Ana Sayfa Blog Sayfa 4134

HDP’den AKP’ye : Utanç duvarını durdurun!


HDP, “utanç duvarı” ile Kürt halkının bir kez daha bölünmek istediğini belirterek, AKP hükümetine “Utanç duvarını durdur, çözüm ve barış için adım at” diye seslendi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Başkanları Sebahat Tuncel ve Ertuğrul Kürkçü tarafından, Nusaybin-Qamişlo arasındaki sınır hattında örülen duvar ile ilgili yazılı açıklama yapıldı. Tuncel ve Kürkçü, “Utanç Duvarı Kürt halkını bir kez daha bölme çabasıdır” diyerek, şunları ifade etti: “Kabul edilemez bu gelişmeye karşı 5 gündür mayınlı alanda ölüm orucuna giren Nusaybin Belediye Başkanı Ayşe Gökkan’ın ve onunla destek açlık grevine başlamış olan Mardinli seçilmişlerin yanındayız. Desteğimiz onlaradır.

Yüzyıllardır aynı topraklarda yan yana yaşamış, ama aralarına 1. Dünya Savaşı’ndan sonra sömürgeci güçler tarafından mayın döşenerek, dikenli teller örülerek birbirinden ayrı tutulmuş Kürt halkının arasına şimdi de duvar örülmek isteniyor. AKP’nin örmeye başladığı bu ‘Utanç Duvarı’, çağdışı, akıldışı ve demokrasi dışıdır. Zamanın ruhuna da aykırıdır. ‘Çözüm ve barış süreci’ ve müzakerelerin tıkanması hakkında AKP Hükümeti’nin soruna yaklaşımını gösteren talihsiz bir girişimdir.”

“AKP Hükümetinin bir gerçeği görmemekte ve anlamamakta direndiğini” kaydeden HDP Eşbaşkanları, şunları belirtti: “Bugün Kürt toplumu, varlığının bilincine varmıştır. Var olduğunu büyük bedeller ödeyerek tüm dünyaya ilan etmiştir. Özgürlük ve eşitlik istediğini herkese anlatmıştır. Daha da önemlisi, kendi içinde çatışmanın değil, birlik olmanın gereğini benimsemiştir. İşte o sınırın iki tarafında yaşayan Kürt halkının duygu ve fikir ilişkisi budur. Birbirine yabancı, birbirinin kuyusunu kazan, birbirine karşı politika yapan insanlar gerçeği çoktan geride kalmıştır. Bu gelişmeyi, bu değişim ve dönüşümü görmek, Kürt halkıyla eşit koşullarda birlikte yaşamanın, demokratik bir geleceği birlikte kurmanın esas yoludur. Şimdiye kadar sınırda var olan tel örgüleri kaldırmak, Kürt halkının sadece bayramlarda değil, her gün buluşmasının ve birlikte olmasının imkanlarını yaratmak gerekirken, betondan yüksek duvarlar örmek anlaşılır gibi değildir ve kesinlikle kabul edilemez.”

‘BİR AN EVVEL DURDURUN’

Halkları birbirinden ayıran duvarların tarihte hiçbir zaman kalıcı olmadığına dikkat çekilen açıklamada, bu duvarın da halk tarafından kabul edilmeyeceği kaydedildi.

Türkiye’de çözüm ve barış için adım atmanın, müzakereleri olumlu bir şekilde geliştirmenin gerektiğine vurgu yaparak HDP Eşbaşkanları,  “Suriye Kürdistanı’nda yaşayanlar bizim düşmanımız değil, dostumuz, kardeşimizdir” diyerek, AKP’ye seslendi: “AKP Hükümeti’ne sesleniyoruz: ‘Utanç Duvarı’ yapımını bir an evvel durdurun… ‘Çözüm ve barış’ için adım atın.”

ÖZGÜR GÜNDEM

HDP – Ufuk Uras

Halkların Demokratik Partisi’nin Türkiye siyasi ikliminde önemli bir yer tutacağı, olağanüstü kongresinden beri süregelen tartışmalardan belli oluyor.

HDP’nin böylesi bir derinlikli tartışma konusu olması bile önemli ve öğretici.

Gerek HDK’nın gerek HDP’nin kadrolarını ve politik adımlarını bu geçiş sürecinde tamamlayarak düzen ve sistem partileri karşısında gerçek bir seçenek oluşturmasını istiyoruz ve bunun için çabalayacağız.

