Ana Sayfa Blog Sayfa 4256

Tarık Ali’den Gezi Parkı yorumu, “Keskin zeka, korkusuzluk ve umudun yeniden doğması”

Gezi Parkı Direnişi’nin 30. gününde Zeynep Bilgehan’ın Tarık Ali ile gerçekleştirdiği ve counterpunch.org’da 18 Haziran’da yayınlanan röportajı Yeşil Gazete ekibinden Ali Serdar Gültekin’in çevirisi ile sizlerle paylaşıyoruz.

paylaşmak için tklynz / click for to share

Yeni Bir Hareketin Doğum Yeri? Türkiye’de Direnişin ve Umudun Alevleri

Zeynep Bilgehan: Ankara’dan protestoculara bir dayanışma metni yayınladınız. Her şeyden önce Ankara’da ne kadar kaldınız ve ziyaret sebebiniz neydi?

Tarık Ali: Çankaya Belediyesi’nin daveti üzerine birkaç ay önceden belirlenmiş halka açık bir ders vermek için 3 günlüğüne Ankara’daydım. Doğal olarak akşamüstlerini de gözlemledim. Barışçıl göstericiler üzerine sebepsiz saldırılar, gaz bombası ve suyun aralıksız kullanımı. Parkı ziyaret edip oradaki gençlerle sohbet ettim.

ZB: Bir bütün olarak bu son olaylar hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizin bakış açınızdan Türkiye’ye ne oldu ya da olmakta?

Tarık Ali: Keskin zeka, korkusuzluk ve umudun yeniden doğmasının birleşimiydi benim tanık olduğum. Bana bazı yönlerden Avrupa (Paris ve Prag) 1968’ini hatırlattı, Arap Baharı’ndan daha fazlası bu. Türkiye’de ne olduğu oldukça açık. Neoliberalizme ve savaşa teslim olmuş seçilmiş baskıcı bir iktidar, salt demokratik konumu gereği her istediğini yapabileceğini hayal etti. Bu aptalca bir hata.

Birkaç ay önce İstanbul’dayken eylemcileri ve muhalefeti saran bıkkınlığı görmemek zordu. İstiklal üzerindeki en eski sinemanın kapatılması hafif bir protestoya sebep oldu. Öylesine hafif ki iktidar seç ve yok et politikasını hızlandırabileceğini gördü. Fakat oldukça yanlış hesap yaptılar. Özellikle inşaat sanayiinin sultanı olan Başkabakan geri adım atmayı reddetti ve baskılamayı tercih etti. Bu kırılma noktasıdır. Gezi’nin yıkılmasına kayıtsız kalan insanlar kalabalık şekilde protesto etmek için sokağa çıktılar. Baskı arttıkça, protesto da büyüdü, Kürt nüfusun yüksek olduğu şehirler hariç tüm ülkeye yayıldı. Bir park için yapılan kampanya, dik kafalı ve haydut rejime karşı bir ayaklanmaya dönüştü.

ZB: Söylediğinize göre Türk protestocular Avrupa’da umudu ateşledi. Hangi anlamda umudu ateşlediler.

Tarık Ali: Bir bakıma Türkiye’de olanlar neo liberal kapitalizmin girdiği krizin bir parçası. İspanya, Yunanistan, Portekiz’de genel grevler, sokak gösterileri, vb yaşanıyordu. Erdoğan’ın devletin baskıcı araçlarını kullanarak inşaat sanayiini geliştirdiği gibi, Yunan Koalisyonu, devlet televizyonunu ve radyosunu gazetecileri işten çıkartmak için kapattı. Türkiye yurttaşları önemli bir zamanda yeni bir cephe yarattılar. Ve onların örnekleri önümüzdeki aylarda Fransa’ya sıçrayabilir, kim bilir belki Britanya ve Almanya’ya da.

ZB: Bu protestoların sonucu sizce ne olabilir?

Tarık Ali: Dayanışma mesajında söylediğim gibi asıl önemli olan hükümet kendisini, evcilleştirilmiş ve köleleşmiş basınının Taksim işgalcilerine karşı ilk haftaki kayıtsızlığı, görevini yapmaması ve kara çalması sayesinde itibarsızlaştırdı. İşbirliği yapmış tüm basın mensupları ellerini utanç içerisinde kaldırmalıdırlar. Yeni muhalefetin nasıl örgütleneceğini söylemekse zor. Fakat demokratik olarak şekillenmiş bir yapı oluşturulabilirse (Yunanistan’daki Syriza gibi) tabandan gelen insanların kalıcı sesi olabilir. Mevcut gelinen durumu evde ve dışarıda tartışmak adına İstanbul, Ankara, İzmir, Bodrum, Antakya ve diğer şehirlerde aylık halka açık meclisler kurulursa ve yeni hareketin oluşması için raporlandırılırsa kalıcı bir hareket ortaya çıkarılabilir ve engelleri aşabilir. Bu benim umudum.

ZB: Mesajınız içerisinde kısaca “Uzun vadede Türkiye politikaları değişecektir” demişsiniz, bunu biraz açabilir misiniz? Ne olabilir? Türkiye nasıl değişir?

Tarık Ali: Türkiye değişti. Tanık olduğumuz şeye göre bu açık. Yukarıda söylediğim gibi bunun anahtarı Türkiye demokrasisini geliştirmek için bu değişimin nasıl kurumsallaştırılacağı. Gerçek demokrasi mevcut var olan demokrasiyle kıyaslandığında narin bir çiçektir. Beslenmeli ve bakılmalıdır fakat yurttaşların kanlarıyla, düzenli gözetlemeler (Doğu Alman Stasi’yi hatırlatan ancak teknolojik olarak daha yüksek bir düzeyde) ya da casus araçlarla ve işkence veya gerçekleri söyleyenleri hapsetmekle değil. Neo liberalizm demokrasinin kuyusunu kazıyor. Kapitalist saldırılara direnenler aynı zamanda demokrasiyi güçlendiriyorlar.

ZB: Bir önceki röportajda Arap Baharı’nı konuşmuştuk. “Bahar kışa döndü” demiştiniz. Arap Baharı’yla Türkiye’de olanları kıyaslayabilir misiniz? Neler benzeşiyor ya da ayrışıyor.

