Ana Sayfa Blog Sayfa 3901

Baraj kapakları habersiz açıldı, piknik yapan vatandaşlar sular altında kaldı

Siirt’in Botan Çayı üzerinde yer alan Alkumru ve Kirazlık barajlarının kapaklarının açılması sonucu, bölgede piknik yapan yurttaşlar, sel sularına gömüldü. Sabah saatlerinde, suya kapılan 6 kişiden 5’inin cesedine ulaşıldı. Felakette hayatını kaybedenler: Osman Parlaküşer, kızları Seval (5) ve Betül (8) ile Fikret Tente ve Ahmet Tente olarak belirlendi.

baraj-kapaklari-acildi-piknikciler-sular-altinda-kaldi2d5dc41b0877eb28f49a

Siirt’te Limak Yatırım tarafından, Botan Çayı üzerinde inşa edilen Alkumru Barajı ve Kirazlık Hidroelektrik Santrali’nin kapaklarının saat 15.30 sıralarında açılması üzerine Pazar günü olması itibariyle bölgeye pikniğe giden yurttaşlar sel sularının arasına gömüldü.Alınan bilgilere göre, Kayaboğazı köyü yakınlarındaki Celik mevkinde piknik yapan yurttaşlar, herhangi bir uyarıda bulunulmadan açılan baraj ve HES santrali kapaklarından dökülen suların altında kaldı.Net sayı bilinmemekle birlikte görgü tanıklarının anlatımlarına göre; bölgede piknik yapan aralarında çocukların da bulunduğu 30’un üzerinde yurttaş, aniden yükselen sulara kapıldı. Azgın su dalgalarının içinde 45 dakika boyunca yardım bekleyen yurttaşlara ancak 1,5 saat sonra yardım ekiplerinin ulaştırıldığı belirtildi.Sulara kapılan yurttaşlardan şu ana kadar sadece 8 yurttaş bindirildikleri ambulanslarla Siirt Devlet Hastanesi’ne getirildi. Boğulma tanısıyla hastaneye getirilen yurttaşlara yolda müdahalede bulunulurken hayati tehlikelerinin olmadığı belirtiliyor.Hastanede tedavi altına alınan yaralılarından isimleri öğrenilen altısının isimleri şöyle: Zeynep Tente, Sabriye Tente, Doğan Güleç, Yunus Emre Göktaş, Emine Kunduracıoğlu, Nurcan Olgun.Siirt Vali Yardımcısı Mustafa Pala, “Saat 18.00 sıralarında baraj gölünde biriken sular kapaklardan taşmış. Yasak olan bölgede piknikçiler varmış. Siren ve alarmlar çalmış. Ancak piknikçilerden sulara kapılan 4 kişi ekipler tarafından kurtarıldı” dedi.Bu arada Alkumru Barajı’nda taşkın nedeniyle sulara kapılan başka kişiler olabileceği ihtimaline karşı Botan Çayı’nın bu kesiminde arama yapıldığı belirtildi.Olayın duyulmasının ardından ise binlerce yurttaş yaralıların getirildiği Siirt Devlet Hastanesi önüne akın ederek, durumları hakkında bilgi almaya çalıştı. Siirt Belediye Eş Başkanı Belkize Beştaş Epözdemir de hastane önüne gelenler arasında yer aldı. Diğer Eş Başkan Tuncer Bakırhan ise facianın yaşandığı bölgeye gitmek üzere yola çıktı.

Arama kurtarma çalışmaları devam ediy0r

Kapaklarının açılması sonucu sulara gömülen piknikçileri arama kurtarma çalışmaları devam ediyor. Siirt İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü (AFAD) görevlileri, ellerine saat 19.45 itibariyle ulaşan bilgilere göre sulara gömülen yurttaşlardan 6’sı kurtarıldı.AFAD görevlileri, 30’un üzerinde yurttaşın sulara kapıldığını açıkladı. Olayın haber alınması sonrası uzman ekiplerin bölgeye intikal ettirildiğini belirten görevliler, sonrasında gönüllü ekiplerin de arama kurtarma çalışmalarına katılmak üzere bölgeye gittiğini paylaştı. Öte yandan havanın kararması üzerine kurtarma çalışmalarının zorlaştığı öğrenildi. (DİHA)

“Vatandaş uyarı sesi yoktu diyor”

Siirt Belediye Başkanı Tuncer Bakırhan da şöyle konuştu: “30 kilometrelik bir alan. Uzun bir alan Botan Çayı. Pazar günü piknik yapıyor vatandaşlar. 6 vatandaşımızın kayıp olduğu kesin. Kriz masası oluşturduk, gelen bilgileri burada değerlendiriyoruz. Barajdaki uyarı mekanizmanın yetersiz olduğunu ya da dar bir bölgeye hitap ettiğini söyleyebilirim. İnsanların olduğu bir yerde baraj kapakları neden açılır? Bunu bilemiyorum. Çok ciddi bir ihmal olduğunu düşünüyorum. Baraj kapakları ile ilgili konuda bir şey söyleyemem. Benim bildiğim vatandaşı uyaran bir sistemin olmadığıdır. Vatandaşlar arasında çok farklı bilgiler var. Net olarak bir bilgi veremiyorum. Orada piknik yapan insanlar uyarı sesi duymadıklarını söylediler. Olayın meydana geldiği yer belediye mücavir alanları içerisinde değil. Bizimle alakalı bir durum değil. Bizimle alakalı olan durum şu; Bakan, başbakan, milletvekili olanlara sormak lazım; piknik yapılacak bir yer yok. Bunun sorumluları da bellidir” dedi.Tuncer Bakırhan twitter’den yaptığı açıklamada “Değerli Siirt halkımız acımız çok büyük ve gittikçe üzüntümüz artıyor. Siz değerli vatandaşlarımızdan ricam, el birliğiyle kayıp olan vatandaşlarımızın tespit ve bulunmasına el birliğiyle yardımcı ve sağduyulu olmanızdır. Tekrardan başımız sağ olsun. Ekiplerimizin de desteğiyle Botan Çayı’nda arama kurtarma çalışmaları bu saat itibariyle devam ediyor” dedi.

