Ana Sayfa Blog Sayfa 3858

Kaybetmek… – Sezin Öney

Bazen insanın elinden bazı şeyler kayıp gider…

Kum tanelerinin avuçtan dökülmesi gibi…

Camın elden düşüvermesi gibi…

Hayatın parmaklar arasında akıp gitmesi gibi…

Kayıp giden kum tanelerini bir daha eksiksiz avucun içine toparlayamazsınız…

Yere vurup dağılan cam kırıkları bir daha asla eskisi gibi birleşmez…

Hayatın akıp giden anları bir daha asla geri gelmez…

Kaybetmek…

Olmuş olan..

Olan…

Ve gelecek olan…

Kaybetmek hepsini değiştiren kırılma ânıdır.

Savaşın da sadece kaybedenleri olur.

Türkiye sınırından çıplak gözle bir savaşı seyrediyoruz.

Dumanlar, patlamalar ve IŞİD; yakın zamana kadar Türkiye’nin büyük çoğunluğu için adı duyulmadık bilinmeyen diyarlar olan Kobanê ve Suruç’u, herkese acı biçimde öğretti.

Bazı şeyler için geç kalınca, ipin ucu kaçmış olur; bir daha da yakalanamaz…

Suruç’tan savaşını izlediğimiz Kobanê’yi daha önce tanıyacaktık. Orada ne olup bittiğini, nasıl bir yer olduğunu daha önce öğrenip bilecektik…

Şimdi Rojava, Kürtler için nasıl bir anlam ifade eder oldu Suriye’deki savaşın etkileri sonucu; bunu Türkiye kamuoyu anlamaya başlasa ne yazar, ne anlamı var?

Güven kaybedildi, kalpler kaybedildi; başka bir noktadayız artık.

Kobanê Savaşı…

Bu savaşın çıkmasına ve bu noktaya gelmesine resmen seyirci kaldıktan sonra Türkiye, Meclis’ten serseri mayın gibi, herkesi ve her şeyi hedef alabilecek bir tezkere geçiyor…

Bu tezkere de, bir kırılma noktası…

Bugünlerde, aklıma 2010’da ABD’nin Irak Savaşı ile ilgili yazdıklarım geldi…

“Kırılmış çeneme bir yumruk yiyince, duyduğum acı beni neredeyse kör etti… Dişlerim arasından kanlar akıyordu; ikimiz de çığlık çığlığa bağırıyorduk. Ölümcül bir rekabete kilitlenmiş iki hayvan gibiydik.”

ABD Ordusu’ndan Kıdemli Başçavuş David Bellavia, Irak’ın Felluce kentinde 2004’te savaşırken yaşadıklarını, 2007’de yayımlanan House to House (Evden Eve) kitabında böyle anlatıyor. Bellavia’nın, bir El Kaide militanıyla bir zamanlar birilerinin evi olan metruk yapı içinde, yumruk yumruğa, diş dişe mücadelelerini anlatan satırlarda, savaşın, “kahramanlık güzellemelerinde” anlatılmayan gerçek yüzüne tanık olunuyor.

Generallerden erlere, her seviyeden asker, Askerî Adaletin Düzen Yönetmeliği’nin getirdiği kısıtlamalara ve bu yönetmelik uyarınca yargılanma tehdidi altında olmalarına rağmen, savaşa dair bireysel düşüncelerini, başlarından geçenleri anlattı.

Bu kitapların çoğu da, “vatanseverlik destanları” sayılmazdı. Örneğin, Irak Ulusal Muhafızları’nın bir birliğine komuta eden Paul Rieckhoff, Chasing Ghosts (Hayaletleri Kovalamak) kitabında, “Görev başındayken bazen kendimi Nazi Almanyası’daki paramiliter sokak güçleri gibi hissediyordum” diyordu. Rieckhoff, kitabında ayrıntılı olarak anlattığı, 2003’te birliğiyle gerçekleştirdiği ev baskınları için “Bu baskınlar korkunçtu. Eğer bu işten hoşlanan biri varsa, bilin ki, hasta ruhludur” yorumunu yapıyordu.

Musul’da Arapça bildiği için sorgulama odalarına giren Kayla Williams ise, Love my Rifle More than You: Young and Female in the US Army (Silahımı Senden Fazla Seviyorum: ABD Ordusu’nda Genç ve Kadın Olmak) kitabında, tanık olduğu ölümcül işkenceleri ayrıntılı olarak yazdı.

ABD’de, Irak Savaşı’na ilişkin, savaşın vahşi yüzünü aktaran haberlerin basında yer alması, hatta Amerikan askerlerini yaralı veya ölüm döşeğinde gösteren resimlerin basılması bile, büyük tepki çekiyordu. New York Times’ın, 2007’de, Damien Cave’in “Asker Vuruldu: Bir Kurşun Herşeyi Değiştirdiğinde” adlı, dakika dakika Bağdat’ın merkezinde yaşanan bir çatışmayı anlattığı haberinde, bu çatışmada vurulan Kıdemli Başçavuş Hector Leija’yı can çekişirken gösteren bir fotoğrafını kullanması, ABD Ordusu’nun büyük tepkisine yol açmıştı.

Kazanma hırsı gibi kaybettiren bir şey yoktur şu hayatta; onur, gurur, ahlak ve insanlığı kaybedenin de, zaten bir şeyi kalmamış demektir.

Türkiye’nin “tampon bölge” idefiksi ile Suriye’ye yönelik gerçekleştireceği bir kara harekâtı, artık sıklıkla dillendiriliyor Ankara’da…

Kara harekâtının bahanesi, Süleyman Şah Türbesi’ndeki Türk askerleri, Kobanê veya IŞİD’e karşı “mücadele” olabilir. Ancak gerçek sebep, Türkiye’deki liderliğin, “kumarbaz psikolojisi”. Suriye’de kaybettikçe daha çok yatıran ve gözünü “kazanma hırsı bürümüş” bir ruh hâli hâkim Ankara’ya…

Ve bazen de, elden bazı şeyler kayıp gider ve bir daha gelmez…

Türkiye de, “kendini” kaybediyor.

Sezin Öney – Taraf

Bir zorunluluk olarak 3. köprü yahut Cengiz ve Limak’a açık mektup – Can Atalay

“Bunlar 1. Köprüye bile karşı çıkmıştı”

Önümüzdeki dönemde devlet ricalinden ve bir kısım “mülhid” sermaye kalem erbabından çokça duyuyoruz bu sözü …

Öteden beri duyduğum bu sözü hem fikren hem de hukuken belli bir ciddiyetin beklenir olduğu bir mekanda duyunca çok şaşırmıştım.

