Ana Sayfa Blog Sayfa 3917

Kadın kahkahası Türkiye’yi yıkar mı? – Levent Gültekin

Başbakan yardımcısı Bülent Arınç bir konuşmasında şöyle demiş:

“Haya meselesi çok önemlidir. Yüzüne baktığın zaman yüzü kızarıyorsa haya güzeldir. Kadın da olsa daha da güzeldir. (…)Kadın, herkesin içerisinde kahkaha atmayacak. Bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak, iffetini koruyacaksın.”

Bu cümleyi başka bir AK Partili yapmış olsaydı “saçmalamış” deyip görmezden gelebilirdik.
Fakat Arınç AK Parti içerisindeki en etkili, en açık sözlü, en medeni insanlardan biri.

Hangi niyetle söyledi bilmiyorum ama tuhaf bir durum var ortada.

Siyasi tarihi kadınların gözyaşları üzerine bina edilmiş bir ülkede, başbakan yardımcısının kadınlara kahkahayı çok görmesi hakikaten tuhaf bir durum.

Memleketimizde yüzü gülen kadın mı var Allah aşkına?

Bu ülkede yıllarca İslamcı kızlar ağladı. Kemalist kızlar ağladı. Solcu kızlar ağladı. 30 bin çocuğunu şehit veren analar ağladı. Yıllarca zulüm ve işkence görmüş, yakınlarını dağda kaybetmiş Kürt kadınları ağladı. Soma gibi facialarda eşini, oğlunu kaybetmiş kadınlar ağladı. Hâlâ ağlıyorlar…

Kadına yönelik şiddet bir türlü dinmek bilmiyor, bitmek bilmiyor.

Türkiye’de kadınların yüzde 70’i şiddet görüyor.

Ve sen 13 yıldır iktidardasın, bu ülkenin kadınlarının yüzünü güldürmeyi başaramamışsın, şimdi kalmış “Kadınların kahkaha atması hayasızlık” diyorsun!?

Yönettiğiniz ülke kadın hakları sıralamasında 135 ülke arasında 122. Sırada!

Dünyadaki hemcinslerine göre, bu ülkedeki kadınlar daha çok ağlıyor. Daha fazla çile çekiyor. Ve tek sorun buymuş gibi, kadınların kahkaha atmasını yasaklıyorsunuz.

Gençlerin tabiriyle “Neyin kafasını yaşıyorsunuz?”

Bunca çile, bunca gözyaşı, bunca acı ve ıstırap varken; bir siyasetçinin, din adamı edasıyla kadının kahkahasını konu etmesi yakışık alır mı?

Dindaş dediğin ülkelerin durumu ortada. Her konuşmanda Kahire, Şam, Bağdat, Kudüs vurgusu yapıyorsun. Ortadoğu’daki kadınların durumuna bir bakar mısın?

İslam alimi diye geçinenlerin Suriye’de 12 yaşındaki kız çocuklarını silahlı teröristlere “helal” gördüğü bir coğrafyada yaşıyoruz.

Kadın haksızlığa uğrasın, tecavüze uğrasın, İslamcı militanların seks kölesi olsun, ezilsin, dayak yesin, kovulsun, aşağılansın, işkence görsün, evladını kaybetsin, hayatı mahvolsun… fakat ne yapmasın? Kahkaha atmasın, öyle mi?

Hayasızlık, kadının kahkaha atması mıdır…

Yoksa sizin böyle bir ortamda bu tür sözler söyleyecek kadar şuursuz olmanız mı?

Kadına haysiyetli, huzurlu, güler yüzlü bir hayat sunacağınıza kahkahayı konu ediyorsunuz işte.

Dünya tarihinde kadın hakları mücadelesi en önemli konulardandır. Fakat bu konuda kendi ülkende bir arpa boyu yol kat edememişsin.

Ülkende sosyal alanda kadın neredeyse yok denecek kadar az. Kalkmış kahkaha ile uğraşıyorsun.

Söyler misiniz Allah aşkına, bu ülkeye, somurtan erkeğin verdiği zararı, hangi kadın, kahkahasıyla verdi?

Meselenin bir yönü bu.

Bir başka yönü daha var.

Kadının kahkaha atması, konuşurken erkeğin yüzüne bakması iffetsizlik ise erkek siyasetçilerin siyasette yalan söylemesi ne?

Çatışmayı, kabalığı, gerginliği, somurtmayı bir siyasi tarz haline getiren erkek siyasetçilerin yaptığı ne?

Yolsuzluk yapan siyasetçiler, dinimizce hayalı, iffetli, namuslu mu?

Daha çok oy alabilmek için bu ülkeyi yaşanmaz hale getirenlere, bu dinin söyleyeceği bir tek cümle yok mu?

Evine ekmek götüremeyen insanlar varken 700 bin TL’lik saat takan siyasetçiyi bağrına basanların dindeki yeri ne?

Soma’da gerekli tedbiri almadığı için 301 kadının acıya, gözyaşına boğmanın hükmü ne?

Soma faciası, hayasızların işi değil miydi?

Sayın Arınç, tam da Manisalı olarak, Somalı kadınlara mesela, haya dersi verebilecek konumda mıdır?

***

Rant için şehirleri, parkları talan edenlere Kuran hangi gözle bakıyor?

Bunların dinde bir karşılığı yok mu?

Dindar siyasetçilerin bu ülkede dini ve ahlaki değerlere verdiği zararı, hangi kadın kahkahası verebilir?

***

Ben bu dindarların kadınla ne tür bir sorunları var anlamış değilim.

Kadını cinsel obje olarak görmekten bir türlü kurtulamıyorlar.

Başbakan kalkar “Kızlı- erkekli” veyahut “Kadın mı kız mı belli değil” der.

Başbakan yardımcısı kadının kahkahasından cinsel bir cazibe çıkarır.

Din alimi diye geçinen bir şaklaban “Kendi kızınız bile olsa, 7 yaşından büyük kız çocuklarınızı öpmeyin” der.

Tüm bunlar nasıl bir ruhun ürünüdür?

***

Bülent Arınç aynı konuşmada TV dizilerindeki ahlaki erozyondan da bahsediyor.

Böyle konuları dert edinen birine şu soruları sormadan geçemeyiz.

13 yıldır iktidardasınız. Kontrolünüzde onlarca TV onlarca gazete var. Yayınladığınız diziler ortada. Hangisinde nasıl bir ahlaki standart yakaladınız? Övünecek hangi diziyi veyahut programı bu ülkeye sundunuz? Kontrolünüzde olan hangi TV’yi diğer TV’lere örnek olarak gösterebilirsiniz?

Kollayıp palazlandırdığınız işadamlarının sahibi olduğu kanallardaki, bırakın dizileri, dini programlardan daha fazla yozlaşmayı yayan bir dizi var mı bu ülkede?

Sizin kanalarınızdaki programlarda din, ticari meta haline dönüşmüş. Bundan niçin rahatsız olmuyorsunuz?

Bir şey daha: Günde 15 saat TV’lerde hepimize ayar veren, gerginlik yayan, bizi hayatımızdan bezdiren siyasiler mi bu ülkeyi daha çok tahrip ediyor, yoksa Arınç’ın bahsettiği o gençlik dizileri mi?

Levent Gültekin – www.internethaber.com

Gramsci’nin Unita’sını öldürdüler, satın alamadılar

Marksist kuramın önde gelen düşünürlerinden Antonio Gramsci’nin 1924’te kurduğu Unita (Birlik) gazetesi yaşadığı mali kriz nedeniyle yayınını durdurdu.

Gazete, yine Gramsci’nin kurduğu ve liderliğini yaptığı İtalyan Komünist Partisi’nin yayın organıydı.

1970’lerde 230 binin üzerinde satan Unita’nın tirajı son dönemde 23 bine düşmüştü.

Gazete son yıllarda sıklıkla ekonomik sorunlar yaşıyor, çalışanlarına maaş ödeyemiyordu.