Tarık Ali: Benzerlik isyanın ölçeğinde, diğer taraftan durum farklı. Daha önceden söylediğim gibi Türkiye entelektüel yaşantısı ve siyasi kültürü Avrupa’ya daha yakın. Birinin Avrupa dillerinden çevrilen kitaplara, üniversite ve okul müfredatları, vb bakması yeterli olacaktır ve protestocuların tarz ve içgüdüleri bunu onaylıyor, en azından benim fikrime göre. Askeri diktatörlükler İspanya, Portekiz, Yunanistan ve Türkiye’de var oldular. Bu zamanlarda ABD uydu devletlerinde diktatörlüklerden vaz geçtiler, Türkiye bundan kazançlı çıktı. Fakat yeni rejim, özellikle kabadayılık yapan başbakanı eski usul yönetebileceğini düşünüyor. Erdoğan’nın projesi NATO dilini kullanarak ve “ılımlı” İslam postuna bürüyerek kendini anti-Atatürk haline getirmek. Geçen haftalar içerisindeki “ılımlılığı” not ettik. Artık islami tutuculuk Türkiye’nin gerçek problemlerini çözebilir bakış açısı Türkiye’de hastalıklı bir şaka olarak algılanıyor, Mısır ve Tunus’u yalnız bırakın.

ZB: Bu harekete Türk Baharı diyebilir miyiz? Ve neden?

Tarık Ali: Neden öyle diyesiniz ki. Çoktan kabak tadı vermeye başladı.

ZB: Bu hareketin bir kışa dönme ihtimali var mı? Bundan kaçınmak için ne yapılmalı?

Tarık Ali: Tarih bize bir hareketi sonsuza kadar aynı seviyede sürdürmenin imkansız olduğunu öğretti. Yani kimse böyle bir ihtimali kabul etmemeli. Esas soru bu aşamadan sonra nasıl ilerleneceğidir. Ve hali hazırda ben birkaç öneride bulundum. Yeni bir siyaset kurmak için tabandan bir yapılanma. Geniş ve birleşik hareket bir siyasi zemine ihtiyaç duyar,  gelecek yıllarda uğruna savaşılabilecek bir şey.

ZB: Bu hareket Ortadoğu’yu nasıl etkiler?

Tarık Ali: Suriye Dışişleri yurttaşlarına Türkiye’yi karışıklık ve baskıdan dolayı ziyaret etmemelerini tavsiye ettiğinde, bu sizin sorunuza verilebilecek en iyi resmi hicivdir. Ankara’dayken kişilik etkisi olarak Erdoğan; Mübarek ve Esad’ı hatırlattı.

ZB: Kişisel mesajınızda “İnisiyatif alıp işgal hareketini yavaşlatın ve hala orada olduğunuzu göstermek için bir araya gelin” demişsiniz. Bunu biraz açabilir misiniz? Protestocular nasıl devam etmeliler?

Tarık Ali: Bahsetmek istediğim bir hareket için her zaman en iyi olan geçici bir geri çekilmeyle, ki bu politik ya da taktiksel değildir, ne yapacağına karar vermesidir.

ZB: Sizce bundan bir siyasi hareket doğar mı? Ya da doğmalı mı yoksa bu sivil bir direniş olarak mı kalmalı?

Tarık Ali: Daha önce söylediğim gibi, yeni bir hareketin doğması ilerlemek için en iyi adım olacaktır. Ilımlı İslam ile Ilımlı milliyetçiliğin neo liberalizm, NATO, basının sıkı kontrolü, basın mensuplarının hapsedilmesi (Türkiye’nin bu dalda altın madalyası var) vb konular üzerinde hem fikir olmalarından beri Türkiye muhalefetin olmadığı bir coğrafya. Yani burada bir boşluk (vakum) var. Zaman bu zamandır. Erdoğan’nın kışkırtıcılığı çevresinden bazılarını yabancılaştırmış durumda.

İktidardaki sosyal olarak tutucu, politik olarak vicdansız, ekonomik olarak özel sektörlere bel bağlamış ve askeri/siyasi NATO’nun en popüler islami partisi sokaktaki sesleri duymazdan geldi. Şehir üstüne şehirde sokaklarda haykırılan gerçekler iktidarı rahatsız etmiş olabilir ancak fakat onlar satılık köşe yazarları, resmi basının tv sunucularından daha kıymetliler. Ve “rejim tarafından seçilen” 60 akıllı adama (akil adam) ne oldu. Toplu farkındalıkları mı öldü?

Bu röportaj ilk olarak counterpunch.org/ da yayınlanmıştır.

Röportaj: Zeynep Bilgehan

Türkçeye çeviren: Ali Serdar Gültekin

(Counterpunch.org, Yeşil Gazete / Türkiye)

 

Katil bileğine gelen taşı sonra hatırladı

Ethem Sarısülük’ün ölümünde ‘şüpheli’ polisin ifadeleri çelişti. Polis A.Ş., bir kişiyi vurduğunu da olaydan 2 gün sonra öğrenmiş.

Ethem Sarısülük’ün ölümüyle ilgili soruşturma kapsamında şüpheli polis memurunun savcılık ve hakimlik ifadeleri arasında çelişki olduğu ortaya çıktı. Hakimlik ifadesinde “Bileğime gelen taş nedeni ile namlunun pozisyonu değişip maktulün kafasına doğru yönelmiş olabilir” diyen şüpheli polis memurunun savcılık ifadesinde bu detayı anlatmadığı anlaşıldı.

Şüpheli polis memuru A.Ş. önceki gün sürpriz bir şekilde ifade işlemi için savcılığa çağrılmıştı. Basın ve Ethem Sarısülük’ün ailesinin avukatlarında saklanarak yapılan ifade işleminin ardından, savcı şüpheli polis memurunu ‘Meşru Müdafaada Sınırın Aşılması Suretiyle Ölüme Neden Olma’ suçundan tutuklama istemiyle Ankara 13. Sulh Ceza Mahkemesi’ne sevk etmiş, ancak Hakim Mustafa Aydın , tutuksuz yargılanmasına karar vermişti.