Elimizde hazır yapım tamamlanmış bir model söz konusu değil; zaten “Her şeyi biz hazırladık, siz de gelin katılın” demek yakışık almayacağından, bu süreci hep birlikte inşa adımları olarak okumak gerekir.

Partiyi bugüne kadar getiren eş sözcülerimiz Fatma Gök ve Yavuz Önen’e teşekkür ediyoruz ve yine birlikte mücadeleyi büyütüyoruz. Sevgili Sebahat Tuncel ve Ertuğrul Kürkçü’nün omuzlarındaki yükü paylaşıyoruz.

Halen dışardan bizi izleyen, gözleyen dostlarımızla da gözleye gözleye gözleme olmadan, başta 5 ay kalan yerel seçimler olmak üzere bir dizi pratik alanda ortak tutumlar almamız, karşılıklı güven sürecini de hızlandıracaktır.

Bu stratejik yönelimin içinde atacağımız taktik adımlardaki hassasiyetlerimiz sürecin esenliği açısından önemlidir.

HDK ve HDP’nin meclisleri mahalle mahalle bu doğrudan demokrasi deneyimi ile yerel yönetim ve diğer politikalarını da ete kemiğe büründürecekler.

Zaman zaman yerel seçimlere yönelik nasıl bir hat izleneceği sorularıyla da karşı karşıya kalıyoruz.

Siyasi hayata yeni başlamıyoruz, dayandığımız devasa bir müktesebat var. İlk defa da seçimlere girmiyoruz. Sadece son iki yerel seçimde izlediğimiz hatta bakarak bir çıkarımda bulunmak mümkün.

Doğrudan demokrasi, emek ekseni ve kamu çıkarı alâmetifarikamız. Barış, demokrasi ve sosyal adalet dinamiklerini bütünleştirmek temel hedefimiz.

Kısacası dünyayı yeniden keşfetmiyoruz, ama kendimizi güncelleme ihtiyacı konusunda da bir şüphemiz yok.

Geçmiş seçim deneylerimizde bir dizi parti ve siyasi yapı, kâğıt üzerinde ortak çabamıza destek sunacağı taahhüdünde bulunur, ama sonra yine bildiklerini okurdu. Eldeki malzemenin de farkındayız.

Bu seçimlerde AKP ve CHP gibi partiler karşısında 3. seçeneğin detaylandırılmasını hep birlikte gerçekleştirmeliyiz.

Partinin sadece Kürt siyasi hareketi ve sosyalistlerle sınırlı olduğu algılamasının gerçek dışı olduğu kısa bir süre içinde fark edilecektir.

Özellikle Demokratik İslam Konferansı bu yönelime derinlik kazandıracak ve giderek mütedeyyin yurttaşlarımızdan sosyal demokratlara, Alevilerden, azınlıklara, Can Yücel’in dediği gibi “Başka türlü bir şey benim istediğim” arayışının ve geleneksel siyasetten kopuşun açık adresi olacağız. Siyasetin gökkuşağını hep beraber yaratacağız.

Yeni Türkiye’nin tek başına eski Türkiye üzerinden inşa edilemeyeceğini de görüyoruz. O yüzden bu bir tür sadece toplumu değil, kendimizi de dönüştürme ve değiştirme süreci olacaktır.

HDK, Türkiye’nin her yerinden güçlü adaylarla kendini ortaya koyma kararı aldı, buna karşın kamuoyunda hala bizi yedeklemek, kuyruğuna takma, patronaj eğilimleri ve bir medya basıncı da görülüyor.

Bu nafile çabayı kendine iş edinen lobiler enerjilerini kimseyle ittifak kurmayacağını açıklayan CHP’ye yöneltirlerse faydalı olur. CHP dün kurulmadı ve 90 yıllık ilkeleri de 6 okunda cisimlenmiş durumda.

Zaten bizler de bu yapıların değişip dönüşmeyeceğini gördüğümüz için bu umuda yolculuğa yelken açıyoruz ve bu başlangıcı başkalarına stepne olmak olarak görmüyoruz.

Benim bu tür konularda CHP’ye güvenim tamdır. Tezkere, andımız, anadil gibi konularda yaptıkları, yapacaklarının da teminatı olacaktır.

AKP’nin de ana muhalefetten pek memnun olduğu bu kolay lokma halinin, kaderimiz olması söz konusu olamaz. Yerel seçimlerin ardından ana muhalefetin HDP olduğu tescillenecektir.