(Ajanslar / Yeşil Gazete)

Maden atıkları denizi mi boylayacak?

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, maden atıklarının karada uygun ortam bulunmaması halinde denize boşaltılmasına vize vermeye hazırlanıyor.

IVORY-420x0

Hürriyet’ten Erdinç Çelikkan’ın haberine göre, Maden Atıkları Yönetmeliği Taslağı’nda maden atıklarının çevresel etkilerini en aza indirmek gerekçesiyle denize boşaltılmasına ‘detaylı izleme şartıyla’ onay verilebilecek. Düzenlemeye göre maden atıkları, tehlikeli, tehlikesiz ve inert atıklar olarak üç sınıfta toplanacak. Maden atıklarının depolandığı bertaraf tesisinin kurulacağı alanın detay, jeolojik, hidrojeolojik, jeokimyasal, hidrokimyasal ve mühendislik jeolojisi çalışmasının yapılarak, tesisin kurulacağı alandaki kayaçların özelliklerinin belirlenmesi gerekecek.

Bununla birlikte karada yapılacak depolama alanlarının olumsuz çevresel etkilerini en aza indirmek için deniz sularının belirlenmiş bir derinlikte oksijensiz ve canlı yaşamın bulunmadığı katmanları dikkate alınarak, su kalitesinin değişmeyeceğinin kanıtlanması, detaylı bir izleme programı oluşturulması şartıyla vize verilebilecek. Maden atıklarının depolandığı bertaraf tesislerin tabanı ve yan yüzeylerinde sızıntı suyunun yer altı suyuna karışmasını önleyecek şekilde bir geçirimsizlik tabakası olması gerekecek.Düzenlemeyle geçmişte yaşanan siyanür barajlarının çökmesi gibi durumlara karşı da önlem alınıyor.

Depolara arıtma sistemi

Sızıntı sularının toprak ve yeraltı suları için oluşturacağı potansiyel risklerin engellenmesi ve kapatma sonrası tesisin duyarlılığının uzun vadede sağlanması için geçirimsizlik sistemine ilave olarak depo tabanında sızıntı suyu toplama, drenaj ve gerekirse arıtma sistemi inşa edilecek. Yağmur sularının maden atıklarının depolandığı bertaraf tesisine girişini ve oluşturacağı hidrolik yükü önlemek amacıyla gerekli yağış hesabı yapılarak kuşaklama kanalları inşa edilecek. Tehlikeli maden atıklarının depolandığı tesislerde üst örtü sisteminde kalınlığı en az 50 santim kil mineral kullanılacak. Geçici depolama süresi tehlikesiz maden atıkları için 1 yıl, tehlikeli maden zenginleştirme atıkları ve asit üreten pasalar için 6 ay olacak. Madencilik faaliyetleri sonucunda oluşan yer altı galerilerinin, maden zenginleştirme atıkları ile doldurulması işlemleri sırasında, uzun dönemde yer altı suyu kalitesinin korunması gerekecek.

“Etkisi sert ve trajik olur”

DOĞA Derneği Başkanı Engin Yılmaz, bilimsel yöntemler uygulanmadan maden atıkları denize boşaltılırsa doğadaki etkilerin çok sert ve trajik olacağını savundu. Tüketime dayanan yaşam biçiminin atıklarla doğada yok oluşa yol açtığını belirten Yılmaz, “Bugüne kadar gerçekleştiği söylenen bilimsel süreçlerin gerçeği yansıttığından kuşkuluyuz. Olumsuz şeyler yazılmadığı için bilimsel raporlara güvenmiyoruz” dedi.

“Denizdeki atıklar yüzeye çıkar”

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Baran Bozoğlu ise Singapur’da karada alan olmadığı için evsel atık imha yöntemi olarak deniz dibinde depolar oluşturulduğunu kaydetti. Bozoğlu, “Uluslararası literatürde atıkların etkilerinin ne olacağına dair somut bilgi henüz yok. Bu kadar geniş coğrafi alanımız varken bu yola girilmesi düşündürücü. Karada maden çıkaran şirketlerin maliyetini düşürmeye çalışıyor olabilirler. Ormanları yok etmiyoruz deniz dibine yaşamın olmadığı alana gömüyoruz diyecekler. Denizlerde ekosistem zaten bozuk olduğu için atıkların boşaltılması risk yaratır. Deniz dibine atıkları boşaltsanız bile su bunu yüzeye çıkarabilir. Çünkü altta bir sirkülasyon var” görüşünü dile getirdi.

(Hürriyet)

apolitik birden fazla yemek kültürünün o bu şu çocukları – karacamurat

(merkepfanzin’in eylül’de çıkacak sayısından tadımlık bir yazı)

içimi dilime döküyorum. dilim taşıyordu. dilim çatladı, kırıldı, döküldü, saçıldı, pert oldu. benden, sözümden bir anlam olmaz artık. tırşık yiyelim, ama vejetaryen olsun. neden et yemiyorsun, miden mi almıyor, alerjin mi var, çocukluktan beri mi vah vah. ama hayvanlar işte, onların hayatı. ama onlar insan yesin diye, giysin diye. ama mide asri hayvan mezarlığı mı? ama insan zulm etsin diye mi?

bu harflerden bir cacık olmayacak. cacıktaki yoğurdun atasını hatırla: zorla güzellikten mi olmuş? yemek yemek politiktir, söz söylemek de öyle. apolitik birden fazla yemek kültürünün o bu şu çocuklarıyız. bir hırt zırt pırt. delik deşik, dilsiz bir dili bulandırıp duracağım artıra eksilte. temsiller tükendi, konuşacak bir dilim bile yok. ben özgürüm.

