Ana Sayfa Blog Sayfa 3857

Kendi topraklarında mülteci…- Eren Keskin

Êzidî halkı, Kürdistan coğrafyasının en kadim halklarındandır.

Êzidîlik inancının önderi Şeyh Adi bin Musafir… Asıl olarak Hakkarilidir.

Êzidîler, kendi coğrafyalarında defalarca katliama maruz kalmışlardır.

Müslüman olmayışları nedeniyle maruz kaldıkları insanlık dışı koşullardan dolayı, Kuzey Kürdistan topraklarını, arkalarında mezarlarını, anılarını, özlemlerini bırakarak terk etmişlerdir.

Bugün Kürdistan’da Êzidîlere ait birçok toprağa el konulmuştur.

Uzun bir süredir, bazı Êzidî ailelerin avukatlıklarını yaptığımdan, yaşadıkları acıyı yakından gözlemliyor ve duyumsuyorum.

Örneğin; Nusaybin’de Bakacık Köyü’nde, bir köyün sahibi olan Êzidî ailenin topraklarına geri dönmek için verdikleri mücadelenin yakın şahidiyim.

Kendilerine uygulanan, “ekonomik soykırım” nedeniyle, topraklarına devlet desteğiyle bir Arap aile el koymuş durumda.

Yıllarca, kendilerinden alınan köylerine savaş koşulları nedeniyle gelememişler. Ancak, büyük paralar ödeyerek tüm ölülerini köydeki mezarlığa göndermişler.

Geçtiğimiz yıllarda birlikte köye gittiğimizde, evleri, okulları ve kendilerine ait benzeri binaların kalıntıları önünde nasıl ağladıklarına, gözlerimle şahit oldum.

Türkiye Cumhuriyeti, kendi hukukunu, işlediği tüm suçların aleti olarak kullanmakta ustalaşmış bir devlet!

Öyle ki, Êzidî ailelerin mirasçılık haklarını dahi gasp etmiş durumda.

Aile büyüklerinin kayıtları, ‘atık kayıt’ olarak gösterilmiş; yani, kayıtlardan dahi silinmişler.

Bugün başbakan, Êzidîlere yani Êzidî Kürtlere ve Suriyeli Kürtlere, ‘kapılarımızı açtık’ diye böbürlenirken, ‘kapıları açtık’ diye övündüğü toprakların, aslında bu halkların kendi toprakları olduğunu unutuyor.

Êzidî Kürtler, ne yazık ki sömürgeciler arasında paylaştırılmış topraklarında, ‘mülteci’ konumuna düşürülüyorlar.

Kürdistan başka bir coğrafyadır; oraya gitmeden, orada yaşamadan gerçeği anlayamazsınız.

Bir insan hakları savunucusu ve silahsız çözümden yana bir kişi olarak, özellikle 90’lı yıllarda Kürdistan’a her gittiğimde, ‘silahtan yana çözüm yok’ düşüncesine kapıldım.

Eminim bu duyguyu, devletin vahşi uygulamalarına tanık olan herkes hissetmiştir.

Bugün de Kürdistan’da aynı durum geçerli. İnsanlık düşmanı IŞİD belasına karşı, adeta tek başlarına savaşan Kürtler, TC’nin de şiddetine maruz kalıyorlar.

Zaten açmak zorunda oldukları kapıları açmakla övünürken, bir yandan da o acılı halka karşı gaz sıkan devlet güçlerine karşı, Aysel Tuğluk’un attığı taşı ancak böyle anlayabilirsiniz.

Kürdistan’da, ‘şiddetle aramızdaki çizgi’ çok incedir.

Aslında, başbakan Davutoğlu bu gerçeği iyi bilir, ancak söylemez.

O da kendinden öncekiler gibi, sadece ‘kaçak dövüşür!

Eren Keskin – Özgür Gündem

Kobane düştü düşecek, aceleniz ne? – Oya Baydar

Yazı günüm değil ama yarın her şey için çok geç olacak; bu yazı için bile. Çeşitli haber kaynakları IŞİD bayrağının Kobane’nin doğusuna dikildiğini bildiriyor. Ve iktidarın bütün yetkilileri, sorumluları, sözcüleri, kalemşörleri; cumhurbaşkanından başbakanına, bakanından milletvekiline, IŞİD çetelerinin saldırısı altındaki Kobane’ye her türlü yardımın yapılacağını tekrarlayıp duruyorlar. Pinokyo gibi yalan söyledikçe burunları uzayacak diye bekliyorum; ama hayır, masallar bile masumiyetini yitirdi artık.

Kobane düştü düşecek, IŞİD Türkiye sınırına dayandı dayanacak. Top gülleleri, mermiler, adını bilmediğim ne kadar ölüm araç gereci varsa Suruç’a, Türkiye topraklarına düşüyor. “Süleyman Şah Türbesi vatan toprağımızdır” hamasetiyle gürleyenlere sormak istiyorum: O türbe vatan toprağı da Suruç, Urfa, Mardin, Nusaybin, baştan başa sınır boylarımız ne toprağınız sizin? Orada: güney sınırlarımızda yaşayanlar, köyleri boşaltılan, çoluk çocuk hayatları tarumar olan o insanlar hangi ülkenin vatandaşları?

Yardım için Kobane’nin düşmesini mi bekliyorsunuz?
Sizler; kökten takiyyeci siyasi kadrolar, sizler; iktidarın yularını ellerinde tutanlar, âlemi kör, hepimizi sersem mi sanıyorsunuz?