Yaşım nedeni ile boğaza yapılacak ilk köprüye karşı çıkanlar arasında olmam beklenemezdi; ihtimal peder beyin ilgili portakalı yemesine bile daha çok vardı fakat o hırsla sallanan parmak bizim “taraf”ı işaret ediyordu  …

Benim şaşırdığım ise, hakkında konuştuğu mesele ile ilgili en azından asgari bilgi sahibi olması beklenen bu çok yetkili kişinin ilk köprüye karşı mücadele sırasında ileri sürülen tüm itirazların, tüm olumsuz kehanetlerin bir bir İstanbul’un ve İstanbul’da yaşayan yurttaşların başına bela olduğunu bilmemesi idi …

Doğrudur, ilk köprüye dahi itiraz etmiş olan taraftayız.

Ancak, söyleyip ruhumuzu kurtarmak bize yetmeyecekse ilk elden şu üç sorunun yanıtını vermeliyiz:

Üçüncü köprü Türkiye kapitalizmi için neden iktisadi bir zorunluluktur?

Yurttaşların üçüncü köprüyü bir zorunluluk olarak görmesi için neler yapılmaktadır?

“Zorunluluk” tanımlarına karşı esastan bir itiraz yöneltmek zorunlu mudur?

İktisadi Bir Zorunluluk Olarak 3. Köprü !

Ana akım medyada dahi  Türkiye’de inşaat sektörünün ne kadar merkezi bir önemi olduğunu okuyup dururuz …

Düzenli gazete okuyan birisinin dahi “inşaat sektörü” ile kastedilenin demir, beton, çelik vesaire sarfiyatı ya da ticareti olmadığını fark eder.

Türkiye’de kentsel kaynakların dağıtımı, bölüşümü ve yeniden bölüşümü merkezi bir önemdedir. Ötesi AKP’nin siyasi patronajının sürdürülmesi esas olarak kentsel ve doğal müştereklerin yağmalanmasına bağlıdır.

Türkiye kapitalizmi kentsel “rant” yaratarak ve doğrudan devlet eli ile bu rantı speküle ederek krizleri öteleyebilmekte, kriz yönetmede görece başarılı olabilmektedir.

AKP’nin bu bahisle ilgili deneyimi ve becerisi ise yukarıda işaret eden “iktisadi yasallık”lara sermaye aktarımı konusundaki özel hassasiyeti eklemektedir.

Diyeceğim, 3. köprünün kendi çevresinde (tıpkı kendinden önceki iki köprüde de olduğu gibi) yaratacağı etki bu açıdan bir iktisadi bir zorunluluk olarak görülmektedir

Onların iktisadı ile bizim iktisadımız arasındaki fark, karşıtlık açıkça konuşulmadan sözümüz eksik kalacaktır.

Gündelik Bir Zorunluluk Olarak 3. Köprü !

Bir bardak yağmur yağsa, bir kamyonun tekeri patlasa, okulların açıldığı gün olsa, okulların kapandığı gün olsa, bir metrobüs arızalansa, bir devlet büyüğünün canı biraz gezmek istese, arife olsa, maç olsa, bayram olsa ….

İstanbul’un trafiği hep tıkanır. Giderek artan uzun saatler süresince otobüsler, arabalar içinde bekler dururuz.

Esenyurtta eviniz ve işyeriniz Seyrantepe’de ..

Ataşehir’de oturuyorsunuz ve Maslak’ta çalışıyorsunuz …

Kartal’da kira ödemeden ailenizle yaşıyorsunuz ve ancak İkitelli’de bir iş bulabildiniz, işyerinin servisi var onunla gidip geliyorsunuz …

Düşünün, hayatınız yollarda geçiyor ve birileri üçüncü köprüye karşı çıkıyor. Oysa, var olanların daha da kuzeyinden bir oto yol geçse sizin için tüm dertler bitmese de (en azından bir süre için) azalacak …

Evet, 3. köprünün bir “zorunluluk” olmadığına aksine üçüncü köprünün var olan sorunları misli ile arttıracağına bu insanlar nasıl ikna edilebilir?

Tersinden soracak olursak; kamu idaresinin tıpkı daha önce D-100 (gündelik kullanımda E-5) otoyolunda yaptığı TEM otoyolunu da kent içi bir yol haline getirdiğini; yani TEM üzerindeki trafiğin bile isteye daha da içinden çıkılmaz bir hale bizzat kamu idaresi tarafından getirildiğini göstermek işe yarar mı?

TEM güzergahındaki kamuya ait pek çok arazinin –stadından lüks konutlarına kadar- yapılarla doldurulmasını daha fazla gündeme sokmaksınız, bu özelleştirme uygulamasının trafikte yaratacağı ek sorunları teşhir etmeksizin salt kuru laf ile 3. Köprü’ye karşı mücadele edersek  bir başarı şansımız olabilir mi?

Kentimizde Ekolojik Sınırlar, Nedir Zorunlu Olan?

Tüm kentsel başlıkların artık daha fazla ekolojik bahisler olduğunu, kentimizin doğal sınırlarında ateşle oynandığının altını çizmeden, bu konuda radikal bir itirazı ifade etmeden sözümüz eksiktir …

Su havzalarında yedi tane ilçe belediyesi kurulmuş olan bir kentten söz ediyoruz, daha ne denebilir …

3. Köprü, kentin önemli ekolojik rezerv alanlarında –tanım yerindedir- bir yıkıma neden olacaktır.

Soyut, uzakta var olan ormanların tahrip olmasından su kaynaklarının elden gitmesinden söz etmiyoruz. On beş milyon sınırına dayanan bir kentin yanı başındaki  ekolojik körlük kabul edilemez.

Yazının başında “taraf”ımızı işaret etmiştim.

Bizim, takipçisi olduklarımızın söylediklerini yinelemekle bir sonuca varamayacağımız ise açıktır.

Cengiz ve Limak’a Dostça (!) Uyarı

Peki ya 3. Havalimanı?

3. Köprü ile ilgili her söylediğimizi misli ile tahayyül edin.

Ekolojik sınırların ateşle imtihanı konusunda, kentin yaşanılamaz bir hale gelmesi bahsinde, Atatürk Havalimanı sonrası yükseklik sınırın kalkacağı açık olan Tarihi Yarımada Küçükçekmece aksında neler olabileceğini şu an tahmin dahi edemeyeceğimiz sanırım açık.

Ancak 3. Havalimanı inşaatını üstlenen Cengiz-Limak ortaklığının  hafriyat oyalanmaları dışında 11 Ağustos.2014 tarihine kadar oyalandığını bilmek önemli …

Erdoğan “iktisadı” için merkezi unsurlar dahi 10 Ağustos 2014 tarihli Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçlarını görene kadar alt yüklenicilerle masaya oturmamışlar.

Doğrudur, Erdoğan’ın yakını sermayedarlar dahi Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonuçlarından emin olamamışlar ve 3. Havalimanı inşaati ile ilgili olarak adım atmayı seçim sonrasına ertelemişler.

Uyarımız, bu kadar tedbirli olan para babalarınadır:  Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmiş olmasının yahut en yüksek perdeden sağa sola babalanıyor olmasının sizin için hazırlanan dikensiz gül bahçesinin “istikrarı” için yeterli olamayacak gibi görünüyor.