Unita, sol içindeki bölünmeler, devlet yardımındaki kesintiler, reklam gelirlerinin gerilemesi ve internet medyasının yarattığı rekabet gibi sorunların üstesinden gelemeyince son 20 yılda 4 kez iflas ilan etmişti.

Borçları 39 milyon euro’ya ulaşan gazetenin son üç aydır da çalışanlara maaşlarını ödeyemediği bildiriliyor.
Berlusconi’nin destekçileri talip oldu

Gazeteyi borç krizinden kurtarmak için 14 Temmuz’da bir satın alma girişimi yaşanmış, ancak gazetenin yayın kurulu bu satışa karşı çıkmıştı.

Gazeteyi satın almak isteyenler ise, eski Başbakan Silvio Berlusconi’nin partisinden milletvekili Daniela Santanche ve yine Berlusconi’ye yakınlığıyla bilinen televizyon sunucusu Paola Ferrari’ydi.

Unita yayın kurulu, sol çizgide yayın yapan gazetenin sağcıların eline düşmesine izin vermemişti.

Ancak bu satın alma girişimini reddettikten yaklaşık iki hafta sonra gazete kapanma kararını açıklamak zorunda kaldı. Dün yapılan toplantıda, Unita’nın 31 Temmuz’dan sonra baskısını “askıya alması” kararlaştırıldı.

unitaUnita bugün tam sayfa “Unita’yı öldürdüler” manşetiyle yayın durdurma kararını okurlarına duyurdu.

Üst başlık olarak da Gramsci’nin gazetenin kuruluşu için yazdığı mektuptaki ifadelerine yer verildi:

”Solcu bir gazete olmalı. Sade ve basit “Unita” (birlik) adını öneriyorum, bu isim işçiler için bir simge olacak ve daha genel bir anlam da taşıyacak.”

Gazete, yayın durdurma kararına 3 sayfa ayırırken, geri kalan sayfaları boş halde yayımlandı.

Gazete çalışanlarının sendikasından yapılan açıklamada da “Yolun sonuna gelindi. Üç aylık mücadelenin ardından Unita’yı öldürmeyi başardılar. Hissedarlar, gazeteyi kurtarabilecek planlar üzerinde anlaşmaya varmayı başaramadı” denildi.

Gazetenin 31 Temmuz’da son kez bayilerde satılmasının ardından da çözüm görüşmelerinin sürmesi bekleniyor.

Unita’nın hissedarlarından biri olan iktidardaki Demokratik Parti’nin (PD) gazeteyi kurtarmak için devreye girmesi çağrıları yapılıyor. PD’li Başbakan Matteo Renzi de Unita’yı kurtarmaya çalışacaklarını açıkladı.
Faşizme direndi, ekonomik krize direnemedi

Unita gazetesi 1924’te Gramsci tarafından kurulduğunda “işçilerin ve çiftçilerin gazetesi” sloganını kullanıyor, 1991’den bu yana da “Antonio Gramsci’nin kurduğu gazete” alt başlığıyla yayımlanıyordu.

Faşist lider Benito Mussolini’nin iktidarda olduğu 1926’da kapatılan gazete, Fransa’da gizlice basılıp el altından dağıtılmaya devam etmiş,1945’te de İtalya’da yasal olarak yayın hayatına dönmüştü.

L’Unita’nın “İtalyan Komünist Partisi’nin gazetesi” şeklindeki alt başlığı, 1991’de “Antonio Gramsci’nin kurduğu gazete” olarak değiştirildi.

 

BBC Türkçe

Dünyada ve Türkiye’de topluluk destekli tarım uygulamaları 2 – Ayşegül Çerçi

Ankara Doğal Besin ve Bilinçli Beslenme Grubu (DBB) üyesi Ayşegül Çerçi’nin iki bölüm halinde kaleme aldığı yazısının ikinci bölümünü sunuyoruz

Yazının ilk bölümünü buradan okuyabilirsiniz

* * *

Topluluk Destekli Tarımın Dünyadaki Gelişimi

İlk bölümde açıklanan şekliyle topluluk destekli tarım oluşumları 1970’li yılların başında filozof ve tarım kooperatifleri liderlerinden Teruo Ichiraku’nun tüketicileri kimyasal kullanımlarına karşı uyarması ve organik tarım hareketini başlatması topluluk destekli oluşumların yolunu açmıştır. O yıllarda özellikle kentlerde yaşayan insanlar gıdalardaki kimyasal kalıntılarından ve kimyasal kirlenmenin neden olduğu zehirlenme ve minimata hastalığı gibi hastalıklardan endişe duymaktaydı (http://www.joaa.net/english/teikei.htm ). Bir grup Japon ev kadınının (10 aile) 1975 yılında tarımda aşırı böcek ilacı ve kimyasal kullanımı, işlenmiş gıdaların ithalatının artması ve buna bağlı olarak tarımsal nüfüsun azalması endişeleriyle bir araya gelerek, yerel bir çiftçiyle pirinç, tahıl ve sebzeler karşılığında işgücü ve para ödemeyi taahhüt etmeleri ve böylelikle “teikei (ortaklık)” hareketini başlattığı kabul edilmektedir (Henderson, E. 2010).

32 tarım...

Özellikle Japonya, Amerika ve Avrupa’da sayıları çoğalan topluluk destekli tarım grupları Fransa merkezli uluslararası ağ oluşturmuşlardır. Fransa’da  “urgenci” (Urban-Rural Generate New Commitments between Citizens) adıyla kurulan bu ağa tüm dünyadan topluluk destekli tarım grupları katılabilmektedir. Bu gruplar için bir iletişim, öğrenme ve işbirliği platformu niteliğindeki urgenci  amaçlarını şöyle tanımlamıştır; köylü tarımı kültürünü korumak, gıda güvenliğini sağlamak, gıda aracılığıyla hastalık ve yetersiz beslenme ile mücadele etmek. Aynı zamanda kent ve kır arasında, üreticiler ile tüketiciler arasında dayanışma ağları kurmak suretiyle ekonomik ve sosyal alanda yurttaşlık bilincini geliştirmek, halkı çevre ve yurttaşlık konusunda eğitmek ve yoksulluk ve dışlanmaya karşı mücadele etmek olarak belirtmektedir .

Daha çok gelişmiş ülkelerde yaygınlaşan topluluk destekli tarım grupları arasında  en bilinenleri,  kendi dillerindeki kıısaltmalarla,

  • CSA(Community Supported Agriculture) Anglosakson ülkeler-ABD ve İngiltere

1985’te İsviçre’de kurulan topluluk destekli tarım fikrinin Amerika’ya taşınmasıyla başlayan süreçte bugün ABD’de sayıları 30 ile 150 üye arasında değişen büyüklüklerde 4.000’den fazla topluluk destekli tarım grubu faaliyet göstermekte ve 150.000 fazla insana gıda sağlamaktadır.  CSA’ların oluşumunda ve yönlendirilmesinde yardım ve destek sağlayan NewYork merkezli  http://www.justfood.org/about-us ve   ülke çapında faaliyet gösteren http://www.localharvest.org/ önemli sivil toplum kuruluşlar arasındadır. Hatta topluluk destekli tarım gruplarına yazılım desteği sunmak üzere “csaware” adında bir yazılım firması bile kurulmuştur ( http://www.csaware.com/). ABD’de ayrıca yerel yönetimler de çiftçilerin kendilerini tanıtmaları, halkın da organik tarım üretimi gibi konularda eğitimi için çeşitli fırsatlar sunmaktadır (http://www.agriculture.ny.gov/AP/organic/CommunitySupported.html)

35 planb_whatiscsa...

ABD’de yerel toplulukların topluluk destekli tarım oluşumlarıyla düşük gelir gruplarıyla dayanışmanın güçlendirilmesine ve özellikle gençliğin tarım konusunda eğitimi önem verdikleri gözlenmektedir.