b en, b’nin en’i, en b, ben de bir bende bir de ben, bir b’den den: herkesin bu’rası kendine. çizgi çekildi ve bütün bu’larımı o’ladım. içimde kaç leş birden gömmüş idim? gövdelerine el fatiha, ruhumun çocukluğuna el fatiha, gövdelerimize el insaf.

h’öyle durma (bol h’li olsun). yağarsa yağmur, hırsız m’olacak (soru zorma). ayaklarım baş olup durdurulamayacak. göz var, izan yok, nizam kimin umurunda (bir dahakine ayır şu “da”yı, üstü şapkalı olsun, ayır daa!). yağarsa yağmur, yağmadı. yağmadır mı mevlam anlam?

hay ritmine yandığım ses. hey karşılıksızlığına yandığım anlam. müsaitseniz bu akşam harfler size oturmaya gelecek. yatıya gelse de olur mu, ama bizim ev şu arada sırada uğra bana biz olalım sen dolalım. tamam, şimdi sırası değil, sırası gelmediyse de geçmiştir mutlaka bu gövdesine yandığım gölge. gövde neyse de çıplak be şu gölge. gölde yüzmek tehlikeli, çünkü yasak olması gerekiyordu, boğulmadan önceydi. derisi yüzülmeden öncesi olmuyor şu piliç, şu pastırma, şu kebap. afiyet mi olsun, başınız mı sağolsun. yine mi geçmiş oldu/k ötekimizden.

o bu şu anlamlara bu metnin nereden başladığını bilen yok. bilmeyenler ise tok. bu toklukları gövdelerden geliyor. dün bugün yarın gövdeler parçalı, kanlı ve yağarsa yağmur yağmıyor işte bu yüzden.

ete kemiğe bürünürken anlam, insan insan üstüne. şu eti kemiği ayırma muamelesi son bulmayacak mı ne mutsuz şu hayvan olana. kan var bütün midelerin altında üstünde.

Bu yazı Merkep Fanzin’in Eylül ayında çıkacak 3. sayısındandır. MerkepFanzin’e ulaşmak için facebook sayfasından talep gönderebilirsiniz

Bu yazı Sivil Düşün tarafından desteklenen Katılımcı Yerel Çevre Muhabiri Ağı Projesi kapsamında ağa dahil olan Mardin Yerel Muhabiri Karaca Murat tarafından kaleme alınmıştır

Karaca Murat

 

 

karacamurat

Batman’ın sıcağında uyuyakalan çocuk işçi

Batman’da çocuk işçilerin sayısı hızla artıyor. Bu artış Suriye’deki savaştan kaçan çocukların geçinebilme endişesiyle birlikte daha büyük bir ivme kazandı. Çocuk işçilerin en yoğun çalışma alanı ise geri dönüşümlü materyal toplamak.

Caddelerde, sokaklarda yürüdüğünüz vakit herhangi bir çöp tenekesinin yanında pet şişe toplayan bir çocuk, üç tekerlekli bir bisiklet veya hacminden büyük bir torba gözünüze takılıyor. Tüketim kültürünün çok yoğun yaşandığı Batman’da ise bu işin ne kadar yorucu olduğu ise aşikar

Batman Çocuk İşçi 1...

Gördüğünüz fotoğraftaki çocuk ise o yaşlarda arkadaşıyla oyun oynaması gerektiği halde geçim derdine düşmüş çocuklardan sadece biri. Sırtını yasladığı duvar Kültür İlköğretim Okulu’na ait. Hemen bir sokak yukarıda ise Batman’ın başka kentlerde göğsünü gere gere anlattığı AVM bulunmakta. Anlaşılan o ki beynini vitrinlerde kaybetmiş insanların kullandıkları pet şişeleri, naylonları gece geç saatlere kadar toplamak onu çok yormuş ve bir okulun duvarının dibinde, bir kartonun üzerinde uyuyakalmış. Batman’ın öğlen 50 dereceye varan sıcaklarında 12.30’da uyuyor olması onun ne kadar yorulduğunun başka bir göstergesi.

Batman Çocuk İşçi 2...

Sezen Aksu’nun da söylediği gibi masum değiliz hiçbirimiz. Bu çocukların zor koşullarda olmasının sebebi sadece savaş, kapitalizm, sınıfsal farklılıklar değil aynı zamanda bizleriz de. Bir gün bu çocukların hayatta kalma endişesiyle çalıştığı sokaklarda hayal güçlerinin ürettiği oyunları oynamaları dileğiyle.

Bu haber Sivil Düşün tarafından desteklenen Katılımcı Yerel Çevre Muhabiri Ağı Projesi kapsamında ağa dahil olan Batman Yerel Muhabiri Serhat Çirusk tarafından hazırlanmıştır

Haber ve Fotoğraflar: Serhat Çirusk

(Yeşil Gazete – Batman)

Nükleersiz Türkiye için kürekle Karadeniz – 6. 7. ve 8.günler ve Hüseyin Açık Radyo’da!

Nükleersiz org. ve Yeşil Düşünce Derneği’nin girişimleriyle gerçekleştirilen  Nükleersiz Türkiye için Kürekle Karadeniz  Projesi hatırlayacağınız üzere resmi olarak 3 Ağustos’ta Hüseyin’in sandalını Hopa’ya  karayolundan getirmesinin ardından yapılan  basın açıklamasıyla , fiili olarak  ise   14 Ağustos tarihinde sandalını denize indirmesiyle başlamıştı .  Dolayısıyla Hüseyin bugün itibariyle denizde dolu dolu 1 hafta geçirmiş bulunuyor . Önce Yüreğine , sonra  küreğine sağlık Hüseyin!

Ben de son olarak Sürmene ayağını anlattığım günlüklerime sırasıyla Araklı ,Trabzon ve Akçaabat duraklarını ekleyerek devam ediyorum ;

19 Agustos sabahı Sürmene’den çıkıp  denizdeyken başladı yağmur , Trabzon/Araklı’da limana sığındı ; sandalı da su almaya başladığı için  güverteye macun çekmek şart olmuştu . Geceyi geçirmek için neyse ki çadırı vardı .