Diyeceğimiz, madem insan yaşamını yahut doğal varlıklarımıza önem vermiyorsunuz o çok sevdiğiniz paracıklarınızı ateşle imtihan etmeyiniz.

11 Ağustos 2014 tarihine kadar tedbirli davranmanızı, alt yüklenicilerle sözleşme yapmamanızı sağlayan koşullar azalmıyor artıyor.

Yarın bir gün neyi nerenize koymanız gerektiği konusunda bir telaşa kapılmayınız diyedir uyarımız….

3. Köprü ve 3. Havalimanı durdurulabilir, hala …

Can Atalay – ilerihaber.org

Kaliforniya’da plastik torba yasaklanıyor

ABD’nin Kaliforniya eyaletinde tek kullanımlık naylon torbalar eyalet çapında yasaklanıyor.

Eyalet meclisinden geçen ve Vali Jerry Brown’un imzasıyla onaylanan yasanın yürürlüğe giriş tarihi önümüzdeki Temmuz ayı olarak belirlendi.

Plastic-bag-man

Plastik torba üreticileri ise isyanda; Temmuz 2015’de yürürlüğe girecek yasanın iptali için referandum yapılması talep ediliyor.

Yasağı eleştiren çevreler plastik sektöründe binlerce kişinin işinden olacağını söylüyor.

Vali Jerry Brown ise yasağa verdiği onayı savundu ve ”Doğru yönde bir adım atıyoruz. Bu yasa plajlarımızı, parklarımızı ve hatta okyanusun enginliklerini kaplayan naylon kirliliğini azaltacak.” dedi.

Wal-Mart ve Target gibi büyük süpermarketler için Temmuz 2015 tarihi belirlenirken, daha küçük boyutlu dükkanlara yasağı hayata geçirmeleri için ilave bir yıl daha tanındı.

Plastik imalatçılarının ticaret odası Amerikan İlerici Torba İttifakı’nın başkanı Lee Califf, sektörde işten çıkarmalara yol açmasının yanısıra, naylon yasağının maliyetinin tüketiciye de pahalıya yansıyacağını söyledi.

Geçirilen yasa, marketlerin geri dönüşümlü kese kağıdından torbaları müşterilere 10 sent karşılığında satmasını öngörüyor.
Yasağı savunan çevreci örgütler, tüketicilerin alışverişte devamlı kullanacakları bir çanta ya da fileyi benimseyip ilave bir ücret ödemekten kurtulacağını söylüyor.

ABD’de naylon torbanın yasaklandığı ve aralarında Chicago ve Seattle’ın da bulunduğu 100’ü aşkın ülke var.

Ama Kaliforniya, bunu eyalet çapında gerçekleştirmesi açısından bir ilke imza attı.

(BBC Türkçe/ Yeşil Gazete)

Parti ve STK’lardan tezkereye tepki devam ediyor

Dün meclisten oy çoğunluğuyla geçen tezkereye partiler ve sivil toplum nezdinde tepkiler devam ediyor.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu yaptığı yazılı açıklamada, bölgede bugün yaşananların 2003’teki işgsalin sonucu olduğunu savunurken, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi de tezkereyle birlikte tampon bölge, uçuşa kapalı bölge, güvenlik şeridi, güvenlik cep’i politikalarının svaaşı kışkırtmak anlamına geleceğini ifade etti.

Savasahayir2002-2003-1aralik2002-caglayanmitingi-alioz (2)

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, (Küresel BAK) konuyla ilgili yaptığı yazılı açıklamada çözüm sürecinin geldiğini noktaya da değindi;

“Tezkere, bir buçuk yıldır devam eden çözüm süreci için de olumsuz bir adımdır. Çözüm süreci, Kürt halkının en doğal haklarının tanınması sürecidir. Kürt siyasetinin temsilcilerinin terörist olmakla suçlanması, IŞİD’le bir tutulması kabul edilemez.
IŞİD’in şiddet dolu yöntemleri, çağdışı hukuku dışarıdan askeri müdahalelerle, bombalarla engellenemez. IŞİD, ancak Ortadoğu halklarının, demokratik çoğulculuğu esas alan yaygın mücadelesiyle durdurulabilir.”

Bölgeye yönelik insani yardımların artırması gerektiğini belirten Küresel BAK, “iki halk arasına sınırlar dikmenin değil köprüler kurmak gerektiğini” ifade ediyor.

Yeşiller ve Sol Gelecek’ten çağrı

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi ise, yaptığı yazılı açıklamada; “Davutoğlu Hükümeti bir yandan diktatör Esad’ı tasfiye edip Suriye’ye Türkiye’nin çıkar hesapları doğrultusunda nizam vermek, diğer yandan da Rojava’da etnik, dini ve kültürel farkı olan halkların barış, demokrasi ve eşitlik içinde yaşadığı kantonal sistemi çökertip PYD önderliğindeki Kürtleri etkisiz hale getirmek istiyor” dedi.

Tezkerenin IŞİD, PYD ve PKK’yi aynı nitelikte örgütler olarak gösterdiğini hatırlatan YSGP, bu açıdan Kürtlerin özellikle IŞİD’e karşı verdiği mücadeleyi, halkların dostu niteliklerini, bölgede oynadıkları demokratik ve seküler rolü gözlerden gizlemeye çalıştığını ifade etti.
“Bu tezkere:
• Halkların kendi geleceklerine sahip çıktığı, sorunların barışçı yollardan çözüldüğü, demokrasi ve eşitliğin hüküm sürdüğü bir geleceğe hizmet etmeyecektir;
• Bölgenin dost ve kardeş halkları arasında kan dökülmesine bir çağrıdır;
• Ülke topraklarını yabancı güçlerin karanlık emellerine çiğnetmektir;
• İktidara ülkenin geleceğiyle istediği gibi oynama yetkisi vermektir.”

(Yeşil Gazete)

Greenpace de petrole bulandı

Norveçli petrol devi Statoil’in Yeni Zelanda kıyısında 15 yıl boyunca petrol çıkarma izni almasını Greenpeace aktivistleri ilginç bir şekilde protesto etti. 26 aktivist, Yeni Zelanda’nın Auckland şehrinde düzenlene, Statoil sponsorluğundaki bir temek davetine kendilerini ‘sözde’ petrole bulayarak katıldı.

1

Yeni Zelanda’da bulunan Ahipara sahili boyunca deniz petrolü çıkarmak için izin alan Statoil’in, okyanustan bin – iki bin metre derinliğinden petrol çıkaracağı düşünülüyor.

3

Green peace üyeleri,  15 yıllığına yapılan bu petrol sözleşmesini protesto etmek için Auckland Müzesi’nde gerçekleşen Statoil petrol zirvesi yemeğinin girişinde, petrole bulanmış bir şekilde dizildi.