Bu dönemde de yer almaktan onur duyduğum HDK ve HDP organlarında bu ve benzeri meseleleri etraflıca ele alacağız zaten.

Ortak bir gelecek ve yaşam için ortak örgütlenme ve giderek organik bir partide buluşmak önem taşıyor.

Herkesi bu umuda yolculuğa davet ediyoruz. Davet bizden, takdir sizden.

Ufuk Uras – Özgür Gündem www.ozgur-gundem.com

Ayşe Gökkan ölüm orucunda – Nazan Üstündağ

Karşılaştırmalı Edebiyat disiplininin dünyaca ünlü teorisyeni Gayatri Spivak, Hintli yazar Mahasweta Devi’nin hikayelerini, feminist ve sömürge sonrası (postcolonial) bir okumaya tabi tutar. Beni en çok etkilemiş olan 1992 yılında Devi’nin Cömert Duoloti isimli bir hikayesi için yaptığı analizdir.

Douloti, Hindistan’da yaşayan bir kadındır. Douloti’nin yaşamı, hafızası ve izleri daha hiç silinmemiş ve çok yakın tarihe kadar Hindistan’da yaşayan halkların iliğini emmiş İngiliz Sömürge İmparatorluğu’nun zalimliği, ulus devletin tekçi hukukunun fark tanımazlığı, kapitalizmin emeğini sömürüşünün beden ağrıları ve hayatındaki erkeklerin şiddetiyle biçimlenir. Douloti’nin bedeninden, yaşamından, canından, kanından herkes bir parça alır; herkes üstünde hak iddia eder, herkes fayda sağlar. Douloti, herkese bir şeyler verir: Bedenini, sütünü, emeğini, kanını… Cömertçe paylaşır kendini. Hiç bir şeyi kalmayıncaya kadar…

Yine türlü türlü şiddetin vücudunu hedef aldığı bir gece ölüverir. Üstelik Hindistan’ın bağımsızlık gününde bir öğretmenin öğrencilerine milliyetçiliği anlatmak için çizdiği ve kuruması için okul bahçesine bıraktığı Hindistan haritasının üzerinde. Haritanın üzerine parça parça olmuş kadın bedeninden kanlar akar: Douloti Nagesia’nın eziyet çekmiş bedeni tüm Hint yarımadasını; Okyanuslardan Himalayalar’a doldurur. İşte burada gömülüdür onun emeği ve eti. İçi hastalık dolmuş, çürümüş ciğerlerinden Hindistan’a kan kusmuştur.

Bir kaç yıl evvel Ayşe Gökkan’la Nükhet Sirman, Bağlar Belediyesi için kadın katliamları üzerine bir araştırma yapmış, bir kitap, bir de belgesel hazırlamışlardı. Ayşe, bir toplantıda izini sürdüğü iki vakayı anlatmıştı. Birinde, bir kadın evlendirildikten sonra zarı esnek çıkıyor, kan gelmeyince kocası ve kocasının ailesi kadını evine geri göndermekle tehdit ediyor, sonra haftalarca işkence yapıyor ve nihayet öldürüyorlardı. Kadının bedeni sigara yanıkları, zincir izleri ve morluklarla doluydu. Nerden öğrenmişlerdi işkenceyi? Bir başka beden üstünde sigara söndürmeyi? Yavaş yavaş öldürmeyi? Ne zaman normalleştirmişti devlet ince ince işlemeyi vücutlara şiddeti Kürdistan’da ve ne zaman iktidar böyle sinsi, böyle zalim, böyle içten pazarlıklı, böyle tanımaz olmuştu bir başkasının acısını?

Diğer anlattığı vakada bir kadın, kocası tarafından her gün dövüldüğünü, komşusuna, ailesine, çevresine, kocasının akrabalarına, polise söylemişti. Kadın derneklerinin birinin telesekreterine “korkuyorum”la başlayan bir mesaj bırakmıştı. İzini her yere kazımıştı ama yine de hikayesi ölümle noktalanmıştı.

Yıllar sonra ilk kez Ayşe’nin bu anlattıklarıyla hatırlamıştım Devi’nin öyküsünü ve Spivak’ın analizini. Kürdistan coğrafyasına bedenlerini yatıran, Kürdistan coğrafyası bedenlerine kazınan, Kürdistan olan kadınlar… Cömert kadınlar. Devlet şiddetinin, erkek şiddetinin, emek sömürüsünün, sömürgenin şiddetinin içinde yaşam kotaran kadınlar.