İfadesi alındıktan sonra serbest bırakılan şüpheli polis memurun savcılık ifadesi ile hakimlik ifadesinin çelişkili olduğu ortaya çıktı. Hakimlik ifadesinde “Bileğime gelen taş nedeni ile namlunun pozisyonu değişip maktulün kafasına doğru yönelmiş olabilir” ifadesi kullanın A.Ş’nin savcılık ifadesinde bu detayı anlatmadığı belirlendi.

A.Ş savcılık ifadesinde ise olay günü ‘kalkancı’ olarak görev yaptığına anlatarak, şunları anlattı: “Toplam 3 el ateş ettim. Ben ateş ettiğim sırada birinin yaralandığını fark etmedim. Biraz ilerde konuşlanmış olan Çevik Kuvvet ekibinin yanına gittim. Yaralandığım için ambulans çağırdılar. Ve o gece 22.00 sıralarına kadar hastanede tedavim devam etti. Tedavi sonrasında istirahat raporu düzenlendi. Ben olaydan iki sonra internette ve TV’de olay görüntüleri yayınlanınca ateş ederken birinin yaralandığını öğrendim. O ana kadar haberdar değildim. Tek gayem linç edilip öldürülmekten kurtulmaktı. Ethem Sarısülük’ü tanımam, hayatını kaybettiği için üzgünüm.”

Soruşturma kapsamında Adli Tıp Kurumu polis memuru A.Ş’nin silahına ilişkin balistik raporunu savcılığa gönderdi. Rapora göre mermi

A.Ş’nin silahından çıktı.

Sarısülük’ün vurulma anını çeken kameraman da dün Ankara Adliyesi’ndek ‘tanık’ olarak ifade verirken Savcı Dalgalı’nın şüpheli polis memurunun serbest bırakılma kararına itiraz edip etmeyeceği önümüzdeki günlerde belli olacak. Savcının itiraz için 7 günlük yasal süresi bulunuyor. Sarısülük’ün avukatlarının ise serbest bırakma kararına itiraz için talepte bulunacakları öğrenildi.

‘Beni de alın’ diyecekler

Ethem Sarısülük’ün ailesi ise Gezi olaylarına katıldıkları gerekçesiyle tutuklananlara destek olmak için bugün Ankara Adliyesi’ne gidecek. Anne Sayfı Sarısülük’ün de katılacağı eylemde tutuklanan gençler için, ‘Onların yaptıkları suçsa biz de bu eylemlere katıldık. Bizi de alın’ denilecek. Ethem’in kardeşi İkrar Sarısülük de, herkesi Adliye’de bugün saat 13.30’da yapılacak olan, ‘beni de alın’ eylemine çağrıda bulundu. Ayrıca Güvenpark’taki Ethem’in vurulduğu noktada 2005 yılında kanserden hayatını kaybeden Kazım Koyuncu için anma etkinliği yapıldı. Kazım Koyuncu’yu ve Ethem’i anmak için bir araya gelen Ankara Aydın Sanatçı Girişimi adına açıklama yapan şair Ahmet Telli “Katillerin ve onlara kol kanat gerenlerin destanı olmaz. Destanı ancak halk direnişi, halk mücadelesi yaratır” dedi.

(Radikal)

Yurttaşlar Sarısülük için Taksim’de toplandı!

Gezi Parkı eylemleri sırasında polis kurşunuyla başından vurularak öldürülen Ethem Sarısülük’ü anmak isteyen on binlerce yurttaş Taksim Meydanı’nı doldurdu.
Gezi Parkı eylemlerinden polis kurşunuyla hayatını kaybeden Ethem Sarısülük’ü anmak isteyen onbinlerce yurttaş Türkiye genelinde yürüyüşler düzenlemeye devam ediyor. İstanbul’da ise Taksim Meydanı, akşam saatlerine doğru Sarısülük’ü anmak isteyen onbinler tarafından doldu.

Mahkemenin polis Ahmet Ş.’yi tutuksuz yargılamak üzere serbest bırakmasının ardından,  katil zanlısına gerekli cezanın verilmesi için tüm yurtta protestolar başlatıldı.

Taksim’de oturma eylemi

Taksim Meydanı Cumhuriyet Anıtı yakınında Gezi Parkı olaylarında hayatlarını kaybedenler için oturma eylemi gerçekleştirdi. Yurttaşlar Taksim’de polislerin olduğu tarafa doğru ‘Acınız acımızdır komiser Mustafa Sarı ölümsüzdür’ pankartı açtı.

“Katiller halka hesap verecek. Emek ve Demokratik Güçler” yazılı bir pankartı yere seren grup, Gezi Parkı olaylarında hayatlarını kaybedenlerin isimlerini tek tek saydıktan sonra, “AKP halka hesap verecek”“Katil polis Taksim’den defol” sloganları attı.

Cumhuriyet Anıtı etrafında geniş güvenlik önlemi alan polis, gruba müdahale etmedi.

Ayrıca “Duran adam” eylemine alternatif olarak kendilerini yere atan protestocular, ayağa kalkıp bir süre yürüdükten sonra kendilerini yeniden yere atarak “Düşen adam” eylemi başlattı.

Bir kadın ise Taksim Meydanı’nda bekleyen polislerin karşısına geçip, elindeki gazeteyi kaldırarak duran adam eylemi gerçekleştirdi.

Polis Meydana girişe izin vermedi

Toplanan yüzlerce kişi Taksim Meydanı’na girmek istedi. Ancak polis grubun meydana girişine izin vermedi. Cumhuriyet Anıtı’nın çevresinde kalkanlarıyla bekleyen çevik kuvvet ekipleri, burayı geçişlere kapattı. Bu arada, grupta bulunanlardan bir kadının elindeki Türk bayrağıyla çevik kuvvet ekiplerinin önünde tur atması dikkat çekti.

