Ana Sayfa Blog Sayfa 4377

Çocuk Pornosu skandalı Facebook’u sarstı

Dünyanın en büyük sosyal ağı Facebook’ta beliren çocuk pornosu içerikli video, büyük bir skandala yol açtı. Videonun 16 binden fazla kullanıcı tarafından paylaşılması ve 4 bin kere ‘beğenilmesi’ sosyal medya ağının itibarını sarsarken büyük bir tepkiye neden oldu.


Üye sayısı bir milyarı aşan Facebook, site tarihindeki en büyük skandallardan biriyle karşı karşıya. Cuma günü sosyal ağda beliren çocuk pornosu videosu, 16 bin kullanıcı tarafından paylaşıldı, 4 bin kez ‘beğenildi.’

Facebook’ta bir çocuk pornosu videosunun dolandığını fark eden kullanıcılar neye uğradıklarını şaşırırken, tepkilerini Twitter’da attıkları mesajlarda ortaya koydular.

Facebook, her ne kadar videoyu kısa bir süre içinde kaldırsa da, çok sayıda kullanıcı videonun ekran görüntülerini alarak yaşanan rezaleti diğer sosyal medya ağlarında duyurdu.

İnternette çok büyük tepki uyandıran olayın ardından, Twitter’da videoda yer alan ve küçük bir kızı taciz eden adamın yakalanması için çağrılar yapıldı.

Independent sitesinin haberine göre, Facebook’un savunması kimseyi tatmin etmiş değil. Site, iki yıl önce aşılması neredeyse imkansız olan ‘güvenlik duvarı’ oluşturduğunu açıklamıştı.

Facebook, Mayıs 2012’de Microsoft’un geliştirdiği ve görüntüleri çok hızlı bir şekilde taramadan geçiren PhotoDNA yazılımı kullanmaya başladı. Şirket, her gün sayfaya yüklenen 200 milyon fotoğraf arasında, özellikle 12 yaş altı çocukların görüntülerini içeren fotoğrafların ayıklanabildiğini açıklamıştı.

(Independent)

 

Çandar, “Hasan Cemal’in yazamıyor oluşu sıranın bana geldiği duygusunu veriyor”

Açık Radyo’da her Cumartesi 09.00 ve 10.30 saatleri arasında yayımlanan Radyo Agos programına konuk olan Cengiz Çandar, “Hasan Cemal’in yazamıyor oluşu sıranın bana geldiği duygusunu veriyor” dedi. “Kürt sorunu çözüldü” gibi bir görüntü yaratıldığını da sözlerine ekleyen Çandar gelinen noktayı şu sözlerle değerlendirdi: “Bitti bu iş, çözüldü’ havası yaratıldı. İş bitmiş gibi bir durum yok.”

Cengiz Çandar, Radyo Agos’ta Karin Karakaşlı ve Rober Koptaş’ın sorularını yanıtladı.

Örgütün silahsızlanmasının Kürt sorununun çözüleceği anlamına gelip gelmeyeceğini soran Koptaş’a Çandar, “Örgütün silahsızlanması için belirli bir süre gerekli. Türkiye’de önemli bir yanılgıya yol açılıyor” diyerek yanıtladı. Çandar şöyle devam etti: “Başbakan’ın iktidarını, imajını cilalamak dürtüsüyle yakın çevresi tarafından (belirli kontrol mekanizmalarıyla, yakın çevresinin içine basının yüzde 50’den fazlası giriyor şu anda)  ‘Bitti bu iş, çözüldü’ havası yaratıldı. Sınır dışına çekilmenin ardından dağdakilerin nereye gideceği konuşulmaya başlandı. İş bitmiş gibi bir durum yok. Son derece olumlu bir noktadayız ama bu kadar pembe bir görüntü yok; tam tersine bundan sonrası önemli. Fakat bu sonu iyi bitecek bir sürecin başına gelmiş olmak önemli, dersimizin orasına bir türlü gelemiyoruz. Kitabı yazacağız ama önsözü yazılamıyor. Şimdi Diyarbakır Nevruz’u ile önsözü yazıldı diyebiliriz.”

Hasan Cemal’in Milliyet’ten gönderilmesi konusuna da değinen Çandar, medyada tepki verilmemesini, “Bu konuda bağışıklığım var; şaşırmıyorum. Birkaç vesileyle yazdım, 28 Şubat’ta ‘andıç’a maruz kaldıktan sonra kendi meslek ortamımın manzarasını gördüğümde duyduğum hayal kırıklığı, o gün bugün bende Türkiye’deki medya ortamından bir şey beklememek gerektiğini duygusunu uyandırdı” sözleriyle değerlendirdi.

Çandar şunları söyledi: “Geçen günkü bir yazımda ‘Medya, benim için, (28 Şubat) o gün bitmişti’ dedim. Medya benim işimi iyi yapmaya çalıştığım bir alan, saygınlık ölçüsü değil. Tam da medyanın Hasan Cemal’in başına gelenler sonrasında gösterdiği  performansı nedeniyle öyle değil. Hasan Cemal’in yazamıyor oluşu sıranın bana geldiği duygusunu veriyor.”

Cengiz Çandar’ın Cumartesi sabahı Açık Radyo’da yayınlanan Radyo Agos’ta bu sözleri söylediği sırada Hasan Cemal’in Kandil’de bir köyde Murat Karayılan ile yaptığı röportajın Pazar günü T24’de yayınlanması ise Çandar’ın, “Hasan Cemal’in yazamıyor oluşu” sözünü 24 saat geçmeden boşa çıkarmış oldu.