IŞİD’e karşı Kobane’ye yardım edilecek diye yemin billah ederken, üç haftadır IŞİD çetelerinin kuşatması ve saldırısı altındaki Kobane için gün bile değil saat sayıldığını; orada topraklarını savunmak için kadın erkek, çoluk çocuk savaşan PYD güçlerinin yardıma, özellikle de silaha ihtiyaçları olduğunu sizler hepimizden iyi biliyorsunuz. Beklediğiniz: Kobane’nin düşmesi, Rojava Kürtlerinin yenilmesi, demokratik özerklik ve kanton yapısının çökmesi; şu korkunç bölgede küçücük bir umut ışığı, savaşa ve kana karşı bir seçenek olabilecek bir gelişmenin filiz halindeyken ezilmesi. Sırtlanlar gibi beklediğiniz bu işte! Üç yıldır El Nusra’dan IŞİD’e El Kaide türevi her türlü cihatçı, kökten dinci, terörist örgüte silah dahil her türlü yardımı, kolaylığı sağlamış olanların Kobane’ye yardım götüremeyeceklerini (hem de uluslararası hukuka, bölge koşullarına falan dayanmaya çalışarak) söylemelerine kim inanır? Silah yüklü TIR’ların durdurulmasıyla ortaya çıkan foyanızı, olayı ortaya çıkaranların üstüne nasıl gittiğinizi henüz kimse unutmadı. Suriye’de Esad rejimine karşı savaşıyorlar gerekçesiyle bir sürü terörist yapıyı önce açık açık, sonra göz yumarak nasıl beslediğinizi dünya âlem biliyor. Biden özür dilemişmiş. O özür, ellerindeki belgelere bilgilere dayanan gerçekleri dobra dobra söylediği, diplomatik yalancılık yapmadığı içindir, yalan yanlış konuştuğu için değil. Bunun da bütün dünya farkında.

Kobane haftalardır, günlerdir feryad ediyor. Türk ordusu gelip burada çarpışsın falan da demiyor. IŞİD’in elindeki ağır silahlara karşı tüfekle savaşıyoruz, sadece ağır silah istiyoruz, diyor. Siz bekliyorsunuz: Salih Müslim’le kendi toprakları, kendi halkı, kendi kaderini tayin hakkı üzerinden pazarlık yaparak ayak sürürken IŞİD’in Kobane’yi düşürmesini bekliyorsunuz.

Artık silah yardımı için bile çok geç. Kobane IŞİD’in eline geçince yaparsınız o yardımları. Böylece IŞİD biraz daha güçlenir ve sınır komşumuz olur. Bundan bile korkmuyorsunuz, çünkü sizin için PKK neyse IŞİD de odur. Bunu başta Cumhurbaşkanı Erdoğan, onun ardından tin tin giden Başbakan Davutoğlu, sonra sırasıyla diğerleri, defalarca, apaçık, vurguyla dile getirdiler, getiriyorlar.

Arınç’ın sözleri bir zihniyetin aynasıdır
Kimilerinin ağır Abi saydığı, ahlak anlayışı TV sunucularının göğüs çatallarında, dekoltelerinde yoğunlaşan, ikide birde vicdandan söz edip gözleri yaşaran, “şeyinin şeyini şey ettiğimin” sözleriyle bilinçaltını eleveren Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, iki gün önce, tam da PYD Eşbaşkanı Salih Müslim, son imdat çığlığını atarak silah ve yardım konularını görüşmek için Ankara’dayken konuştu: İnsanlık, vicdan ve siyaset adına utanç vericiydi söyledikleri. Ve hükümetin olaya bakışını bütün açıklığıyla yansıtıyordu.

“Askerlerimiz çocukları kucaklarında taşıyorlar, yaşlılara yardım ediyor, insanlara su veriyorlar, mama veriyoruz, barındırıyoruz. Bir Allah razı olsun, demez mi be adam!”, “Neden PKK yardımınıza gelmedi, neden öteki kantonlara geçmediniz? Yaa, işte sizi ancak Türkiye korur. Allah bin kere razı olsun diyeceğine, taş atıyor. Hayatı taş atmakla geçmiş bunların, eşkiyalıkla geçmiş.” Sonra alaycı bir gülücükle: “Finlandiya’dan geldi, şimdi Ankara’da (Destek için dört bir yanda dolaşan Salih Müslim’le alay ediyor aklı sıra)……Bunlar kantonlar kurmuşlar. Aman Allahım! Nerede kantonlar, nerede silahlı güçler şimdi!” Sonra baklayı ağzından çıkarıyor: “Niye devlet olma iddiasıyla Esed’in yanında saf tuttunuz?”

(Arınç, Rojava Kürtlerinin Esad’ın yanında saf tutmadıklarını, topraklarını ve kimliklerini koruyabilmek için bu kirli iç savaşta taraf olmadıklarını ama Özgür Suriye Ordusu icindeki asıl unsurlar olan İslamî cihatçılarla birlikte olmaya da hayır dediklerini ya bilmiyor, ya da bilmezlikten geliyor.

Ardından da, “Tabii ki, oh olsun demeyeceğiz, oradaki Müslüman Kürt kardeşlerimize yardım götüreceğiz…” (Müslüman olmayanların boğazları kesilerek öldürülmesi caizdir, değil mi? Velev ki dil sürçmesi olsun, dil sürçmeleri de bilinçaltını yansıtır.)

Bu sözler hükümetin sadece Kobane’ye değil Kürt sorununa nasıl baktığının tevil götürmez açık ifadesidir. “Bizim için PKK ile IŞİD birdir” dediğiniz andan itibaren, doğrudan IŞİD’in yanında yer almışsınız demektir. Hükümetin IŞİD’le PKK arasında ayrım yapmayan bakışı, İmralı’nın bütün barışçı tavizlerine, Kürt siyasal hareketinin sabırlı yapıcı yaklaşımına rağmen çözüm sürecinin neden savsaklandığını, neden iki adım ileri, iki adım geri temposunda saydığını da pek güzel açıklıyor.

Bizim için IŞİD ile PKK ve onun uzantısı saydığınız PYD (terör örgütü olarak) aynı şeydir derken şunun bile farkında değil misiniz? PYD kendi yurdunu, kendi toprağını, kendi halkını barbar istilacı çetele karşı savunuyor. Bir halkın kendi toprakları üzerinde varoluş savaşı, egemenlik savaşı bu. IŞİD ise saldırgan bir istilacı/cihatçı terörist yapı. Konuyu derinleştirmeden burada noktalasak bile, biat etmemiş Kürt düşmanlığı ile  Kürt sorununda gerçek ve nihaî çözümün mümkün olamayacağı hemen anlaşılır.