Demokratik Özgür Kadın Hareketi’nin büyük bir mücadele ve direnişle kadın öz savunma sistemleri geliştirdiği, yüzde elli kadın kotası oluşturduğu ve nice Belediye Başkanları, milletvekilleri çıkararak Türkiye feminist hareketini de güçlendiren Kürdistan.

Ayşe Gökkan şimdi Nusaybin Belediye Başkanı. Ayşe Gökkan bugün ölüm orucunda 6. Gününü tamamladı.

Dün başka bir toplantı için Diyarbakır’a gitmiştik. Oradan Fatma Gök, Nükhet Sirman ve ben Nusaybin’e geçtik. Nusaybin’e vardığımızda hava kararmıştı. O yüzden Ayşe Gökkan’ı göremedik. Geçiş izni yok. Dün gece ilk kez kız kardeşi yanında refakatçi olarak kaldı. Su vermeye çalışılıyor ama suyu da midesi almıyor. Hikayeyi anlatmaya gerek yok. Okumuşsunuzdur: Ayşe 4 yıldır belediye başkanlığı yaptığı Nusaybin ilçesi ile zaten mayınlı bir sınırla ayrılmış olan ve kelimenin tam anlamıyla Nusaybin’e bitişik Kamışlı arasına örülen duvarın neden örüldüğünü anlamak için her türlü mülki amirliğe başvuruyor, cevap alamıyor. Bu duvar bir kaç haftadır Ceylanpınar’la Nusaybin boyunca aralıklı olarak örülüyor. Ayşe dikenli telleri ellerini parçalıyarak sınırın sıfır noktasına geçiyor, açlık grevine başlıyor. Hakkında hükümet ve devlet yetkilileri şov yapıyor deyince açlık grevini ölüm orucuna çeviriyor. Ayşe şu an mayınların ortasında duruyor.

Yedi gündür çoluğuyla çocuğuyla ona destek olan Nusaybin halkı gündüzleri sabahtan akşama gaz yiyor. Sınırın ötesinde insanlar davul zurnayla Ayşe’ye selam ediyor.

Ayşe’nin eylemi öyle aşkın bir derecede sembolik ki; sembolle yaşanan arasındaki sınırlar darmadağın oluyor.

Açlığın sınırında, ölümle yaşamın sınırında, Bir ülkenin sınırında, bir başka ülkenin tam ortasında, kadınlıkla erkekliğin sınırında. Seçilmişle seçenin, devletle hakikatin sınırında. Ve sınırda bir duvar yükseliyor, Ayşe’yle aramızda, Ayşe’nin vücudunda başka bir duvar…

Bir kez daha Devi’yi ve anlattıklarını iliklerimde hissediyorum. Erkeklerin mülki amirlikleri Ayşe’yi, Ayşe’nin sorumluklarını, sorgularını tanımıyor. Cevap vermiyor. Ciddiye almıyor. Bir yeni kadın katliamı hepimizin gözü önünde, hepimizin bilgisinde, hepimizin seyrinde gerçekleşiyor.

Nusaybin bir kadın belediyesi oldu. Bir kadın kenti oldu son yıllarda. Kadınlar Ayşe’nin biraz ötesinde nöbet bekliyor.

7 Kasım’da Güney ve Batı Kürdistan halkları sınıra yürüyecek.

Şimdi önce tüm kadınların ve sonra kadınlarla dayanışacak herkesin birer mum yakması, göğe bir fener bırakması, yollara, sokaklara düşmesi, bu duvarı durdurması gerek. Meclisteki kadınların çığlık atması, seçilmiş bir kadına yoldaşlık etmesi gerek. Sınırların kadınların, halkların bedenlerine, bedenlerin haritalara, haritaların hayatlara yazılmasına bir son vermek gerek.

Nazan Üstündağ – www.bianet.org

Tuncel’den Belediyelere eşbaşkanlık önerisi

Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul vekili Sebahat Tuncel, siyasi partilerde eşbaşkanlığın zorunlu hale getirilmesi ve belediyelerde de eşbaşkanlık sisteminin uygulanması için kanun teklifi verdi.

Teklifin gerekçesinde, eşbaşkanlık sisteminin kadınların kendi adına siyaset yapabilmelerini sağlamak adına, iktidarın eril yapısını dönüştürmek adına uygulanan önleyici bir tedbir olduğu hatırlatıldı.