Öte yandan, elinde ‘sarılmak serbest’ yazılı pankart taşıyan bir kadın, çevik kuvvet polisinin önüne gelerek, polise“Size sarılabilir miyim lütfen, biz kardeşiz. Hepimiz aynı topraklarda büyüdük. Siz bize TOMA’larla su sıktınız, biz ellerimizde karanfil attık. Biz sizinle savaştık. Siz bize su sıktınız” dedi. Bunun üzerine, emniyet amiri araya girerek kadını uzaklaştırmaya çalıştı. Daha sonra ikna olan kadın buradan ayrıldı. Emniyet amiri, başka bir eylemciyle kucaklaştı ve eylemciye gül verdi. Öte yandan bir kadın eylemci de “Ethem Sarısülük’ün vurulmasını canlandırarak “Düşen Adam” eylemi yaptı.

Dünya sellerle boğuşuyor, Neden mi? / Belkıs Gökbulut

Hindistan’da beklenmedik yağışlar nedeniyle en az 575 kişi hayatını kaybetti. İklim literatüründe günde 150 mm den fazla yağış oluştuğunda bu artık “aşırı yağış” olarak adlandırılmaya başlar. Hindistan’ın Kuzeybatısında günde 360 mm’ye ulaşan rekor yağışlar oluştu. Ulusal Atmosferik Araştırma Laboratuvarının yaptığı bir çalışma 1951-2004 yılları arasında Hindistan’da yağış miktarının her on yılda %14,5 arttığını gösteriyor, aynı süre içinde Hint Okyanusu’nun yüzey sıcaklığına baktığımızda da sürekli bir artış trendi görüyoruz.

Buzulların erimesi ve artan deniz seviyesiyle birlikte nehirlerin taşması artık daha sık görülüyor . Bu ay Tuna ve Elbe nehirlerinin rekor yüksekliklere çıkmasıyla binlerce Avrupalı da sellere maruz kaldı. Almanya, Çek Cumhuriyeti, Avusturya, Slovakya ve Macaristan’da ciddi kayıplar yaşandı. Onlarca kişi hayatını kaybetti ve binlercesi yaşadıkları bölgeleri terk etmek zorunda kaldı. Avrupa Çevre Dairesi, iklim değişikliğinin etkisi ile birlikte Avrupa’da yaşanacak sellerin daha çok artacağı konusunda uyarıda bulundu. Kanada’ da yaşanan sellerden dolayı can kayıpları yaşandı, 75 binden fazla kişi tahliye edildi. Pek çok eyalette olağan üstü hal ilan edildi. Alberta Eyaleti’ndeki Calgary şehrinin belediye başkanı, Bow Nehrinin akış hızının ve yüksekliğinin şu ana kadar bu seviyelerde görülmediğini vurguladı.

Peki küresel iklim değişikliği ve artan yağışlar arasındaki ilişki ne? 20. ve 21. yüzyıldaki yağış yoğunluğundaki artış ve sıcaklık artışına beraber baktığımızda; sıcaklığın her 1°C artışında yağış miktarının da ortalama olarak %5.9 ila %7.7 arasında arttığını görüyoruz. Bunun sebebi ise; atmosferdeki su buharı tutma kapasitesinin her 1 derecede %7 artmasıdır. Ancak, bu değişimler dünyanın farklı bölgelerinin kendine has iklim karakteristiklerinden dolayı farklı oluşur. Örneğin, yağış miktarındaki en fazla artış tropikal kuşakta oluşurken; en küçük değişim, çöllerin bulunduğu kurak orta enlemlerde meydana geliyor. Kuzey kutup dairesi gibi yüksek enlemlerde ise değişimler ortalama civarında oluşuyor. Bu nedenle Dünya’nın bazı bölgelerinde kuraklıklar artarken, diğer bölgelerinde seller yaşanabiliyor.

Sera gazı salımlarına mevcut şekilde devam ettiğimizde içinde bulunduğumuz yüzyılın sonlarına doğru küresel sıcaklığın 3-5°C artış göstereceği bilimin kabul ettiği bir gerçek artık. Bu da bize yağış miktarında ortalama %35 artış olarak geri dönecektir. Şu anki kapasitemizle dünyanın farklı pek çok bölgesinde oluşan sellerden dolayı yüzlerce insanın yok olduğunu, çevresel zararın geri dönülmez boyutlarda olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda çok daha büyük çapta zararları nasıl karşılayabileceğimizi ve milyonlarca insanın yok oluşunu nasıl önleyebileceğimizi düşünmeliyiz artık.

Buzulların erimesi ve deniz seviyesinin yükselmesinin yanı sıra dünyanın her yerinde sürekli olarak ormanların yok edilmesi, kentleşmenin artmasını da artan sellerin sebepleri olarak düşünebiliriz. Dünyanın çeşitli bölgelerinde artan yağışların tümünü iklim değişikliğine atfedemeyiz. Ancak ekstrem olayların artış trendi ve şiddeti bizi bir şeyleri yanlış yaptığımız ve gelecekte daha büyük iklim felaketleri yaşayabileceğimiz konusunda uyarıyor. Bilim çevreleri ve çeşitli kuruluşlar artacak iklim felaketlerine tedbirler alınması konusunda sürekli olarak çağrıda bulunuyor. Stockholm Çevre Enstitüsü Avrupa’da sel riskinin azaltılması için çeşitli stratejiler belirlenmesi ve risk haritalandırması yapılması gerektiğini bildirdi. Deniz seviyesinin altında bulunan ülkelerde panik içinde adaptasyon çalışmaları yapılıyor. İçinde bulunduğumuz yüzyılın sonlarına doğru dünyanın bir kısmının sular altında kalma tehlikesine karşı göç stratejileri belirleniyor.

Yaşanan seller iklim değişikliğinin sebep olduğu felaketlerin her geçen gün başka bir boyut kazandığının habercisiydi. İklim değişikliğini artık geleceğin sorunu olarak göremeyiz, şu anda var ve Dünya’nın her yerinde farklı felaketlerle kendini gösteriyor. Mevcut durumda alınmayan tedbirler gelecekte telafisi olmayan kayıplar olarak bize geri dönecektir. Ne kadar çabuk önlemler almaya başlarsak, insanlık ve gezegenimiz o kadar az zarar görecektir..