(Agos, Yeşil Gazete, T24)

 

Gazeteler sizinse, gazetecilik bizimdir! – Doğan Akın

“Gazete yöneten adam, bana, cehennem ateşini bir kova suyla söndürmeye çalışan bir meleği hatırlatır…”

Hasan Cemal‘in “Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim” kitabı Aldous Huxley‘nin yukarıdaki sözleriyle başlar. Cemal, 2 yıl Ankara Temsilciliği, 11 yıl da Genel Yayın Yönetmenliği yaptığı Cumhuriyet’teki 18 yıllık serüvenini anlattığı kitabına başlarken ikinci alıntıyı Ahmet Altan’dan yapar:

“Yazı yazmak, ölümün elinden bir şey kapmaktır. Yazar ölür, yazı kalır. Gazete yazarlığında bu küçücük teselliyi bile bulamazsınız. Yazılarınız yazarından önce ölür çünkü. Bir kum tanesi gibi düşer ve yok olur. Ertesi gün bir kum taneciği daha düşecektir. Yazdığının ölümünü görür gazete yazarı…”

Evet, her gün tükendiğiniz bir meslektir gazetecilik. Ve ancak bir daha, bir daha tükendikçe  var olabildiğiniz bir meslek.

Hasan Cemal, hem “cehennem ateşini bir kova suyla söndürmeye çalışan” bir genel yayın yönetmeni olarak, hem de durmaksızın yazan ve bu topraklarda emsaline pek rastlamadığımız bir tavırla kalemini kendisine de doğrultabilen cesur bir yazar olarak sürekli bir etki, büyük bir ağırlık kazandı. Kendisini tükettikçe artan bir etkiden, sıfırdan başladıkça büyüyen bir ağırlıktan söz ediyorum.

Cumhuriyet serüvenini anlatırken “Hiç unutmadım” der Hasan Cemal, “gazetecilik diye bir meslek vardır!”

Ve ekler:

“Ve ciddi bir meslektir bu. İlkeleri, kuralları ve gelenekleri çizer ‘ciddi’ gazeteciliğin çerçevesini. Ben bu ‘ciddi gazeteciliği’, Cumhuriyet’te bu mesleği ciddiye alan sevgili arkadaşlarımla on bir yıl boyunca elimden geldiği kadar yapmaya çalıştım. Gazeteyi gazetecilerin yaptığını, yapması gerektiğini, patronlar ile genel yayın yönetmenleri arasındaki sınırın, yazı işleri ile pazarlama ve mali bölümler arasında geçen çizginin özenle seçilmesi gerektiğini her zaman savundum…”

Size biraz daha Hasan Cemal’i anlatacağım. Anlatacağım ki, bu ülkede sadece, ama sadece para sahibi oldukları için itibar dilenen budalalar, o budalaların satın aldığı medyalarda gazetecilikcilik oynayanlar, Hasan Cemal’in haberciliği savunan tavrını iktidar sağanağıyla boğmaya çalışanlar kendilerini ne kadar küçük düşürdüklerini anlamaya çalışsın.

‘Gazeteciliği gerçekten seviyorum’

Şu satırlar, Hasan Cemal’in, “Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim” kitabında 19 Eylül 2005 tarihini taşıyan Önsöz’ünden:

“1992 yılı şubat ayı sonunda Cumhuriyet’ten ayrılırken günlüğümü de kapattım. Cumhuriyet’le ilgili olarak bugüne kadar hiç konuşmadan ve arkama bakmadan yürüdüm gazetecilik yollarında.

Gazete yönetirken tam yapamadıklarımı yaptım. Muhabir gibi çalıştım. Habercilik yaptım. Yazılarımı haberciliğin içinde pişirmeye özen gösterdim. Kitap yazdım.

(…)

Gazeteciliği gerçekten seviyorum.

Bu benim tek mesleğim. 1969’dan beri (…) başka bir işim olmadı. Gazete yapmaktan, gazeteci olmaktan hep mutlu oldum. Bugün de öyleyim. Gazetecilik ihtiras ve enerjisini hayatımın sonuna kadar muhafaza etmek istiyorum.”

Hasan Cemal, kitabında Michael Cunningham‘ın “Saatler” romanından “Kaçırılmış fırsat duygusu” cümlesini alıntılar. Devam eder:

“Hayatta hiç bitmiyor ki bu duygu. Belki iyi bir şey. Çünkü biterse, hayat da biter. Ya da artık hayata asılma duygusunu hissetmez olursun. Bu da fena…

Hâlâ umut dolu olmayı ne çok isterdim!

Sevmedim bu cümleyi.

Çünkü benim için yaşanacak çok şey var. ‘Önümde geçmişimden başka hiçbir şey kalmadı’ sözü benim ağzımdan hiç çıkmayacak. ‘Zamanım kalmadı’ demeyi hiç istemiyorum. Umut dolu olmayı sonuna kadar sürdüreceğim. Yolun sonuna kadar dik yürüyeceğim, bir şeyler yaparak.

Umutla başladım, yolun sonuna da umutla yürüyeceğim.

Umutsuz yaşanmıyor.”

Gazetecilik tutkusu , Hasan Cemal’in şu satırlarda anlattığından başka bir şey midir:

“Mesleğini seven gazeteci milletiyle her gün gazete yapmak hayatın en keyifli uğraşlarından biridir. Bir masanın etrafına oturur, hep birlikte her gün yeni bir dünya kurarsın çünkü. Gazeteciliğin hınzırlığı insana başka türlü haz verir. Bir haber atlatmanın, bir haberi manşete hazırlamanın, başlığını cuk oturtmanın, içine fotoğrafı dört dörtlük gömmenin, yorumu en çarpıcı biçimde yazmanın ve ertesi gün ses getirtmenin, ‘Vay be amma da oturtmuşlar’ tepkisini kendi kulağınla duymanın keyfi, inanın, başka türlüdür.