AKP ve onun elebaşlarının bakış açısı böyle de muhalefetinki nasıl? Muhalefet iktidardan daha geri, daha da Kürt düşmanı, daha Türk milliyetçisi olursa, benim gibilere “ört ki ölem” deyip kahrolmaktan başka bir olanak kalmıyor. Bu başka bir yazı konusu ama Kobane gözlerimizin önünde düşerken ve IŞİD sınırımıza yerleşirken söylenecek bir söz daha var: Bu gelişmeler AKP iktidarını da götürür, doğacak kaostan da kimse kurtulamaz ve kimse siyasî rant elde edemez .Uçurumdan önceki son çıkışa girmeye saatler kala, hepimiz düşünelim.

Oya Baydar – t24.com.tr

Çarşı’dan Kobani’ye destek

çarşı - savaşa karşıBeşiktaş ’ın muhalif taraftar grubu Çarşı, son günlerde Türkiye ’nin olduğu kadar dünya gündemini de meşgul eden Kobani’deki IŞİD saldırılarına karşı resmi Twitter hesabından açıklamalarda bulundu. ’Sessizlik saf tutmaktır, bizim safımız insanlıktır’ mesajının paylaşıldığı tweet’lerde bölgede devam eden IŞİD vahşetine sessiz kalanlara göndermelerde bulundu.

 

Çarşı’nın resmi Twitter hesabından bu mesaj paylaşıldı:

“Adaletsizliği önleyecek gücümüz olmayabilir, ama adaletsizliğe itiraz etmeyi beceremeyeceğimiz bir zaman asla olmamalıdır,

“bir savaşta sadece insanlar ölmez, insanlık da ölür”

“sessizlik saf tutmaktır; bizim safımız insanlıktır”

Basnews.com

Kobani yönetimi: “IŞİD Kobani’nin dışında”

Kobani’de IŞİD’in ilerleyişi sürerken gece saatlerinde ABD ve koalisyona bağlı savaş uçakları hava operasyonu yaptı. Uçaklar, IŞİD’in Mıştenur tepesindeki mevzilerini vurdu.

kobani2 (1)

Al Jazeera’ya konuşan Kobani Dış İlişkiler Sorumlusu İdris Nehsan, koalisyonun hava operasyonunu doğrulayarak şunları söyledi:

“Uçaklar IŞİD’in Mıştenur tepesindeki mevzilerini  vurdu. Çok sayıda kayıpları var. Kentte şu anda bizim savunmamız devam ediyor. Bir ara IŞİD şehrin girişine kadar geldi. Ama gerek bizim savunmamız gerek de uçak bombardımanları geri püskürttü. An itibariyle IŞİD Kobani’nin dışındadır. Kesinlikle Kobani içine girdiği doğru değildir. Biz savunmamızı yapmaya devam edeceğiz.”

Türkiye’ye de çağrı yapan Nehsan, “IŞİD, Sadece kobani ve Kürtler için değil, Türkler için de büyük bir tehlike arz etmektedir. Bu tehlikeyi bertaraf etmek için Türkiye’nin de Kobani’ye ve Kürtlere destek vermesi geriyor” dedi.

‘Katliam korkusu var’

Sterk TV’ye konuşan PYD Eş Başkanı Asya Abdullah, sivil bölgelerin IŞİD denetimine girdiğini, bölgede hâlâ binlerce sivilin olduğunu söylemişti.

IŞİD’in intihar saldırıları düzenlediğini de belirten Abdullah, “Katliam korkusu var. Dünya kamuoyu uyandırılmalı, büyük eylemler yapılmalı.” demişti.

“Koalisyondan istediğimiz şey aldıkları karara sahip çıkmaları” diyen Asya Abdullah, “Şimdiye kadar tavırları oldu ama çok sınırlı müdahale oldu. çok dar kapsamda kaldı. 20 gündür bu kantonda savaş var, onlara yardım geliyor her tarafları açık. Şimdiye kadar koalisyon kararını yerine getirmedi. Bu saldırıları durdurmadı.” ifadelerini kullanmıştı.

(Al JAzeera Türk)

 

Türkiye Kobani için ayakta

Üç haftadır IŞİD kuşatması altındaki Türkiye’nin Suriye sınırındaki Kobani’de sokak çatışmalarının başlaması üzerine direnişe destek vermek ve IŞİD’i protesto etmek için binlerce insan sokağa çıktı.

taksim.jpg-@ajansamed

Kobani’deki kritik durum üzerine Hakların Demokratik Partisi (HDP) Merkez Yürütme Kurulu’ndan ‘acil çağrı‘ notuyla paylaşılan mesajda “Kobane’de durum son derece kritiktir. IŞİD saldırılarını ve AKP iktidarının Kobane’ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz” denildi.

Bunun üzerine İstanbul’dan Şanlıurfa’ya, Van’dan Diyarbakır’a Türkiye’nin birçok yerinde düzenlenen eylemlere polis saldırısı düzenlendi. Kadıköy’de eylem yapan gruba polis TOMA’nın tazyikli suyuyla saldırırken, emniyet güçleri Diyarbakır’da ise biber gazı kullandı. Antalya’dan Taksim’e birçok yerde de Kobani için oturma eylemleri yapılıyor.

Taksim’de Galatasaray Lisesi önünde oturma eylemi başladı. Kadıköy’de ise Altıyol’da toplanmaya başlandı. Beşiktaş’ta toplananlar sloganlarla yürüyüş yaptı.

HDP Sultangazi İlçe Örgütü üyeleri, IŞİD’in Kobani’ye yönelik saldırılarını, Karayolları Mahallesi’nden TEM otoyoluna yaptıkları yürüyüşle protesto etti.

HDP Kartal İlçe Örgütü ile HDK Kartal Meclisleri, Kobani’ye yönelik saldırılarını Kartal Ahmet Şimşek Koleji önünden Kartal AK Parti İlçe binası önüne yaptıkları yürüyüşle protesto etti.

Sarıgazi’de sokağa çıkan halka, polis saldırdı. Vatan İlköğretim Okulu’nun önünde bir araya gelen halk, sloganlarla yürüyüşe geçti. Halk, kaymakamlık binasının önüne geldiğinde polis, gaz bombaları ile saldırdı.

Öte yandan İMC’nin geçtiği bilgiye göre Almanya’da Stutgart, Nürnberg, Essen, Frankfurt, Manhheim, Hagen; İsviçre’de Bern; Fransa’da Paris ve Strasbourg, Avusturya’da Viyana kentlerinde eylemler yapılıyor.

(İMC Tv, Diken)

Mevsim anormallliklerinin sonucu: Ekim’de erik ağaçları çiçeklendi

Küresel iklim değişikliği meyve ağaçlarının dengesini bozmaya devam ediyor. Mersin’in Mut ilçesinde bazı erik ağaçlarının çiçek açıp meyve verdiği görüldü.

Erik ağacı

Meyve üreticisi Durmuş Ali Çungur, bahçesini gezdiği sırada bazı erik ağaçlarının çiçek açtığını ve meyve verdiğini görünce çok şaşırdığını söyledi. Erik ağaçlarının bu zamanda tekrar çiçek açmasının normal olmadığını ifade eden Çungur, “25 yıldır çiftçiyim böyle bir durumla ilk defa karşılaştım. Normalde mart ayında çiçek açan erikler, bazen erken uyanıp şubatta çiçek açıyordu. Ekim ayında çiçek açtığı ve meyve verdiğini hiç görmedim” dedi.

Mut Ziraat Odası Başkanı Ali Çelik ise ilçede şubat ayında yaşanan don olayından dolayı bazı ağaçların ilkbaharda uyanamadığını söyledi. Çelik, “İlkbaharda uyanamayan ağaç, sonbaharda havaların iyi gitmesiyle mevsimi ilkbahar sanabilir. Baharları şaşıran ağaç sonbaharda iken ilkbahardaymış gibi uyanıp çiçek açıp meyve vermiştir. Ağaç, baharları şaşırmıştır” dedi.

(AA/ Yeşil Gazete)

Brezilya seçimleri ikinci tura kaldı

Brezilya’da Devlet Başkanlığı seçimlerinin ilk turundan galip bir isim çıkmadı. Şu anki Devlet Başkanı Dilma Rousseff resmi olmayan ilk sonuçlara göre oyların yüzde 41’ini alarak en çok oy toplayan aday olsa da, yüzde 50’ye ulaşamadığı için seçimin galibi ikinci turda belli olacak.

A man kneels down in a voting booth as he casts his vote during Brazil's general elections at a polling station in Sao Bernardo do Campo, near Sao Paulo

İlk tur seçiminde ikinci sırada ise oyların yüzde 35’ini alan sosyal demokrat aday Aecio Neves yer aldı.

Yaklaşık 142 milyon kişinin oy kullandığı ve katılım oranının yüzde 80’e çıktığı seçimde yeşillerin adayı Marina Silva’nın oyları yüzde 22’de kaldı.

Brezilya’nın demokrasi tarihinde gördüğü en çekişmeli seçimlerden birisinde yarış sosyalist parti lideri Eduardo Campos’un bir uçak kazasında ölmesiyle tüm seçim kampanyalarının seyri değişmişti.

Kaza öncesinde seçimi ilk turda kazanacağı tahmin edilen Rousseff’in anketlerde oy kaybettiği görülmüştü.

Yine de yapılan yorumlar ilk tur seçim sonuçlarının tüm eleştirilere karşın Rousseff’e olan desteğin sürdüğü yönündeydi.

Özellikle Brezilya 2014 Dünya Kupası nedeniyle sokak protestolarıyla karşı karşıya kalan Rousseff, ülkesinin uluslararası otoritelerce ‘başarılı’ bir Dünya Kupası organizasyonu gerçekleştirmesini sağladı.
Seçime giderken en önemli kozu ekonomi olan Rousseff’in başkanlık döneminde Brezilya’da işsizlik yüzde 5’in altına inmiş, asgari ücret artırılmış ve açlık sınırındaki Brezilyalıların sayısı azaltılmıştı.

Seçimlerin ilk turunun ardından yavaşlayan ekonomik büyümeye tekrar ivme kazandırmayı vaad eden Dilma Rousseff ve Aecio Neves çok farklı ekonomi politikalarıyla halkın karşısına çıkıyor.
Neves, iş ve yatırım dünyası dosu bir ekonomi planından bahsederken Rousseff, gerektiği zaman devlet müdahalesini savunuyor.
Rio de Janerio’da bulunan BBC muhabiri Wyre Davies, ikinci turda adayların bibirlerinekarşı söylemlerini daha da sert hale getirebileceğini ifade ediyor.
İlk turda da Rousseff Neves’i ‘özelleştirme yanlısı bir kapitalist’ olarak nitelereken, Neves de rakibi için ‘kamu harcamalarını sürekli artıran idealist bir sosyalist’ olmakla eleştiriyordu.

(BBC Türkçe)

Sayıştay’a yansıyan rant

Sayıştay’ın 2013 yılını kapsayan Maliye Bakanlığı denetim raporu, kıyı ve sahillerdeki tabii güzelliklerin nasıl talan edildiğini ortaya çıkardı. Kocaeli, Antalya ve Mersin gibi illerde belediyelerin kiraladığı Hazine arazileri üzerinde inceleme yapan Sayıştay denetçileri, usulsüz uygulamalarla karşılaştı. Yönetmeliğe göre, 6 metrekareyi geçmemesi gereken büfelerin bazı yerlerde 307 metrekareye kadar büyütüldüğü, çevrelerine eklenen platformlar ile kafe, bar ve restorana dönüştürüldüğü belirlendi.

Rapora göre, İzmit Sahil Marina bölgesinde; 8 balık lokantası ile toplam büyüklüğü 3 bin 185 metrekare olan 4 kafe/restoran ve bin 976 metrekare büyüklüğünde 2 spor tesisi, geçerli bir sözleşmeye dayanmaksızın 2006’dan beri faaliyet gösteriyor. Zaman’dan İsa Sezen’in haberine göre, bu lokantaların işletmecileriyle söz konusu alan üzerinde hukukî hiçbir yetkisi bulunmayan Kocaeli Büyükşehir Belediyesi arasında da kira sözleşmeleri bulunuyor.

sayistay

Belediyelerin özel şahıslara kiraladığı devlet arazilerinin bu kişiler tarafından üçüncü kişilere kiraya verildiği, bu sayede arazinin asıl sahibi olan Maliye’ye ödenen kira bedelinin 27 kat fazlası gelir elde edildiği tespit edildi. Belediyelerin, düşük bedelle kendi şirketlerine kiraladığı azileri doğrudan kamunun özel şahsa kiraya vermesi halinde devletin 50 kat fazla kira bedeli alabileceğine dikkat çekildi.

Rapora göre sahillerdeki birçok yerde devlet arazileri hiçbir bedel ödenmeden işgal edildi. Başkalarına kiraya verildi. İzinsiz yapılaşma gerçekleşti. Bu yerlerin boşaltılması için gereken işlemleri kanunun açıkça emretmesine rağmen gerek belediyeler gerekse Maliye Bakanlığı bu icraatı yerine getirmedi.

Sayıştay Başkanlığı’nın yeni açıkladığı Maliye Bakanlığı 2013 denetim raporunda özellikle Mersin, Antalya ve Kocaeli gibi illerde kıyı kesimlerindeki Hazine arazilerinin usulsüz kullanımına yönelik önemli tespitlere yer verildi. Raporda protokollerle belediyelerin kullanımına bırakılan kıyı niteliğindeki araziler üzerinde, mevzuata aykırı yapıların inşa edilerek ticarî amaçlı işletildiği belirtildi. Raporda somut örneklere de yer verildi.

Sayıştay denetçileri, Maliye Bakanlığı’nın sorumluluğunda olan devlete ait kıyıların, bazı kişilerce işgal edildiği, bu alanların tahliye edilmediği tespitini de yaptı. Kocaeli’nin İzmit ilçesinde Sahil Marina bölgesinde; 8 balık lokantası ile toplam büyüklüğü 3 bin 185 metrekare olan 4 cafe/restoran ve 1.976 metrekare büyüklüğünde 2 spor tesisinin geçerli bir sözleşmeye dayanmaksızın 2006’dan bu yana faaliyet gösterdiği belirtildi. Ayrıca bu lokantaların işletmecileriyle söz konusu alan üzerinde hukukî herhangi bir yetkisi bulunmayan Kocaeli Büyükşehir Belediyesi arasında kira sözleşmelerinin bulunduğu belirtildi.

Antalya Alanya’da 99 bin 270 metrekarelik alanın şezlong, şemsiye, gölgelik, voleybol sahası, iskele ve yeşil alan olarak işgal edildiği; tahliye edilmeden sadece ecrimisil (haksız işgal tazminatı) uygulanarak işgallere süreklilik kazandığı görüldüğüne dikkat çekildi. Rapora göre Antalya merkezde kiralama yetkisinin protokolle mahallî idarelere devredilen kısımları hariç olmak üzere 438 dönümlük devlet arazi işgal altında. İşgal konularına göre dağıtıldığında bu rakamın 125 dönümünde restoran, havuz, bar, aquapark, spor alanı gibi sabit yapılar kurulmuş. 261 dönümü şezlong, şemsiye ve gölgelik olarak, 30 bin 510 metrekarelik alan iskeli, 22 dönüm alan ise deniz yüzeyinin tasarruf altına alınması suretiyle işgal edilmiş durumda. Mevzuata göre araziler üzerindeki işgalcilerin derhal tahliye edilmesi gerekirken, ecrimisil uygulamasıyla işgallerin süreklilik kazandığı tespiti yapıldı.

Mersin Adnan Menderes Bulvarı imar planında 48 metrekare olarak belirlenen 14 kafeterya ve çay bahçesinden bazılarının 1.800 metrekare büyüklüğe ulaştığı ifade edildi. Aynı bölgede toplamda 7 bin metrekarelik protokol dışı kullanım olduğu tespit edildi. Belediyenin yine kendi bünyesindeki şirkete kiraladığı 14 kafeteryanın 6’sının mevzuata aykırı olarak alt kiracılara kiralandığı buna rağmen cezai yaptırım ve sözleşmenin feshi yoluna gidilmediği görüldü. Raporda, “Kira sözleşmelerinin incelenmesi sonucunda; büfe alanının, belediye tarafından tüçüncü kişilere kiraya verilmesi halinde elde edilen kira bedeli ile benzer yerlerin belediye şirketine kiraya verilmesi halinde elde edilen kira bedeli arasında yaklaşık elli katlık bir fark olduğu anlaşılmıştır.” denildi.

(Zaman)

“Nükleersiz Türkiye için Kürekle Karadeniz” 52.Gününde: karayelle imtihan

abana1

3 Ağustos ’ta Hüseyin Ürkmez ’ in sandalını Hopa ’ya getirmesinin üzerinden yaklaşık olarak 2 ay geçti. Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy kullanmak için İstanbul’a dönüp görevini ifa ettikten sonra tekrar Hopa’ya gelerek kürek çekmeye başlaması 13 Ağustos ’u buldu .13 Ağustos itibariyle geçilen yerler ,basın açıklaması yapılan şehirler ve bazı ilçeler sırasıyla ; Hopa, Trabzon, Rize, Giresun, Samsun, Ordu , Fatsa, Gerze , Sinop ,mesafe olarak ise 900km .52 güne doğru Agustos hele ki Eylül ortasından sonra daha sert bir havayla karşılaşması ise Hüseyin’e sürpriz olmadı zira denizi tanıyordu. Tüm bu süre zarfında deniz bazen  onu kucakladı bazen hırçınlaştı, onu ayakucuna attı, hatta üzerinde dolaşmasını istemedi, yanına yaklaştırmadı, karalarına doğru fırlattı.  Karadeniz hırçındı ama Hüseyin de kararlı. Nükleersiz.org ve Yeşil Düşünce Derneği(YDD) tarafından da  Hüseyin’in tahminleriyle  İstanbul’a varış tarihi eylül ayı sonu gibi  öngörülüyordu ama artık ekim  sonu veya kasım başı varması  daha gerçekçi bir tahmin ,anlaşılan hayatımızın her safhasında yaşayarak öğreniyoruz .  Olsun, acelesi yok hiç kimsenin; Karadeniz sahilleri boyunca kurulması planlanan  bir nükleer santralin geleceğimizi  tehdit edecek olduğu gerçeğini  bölgede yaşayan halkın günlük hayatlarında konuşması ise  esas mesele, tek  yöntem şu; denizin de yelin de karası beklenir, hava biraz sakinleyince itinayla devam edilir. “Mesele” demişken Şimdiye dek Hopa’dan  Sinop’a kadar heryerde insanların günlük  hayatlarında konu olmayı başaran Hüseyin hakkındaki değerlendirmelerin hayali kahramanlarımız  Ayşe Teyze ‘yle Fahri Dayı  arasındaki versiyonu en basitinden şöyle olabilir mi acaba?