TBMM’de kadın milletvekili temsiliyetinin Türkiye tarihinde en yüksek oranına ulaşarak yüzde 14’e yükseldiğine ancak bu oranın hala OECD ülkelerindeki kadın temsiliyet oranından düşük ve kadınların eşit temsil hedefinin altında olduğunu belirtildi.

Tuncel, 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nunda değişiklik yapılarak kanunun bütününde geçen “genel başkan” ibaresinin “Eşbaşkanlık” ibaresi ile değiştirilmesini istedi.

Ayrıca 5393 sayılı Belediyeler Kanunu’nda ve 2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun’da da “belediye başkanı” ibaresinin “belediye eşbaşkanları” olarak değiştirilmesini istedi.

Bianet

Denizli’de şarapsız şarap festivali

Denizli’de 31 Ekim – 2 Kasım tarihleri arasında yapılan yapılan 2. Şarap Sempozyumunda bol bol konuşma vardı ama şarap yoktu.

EGS Kongre merkezinde yapılan toplantıya şarap sektörü temsilcileri, Tarım Bakanlığı temsilcileri ve şarapçılık eğitimi gören öğrenciler, Ziraat, Kimya ve Gıda Mühendis Odaları temsilcileri katıldılar. Sempozyum süresince alkollü içkiler yönetmeliğine uygun olarak  şarap üreticisi firmalar ürünlerini sergileyemediler, tanıtım standı kuramadılar, tadım yaptıramadılar. Dünyanın en ilginç şarap etkinliği olarak kayıtlara geçen Şarap Sempozyumu süresince tek yudum şarap içilmedi.

Ziraat Mühendisleri Odası temsilcisi Dr Turhan Tuncer şarapçılık sektörünün içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan en çok üzüm üreticilerinin zarar gördüğüne dikkat çekti ve ürünlerini satamayan üreticilerin üzümleri dalında bıraktığını söyledi. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı temsilcisi Yusuf Gülsever ise şarapçılığın sıkıntılarına hiç değinmeden hükümetin tarım politikalarını savundu ve bağcılığın geliştirilmesinin ülke ekonomisine sağlayacağı katkıya vurgu yaptı.

Denizli’deki Laodikya antik kentindeki arkeolojik kazıları yürüten Prof. Celal Şimşek bölgenin çok eski zamanlardan beri şarapçılık merkezi olduğunu belirttiği konuşmasında bölgede Dionysopolis gibi şarap tanrısına adanmış kentler bulunduğunu hatırlattı.

 

Denizli Haber – Yeşil Gazete

Mursi mahkeme önünde

Mısır’da devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Müslüman Kardeşler Hareketi’nin 14 üst düzey yetkilisi bugün ilk kez hâkim karşısındaydı.

Mahkeme, geçen yıl Aralık ayında Cumhurbaşkanlığı Sarayı önünde yaşanan çatışmalarda protestocuların öldürülmesini azmettirmekle suçlanan Mursi’nin duruşması 8 Ocak’a ertelendi.

Mursi mahkeme salonuna girerken mavi takım elbisesini çıkarıp tutuklulara verilen beyaz üniformayı girmeyi reddetti. Salonda bir kafes için bekletilen sanıklar “Yasadışı, yasadışı” sloganları attı.

Mahkeme salonundan bildiren muhabirler, duruşma sırasında adı sorulan Mursi’nin “Ben Dr. Muhammed Mursi, Cumhuriyet’in başkanıyım. Ben Mısır’ın meşru cumhurbaşkanıyım. Bu mahkeme tarafından yargılanmayı reddediyorum” dediğini aktardı.

Mursi’nin sözlerinden sonra hâkim duruşmayı Ocak’a ertelediğini açıkladı.

Mısır devlet televizyonu Mursi’nin, yargılanacağı Kahire’deki Polis Akademisi’ne helikopterle götürüldüğünü duyurdu.

Eski Cumhurbaşkanının binaya gelmesi üzerine polis merkezi önünde toplanan kalabalık da Müslüman Kardeşler ve Mursi’ye destek çıktı.

Mursi’nin yanısıra Müslüman Kardeşler’in kilit isimlerinden İssam el Eriyan, Muhammed el Biltaci ve Ahmed Abdül Aati de yargılanıyor.

Mısır’da demokratik yollarla işbaşına gelen ilk cumhurbaşkanı olan Mursi, 13 ay sonra protestoların ardından askeri darbeyle devrilmişti.

Darbeden sonra Mursi yanlılarının başkent Kahire’de kurduğu protesto kampları askerler tarafından kanlı bir baskınla dağıtılmış, yüzlerce kişi hayatını kaybetmişti.