Uğur Mumcu kimi zaman derdi ki:

‘Öyle yazdım ki yarın hükümet düşer!’

Arkasından da basardı kahkahayı…”

Ne para, ne pul, bir masanın etrafında gazete yapmanın mutluluğudur bu.

Hasan Cemal’in 28 Şubat’ları

Kendisi farkında mı, bilmiyorum, 28 Şubat’ların başka türlü bir hikâyesi de oldu Hasan Cemal’in serüveninde. İlk 28 Şubat’ını, yine aynı kitaptan, genç meslektaşlarıma ilk adımda okutmaya çalıştığım “Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim”den okuyalım. Hasan Cemal, Cumhuriyet’te patlayan iç savaşın ardından gazeteden ayrılışını anlatıyor:

“Neleri yaptım, neleri yapamadım?

Cumhuriyet’in terasındaki yazarlar katında, Nadir Nadi ile İlhan Selçuk‘un odalarının arasındaki küçük odamı 28 Şubat 1992 cuma günü akşamüstü odamı toplarken bu sorularda aklımdaydı.

İstifamı Emine’nin (Uşaklıgil – D.A) odasında yazdım.

(…)

Odamı topladıktan sonra oturup Cumhuriyet için son haberimi yazdım.

(…)

Cumhuriyet için yazdığım bu son haber, kendi istifamla ilgiliydi. Noktayı koyunca fena oldum.

Okay’a (Gönensin – D.A) telefon ettim, haberi tek sütuna aşağıdan ve küçük fotoğrafla vermesini rica ettim. Sonra haber saldım Yazı İşleri’ne, Teknik Servis’e, İdare’ye:

Aşağıda parti var diye!

Her yılbaşında yaptığımız gibi bir parti, ama benim son partim… İsteyen gelebilirdi. Atış serbestti. Kim ne isterse sorabilecekti. Küfesinde yumurta olan hepsini dökebilirdi. Her soruya yanıt verecektim ama küfredersem katlanacaklardı!..”

Evet, 28 Şubat. Hasan Cemal’in ikinci 28 Şubat’ı 21 yıl sonraya rastlıyor. BDP heyetinin Abdullah Öcalan‘la yaptığı ikinci görüşmenin notlarının Milliyet’in sürmanşetinde “İmralı zabıtları” başlığıyla yayımlandığı 28 Şubat 2013 Perşembe gününe…

Malum, Cemal, bu haberi yazan muhabir Namık Durukan ve haberi manşete çıkaran Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak‘ı kutlayıp savunduğu için önce Başbakan’ın, sonra durumdan vazife çıkaran gazetenin patronu Erdoğan Demirören‘in tepkisine hedef oldu. Önce yazılarına iki hafta ara verildi. Daha sonra medya patronlarının iktidarlarla ilişkileri ve medya elitinin editoryal bağımsızlığa kayıtsızlığını eleştiren son yazısı yayımlanmayınca 18 Mart Pazartesi günü, yaklaşık 15 yıldır yazdığı Milliyet ile yolları ayrıldı.

Ferman patronunsa dağlar gazetecinin

Ancak Abdullah Öcalan’ın tarihi çağrısı Diyarbakır’daki Nevruz Meydanı’nda 21 Mart’ta okunurken, “işsiz” bırakılmış 45 yıllık gazeteci Hasan Cemal Kuzey Irak’ta Kandil Dağı’nın yolunu tutmuştu. Başbakan Tayyip Erdoğan, elhak, büyük bir açık sözlülükle, Milliyet ve Vatan’ın patronu Erdoğan Demirören’in “medya grubumu kime yönettireyim” diye kendisine danıştığını, memuriyete  Akif Beki‘yi tayin ettiğini faş ederken Hasan Cemal Kandil’deydi. Başbakan’ın, huzurunda nasıl ezikleştiğini ilan ettiği Demirören’e “Beni gazetenden atabilirsin, ama gazetecilikten asla” dercesine… “Ferman patronlarınsa, dağlar gazetecilerindir” dercesine Kandil’deydi.

Hasan Cemal’in, barış süreci için bütün gözlerin çevrildiği Kandil’de Murat Karayılan ile yaptığı röportajı T24‘te okudunuz.

Cemal’in T24 için kaleme aldığı o röportaj bize, Karayılan’ın söylediklerini aşan bir şeyler de söylüyor. Bu ülkede grup medyalarının boğmaya çalıştığı haberciliğin tarihsel dönüşümünü haber veriyor:

Gazeteler sizinse, gazetecilik bizimdir!…

Bir gazeteciyi, üstelik gazetesini ve haberciliği savunduğu için işten atarsanız, onu sadece onurlandırırsınız, o kadar. Milliyet’in, onu yönetenlerin, parayı bastırıp onun bedenini ve ruhunu eline geçirenlerin trajedisi işte bu!

Hasan Cemal elbette yazmayı, haber vermeyi sürdürecek, sürdürüyor. Ama siz, Milliyet gibi 63 yıllık bir kuruma, önünde, geçmişinden başka onuruyla yaşayabileceği hiçbir şey bırakmamanın utancıyla yaşayacaksınız.