Ayşe Teyze: Bey, gördün mü kürekçiyi,bizim köye gelmiş şimdi de.

Fahri Dayı : Gördüm ya!

Ayşe Teyze : Zoru ne ola ki ?

Fahri Dayı: Atom santrali kurulacak ya ona tepki miymiş neymiş

Ayşe Teyze: Delinin zoruna bak hem de Hopa’dan çıkmış deyorlar.

Fahri Dayı: He ya zararlıymış nükleer santral, çernobil olduydu hani

Ayşe Teyze: yaa çernobil ,balık yememiştik hani kaç sene

Fahri Dayı: Ne balığı, çay içememiştik korkumuzdan çay!

Hüseyin’in haberini alanlar arasında, günlük hayat içinde bu kadarcık konuşma geçerse ne ala! O zaman atılan taş ürkütülen kurbağaya değmiş olur ; Nitekim  ilerleyen günlerde İnebolu dolaylarında konakladığı Gemiciler’de uğradığı bir kahvede yukarıdaki diyalogun bir benzeri Hüseyin ile yaşlı bir Amca  arasında geçecek ve Amca Hüseyin’e ne için kürek çektiğini soracak nükleer santral bu kadar kötü mü yani dedikten sonra bu eylemi için Hüseyin’e teşekkür edecekti .

abana

 

Hüseyin, 24 Eylül sabahı Karadeniz sahili boyunca uzanan otobanı paramparça eden kestane karası fırtınası dinip güneş yeniden yüzünü gösterince Ayancık’tan çıkıp Türkeli üzerinden Çatalzeytin’e geçti. Çok geçmeden, bir gün sonra da karayele teslim oldu ve bir kez daha günlerce denize çıkamadı . Artık Çatalzeytin’e yerleşip yaşamını orda sürdüreceğini düşünmeye başlamıştık ki nihayet hava ve deniz şartları düzeldi ve 30 Eylül itibariyle tekrar küreklere asıldı, öğle saatlerinde Abana ’ya vardı.  Orada kendisini aralarında Abana-Kastamonu basın mensuplarının da bulunduğu bir kalabalık karşıladı. Hüseyin burada gelenlere proje hakkında bilgilendirici açıklama yaptı. Akşam  Gemiciler’ de konakladı . Proje hedef tarihin gerisine düştüğü için ertesi gün yola çıktığında  İnebolu’ya girmesi mümkün olmadı,  Doğanyurt taraflarına ilerledi. Doğanyurt’a kadar geldiği hat üzerinde Doğu Karadeniz’de olduğu gibi bir otoban gürültüsü yoktu, tersine otoban dağların arkasından dolandığı için  doğanın ve sessizliğin hakim olduğu ortamda en çok rüzgarın sesinin çıktığına tanık oldu . Bugün  Hüseyin’in sandalı hala Doğanyurt’ta bir balıkçı baranağında, bu sefer de  karayelin hoş görüsünü bekliyor .  Hüseyin’in basın açıklaması yapacağı bir sonraki ana durağı ise  bir süredir termik santrallere karşı verdiği mücadeleyle gündemde olan öte yandan Unesco Dünya Miras Listesi ’ne girmesi layık görülen güzeller güzeli Amasra. Amasra’ya kalan mesafe 45 km.   Saatte 5 km gittiğini öngörürseniz  basit bir matematik hesabıyla Hüseyin’in  Amasra’ya  9 saatlik yolu var gibi  fakat, Karadeniz bu nasıl davranacağını kestirmek zor , en iyisi biz denizi takip eden havayı koklayan adamı izleyelim .

  • Hüseyin’i bu bağlantı dan takip edebilir; Projeye bu adres üzerinden katkıda bulunarak yerinizden kalkmadan  nükleersiz bir Türkiye için bir kürek de siz atabilirsiniz.

 

 

 

Pınar Demircan

(Yeşil Gazete)

 

Hayvanları Koruma Kanunu’nda neler olacak?

IŞİD, Kobani, çözüm süreci, AKP-Cemaat kavgası, HSYK, yolsuzluk operasyonları, karşı operasyonlar, eğitimde neredeyse ana sınıfa dayanan tesettür, inşaatlarda 5’er, 10’ar, 100’er ranta kurban edilen hayatlar, metroya giren direk…

Ama bu öyle bir davadır ki, şu çılgın Türkiye gündeminde, tüm küçümsemelere rağmen her zaman gündemde yer edinmeyi başarmış, İstiklal Caddesinin gördüğü en kalabalık yürüyüşlere konu olmuş; meclisin en çarpıcı komisyon toplantısı olarak tutanaklara geçmiştir. Bu davanın savunucuları, mükemmel değil ama olabileceği en iyi haliyle bir kanun taslağını, 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nı TBMM Genel Kurulu gündemine az hasarla getirmeyi başarmıştır.

Bazı tesadüfler acıtır

24. Dönem Milletvekili olduğumda eski bir milletvekili büyüğüm “bana bak, sen şimdi bu hayvan meselelerine meraklısın, bu işe yoğunlaşıp hafife aldırma kendini” diye tembih etmişti. Benim de TBMM başlar başlamaz ilk kez söz alışım, 4 Ekim Dünya Hayvan Koruma Günü’nde hayvan hakları ve Ekolojik Anayasa konuluydu. Zira bu yasanın değiştirilmesi ve bu konunun da siyasetin gündeminde olması benim açımdan öncelikliler arasındaydı.