Sonrasında geçici yönetim Mursi’nin de üyesi olduğu Müslüman Kardeşler hareketini yasaklamış, İslamcı örgütün üst düzey yetkililerini gözaltına almıştı.

Taraftarları Mursi’ye yönelik suçlamaların siyasi olduğunu söylüyor.

İnsan hakları grupları da güvenlik güçlerini keyfi davranmakla suçluyor.

Eski Cumhurbaşkanı Mursi, 2012 yılının Aralık ayında 10 kişinin ölümüyle sonuçlanan çatışmalarda “öldürmeye ve şiddete teşvik” suçlamasından yargılanıyor.

Dava ‘egemen güçlerin sınavı’

Mursi’nin üst düzey danışmanlarından Wael Haddara BBC’ye yaptığı açıklamada, duruşmayı yürüten isimlerin ordu tarafından tayin edilmesi nedeniyle yargı süreci için “maskaralık” ifadesini kullandı.

Haddara, “Ordu neyden korkuyor? Neden konuşmasına izin vermiyorlar? Tutukluların bile hakları vardır” diye sitem etti.

BBC’nin Kahire’den bildiren muhabiri Kevin Connolly, dava sürecinin Mısır’ın iki egemen gücü arasında bir yargı süreci olacağını söylüyor.

Connolly, bir yandan ordunun sokaklarda düzen sağlama becerisinin, diğer yandan da İslamcı hareket Müslüman Kardeşler’in ezici baskı altındaki direncinin sınandığını ifade ediyor.

Cumartesi günü Mısır’da yayımlanan El Vatan gazetesi, Mursi’nin gözaltındayken çekildiğini söylediği görüntülerine yer verdi.

Bu kayıtta eşofmanlarıyla bir koltukta oturan Mursi rahat bir görüntü çiziyor.

3 Temmuz’da devrilen Mursi o tarihten beri gizli bir yerde tutuluyor.

Mursi duruşmasının Tora Hapishanesi’nde görülmesi bekleniyordu ancak daha sonra Kahire’deki Polis Akademisi’nde yargılanmasına karar verildi.

Halk ayaklanmasıyla devrilen eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek de burada yargılanıyor.

Mursi’nin duruşmasından bir gün önce Mısır’ı ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı John Kerry demokrasi ve istikrar çağrısı yapmış, şiddetin sona ermesi uyarısında bulunmuştu.

 

BBC Türkçe


Kadıköy’de “Eşit Yurttaşlık” mitingi

3 Kasım Pazar günü Alevi Dernekleri’nin çağırısı ile Kadıköy, İskele meydanını dolduran onbinlerce kişi, “İnkarcılığa, asimilasyona karşı eşit yurttaşlık ve inanç özgürlüğü” sloganı ile alevilerin asimilasyonuna yol açacak politikaları nedeniyle hükümeti eleştirdi.

Eşit Yurttaşlık Mitinginde Alevi kurumlarının başkanları konuşma yaptı. Tertip Komitesi adına söz alan Alevi Dernekleri Federasyonu Başkanı Hüsniye Tahmaz, “Nesimi olduk derimizi yüzdürdük. Mazlum olduk dara durduk. Pir Sultan olduk hızıra karşı durduk. Nazım Hikmet olduk bir orman gibi kardeşçe yaşamak için. Mahsuni olduk yılanlara ve çıyanlara karşı durmak için. İsmail, Ethem olduk Gezi’de öldürüldük. Ama artık buradayız, ölmek istemiyoruz” diye konuştu.

Mitingde ayrıca Avrupa Alevi Dernekleri Konfederasyonu Başkanı Turgut Öken,  Alevi Dergahları adına ilk olarak Şahkulu Dergah Başkanı Mehmet Turan, Alevi Kültür Dernekleri Başkanı Doğan Demir ve Gezi Tutsak Aileleri Platformu adına Gezi direnişi sırasında yaşamını yitiren MehmetAyvalıtaş’ın annesi Fadime ve ağabeyi Muharrem Ayvalıtaş da konuşma yaptılar.

Mitingde, Gezi Parkı olayları sırasında hayatını kaybedenler anıldı. Hayatını kaybedenlerin isimleri tek tek okundu, mitinge katılanlar da “Burada” diye bağırdı.