 

Belkıs Gökbulut

Boğaziçi Üniversitesi
İklim Değişikliği Çalışma Grubu

 

Ekonominin kötüye gidişinin sorumlusu Çapulcular mıdır? / Prof. Dr. Levent Kurnaz

0

Çoğumuz biliyoruz ama basit birkaç bilgiyi tekrarlamakta fayda var:

Türkiye hızlı ekonomik büyüme amacındaki bir ülkedir. Hızlı ekonomik büyüme için ülkenin daha fazla yatırıma ihtiyacı vardır. Yatırımlar durursa büyüme de durur. Yatırımlar ise ülkedeki tasarruflarla karşılanır. Eğer tasarruflar planlanan yatırımları karşılamıyorsa yabancı tasarruflar ödünç alınır. Yurt dışından tasarrufların ödünç alınabilmesi için bu tasarruflara faiz ödemek gerekir. Bu yabancı tasarruflar bize genelde ekonomik açıdan daha gelişmiş ülkelerden gelir. Bunun temel sebebi, bu ülkelerin büyüme hızlarının yavaş olmasından tasarruflara ödedikleri faizin düşük olmasıdır. Bu ülkelerdeki yatırım fonları genelde kendi ülkelerindeki risksiz ancak düşük getiri ile bizim gibi riskli ancak yüksek getiri vadeden ülkeler arasında bir tercih yaparlar.

Dünya ekonomisi son on yılda fazla büyümediği için gelişmiş ülkelerin tasarrufları Yükselen Ekonomiler diye nitelenen Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin gibi devlerin yanında Meksika, Endonezya, Güney Kore ve Türkiye gibi ülkelere de akmaktaydı. Kısmen bu para girişiyle,  kısmen de iç tüketimi arttırarak ekonomisini büyütmeye çalışan ülkemizde bunun temel sonucu yurt içi tasarrufların her geçen gün düşmesi oldu. Dünya ekonomisine bağlı olarak yurt içi tasarruf oranları 1990’da %24,7, 2000’de %18,4, 2010’da %13,9’dur. 2011’deki tasarruf oranı %12’ye düşmüştür.

Bunun temel anlamı şudur: Biz büyümek için yurt dışından para girişine muhtacız ve bu büyüme sayesinde ürettiklerimizi satın almak için de tasarruf yapmayı çok azalttık.

Kuşkucu kişi, burada hemen “peki ya yurt dışından gelen para azalırsa ne olur?” diye soracaktır. Yani, son senelerde gelişmiş ülkelerde görülen duraklama, yerini büyüme isteğine bırakırsa, parasını yüksek risk ile yüksek kazanç için bize gönderen yatırımcı, düşük risk ile yüksek kazanç için kendi ülkesinde tutacaktır. Bu da bizim için ekonomik büyümenin ciddi anlamda duralaması ve üretimin azalması anlamına gelecektir. Ekonomik yavaşlama zamanlarında kişiler paraya daha fazla sahip çıkmak istediklerinden tüketimlerini azaltacak, bu da üretimi daha da yavaşlatacaktır.

Olayın politik yüzüne baktığımızda ülkemizde göreceğimiz resim daha basit. Her ne kadar diğer sebepleri olsa da AKP iktidarı gücünü son 10 senede ekonominin yükselen seyrinden alıyor. Bu yükselen seyirde meydana gelebilecek ciddi bir problem önemli sayıda seçmenin başka arayışlara girişmesine neden olabilir. Böyle bir problemle karşılaşacak olsa akıllı AKP idarecileri nasıl bir strateji izleyebilir?

  • Öncelikle, son 10 senedeki ekonomik başarı ülke ekonomisinin hızla büyümesine dayandığından, bu büyümenin sebebi de bizim üstün başarımızdan ziyade uluslararası piyasalardaki faiz oranlarının düşüklüğünden kaynaklandığından sıcak para akışını devam ettirmek için faiz oranlarını yükseltmek gerekir.
  • Ancak faiz oranlarının yükselmesi maliyet ve dolayısıyla fiyat artışlarına yol açacağı için enflasyonu körükleyecektir.
  • Düşen üretim ve artan enflasyon seçim sürecine girmekte olan bir Türkiye için ciddi anlamda politik dalgalanmaları da beraberinde getirecektir. AKP’nin bu dalgalanmalardan zarar göreceği kesindir; ancak bu zararı en aza indirmek için kendi saflarını sıklaştırmak zorundadır.

Dünya ekonomisindeki bu değişikliğin sinyalleri 2012 yılı ortasından bu yana gelmekteydi. Bunu eğer bizler görüyorsak AKP kurmaylarının da bilmemesine imkan yok. Ülkeyi son yıllarda çok tüketim – az tasarruf sarmalına sokanlar onlar olduğu için şu an gelmekte olan krizin sahibinin de kim olduğunu AKP kurmayları gayet iyi biliyorlar. Ancak gelecek sene yapılacak olan iki seçimden önce bu sorunlar ekonomiyi ciddi anlamda vurmaya başlayacağı için önlemi önceden almak gerekiyordu.

Önce hiç gerek yokken Gezi Parkı’nda eylem yapan gençler çok sert bir polis tepkisi ile karşılaştı. Sonra polis şiddetine gösterilen tepki artınca geri adım atmak yerine olayların daha da tırmanmasına gayret edildi. Olayların herhangi bir anında “biz bir hukuk devletiyiz, hukuk ne karar verirse biz de uyacağız” diyerek her türlü olayı yatıştırmak mümkün ve doğruyken olaylar daha da körüklendi. En tepe noktasında ise “Faiz Lobisi” diye daha önce duyulmadık bir kavram icat edildi. Gezi Parkı eylemcileri de bu Faiz Lobisi’ne hizmet eden askerler kabul edildi. Bununla da kalınmayarak o eylemlere katılanların, yanlış olduğunu bile bile, camide içki içtikleri söylendi. Tüm bunların arkasındaki mantık basittir.

