Ana Sayfa Blog Sayfa 3837

Validebağ’da koru nöbeti devam ediyor

Üsküdar Validebağ Korusu yanındaki cami inşaatına tepki gösteren halk, soğuk hava ve yağmura rağmen alandaki bekleyişini gece de sürdürdü.

14 validebağ...

Validebağ Korusu yanında bulunan arazideki cami inşaatına tepki gösteren yaklaşık 30 kişi, soğuk hava ve aralıklarla süren yağmura rağmen gece boyunca alanda nöbet tutmaya devam etti. Nöbetçiler, alana kurdukları naylon çadırlar altında, yanlarında getirdikleri battaniye ve yorganlar yardımıyla soğuktan korunmaya çalıştı. Soğuk havadan etkilenen bazı kişiler teneke kutuda ateş yakarak ısınmaya çalıştı; bazıları da çay ve kahve içerek bekleyişini sürdürdü. Gecenin ilerleyen saatlerinde uykusuzluğu dayanamayanların naylon çadırlar altına uyuduğu görüldü. Polis ekiplerinin de inşaat alanındaki bekleyişi sürüyor.

İpek Tenolcay, “Buna eylem demeyelim artık”

15 validebağMahalleli olarak inşaata tepki gösterdiklerini belirten sinema ve dizi oyuncusu İpek Tenolcay, “Buna eylem demeyelim artık. Biz eylem falan yapmıyoruz. Aşağı yukarı 25 senedir buradayım. Burada yürüyüş ve sporumu yaptım. Kızımla piknik yaptım. Okulu var kızımın. Onun okulunun piknik yaptığı bir alanın bozulmaması ve muhafazası için bir mücadele veriyoruz. Buna eylem demek istemiyorum; çünkü çoğunluğun kullanma hakkının elinden alınmamasını istediğimiz bir bölge var. Bu konuda mahalleli olarak bir tepki gösteriyoruz diyelim. İyi şeyler olmasını bekliyoruz. Bugün sonuçlanmasını beklediğimiz bir dava vardı. O davadan bir haber çıkmadı. Sanıyorum yarın haber çıkacak. Biz de ona göre hareket edeceğiz” dedi.

Derelerin Kardeşliği Platformu’ndan 9 Kasım Trabzon Mitingine çağrı

Derelerin Kardeşliği Platformu 9 Kasımda yapılacak mitinge çağrı amaçlı ”Derelerimiz, yaylalarımız, ormanlarımız satılık değil”, ”Karadeniz Kararmasın, Geleceğimiz Solmasın” şiarı ile  Trabzon Gazeteciler Cemiyetinde bir basın açıklaması yaptı.

DEKAP Derelerin Kardeşliği Platformu

Derelerin Kardeşliği Platformu (DEKAP) adına konuşan dönem sözcüsü Ömer Şahin; “Yüzyıllardır üreterek var ettiğimiz, yaşadığımız vadilerimizin, köylerimizin, yaylalarımızın yolunu bilmeyenler; yaşadığımız sıkıntılara, sorunlarımıza kulaklarını tıkayıp görmezden gelenler bugün, siyasi iktidarın hukuksuz yasa ve yönetmeliklerinden cesaret alarak yaşam alanlarımıza üşüştüler” diyen DEKAP, bu büyük yağma harekatına karşı doğayı ve yaşamı savunduklarını belirtti.

HES’lerin, sularının, derelerinin, doğal yaşam alanlarının sermaye sahiplerine peşkeş çekme projesi olduğunu bildiklerini ifade eden DEKAP “Satılık suyumuz yok. HES’leri istemiyoruz!”

Yeşil Yol’u, termik ve nükleer santralleri, taş ocaklarını, siyanürü istemediklerini belirten DEKAP, artık yasaların bile bu talanı kolaylaştırmak üzere çıkarıldığı belirterek “İşte bu yüzden bu yağma harekâtına karşı duran, vadisini, deresini, köyünü, ormanını, yaylasını savunan herkesi omuz omuza vermeye, hep birlikte yaşamı savunmaya çağırıyoruz! Gelin canlar-canlılar bir olalım, omuz omuza duralım, doğayı ve yaşamı savunmak için 9 Kasım’da Trabzon’ da buluşalım!..” dedi.