  • İngiltere’de CSA, genellikle  “Box Schemes”  olarak kurulan fakat değişik modellerde de faaliyet gösteren 100’den fazla topluluk bulunmaktadır. Bir sivil toplum kuruluşu olan  Soil Association CSA ağını kurmaktadır.

http://www.soilassociation.org/communitysupportedagriculture/csanetworkuk

  • Teikei-Japonya;  Japonya’da başlayan topluluk destekli tarım hareketi temelde doğrudan alışveriş ve alternatif dağıtım sistemi olup “putting farmer’s face on food” olarak ifade edilen çiftçinin sözüne güvenmek üzerine kuruludur. Yaklaşık 3.000 üyesinin %20-25’i üretici %80’i tüketicilerden oluşan bir sivil toplum kuruluşu olan The Japan Organic Agriculture Association(JOAA) bünyesinde (http://www.joaa.net/english/teikei.htm) devam eden topluluk destekli tarım oluşumları 1970li yıllardan bugüne aralıksız  gelişmeye devam etmektedir.
  • AMAP-Fransa; 2001 yılında çiftçilerin doğrudan pazarlama girişimi olarak kurulan AMAP(Association pour le Maintien duneAgriculture) yaklaşık 1.600 topluluk ile 270.000 tüketiciye gıda temin etmektedir  (http://www.theguardian.com/world/2012/apr/10/france-farming-organic-vegetable-boxes)
  • İsviçre’de, Japonya ile hemen hemen aynı zamanlarda ancak  allende dönemi Şili’sindeki kollektif çiftliklerden ve Fransa’daki köylü-işçi hareketinden esinlenerek Les Jardins de Cocagne adıyla ilk topluluk destekli tarım oluşumunu başlatmışlardır. Bugün İşviçre’de yaklaşık 10 grup faaliyet göstermektedir.
  • İtalya (GAS), Portekiz (reciproc), Belçika (GASAP), Danimarka (Aarstiderne– web tabanlı bir organik gıda dağıtım sistemi ),  Almanya( Buschberghof system-1.000 civarında topluluk),  Kanada (ASC), Avusturalya, Çin ve Hindistan ile diğer pek çok ülkede topluluk destekli  tarım grupları kendi koşullarını uyarladıkları şekliyle faaliyet göstermekte, sürdürülebilir ve daha adil topluluklar oluşturmada umut vermektedir (Henderson,E.,2010).

Türkiye’de Topluluk Destekli Tarım Oluşumları

36 kentkultur_cayek-toplantisi...

Ülkemizde de son yıllarda kır-kent işbirliği üzerine kurulan topluluk destekli tarım uygulamaları ve katılımcı onay sistemi esasıyla çalışan gıda toplulukları dünyada olduğu gibi yaygınlaşmaktadır. Ankara, Güneşköy (2005)  ve Yeryüzü Derneğinin İstanbul’daki girişimleri bu yazıda açıklanan modele en yakın olanlarıdır. Güneşköy’de  katılımcılar bir sezon için aylık ödemeler yapmakta ve haftalık kutu sistemiyle dağıtımı yapılan meyve, sebze ve diğer ürünleri teslim almaktadır. Ancak Güneşköy’ün arazisini ortadan ikiye bölen yüksek hızlı tren projesi nedeniyle üretimine gelecekte nasıl devam edeceği henüz kesinlik kazanmamıştır.

BÜKOOP Boğaziçi Üniversitesi Mensupları Tüketim Kooperatifi  ve Bir Umut Var Derneğinin tüketim dayanışmasında izlediği  doğrudan ve doğal üretim yapan üreticilerin desteklenmesi de bir tür topluluk destekli tarım modeli kapsamında değerlendirilebilir.

30 community-farming-1

 

Ankara Doğal Besin ve Bilinçli Beslenme Grubu (DBB/2008) ile Çanakkale Ekolojik Yaşam İnsiyatifi (ÇAYEK)  ise “yerel üret, yerel tüket” yaklaşımıyla çalışan başarılı katılımcı onay sistemi örnekleri arasında sayılmaktadır.

Ülkemizde faaliyet gösteren grupların sayılarından da anlaşılabileceği gibi topluluk destekli tarımın gelişmesi henüz zayıf ancak  potansiyeli yüksektir. Organik tarımın gelişmesine ve tüketicilerin bilinçlenmesine paralel olarak topluluk destekli tarım gruplarının sayısının da artması beklenmektedir. Ancak, ülkemizde bu tür yerel oluşumların artması için doğal ve organik üretim yapan  üreticilerle, bu ürünleri talep eden tüketicileri biraraya getirecek bir platform ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Mevcut durumda üreticiler ve tüketiciler birbirilerini daha çok kişisel ilişkiler aracılığıyla tanımaktadır. Bazı yurtdışı örneklerinde olduğu gibi böyle bir iletişim platformuna sivil toplum kuruluşlarının aracılık etmesi toplulukların kurulmasını kolaylaştırıcak ve ilgili tarafları doğru yönlendirebilecektir.

Victor AnaniasBizden bir bilge insan, Victor Ananias’ın tohumu tanımlarken dediği gibi “ yalnızca domates, buğday ya da zeytin tohumu değil gelecekte yaşamsal sonuçları olacak bir fikir de tohumdur” (Yaşam Dönüşümdür, 2012:69). Topluluk destekli tarımın temel ilkelerinin kısaca anlatıldığı ve dünyadaki gelişiminden örnekler verilen bu iki  yazının ülkemizde de bu modelin  gelişmesi, ekolojik yaşamın bir adım daha ilerlemesi  için bir tohum olması,  ilham vermesi umuduyla…

Yazının ilk bölümünü buradan okuyabilirsiniz

Ayşegül Çerçi

 

 

Ayşegül Çerçi

 

 

Yazar Ayşegül ÇERÇİ hakkında: Kalkınma finansmanı alanında projeler, büyük şirketler, krediler ve  faizler arasında çalışırken yolum uzun zaman önce yarım bıraktığım Hacettepe Üniversitesi-İşletme Bölümündeki Turizm İşletmeciliği Yüksek Lisans programına düştü. Tezim için Yavaş Şehir Seferihisar’ın destinasyon imajını çalışırken Cittaslow ve Slow Food ile tanıştım. Kentsel boyutuyla cittaslow, iyi-temiz ve adil gıda felsefesiyle Slow Food kalkınmaya, yaşama, gıdaya ve politikaya ilişkin yeni bir  bakış açısı kazandırdı. Sonrasında Ankara Doğal Besin ve Bilinçli Beslenme Grubu (DBB), Buğday’ın öncülüğündeki tohum takas şenlikleri ve bütün resmi doğru çerçeveye yerleştirmemi sağlayan Yeşil Politika Okulu-2014 ile yeniden öğrenmeye devam ediyorum. Bilgi paylaşıldıkça çoğalır ilkesinden hareketle, sözcükler yerine sayılarla çalışmaya alışmış olsam da öğrendiklerimi sizlerle paylaşmayı deneyeceğim, ufuk açıcı olması dileğiyle..   

Üreticilere verilen düşük fiyat memnun etmedi, vişneler dalında çürüyor

Afyonkarahisar’da vişne üreticilerine bu sene verilen 1,4 liralık fiyat memnun etmedi. Üreticiler, vişne üretimindeki maliyeti bile karşılayamadıklarını söyledi.

dereçine kasabası üreticileri
Dereçine Kasabası üreticileri, ürün fiyatı konusunda yaşadıkları sıkıntıları ‘Diren Vişne’ başlıklı bu metinle sosyal medyadan duyurdu.

Afyonkarahisar Sultandağı bölgesindeki üreticiler bir hafta öncesinde verilen 1,2 liralık fiyatı vişneyi dalında bırakarak protesto etmişti. Bunun üzerine tüccarın fiyatları 1,4 liraya yükseltmesinin ardından bazı üreticiler ürünlerini teslim etmeye başladı. Üreticiler bu fiyatların maliyetleri bile karşılamadığını, ancak mecburen vermek zorunda olduklarını kaydetti.