  • ABD ve gelişmiş ülkeler kendi ülkelerindeki faiz oranlarını arttırıyorlar. Bizim de büyümemizi sürdürebilmemiz için ya tasarrufa yönelmemiz ya da ülkeye sıcak para girişini devam ettirebilmemiz gerekiyor. Tasarrufa yönelmek iç talebi kısacağı için sıcak para girişinin devamı gerekiyor, bunun için de faiz oranlarının artması gerekiyor.
  • Faiz oranları arttığı zaman beraberinde enflasyondaki artışı da getirecek. Enflasyon arttığı zaman da suçlu ekonomi yönetimindeki AKP iktidarı değil, Faiz Lobisi’nin askerleri olarak çalışan Gezi Parkı çapulcuları olacaktır; çünkü faiz operasyonunu gizlemek için kullanılan en önemli sis perdesi Gezi Parkı olaylarıdır.
  • Durum ne olursa olsun gelecek seneki seçimlerden başarı ile çıkabilmek için de ülkede hepimiz yerine biz-onlar ayrımını keskinleştirmek gerektiği için ilk andan beri konunun içinde olmayan siyasi partiler, dine saygısızlık ve elit-avam tartışmaları ile ortalığı daha da germek gerekmektedir. Burada hedef “ne olursa olsun ben AKP’den başkasına oy vermem” diyen grubu kemikleştirmektir.
  • Suriye’de Esad rejimi ile ilişkilerini sıkılaştıran bazı gruplara da buradan verilen “ben dine laf söyletmem, gerekirse ekonomiyi krize sokarım” mesajı da tüm olanlardan ek bir kazançtır.

Zaman birlik zamanıdır. Önümüzdeki günlerde ülke ekonomisini kötü günler bekliyor, bunları ancak birlik olarak aşabiliriz. Partilerin ötesinde bu ülke bizim, bir sonraki seçimi kim kazanırsa kazansın, gene burada yaşayıp birbirimizin yüzüne bakmamız gerekecek. Onun için olayları germekten kaçınmak hepimizin en önemli görevi olmalıdır. Demokrasilerde başarıların veya başarısızlıkların cevabı sokak aralarında değil sandıkta verilir. O zamana kadar da hepimize düşen en önemli görev düşünmek, konuşmak ve fikir üretmektir.

 
Prof. Dr. Levent Kurnaz

Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü

 

12 Dev Adam Mersin’de altına uzandı

17. Akdeniz Oyunları finalinde Sırbistan’la karşı karşıya gelen A Milli Takım, karşılaşmayı 62-79 kazanarak altın madalyaya uzandı.

Akdeniz Oyunları’ndaki final mücadelesi oldukça çekişmeli başladı. İlk çeyrekte üstünlük birçok kez el değiştirirken Türkiye, özellikle pota altından sayılar bulmakta zorlanınca dış atışlara yöneldi. İlk dakikalarda Barış Hersek ve Serhat Çetin’in üçlükleriyle etkili olan milli takım, ilk 5 dakikayı da 9-11 önde tamamladı. Cemal Nalga’nın oyuna dahil olmasıyla pota altında daha etkili bir görüntü çizen Ay – Yıldızlılar, ilk periyotu da 18-21 önde tamamlamasına bildi.

İkinci çeyrekle beraber taraftarın da desteğini arkasına alan Türkiye, savunmada müthiş bir performans sergiledi. İçerden Oğuz Savaş ve dışarıdan da Melih Mahmutoğlu ile Serhat Çetin’in sayılarıyla etkili olan Türkiye, rakibine ilk 6 dakikada sadece 3 sayı şansı tanıdı ve farkı bir anda 17’yı kadar çıkarttı (21-38). Barış Ermiş’in takımı müthiş yönlendirmesi, şutörlerin de oldukça gününde olmasıyla Ay – Yıldızlılar, soyunma odasına 28-45 önde giren taraf oldu.

İkinci yarıya iyi başlayan taraf Sırbistan oldu. Rakibimiz savunmada oldukça dikkatli bir görüntü çizerek Ay – Yıldızlı takımımıza fazla sayı şansı tanımadı ve farkı da bir ara 11’e kadar çekmeyi başardı (36-47). Bogdan Tanjevic’in aldığı molanın ardından toparlanan millilerimiz, özellikle pota altından Cemal Nalga’nın bulduğu sayılarla oyunu tekrar istediği seviyeye çekmeyi başardı (42-60). Üçüncü periyotun kalan dakikalarında da aynı performansını sürdüren Milli Takımımız, son çeyreğe de 47-62’lik skorla girmeyi başardı.

Final periyotunun hemen başında üçüncü çeyrekte olduğu gibi Sırbistan, yakaladığı 6-0’lık seriyle farkı 9’a kadar çekti (53-62). Serhat Çetin’in oyuna girmesiyle hücumda kendine gelen Milli Takımımız, farkı tekrar çift hanelere taşımayı başardı. Mersin seyircisinin büyük desteği, deneyimi, hırsıyla kalan dakikalarda yeniden devleşen Ay – Yıldızlı takımımız, Sırbistan’ı 62-79’luk skorla devirerek tarihinde ikinci kez Akdeniz Oyunları’nda altın madalyaya ulaştı.

(Eurosport.tr)

 

UEFA’dan sıfır tolerans: Fener’e 2+1, Kartal’a 1 yıl Avrupa kupalarından men

UEFA Disiplin Kurulu günlerdir beklenen kararını açıkladı. TFF’nin aksine UEFA verdiği kararlarda tolerans hakkı kullanmadı. UEFA Disiplin Kurulu Fenerbahçe’yi 2+1 yıl, Beşiktaş’ı ise 1 yıl Avrupa Kupalarına katılmaktan men etti.

Fenerbahçe’ye Ağır Ceza

Şike soruşturması nedeniyle UEFA Disiplin Kurulu’na sevk edilmesinden sonra cumartesi günü UEFA’da savunma yapan Fenerbahçe’ye, müfettişler tarafından iki yıl Avrupa’dan men cezası isteniyordu. Sarı-lacivertlilerin durumu beş sene boyunca incelenecek ve bu süre zarfında suç unsuru tekrarlanırsa kararda yer alan +1 yıllık ceza da uygulanacak.