(Direnişteyiz.org)

Radikal’de yaprak dökümü sürüyor: Elif İnce de işten çıkarıldı

Radikal gazetesi, kent haberleriyle tanınan muhabiri Elif İnce’yi işten çıkardı.

Birçok kent haberine imza atan İnce, Gezi Parkı direnişine neden olan Topçu Kışlası Projesi’ni “Gezi Parkı Buz Kesti” manşetiyle gündeme taşımıştı.

İnce, bir haber için Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ile görüşürken
İnce, bir haber için Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ile görüşürken

Brown Üniversitesi ve Columbia Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Okulu mezunu İnce, 2010’dan beri Radikal gazetesinde çalışıyordu.

İnce, gazetesinde yaptığı kent haberleri sonucunda “Mimarlar Odası Oktay Ekinci Basın Ödülü”, Şehir Plancılar Odası “Kent Planlama Basın Ödülü”, Behzat Miser anısına verilen Kent Haberi Ödülü (İdris Emenle birlikte), “IV. Halkın Hakları Basın, Sanat ve Dayanışma Ödülü” ödüllerini almıştı.

Radikal gazetesi yazılı basına veda ettikten sonra birçok muhabiri ve köşe yazarını işten çıkarmıştı.

(Bianet)

Validebağ Korusu’ndan – Fatoş Çırnaz

Yaklaşık 10 gündür Validebağ Korusu’na gitme eylemini yürürlüğe koyabilsem de, aslında süreci baştan beri takip ediyorum. Hatta ilk gün gittiğimde bazı notlar aldım gazeteci edasıyla belki paylaşırım Yeşil Gazete okurlarıyla diye. Fakat duvarın dibinde oturan 6-7 kadından oluşan grup fotograf çekmemi istemedi. “O kadar azız ki” dediler, halbuki küçük masaları,imza topladıkları kağıtlar, çayları, soğuk içecek kutuları, sade dövizleriye o kadar mütevazı, bir o kadar da naiftiler…

Çok utandım kendimden. Hergün birkaç saatte olsa gelebilme, destek olma, işe yarama sözü verdim kendi kendime. Hemen telefon numaraları aldık birbirimizden.

validebağ 8...
Foto: Fatoş Çırnaz

AKP yanlılarının halkı direnenlerden soğutmak için kullandıkları yöntemleri anlattılar. Söz konusu alan 10-15 yıldır zaten betonumsu durumda, düzenlenmemiş. Çocuk parkı, yeşillendirme çalışması hiç mi hiç yapılmamış. Halbuki yeşil alan olarak gözüküyor belediye parsellerinde. Ayrıca arabaları için otopark gereksinimleri yok. Kapalı ve açık otoparkları var bolca.

Son günlerde özellikle hafta sonundaki yürüyüş ve ve direnişden sonra polis tutumunu değiştirerek yüksek tellerden duvar ördü halkla arasına. Bundan sonra gördüğüm kadarıyla daha kalabalık, daha özgüvenli, daha düzenli, daha coşkulu ve örgütlü bir halk  topluluğu oluştu burada.

Özellikle akşamları bu kalabalık daha da artıyor. O ilk günlerde oturma eyleminde polisin ite kaka aşağı sokağa sürdükleri insanlar artık daha güçlü.  Ama sabahın erken saatlerinde insan gücü en acil ihtiyaç  gözüküyor. Püskürtme, saldırılar genellikle sabah vaktinde oluyor KOS’a (Kuzey Ormanları Savunması) göre. Akşamları çok güzel bir tablo oluşuyor 3-4 günden beri. Herkes burada çoluk çocuk, genç, kadın yaşlı özellikle de gençler…

validebağ 9
Foto: Fatoş Çırnaz

Dün gece özellikle çok coşkulu bir halk vardı. Bir köşede KOS toplantısı yapılırken bir köşede atölye çalışması brandaların altıda sürüyor. Halihazırda çadırlar yok ama müzik var, atıştırmalık masaları(tertemiz örtülü), sıcak çay, kahve, ev yapımı kekler, börekler, kahvaltılklar, ışık tesisatı, mikrofon kurulumu, elişi bez afişler, pankartlar, “Direniş yerine gider” yazılı yönlendirme kartonları, bolca nezaket, paylaşım ruhu, “birlikte başarırız” havası, heyecan, yine bir olma hali var.