4

5

(Yeşil Gazete)

Beyaz Yakalılar mesai dışı çalışma düzenine karşı, “Bağlantıyı Kes”iyor

Beyaz yakalılar mesai saatinden sonra işle bağlantıyı kesme çağrısıyla yola çıkıyor. Mesai sonrası işle bağlantıyı sürdürerek çalışmaya devam ettiğini söyleyen beyaz yakalılar, iletişim teknolojilerinin angarya ve karşılıksız çalışmayı, esnek ve belirsiz çalışma saatlerini de beraberinde getirdiğini belirtiyorlar.

İleri Haber internet gazetesinin haberine göre Bağlantıyı Kes Hareketi’nden Kader Sucuk “Gece-gündüz demeden, dost sohbetinde, aile toplantısında, kâr ve sömürü mekanizmalarının dışında kendimize ve sevdiklerimize ayırmamız gereken zamanda e-posta, mesaj ve çağrılarla çalışmaya zorlanıyoruz. Görünür bir zorunluluk olmasa bile bağlantıyı sürdürmek işin gereği ya da bir sorumluluk halini alıyor.” diyerek sözlerine “Bu angarya ve karşılıksız çalışmayı sonlandırmak için beyaz yakalıların mesai saatleri dışında işle bağlantıyı kesme hakkını savunması gerektiğini” ekledi.

20 bağlantıyı kes...

Bağlantıyı Kes Hareketi’nin yola çıkış çağrısı şu şekilde:

“Biz beyaz yakalılar haftanın önemli bir bölümünde işten geç çıkmakla kalmıyor mesai sonrası işle bağlantıyı sürdürerek çalışmaya devam ediyoruz. Esnek ve belirsiz çalışma saatleri yüzünden angarya ve karşılıksız çalışıyoruz.

Dost sohbetinde, aile toplantısında hatta konserde, sinemada bile kendimizi çalışırken buluyoruz. Akıllı telefonla, tablet bilgisayarla, diz üstü bilgisayarla dolaşıyor; sürekli kablosuz internet arıyoruz.

Binlerce beyaz yakalı olarak bankacılık, iletişim teknolojileri, ticaret, ilaç, mühendislik gibi birçok farklı sektörde işle bağlantıyı sürdürerek iş saatleri dışında karşılıksız çalışmaya devam ediyoruz. Karşılıksız fazla çalışma ile görünmez bir sömürü mekanizmasının içerisinde büyük bir değer yaratıyoruz. Karşılığında ne ek mesai ücreti ne de tatil hakkımızı alabiliyoruz.

Artık bu görünmez angarya düzeninden kurtulmak istiyoruz. Biz beyaz yakalılar “Bağlantıyı Kesme Hakkı”mızı istiyoruz. İş saatleri dışında akıllı telefonla ya da bilgisayarla bağlanarak fazla mesai yapmak istemiyoruz.

Beyaz yakalı bağlantıyı kesme hakkını kullan!

Diz üstü bilgisayarı iş yerinde bırak!

İşle ilgili e-posta ve çağrıları cevaplama!

İşle bağlantıyı kes!”

 

(İleri Haber)

Trans Danışma Merkezi’nin kitabı “Yeniden Doğdum” çıktı

Trans Danışma Merkezi Derneği (T-Der) geçiş sürecindeki 30 trans kadın ve erkekle yaptığı görüşmelerle hazırlanan “Yeniden Doğdum/I Was Reborn” adlı kitabı yayınlandı. Kitap T-Der’in yayınladığıo ilk kitap olma özelliğini de taşıyor.

19 yeniden doğdum...

Planet Romeo Foundation’un desteğiyle çıkan ve İzmir, İstanbul ve Ankara’da geçiş sürecinde olan 30 trans kadın ve trans erkekle derinlemesine görüşmeler yaparak hazırladığı “Yeniden Doğdum/I Was Reborn” kitabını ücretsiz olarak Trans Danışma Merkezi Derneği’nden edinmek mümkün. Kitabı  Fevzi Çakmak 1 Sokak 19-13 Kızılay Ankara adresindeki dernek binasından almak da kitabın pdf formatını [email protected] mail adresinden talep etmek mümkün.

Sosyolog Derya Ferhat’ın derlemesi ile hazırlanan çalışma kapsamında, üç büyük kent ağırlıklı olmak üzere 30 trans bireyle derinlemesine mülakat yapıldı. Uygulanan soru kâğıdı beş bölümdü. İlk bölüm kişisel bilgilere ve tanımlamalara ayrılırken, ikinci bölümde görüşmecinin geçmişinden gelen, cinsiyeti ve cinsel yönelimi ile ilgili yaşadığı deneyimler soruldu. Üçüncü bölümde ise cinsiyet geçiş sürecinin sağlık ayağına dair sorular yöneltildi. Dördüncü bölüm hukuki bazı soruları içerirken son bölümde ise araştırmanın geneline dair yorumlar istendi.

Kitapta veri toplama raporunun Türkçe ve İngilizcesinin yanı sıra geçiş süreci ile ilgili hukuki ve medikal adımların detaylarını, T-Der ile ilgili bilgileri ve LGBTİ kavramlar bölümleri de bulunuyor.

(Kaos GL)

Pınar Selek hakkındaki yakalama kararı kaldırıldı

Yeniden görülmeye başlanan Pınar Selek davasında mahkeme, Yargıtay’ın ağırlaştırılmış müebbet cezasının bozulması kararına uydu ve Selek hakkındaki yakalama kararını kaldırdı.

Pınar Selek’in yargılandığı Mısır Çarşısı patlaması davası bugün İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülmeye başlandı. İstanbul 15 Ağır Ceza Mahkemesi Yargıtay’ın Pınar Selek hakkında verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının bozulma kararına uyulmasına karar verdi. Mahkeme ayrıca Selek hakkında verilen yakalama kararını da bozdu.

18 Pınar Selek davası

Bir sonraki duruşma 5 Aralık 2014’te Çağlayan Adliyesi’nde görülecek. Mısır Çarşısı patlamasıyla ilgili davada 16 yıldır yargılanan ve üç kez beraat eden Pınar Selek, 24 Ocak 2013 tarihli duruşmada ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmış, temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi, mahkemenin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının usulen bozulmasına karar vermişti.

Fransa’dan gelen avukatlar, aktivistler ve Hala Tanığız Platformu duruşma öncesinde yapılan basın açıklamasında “Nihai beraate kadar bu dava bitmez” dedi.

Platform adına gazeteci Banu Güven’in okuduğu açıklamada 16 yıllık dava süreci hatırlatılırken şu ifadelere yer verildi:

“Mahkeme yeni ama bu dava çok eski. O kadar ki biz ona ‘Yeni Türkiye’nin Eski Lekesi’ adını veriyoruz. Mücadelemiz bir insan için değil, sistemin dışladığı ve bedel ödettiği herkesin hakkı için kendini ortaya atan Pınar Selek’in şahsında hedef gösterilen bütün hayat değerlerimiz için.