O gün yeni bir milletvekili olarak ilk konuşmamı yapıp – biraz da heyecanla – ailemi aradım; acaba seyredebilmişler miydi? Teyzem açtı telefonu. Annem ve babam evde yoktu. “Neredeler” diye sorduğumda, aldığım cevap “Senin için, Milletvekilliğin için kurban kestirmeye gittiler” oldu. Bazen tesadüfler acıdır. Tıpkı 2014 Kurban Bayramı’nın birinci gününün 4 Ekim Hayvanları Koruma Günü’ne denk düşmesi gibi.

Neyi başardık, neyi başaramadık
5199 Sayılı Kanunun değişmesi için yapılan mücadele uzun. Onu ileriki satırlarda anlatırım. Öncelikli olarak neyi başardık neyi başaramadık kısaca onları yazalım:

* Doğal Yaşam Parkları muamması şimdilik durduruldu. Yani aşılanıp, küpelenmek üzere belediyelerce sokaklardan toplanacak hayvanlar, ortamlarına yani sokaklarına geri bırakılacak.

* Yeni Yunus Parkı – yasanın geçmesi itibarıyla – açılamayacak; mevcutlar ise kapanmamakla beraber yeni yatırım yapılamayacak, işletme ömrünü tamamlaması beklenecek.

* Yeni hayvanat bahçelerinin açılmasını engelleyemedik. Ancak hazırlanacak bir yönetmelikle açılma koşuları ağırlaşacak.

* Tehlikeli tür tanımını ortadan kaldırdık. Artık dogolar, pitbull’lar toplanamayacak.

* Sokak hayvanları üzerinde deney yapılamayacak. Yasak.

* Hayvanları kasıtlı olarak öldüren, işkence ve tecavüz edene hapis cezası verilecek.

Daha çok konu var, ama bunları öne almamın nedeni kamuoyunda en çok tartışılanlar ve yanlış bilinenler. Devam edelim:

Kısa tarihçe…
Türkiye’de hayvan hakları mücadelesi ile anılan Emel Yıldız, bilinen adıyla “Panter Emel”e buradan koca bir selam göndermek gerekiyor. Her ne kadar bu aktivizmi olumsuzlayanlar tarafından negatif bir figüre dönüştürülmeye çalışılsa da; bugün eğer hayvan hakları bu noktaya gelmişse burada Emel Yıldız ve arkadaşlarının hakkı ödenmez.

AKP iktidarının “bizden önce yoktu” listesindeki 5199 sayılı yasa, 2004 yılında yapıldı. Ancak her alanda olduğu gibi yasa çıkınca bu alandaki eksikler de ortaya çıktı. Yasa içerisindeki açık noktalar hayvan hakları savunucularını ve STK’larını harekete geçirdi.

TBMM’de 24. Dönem başlar başlamaz, 2011-2012 yasama yılında bu konuya en az benim kadar kafa yoran milletvekili arkadaşım Umut Oran ile birlikte bir değişiklik taslağı hazırlığına başladık. Bu süre zarfında bize ulaşan ve bizim ulaşabildiğimiz aktivistler, gönüllü kuruluşlarla çalıştık, HAYTAP’tan destek aldık, belediyelerden görüş istedik ve AB müktesebatını taradık. Sonunda bizce iyi olan bir değişiklik teklifi hazırladık. CHP olarak sunduğumuz bu taslak AKP Hükümetini de hareketlendirdi. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’na talimat vererek kendi taslaklarını hazırlattı. Bu arada 15 Şubat 2012’de TBMM tarihinde ilk kez, bir bakanla birlikte dört parti milletvekilleri ve hayvan hakları savunucularıyla birlikte ortak basın toplantısı yaptık.

Tasarı hayal kırıklığı oldu

Ama AKP’nin taslağı çıkar çıkmaz kızılca kıyamet koptu. Zira yasada çok az madde değişmişti ve çok tehlikeli düzenlemeleri getiriyordu. Üstelik bu taslağın CHP teklifi olduğunu sanan hayvanseverlerin hışmına biz de uğradık. Taslakta şiddetle karşı koyulan “Doğal Yaşam Parkları” tanımı vardı. Yani, adı “Doğal Yaşam Parkı” ama, şehir hayvanlarını insanlardan uzakta ölüme mahkum edecek sürgün yerleri. Bir diğer tehdit, bir süredir yönetmeliklerle toplatılan tehlikeli tür tanımı yasaya giriyor ve dört cins köpek yasaklanıyordu. En çok şikayet edilen hayvanlara işkence etme, tecavüz etme, öldürme karşılığı para verip kurtulma konusunda ciddi bir ceza artırımı da yoktu. Bu arada bizim teklife dönersek, mevcut teklifteki uyutma ve deney maddelerinde iyileştirme öngörmüştük. Ama “Hayvan haklarını koruyan böyle bir yasada deney ya da uyutma olmaz” eleştirisi alınca bu maddelere hiç dokunmamak ve bu iki maddeyi komisyonda tartışmaya açmak üzere teklifimizi değiştirdik.

Derken uzun yürüyüşler, milletvekillerinin posta kutularını kilitleyen mektuplar sonucu AKP de teklifini değiştirerek, değişiklik yapma işini ilgili meslek örgütleri ile STK’ların ağırlıklı katılımıyla toplanacak Çevre Komisyonu’nuna bıraktı. Tabii bu aşamaya öyle kolay da gelinmedi, onu da bir kenara not edelim.

Komisyonda kıyasıya mücadele
19 Şubat 2014 tarihinde Çevre Komisyonu ilgili STK’lar, meslek örgütleri, gönüllülerle toplandı. İlk gün komisyon bütün katılımcıları dinledi, mevcut kanunu ve iki ayrı değişiklik teklifini sundu. Daha sonra alt komisyon oluşturuldu. Bu komisyon köpek eğitmenlerinden horoz dövüştürenlere, hatta köpek tarafından ısırılanlara kadar herkesi dinledi. Barınaklar gezildi, belediyeleri ilgili birimleriyle toplantılar yapıldı. Alt komisyon, herkesin aradığını içinde bulacağı gayet güzel bir teklifi hazırladı. Ama sırada Komisyon vardı.