20 Agustos sabahı tekrar denize çıkıp Yomra’ya geldiğinde Açık Radyo’dan Açık Yeşil Programının yapımcısı Ümit Şahin telefondaydı , kendisini  cep telefonundan programa bağlamak için  saat 10:30’a sözleştiler . İlk telefon geldiğinde uzaktaki limanı gören Hüseyin program başladığında limanın içindeydi .

trabzon balıkçı barınağı 2

Benim de pür dikkat programı dinlediğim üzere  projeden biraz bahsedip  hayalkırıklıklarına geçti , belli ki dokunmuştu Hüseyin’e  insanların duyarsızlığı … Ne zaman  Nükleersiz Türkiye için bu projeyi anlatmaya başlıyorsa insanlar ona soruyordu  “günde ne kadar gidiyorsun” , “bu sandal  kaç para …”. Görünen oydu ki halk sadece bilinçsiz değil, duyarlı da değildi… Genelleme yapmak doğru değilse de Hopa’dan Trabzon’a kadar bir kişinin bile ilgi gösterip tebrik etmemesi başka nasıl anlaşılabilirdi …? Yine de Proje büyüktü ,20 yılda bir çıkıyordu böylesi  son büyük proje 1994 yılında  Timur Danış’ın Nükleere karşı yaptığı 4000km’lik yürüyüştü .Timur Danış İstanbul-Sinop -Mersin/Akkuyu -İstanbul arasını yürümüştü .

Ardından, Ümit Şahin ile Ömer Madra’nın konuğu olmanın dayanılmaz ağırlığı ile ekoloji konularına girildi tabi , mümkün müydü  denizin üstüne döşenen  otobana bu programda değinmeden Trabzon’a geçmek?  Ben bu konuda Karadenizli müteaahitlerin Karadeniz’in “kara”sını anakara olarak anlamasından şüphelenmişimdir hep … ya İkiztepe’de denizin doldurulmasıyla yapılan havalimanına ne dersiniz?  Güzel soru sordu Ümit Şahin  , tehlike arz etmiyor muydu , denize döşenen havalimanı yüzünden  kıyı  kıyı gitmek varken açıktan dolaşmak zorunda kalmak ?  Oysa ki Hüseyin  otobanın gürültüsünden uzak olmak için zaten hep açıktan ilerliyordu…

Sonra biraz kendinden de bahsetti Hüseyin , denizi nasıl sevdiğinden neden yıllardır amatör olarak kürek çektiğinden … Çocukken başlamıştı deniz sevdası , ailesi yaban değildi denize …Oysa insanlar öyle mi ya? Hep korkutulur çocuklar, “ yaramazlık yaparsan seni denize atarım” diye, sonra gelsin “denize düşen yılana sarılır”, “bu iş olmazsa denize atarım kendimi”  söylenmeleri …bunlar genel olarak denizden korkulduğunun kanıtı olabilir miydi?  Acaba çocukluğumuzdan mı başlıyor denizle/doğayla  mücadele ? Denizi doldurup yol yapmanın ,denizi temiz tutma çabası içinde olmamanın, fabrika atığını denize olduğu gibi  boşaltmanın çocukluğumuza uzanan bir endişeyle , can acıtan tembihlerle  ilgisi olabilir miydi acaba? Program biterken  çevre ve ekoloji  uzmanlarımızın , Hüseyin’i  yol boyunca Karadeniz kıyı şeridinde yaşanan kirlenme ve imar yozlaşması için somut bilgi kaynağı olarak gördüğü üzere  önümüzdeki günlerde sık sık  programa bağlayacaklarına şüphem  yoktu.

20 Ağustos günü Yerel basından 1-2 gazeteciyle karşılandı Hüseyin , aslında basın açıklaması yapılacaktı ama haberleşme problemi yaşanmıştı ,sadece fotografları çekildi kayaların önünde . Hava şartları da elvermediğinden tekrar çıkamazdı denize ,dinlenmeye çekildi .

21 Ağustos  günü  Trabzon /Salacak’taydı hava ve deniz koşullarının el verdiği sıklıkta kürek çekerek vardı oraya  , son havadisleri kendisinden aldığımda Trabzon merkezi geçmiş Akçaabat’a girmişti hatta minibüsteydi  ,  gürültüden anlaşamayınca  o indiğinde konuşmaya karar verdik . Akşam bir kamping alanında kalacak ve nihayet, havlusu dahil tüm eşyaları iki gündür su içinde olan sandalının güvertesine macun çekebilecekti , mutluydu .

 

akcaabat camping2

 

Hüseyin’i http://share.findmespot.com/shared/faces/viewspots.jsp?glId=0IsTDk7U0PboEv3f5T3TgDG6AE5DXLBZt  takip edebilir ; Projeye  http://www.fonlabeni.com/proje/detay/1763/nukleersiz-turkiye-icin-kurekle-karadeniz üzerinden katkıda bulunarak yerinizden kalkmadan  nükleersiz bir Türkiye için bir kürek de siz atabilirsiniz.

Yeşil Gazete/Pınar Demircan

 

 

 

Çevre aktivisti Marina Silva başkanlık için yarışacak

Brezilya Sosyalist Parti’sinin devlet başkanı adayı Eduardo Campos’un 13 Ağustos’ta trajik bir uçak kazası sonucu 6 kişi ile birlikte hayatını kaybetmesinin ardından çevre aktivisti Marina Silva 5 Ekim’de yapılacak başkanlık seçimi için aday olarak gösterildi.

silvaAnketlere göre Luiz Inacio Lula da Silva döneminde Çevre Bakanı olarak görev yapan Silva’nın ilk turda Sosyal Demokrat Parti (PSDB) adayı Aecio Neves’in oylarını geçip ikinci turda mevcut başkan Dilma Rousseff’i zorlayacağı görülüyor.