Melda Onur, İbrahim Kaboğlu, Arif Belgin genellikle buradalar. Bu arada avukat Gülsüm Özdemir  7.idare mahkemesinden düzeltilmiş yürütme kararını alamadı.

KOS’a göre İdare mahkemesindeki hakim,  “Cami engelleyen hakim” olmak istemiyor. Halbuki civarda 26 camii var (ki Üsküdar Belediyesi 2 camiyi satmış durumda). Prosedür uzayacağı için Arif Bey (Validebağ Gönüllülerinden) kaygılı. Hukuksal süreç tamamlanmadan hafriyat makinası geldi ancak alana sokulmadı. Fakat işin içine kötü niyet girerse hukuksuz inşaat başlar ve biter. “On binlerin burada olması  gerek; Gezi Parkı gibi” diyor Arif Bey.

Site sakinleri faydalandıkları sosyal tesislerden kayıtlarını sildirdiler. Gerekçeleri sosyal tesislerinin polis karakolu haline getirilmesi. Tuvalet ihtiyacı için bundan sonra komşular evlerini de açacaklar.

validebağ 10
Foto: Fatoş Çırnaz

İlk önce küçük bir kadın grubunun, semt sakinlerinin, Validebağ gönüllülerinin başlattığı; ama bugün gitgide büyüyen direnişin asıl amacı cami inşasına engel olmak değil. Bu canım koruda betonlaşmanın önüne geçilmesi.

Daha önceleri burası koskoca bir ormanmış. İlk günlerde korunun içinden geçerken, cıvıltılı şarkılarıyla kuşlar, kelebekler, kediler bana eşlik ettiler. Koşan, yürüyüş yapan, dinlenen insanlar da vardı. Hala sincapların, çeşitli canlıların evi burası ve ulu ağaçların tabi ki. Onların  yaşam hakkının  korunması, hiç olmazsa son kalan iki yeşil alandan biri olan Validebağ Korusunun koru olarak kalması çok önemli insanlar, çocuklar, hepimiz için.

Fatoş Çırnaz

 

 

Fatoş Çırnaz

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi
İstanbul İli Eş Sözcüsü

Kırsalda adımlarımın sesi var – Can Kazaz

Geçen seferki Ormanevi ziyaretimden sonra hayatımda yaşadığım zor şeyler, Ormanevi’ne özel bir yazı yazmama mani olmuştu. Yaşadıklarımı tartıp değerlendirecek vakit bulamadan başka konulara dağılmıştı hayatım. O zamanki yazıma buraya tıklanarak ulaşılabilir. Bu sefer araya bir şey girmeden yazıyorum.

Dünya’nın en büyük problemini hala savaşlar, hastalıklar, ekonomik krizler olarak görüyor olmamızdan gireceğim konuya. İnsanlar kendi elleriyle yarattıkları bu insanı merkeze koyan problemlerle boğuşadursun, ben bu kötülüğün hepsini kapsayan ve yine kendi ellerimizle hızlandırdığımız başka bir problemi kişisel gündemime aldım. Doğayla olan çarpık ilişkimiz sonucu doğan iklim değişikliği sorunu, yakın gelecekte, istemesek de, görmeyi reddetsek de gündemimize gelecek. O zaman zannediyorum ki güncel ve sığ politikanın ne kadar gereksiz olduğu, günü kurtarmak hedeflerinin ne kadar boş olduğu gerçeği yüzlerimize tokat gibi çarpacak. Kurduğumuz tüm sosyal yapı çatırdamaya ve kırılmaya başlayacak. Yine insana özgü pişmanlıklarımız ve psikolojik sorunlarımızdan oluşan girdaplarımızda boğulacağız. Tabi ki bir Hollywood senaryosu gibi eriyen kutupların yükseltmiş olduğu denizlerde de boğuluyor olabiliriz. Bu kadar kendine odaklanıp bencilleşmiş bir tür için bu son söylediğimin çok da önemli olduğunu zannetmiyorum. Sağda solda hortum görüp, hortum qeyfiyle selfie çekebilecek bir nesil yetişiyor sonuçta. Panpalarla iqlim deishiklii qeyfi adeta.