Sultandağı ilçesi Dereçine Belediye Başkanı Aykut Okumuş, yörede 3 bin üreticinin bu işten ekmek yediğini belirterek, kendilerine verilen 1,2 liralık fiyatın 14 yıl önceki fiyatın da altında olduğunu söyledi. Üreticilerin bir haftadır ürünlerini toplamadığını belirten Okumuş, fiyatların 1,4 liraya yükseldiğini, bazı üreticinin hala ürünü dalında beklettiğini, bazılarının ise mecburen verdiğini kaydetti.

Okumuş, “14 yıl önce vişne 1,5 lira, gübre 15, mazot 43 kuruş lira, işçilikte 13 lira civarındaydı. Ancak şimdiye geldiğimizde vişne 1,4 lira civarında. Gübre olmuş 60 lira, mazot 4,5 liraya çıkmış, işçi yevmiyesi de 45 liraya çıkmış durumdadır. Bir işçi günde 70-80 kilo toplayabiliyor. Ancak, mevsimlik işçiler de bunu bilmedikleri için fazla kilo toplayamıyor. Damlama sulamaya geçen üreticinin elektrik masrafları 10 kat artmıştır. Bunun dışında bahçeye 3-4 defa ilaç veriliyor. Verilen fiyat üreticiyi kurtarmıyor” dedi.

İthalat fiyatları düşürdü

Aykut Okumuş, fiyatların geçtiğimiz yıllarda 2-2,5 lira olduğunu, bu yıl firmaların yurt dışından alım yaptığı için fiyatları düştüğü bilgisini aldıklarını anlattı. Üreticinin mecbur ürününü toplayıp zararına satmak zorunda olduğunu belirten Okumuş, dalda kalan ürünün ağaçlara da zarar verdiğinden mutlaka toplanması gerektiğini dile getirdi.

Afyonkarahisar Sultandağı ilçesi yöresi kiraz ve vişne üretimiyle meşhur. 2 bin 500 üretici yılda 17 bin ton vişne üretimi yapıyor. Bu vişnenin yüzde 75’i meyve suyu fabrikalarına geri kalanı da şokluk olarak bazı gıda firmalarına gönderiliyor. Eber gölü ve Sultandağlarının arasındaki iklimden dolayı güzel bir aroma sahip olması ve sulu olmasından dolayı tercih ediliyor.

(Cihan/ Yeşil Gazete)

Danimarka’da rüzgar enerjiden yana esiyor

Enerji ihtiyacının yaklaşık yarısını yenilenebilir enerjiden sağlayan Danimarka’dan güzel haber: Enerji Bakanı Rasmus Petersen’in yaptığı açıklamaya göre denizlere kurulmuş olan rüzgar panelleri ülkenin en ucuz enerji kaynağı haline geldi.

offshore-wind-turbines

Yapılan yeni araştırmaya göre, rüzgar panelleri 2016 itibariyle kömür ve doğalgaz maliyetinin yarısına kadar düşecek ve bir kilovat saati 4 cent’e denk gelecek.

Danimarka’nın hedefi 2050’de enerjisinin yüzde 100’ünü rüzgar, güneş, jeotermal, atıkların dönüşümü gibi kaynaklardan elde etmek.

Enerji Bakanı Petersen’ın “Bugün rüzgar enerjisi, bu alanda çalışan araştırmacılar, şirketler ve siyasiler sayesinde en ucuz enerji kaynaklarından biri. Yenilenebilir enerjiyi başat hale getirmek için uzun vadeli ve istikrarlı bir emerji politikasına ihti yacımız var” açıklaması, Avrupa’da gittikçe yükselen yenilenebilir enerji politikalarının geleceği noktayı işaret eder nitelikte. Rüzgar enerjisini enerji ihtiyacının büyük bir öğresi haline getiren ülke gini, Avrupa’da özellikle İtalya , İspanya ve Almanya’da da günei ve rüzgar gibi enerji türlerine eğilim artıyor.

Yenilenebilir enerji konusunda bir danışma kurumu olan ECLAREON’un hazırladığı bir rapora göre söz konusu üç ülkede özellikle güneş enerjisi fosil yakıtlarla baş başa gitmeye başladı. Almanya yenilenebilir enerji ekonomisinde büyük paya sahip olurken onu İtalya ikinci sırada izliyor. Fransa ve Çin dördüncü sırada pazar payını paylaşırken, İngiltere ve Japonya altıncı sırada.

(tcktcktck.org/ Yeşil Gazete)

 

Topluluk destekli tarım uygulamaları 1 – Ayşegül Çerçi

Ankara Doğal Besin ve Bilinçli Beslenme Grubu (DBB) üyesi Ayşegül Çerçi’nin iki bölüm halinde kaleme aldığı yazısının ilk bölümünü sunuyoruz

* * *

“Gıda ve tarım aynı şeyin ön ve arka yüzleridir. Gün gibi açıktır ki eğer doğal tarım uygulanmazsa, halka doğal gıda sunulamaz . Ama eğer doğal beslenme kabul görmezse, çiftçi ne yetiştireceğini şaşırır. “Doğru Gıda, Doğru Eylem, Doğru Farkındalık” bu üçü birbirinden ayrılamaz. Eğer biri eksikse, hiç biri gerçekleştirilemez. Eğer biri gerçekleşirse hepsi gerçekleşir”(Masanabu FUKUOKA, “Ekin Sapı Devrimi”,  2012:152).

Küreselleşme, Aile Çiftçiliği ve Topluluk Destekli Tarım

Son yüzyılda tanık olduğumuz “kalkınma” süreci ve yakın tarihte hızlanan küreselleşme olgusu insanların, yiyeceklerinin yetiştirildiği toprakla ve üreticileriyle bağlantısını kopartarak gıda üretimini fabrika benzeri tarımsal işletmelere kaydırmış, aile çiftçiliğini yok olma tehdidi ile karşı karşıya bırakmıştır (Henderson,E. 2010).

11 topluluk destekli tarım

Oysa gıda güvenliğinin ayrılmaz bir parçası niteliğindeki aile çiftçiliğinin sosyo-ekonomik, çevresel ve kültürel açıdan önemi büyüktür ve yerel ekonomilerin desteklenmesinden biyoçeşitliliğin korunmasına uzanan geniş bir yelpazede hayati işlevleri bulunmaktadır (Donat,İ.BloombergHt, 13-05-2014). Öte yandan Birleşmiş Milletler, açlık ve yoksullukla mücadele ve doğal kaynakların korunması açısından öneminin vurgulanması amacıyla 2014’ü Aile Çiftçiliği yılı ilan ederek, küçük çiftlik sahiplerinin dünya yiyeceğinin %70’ini üretmelerine rağmen, dünyada açlık çeken %50’yi oluşturmasına dikkat çekmektedir (http://www.bugday.org/portal/haber_detay.php?hid=6733 ) .

Küreselleşmenin, etkili olduğu  diğer alanlarda olduğu gibi,  tarımsal üretimi tektipleştirici ve büyük işletmeler lehine dönüştürücü etkilerine karşı gelişen hareketlerden bir tanesi de topluluk destekli tarım uygulamalarıdır.  Günümüzde pek çok ükede  doğal ve yerel gıdayı üreten küçük çiftçiler ile bu gıdayı talep eden tüketiciler ve ülkelerinde uygulanan tarım ve gıda politikaları konusunda endişe eden tüm kesimler bir araya gelerek alternatif bir ekonomik yaklaşımla yerel dayanışma ortaklıkları kurmaktadır.  Yoğun haşere ilacı, kimyasal gübre kullanımı ve monokültür üretim özellikleri öne çıkan endüstriyel gıda üretimine alternatif, ekolojik (doğal ve organik yöntemlerin tamamını kapsayacak şekilde) üretim yöntemlerini destekleyen bu türden gıda topluluklarının oluşumu ve yaygınlaşması  ilgili taraflara sağladığı pek çok faydanın yanısıra küçük aile çiftçiliğinin varlığını sürdürebilmesi için de çok önemlidir.

Topluluk Destekli Tarımın Temel Özellikleri

Doğal ve yerel gıda üreten küçük çiftçi/çiftçiler ile bir grup tüketicinin değişik modellerde kurduğu ortaklık, tüketicilere  sağlıklı, doğal, taze ve mevsime uygun gerçek gıdaya aracısız erişim imkanı sağlarken, üreticilere de tarımsal üretimin içerdiği riskleri tüketicilerle paylaşma ve ürünlerini adil bir fiyattan satabilme imkanı yaratmaktadır. Bu sistemde tüketici kendisine sunulan ürünü satın almanın ötesine geçip türetici ya da eş-üretici işlevini üstlenmekte, üretim sürecinde sorumluluk almakta ve üreticiyle işbirliğine gitmektedir.

13 topluluk destekli tarım

Topluluk destekli tarıma konu olan  ürünler arasında en yaygın olanı  sebzeler olmakla birlikte mevsime uygun olarak meyveler, tahıllar, yumurta, süt ve et ürünleri de sıklıkla değişime konu olmaktadır. Genellikle yaşadıkları kent yakınında tarımsal üretim yapan küçük çiftçi ile anlaşan bir grup tüketici, grubun büyüklüğü değişmekle birlikte genellikle 30-50 arasında, ön ödeme ya da düzenli ödemeler yapmakta, karşılığında ise sezon boyunca  bir hafta ya da daha uzun aralıklarla çiftçinin hazırladığı sebze-meyve-süt vb. kutularından teslim almaktadır.Üreticinin kendisi  ya da grubun çekirdek üyeleri grubu haftalık ya da iki haftalık kısa bültenlerle bilgilendirmekte, çiftlikten haberleri toplulukla paylaşmaktadır. Bültenlere genellikle o haftanın yiyeceklerinden yapılabilecek yemek tarifleri de eklenmektedir. Dağıtım şekli, kutuların ürün içeriği, tüketicilerin katkısının yalnızca para mı yoksa işgücü katkısı ile birlikte mi olacağı, bir üretici mi yoksa birden fazla üreticinin sisteme dahil olacağı gibi konular tamamen topluluğun tercihlerine ve koşullarına bağlı olarak belirlenmektedir.

Ancak topluluk destekli tarım modelini öteki modellerden ayıran en önemli özellik; doğası gereği riskli bir iş alanı olan ve geleneksel olarak tamamen üreticiler tarafından üstlenilen tarımsal üretim risklerinin tüketicilerle paylaşılması ve topluluğun iyi hasatla birlikte kötü hasatı da hep birlikte kabullenmesidir. Diğer önemli bir özellik ise dayanışma kültürünün varlığıdır. Yeterli gelir seviyesine sahip olmayan topluluk üyelerinin katılımı, armağan ekonomisi ya da işgücü katkısı karşılığında indirimler şeklinde mutlaka sağlanmaktadır.

Avrupa’da faaliyet gösteren topuluk destekli tarım uygulamalarının deneyimlerinin paylaşıldığı kılavuzda (European Handbook on Community Support Agriculture Sharing Experiences, 2013, http://future-farmers.net/2013/10/04/european-handbook-on-community-supported-agriculture-csa-is-out-and-available-for-free-download/) topluluk destekli tarımın üreticilerin ve toplulukların sosyal, tarihsel ve tarımsal koşulları, ihtiyaçları ve örgütlenme kapasiteleri  doğrultusunda pek çok değişik şekilde uygulanabildiği ancak aşağıda sayılan dört temel unsurun belirleyici olduğu belirtilmektedir.

  • Ortaklık: Topluluk destekli tarım oluşumu, üretici ile tüketicilerin karşılıklı taahütlerine dayalı bir ortaklık temelinde kurulmaktadır. Üretici sözlü ya da yazılı bir anlaşma kapsamında belirli bir zaman diliminde (genellikle birkaç aydan oluşan bir üretim sezonu yada yıl) ürün sağlamayı taahhüt ederken, tüketiciler de para ve/veya işgücü sağlama taahhüdünde bulunmaktadır.
  • Yerel:  Topluluk destekli tarım oluşumları ekonomiyi yeniden yerelleştirme yaklaşımlarının aktif bir parçasıdır. Bununla birlikte “yerel” coğrafya ile sınırlı değildir. Esas amaç, yerel üreticilerin çevreleriyle bütünleşmeleri ve üretimlerinden kendilerini destekleyen toplulukların yararlanmasıdır.
  • Dayanışma: Topluluk destekli tarım oluşumlarında üreticiler ve onları destekleyen topluluklar arasındaki dayanışma esastır.

Dayanışma,

o   Sağlıklı tarımsal üretimin risklerini ve faydalarını paylaşılmasını (mevsimlerin ritmine uygun, çevreye, doğal ve kültürel mirasa ve insan sağlığına saygılı üretim)

o   Çiftçilerin ve  ailelerinin üretimlerini sürdürmelerine ve insan onuruna yakışan şekilde yaşamalarını sağlayacak adil bir fiyattan ön ödeme yapılmasını, kapsamaktadır.

  • Üretici/tüketici birlikteliği:  Topluluk destekli tarım üretici ve tüketicinin doğrudan, herhangi bir aracı olmaksızın ve  aralarında hiyerarşi ya da alt-üst ilişkisi oluşturan bir yapı olmaksızın kurdukları  iletişime ve karşılıklı güvene dayanmaktadır.

Topluluk destekli tarımın yerel topluluğa yararları nelerdir?

14 topluluk destekli tarım...

  • Tüketiciler tanıdıkları, bildikleri bir üreticiden taze ve sağlıklı gıda temin edebilmektedir.
  • Ekolojik üretimle daha az yiyecek taşınması (karbon ayak izi), daha az ambalaj ve iyileştirilmiş hayvan refahı mümkün olmaktadır.
  • Yerel harcamaların artmasıyla yerel istihdamın, üretimin ve tüketimin artması.
  • İnsanların yiyecek çeşitleri, üretim yöntemleri ve maliyetleri hakkında bilgilendirilmesi.
  • Yerel çevre üzerinde etkinliğin artırılması ve sürdürülebilir tarımın desteklenmesi.

Topluluk destekli tarımın çiftçilere faydaları nelerdir?

  • Çiftçinin üretim planlamasını iyileştiren ve tarıma odaklanabileceği zamanı artıran daha güvenli bir gelir elde etmek
  • Kullanıcılara doğrudan satış yaparak ürünleri için daha yüksek bir getiri elde etmek
  • Yerel toplulukla ilişkilerin geliştirilmesi ve buna bağlı olarak tüketici ihtiyaçlarına doğrudan karşılık verebilmek
  • Geleceğe dönük girişimleri için planlama ve  işgücü desteği sağlamak

Yazının ikinci bölümünde dünyada öne çıkan topluluk destekli tarım uygulamaları ile ülkemizdeki örneklerden bahsedeceğim. Şimdilik dünyada, özellikle gelişmiş ülkelerde, yaygın olarak kullanılan bu yöntemin ülkemizdeki örneklerinin oldukça başarılı ancak az sayıda olduğunu belirtmekle yetineyim.

12 topluluk destekli tarım...

Bununla birlikte, ülkemizde de organik tarımın gelişmesine ve tüketicilerin bilinçlenmesine paralel olarak topluluk destekli tarım gruplarının sayısının da artması beklenmektedir. Bu yılın Ekim ayında Buğday Derneği’nin ev sahipliğinde İstanbul’da yapılacak IFOAM Dünya Organik Kongresinin ön konferanslarından bir tanesi “Gıda Toplulukları Kurmak” başlığı altında bu konuya ayrılmıştır (http://www.owc2014.org/?lang=en&page=pre_conferences).

Üreticiler açısından tüketicilerin taahhütlerine bağlı kaldıklarını gördüğü, ihtiyacı olan yardım ve desteği sağlayabildiği, ürünleri için adil bir fiyat alabildiği; tüketicilerin ise gıdasını üreten çiftçiyi yakından tanıyabileceği, üretim sürecinin bir parçası olabileceği ve böyle yerel bir topluluk içerisinde kurabileceği insani ilişkilerin  bütünü düşünüldüğünde  üreticiler ile tüketiciler arasında karşılıklı bir güven ortamının oluşması ve bu dostluk ve işbirliğinin hayatın başka alanlarına da yayılarak gelişmesi çok mümkündür.  Fukuokanın önerdiği gibi  “Doğru Gıda, Doğru Eylem, Doğru Farkındalık” bu üçünü biraraya getirmeye çalışmalıyız. Yeterki karşılıklı iyi niyet ve açık yüreklilikle birbirimize güvenmeyi seçelim ve bunu hayata geçirelim. Nihayetinde yaşamak, bir ortak hareket etme çabası değil midir?

**Topluluk Destekli Tarım Uygulamaları yazı dizisinin ikinci ve son bölümünü 30 Temmuz 2014 Çarşamba günü Yeşil Gazete’de okuyabilirsiniz

Ayşegül Çerçi

 

 

Ayşegül Çerçi

 

 

Yazar Ayşegül ÇERÇİ hakkında: Kalkınma finansmanı alanında projeler, büyük şirketler, krediler ve  faizler arasında çalışırken yolum uzun zaman önce yarım bıraktığım Hacettepe Üniversitesi-İşletme Bölümündeki Turizm İşletmeciliği Yüksek Lisans programına düştü. Tezim için Yavaş Şehir Seferihisar’ın destinasyon imajını çalışırken Cittaslow ve Slow Food ile tanıştım. Kentsel boyutuyla cittaslow, iyi-temiz ve adil gıda felsefesiyle Slow Food kalkınmaya, yaşama, gıdaya ve politikaya ilişkin yeni bir  bakış açısı kazandırdı. Sonrasında Ankara Doğal Besin ve Bilinçli Beslenme Grubu (DBB), Buğday’ın öncülüğündeki tohum takas şenlikleri ve bütün resmi doğru çerçeveye yerleştirmemi sağlayan Yeşil Politika Okulu-2014 ile yeniden öğrenmeye devam ediyorum. Bilgi paylaşıldıkça çoğalır ilkesinden hareketle, sözcükler yerine sayılarla çalışmaya alışmış olsam da öğrendiklerimi sizlerle paylaşmayı deneyeceğim, ufuk açıcı olması dileğiyle..

Bir bisikletle değişir siyaset…- Baran Alp Uncu

Cumhurbaşkanı adaylarından HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş evvelki gün Diyarbakır’da bisiklete bindi. Diyarbakır Bisiklet ve Doğa Sporları Kulübü’nün etkinliğine katılan Demirtaş, Hasankeyf, Munzur, İstanbul’un Kuzey Ormanları ve Anadolu’nun derelerinde yaşanmakta olan doğa katliamına dikkat çekti.

Mesajı netti: “Ekolojik bir yaklaşım, çevreye, doğaya saygılı bir yaklaşım gelişmediği müddetçe o ülkede insan hakları ve demokrasi kültürü açısından mesafe kat edilmiştir denilmez, denilemez. Cumhurbaşkanı seçilirsem de en çok duyarlılık göstereceğim konulardan biri de herhalde çevre ve doğa konuları olacak.(i)

Cumhurbaşkanının yürütmeyi durdurma yetkisi bulunmamakta. Yani bu tür projeleri doğrudan durduramaz. Ancak Demirtaş cumhurbaşkanı seçildiği takdirde Devlet Denetleme Kurulu’na hazırlatacağı raporları mahkemelere göndereceğini söyledi. Onun da ötesinde halkın çıkarlarını ve doğayı korumak için cumhurbaşkanı olarak ekolojik dengeyi yıkacak projelere karşı bizzat kendisinin dava açacağının sözünü verdi.

Özetle, Demirtaş kurumsal siyasetin içerisinde ekolojik dengeyi bozmayan, doğayla barışık, gözünü büyüme bürümüş hırstan uzak bir duruşun olabileceğini anlattı bizlere. Anlatırken de bisiklete binmesinin sembolik bir önemi vardı. Çünkü bisiklet ekolojik dengeyi bozmayan, doğayla barışık, hırstan uzak bir anlayışın sembolü.

Buraya kadar anlatılanlar eğer kişi başına bir bisikletten fazla düşen Hollanda veya Danimarka’da gerçekleşseydi, diyelim bu ülkelerin başbakan adayları seçimler öncesinde bisiklete binseydi, haber değeri taşımayan, gayet sıradan olaylar olurdu.

Söz konusu Türkiye ise, Demirtaş’ın bisiklete binip bu mesajları vermesinin bal gibi haber değeri bulunmakta. Gerçi ana akım medya tarafından malum sebeplerle es geçildi; muhalif medya tarafından sınırlı olarak verildi; bazı haber kanallarında da “renkli görüntüler” verdiği için yayınlandı. Ama fark etmez. Demirtaş’ın yaptığını Türkiye’de kalkınma-doğa-insan arasındaki ilişkinin yeniden tanımlamasına yol açacak zihin değişikliğinin bir adımı olarak görmek gerekir.

Bunun başlıca nedeni, ekolojik dengeyi önemseyen böylesine mesajları belki de cumhuriyet tarihinde ilk kez bir aday ve parti (eş) liderinden duyuyor olmamızda saklı.

Ve belki de, ilk kez kurumsal siyasetin ana aktörlerinden birinin bu meseleleri seçim kampanyasının ana gündem maddelerinden biri yapmasında.

Eğri oturup doğru konuşalım; doğa-insan-kalkınma arasındaki sorunlu ilişkinin sorgulanması işi -bırakın siyasi partilerin ya da meclis gündemlerini- biz ‘sıradan’ insanların bile öncelikli işler listesinin en altında gelmekte.

Doğa, ekoloji gibi laflar etmeye başlayanların duyduğu laf genellikle “Bizim toplumda nerede o bilinç?” ya da “Biz daha oralarda değiliz” olur. Bisiklet yolu, bisikletli hakları diyenler hafif bir müstehzi gülüş eşliğinde “İyi hoş da burası Hollanda mı? Kültür de yok; o kafada yetkili ya da siyasetçi de” tepkisini alır.

O zaman biz de soralım: “İyi hoş da, Hollanda her zaman bu ‘Hollanda’ mıydı?”

Bisiklete -dolayısıyla doğaya- saygı gibi bir özellik Hollandalıların genetik kodlarında yazılı olamayacağına göre hayır. Üstelik kültürün de sabit olmayan, her daim yenilenen, yeniden üretilen değer ve kodlardan oluştuğunu düşünürsek, cevap yine hayır.

Bisikletin ekolojik denge ve kalkınma arasındaki marazi ilişkinin sorgulanmasında sembolik bir yere sahip olduğunu söyledik. Öyleyse, Hollanda’nın nasıl dünyanın en önemli bisiklet ülkesi hâline geldiğine bakarak biraz daha açalım:

Daha yirminci yüzyılın başlarında, Hollanda’da bisiklet kullanımı oldukça yüksek oranlardaydı. Tepeleri olmayan, düz Hollanda şehirlerinin dar sokakları otomobil kullanımına hiç müsait değildi. Bu da bisikleti oldukça cazip bir ulaşım aracı kılmaktaydı.

Ancak, bu durum İkinci Dünya Savaşı sonrasında değişmeye başladı. Savaş sonrasında Hollanda ekonomisi yeniden inşa edilirken, refah düzeyi hızlı bir şekilde artmaya başladı. 1948-1960 yılları arasında ortalama gelir seviyesindeki artış yüzde 44’ü; 1970’e gelindiği ise yüzde 222’yi buldu. Artan gelir seviyesinin bir sonucu da otomobil sayısındaki artış oldu. Hollandalılar otomobili zenginliğin ve kalkınmanın sembolü olarak görüyorlardı.