2010 yılındaki başkanlık seçimlerinde Yeşiller Partisinin adayı olan Silva oyların %19.33’ünü almıştı. Geçtiğimiz yıl kurduğu “Sürdürülebilirlik Ağı” adlı parti, tanınması için gereken 500 bin oyu alamaması sonrasında kapanınca Eduardo Campos’un başkan yardımcısı adayı olarak seçim yarışına katılmıştı.

Amazon’ların kalbinde 11 kişilik bir ailede doğan Silva çocukluğunda sarılık, sıtma gibi bir çok hastalık geçirdi ve ağır metallere maruz kaldı. Tüm bu hastalıkların etkisi ile kozmetik, parfüm, alkollü içecekler, kırmızı et gibi bir çok şeye karşı bünyesinde alerji gelişti. Bir bakıma stilini belirleyen bu rahatsızlıklar makyaj yapmayan sade giyinen Silva’yı oluşturdu. 16 yaşında okuma yazma öğrenen Silva “yoksul kökenli ilk siyahi başkan” olmak istediğini söylüyor.

Ülkede geçtiğimiz bir yılda Dünya Kupası harcamaları, yolsuzluk, kamu hizmetlerinin yetersizliği gibi nedenlerle milyonlar sokağa döküldü. Brezilya Üniversitesi’nden Siyaset Bilimci David Fleischer’a göre sokağa dökülen ve Brezilya’nın mevcut politik sisteminin kendilerini temsil etmediğini düşünen kalabalığın birçoğu Silva’ya oy verecek.

Her ne kadar protestolar azalmış olsa da Silva’nın taraftarları; değişim arzusunun hala yerinde olduğunu, bu arzunun ve yaşanan trajedinin yarattığı atmosferin Silva’nın seçimi ile sonuçlanacağını savunuyor.

(bbc.com,Yeşil Gazete)

 

Batman’da bir vaha, Tov Ekotopya

Batman’da ve Ekotopya’da ikinci günümüz. Roni ve Serhat‘ın rehberliğinde Hasankeyf’ten dönmüş, Batman Kent Konseyi’nde ağırlanmış, Miraz‘ın arabası ile Ekotopya’ya dönmüşüz.

Ekotopya’nın perdesini aralayıp içeri girmemizin hemen ardından, “İçeride Felsefe Atölyesi başladı” diyor biri. Hemen dahil oluyorz. Atölyeyi veren Şükran ile henüz tanışmamışız. O akşam bir gece önce olduğu gibi Yeşil Gazete Yerel Muhabir Ağı Buluşmalarının Batman’daki ikincisini Ekotopya’nın terasında gerçekleştirirken tanışacağız kendisi ile. O tanışma sırasında öğreneceğiz Ankara Felsefe’den yeni mezun olup aynı okulda Yüksek Lisans yapmak istediğini.

5 ekotopya
Batman TOV Ekotopya’ya sihirli her mekana olduğu gibi perdeler aralanarak giriliyor

Ekotopya’da tek atölye konusu Felsefe değil. Batman’da bizi evinde ağırlayan ve Yerel Muhabir Ağı Buluşmaları kapsamındaki iller içine Batman’ı katmamızı sağlayan Miraz (Ruspi) bize Ekotopya’yı anlatıyor. Tüm hikayesini ve bundan sonra gerçekleştirmek istediklerini.

“Batman’da Akışı Tersine Döndürmek”

Hikaye bir sene kadar önce peşpeşe gerçekleşen “Batmanda Akışı Tersine Döndürmek” toplantıları ile başlıyor. Bu başlıklı dört toplantının hemen akabinde iki konu öne çıkıyor. İlki ekolojik alanı genişletmek için bir oluşuma gitmek. Büka Barane (Gökkuşağı takipçisi çocuklar) bu şekilde meydana çıkıyor.

Miraz bizi karşılamaya gelirken 6 yaşındaki oğlu Robin (Türkçesi ile "Günü, Güneşi getiren") havuzdan çıkmayacak gibi görünüyor
Miraz bizi karşılamaya gelirken 6 yaşındaki oğlu Robin (Türkçesi ile “Günü, Güneşi getiren”) havuzdan çıkmayacak gibi görünüyor

Toplantıların ikinci meyvesi ise Ekotopya. Ekotopya’yı, “Sanatsal ve ekolojik çalışmaların birarada yürütüldüğü bir mekan” olarak tanımlıyor Ektopya’yı hayata geçiren bir avuç gönüllüden birisi olan Miraz.

Ekotopya’nın başındaki, “TOV”u soruyorum Miraz’a. Kürtçe, “tohum” manasına gelir diye başlıyor söze. Akışı Tersine Döndürmek toplantılarına iştirak eden girişimlerden birisinin de TOV Tiyatro topluluğu olduğunu belirtiyor.

Neden Ekotopya?

Peki ya, “Ekotopya” diyorum. “O bir kitaptan” diyor gülümseyerek. Ernest Callenbach‘ın 1975 yılında yayınlanan ve tüm sistemlerini ekoloji üzerine kurmuş bir ülkenin ve bu ülkenin halkının 1999‘daki yaşamlarının anlatıldığı kitabı kendilerine isim seçtiklerinin altını çiziyor. 

Ekotopya açılsın kararının ardından mekan araştırmaya başlıyor ekip. 10 Mart 2014’de şu anda Batman’da bir vaha diye adlandırdığım mekan kiralanıyor. Ardına hummalı bir çalışmaya girişiyor taşın altına her elini atan.

Geri Dönüşüm, Geri Dönüşüm, Geri Dönüşüm

Geri dönüşüm malzemeleri ile inşa ettik burayı diyor Miraz; eski lastikler, artık kullanılmayan şemsiyeler (Ekotopya boydan boya rengarenk şemsiyeleri kendine gökyüzü yapmış bir mekan), paletler ve atık şişelerden her köşe başına şık şamdanlar (Burada maharet Miraz’ın hayat arkadaşı Ayşegül’ün tılsımlı ellerinde).