“Çok iyi biliyoruz ki 16 yıl sonra gelen adalet, adalet değil; olsa olsa hayat hakkı ihlalinin fena halde gecikmiş telafisidir. Çok iyi biliyoruz ki bu utanç verici eski lekesinden arınmamış bir Türkiye hiçbir açıdan yeni değildir.”

(Bianet)

İlginç zamanlar – Ömer Madra

Çinlilerin geleneksel bedduası olduğu söylenen bir söz var: “İlginç zamanlarda yaşayasın!” diye ileniyorlarmış size kızdıklarında. Aslında, uydurma bu. Çin kaynaklarında doğrulanmış değil. Baktığınızda, Çince’de buna en yakın ifade şu oluyor: “Níng wéi tàipíng quan, mò zuòluàn lí rén.” “Barış zamanında köpek olarak yaşamak, savaş zamanında insan olarak yaşamaktan iyidir” anlamına geliyormuş, kabaca çevrildiğinde.[1]

Ne var ki, hangi anlamı tercih ederseniz edin, beddua fena halde tutmuş gibi görünüyor: İlginç zamanlarda yaşıyoruz gerçekten – ve evet, köpek gibi!

21 Eylül 2014, New York
21 Eylül 2014, New York

Efsanevî radyocu Amy Goodman, son yazılarından birine İngilizce bir kelime oyunuyla “Global Warming and Global Warring” başlığını koymuştu.[2] Anlamı hafifçe eğip bükme pahasına Türkçe’ye “Küresel Isınma ve Küresel Isırma” diye aktarabiliriz belki. (İkinciyi, Shakespeare’in ‘Jül Sezar’ından ve Plutarkos’un ‘Hayatlar’ından apartıp kuduz “savaş köpekleri” şeklinde yorumlayarak.) Goodman, tarihteki en büyük iklim yürüyüşüne 400 bin insanın katıldığı o müthiş protestodan hemen birkaç saat sonra ABD’nin Suriye’yi bombalayarak bir savaş daha başlattığını yazıyordu:

“Başkan Obama bir kez daha savaşın başını çekerken, aynı anda, hızla bozulan iklim konusunda âciz. Dünya, yapışık ikizler gibi iki krizle birden kuşatılmış durumda: Küresel ısınma ve küresel ısırma [savaş].”[3]

Makasın Bir Ağzı: Sonsuz Isınma 

“Hedefi 12’den vuran” bu tespitin izini sürelim şimdi o zaman. Burnumuzun ucunda şaklayan makasın ustura gibi bilenmiş ağızlarından birinde şunlar var:

  • ABD Uzay ve Havacılık kurumu NASA, kayıtların tutulmaya başladığı 1880 yılından bu yana dünyada en sıcak Ağustos ayının yaşandığını ilan etti. (El Niño hava olayı başlamadan üstelik!) Batı Antarktika’da o kadar korkunç sıcaklık ölçüldü ki, NASA, 4°C – 8°C olarak gözlenen bu anormal harareti kutup ısı haritasında kahverengi ile göstermek zorunda kaldı![4]
  • Kuzey California’daki orman yangınları bir buçuk yıldır hiç kesilmeden sürüyor. Artık yangın mevsimi diye bir kavram kalmadı; sürekli yangın mevsimine girmiş bulunuyoruz.[5]
  • Okyanus ve Atmosfer Araştırmaları Kurumu NOAA, geçen yıl 4 kıtadaki aşırı sıcak dalgası olaylarının tümünün insan kaynaklı küresel iklim değişimine bağlı olduğunu ispatladı.[6]
  • Yeryüzünün son 40 yıl içinde yaban hayatının yarısından fazlasını kaybettiği açıklandı. Dünya Doğa Vakfı (WWF) ile Londra Zooloji Derneği’nin (ZSL) araştırması, insanın karada, nehirlerde ve denizlerdeki hayatı yok ettiğini, gezegenin yaşam destek sistemlerini öldürdüğünü dünyaya ilan etti.[7]
  • Milyarlarca arının sessiz sedasız ölüp gittiği, tüm beslenme zincirinin tehlikeye düştüğü döneme girdik. Büyüyen bitkilerin %75’ini tozlayan arıları yok eden böcek öldürücülerin ABD’de yasaklanması için avaaz.org internet platformu, “arıların türü tükenmeden” başlıklı dilekçesine 1 Ekim’e kadar 3,23 milyon imza topladı. Avaaz.org, kimyasalları üreten Syngenta ve Bayer adlı çokuluslu şirketlerin yalan ve propaganda kampanyalarına karşı bu konuda bağımsız araştırma yapılması için önemli miktarda bağış topladı.[8]
  • Önde gelen buzul araştırmacılarından Cambridge Üniversitesi öğretim üyesi Peter Wadhams, daha iki yıl öncesinden, Arktik’te yaz buzlarının 2015’te tümden eriyebileceği kehanetinde bulunmuştu zaten: Çözülen buzlu topraklardan atmosfere fışkıracak metan gazı “tek kutuplu” bu yeni dünyayı muazzam bir felaketin eşiğine getirebilecek, bunun ekonomik bedeli de aynı derecede muazzam olacak: tüm dünya gayri safi hasılasına denk miktarda.[9]
  • Aral’ı nasıl bilirdiniz? Bir zamanlar dünyanın 4. büyük iç denizi olan Aral gölü, NASA’nın Terra (Yeryüzü) uydusu ile çekilen fotoğraflarda açıkça görüldüğü üzere bu yıl ilk kez tamamen kurudu! Formül basitti: Sovyet Rusya’nın dev kalkınma hamleleri + küresel ısınma = Aral sizlere ömür![10]
  • Yine NASA’ya göre Kuzey Kutbu’ndaki erime küresel ısınma yüzünden rekor seviyeye ulaşmıştı. “İklim değişikliği yıldırım hızıyla ilerliyor” diyen Dünya Çevre Fonu yetkilisi üzülmüştü. Ona göre bu, hayvanlar ve tabiat için tam bir felaket olacaktı. Ama, bu işe sevinenler de yok değildi. Kopenhag Üniversitesi İklim ve Buzullar Bölümü Rektörü mesela: Erimeyle deniz trafiği açılacak, bölgede minerallere ve petrole ulaşmak, balıkçılık vb. kolaylaşacaktı.[11] Haberin üzerine azıcık internette araştırdık, zât-ı muhterem, çokuluslu şirketler için yıllardır sondaj yapan bir buz delme uzmanı çıktı!

Söz Büyüğün: Şirketler Konuşuyor

Madem söz, tam bu noktada şirketlere geldi, onların aslî sözcülerine kulak verelim şimdi de; bakalım onlar ne diyorlar bu işlere: Fosil Yakıtları yerin dibinde bırakmayı ya da yüzde yüz temiz enerjiyi hedefleyerek ayağa kalkan ve dünyanın ayağa kaldıran aktivistlerin İklim Haftası New York’ta devam ederken, dünyanın önde gelen endüstri devlerinden Siemens de dünyaya alenen meydan okumaktaydı mesela. Şirket sözcüsü Roland Busch, gelecekte büyümenin anahtarı olarak kömürü gösteriyor, dünya yanıp batsa da şirketin kârından vazgeçmeyeceğini şu basit cümleyle cümle âleme ilan ediyordu:

“Fosil yakıtlardan çıkmak gerçekten uzun vadeli bir iş. Önümüzdeki 10 ya da 20 yıl içinde fosil yakıt olmadan ekonomileri döndürmeyi hayal bile edemiyorum. 20 yıldan sonrası için de birşey söyleyemem doğrusu.”[12]

Aynı açık sözlülüğü, aynı günlerde yine halkların iklim yürüyüşü haftasında dile getiren bir başka dev çokuluslu şirket, BP idi. ABD sözcüsü Geoff Morrell, fosil yakıt şirketlerinin uzun vadede fosil yakıtlardan başka birşeyi görmek bile istemedikleri söylüyordu. Ayrıca, âlicenaptı da: Alternatif enerjilere “çok büyük yatırımlar” (son sekiz yılda 70 milyon dolarlık yatırımlar) yapmışlardı! Haberin üzerine azıcık internette araştırdık, zât-ı muhteremin temiz enerjiye 70 milyonluk “çok büyük” yatırım yapan şirketinin, 2013 yılı vergi sonrası net kârı 23,45 milyar (milyon değil!) dolar tutuyordu![13]

Para tarihinin gördüğü en kârlı şirket olan Exxon Mobil ise öncülüğü kimseye kaptırmamakta kararlıydı. O, ötekilerden çok önce, daha 2014 baharı başında çifte deklarasyonla açıklamıştı pozisyonunu. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) dünyayı iklim değişikliğine bağlı zincirleme felaketler beklediği yolundaki zehir zemberek raporunu açıkladıktan hemen sonra, belki de ona cevap olarak: Bilim âleminin rezervlerdeki fosil yakıtların en az yüzde sekseninin hiç çıkarılmamasının, yer altında bırakılmasının şart olduğunu söylemesi karşısında şirket de cevabını veriyordu: Tüm rezervlerini kazıp çıkartacaklar, hepsini yakılmak üzere satışa sunacaklardı. Ama bununla da kalmayacaklar, daha fazla petrol, daha fazla gaz çıkarmak üzere sondajlara da tüm hızla devam edeceklerdi.[14] Küçük bir araştırma, bu sondaj faaliyetinin günde yüz milyon $ tuttuğunu ortaya koyuyor. Her Allah’ın günü 100 milyon dolar! Fosil yakıtlar dünyanın en kârlı işiydi velhasıl, onların da bu kârdan vazgeçmeye hiç niyeti yoktu. Peki, ya dünyanın geri kalanı, onlar ne olacaktı? Eh, onları da Allah kurtarsındı herhalde.

Kısacası, düşman belli: Fosil yakıt endüstrisi başta olmak üzere bir avuç büyük şirket, başta ABD olmak üzere hemen hemen tüm ülkelerin yürütme, yasama ve yargı organlarını kontrol altında tutmakta, akademya ve medyasına hükmetmekte, herkesi dinleyip izlemekte, muhalif sesleri de susturmakta… ABD’nin “feda edilmiş bölgeler” (“sacrifice zones”) diye adlandırılan en sefil, yoksullaştırılmış bölgelerinde 2 yıl boyunca dolaşıp gözlem yaparak, çizer Joe Sacco ile birlikte Yıkım Günleri, Başkaldırı Günleri diye bir kitap yazan-çizen Chris Hedges, Açık Radyo’ya verdiği mülakatte şöyle diyor:

“Bu feda edilmiş bölgelerde […] şirketler kâr uğruna Yeryüzünü ve onun tüm sâkinlerini zehirlemekten zerrece çekinmezler. Bunun sınırı filan yoktur. […]  Çevre çözülüp dağıldıkça, gezegen de dev bir feda edilmiş bölge halini almaktadır.”[15]

Gezegen ve sakinleri üzerinde sonsuz bir yıkım ve hafriyat demek oluyor bu.

Makasın Öteki Ağzı: Sonsuz Savaş 

Bilin bakalım şu sözler kimin?

“Günümüz savaşlarında askerlerden çok siviller ölüyor; geleceğin çatışmalarının tohumları serpiliyor, ekonomiler tarumar oluyor, sivil toplumlar paramparça, mülteciler üstüste yığılı, çocuklar kan-revan içinde.”

Evet, bildiniz Barack Obama bunları söyleyen. Sene 2009. Söylediği yer de Nobel Barış Ödülü’nü kabul töreni kürsüsü.[16] Bugün, beş yıl sonra, bu sözler, Açık Gazete’nin günlük haber programını dinlermiş izlenimi vermiyor mu insana?

Sonsuz savaştan söz ediyoruz. Önde gelen düşünür ve aktivistlerden Noam Chomsky’nin deyişiyle “yüz kızartıcı sonuna yaklaşmakta olduğu görülen” insan medeniyetinin kendini içine soktuğu utanç verici ebedi savaş durumundan. Chomsky, Eylül başında kaleme aldığı “Tarihin Sonu mu?” başlıklı tüyler ürpertici makalesinde yaklaşık 10 bin yıl önce Münbit (Bereketli) Hilal diye adlandırılan bölgede açılmış olan çağın kapanmaya yüz tuttuğunu gösteren belirtileri sayıyor. Sonra da, insan türün düşebileceği alçak seviyelerden çıkarılabilecek ağır ve acılı derslerden söz ediyor. ABD ve İngiltere’nin Irak’taki korkunç istila ve işgalini, ondan önce Clinton döneminde BM’nin “soykırıma varan” yaptırımlarını, bugün Suriye’deki Esad rejimi başta çeşitli tarafların giriştiği korkunç yıkımı, Işid’in zulüm ve vahşetini, Mısır’ın zalim diktatörlüğünü, İsrail’in Gazze’deki müthiş mezalimini vb dile getiriyor.[17] (Bu tarihte ABD öncülüğündeki yeni Irak ve Suriye savaş ve bombardımanları henüz başlamamıştı.)

Sonra, “yapışık ikiz” olan iklim krizine geçiyor ve şöyle diyor Chomsky: “İnsanın gezegen üzerindeki etkisinin bir göstergesi de türlerin yokoluş hızı. Bu, şimdilerde, 65 milyon yıl önce bir göktaşının Yeryüzüne çarptığı zamanda görülen oranla aynı. […] Tek fark şu: Bugün, göktaşının yerini insanlık almış durumda ve insanlık canlılar âleminin büyük bölümünü yokoluşa sürüklüyor.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) son raporu, gelecek kuşakların katlanılamaz risklere maruz kalmasını önlemek için, bilinen yakıt rezervlerinin yer altında bırakılmasının şart olduğunu belirtiyor. Öte yandan, büyük enerji şirketleri bu rezervleri bulup çıkartmayı ve yenilerini arayıp bulmayı amaç edindiklerini saklamıyorlar.”[18]

Sonra da yaşadığımız “ilginç zamanlar”ı tarif etmek üzere Hintli yazar ve aktivist Roy’un şu çarpıcı satırlatırını hatırlatıyor Chomsky:“Arundhati Roy, ‘şu cinnet çağını anlatacak en uygun metafor’ olarak Siachen Buzulu’nu gösteriyor: Hani şu Hindistan ve Pakistan askerlerinin birbirlerini öldürüp durduğu ‘dünyanın en yüksek irtifalı savaş meydanı’ denen buzulu. Şimdi erimekte olan buzuldan ortaya saçılanlarsa şunlar: ‘Binlerce boş mermi kovanı, sayısız boş mazot ve benzin varili, buz baltaları, eski püskü postallar, yırtık pırtık çadırlar ve, birbiriyle savaşan binlerce insanoğlunun manasız bir çatışmada ortaya çıkardığı binbir türlü çerçöp.’ Ve bir de, buzullar eridikçe, Hindistan ile Pakistan’ın yüzyüze kalacağı tarif edilmez felaket.”[19]

Sonsuz savaş mı dedik? Evet, Eylül ayı sonuna gelindiğinde Nobel Barış ödülü sahibi Barack Obama’nın öncülüğündeki bombardıman bilançosu, yazar ve aktivist George Monbiot’nun “Herkesi Bombalayın” başlıklı ironik makalesinde yazdığı üzere şöyleydi:

“… Büyük ölçüde Müslüman 7 ülke bombalandı, her birinde de ahlakî gerekçeler sayılarak. Hepimizin gördüğü gibi bunun sonucunda Libya’da, Irak’ta, Pakistan’da, Afganistan’da, Yemen’de, Somali’de ve Suriye’de cihadî gruplar, çatışmalar, kaos, katliam, baskı ve işkence yok edildi. Kötülük ve habaset, batının yıkım meleklerinin eliyle yeryüzünün yüzünden silindi gitti.”[20]

Barış ve ve hayatın korunması gibi yüce ahlakî idealler adına, batı hükümetlerinin ebedî savaş yürüttüklerini yazıyor Monbiot bundan kimin kârlı çıktığının minik ipuçlarını veriyor: Suudi prenslerine, Amerikan ve İngiliz silah tacirlerine verilen astronomik rüşvetlere değiniyor. Ebedî savaş, Hedges’in bir başka makalesinde söylediği gibi, ebedî şiddeti getiriyor elbette ve silah imalatçılarıyla generaller sevinçten havalara uçuyor.[21] Ebediyyen.

Uçmak mı dedik: Hani reklam yapmak gibi olacak, ama işte süpermen’in son uçuşuna dair son haberler: “Işid, silah Şirketlerini Uçurdu” başlıklı küçük bir analizde gazeteci Pelin Ünker’in derlediği bilançoya göre: IŞİD’e karşı Ortadoğu’da başlatılan askeri harekât dünyanın önde gelen silah ve savunma sanayi şirketlerinin hisselerine “ralli” yaptırmış. Bu hisselerin kazançları tarihi rekor seviyelere çıkmış. Uzmanlar, kazançların devam edeceğini öngörüyormuş. Lockheed Martin’in kazancı bir günde yüzde 2.33 yükselirken, son bir aylık kazancı yüzde 2.87’ye ulaşmış. Şirketin piyasa değeri son bir ayda 2.4 milyar dolar artışla 57.6 milyar dolara çıkmış. Piyasa değerini son bir ayda en fazla artıran şirket 2.61 milyar dolarla ABD’li Raytheon olmuş[22]

(Abilerim ablalarım, batan geminin malları bunlar! Eğer diğer Amerikan, İngiliz, Hollanda, İtalyan şirketlerinin başdöndürücü irtifa kazançlarını da öğrenmek ve yatırımlarınızı yeniden konuşlandırmak isterseniz, artık borsa sitelerini takip edeceksiniz… Bu yazıda bizden bu kadar.)

İklim ve savaş ikizleri meselesini en özlü bir şekilde ortaya koyanlardan biri de uzun yılların aktivisti, yazar Medea Benjamin oldu:

“Ordu, en büyük kirletici. Petrol şirketleri ABD’nin askerî kudreti ile korunuyor. Asker-endüstri-petrolcü üçlüsünü görüyoruz bütün bunların altında. Ve dünya hem iklim krizine, hem de aşırı örgütlere karşı şiddete başvurmayan çözümler için inim inim inlerken, Obama yönetiminin petrol monarşilerine, Amerikan petrol şirketlerine ve bitmeyen ebedî savaşa arka çıktığını görmek ne hazin!”[23]

Yeni Bir Hareketin Doğuşuna Tanık Olmak

Gün-Tün eşitliğinin yaşandığı 21 Eylül 2014 sabahı yerlilerin, işçilerin, gençlerin, sanatçıların ve dünyanın dörtbir yanından kopup gelen 400 bin kişinin New York’ta Manhattan caddelerinde sel olup aktığı dev iklim yürüyüşü, gezegenin laneti olarak üstümüze çökmüş yapışık ikizlerin hegemonyasına kararlı bir biçimde direnme fikrini iyice içselleştirmeye başlamış bir yeni kuşağın kendi kaderine nihayet sahip çıkma hareketinin ilk büyük hamlesiydi denebilir. Nitekim, hemen ertesi gün, kentin finans merkezi Wall Street’i “basan” ve orada oturma eylemi yapan bin kişilik grubun, içlerinden 100ünün kendini gözaltına aldırmasıyla sonuçlanan eylemi de “bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” anlayışının yerleşmeye başladığını göstermekteydi.

Halkın İklim Yürüyüşü, kritik kitleyi bulur ve büyük bir iklim hareketine dönüşmeyi başarırsa, o zaman, sözkonusu dev enerji, silah, kimya şirketlerinin muazzam para ve gücüne karşı koyacak momentumu yakalamış olacağız. Hareketin ön saflarında yer alanlardan yazar ve aktivist Naomi Klein, tam İklim haftasında piyasaya çıkan “Bu Herşeyi Değiştirir – Kapitalizm İklime Karşı” başlıklı kitabında hem korku, hem de umudu içinde barındıran bu momenti, kapitalizmin bu yokedici modeline karşı canalıcı bir mücadeleden başka bir yolun olmadığını, tam da bunu anlatıyor işte:

“Ekonomik sistemimizle gezegen sistemimiz savaş halinde. Daha doğrusu, ekonomimiz, insan hayatı da dahil olmak üzere yeryüzündeki hayat ile savaş halinde. İklimin ihtiyaç duyduğu şey, insanlığın kaynak kullanımının daraltılması; ekonomik modelimizin kendi çöküşünü önlemek için talep ettiği şey ise, sınır tanımayan genişleme ve yayılma. Bu iki kural dizisinden ancak birini değiştirebiliriz, o da doğa’nın kanunları olmayacaktır.”[24]

Gezegenin âcilen ihtiyaç duyduğu gerçekten cesur dünya yurttaşları ufukta iyice belirmiş durumda. İki cephede birden yılmadan savaşacak silahsız muharipler bunlar.[25] Onları, iki aylık küçük kızını emzirerek ikinci eylemine Wall Street’e götüren genç annenin gözündeki ışıktan ayırt ebilirsiniz.