Diğer yanda, hükümetlerin uyguladığı politikalar da otomobil kullanımının teşvik edilmesi yönündeydi. Hollanda kentlerinin tarihi dar sokakları otomobillere uygun hâle getirilmek için dönüştürülmeye başlandı. Kent merkezlerindeki alanlar binlerce otomobilin park edeceği otoparklara dönerken; birçok binanın yıkılmasıyla genişletilen yollar motorlu taşıt araç trafiğine göre şekillendirildi.

Hiç de yabancısı olmadığımız bu kalkınma ve büyüme masalı yine hiç de yabancısı olmadığımız sorunları beraberinde getirdi. Artan hava kirliliği ve kilitlenen trafik gibi.

Bu gidişattan bisiklet kullanıcıları da nasibini aldı. Önceden yapılan bisiklet yolları sökülürken, bisiklet kullanımı yıllık yüzde 6’lık bir düşüş gösterdi. Üstelik bisikletliler için hayat oldukça tehlikeli bir hâle geldi. Hollanda’da, sadece 1971 yılında 3300 yaya ve bisikletli hayatını kaybetti. Hollandalıların sabrını taşıran son nokta, 1971 yılındaki trafik kazalarında ölenlerin 400’ünün çocuk olmasıydı. Hollandalıların büyük bir kesimi kentlerin motorlu taşıtlara teslim edilmesinden duyulan rahatsızlık duymaya başlamıştı. “Çocuk cinayetlerini durdurun” diyerek örgütlendiler ve sokaklara dökülüp, büyük protestolar düzenlemeye başladılar.

1979 yılında Amsterdam’da düzenlenen bir bisiklet protestosu (bicycledutch.wordpress.com)
1979 yılında Amsterdam’da düzenlenen bir bisiklet protestosu (bicycledutch.wordpress.com)

Uzun yıllar süren çaba ve mücadeleler sonunda, siyasi partiler çağrılara kulak verdi. Tabi burada 1970’lerdeki petrol krizinin de etkisini unutmamak gerek. Hollanda hükümeti ve yerel yönetimler bir dizi kapsamlı uygulamayla kentlerinin sokaklarını güvenli bisiklet yollarıyla döşediler. Otomobilsiz Pazar günü uygulamasıyla sokakların sadece yaya ve bisikletlilerle teslim edilmesinin nasıl bir rahatlık olduğunu kamuoyunun geneline hatırlattılar. (ii)

Bugüne gelindiğinde Hollanda benzer süreçlerden geçen Danimarka ile birlikte bisiklet kullanımında dünyanın ilk iki sırasında. Dünyanın en güvenli ve yaygın bisiklet altyapısına sahipler. Her ne kadar pür-i pak ekolojist toplumlara dönüşmeseler de, en azından insanlığın son dönemdeki en büyük belası küresel ısınmanın artmasına daha az katkı yapmakta.

Tüm bunlar kalkınmayı ve büyümeyi en azından bir yönüyle sorgulanmaya başlanması, bir zihniyet değişimiyle geldi. Bu zihniyet değişimine bağlı Hollanda bisiklet kültürünün gelişimi iki ayaklı. Birincisi toplumsal hareketlerin alttan gelen talep ve mücadeleleri; ikincisi ise, bunların sonucunda kurumsal siyasetin karşılık vermesi (Bu noktada kimse Hollanda’daki durumda “Ama petrol krizinin etkisi varmış” demesin, çünkü bugün daha büyük bir kriz ve olan fosil yakıt kullanımı kaynaklı küresel ısınmayla karşı karşıyayız.)

Türkiye’de ise birinci ayak zaten epey zamandır ziyadesiyle mevcut. Bergamalıların siyanürlü altın madenine karşı mücadelesiyle başlayan süreç, Anadolu’nun birçok yerinde köylülerin HES karşıtı direnişleriyle, Gerze’deki termik santral karşıtı hareket, Sinop ve Akkuyu’daki nükleer karşıtı kampanyalarla büyüdü. Bugün İstanbul’un son ormanlarını koruyan Kuzey Ormanları Savunması’yla (KOS), bisikleti gündelik hayatın ayrılmaz parçası kılmak için bisikletli haklarını kovalayan Bisikletli Ulaşım Platformu’yla (BUP) ve diğer birçok benzer hareketle devam etmekte.

Demirtaş’ın bisiklete binip, doğayı korumak için elinden geleni yapacağını söylemesi de ikinci ayağın başlangıcı için bir umut ışığı yaktı. Demirtaş cumhurbaşkanı seçilir veya seçilmez; ancak şimdiden önemli bir dönüşümün kapısını araladı. Bugüne kadar tali mesele olarak kabul edilen çevre, kurumsal siyasetin gündemine sokulmuş oldu. Bundan sonra da Demirtaşların sayısının artmasını bekleyebiliriz, beklemeliyiz.

Fazlasıyla iyimser bir yaklaşım mı? Bir gün de iyimser olalım; çok mu?

 

Baran Alp  Uncu – www.t24.com.tr

[i] Radikal, 23.07.2014.

[ii] Dutch Cycling Embassy, http://www.youtube.com/watch?v=XuBdf9jYj7o.

Nükleersiz Türkiye için kürekle Karadeniz !

Yeşil Gazete’de iki aylık Nükleersiz Türkiye İçin Kürekle Karadeniz yazı dizisi başlıyor ;

1996 yılından günümüze nükleer karşıtları ülkemizde nükleer santral kurulmasına engel olmak için neler yapmadı ki? Halk hareketleri mi dersiniz, balıkçı eylemleri mi, şehirlerarası yürüyüşler  mi ,bisikletli eylemler mi, Fukushima ve Çernobil kazalarının yıldönümü anmaları mı?  Hepsi yaşadığımız dünyada soluduğumuz havanın, üzerimize yağan yağmurun , meyvelerinden beslendiğimiz toprağın temiz kalması ,zehir saçmaması içindi…Şimdi  bir kez daha yaşam hakkımız üzerinde karar verici rol oynayanlara, ÇED kararlarını hiçe sayarak kamuoyunun talebini dikkate almayanlara sesimizi duyurmak,  gerçekleştirilmiş tüm  nükleer karşıtı eylemlere bir katkı sunmak adına  yepyeni ve farklı bir projeyle yola çıkıyor ve  yüksek sesle tüm Türkiye’nin duyacağı şekilde haykırıyoruz:

Nükleer Santral İstemiyoruz!

Hüseyin Ürkmez  boşa kürek çekmeyecek , nükleere dikkat çekecek!

Hüseyin Ürkmez, Nükleersiz bir Türkiye için bu kayıkla 2 ayda Hopa'dan İstanbul'a kürek çekecek
Hüseyin Ürkmez, Nükleersiz bir Türkiye için bu kayıkla 2 ayda Hopa’dan İstanbul’a kürek çekecek

 

1999 yılından günümüze kadar yurt içi ve dışında uzun süreli projelere imza atmış olan Hüseyin Ürkmez , Nükleersiz.org , Yeşil Düşünce ve Fonlabeni.com üzerinden sağlanacak kamuoyu desteğiyle Hopa’dan İstanbul’a kadar 1500 Km uzunluğundaki Karadeniz’i motorsuz ve yelkensiz olarak kürekle geçecek.

Ülkemizin hatta dünyamızın geleceğini etkileyecek nükleer santrallere  karşı duruşumuzun sembolü olarak 3 Ağustos Pazar günü  Kazım Koyuncu’nun memleketi Hopa’da  basın açıklamasıyla başlayacak bu projenin amacı, Karadeniz halkının nükleer santrallerin olası tehlikeleri hakkındaki  farkındalığını arttırmak. Proje,  Eylül ayının sonunda İstanbul-Ortaköy’de yine basın açıklamasıyla nihayetlenecek.

