu durumun yakın zamana kadar dahi AK Parti hükümetinde yer alan siyasi zatlar ile PKK militanlarının sünnetsiz olduğu iddiaları üzerinden devam ettirildiği kadim bir politikanın en somut görünümleriydi.

Uzun bir dönem Öcalan’ı Kemalist yaptım diye övünerek dolaşan, o ideolojik misyonunu en son tutuklanıp cezaevine girdiği süreye kadar çeşitli kanallarla İmralı’ya ulaştırmaya çalışan Yalçın Küçük’ün mirasını halen sürdürenler olduğunu görmekteyiz.

İdeolojik bombardımanın çeşitli kanallarla Öcalan’a halen yapıldığı konusunda şüphe olmamalı. Öcalan’ın avukatlardan istediği kaynakların kendisine ulaştırılmadığı söz konusu.

Bu hususu nerden çıkardın diye soranlar olabilir tabii. Öcalan’ın avukatlarının tutuklanmasına kadar basına yansıyan avukat görüşme tutanaklarından çıkarıyorum.

Öcalan’ın özellikle Ermeni tarihi ve İttihat Terakki dönemine ait ısrarlı kitap isteyişinden ve ayrıca bu dönemin özellikle okunması gerektiğine vurgu yapmasından çıkarıyorum.

İstediği kaynaklar getirilmişse ya da eksik kaynaklar kendisine sağlanmışsa da görünen şu ki, Öcalan’ın söylemlerinde halen 1990’ların ve 2000’lerin başındaki Ermeni meselesine ideolojik bakış veya yönlendirme egemen.

Öcalan’ın diğer söylemlerinin dışında özellikle bu konudaki söylemlerinde çelişkiler mevcut.

Bir yandan o her zaman için dillendirdiği Anadolu ve Mezopotamya halklarının tekrar birlikte yaşayabilme ortamının ve kültürel haklarının sağlanmasına vurgu varken ve bu süreçte azınlıklardan destek talep ederken, diğer yandan, çok eski değil daha geçen yüzyılda nüfusu milyonlarla anılan ve Anadolu’daki 4000 yıllık tarihsel kökleri ile birlikte yok edilenlerin sağ kurtulabilen çocuklarının ve torunlarının oluşturdukları diasporaya karşı husumet dolu açıklamaları hiç anlaşılır değil!

Bu söylediklerinin yalnız Kürtler üzerinde değil O’na karşı olan hem Türklerde hem de diğer Türkiye halklarında çeşitli yansımalarla birer yankı bulduğunu sanırım tahmin etmek zor değil.

Bu yapının, statükocuların ya da Ergenekoncuların bugüne kadar anlayabildiğim kadarıyla diğer bir korkulu rüyası ve gayesi de; Türkiye’de siyasal ve sosyolojik bir aktör ve topluluk halini almış Fethullah Gülen cemaati ile Kürt siyasi hareketinin tüm bağını keserek ona karşı sürekli bir husumet oluşturmaktı.

Özellikle de bu yeni süreçte Fethulah Gülen cemaati yayınları Kürt siyasi hareketine karşı yeni bir dil oluşturma gayretine girişmiş iken.

Provokasyonu yapanların amacı sanırım bu iki kesimi sürekli birbirlerine karşı önyargılarla besleyip düşmansal çatışma haline sokmak.

Özellikle Fethullah Gülen cemaati nezdindeki bu düşmanlığın Kürt siyasi yapılanmasına karşı bu süreçten önce çok başarı ile gerçekleştirildiğini biliyoruz.

Aynı husumetli hal Kürt siyasi hareketinde de başarıyla sonuçlanmıştır.

Böyle olunca, yani Fethullah Gülen cemaati yayınlarının Kürt siyasilerine karşı kullandığı ayrımcı dil ve düşmansal tutum Kemalistlerin çabasını kolaylaştırıyor.

Özellikle Fethullah Gülen cemaati bünyesindeki yayınlardaki, haber ve dizi filmlerdeki gard alışın en son bu tutanaklarda sarf edilen cümlelerle devam ettirilmek istendiğini düşünüyorum.

Kürt siyasi cephesinde bu sürecin başarıyla nihayetlendirilmesinde veya en azından hızlandırılmasında Fethullah Gülen cemaatinin rolünün küçümsenmesi bence çok ciddi bir stratejik hata olur.

Her ne kadar bir provokasyon amacıyla da olsa yayınlanan bu tutanaklar şöyle bir hayra da vesile olmuştur;

Kürt meselesinin çözümünde tartışmasız olarak en önemli aktör kabul edilen Abdullah Öcalan o çok birikimli ve siyasi analizlerinde doğru tespitlerinin yanında yukarıdaki ele alınan iki konuda hala 1990’lar dönemine ait bilgilerle hatalı çıkarımlar yapmaktadır veya halen o dönemlerden devam eden unsurların yanlış yönlendirmelerine maruz kalmaktadır.

Bu konuda kendisine yeterli bilgi ve kaynak ya ulaştırılmıyor ya da yukarıda zikrettiğimiz kesim tarafından yoğun ve kasıtlı bir biçimde yanlış enformasyon devam ediyor.

Bu iki husustaki Öcalan’ın tutumu belki de AK Parti’de özellikle Başbakan Tayyip Erdoğan nezdinde memnuniyetle karşılanıyor.

Kim bilir?

Tutanakları sızdıranların ve yayınlayanların bir amacı da belki süreci buradan vurarak, statükoyu devam ettirmekti.

Sizce başardılar mı?

Erdal Doğan – www.demokrathaber.net

 

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR