Ana Sayfa Blog Sayfa 3918

Orhan Pamuk’a Avrupa’dan kültürel miras ödülü

orhan pamuklAvrupa’nın kültürel mirasına katkı sağlayanlara verilen ‘Helena Vaz da Silva Avrupa Ödülü’nün 2014 yılındaki sahibinin Orhan Pamuk olduğu açıklandı.

Orhan Pamuk’un Türkiye’nin kültür ve tarihinden yola çıkan eserlerinde, Avrupa kültür ve değerlerini başarıyla ifade etmesi ve onları coğrafi sınırların ötesine taşıması ödülün gerekçesinde vurgulandı. Jüri başkanı Guilherme d’Oliveira Martins, Pamuk’un zamanımızın en önemli yazarlarından biri olmasının yanısıra, sorumlu bir vatandaş olarak da Avrupa’nın çok kültürlü tarihini dünyanın en önemli şehirlerinden olan İstanbul’u merkez alarak anlatmasının Avrupa kültürel mirasına katkısı olarak görüldüğünü ifade etti.

Ödül Jürisinin açıklamasında Masumiyet Müzesi’ne özel vurgu yapılarak Orhan Pamuk’un İstanbul’un kültürel mirasının korunması için yaptığı çalışmalara değinildi.

Helena Vaz da Silva Avrupa Ödülü, Avrupa’nın kültürel miras üzerine çalışan ‘Europa Nostra ile Clube Portugues de Imprensa’ tarafından Avrupa’da kültürel miras ve iletişim konularına büyük katkı yapan kişilere veriliyor. Ödülü, her yıl, Avrupa’dan kültür ve iletişim konularında uzmanlardan oluşan bir jüri belirliyor. Avrupa kültürel mirasına edebiyat, habercilik, fotoğraf, film ya da televizyon alanlarında katkı yapan bir Avrupa vatandaşına verilen ödülün ilki geçtiğimiz yıl İtalyan yazar Claudio Magris’e verilmişti. Ödülü Orhan Pamuk’a 3 Ekim’de Portekiz’in başkenti Lizbon’da yapılacak törenle verilecek.

Yeşil Gazete

 

 

Fatih Akın 1915’le Venedik’te yarışacak

cut fatih akın27 Ağustos’da başlayacak olan Venedik Film Festivali’nde yarışacak filmler açıklandı. Abel Ferrera, Alejandro Gonzalez Inarritu, Roy Andersson gibi önemli yönetmenlerin filmlerinin görücüye çıkacağı festivalde, Fatih Akın’ın uzun zamandır beklenen, 1915 Soykırımı’ndan kurtulan bir babanın hikayesini anlattığı ‘The Cut’ da Altın Aslan için yarışıyor.

71. Venedik Film Festivali’nin başlamasına saylı günler kala ana yarışma programı açıklandı. 20 filmin yarışacağı ana bölümde Abel Ferrera, başrolünde Willem Dafoe’nun oynadığı ‘Pasolini’ filminde İtalyan yönetmen Pierre Passolini’yi odağa alıyor. Fatih Akın’ın 1915 tehcirini aktardığı, başrolde Tahar Rahim’in yer aldığı ‘The Cut’ ise soykırım sonrası kızlarını arayan dilsiz bir babanın hikayesini beyazperdeye taşıyor. Ramin Bahrani’nin ‘99 Homes’, Andrew Niccol’ün ‘Good Kill’ filmi ve 2012’nin en çarpıcı belgesellerinden biri olan ‘The Act of Killing’in yönetmeni Joshua Oppenheimer’ın yeni filmi ‘The Look of Silence’ da yarışmanın merakla beklenen filmleri arasında.

Ayrıca festivalin ana yarışma seçkisinde ilk uzun metrajlı filmini yapmış olan Kaan Müjdeci “Sivas” ile yer alacak.

27 Ağustos’ta, Alejandro Inarritu’nun ‘Birdman or the Unexpected Virtue of Ignorane’ filmiyle başlayacak olan festivalde ana yarışmada yarışacak filmlerin tam listesi şöyle:

Fatih Akin The Cut

Roy Andersson A Pigeon Sat on a Branch Reflecting on Existence

Ramin Bahrani 99 Homes

Rakhshan Bani-Etemad Ghessha (Tales)

Xavier Beauvois La rancon de la gloire

Saverio Costanzo Hungry Hearts

Alix Delaporte Le dernier coup de marteau

Abel Ferrera Pasolini

David Gordon Green Manglehorn

Alejandro Gonzalez Inarritu Birdman or The Unexpected Virtue of Ignorance

Benoit Jacquot 3 Coeurs (Three Hearts)

Andrei Konchalovsky The Postman’s White Nights

Mario Martone Il Giovane Favoloso

Francesco Munzi Anime Nere

Andrew Niccol Good Kill

David Oelhoffen Loin des hommes

Joshua Oppenheimer The Look of Silence

Shinya Tsukamoto Nobi (Fires on the Plain)

Wang Xiaoshuai Red Amnesia

Kaan Müjdeci Sivas

 

(Agos)

İHD Rojava raporu: Türkiyeli yetkililer yargılanabilir

ihd” İHD’nin Rojava sınırında yaptığı temaslara ilişkin açıklanan ön raporda, IŞİD gibi örgütlerin Türkiye’yi lojistik üs olarak kullandığını belirtilirken, buna ilişkin en büyük iddianın ise Karkamış Baraj Gölü yakınında bulunan Karkamış Kampı’nın IŞİD’in eğitim merkezi olarak kullanılması gösterildi.

İHD Genel Merkezi, İHD heyetinin Rojava sınırında yaptığı gözlemlere ilişkin yaptığı yazılı açıklama ile ön raporunu açıkladı. Raporda Rojava’da Kürtlerin, diğer halklarla birlikte tarihsel önemde bir devrim gerçekleştirdiğine işaret edildi. Devrimin yıl dönümünde devrimi boğmak için çaba gösterenlerin IŞİD çetelerinin devreye sokulduğuna vurgu yapılan raporda, “El Kaide, El Nusra, IŞİD gibi cihatçı örgütlerin özellikle Rojava’ya yönelik saldırıları, gerçekte Rojava Devrimini ve halkların öz yönetimini bozmaya dönük saldırılardır. Bu saldırıları kınıyoruz” denildi. Raporda, “cihatçı örgütlerin” Türkiye’yi lojistik üs olarak kullandığı ve değişik saldırılar yaptığı kaydedildi.

‘Çadırlara IŞİD’in geçişlerini kolaylaştırmak için müdahale edildi’

Birecik’te yapılan direnişin hatırlatıldığı raporda, 23 Temmuz günü İHD heyetinin Birecik ilçesine bağlı Ziyaret köyünü ve direniş noktasını ziyaret ettiği kaydedildi. Raporda, temaslarda Karkamış Baraj Gölü yanındaki Karkamış Kampı’na ilişkin önemli iddiaların dillendirildiği vurgulanarak, “İddialara göre bu kamp, IŞİD militanlarına lojistik üs olarak kullanılmaktadır. Bu kamp kullanılarak Rojava’nın Kobanê Kantonu’na Türkiye üzerinden saldırılar gerçekleştirilmektedir ve nitekim o bölgede direniş çadırı kurmak isteyen HDP-DBP heyetlerine asker tarafından sert müdahale edilmiş, çadırlar yakılmış, araçları imha edilmiş, çok yoğun gaz bombası ve plastik mermi kullanılmış, birçok insanın özel eşyası yağmalanmış ve büyük bir korku salınarak o bölgeden uzaklaşmaları istenmiştir. Oysa çadırların kurulmak istendiği bölgeyi gördüğümüzde, buranın bölgeye hakim bir tepe olduğu ve başta Karkamış Sığınmacı Kampı olmak üzere bölgedeki tüm hareketliliğin çıplak gözle görülüyor olduğu açıktır. Türkiye, IŞİD gibi cihatçı güçlerin sınır geçişlerini görülmemesi için sınır hattındaki çadırlara sürekli müdahale etmektedir. Olay başka türlü izah edilemez. Bu ziyaret ile ilgili raporda ayrıntılı olarak gözlemler ve tespitler yer alacaktır” değerlendirmesi yapıldı.

Türkiyeli yetkililer ileride yargılanabilir

“Sonuç olarak Türkiye Rojava sınır hattında cihatçı güçlerin Rojava’ya yönelik saldırılara göz yumulması savaş ve saldırı suçu kapsamında yargılama konusu yapılacak eylemlerdir. Bu eylemlere göz yuman ve destek veren tüm yetkilileri buradan bir kez daha uyarıyoruz” denilen raporda ileride Suriye ile ilgili kurulacak uluslararası ceza mahkemesi yargılamasında Türkiyeli yetkililerin de sorumluluğunun açığa çıkacağı kaydedildi. ”

( DİHA)

İzmir- Gaziemir’de nükleer atıklara gelişigüzel temizlik

nukleer-atiklari-gelisiguzel-temizlemeye-tepk-6303758_oİzmir’in Gaziemir İlçesi’nde, nükleer atıkların bulunduğu eski kurşun fabrikası arazisinde, temizleme çalışmaları başlatıldı. Ancak Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi ve çevreciler, temizleme çalışmalarının insan sağlığı gözetilmeden gelişi güzel kazılarla yapılmasına itiraz etti.

Gaziemir’de bulunan kurşun fabrikasının kapanmasının ardından hemen arkasındaki arazide nükleer atıkların bulunması çevreciler ile mahalle sakinlerinin büyük tepkisini çekti. Sorumlularla ilgili yargılamanın halen devam ettiği arazideki nükleer atıkların temizlenmesi için de bir süre önce çalışmalara başlandı. Bu çalışmaları yakından takip eden Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi ve çevreciler, nükleer atıkların alınması sırasında insan sağlığına dikkat edilmeden hareket edildiği gerekçesiyle tepki gösterdi. Çevreciler, gelişi güzel yapılan kazılarla nükleer atık artıklarının, toz halinde kilometrelerce alana yayıldığını ve bunları nefesle soluyanlar içinde sağlık riskleri yarattığını dile getirdi.

MAKBULE TEYZE’NİN İSYANI

Arazinin hemen yanında mahalle sakinlerinin de desteğiye açıklama yapan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi İzmir eş sözcüsü Osman Doğan, nükleler atıklar için başlattıkları hem hukuki hem de idari işlemleri yakından takip ettiklerini bunun sonrasında temizleme çalışmalarının başlamasının kendilerini mutlu ettiğini söyledi. Ancak temizleme yöntemini eleştiren Doğan, “Atıkların temizlenme aşamasına gelmesini önemsiyoruz. Ancak çevresel etki değenlendirmesi yapılmadan başlanılan bu çalışmalar, bizleri kaygılandırıyor. Çünkü bu çalışmalar sırasında tozların içerisinde radyoaktif maddeler de çevreye yayılacak. Örneğin saniyede 5 metre hızla esen bir rüzgarda bile, bu tesisten çevreye yayılan 10 mikron çapındaki radyoaktif partiküller, en az 1 kilometrelik alana yayılacaktır. Böylece çevrede yaşayanlar için sağlık riskleri devam etmektedir. Hesaplamalarımıza göre, bu yöntemle, yılda en az 1.2 ton radyoaktif madde içeren toz çevreye yayılacaktır. Bu nedenle kaş yapayım derken göz çıkartılmaması için ayrıştırma işlemlerinin bayşka bir alanda yöntem için güvenlik önlemlerinin alandığı bir yerde yapılmasını istiyoruz. Bunun yapılmasına kadar da çalışmaların durdurulmasını istiyoruz” dedi.

Osman Doğan’ın ardından söz alan Avukat Arif Ali Cangı ise, mahalle sakinlerinin bu konuyla ilgili hukuk mücadelesi başlatmalarını, kendilerinin hiç bir ücret talep etmeden bu hukuki girişimleri mahalleli adına yapabileceklerini dile getirdi. En son söz alan ve arazinin hemen yakındaki evde oturan Makbule Morkaya ise, “Bizlerin yaşamaya hakkı yok mu. Bu işlemleri yapıyorlar ama toprağa buradan alıp arazinin başka bir yerine bırakıyorlar. Böyle olmamalı. Bizlerin sağlığı gitti bari çocukların ki korunsun” dedi.

ÖZEL ŞİRKET TEMİZLİYOR

Gaziemir’deki eski Aslan Avcı Kurşun Fabrikası arazisinde bulunan radyoaktif atıkların temizlenmesi çalışmasını TAEK gözetim ve denetiminde mayıs ayı başından bu yana İzmirli Turanlar Çevre A.Ş. firması yürütüyor. Şirketin Genel Müdürü Serhat Emanet daha önce yaptığı açıklamada, “Yıl sonuna kadar araziyi tamamen radyoaktiviteden temizlemiş olacağız. Arazide bantlı taşıma sistemleri, farklı noktalarda radyasyon algılayıcı dedektörler kurduk. Sahanın etrafında koruma bariyerleri var. Bölgeyi kontrol altına aldık. Araziye yetkili kişiler dışında giriş çıkış yasaklandı. Personelimiz özel ekipmanlar ve kıyafetlerle bölgede temizlik çalışmalarını yürütüyor. Kirliliğin yüksek olduğu bölgeleri büyük oranda temizledik. Elde edilen atıkların, TAEK yetkililerinin refakatinde zırhlı konteyner ve özel araçlarla taşınarak yine TAEK tarafından bertaraf edilmesine başlandı. Aynı bölgede bulunan kimyasal atıkları da, benzer prosedürle, İzmit Atıkları ve Artıkları Arıtma Yakma ve Değerlendirme A.Ş.’ye (İZAYDAŞ) ve SÜREKO’ya göndererek, temizlenmesini sağlıyoruz” demişti.

www.haberler.com

Siz yine de boykot için Cola yerine Fanta için – Burcu Karakaş

Yine sapla samanın bir güzel harmanlandığı günlerden geçiyoruz. Elma ile armutun yan yana dizilerek pek mühim analizlerin kaleme alındığı o canım günleri yaşıyoruz gene. Farklı kesimler, samimiyet adlı durumun birbirlerindeki tezahürünü kıyasıya sorgulama peşinde. Herkes çok samimi, herkes çok samimiyetsiz. Çok yıkıcı bir yarış bu. Önüne katanı sürükleyip yok edecek kadar yıkıcı. Ancak daha da yıkıcı olanı, bu akımın mahiyetini kavrayamadan onun peşi sıra sürüklenenler.

Milyonlarca insanın evinden edildiği, bir kısmının sabun yapıldığı, diğerlerinin fırınlarda yakıldığı bir insanlık trajedisini ağzına sakız yapanların, öne sürdükleri ölüm savının kendilerini inandırdıkları meşruiyetine kitlesel onay alabilmek için sayısız çocuk cesedi görseli paylaşarak salya akıtanların, yerin dibine kadar haksızken zavallı haklılığını ispat edebilmek için rezilleştikçe rezilleşebilenlerin yakıcılığında kavruluyoruz.

Cahilliğin tavan yaptığı günler yaşıyoruz, bu günleri bir kenara yazın. Öfkeden değil çünkü yaşadıklarımız, dehşet verici bir cehalet patlaması ile karşı karşıyayız. Tarih bilgisinden yoksun yüzeysel tespitlerle döşenmiş yazıları büyük bir heyecanla e-posta gruplarımızda döndürürken, İsrail’i boykot etmek adına orucumuzu Coca-Cola yerine Fanta ile açıyoruz.

Dünyaca ünlü heykeltraş İlhan Koman’ın “Akdeniz” adlı eserini Filistin halkının yanında olduğumuzu gösterebilmek için elimizden geldiğince parçalıyoruz. İsrail Konsolosluğu önünde durduğuna göre elbette onlarla bir ilgisi olmalı, o kadar da cahil değiliz çünkü. Bu yüzden İsrail’e olan tepkimizi gösterirken, heykeli parçalamakla yetinmeyip ayakta kalan kısmını da Filistin bayraklarıyla donatmaktan geri kalmıyoruz. İlhan Koman’ın kim olduğunu bile bilmiyoruz, orası önemli değil ama “İsrail ajanıdır” diye düşünmüyor da değiliz. Belki de böylece bir sanatçı hakkında ilk kez ciddi düşünüyoruz. Bu da bir şey.

Kelime oyunlarımız da var. Bu küçük oyunlarımızı Meclis sahnesine bile taşıyoruz. Kimin aklına gelir ki “IsREAL terrorist” pankartı açmak? Tabii ki bizim! Katliamları protesto etmek konusunda yaratıcılıkta sınır tanımıyoruz.

Dış politikada boğazımıza kadar pisliğe batmışken, İsrail-Filistin sorununa merhem olabileceğimize can-ı gönülden inanıyoruz. İnanmak, başarmanın yarısıdır aslında. Ancak yalnız bizim inancımızın yeterli olmadığını, diğerlerinin de bize inanması gerektiğini unutuyoruz. Kamuoyunu bilgilendirmeye gerek yok perde arkası görüşmeler hakkında. Böylece perde arkası görüşmelerde çok önemli bir rol üstlendiğimize de toplumu inandırabiliyoruz.

Memleketin emektar kalemi, pek değerli edebiyatçı Mario Levi gibi bir ismi yıllardır yaşadığı topraklara küstürmeyi başarabiliyoruz. Sırf Sünni Müslüman olmadığı için samimiyetini sorguluyoruz. Hem de değil Levi’yi, elimize başka bir yazarın kitabını dahi almamışken. Ancak bunun da önemi yok, biz her şeyin en iyisini biliyoruz çünkü; okumaya ne hacet! Hiç okumadığımız için kitap boykot etmeyi marifet sayıyoruz. Yabancı bir hükümetin katliamını kınamaya çalışırken, evimizdekilere sırtımızı dönüyoruz. Hiç utanmıyoruz belli ki, hiç gücenmiyoruz. Fena bir laf ile sevdiğinin kalbini kırıp kırmadığını düşünür ya insan, artık öyle bir duygumuz da yok bizim.

Cahilliğimizi, faşistliğimizle parlatarak gelecek günlere tam olarak ne beklediğimizi bilmesek de umutla bakıyoruz. Kör bir kuyunun içinde bir o yana bir bu yana debelenip duruyoruz.

Bayram geldi, havalar sıcak. İnsanın canı soğuk meşrubat çekiyor, malum. Naçizane tavsiyem, durmak yok yola devam:

Yani siz yine de İsrail’i boykot için Cola yerine Fanta için.

 

Burcu Karakaş – Bianet.org

Filistin ve Türk sağının Hitler’le flörtü – Yetvart Danzikyan

Meseleye adilane bakmaya çalışan her göz, İsrail devletinin Filistin-Gazze’de giriştiği operasyonun tam bir gaddarlık vasfı taşıdığını kabul eder herhalde. Şu yazının yazıldığı saatlerde, operasyon nedeniyle Gazze’de ölenlerin sayısı 600’ün üzerine çıkmıştı. Bunların çoğunun sivil, üstelik önemli bir kısmının çocuk olduğunu söyleyelim (Son 2,5 günde 69 çocuk). Bölgeden gelen haberler, daha güvenli olduğu düşüncesiyle bir araya toplanan ailelerin, İsrail bombardımanı altında can verdiklerini gösteriyor.

Tablo böyle olmakla birlikte, Batı dünyasının, her zamanki gibi İsrail’i kollar bir tutum aldığı ortada. ABD, Almanya, İngiltere’nin tavrı, son 50 yıldır tanık olduğumuz üzere, İsrail’in ‘kendini savunma hakkı’na öncelik verir nitelikte. Beri yandan, İslam ve Arap dünyası da her zamanki gibi etkisiz ve çeşitli hesaplar nedeniyle, İsrail’i durduracak güçten yoksun.

Bu tablo içinde, AKP hükümeti, yakın dönemde tanık olduğumuz şekilde, bu konuda en yüksek sesi çıkaran aktör. Ancak bu, etkili bir ses olamıyor. Bunun da çeşitli nedenleri var. Suriye konusunda izlediği hatalı politika ve bölgedeki radikal İslamcı gruplarla içli dışlı hali, Türkiye’nin bölgede elini zayıflatan en önemli unsur. Buraya gelmeden, Mısır’daki darbe konusundaki, ilkesel olarak haklı ancak diplomatik açıdan fazla gösterişli, daha çok iç siyasete dönük hamleleri de, AKP ve Türkiye’yi denklemin dışında bırakmış görünüyor.

Tüm bunların ötesinde, Türkiye esasen Ortadoğu ile Batı arasında oluşmaya başlayan yeni denklemin farkına varmamış veya varmış olsa bile, tersine gitmeyi tercih etmiş görünüyor. Hüsranla sonuçlanan Arap baharı öncesinde oluşmaya başlayan ve ilk ipuçları İran-Batı ilişkilerinde görülen bu denklemde, Türkiye neredeyse eski İran’ın pozisyonuna kaydı ve ‘devrim’ ihraç eden bir ülke imajı çizmeye başladı.

Bunu şöyle tarif etmek mümkün: Yeni denklem, ideolojik açıdan güçlü İslamcı öğeler barındıran ülkelerin bölgeyi domine etmemesi, buna karşılık Batı ile Ortadoğu arasında yeni bir ‘modus vivendi’ kurulmasına dayanıyor. Bunu, elde edilmiş bir bilgiye dayanarak söylemiyorum. Gelişmeler ve bilhassa ABD’nin Obama döneminde izlediği çizgi bunu gösteriyor. İran’ın bunu görerek yeni denkleme daha kolay adapte olduğunu söyleyebiliriz. Şu örnek faydalı olabilir: Suriye ve Irak konusunda İran’ın savunmacı bir pozisyon almasına karşılık, Türkiye’nin ‘saldırgan’ konumunda olması, çok şeyi açıklıyor.

Tarif etmeye çalıştığım denklemin hakkaniyetli, adil bir tablo olduğunu iddia edecek değilim elbette. Teker teker ülkeler bazında baktığımızda, bu yeni denklemin işlemesi uğruna birçok dram ve haksızlık yaşandığını görüyoruz. Ancak Rojava’da Kürtlerin yaşadığı sıkıntı, Musul’da Hıristiyanların göç etmek zorunda kalması, keza Suriye’deki Alevilerin ve Türkmenlerin yaşadığı dehşet göz önüne alındığında, Türkiye’nin atak ve ‘çıkıntılık yapan’ çizgisinin de sorunlu olduğu görülüyor.

İsrail’in Filistin’de giriştiği insanlık dışı operasyona bu atmosfer içinde girdik. Ancak buraya gelmeden şu notu da düşmekte fayda var: Dışta manzara buyken, içte de, zaman zaman Suriyeli göçmenlere de yönelen milliyetçi/linççi kabarışların günden güne yaygınlık kazandığını görmekte, bu kabarışın ‘dişine göre’, güçsüz bir topluluk gördüğü anda pratiğe döküleceğinden endişe etmekteydik. İronik biçimde, şu günlerde Türkiye’nin tek şansı, böyle bir topluluğun artık ülkede kalmamış olması gibi görünmekte.

Dolayısıyla, Yıldız Tilbe’nin Hitler’den övgüyle bahseden sözlerinin tekil bir örnek olmadığı, belli çevrelerde, toplumun derinliklerinde artık ciddiyetle konuşulan bir fikir olmaya başladığı zaten ortadaydı. Bana göre, Tilbe’nin yaptığı (hatası?) derinde akan bu karanlık nehri açığa vurmak olmuştur.

Tilbe’nin sözleriyle, bir zembereğin boşaldığı söylenebilir. Yeni Akit gibi faşist gazetelerin Hitler hayranlığını açığa vurmalarından bahsetmiyorum elbette. Dalganın yavaş yavaş AKP sahillerine vurması da gayet anlamlı. ‘Cins’ çıkışlarıyla bilinen AKP milletvekili Şamil Tayyar’ın “Soyunuz kurusun, Hitler’iniz eksik olmasın” tweet’i, bu fikrin nerelerde konuşulduğunun da bir göstergesi aslında.

Bu tip durumlarda her zaman şöyle bir karşı argüman geliştirilir: Bunlar tekil ve uç örneklerdir, bir parti ya da bir fikriyat/toplum için gösterge niteliğinde değildirler… İlk bakışta mantıklı görünen bu argüman, aslında faşizmin yaygınlık kazandığının da –tersten– bir sağlamasıdır. Zira faşizm, ilk bakışta gayet uç ve tehlikeli görünen fikirlerin, hızla form değiştirerek, ana akımdaki siyasal aktörler tarafından dillendirilmesidir. (Geçerken, ölçüsüz tepkilerin ‘sağ’la sınırlı kalmadığını da hatırlatmak gere.)

Dolayısıyla, Yıldız Tilbe ve Şamil Tayyar’a yönelik tepkilerin ardından, Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz haftasonu bir mitingde ağzından çıkıveren “Sabah akşam Hitler’e söverler, barbarlıkta Hitler’i geçtiler. Amerikalıların bazıları ‘Sayın Başbakan niye Hitler’le böyle bir benzetme yapıyor?’ diyor. Size ne? Sen Amerika’sın, Hitler’den sana ne, ne alakan var?” şeklindeki sözler, geçiştirilecek gibi değil.

Kâğıt üstünde Hitler’i ve Nazizm’i eleştirir gibi görünen bu sözlerin, en üst makamdan Hitler örneğini/deneyimini dolaşıma sokmak anlamına geldiğini görmeliyiz. Bunun ne kadar tehlikeli bir gelişme olduğunu söylememe, bilmem gerek var mı…

Türk sağının ta 1940’lardan bu yana Nazizm’le bir flörtü var. AKP’nin de kendine rehber bellediği dönemin sağcı düşünürlerinin ve politikacılarının bu konudaki tutumları arşivlerdedir. İsrail’in gaddarlığıyla mücadele etmek ne kadar önemliyse, bu flörte artık bir son vermek de o kadar önemli.

Yetvart Danzikyan – Agos

Adaleti sizden öğrenecek değiliz – Leyla Alp

Aylar önce üzülebileceğimi düşündüğü bir şeyi benimle paylaşan bir arkadaş “sen bu dünyada fazla naif kaldın” demişti. “Öyle mi acaba” diye düşünmüştüm o vakitler “gerçekten naif miyim?” Sonra aynı arkadaş beni başkalarından daha fazla üzdü. Hayat…

Evet biz bu dünyada biraz naif kaldık. Bunun için çok gerilere gitmeye gerek yok. Kişisel tarihimiz de toplumsal tarihimiz de bunun çokça örnekleriyle dolu.

Çok değil bir yıl kadar önce Eskişehir’de 19 yaşında bir genci adı Ali İsmail Korkmaz olan bir genci döve döve öldürdüler.

Sonra 14 yaşında Berkin’i başından vurdular. 14 yaşında Berkin 269 gün komada kaldı. Berkin komadayken adalet isteyen ailesine polis biber gazı ve TOMA’yla saldırdı. 15 yaşında 16 kilo bir çocuğu yani tabutu kendinden ağır bir çocuğu milyonlarla toprağa verirken dilimizde adalet sözü vardı. İstiyorduk ki katilleri cezalandırılsın. Mezarına atılan bilyelerin masumiyeti gibi naifti beklentimiz. Ve ona ve diğerlerine “talimatı ben verdim” diyen Başbakan’ın annesini meydanlarda yuhalatması da, meydanların 14 yaşında evladını yitiren bir anneyi yuhalamasını da anlamadık.

Polis Ethem’i kalabalığı yarıp başından vurdu. Ethem’in annesi aylar boyu gözünden yaşı düşürmeden ama başını da hiç eğmeden adalet istedi. Çünkü naifti…

Biz bu dünyada naif kaldık.

Berkin’in ölümünü protesto eden çocuklara ateş açılmasını anlayamadık. Cemevi önünde bekleyen Uğur Kurt’u öldürdü polis. Başbakan “polis nasıl sabrediyor anlamıyorum” dedi. Biz de onu anlamadık… Biz bu dünyada naif kalmıştık. Herhangi bir insanın yol ortasında öldürülmesini anlayamayacak buna hak veremeyecek kadar naif. Demokrasiden bahsederek aynı dakikalarda birini öldürülmesini serinkanlı ve hatta anlayışlı karşılayacak bir kalbimiz yoktu.

Roboski’de öldürülen 34 kişi için özür dahi dilemeyen dosyayı kapatmaya çalışan adalet bizim anladığımız bir şey değildi.

Evlatlarının kemiklerini arayan annelere hor bakmak, onları aşağılamak bizim mezhebimizde yoktu.

Öfke biriktirdik… Tüm bunlar yaşanırken öfke biriktirdik. Ama bu öfkeyi Başbakan’ın çokça söz ettiği gibi bir yıkıcılıkla değil, adaletsizliği yıkıp adaleti inşa etmek üzerinden biriktirdik. Katiller cezası kalmasın derken aklımızdan herhangi birini parçalara ayırmak, çocuğunu “terörist” diye öldürmek, üzerine bomba yağdırmak, döve döve öldürmek, işkence yapmak geçmedi. Aynı zamanda bu ülkede 12 yaşında bir çocuk olan Uğur Kaymaz’ın 13 kurşunla öldürülmesine üzüldüğümüz isyan ettiğimiz kadar dünyanın herhangi bir yerinde öldürülen çocuklar için de isyan ettik, üzüldük.

Ve geldik bu günlere…

Gazze ateş altında..

Onlarca polis gözaltında, aileleri de emniyet kapısı önünde…

Şimdi döve döve öldürülen Ali İsmail ,15 yaşındaki Berkin, Roboski’de parçalanan köylüler, 12 yaşında 13 kurşunla öldürülen Uğur kaymaz ve işkenceyle öldürülen Engin Çeber için kılını kıpırdatmayı bırakın tek bir kelam etmeyenler insan hakları savunuculuğuna soyundu.

Gazze’de öldürülenler için isyan çağrısı yapıyor, ters kelepçe takılan polis müdürü için “adalet” istememizi, dışarıda beklerken fenalık geçiren aileleri için de gözyaşı dökmemizi istiyorlar. Yıllar boyu hayatında tek bir gün bile bizimle empati yapmayanlar, şimdi bizden empati yapmamızı bekliyor.

Adalet herkese lazım olur. Burada bir kez anlaşalım. Ve yıllar önce bir şair size demişti ki; Hapishaneleri iyi yapın efendiler…

Burası bir… İkincisi yok bayım biz ya da ben o kadar da naif değiliz…

Yıllar boyu işkence yapmış, haksız gözaltı ve tutuklamaların yetkisini vermiş, hatta katliam yapmış polisler “neden kelepçeleniyor” diye sormadım sormayacağım. Çünkü 80 yaşındaki analarımızın yerlerde sürüklenerek gözaltına alınması hala aklımda.

Bir polisin ensesinden tutulmasına üzülmeyeceğim. Çünkü yıllar evvel meclisten apar topar götürülen Orhan Doğan’ın polis aracına nasıl bindirildiğini hiç unutmadım.

“İçerde kötü muamele var” diye duyup fenalık geçiren polis yakınları için iç geçirmeyeceğim. Şimdi içerde kötü muamele yapılıyorsa onlar da eşlerinin yıllardır başkalarına “kötü muamele” yaptığını biliyorlardı.

Hayatında tek bir an bile Cumartesi annelerini gördüğünde içi burkulmayan biri için empati yapmayı reddediyorum

Engin Ceber’in, Birtan Altunbaş’ın ve gözaltında kaybedilen onlarca gencin annesinin yerine kendini hiç koymamış herhangi bir kadının yerine kendimi koyamıyorum.

15 yaşındaki Berkin Elvan için “elinde sapan vardı” diye açıklama yapan birine sempati besleyemiyorum.

O kadar naif değilim belki o kadar vicdanlı değilim. Ve hiç olmayacağım…

Evet adalet bir gün herkese lazım olur. Şimdi kirli bir oyunun parçası olarak gözaltına alınan o polisler yüzlerce insanın canını yaktı, ailesinin evine gerçekten ateşler düşürdü. Ve hiç biri “biz bunları neden yapıyoruz” diye sormadı. İtiraz etmedi, isyan etmedi. Hak hukuk adalet arayışına girmedi. Ve şimdi onların aradığı, istediği adalet için binlerce insan işkence gördü, hapis yattı ve öldü.

Şimdi 22 Temmuz’da gözaltına alınan polislerden herhangi biri gözaltında kaybedilemiyorsa, Filistin askılarına alınmıyor, elektrik verilmiyorsa bu polis copuna, gazına, gözaltısına rağmen Galatasaray meydanından ayrılmayan Cumartesi analarının sayesindedir.

Gazze’ye gelince… Gazze’de öldürülen çocuklar için bizim vicdanımızı sorgulamak size kalmadı. İlla bir yerden sorgulamaya başlayacaksanız önce o çok sevdiğiniz hükümetinizin İsrail’le yaptığı anlaşmaları sorgulayın. Bu ülkede hiç kimse Filistin için parmağını dahi oynatmazken bu ülkenin devrimcileri Filistin’de savaşıyordu. Bir kere tarihi ezber edin.

Demem o ki; biz adaletin, vicdanın ne olduğunu sizden öğrenecek değiliz ama sizin bizden öğrenebileceğiniz çok şey var. Sadece kafanızı kaldırın ve bakın… Emin olun bizden öğreneceğiniz onurlu bir yaşam var…

 

 

Yeşil Gazete’de Soma yazı dizisi başlıyor – Soma unutuldu mu?

301 madencinin öldüğü faciadan sonra Soma’ya gelen yüzlerce gazeteci, sivil toplum temsilcisi, yetkili ve gönüllüyü yolcu ederken ‘bizi unutmayın’ demişlerdi. Üzerinden 2 aydan fazla zaman geçti. Korktukları gibi mi oldu, geride kalanlar için hayat nasıl devam ediyor, gerekli desteği görebildiler mi, tüm Türkiye’de madenlerin daha güvenli olması ve sorumluların hesap vermesi için umut var mı?

manşet yg
Fotoğraf: Enis Durak

Işıl Sarıyüce ve Enis Durak Soma ve çevresinde 5 gün geçirdi, madenciler, yakınları, sivil toplum, hukukçular, sendikalar, esnaf ve yerel basınla konuştu.

İzlenimleri 4 Ağustos Pazartesi’nden itibaren Yeşil Gazete’de.

soma22 from ISTANBUL PROJECT HOUSE on Vimeo.

Trans kadınlara polis şiddeti Mersin’de protesto edildi

Mersin 7Renk, polisin trans kadınlara saldırmasını protesto etti, “Alışın gitmiyoruz. Onurumuz için sokaklarda yürümeye devam ediyoruz” dedi.

mersinpoliasaciklama4

Aralarında Mersin 7 Renk LGBTİ aktivistlerinin de olduğu 7 trans kadının polis işkencesine maruz kalması Mersin’de protesto edildi. Mersin 7 Renk LGBTİ’nin çağrısıyla saldırının gerçekleştiği İstikbal Durağı’nda bir basın açıklaması düzenlendi.

“Şiddet var” pankartı açan aktivistler, dernekten İstikbal Durağı’na kadar, “Trans cinayetleri politiktir” ve “Transfobik devlet hesap verecek” sloganlarıyla yürüdü. Eylemde aralarında “Hepimiz dönmeyiz ayol”, “Nefret vuruyor, devlet uyuyor”, “Ölüyoruz, haberin var mı”, “Her gün bir cinayet, faili devlet” ve “Yeter artık nefretin, öldürmekle bitmedim” yazılı dövizler taşındı.

mersinpolisaciklama3

Saldırıya uğrayan trans kadınlardan Ece Yiğit’in okuduğu basın açıklamasından satır başları şöyle:

“22 Temmuz günü saat 22.30 civarında İstikbal Durağı’nda bekleyen 7 trans kadın arkadaşımız polisin biber gazlı ve coplu saldırısına uğradı. Polis keyfi bir biçimde arkadaşlarımıza, “Buradan gidin lan” diye hakaret etti. Hakarete tepki gösteren bir vatandaş da polis şiddetinden nasibini aldı! Ve ardından işkence başladı. Bir kez daha yineliyoruz: Bu bir sokak işkencesidir! Geceler de sokaklar da; gündüzler de caddeler de bizimdir!