Ama biz habercilik için ya yeni bir yol bulmak ya da yeni bir yol açmak üzere buradayız…

Haberciliği boğmaya çalışan her türlü iktidara müptela hastalıklarınıza karşı buradayız…

Trilyonlarınıza rağmen iktidar karşısındaki ezik zavallılığınızı boş bir eldiven gibi suratınıza çarpmak için buradayız…

Hasan Cemal’leri asla yalnız bırakmamak üzere buradayız…

Ellerimizde kovalar, berbat ettiğiniz gazeteciliği temizlemek üzere buradayız!..

 

 

Doğan Akın – T24

 

Karayılan, “Kalıcı barış, Apo’nun özgürlüğünden geçiyor”

Hasan Cemal, PKK’nın dağdaki bir numarası Murat Karayılan ile 5,5 saat süren görüşmesinin notlarını T24’de yayınladı.

21 Mart Perşembe günü Diyarbakı’daki Newroz kutlamaları sırasında Abdullah Öcalan’ın mektubu okunmuş, hemen akabinde de 23 Mart Cumartesi günü PKK’nın ateşkes ilanı gelmişti. Ateşkes ilanını duyuran Murat Karayılan süreçle ilgili PKK’nın son durumunu Hasan Cemal’e anlattı.

Cemal’in aktardığına göre Kandil Dağı’nın eteklerinde mütevazi bir köy evinin küçük odasında gerçekleşen söyleşinin satırbaşları şöyle:

Murat Karayılan görüşmenin başında Öcalan’ın mektubunda belirttiği tüm noktalar ile mutabık olduklarını teyid ediyor. PKK, Öcalan’ın mektubunda da ifade edilen silahlı dönemin sona ermesine, siyaset sahnesine çıkmanın artık zamanı geldiğine, silahlı PKK unsurlarının Türkiye dışına çıkmasına, Özerk ya da Bağımsız bir Kürdistan yerine Türkiye ile ortak bir geleceğe yürümeye evet diyor.

Bu ifadeler artık PKK tarafından savaşın sona erdiğinin Kandil tarafından da onaylandığının teyidi açısından son derece önemli.

Karayılan, Cemal’e örgüt olarak bazı “ama”ları olduğunu belirtmekten geri durmuyor.

Türkiye Devleti’nin de süreçte atması gereken adımları atmasının önemi üzerinde duruyor Karayılan. PKK olarak çekileceğiz ama bunun şartlarının da yasal düzlemde hazırlanması gerektiğini vurguluyor.

Ateşkesin karşılıklı olmasının önemine dikkat çeken Karayılan, atşekesin PKK tarafından ihlal edilmesinin “ancak imha amaaçlı saldırılar karşısında, meşru müdafaa çerçevesinde” söz konusu olabileceğini söylüyor.

Karayılan’ın söyleşi sırasında üzerinde durduğu önemli bir nokta ise Oslo süreci. 2011’de bu adımlar atılsa idi barışa çok daha erken ulaşmanın mümkün olabileceğini belirten Karayılan, Hasan Cemal’e ““Sizinle en son 25 Haziran 2011’de yine Kandil’de görüşmüştük. Bugün yapılmakta olanlar eğer 2011’de yapılmış olsaydı bu iki yıl içinde 3 bin kişi ölmezdi.” şeklinde konuşuyor.

Kendilerine siyaset yapma yolunun da açılmasının önemine değinen Karayılan, hiçbir suça karışmamış KCK tutuklularının durumu ortada iken, TBMM’nin “utanç verici” Roboski raporu daha yeni açıklanmışken bu konuda tereddütleri olduğunu ifade ediyor.

PKK üst yönetimi olarak Öcalan’ın mektubunda yer alan her ifadenin arkasında olduklarını, konuşmalarını sadece kendi adına değil yönetimi oluşturan Cemil Bayık, Duran Kalkan, Mustafa Karasu ve Fehman Hüseyin adına da yaptığını söyleyen Karayılan, orta kademedeki PKK unsurlarının ise ikna edilmeleri gerektiğini belirtiyor.

Kalıcı barış ile ilgili Hasan Cemal’in, “Gerçek bir barışın ön koşulu da Apo’nun özgür olması mı?” sorusuna ise Karayılan, ““Kesin olarak öyle. Kalıcı barış, Apo’nun özgürlüğünden geçiyor…” şeklinde yanıt veriyor.

Hasan Cemal’in T’24’de yayınlanan Murat Karayılan röportajını buradan okuyabilirsiniz.

(T24)

 

PKK’dan ateşkes ilanı

Öcalan’ın çağrısının ardından, örgütün fiilî lideri konumundaki Murat Karayılan, ateşkes ilan ettiklerini duyurdu.

Murat Karayılan örgüt militanlarına hitaben yaptığı konuşmasında “21 Mart’tan bu yana ve bundan sonra hareket olarak; KCK, PKK ve HPG olarak resmi ve açık bir şekilde ateşkes ilan ediyoruz” ifadesine yer verdi. Karayılan’ın söz konusu konuşmasını içeren video Fırat Haber Ajansı’nda yayınladı.

http://www.youtube.com/watch?v=dJaQhKL9380

Video Almanya’nın Bonn kentinde düzenlenen Nevruz kutlamalarında da gösterildi. Öcalan’ın çağrısına gelen yanıt, PKK liderinin örgüt üzerindeki hala devam eden büyük etkisini açıkça ortaya koyuyor.

PKK lideri Abdullah Öcalan 21 Mart’ta, tutuklu bulunduğu İmralı Adası’ndan gönderdiği bir mektupla örgüt mensupları ve taraftarlarına “silahları bırakıp ve sınır dışına çıkma” çağrısı yapmıştı.