Kürekle Karadeniz Turu Her Gün Yeşil Gazete’de

İki ay sürecek proje için Karadeniz’in en sakin dönemi olan Ağustos-Eylül ayları seçildi.  Hüseyin Ürkmez  1 Ağustos’ta yola çıkarak kayığını İstanbul’ dan karayoluyla Hopa’ya getirecek ancak , 10 Ağustostaki Cumhurbaşkanlığı  seçimi  için İstanbul’a dönerek duyarlı bir vatandaş olarak oyunu kullandıktan sonra  projeye devam edebilecek. Pınar Demircan‘ın tüm serüveni gün gün gazetemiz üzerinden paylaşacağı “Nükleersiz Türkiye için Kürekle Karadeniz” turunun ulaşım ve konaklama masrafları için desteğinizi bekliyoruz

Projenin ulaşım  ve konaklama masraflarına  destek vermek isteyenler  2500 TL’lik bütçenin tamamlanmasına fonlabeni.com/nukleersiz-turkiye-icin-kurekle-karadeniz  üzerinden katkıda bulunabilirler.

Haydi, Nükleersiz bir Türkiye için Kürekle Karadeniz’e sen de  destek ol !

Hüseyin Ürkmez kimdir? 2002’de 35 günlük Antalya -Antakya,  2004’te   10 günlük İstanbul-Gelibolu , 2010’da  30 günlük  İstanbul-Selanik  , 2012’de  120 günlük  İstanbul- Gökçeada –Atina- Arnavutluk – Karadağ -Hırvatistan -Slovenia -Italya (Venedik/Padova)  , son olarak da 2013’te  45 günlük Venedik-Bari /İtalya kürek turlarını  gerçekleştirmiştir. Aynı zamanda  ülkelerarası bisiklet sürüşleri  gerçekleştirmiş bir bisiklet aktivisti olan Hüseyin Ürkmez’in fotograf ve yazıları  halen Atlas Dergisi’nde yayınlanmaktadır . İstanbul Moda’da denizcilik ve kürek dersleri veren Hüseyin Ürkmez aynı zamanda Denizde Arama Kurtarma(DAKSAR) aktif  üyesidir.

(Yeşil Gazete)

Güneşe 50 milyon Euro’luk yatırım

almanya güneş enerjisi..GÜNEŞ Enerjisi Sanayicileri ve Endüstrisi Derneği (GENSED) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Hakan Erkan, lisanssız elektrik üretiminde güneşin payının önümüzdeki süreçte giderek artacağını belirterek, “Yıl sonuna kadar güneşte kurulu güç 50 megavata çıkacak ve yatırım miktarı çok rahat 50 milyon Euro’yu bulacak” dedi.

Güneş enerjisi yatırımlarına ilişkin değerlendirmelerde bulunan GENSED Başkanı Erkan, “1 megavatlık lisanssız güneş enerjisi santrali için tüm masraflar göz önüne alındığında yaklaşık 1 milyon Euro gibi bir yatırım yapılıyor. Bu da yıl sonuna kadar Türkiye’nin güneşte 50 milyon Euro’luk yatırım yapılacağı anlamına geliyor” diye konuştu.

100 megawatt güç

Şu an mevcut kapasitenin iki katına yakın güneş enerjisi santrali (GES) yatırımının da kurulum aşamasında bulunduğunu anlatan Erkan, 2015 için 100 megavatlık ilave bir kurulu gücün sisteme dahil olmasını beklediklerini söyledi. Önümüzdeki dönemde lisanslı elektrik üretiminde güneş enerjisinin hızlı bir ivme yakalayacağını da belirten Erkan, GES’lerde maliyetin kısmen daha az olduğunu söyleyerek, “1 megavat lisanslı güneş enerjisi santralinin yatırım maliyeti ise yaklaşık 900 bin Euro’yu buluyor” dedi. Erkan,” Bugün ülkede lisanslı üretim söz konusu değil ama lisanslı üretimin 2015 yılı sonlarına doğru hayat geçeceği düşünüyoruz” dedi.

 

(Hürriyet)

İsrail ile Hamas arasında 12 saatlik ateşkes başladı, şimdi gözler Paris’te

İsrail ve Hamas, 12 saatlik ateşkes konusunda uzlaştı.

Gazze’de 12 saatlik ateşkes ilanının ardından ABD, Türkiye ve Katar dışişleri bakanları, Cumartesi günü Fransa’nın başkenti Paris’te kapsamlı ateşkesi görüşecek. Fransa, İtalya, Almanya, İngiltere ve Avrupa Birliği temsilcileri de görüşmelerde yer alacak.

Görüşmelere İsrail ve Hamas’tan temsilci katılmayacak.

Al Jazeera muhabiri Ece Göksedef’in konuştuğu kaynaklar, Türkiye ve Katar’ın Filistin tarafı, özellikle de Hamas üzerinde etkili olduğunu, ABD’nin de İsrail ve Mısır üzerinde etkili olduğunu söyledi. Bu sebeple Doha’da Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Katar Dışişleri Bakanı Halit Bin Muhammed Atiyye, Hamas lideri Halit Meşal ile görüşürken, Kerry de Kahire’de Mısırlı ve İsrailli yetkililerle görüştü. Davutoğlu ile Kerry de sık sık telefonla görüştü.

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Gazze’ye insani yardım girişinin sağlanması için yedi günlük ateşkes sağlanması önerisi yaptı.

İki taraf da Kerry’nin önerisini kabul etmedi.

gazzeİsrail, füze saldırılarının durdurulmasını, Gazze’deki tünellerin kapatılmasını ve Filistin’deki silahlı grupların silahsızlandırılmasını istiyor. Hamas ise silahlarını teslim edemeyeceğini ve Gazze’ye yapılan ambargonun kabul edilemez olduğunu vurguluyor.

Ancak BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un 12 saatlik ateşkes önerisi kabul gördü. Ateşkes cumartesi günü saat 08.00’den itibaren geçerli olacak.

Ateşkesle Filistinli sivillere yiyecek, su ve ilaç gönderilecek.

Reuters haber ajansına konuşan İsrail askeri sözcüsü, 12 saatlik ateşkes boyunca tünelleri aramaya devam edeceklerini ve olası saldırılara karşılık vereceklerini söyledi.

İsrail daha önce ilan ettiği ateşkeslerin süresi bitmeden Gazze’ye saldırmıştı.

‘Silahlarımızı alamazsınız’

Al Jazeera’ye konuşan Hamas sözcüsü Sami Ebu Zuhri, müzakerelerin aralıksız sürdüğünü belirtti. Herhangi bir ateşkes anlaşması için Gazze’ye yapılan tüm İsrail saldırılarının ve ambargonun durdurulması gerektiğini söyledi.

Silahlarını teslim etmeyeceklerini vurgulayan Ebu Zuhri, “Kerry’nin söylediği gibi Gazze’yi imar etmek için 50 milyar dolar verilmesi karşılığında bizim silahlarımızın elimizden alınmasını kabul etmiyoruz. Biz bir direniş hareketiyiz. Halkımızı korumak için silah tutuyoruz” diye konuştu.

Ebu Zuhri, Gazze’ye yapılan ambargonun kaldırılmasının en doğal hakları olduğunu belirtti. “Bu ablukanın kalkması için silahı bırakmamız isteniyor. Bu ambargo aynı zamanda tüm uluslararası kanunlara aykırıdır” dedi.
Türkiye ve Katar’dan ortak açıklama

Türkiye ve Katar, 12 saatlik ateşkesin kabul edilmesinden memnuniyet duyulduğunu açıkladı. Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Katar Dışişleri Bakanı Halid Bin Muhammed Atiyye, yaptıkları ortak açıklamada şu ifadelere yer verdiler:

“Türkiye ve Katar Dışişleri Bakanları olarak, Gazze’de, insani amaçlarla 12 saat için yapılan ateşkes çağrısından memnuniyet duyuyoruz. Biz ayrıca bu çağrının Hamas tarafından hemen kabul edilmesini de memnuniyetle karşılıyoruz. Taraflar arasında müzakere edilmiş ve sürdürülebilir bir ateşkese ulaşılması için BM, ABD ve diğer uluslararası ortaklarımızla tüm gücümüzle çalışma yönündeki irademizi tekrar yineliyoruz.”

Kaynak:  T24, Al Jazeera, AA ve Reuters