“Biz “Buradan gidin lan” laflarını yakından tanıyoruz. Ülker Sokak’tan, Eryaman’dan, Avcılar’dan biliyoruz bu lafları. 1980 askeri darbesinde trenlerle şehir dışına atılan trans kadınlardan biliyoruz. Şehirleri bize dar eden; varlığımıza, kimliğimize yönelen bu saldırıları çok yakından tanıyoruz. Ve bir kez daha haykırıyoruz: Buradayız, alışın gitmiyoruz!

“İşkencesi polisler yargılanmalı”

“Arkadaşlarımıza saldıran polislerin derhal cezalandırılmasını talep ediyoruz. Karakolda tutanak dahi tutmayan, işkence amacıyla arkadaşlarımızı darp eden Emniyet yetkilileri yargılanmalıdır. Polisin görevi bizleri korumaktır; trans kadınlara şiddet uygulamak değil. Sokakta şiddete maruz kalmayı kabul etmiyoruz! Şiddetin belgelenmemesi için tutanak tutmayan adaleti reddediyoruz. MOBESE kayıtlarının incelenmesini talep ediyoruz.”

(Kaos GL/ Yeşil Gazete)

Yaratıcılığınızı sınırlayan 5 şey ve onlarla başetmenin yolları

Huffington Post’ta çıkmış olan bir haber, yazmanın önündeki beş engeli ve önüne geçmek için neler yapılabileceğini aktarıyor:

imagination_doodle_by_naldojunio-d73vwey

Çok Büyük Düşünüyorsunuz

Büyük resmi düşünmek, yaratıcı süreç için önemlidir; fakat büyük resme çok fazla odaklanırsanız, güzel düşüncelere kötülüklerin de eşlik ettiğini görürsünüz. Lifehacker bunu şöyle açıklar: 10 şehir düşünmeye çalışın. Sonra sizin doğduğunuz yere yakın olan 10 şehir düşünün. Göreceksiniz ki araştırmanızın kapsamını daraltmanız isimleri daha çabuk hatırlamanızı sağlayacaktır.

Lifehacker,” Sıkıntılardan faydalanmayı öğrenmemiz daha fazla fikir ve çözüm yolu bulmamızı mümkün kılar” der. “Hatta sıkıntısı olmayan insan, kendisine sıkıntı yaratmaya çalışır. Çoğu insana on şehir ismi sorulduğunda, aynı tür çağrışımları kullanır: başkentler, geçen yıl ziyaret ettiği şehirler vs.

Çok Yoğunsunuz

Yazar Gary Klein’a göre stres ve yoğun tempo yaratıcılığı yok eden -en azından yavaşlatan- yaygın sebeplerdir. Zihninize uzaklaşma özgürlüğü verirseniz, yaratıcılığınızı ve yenilikçi yönlerinizi geliştirirsiniz. Son nöroloji araştırmaları da hayal kurmanın, yaratıcık ve imgelemle aynı zihinsel süreci gerektirdiğini kabul ederler.

Klein, “Boş zamanlarını dinlenilen müzikle ilgili sohbet etmeden geçiren ya da sadece hayal kurmak için boş zaman yaratmayan insanlar adına endişeleniyorum” der.

Kendinizi stresli hissettiğiniz zaman ya da bir kitap üzerinde çalışırken, kısa bir süre hiçbir şey yapmamanız, verimliliğinizi arttıracaktır.

Masa Başında Oturuyorsunuz

Eğer masa başında oturarak çalışırken ilham gelmesini bekliyorsanız, daha uzun süre bekleyeceksiniz. Çünkü masa başında oturup kendinizi probleme çözüm bulmak için zorlamanız, düşüncelerin özgür akışını engelleyebilir.

“Birkaç dakikalığına kendi kişisel alanınızdan ayrılmanız yeni düşünceler oluşturmanız için muazzam bir fark yaratacaktır,” der Emile Heyward. “Bu sayede oluşacak değişimin gücünü küçümsemeyin.”

Sanatçılar yaratıcılıklarını yansıtabilmek için uzun süre farklı ve yeni çevreler ararlar. Mesela Woody Allen ilhamın genellikle kendisine uzun ve sıcak bir duş alırken geldiğini söyler.

Çok Karamsarsınız

Karamsarlık ya da sinizm hayal etmeyi öldürüp, zehirli bir zihin yapısı yaratabilir. Gaia Grant ve Andrew Grant “Yaratıcılığı Kim Öldürdü”de şöyle derler:

“Karamsar olanlar işleri ters gidince kendilerini suçlama eğilimindedirler. Her olumsuz tecrübeleri, onları yeniden denemek için daha isteksiz yapar.” Gaia Grant ve Andrew Grant, olumsuz meseleleri farklı şekilde değerlendirmenin ve yeni şeyleri denemenin, kötü tutumla mücadele etmede yardımcı olabileceğini iddia ediyor.

Karamsarlık, kendi çabanızı yavaş yavaş yok etmeniz veya başarısızlığın uzun süren sonuçları olduğunu zannetmeniz gibi, kendini savunma davranış ve tutumuyla ilişkilendirilir. Ama araştırmalar bunun tersine, mutluluk ve iyimserlik gibi olumlu duygularla yaratıcılık arasında bağlantı kurmaktadır.

Huffington Post’tan çeviren: Barış Berhem Acar

(edebiyathaber.net )