Eşit Yurttaşlık Mitingi Tolga Sağ, Muharrem Temiz, Gani Pekşen, Grup Yorum, Gülcihan Koç ve MKM Sanatçısı İdris Demir’in konserleriyle sona erdi.

(Bianet, Radikal, Yeşil Gazete)

Bugün Gizem’in doğum günü

Bugün Gizem’in doğum günü…

Rusya’da Gazprom’un Kuzey Kutbu’nda yaptığı petrol aramasına karşı bir eyleme katıldığı için 18 Eylül’den bu yana cezaevinde tutuklu olan ve holiganlık suçlamasıyla 7 yıl hapis istemiyle yargılanan Greenpeace aktivisti Gizem Akhan, bugün 25 yaşına bastı.

Gizem’in annesi Tülay Akhan‘ın 46 gündür tutuklu olan kızına doğumgünü mesajı şöyle:

“Canım kızım, yüreğindeki sevgi, yaşam coşkusu hep var olsun, heyecanın, enerjin hiç bitmesin, yüzünden gülücükler hiç eksilmesin, doğum günün dünyadaki tüm

Arkadaşları Gizem'e Kızkulesi'nin önünde doğumgünü mesajı yolladı

güzelliklerin, iyiliklerin, barışın ve özgürlüklerin başlangıcı olsun. Sağlıklı, mutlu, özgür nice yıllar diliyoruz ve seni çok seviyoruz. 46 gündür zor koşullarda olduğun halde yaşama bu kadar sıkı tutunuyor olman, sana olan güvenimi daha da artırıyor.”

Yeşil Gazete olarak biz de doğa dostu, yeşil aktivist arkadaşımız Gizem’in doğum gününü kutluyor, dayanışma dileklerimizi iletiyoruz.

İyi ki doğdun Gizem!

Gizem’e ve birlikte tutuklu olan 29 Greenpeace aktivistinin serbest bıraklıması için düzenlenen kampanyaya destek olmak için tıklayın.

(Yeşil Gazete)

Ali İsmail’in dövüldüğü sokakta her kamerada ‘sorun’ var

Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’ın dövüldüğü sokakta 16 ayrı işyeri kamerasının ve 7 MOBESE kamerasından görüntü alınamadı. MOBESE’lerin arızalı olduğu belirtilirken, diğer işyerleri için de ‘bozuktu, kameranın lensi yoktu, şalter kapalıydı, TOMA su sıktı bozuldu’ gibi gerekçelerle görüntü olmadığı yönünde tutanak tutuldu. Oysa Korkmaz davasındaki en önemli deliller olan ‘öldürme anı’ görüntüleri yine ‘kayıt yok’ denilen bir fırına ait kameradan çıkmıştı. Radikal’in ortaya çıkardığı görüntülerde Korkmaz’ın polisler ve eli sopalı kişilerce dövüldüğü fırına ait kameradan tespit edilmişti. Şimdi akıllara acaba polisin ‘kayıt yok’ diyerek tutanak hazırladığı diğer kameralarda da görüntü bulanabilir mi?

Onlar da ‘kayıt yok’ demişti

Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesi ’ndeki dava dosyasına göre; Korkmaz’ın 2 Haziran’da Sanayi Sokak’ta dövülmesinden sonra polis, 7 Haziran’da Harman Ekmek Fırını’na gelerek fırıncı İsmail Koyuncu’yla görüştü. Koyuncu saat 12.40’taki tutanağa göre, ‘kamera olduğunu ancak kamera kaydının tutulmadığını’ söyledi. Buna karşın, saat 13.00’te ikinci bir tutanak daha tutuldu. Bu kez Komiser Yardımcısı Gökhan Basmacı’nın da adının eklendiği tutanakta, ‘kameraların kayıt yapmadığı’ beyanı tekrarlandı. Koyuncu, ifadesinde, bir gün önce yani 6 Haziran’da incelemek için kameraya baktığını söylüyordu. Polis, Koyuncu’nun beyanını yeterli bulup kayıtlara el koymadı. Daha sonra hazırlanan bilirkişi raporunda Koyuncu’nun kamera kayıtlarını bu tarihte sildiği anlaşıldı. Komiser Basmacı dört gün sonra gelip harddiski aldı. 13 Haziran’da da iki polis daha geldi; kameralara el konduğuna ilişkin bir tutanak tutup ayrıldı. Jandarma Kriminal’de açılan bu görüntülerde davanın önemli delillerinden olan görüntüler ortaya çıkmıştı. Radikal’in haberine göre; bu garipliğin bir benzeri, 20 dakikalık kaydı kayıp olan Beşik Otel için de geçerliydi. Beşik Otel’deki görüntülere el koyan polis, ‘Kameraların açık olduğu ancak görüntülerin açılmadığı’nı yazdı.