Fenerbaçe kulübünden yapılan açıklama şu şekilde:

“Kulübümüzün 22 Haziran 2013, Cumartesi günü UEFA Disiplin ve Kontrol Kurulu’nda verdiği savunmaya dair UEFA’nın kararı şu şekildedir;

Takımımızın, UEFA müsabakalarına katılmaya hak kazandığı, önümüzdeki 3 sezon UEFA müsabakalarından men edilmesine, bahsi geçen cezaya ait 3. sezonun ise 5 yıl süreyle ertelenmesine,

Başkanımız Sayın Aziz Yıldırım, Yöneticilerimiz Sayın İlhan Ekşioğlu ve Sayın Şekip Mosturoğlu, Altyapı Koordinatörümüz Sayın Cemil Turan ve eski Asbaşkanımız Sayın Ali Yıldırım için Disiplin Müfettişinden ek rapor alınmasına karar verilmiştir.

Kulübümüz, verilen karar üzerine yasal süre içinde UEFA Tahkim Kurulu’na başvuracaktır.”

Beşiktaş’a 1 yıl Avrupa Kupalarından men

Şike soruşturması nedeniyle UEFA Disiplin Kurulu’na sevk edilen Beşiktaş, savunmasını UEFA’ya vermesinin ardından gelecek kararı beklemeye başlamıştı.

Disiplin Kurulu , Beşiktaş’ı 1 yıl Avrupa Kupalarından men etti.

Beşiktaş geçen yıl da finansal durum nedeniyle UEFA Avrupa Ligine katılma hakkı elde etmesine rağmen UEFA tarafından kendisine lisans verilmemişti.

(Yeşil Gazete, Eurosport.tr)

Gezi Parkı’nın Cumhuriyet Caddesi tarafındaki dükkanları yıktılar

Bugün Gezi Parkı Direnişi’nin 29. günü. Herşey 1 ay önce, 27 Mayıs akşamı 22:30’da Gezi’deki ağaçları sessiz sedasız sökmek istemeleri ile başlamıştı.

paylaşmak için tklynz / click for to share

28 Mayıs sabaha karşı gönderdiği mailde durumu Gezi’deki talanı belgeleyen fotoğraflar eşliğinde aktaran Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği’nden Bülent Müftüoğlu bizi bir kez daha aradı ve koruma kurulundan izin alınmadan herhangi bir hafriyat işlemi yapılması yasak olmasına rağmen Gezi Parkı’ndaki  dükkanların yıkıldığını iletti.

1 ay önce de benzer bir süreç yaşanmış, parktaki ağaçların “yol genişletme çalışması” bahanesi ile sökülmesine engel olmak isteyenTaksim Dayanışması üyelerine polisin takip eden günlerde peşpeşe orantısız şiddet uygulaması sonucu 31 Mayıs’ta tüm Türkiye’yi etkisi altına alan Gezi Parkı Direnişi başlamıştı.

Gezi Parkı’ndaki 19. yy sonu dönemine ait Vazo’ya ne oldu?

Gezi Parkı Derneği’nden Bülent Müftüoğlu’nun dün bize fotoğraflarını ilettiği parktaki mermer saksılıkların kırık dökük halini haberleştirmiştik. İlgili haberimizde Taksim Platformu ile Gezi Parkı Derneği’nin saksılıkların korunması için gerekli çalışmaları yapmak üzere İstanbul Büyükşehir Belediyesi Park Bahçe ve Yeşil Alanlar Daire Başkanlığı’na dilekçe yazdığını belirtmiştik.

 

Bülent Müftüoğlu'nun 24 Haziran günü (dün) çektiği fotoğrafta 19.yy dönemine ait Vazo yerinde görünüyor

Müftüoğlu, Gezi Parkı’ndaki dükkanların yıkılması sırasında durumu belgelemek üzere parka gittiğinde daha önceki ziyaretlerinde gördüğü Osmanlı Belediye Bahçesi’nden kalan  19. yy sonu dönemine ait vazonun da yerinde bulunmadığını ve akibeti hakkında bilgi alamadıklarını aktardı.

Aynı yerden bugün (25 Haziran) çekilen fotoğrafta ise Vazo'nun yerinde olmadığı görülüyor

Konu ile ilgili İBB’den bilgi almak istediklerini söyleyen Müftüoğlu;

“İBB verdiği yanıtta, bunla ilgili hiçbir haberleri olmadığı ve konuyu araştıracaklarını söylemişler.Taksim Platformu ve Gezi Parkı Derneği’ ne dilekçe örnekleri yolladım.

Bunları İBB’ye fakslamalarını  belirttim. Bu işlemi yapıp yapmadıklarını şu an için bilemiyorum. Günahları boyunlarının  borcu.

Bu sabah Cumhuriyet Cad. dükkanlarının yıkımını duyarak olay mahalline gittim. Yıkımla ilgili fotoğrafları çekerken ‘ vazo ‘ aklıma geldi. Gezi ile divan Oteli arasına gittiğimde vazonun yerinde olmadığını gördüm” şeklinde konuştu.

Taraf Gazetesinin de bugünkü nüshasında Vazonun akıbeti hakkında bir haber yaptığını sözlerine ekleyen Müftüoğlu, “Taraf Gazatesi’nden Bülent belediyeyi aradığında bu olayla da ilgili bilgileri olmadığını söylemişler. Aşağıdaki  iletişim bilgilerinden sorgulama yapılabilir.

Daha önce park içinde bulunan fakat polisin Cumartesi baskını ile maalesef kaybolan diger vazo ile birlikte bu konuda suç duyurusu yapılması gerekir” diyerek sözlerini tamamladı.

Vazo ile ilgili İBB’den bilgi almak için :

Nuri YÜKSEL
Avrupa Yakası Park ve Bahçeler Müdürü
[email protected]
Tel:(0212) 312 62 00
Faks:(0212) 380 22 38

 

Fotoğraflar: Bülent Müftüoğlu

Haber: Alper Tolga Akkuş / #anavarrza

(Yeşil Gazete / Türkiye)

 

 

Avrupa Yeşilleri, “Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki üyelik müzakereleri devam etmeli”

Avrupa Yeşiller Partisi yaptığı yazılı açıklamada Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki üyelik müzakerelerinin devam etmesi gerektiğini belirtti.