1984 yılından bu yana yaklaşık 40 bin kişinin hayatını kaybettiği çatışmaları sona erdirmek için Türk hükümeti geçtiğimiz yıl ekim ayından bu yana Öcalan ile görüşüyordu.

(DW Türkçe, ANF)

 

[Özel Haber] Türkiye “Gezegen elden gidiyor, buna razı gelemeyiz'” dedi

“İklim Değişikliği Tehdidine Karşı İstanbul Manifestosu”, bugün düzenlenen bir toplantıyla açıklandı.

“Gezegen Elden Gidiyor, Buna Razı Gelemeyiz” başlıklı manifestonun imzacıları, iklim değişikliği tehdidine karşı hemen ve hızla harekete geçmenin ahlaki bir zorunluluk olduğunun altını çizdi.

TEMA Vakfı’ndan Sezen Aksu’ya, Ara Güler’den Greenpeace’e, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nden Tarkan’a, Alevi Dernekleri Federasyonu’ndan Adalet Ağaoğlu’na, Haluk Bilginer’den İnsan Hakları Derneği’ne kadar bir çok sanatçı, kurum ve yurttaşın destekçisi ve imzacısı olduğu manifesto, iklim değişikliğine karşı bugüne dek kurulan en büyük toplumsal ittifaklardan biri olarak görülüyor.

Ömer Madra’nın öncülüğünde Açık Radyo ve İstanbul Politikalar Merkezi –Sabancı Üniversitesi-Stiftung Mercator Girişimi’nin birlikte düzenlediği “İklim Değişikliği Tehdidine Karşı İstanbul Manifestosu” başlıklı sunum ve toplantıda söz alan konuşmacılar, manifestoya destek verdiklerini açıkladı.

İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. Fuat Keyman’ın moderatörlüğündeki toplantının açılış konuşmasını Ömer Madra yaptı. İklim değişikliği ile ilgili son haberlerin kötü olduğunu söyleyen Madra, şimdi hemen harekete geçmeliyiz” dedi.

İklim bilimci ve TEMA Vakfı Danışmanı Prof. Dr. Murat Türkeş, iklimle ilgili son verileri ve bilimsel araştırma sonuçlarını paylaştığı sunumunda Türkiye’de ve dünyada yağış rejimlerinde çok ciddi değişiklikler gözlemlendiğini ve iklim değişikliğinin artık soru işaretine yer bırakmayacak şekilde hayatımıza girdiğini belirtti.

Küresel Eylem Grubu’ndan Nuran Yüce, “Vaktimiz ve çözümlerimiz varken harekete geçelim” derken, TEMA Vakfı Genel Müdürü Serdar Sarıgül “Biz doğanın yöneticisi değil parçasıyız. Enerji politikalarımızı gözden geçirmemiz lazım” sözleriyle başladığı konuşmasını “TEMA Vakfı olarak 460.000 gönüllümüzle manifestonun arkasındayız” diye bitirdi.

CHP milletvekili Şafak Pavey ise “Doğayı yıkıma dayalı politikaların” değiştirilmesi gerektiğini belirtti. “Gelecek kuşaklara miras değil felaket bırakmaktan korkuyorum” diyen Pavey’e göre “iklim değişikliğine karşı hep beraber mücadele etmeliyiz.”

Konuşmacılar arasında sadece ekoloji aktivistleri değil, insan hakları savunucuları da vardı. İnsan Hakları Derneği temsilcisi “İnsan hakları savunucuları doğa haklarına, çevre hakkına daha çok sahip çıkmalı.” diyerek başladığı sözlerini “Çevre mücadelesi en temel insan hakları mücadelesidir” ifadesiyle bitirdi.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nden Ufuk Uras’sa manifestonun aldığı toplumsal desteğin büyüklüğüne dikkat çekerek “En iyi manifestolar geniş kitlelerle birleşince ortaya çıkar” dedi.

Toplantıda konuşan iklim bilimci Mikdat Kadıoğlu ise 2013 yazının bugüne dek yaşanan en sıcak yaz olma ihtimalini hatırlatarak Türkiye’de iklim değişikliğini verilerle somutlaştırmak gerektiğini belirtti.

Şeffaflık Derneği’ne göreyse, Türkiye’de ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) ve nükleer enerji konularında Türkiye’de şeffaf olmayan süreçler ilerliyor.

Manifestoya emek örgütleri de sahip çıktı. HAK-İŞ Genel Başkan Vekili Mustafa Toruntay “Manifestoya imzamızı koyuyoruz. İşyerlerinde çevre sağlığıyla ilgili çalışmalarımıza da devam edeceğiz” dedi.

Greenpeace’den Hilal Atıcı iklim değişikliğinin derinleştireceği sosyal adaletsizliklere dikkat çekerken, Ara Güler’in mesajı “Hepimiz balıktan geliyoruz ama bugün içinde yüzecek su bulamıyoruz!” oldu.

Kafkas Dernekleri Federasyonu “Anadilimiz için mücadele ediyoruz ama çevre mücadelesi kazanılmazsa dilimiz de yok olacak” sözleriyle manifestoyu desteklediğini açıklarken, Alevi Dernekleri Federasyonu da “Cemevlerinde yenilenebilir enerjiye geçiyoruz, manifestonun arkasındayız” diyerek destek verdi.

Son olarak söz alan 350.org Küresel Eksen Değişimi koordinatörü Mahir Ilgaz “29 Haziran’da sokaklardayız!” diyerek mücadeleyi sokaklara taşıma çağrısı yaptı.

İşte manifesto metni ve ilk imzacılar (en altta manifestonun imzacılar tarafından okudnuğu videoyu da izleyebilirsiniz):

GEZEGEN ELDEN GİDİYOR: BUNA RAZI GELEMEYİZ

İklim değişiyor.