Yeşil Gazete Batman muhabirleri Serhat ve Roni ile Hsankeyf'i ziyaret etmeyi de ihmal etmedik. Fotoğrafı bizi içeri almamakta direten bekçi Salih amca çekti
Yeşil Gazete Batman muhabirleri Serhat ve Roni ile Hasankeyf’i ziyaret etmeyi de ihmal etmedik. Fotoğrafı bizi içeri almamakta direten bekçi Salih amca çekti

“Geçen gün lavabomuz arızalandı, tamir edemedik, ee biz de atmak da olmaz, ne yapalım derken üzerine toprak, onun üstüne de birkaç çiçek ektik, oldu mu sana lavabonun geri dönüşümünden saksı” diyor Miraz. Bu lavabodan kelli saksıyı da el emeği göz nuru boyalar ile bir sanat objesine döndürmeden edememiş Ayşegül.

Bu hummalı çalışmanın ardından 19 Mayıs 2014’de perdelerini (Ekotopya’ya bir tiyatro oyununa girermiş gibi perdeleri aralayarak giriliyor) açmış Ekotopya. Ve o gün bugün Batman’da ekolojik bir hayat düşleyen herkesin vazgeçilmez uğrağı olmuş. Ekoloji, Ekotopya’nın olmazsa olmazı. Bizde dondurulmuş gıda yoktur diyor Miraz, her yemeği, her içeceği el emeği ile yaparız.

Şimdiki hedeflerinden ilki Ekotopya’ya bir tiyatro sahnesi kazandırmak. O zaman şimdi mekanın çeşitli bölümlerinde gerçekleşen Edebiyat, Felsefe, Senaryo Yazımı atölyeleri ile Film gösterimleri de o salondan devam edebilecek.

Ekotopya’daki sıvı yağlar için bir şirketle anlaşmışlar ve geri dönüşüm için oraya teslim ediliyor atık yağlar. İlk fırsatta yağ dönüştürücü edinip bu geri dönüşümü Ekotopya’nın içinde kendimiz gerçekleştirecek ve kendi dönüştürdüğümüz atık yağlar ile kullanacağız taşıtlarımızı diyor Miraz.

Haftaya da kompost atölyesi var, ona da kalsanıza diyor. ÇEYO‘dan (Çukurova Ekolojik Yaşam Okulu) esinlendiğini belirtip burada da bir “ekoloji okulu” eğitimi başlatmaya niyeti olduğunu belirtiyor.

Batman’da artık pekçok Yeşil Gazete muhabiri var

Hepsini bir habere sığdırmak zor diyorum Miraz’a. Hem artık kendisi de bir Yeşil Gazete Yerel Muhabiri olduğu için içimiz rahat olarak ayrılıyoruz Batman’dan.

Günü Ekotopya'nın terasında Yerel Muhabir Ağı Buluşması ile bitiriyoruz Mersin, Adana, Nevşehir, Gaziantep, Antakya, Van'ın ardından geldik Batman'a Bundan sonraki duraklarımız Mardin, Diyarbakır, Dersim ve bir ihtimal Roboski
Günü Ekotopya’nın terasında Yerel Muhabir Ağı Buluşması ile bitiriyoruz
Mersin, Adana, Nevşehir, Gaziantep, Antakya, Van’ın ardından geldik Batman’a
Bundan sonraki duraklarımız Mardin, Diyarbakır, Dersim ve bir ihtimal Roboski

Yeşil Gazete’nin Sivil Düşün’ün de katkısı ile hayata geçirdiği “Katılımcı Yerel Çevre Muhabiri Ağı Projesi” kapsamında ziyaret ettiğimiz illerden 7.si idi Batman. İki günlük buluşmalarda talihin bir cilvesi olarak 7 arkadaşımız gönüllü yerel muhabir olabileceğini belirtti bize.

Daha fazla bilgi edinmek isterseniz:

TOV Ekotopya facebook grup sayfası için tklynz

Yerel Muhabirler Ağı blog sayfası için tklynz

Yerel Muhabirler Ağı facebook sayfası için tklynz

 

Haber: Alper Tolga Akkuş

(Yeşil Gazete)

Kareem Abdul- Jabbar : Ferguson isyanı “Irk değil sınıf savaşı”‘

kareem abdul jabbarABD’li efsane basketbolcu Kareem Abdul-Jabbar, Ferguson’da 18 yaşındaki siyah bir gencin polis tarafından vurularak öldürülmesinin ardından yaşanan olaylarla ilgili önemli bir yazı kaleme aldı.

NBA efsanesi Ferguson’daki isyan için ‘Irk değil sınıf savaşı’ dedi

Time dergisinde yayımlanan “Yaklaşmakta olan ırk savaşı, ırkla ilgili olmayacak” başlıklı yazısında Cabbar, Ferguson’da yaşananların sadece sistemik ırkçılıkla değil sınıf savaşıyla ilgili olduğunu vurguladı. Yaşanların, ABD’de yoksullara nasıl muamele yapıldığını gösterdiğinin altını çizen Cabbar, Ferguson’daki vahşetinin unutulmaması için sadece ırkçılığa değil sınıf savaşımına işaret edilmesi gerektiğini belirtti.

Sadece ırkçılık olarak bakıldığında, tartışmanın Mike Brown’un ölümünün ayrımcılık olup olmadığı, polisin haklı gerekçelerine dönüşeceğini anlatan Cabbar, sonrasında konunun siyahlar-beyazlar ikiliğinde ele alınacağını söyledi.

Cabbar ayrıca, Ferguson’daki protestoların ülke geneline yayılması ve beyazların da yozlaşmış politikacıların gönderilmesi, sömürücü işlerin boykot edilmesi, ekonomik eşitliği destekleyen yasal düzenlemelerin yapılması ve geleceğimizle kumar oynayanların cezalandırılması için Afro-Amerikanlara katılması gerektiğini ifade etti.

Cabbar, “Eğer neleri değiştirmek istediğimizin listesine sahip değilsek, çocuklarımızın, komşularımızın ve ailelerimizin ölü bedenleri için tekrar ve tekrar biraraya geleceğiz” dedi.

ABD’li ünlü yazar John Steinbeck’in Gazap Üzümleri romanından “Baskı sadece ezilenleri güçlendirme ve birleştirmeye yarar” ifadelerini alıntılayan efsanevi yıldız, Steinbeck’in haklı olduğunu umduğunu yazdı.

 

Turnusol.biz

Heykel’den sonra – Yetvart Danzikyan

Salı sabahı güvenlik güçleri, Lice merkezinden hayli uzakta PKK’lıların defnedildiği bir mezarlığa inşa edilen Mahsum Korkmaz heykelini yıktı ve operasyonu engellemeye çalışan halkın üzerine ateş açarak, bir kişinin ölmesine, bir kişinin de ağır yaralanmasına neden oldu. Yetmezmiş gibi, bazı askerler yere devrilen heykelin başına botlarıyla basarak fotoğraf çektirdiler ve bu fotoğraf internette aynı gün yayıldı. Tüm bu olup bitenlerin bölgede nasıl duygulara yol açacağını tahmin etmek zor değil. Bilhassa Mahsum Korkmaz’ın siyasal Kürt hareketi ve tabanı için taşıdığı önem hesaba katıldığında… Sürecin kritik bir sınavdan geçtiği ortada. İktidarın pek özenli davranmadığı da…

Neden bu dönemde böyle bir heykele ihtiyaç duyuldu, bu meselenin böyle sonuçlanacağı belli değil miydi gibi sorulara yanıt arayan, çok da yanlış sayılmayacak görüşleri, teorileri basından, televizyonlardan vs. duymuş olmalısınız. ‘Heykel’ meselesine de eleştirel yaklaşabiliriz. Türkiye’nin Atatürk heykelleriyle marazi ilişkisi göz önüne alındığında, bu alışkanlığın hiç olmazsa siyasal Kürt hareketi tarafından paylaşılmamasını talep ya da temenni etmek yanlış değil. Olabilir. Silahlı bir heykelin dikilmesi de, evet, tartışılabilir. Ancak, kâğıt üzerinde yanlış olmayan bu görüşlerle varacağımız yer sınırlı. Önümüzde bir mesele var ve belli ki bu mesele ‘heykel’den ibaret değil.
Şuradan başlayabiliriz: Bir müzakere sürecimiz var, değil mi? Aksak da olsa, kapalı kapılar ardında yürüse de, Türkiye devleti – Kürtler hiyerarşisini bozmadan ilerlese de, ‘merkez’ hâlâ bir şeyler bahşeder konumundan vazgeçemese de, var. İlk günden beri yazıp duruyorum; şu önemli: Müzakere çift taraflı bir süreçtir. Masada iki taraf olmasını gerektirir. Ve bu, iki taraftan birinin ellerinin bağlı olmamasını gerektirir. Bunu sadece Öcalan olarak anlamayın. İçinde yaşadığımız hava, siyasal Kürt hareketinin de iktidarın uygun gördüğü bir çerçeve içinde hareket etmeye zorlandığını gösteriyor. Ve en önemlisi şu: Müzakere ettiğiniz tarafa eşitiniz gibi (yazınca fark ettim, ‘gibi’ bile sırıtıyor burada; ‘eşitiniz olarak’ diyelim) davranmalısınız. Üstelik, sadece müzakere koşulları açısından değil, her anlamda.

Yani, şuraya geliyoruz: Bu müzakere niçin başladı? Savaş olduğu için. Peki, savaş niçin başladı? Kürtler bu ülkede ikinci sınıf insan yerine kondukları, dilleri yasaklandığı için. Türkiye’nin egemenlerinin Kürtleri Türklerle eş görmedikleri ve bu düşüncenin Türkiye’de kamusal hayatı kontrol eden zümre(ler) tarafından da paylaşıldığı, yeniden üretildiği için. Basitçe tarif edecek olursak, 80 yıllık bir macerada yoksul ve ezilen taraf Kürdistan ve Kürtler olurken, daha iyi eğitimli, görece müreffeh ve egemen taraf ‘Batı’ olduğu için. Rejim elbette insanlara bireysel ‘yırtma’ imkânları tanıyor ama sonuçta idari işleyişinde ‘Şark hizmeti’ olan bir ülkeden bahsediyoruz.
Dolayısıyla, eğer bir müzakere içindeysek, içindeyseniz, her şeyden önce bakış açınızı değiştirmelisiniz. Sizin değerleriniz, anılarınız varsa, onların da var. “Biz istediğimiz kadar heykel dikebiliriz, caddelere, sokaklara, okullara, komutanlarımızın, fatihlerimizin isimlerini verebiliriz, ama bunu sadece biz yapabiliriz” diyorsanız, müzakere ettiğiniz tarafı hâlâ ikinci sınıf görüyorsunuz demektir. Eğer o heykeli indirmek için geniş çaplı bir askerî operasyon düzenliyorsanız, hâlâ eski devletin alışkanlıklarıyla hareket ediyorsunuz demektir. O heykeli yıkmak için sivil insanları öldürüyorsanız, başlarından kurşunluyorsanız, eskiye dönmek sizin için pek kolay demektir. Her şeyden önemlisi, askerleriniz 90’lardaki gaddarlıkları anımsatacak biçimde o heykelin başına postallarıyla basarak fotoğraf çektiriyorsa, bir halkın gururunu ayaklar altına almaya meyillisiniz demektir.

Müzakere bir kez daha zor bir sınavdan geçiyor. Burada, aklı başında her insan gibi, bu darboğazın aşılmasını, çatışmasızlık halinin devamını ve sürecin ilerlemesini temenni edeceğiz. Başka çıkar yolumuz yok. Zaten mevcut gidişat da (Beşir Atalay’ın açıklamaları, yeniden hızlanan trafik, H. Fidan’ın İmralı’ya gidişi) bunu gösteriyor. Ama şurası önemli: Böyle süreçler bir yandan ezen-ezilen dengesinin, hiyerarşisinin de değişmesinin gerektiği süreçlerdir. Ancak bu süreç maalesef böyle ilerlemiyor. Mesela geçen pazar günü Cumhuriyet gazetesinde Emine Kaplan imzasıyla şöyle bir haber yayımlandı: “AKP hükümeti, HDP ile çözüm sürecinin yol haritası konusunda görüşmelerini sürdürürken; Başbakan Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı seçiminde bölgede AKP’nin oyunun düşmesi ve HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın oyunun artmasını PKK’nin silah zoruyla insanların iradesine ipotek koymasına bağladı. Erdoğan, ‘İnsanların iradesine silah tehdidiyle el koyanlar karşısında bizler de tavrımızı en güzel şekliyle ortaya koyup, İçişleri ve TSK tüm imkânlarıyla buralarda neyse, hangi dilden anlıyorlarsa o dilden konuşmaya mecburuz. Çözüm sürecini onlar istifade etsin diye hazırlamadık’ dedi.”

Erdoğan’ın seçim sonrasında milletvekilleriyle yaptığı basına kapalı bir toplantıdan sızan bir haber bu. Bildiğim kadarıyla yalanlanmadı. Yani bu sözleri ciddiye alabiliriz. “Hangi dilden anlıyorlarsa”, “Onlar istifade etsin diye yapılmadı” gibi laflar, sürecin nasıl bir zihniyetle yürüdüğünü de gösteriyor. Halbuki şu çok açık: Süreç tam da ‘onlar’ istifade etsin, Türkiye’nin kamusal ve siyasal hayatına katılsınlar, kendilerini daha çok ‘bu ülkeli’ hissetsinler diye yapılmadı mı? Yani, öyle olması gerekmez mi? Diyeceğim şu: Eğer Erdoğan HDP’nin ilerleyişine gerçekten de bu gözle bakıyorsa, önümüzde büyük bir mesele var demektir. Ve Demirtaş’ın aldığı o %9,8, egemenleri korkutmuş demektir. Dolayısıyla, bir kez daha söyleyebiliriz: Mesele heykel değil galiba.

Yetvart Danzikyan – AGOS

Ateşkese son, 3 Hamas lideri öldürüldü

page_israil-gazzeyi-4-ay-sonra-yine-vurdu_485855075Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları, İsrail’in düzenlediği saldırıda 3 liderinin hayatını kaybettiğini duyurdu.

Kassam Tugayları’ndan yapılan açıklamada, “Kassam Tugayları, Filistin halkı ve İslam ümmeti için liderlerinin kanını akıtmıştır” denildi.
Açıklamada, hayatını kaybeden liderlerin isimleri Raid el-Attar, Muhammed Ebu Şemmale ve Muhammed Berhum olarak açıklandı.

Hamas’a yakın kaynaklar, Kassam Tugayları liderleri, Gazze’nin güneyindeki Refah kentinin Tel es-Sultan bölgesinde bir eve düzenlenen saldırıda yaşamını yitirdiğini bildirdi.

Saldırıda 4 Filistinlinin daha hayatını kaybettiğini, 45 kişinin de yaralandığını aktaran kaynaklar, söz konusu evin, 9 füzeyle hedef alındığını ve tamamıyla yıkıldığını kaydetti.

Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları, “Kahire’deki müzakerelerin Filistin halkının beklentilerini karşılamayacağından emindik” diyerek Filistin heyetine Mısır’daki müzakerelerden çekilmesi çağrısında bulundu.

İsrail Başbakanı Netanyahu, İsrail ve Filistinli gruplar arasında Gazze’de kalıcı ateşkesin sağlanması yönünde yürütülen müzakerelerin askıya alınmasının ardından İsrail’in Gazze’ye yeniden başlattığı saldırılara değinerek, “Gazze’deki terör örgütlerinin liderleri ve komutanları bizim hedefimizdedir ve hiçbirinin dokunulmazlığı yoktur” dedi.

Netanyahu, Kahire’deki müzakerelere geri dönüşle ilgili bir soruya ise “Kim bizim bir bedel ödeyerek ateşkes sağlanması için çabaladığımızı söylüyor? Biz, ister ateşle isterse siyasetle olsun halkımızın güvenliğini sağlayacak bir zemin üzerinde çalışıyoruz. Mısır’ın gösterdiği büyük çabayı takdir ediyoruz. Biz Mısır’ın girişimini kabul ettik. İsrail Parlamentosu Knesset’teki tüm bakanlar da bunu kabul etti. Kim savaşı durdurmak istiyorsa Hamas’ın yaptıklarını durdurmalıdır. Arap dünyası Hamas’a karşı, kim onlarla beraber Katar, Türkiye ve İran” yanıtını verdi.

İsrail ordusunun Gazze’ye düzenlediği saldırılarda şu ana kadar 2 bin 49 kişi hayatını kaybetti, 10 binden fazla Filistinli yaralandı.

İsrail, yıllardır abluka altında tuttuğu Gazze’ye, 7 Temmuz’da havadan ve denizden, 17 Temmuz’da ise karadan saldırıya geçmişti. Bir ayı aşkın süren saldırılardan sonra Mısır’da yürütülen müzakerelerin ardından kalıcı ateşkes sağlanamamış, Gazze’den roket atıldığı iddiasıyla İsrail ordusu, Gazze’ye yeniden saldırmaya başlamıştı.

WSJ.com.tr