24 Haziran Pazartesi günü yapılan yazılı açıklamada Avrupa Yeşilleri bir yandan Merkel’in,  “Türkiye’nin adaylığı ile ilgili tereddütlerim var” açıklamasının dar görüşlü olduğunu belirtirken diğer yandan da Avrupa Yeşilleri eş başkanı Monica Frassoni, Erdoğan’ın protestoların meşruiyetini tanıması ve barışçıl bir biçimde devam etmesine izin vermesi gerektiğine dikkat çekiyor.

Gizem Hasırcıoğlu tarafından türkçeye çevrilen açıklamayı hem türkçe hem de ingilizce olarak yayınlıyoruz

Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki üyelik müzakereleri devam etmeli

Dün Almanya şansölyesi Merkel, Türkiye Avrupa Birliği adaylık sürecine dair tereddütleri olduğunu belirtti. Avrupa Yeşiller Partisi (EGP) olarak bu dar görüşlü öneriye karşı çıkıyoruz. Türkiye’de yeniden barış ortamının sağlanması adına AB müzakere sürecinin devam etmesi gerektiğini savunuyoruz. Bu Avrupa Birliği’nin barışçıl çözüm sürecine katkı sağlaması, AB’nin uzlaşmacı bir rol üstlenmesi ve Erdoğan hükümetinin demokratik güvenilirliğini göstermesi için en iyi fırsat.

Avrupa Yeşilleri eş başkanı Monica Frassoni’ye göre:

Avrupa Yeşilleri eş başkanı Monica Frassoni

“Erdoğan protestoların meşruiyetini tanımalı ve barışçıl bir biçimde devam etmesine izin vermelidir. Bu hafta sonu Türk hükümeti Taksim’i boşaltmak için yeniden orantısız güç kullanmıştır. Bu mazur görülemez.

AB ekonomik büyümenin ekolojik ve demokratik kaygılardan daha önemli olmadığını savunan barışçıl politik ve sosyal güçleri desteklemekte daha görünür olmalı. Barışçıl örgütlenme Türkiye Anayasası tarafından koruma altında olduğu gibi Türkiye’nin de altında imzasının bulunduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de tanımlanmıştır.

Almanya, görüşmelerin askıya alınma çağrısına öncülük etmiştir. Merkel, hükümetin tepkisinin sert olduğunu söylemekte haklı olmakla birlikte görüşmelerin askıya alınması büyük bir hatadır. Avrupa cesur davranmalı ve Türkiye’de demokratik sürecin teşvikinde önemli bir fırsat oluşturan müktesebatın 23. ve 24. Bölümlerinin (Adli Konular ve Temel Haklar, Adalet, Özgürlük ve Güvenlik ) görüşülmesini sağlamalıdır.

Avrupa Yeşiller Partisi

Brüksel, 24 Haziran 2013

***

Negotiations on Turkish membership of the EU must be kept open

Yesterday, the German chancellor Mrs Merkel put doubts towards Turkish EU membership. The European Green Party (EGP) strongly opposes this short-sighted proposal. To facilitate a return to a peaceful situation in Turkey, negotiations on Turkish membership of the EU must be kept open. It is the only opportunity for EU to help find a peaceful solution. It represents the best opportunity for the EU to play a positive role, and for Erdoğan’s government to show their democratic credibility.

According to Monica Frassoni, EGP Co-Chair:

“Erdoğan must recognise the legitimacy of the demonstrations in Turkey, and allow them to continue peacefully. This weekend, the Turkish government once again used excessive force to clear Taksim. This is inexcusable.

“The EU must be more visible in supporting the peaceful political and social forces, who want to ensure that economic growth does not come at the expense of environmental and democratic concerns. The right to organise peacefully is guaranteed under the Turkish constitution. Not only that, but it is fully recognised under European Convention on Human Rights, to which Turkey is a signatory.

“Germany has led the charge calling for the freeze on negotiations to continue. While it’s obvious that Merkel is correct in saying that the Turkish response has been much too strong, it is a grave mistake to put off negotiations with Turkey any longer.  Europe must be bold and take negotiations on chapters 23 and 24 of the acquis communautaire (Judiciary & Fundamental Rights, and Justice, Freedom & Security) as an opportunity to foster the democratic process in Turkey.”

European Green Party

Brussels, 24 June 2013

 

Türkçeye çeviren: Gizem Hasırcıoğlu

(Yeşil Gazete / Türkiye)

 

 


 

”Türk polisi kimyasal madde kullanıyor”

Danimarka Halk Partisi’nin Avrupa Parlamentosu Üyesi Morten Messerschmidt, Cumartesi günü incelemelerde bulunmak ve TV çekimleri için gittiği İstanbul’da polisin tomalarından nasibini aldı.

Messerschmidt, sıkılan suda kimyasal madde bulunduğunu ve gözlerini kaybetme tehlikesi geçirdiğini söyledi.

Morten Messerschmidt, Taksime kırmızı karanfiller bırakmak isteyen eylemcilerin gayet barışçıl ve sakin eylem yaparken, polisin gereksiz saldırısına maruz kaldığına dikkat çekerek “Danimarka televizyonu ile birlikte program yapmak ve incelemelerde bulunmak üzere Türkiye’ye gittim. Taksimde gayet barışçıl bir vaziyette karanfil bırakmak isteyenlerin arasında iken polis gereksiz yere eylemcilerin üzerine tomalardan kimyasal madde içeren su ve biber gazı sıktı. Göstericilerin arasında yaşlılar, çocuklar, kadınlar vardı. Polisin şiddeti beni çok şaşırttı. İnsanlar ellerinde karanfil taşımaktan ve polise karanfil vermekten başka suç işlemediler. Biz bir köşede sıkışıp kaldık. Bir yere kaçamadık. Tomalardan sıkılan kimsayal maddeli su gözlerime geldi ve feci şekilde yakmaya başladı. Bir süre göremez oldum. Gazeteci Dan Jörgensen gözlerime limon sıkarak yardım etti. Yüzüm ve vücudumun üst kısmı yanmaya başladı. Türk polisi, aşırı derecede şiddet, kimyasal su, biber gazı ve gaz kullanıyor. Konuyu AB parlamentosuna taşıyacağım. Türkiye Erdoğan yönetimi ile AB’ye üye olacak bir ülke değildir” dedi.