Her yerde ve elbette Türkiye’de de: Batı’da ve Doğu’da kavurucu orman yangınları, Karadeniz’de ve Akdeniz’de âni seller, Güneydoğu’da sinsi kuraklık, tüm ülkede azalan yeraltı suları… Bunların hiçbiri birer rastlantı ya da “münferit vaka” değil. İklim değişiyor ve bu, ekmeğimizden suyumuza hayatımızın her yönünü, her ânını  derinlemesine etkiliyor.

Doğanın amansızca yağmalanması yüzünden Mezopotamya’da, Avrupa’da, Orta Amerika’da birçok kadim uygarlık yeryüzünden silinip süpürüldü. Eğer şimdi harekete geçmez, doğaya bakışımızı değiştirmezsek, bizim de çocuklarımıza bırakacağımız bir uygarlık olmayacak. Onlara kazanmaları neredeyse imkânsız bir var olma mücadelesi, mutlak bir çaresizlik bırakacağız.  Evrensel ahlâk ilkelerini ayaklar altına almış, kısa vadeli çıkarlarımızı hayatlarının önüne geçirmiş olacağız.

İklim değişiyor; çözümlerimiz ve vaktimiz varken harekete geçmemeyi vicdan kabul etmez. Bizler, sıradan insanlar olarak, doğaya bakış açımızı ve önü alınmaz bencilliğimizi değiştirme zamanının geldiğini düşünüyoruz. Artık doğayla barışma zamanının geldiğini! Bu değişimi gerçekleştirebilecek gücün, hepimizin yüreğinde olduğunu biliyoruz.

Ve şunu da biliyoruz: Şimdi başaramazsak, her şey bitecek. Oyun bitecek. Barış, sonsuz bir hayal olarak kalacak. Karşımızda, yeni ve farklı bir “düşman” var çünkü – Hayatta yaptığımız başka her şeyi anlamsız kılmaya yetecek büyüklükte bir belâ.

İklim değişiyor ve sosyal adaletsizliği kat be kat artırıp derinleştiriyor. Toprağın sağlığı ve suyun saflığı, yeryüzü toplumlarının ayakta kalıp kalamayacağını gösterecek olan son ölçüler artık… Gezegen sürekli uyarıyor. Ama gözler kör, kulaklar sağır kalmaya devam ederse, kibir denen şeyin ne büyük bir felaket olduğunu yakında hepimiz öğreneceğiz…

İşte onun için, vicdanı olan tüm yurttaşlarımızı, elde hâlâ çözüm imkânı varken, gezegeni kurtarma seferberliğinde kendi payına düşeni yapmaya, bu büyük sorumluluğu paylaşmaya çağırıyoruz.

İklim daha fazla değişmeden biz değişelim, çözümün parçası olalım.

Adalet Ağaoğlu, Ali Nesin, Ara Güler, Barbaros Çetin, Güven Güzeldere, Haluk Bilginer, Haluk Tekin, İbrahim Betil, İbrahim Özdemir, Murat Türkeş, Nebahat Akkoç, Ömer Madra, Pelin Batu, Rakel Dink, Sevil Turan, Sezen Aksu, Şafak Pavey, Tarhan Erdem, Tarkan, Ümit Boyner, Ümit Şahin, Yaşar Kemal

 

Şu ana dek manifestoya destek veren sivil toplum kuruluşları ise şöyle:

Açık Radyo, Aids Savaşım Derneği, Anadolu Kültür, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Ceza Infaz Sisteminde Toplum Derneği, Çevre Hukuku Derneği, Çevre İçin Hekimler Derneği, Çocuklar için Adalet Takipçileri, Doğa Derneği, Doğa Koruma Merkezi, Düşünce Suçu(!?)na Karşı Girişim, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, EUROSOLAR (Avrupa Yenilenebilir Enerji Birliği Türkiye Bölümü), GEA-Arama Kurtarma Grubu, Genç Hayat Vakfı, Gola Kültür Sanat ve Ekoloji Derneği, Greenpeace Akdeniz, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, İnternet Medya ve Bilişim Federasyonu, İstanbul Politikalar Merkezi-Sabancı Üniversitesi-Stiftung Mercator Girişimi, KADOS (Kadıköyü Bilim, Kültür ve Sanat Dostları Derneği), Kafkas Dernekleri Federasyonu, Kaos GL Derneği, Küresel Eylem Grubu, LİSTAG/LGBTT Aileleri İstanbul Grubu, Mahalle Afet Gönüllüleri Vakfı, Sıfır Ayrımcılık Derneği, Sosyal Kalkınma ve Cinsiyet Eşitliği Politikaları Merkezi (SOGEP), SPoD (Sosyal Politikalar Derneği), Su Hakkı Kampanyası, Şahkulu Sultan Vakfı, Şemikan Çalışma ve Dayanışma Birliği, Tarlabaşı Toplumunu Destekleme Merkezi, TRAC (Telsiz ve Radyo Amatörleri Cemiyeti), TEMA Vakfı, Toplumsal Haklar ve Araştırmalar Derneği, Türkiye Sakatlar Derneği, Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasi Araştırmalar Vakfı (TÜSES), Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, Umut Vakfı, WWF Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), Yeryüzü Derneği, Yeşil Düşünce Derneği

 

(Yeşil Gazete)


İzmir’de 269 protestosu: “Hayvanlar için bütün insanlar Nazi’dir”

İzmir Hayvan Özgürlüğü aktivistleri,esaret altında olan,soykırıma tabi tutulan tüm hayvanların özgürleştirilmesi için dünya ile eş zamanlı olarak buluşup insan faşizmine karşı ses çıkardı. Yaklaşık 30 kişiden oluşan grup, meşaleler eşliğinde Kıbrıs Şehitleri Caddesi boyunca yürüdü.