Teklifin görüşüleceği çevre komisyonu 11 Haziran 2014 tarihinde toplandı. Ama bir tuhaflık vardı. Bir gece önce ilgili STK’ları aradığımda kimse davet almadığını söylüyordu. Bu bir felaket olurdu, zira teklifi önergelerle deleceklerini ve savunmanın bu şekilde zayıf kalacağına emindim. Gece kim var kim yok aradım. O gün salonda inanılmaz bir kalabalık vardı. Kanunun üzerinden geçilmeye başlandığında, gerçekten de önergelerle teklifin bambaşka bir hal almaya başladığını gördük. Zira deney maddesi, yunus parkları, küpelenmek üzere toplanacak hayvanların bırakılacağı yerler ile ilgili önergeler geliyor ve pek de tartışılmadan geçiyordu. Gelenler şoktaydı. İlk 4 maddenin geçmesinin ardından toplantıya 1 hafta ara verildi.

Madem öyleydi, o halde biz de önerge yağmuru yağdırmalıydık. Ama görüşülen ilk 4 madde yeniden görüşülmeliydi. 19 Haziran 2014 tarihinde yapılan ikinci toplantı kıran kırana mücadele halinde geçti. Önergeler yağıyor, kimi reddediliyor, bürokratlar savunmada, aktivistler taleplerinde ısrarlı, ortam geriliyor. Derken Komisyon Başkanı Erol Kaya ile katılımcılar arasındaki gerilimin dozu artınca salon birden HAYTAP Dönem Başkanı Nesrin Çıtırık’ın “biz köle değiliz” çığlıkları ile çınladı. Çarşının karışması ve toplantıya zorunlu ara verilmesinin ardından doğrusu “bu toplantı artık bitti” karamsarlığındaydım. Salondan kimsenin ayrılmamasını rica ederken, Komisyon Başkanının odasına davet aldım. Bakan Eroğlu gelmişti ve komisyon sivil toplumla uzlaşma yolunu seçmişti.  Katılımcıların talepleri en yüksek ölçüde karşılanıyordu.

Nerelerde savaştık ve kazandık?

DOĞAL YAŞAM PARKLARI-BESLENME NOKTALARI: Alt Komisyonda Doğal Yaşam Parkları muammasını aşmıştık ama komisyon toplantısında Mehmet Metiner bir önerge ile Beslenme Odakları önermiş ve apar topar geçirilmişti. Beslenme odağının ne olduğu, nerelerde olduğu tartışma konusuydu. Komisyon toplantısında en çok zorlandığımız ve mücadele verdiğimiz konulardan biri bu oldu. Sonunda kazandık ve besleme noktalarındaki tereddüt giderildi. Sokaktan alınan hayvanlar bakımları yapıldıktan sonra ortamlarına yani sokaklarına geri bırakılacak. Yalnızca okul, ibadethane, hastane, çocuk oyun alanları gibi alanlar ile toplumun yoğun olarak bulunduğu alanlara konmasın diye bir kısıt kondu. Bunu takipteyiz.

DENEYLER: Bir süre önce çıkarılan bir yönetmelikle sokak hayvanlarının üzerinde deney yapılması konusu açık bırakılmıştı. Deney hayvancılığının ticarileştiği ve bilimsel olamayan pek çok çalışma için hayvanların deneylerle sakatlanıp öldürüldüğü Türkiye’de bu kez sahipsiz sokak hayvanları deney kurbanı olacaktı. Bu deneylerin yasa ile yasaklanması için büyük mücadele verildi Komisyon’da. Tam umutlar tükenmişken AKP İzmir Milletvekili Aydın Şengül’ün yaptığı konuşma ve verdiği destekle bu engeli de aştık. Ayrıca yapılacak deneysel çalışmalar AB Direktiflerine bağlandı.

YUNUS PARKLARI: İki toplantılı mücadelede en önemli kazanım Yunus Parkı Lobisinin onca bastırmasına rağmen, yeni yunus parklarının açılamayacak olması oldu. Kara ve su sirkleri ile yunus parkları yasaklandı. Ancak mevcutlar kaldı. Mevcut işletmeler de hayvan sayısını artırma; yeni şube açma gibi yollarla kapasite artıramayacak, üretim yapamayacak, Orman ve Su İşleri Bakanlığın izni olmaksızın işletme hakkını devredemeyecek. Yunus parklarının hayvan refahına uygun olarak düzenlenmesi için kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 6 ay içinde Orman ve Su İşleri Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle belirlenecek.

PETSHOP’LAR: Petshopcular da bastırdı. Hayvanların petshop üzerinden satışları konusu tartışmaların odak noktalarından biriydi. Burada bir geçiş süresi talep edildi ve bu geçiş süresi sonrası hayvan satış yerlerinde satışı yapılacak hayvanların ancak buralarda hayvan üretim çiftlikleri ve bakımevlerindeki bulundurulabileceği şartı getirildi. 31.12.2016 tarihi itibarıyla petshoplarda artık hayvan satılamayacak.

HAPİS CEZALARI:

Hapis cezası getirilen fiiller de şöyle:

* Kasten öldürme 4 ay-3 yıl; işkence ile öldürme halinde yarı oranında artış

* İşkence 3 ay- 2 yıl

* Cinsel ilişki 3 ay-2 yıl

* Hayvan dövüştürme (folklorik olanlar hariç) 6 ay – 2 yıl

* Kas ve çene yapısı güçlü hayvanı başıboş bırakmak 4 ay- 2 yıl

Önemli para cezaları:

* Hayvanı acı, ıstırap çekecek şekilde film çekimi, reklam ve benzeri işlerde kullanmak 2 bin TL

* Yunus parklarıyla ilgili yükümlülüklere aykırı davranış; ruhsat iptali ve hayvan başına 25 bin TL

* Hayvana kasıtlı olarak kötü davranmak, psikolojik acı çektirmek, aç ve susuz bırakmak, sokağa terk etmek 3 bin TL

* Kas ve çene yapısı güçlü hayvanları ağızlıksız ve tasmasız dolaştırmak 1.000 TL

Biz hayvan hakları derken, 4 günlük kurban bayramında ne yazık ki yine o bildik görüntülere tanık olmak zorunda kalacağız. Oysa etik hayvancılık, acısız kesim için her şey hazır. Diyanet bile fetva verdi. Daha ne bekliyoruz…

Melda Onur – Bianet / biamag