Bozuldu, gece görüşü yok, şalter kapalı!

Dava dosyasına göre fırın dışında çevredeki 15 yerinin kameralarının da bozuk ya da arızalı olduğu yönünde tutanaklar hazırlandı. Tutanaklar şöyle:
Gürgenci Otel: Otelimizin kamera sistemi olmadığından dolayı yerine getiremiyoruz.
Şekerbank: Kameranın TOMA’nın su sıkması nedeniyle kullanılamaz hale gelmesi nedeniyle görüntüleri verememekteyiz.
Erenpen: Güvenlik kameralarının on gündür çalışmadığı…
Winhouse: Çok puslu ve karanlık gösterdiği, geçen şahısları gölge şeklinde gösterdiği, giysilerinin belli olmadığı…
Japon Pazarı: İş yerinin elektrik şalterini işyerini kapatırken kapattıkları, çekim yapmadığı beyan edildi.
Arçelik: Güvenlik kameralarının çalışmadığı, arızalı olduğu…
Armaks: İş yerini kapattıklarında kamera sistemini de kapattıkları.
Sanayi Sokak 6 No’lu Bina: Hırsızlığa karşı caydırıcı olması için kameranın olduğu, kamera kaydı tutulmadığı.
Salih Aydoğdu Şirketi: Geceleri elektrik aksamındaki yetersizlikten dolayı kameraları kapattıkları.
Çolak Kardeşler: Gece görüşlü kamera olmadığından dolayı görüntülerin seçilemediği.
IGS Tarım ve Madencilik: Kameraların lensleri bozuk olduğundan gece görüntü alınamadığı.
Yüksel Veteriner Kliniği: Kameranın anlık görüntü verdiği, kayıt yapmadığı.
Es Can Hırdavat: Kameranın kayıt yaptığı ancak açısının çok dar olduğu, sadece iş yerinin girişini gösterdiği
Özsaray Mobilya: Kamera sistemini 8 Haziran’da taktırdığını, 3 Haziran’a ait kayıt olmadığı.

 

“Var olmak için yok oldular”

Müslümanlaştırılmış Ermeniler Konferansı”nın açılışında konuşan Rakel Dink: Onlara gerçek isimleriyle bir daha kimse seslenmedi. Onlar var olmak için yok oldular, silindiler.

Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği “Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler Konferansı” Boğaziçi Üniversitesi’nde başladı. Yoğun katılımla başlayan konferansın açılış konuşmasını Hrant Dink Vakfı Başkanı Rakel Dink yaptı.

Dink, “Sorgulanmayan sayfaları aralamak için buradayız. Dile gelmeyen sırlara şahitlik edeceğiz” diyerek konuşmasına başladı. “Aslını inkar eden haramzadedir” sözünü hatırlatan Dink, konferansın “yasal ve legal” olarak Ermeni kimliği ile yaşayanlar açısından bir yüzleşme niteliğinde olduğunu belirtti, “Kılıç artıklarının fısıltıları bugün artık seslendiriliyor” dedi.

Rakel Dink, “Müslümanlaştırılmış Ermenileri”, “Onlara gerçek isimleriyle bir daha kimse seslenmedi. Onlar var olmak için yok oldular, silindiler” sözleriyle tanımladı.

Konferansın amacını, “Bir tabuun üzerindeki ölü toprağını atacağız” diye özetleyen Rakel Dink, “Müslümanlaştırılmış Ermeniler”in Hrant Dink’in de önem verdiği bir konu olduğunu söyledi.

Konferansta Sibel Asna, Nebahat Akkoç, Fethiye Çetin kökenlerine yıllar sonra yaptıkları yolculuk sırasında yaşadıklarını anlattı.

 

Boğaziçi Üniversitesi Güney kampusu Albert Lang Hal’da yapılan v4 Kasım’a kadar sürecek konferansın programı: http://hrantdink.org/picture_library/MusErm_BRO_TR_email.pdf

 

Konferansa gösterilen yoğun ilgi nedeniyle kayıt yaptırmamış olanların konferansı aşağıdaki linkten izlemeleri isteniyor:

http://www.hrantdink.org/?Detail=753&Lang

 

www.etha.com.tr, Yeşil gazete