Yürüyüş boyunca, içinde bir aktivistin olduğu, üzerinde ‘hayvanlar için bütün insanlar nazidir’ yazan kafes, zincirle sürüklendi. Aktivistler, yürüyüş boyunca  ‘Faşist insan çek elini hayvandan’ , ‘ Kan kokuyor kan kokuyor mezbahalar kan kokuyor’ ‘ Kafesler boşalsın mezbahalar yıkılsın,hayvanlara özgürlük’ ‘Kan kokuyor kan kokuyor mezbahalar kan kokuyor”, “Vegan ol 269’u özgürleştir’ sloganları attı.

”269”  rakamı İsrail’de çiftlikte doğan, büyüdüğünde kesim için mezbahalara gönderilecek hayvanları ifade ediyor.  Kulağına “269” damgası vurulan buzağının yaşam döngüsünün seyri daha doğumunda belirleniyor. Mezhabalarda kesim hayvanı olarak hayatı son bulacak.

Yürüyüş bitiminde kafeslerin önünde zincirlere bağlı halde duran,karanlık,soğuk yerlerde esir tutulan tüm buzağılar,koyunlar ve diğer hayvanları canlandıran aktivistlere, üzerinde 269 yazılı kızgın demir ile dağlama yapıldı.

Eşzamanlı olarak yapılan basın açıklamasında ise  şu ifadelere yer verildi:

‘Umuyoruz ki bugünkü dayanışma mesajımız, masum hayvanların sömürülmesine bir son vermek adına bir adım olur.

Ayrımcılıkların hiç birisi kabul etmiyoruz. Hepsi özellikle ön plana çıkartılıp o canlıya daha az önem atfetmek için bahane olarak kullanılan keyfi bir takım niteliklere dayanıyor.

Kan aynı kan,zulüm aynı zulüm acı aynı acı…Türcülükten,cinsiyetçilikten,ırkçılıktan arınmış bir dünya arayışındayız.

”269” İsrail’de çiftlikte doğan ve mezbaha duvarları arasında hayatına son verilecek olan buzağının kulağına takılan numara… Ölümün,insan zulmünün,utancın rakamı…Bu eziyet,cinayet ve barbarlığın ortadan kaldırılması, tüm 269’ların özgürleştirilmesi için dünya ile eş zamanlı olarak buluşup insan faşizmine karşı ses çıkarmak için hayvan özgürlüğü savunucuları olarak buradayız.

2 Ekim 2012’de, Dünya Çiftlik Hayvanları gününde, Tel-Aviv’in merkezinde bulunan Rabin Meydanı’nda hayvan hakları savunucuları, çiftliklerde sömürülen hayvanlarla birlik ve onlara yönelik empati eylemi gerçekleştirdi.

3 aktivist, dünyanın her yerindeki çiftliklerde masum hayvanlara yapılan bir uygulamayı gözler önüne serdi. Bu gösterinin amacı, herkesi toplumumuzdaki en çok sömürülen canlılarla empati kurmaya çağırmaktı.

Eylemciler çiftlik hayvanlarına yapıldığı gibi, kızgın demirle dağlandı. Eylemin ardından hastaneye götürüldüler ve 3. derece yanık teşhisi kondu. Vücutlarına dağlanan 269 numarası, İsrail’in süt işletmelerinden birinde karşılaştıkları bir buzağına verilen numaraydı. Ve şimdi bu dişi buzağı arkadaşlarımızın bedenlerinde ölümsüzleşiyor.”

Haber: Melis Bulu – Fotoğraflar: Ömer Acar

(Yeşil Gazete)

Su testisine su kongresinde sahip çıktılar

Bursa’da mermer ocakları sebebiyle suları çamur akan Orhaneli’ye bağlı Başköy halkı, 3. Uluslararası Su Kongresi’ne gelerek duruma tepki gösterdi. Kongreye alınmayan köylüler, “Temiz suyumuzu geri verin” sloganları attı.

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen 3. Uluslar arası Su Kongresinde gündeme damgasını Orhaneli’ye bağlı Başköy halkı koydu. Kongreye gelen köylüler 1,5 yıldır mermer ocaklarının kirlettiği su sebebiyle içme suyuna hasret kaldıklarını belirterek su  kongresinde tepkilerini dile getirdi. Ellerine aldıkları dövizlerle Merinos AKKM’ye gelen köylüler, sularının çamur aktığını belirterek, yetkililere çağrıda bulundu.

“Başköy’un suyuna dokunma’, ‘Temiz su istiyoruz’, ‘suyumuza dokunan eller kırılsın’ sloganları atarak salon önüne kadar yürüyen köylüler ellerine aldıkları çamurlu suları göstererek yürüdü ve bir an önce mermer ocağının kapatılması gerektiğini söyledi.
Başköy Dayanışma ve Yaşatma Derneği Başkan Yardımcısı Yaşar Bayram, 1,5 yıldır köyde temiz suya hasret kaldıklarını anlatarak, ’Biz sadece bizim hakkımız olan suyumuzu geri istiyoruz. 1,5 yıla kadar suyumuz temiz su akıyordu. Olan suyumuz kayboluyor. Bursa’da burada uyuyor. Bu suya nasıl temiz raporu veriyorlar. Temiz mi bu su’ dedi.
Başköy Muhtarı Hasan Acar ise, köyün su kaynaklarının ve su havzalarının açılan mermer ocaklarının faaliyetleri sonucu kirlendiğini belirterek, ’Bu böyle devam ederse sularımız yok olacak. Halen biz su taşımaya devam ediyoruz. Evlerimizde taşıma su ile ihtiyaçlarımızı gidermeye çalışıyoruz. Biz iş aş istemiyoruz. Sadece eskisi gibi sularımızın temiz akmasını istiyoruz. Bilim teknoloji yüzyılında yaşamamıza rağmen bizler halen 1800’lü yılları yaşıyoruz’ dedi.