Ya da Seattle Şehir Meclisi’ne yüz yıldan uzun bir zaman sonra ilk kez seçilen sosyalist politikacı olan Hint kökenli Amerikalı genç kadın Kshama Sawant’ın, aksanlı fakat çok akıcı İngilizcesiyle dilinden dökülen şu cümleden: “Şiddete başvurmayan radikal militan bir iklim hareketine ihtiyacımız var ve onu kuracağız.”

Ya da, İklim haftası eylemlerinde bir panele katılan organik şehir bahçeleri hareketi öncülerinden Ray Figueroa’nın şu ilginç sözlerinden: “Aradığımız liderler bizleriz aslında.”

Ya da, Ekinoks sabahı Güneşi doğduran yerli kabilelerinden genç kızın, “buralara bizim için geldiğiniz için büyük onur duydum, buna layık olmaya çalışacağız!” derken yüzünde ışıldayan umutlu kararlılıktan.

Ya da, Halkların Büyük İklim Yürüyüşü sırasında IndyKids (Bağımsız Çocuklar) gazetesi için röportajlar yapan ve insanlara “Bu yürüyüşle neleri başarabiliriz sizce?” diye soran 9 yaşındaki Nylu’nun utangaç ama kararlı gülümsemesinde…

Gerçekten ilginç zamanlarda yaşıyoruz. Ve, bakarsınız, bu bir beddua da olmayabilir.

***

[1] Wikipedia, http://en.wikipedia.org/wiki/May_you_live_in_interesting_times

[2] http://www.democracynow.org/blog/2014/9/25/global_warming_and_global_warring

[3] ibid.

[4] http://thinkprogress.org/climate/2014/09/15/3567464/nasa-hottest-august/

[5] http://www.climatenewsnetwork.net/2014/09/california-burning-points-to-more-intense-wildfires/

[6] http://www.commondreams.org/news/2014/09/29/sizzle-sizzle-fossil-fuels-and-trouble-study-confirms-climate-change-drove-extreme

[7] http://www.commondreams.org/news/2014/09/30/planet-brink-human-activity-killing-planets-life-supporting-systems;http://www.theguardian.com/environment/2014/sep/29/earth-lost-50-wildlife-in-40-years-wwf

[8] https://secure.avaaz.org/en/save_the_bees_us_pet_loc/?slideshow

[9] http://www.theguardian.com/environment/earth-insight/2013/jul/24/arctic-ice-free-methane-economy-catastrophe

[10]http://www.hurriyet.com.tr/dunya/27300607.asp

[11] http://t24.com.tr/haber/kuzey-kutbunda-bugune-dek-abdnin-ucte-biri-oraninda-alan-eridi,271838

[12] http://www.theguardian.com/environment/2014/sep/26/siemens-we-will-be-in-fossil-fuels-for-the-really-long-term

[13] http://www.bp.com/en/global/corporate/press/press-releases/fourth-quarter-2013-results–stock-exchange-announcement.html

[14] http://www.theguardian.com/environment/2014/apr/03/exxon-mobil-climate-change-oil-gas-fossil-fuels

[15]Bu yazının kaleme alındığı tarihte Hedges mülakati henüz Açık Radyo’da yayınlanmış değildi. Benzer ifadeler için bkz:http://www.truthdig.com/report/item/the_last_gasp_of_climate_change_liberals_20140831

[16] Bkz.: yukarıda 2 no’lu dipnotu.

[17] http://inthesetimes.com/article/17137/the_end_of_history

[18] ibid.

[19] ibid.

[20] http://www.monbiot.com/2014/09/30/bomb-everyone/

[21] http://www.truthdig.com/report/item/becoming_hezbollahs_air_force_20140928

[22]http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ekonomi/124635/ISiD__silah_sirketlerini_ucurdu.html

[23] http://www.democracynow.org/2014/9/23/expanding_us_strikes_to_isis_in

[24] Naomi Klein, This Changes Everything – Capitalism vs. The Climate, 2014, Simon and Shuster, s.21 vd.

[25] Burada betimlenen kişi ve olaylar kişisel gözlem ve tanıklıklara ve bir de Democracy Now yayınlarına dayalı.

Bu yazı ilk olarak acikradyo.com.tr/ de yayınlanmıştır

Ömer Madra

 

 

Ömer Madra

Anayasa Mahkemesi’nden, “Bir dakika, bu ülkede halen anayasa var” iptalleri

Anayasa Mahkemesi, TİB’e bir internet sitesini 4 saat içinde kapatma yetkisi veren düzenlemeyi iptal etti. Yüksek Mahkeme, kamuda görevden almaların iptaline ilişkin mahkeme kararlarının 2 yıl içinde uygulanacağına dair düzenlemenin yürütmesini de durdurdu ve iptal etti. Ayrıca, özelleştirmelerde mahkeme kararlarının uygulanmamasına olanak sağlayan yasal güvence de iptal edildi.

16 anayasa mahkemesi...

Anayasa Mahkemesi’nden (AYM), hükümete torba yasa şoku geldi. Hürriyet’ten Oya Armutçu’nun haberine göre, CHP ’nin başvurusu üzerine AYM, torba yasadaki Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na (TİB) “Millî güvenlik ”, “kamu düzeninin korunması” ve “suç işlenmesinin önlenmesi” gibi nedenlerle ve “gecikmesinde sakıncalı bulunan hallerde” bir internet sitesini 4 saat içinde kapatma yetkisini anayasaya aykırı gördü ve iptal etti.

İptalle TİB başkanının talimatıyla 4 saatte site kapatma ve internet trafik bilgilerini toplama yetkisi yargı kararıyla kaldırılmış oldu. TİB, artık, internete müdahale edemeyecek. Site kapatma ancak yargı kararıyla mümkün olabilecek. Anayasa Mahkemesi, TİB ile ilgili düzenleme ile mahkeme kararlarının yerine getirilmesine ilişkin maddelerin yürütmesini de durdurdu.

AYM ayrıca, 17 ve 25 Aralık soruşturmalarının ardından “paralel” kadrolara görevden alma operasyonu kapsamında daire başkanı ve üzerindeki kadrolar ile emniyet personelinin görevden alınması halinde, bu işlemin iptaline dair mahkeme kararlarının iki yıl boyunca uygulanmamasını öngören düzenlemeyi de iptal etti. Bu mahkeme kararlarını uygulamayanlara ceza soruşturması yapılmayacağı da anayasaya aykırı bulunarak, iptal edildi. AYM, yürürlüğü de durdurma kararı verdiği için bu mahkeme kararları mevzuat çerçevesinde iki yıl ertelenmeden uygulanacak.

(Hürriyet)