Konuşmaların ardından köylüler, kongrenin yapıldığı salona girmek istedi. Burada emniyet güçleri, Muhtar Acar’a, ’Bu kongre uluslar arası bir kongre. Bu grup içeriye alırsa protesto olur. Köylülerin bu şekilde girmesine izin veremeyiz’ diyerek, girişe izin vermedi.

(Olay)

 

Netanyahu Mavi Marmara için Türkiyeden özür diledi

Başbakanlık’tan yapılan yazılı bir açıklama ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Mavi Marmara saldırısıyla ilgili Türkiye’den özür dilediği belirtildi.

Açıklamada, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Türk halkından özür dilediği ve Başbakan Erdoğan’ın da Türk halkı adına özrü kabul ettiği ifade edildi.

Açıklamada ayrıca iki başbakanın, can ve mal kaybına neden olan saldırıdan doğan tazminat/âdemi mesuliyet konusunda dar anlaşma yapılması konusunda uzlaştıkları belirtiliyor.

Başbakanlıktan yapılan yazılı açıklama şu şekilde:

“Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan bugün İsrail Başbakanı Sayın Binyamin Netanyahu ile telefonda konuşmuştur.

Sayın Başbakanımız, Sayın Netanyahu’ya, Türk ve Yahudi halkları arasındaki ortak tarihe dayanan ve yüzyıllardır süregelen güçlü dostluk bağlarına ve işbirliğine değer verdiğini söylemiştir. Bölgenin barış ve istikrarı için hayati stratejik öneme sahip olarak gördüğü ilişkilerin son dönemde bozulmuş olmasının üzüntü verici olduğunu ifade etmiştir. Türkiye’nin, İsrail-Filistin ihtilafına iki devletli vizyon temelinde adil, kalıcı ve kapsamlı bir çözüm bulunmasına yönelik uluslararası ve bölgesel tüm çabalara desteğini yinelemiştir.

Sayın Netanyahu, İsrail tarafından hadiseyle ilgili olarak yürütülen ve bir dizi operasyonel hatanın yapıldığına işaret eden soruşturma ışığında, can kaybına veya yaralanmaya yol açan her türlü hatadan dolayı İsrail adına Türk halkından özür dilemiş; Sayın Başbakanımız da söz konusu özrü Türk halkı adına kabul etmiştir.

İki başbakan, tazminat/âdemi mesuliyet konusunda bir anlaşma yapılması hususunda da mutabık kalmıştır. Sayın Netanyahu ayrıca, İsrail’in, sivil halkın kullanacağı malların Gazze dâhil Filistin topraklarına girişine ilişkin kısıtlamaları esas itibariyle kaldırdığını ve sükûnet devam ettiği müddetçe bu durumun da devam edeceğini ifade etmiştir. İki lider, Filistin topraklarındaki insani durumun iyileştirilmesi için birlikte çalışmak konusunda mutabık kalmıştır.”

(Yeşil Gazete)

 

 

Yaşar Kemal de iklim değişikliğini durdurun diyor

İklim değişikliği ile mücadele için yarın düzenlenecek olan sempozyumda, Yaşar Kemal, Sezen Aksu, Tarkan, Ara Güler, Rakel Dink gibi isimlerin imza attığı manifesto okunacak.

Yaşar Kemal de iklim değişikliğini durdurun manifestosuna imza atan isimler arasında

Serkan Ayazoğlu’nun Taraf’ta yer alan haberine göre, yarın İstanbul Politikalar Merkezi, Stiftung Mercator ve Sabancı Üniversitesi’nin ortak girişimi ile Karaköy’de düzenlenecek olan sempozyumda iklim değişikliğine karşı, akademisyenler, sanatçılar, aydınların hazırladığı manifesto okunacak.

Küresel ısınma ile sivil toplum kuruluşlarının mücadelesi devam ederken diğer yandan da küresel ısınmanın etkileri yeryüzünde kendisini gösteriyor. Yapılan araştırmalara göre 2025 yılında dünyanın yarısı susuzluk tehlikesi ile karşı karşıya kalacak. Yine bilim insanlarının küresel ısınmadan bağımsız olmadığını düşündüğü son yıllarda yaşanan bazı doğal felaketler şöyle:

* Afrika, iklim değişikliğinden en çok etkilenen kıtalar arasında. 2005’te yaşanan kuraklıkta Kenya’daki tüm canlıların yüzde 70’i öldü. 50 yılın en büyük sel felaketi ise 2006’da yaşandı. Petrol zengini Suudi Arabistan’da, son 30 yılın en büyük sel felaketi 2009’da Cidde’de yaşandı. 122 kişi öldü, 37 kişi kayboldu.

* Fransa’daki Savoie Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Alplerdeki buzullar son 40 yılda yaklaşık dörtte bir oranında küçüldü. Bilim insanları, 1970’lerden bu yana Fransız Alplerindeki buzla kaplı alanların 275 kilometrekare gerilediğini açıkladı.

(T24, Taraf)