Anadolu Meraları 1

Çok kısaca ve kabaca yazdığım bu dev sorun, onu ciddiye alanlar için ciddi bir umutsuzluk kaynağı olabilir. O umutsuzluğa ben de düştüm ancak sonrasında umudu, bozduklarımızı onarmakta buldum. Nasıl bir yöntem izlenebilir hiç bir fikrim olmamasına rağmen, işe insanı en üstün noktaya koymaktan veya merkeze koymaktan vazgeçip, ekosistemlerin tüm bileşenleriyle aynı değerde bir noktaya doğru çekerek başlayabileceğimi farkettim. Bu kadar büyük bir evrende Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma, Can Kazaz’ın ne kadar önemsiz bir küçüklükte olduğu klişesine fazla girmek de istemiyorum.

Bilincimin çevresine inşa ettiğim bu farkındalıklar, bir şekilde çözüm yöntemini tünelin sonundaki bir ışık gibi gösterdi bana. Şehrin betonunu kırmakla uğraşmak yerine, kendi beton kafamı kırıp kırsalda toprağa dokunmam gerektiğini farkettim. Yani bizi besleyen ve tüm canlıları hayatta tutan o karmaşık yapıya yönelmek gerekiyordu. Kısa zamanlı deneyimlerimin ilkini Ormanevi bünyesinde gerçekleştirdim. Aynı dönemde yine Anadolu Meraları’nın Türkiye’de uyguladığı bütüncül yönetim ile tanıştım. Bütüncül yönetim nedir, ne değildir ben anlatacak yetkinlikte değilim. Dolayısıyla şuraya yönlendirip aradan çekiliyorum: Anadolu Meraları (tıklayıp ulaşabilirsiniz)

Şu ana kadar ne çektiysek şu romantizmimizden çektik. Bugüne kadar hangi devrimi ve yöntemi romantize ettiysek elimize yüzümüze bulaştı. Bu yüzden kırsalı romantize etmemek için elimden geleni yapıyorum. Kırsal zor bir yer ve şehirli biri için bu zorluk katlanarak artıyor. Ama bu gerçeği kabullenerek yaşam tarzımı kısa süreliğine bile olsa değiştirmeyi kabul ettiğimde ve bunu daha önce deneyimlemiş insanları egomu da kırarak dinlemeyi başardığımda tüm zorlukların yavaş yavaş kendi çözümlerini yarattığını, inisiyatif almanın yarattığı basit sonuçlardan doğan mutluluğu ve sevgiyi görebildim.

Anadolu Meraları 2

Seslere önem vererek yaşayan bir insanım. Görsele odaklanmış yaşantımızda duysala daha fazla yer ayırmaya çalıştıkça algımın genişlediğini farkediyorum. Bu kısa ziyarette bir an durup, ağaca konan serçenin kanatlarından çıkan sesi duyabilmenin kıymetiyle mutlu oldum. İneklerin yanına gidip, otları yerden koparırken çıkardıkları seslere gülümsedim. İçerde soba yakmaya çalışırken yaşanan heyecan kahkahalara dönüştüğünde dışardan duydum, dinledim. Balkonun yanındaki ağaçta arıların ilgisini çeken şeyler olduğunu bakmadan da farkedebilmenin tadını çıkardım. Murray Schafer’in hi-fi soundscape diye ifade ettiği meseleyi dibine kadar deneyimledim. Kırsalda adımlarımın sesi var! Ormanevi sakinlerinin benden müzik yapmamı istediklerinde isteksiz davranmamın sebebi sadece utangaçlığım değil yani :)

Bütünü dinle ve o bütüne sen de çıkardığın sesle dahil ol. O bütünün, senin sesinden aldığı katkıyla kendini yenilemesine izin ver. Bütündeki çeşitlilik, benim gitar çalıp şarkı söylememle baskılanmamalı diye düşünüyorum. Büyük şehirleri yeterince kendi seslerimizle doldurduk ve yalnızlaştık. Kırsalda farklı ve entegre bir sesler sistemini deneyimleyebilmeliyiz. Kötü tarım yapmak gibidir lo-fi soundscape yaratmak. Soundscape’ler de tıpkı toprak gibi. Yeşertmek ve onarmak elimizde.

Yoksa Blues sevmediğimden değil :D

Bu dağınık yazıya veda ediyorum. Şimdilik diyeceklerim bu kadar.

The World Soundscape Project
The Soundscape (kitap)

Bu yazı ilk olarak bensizdenkactim.tumblr.com/ da yayınlanmıştır

Can Kazaz

 

 

Can Kazaz

 

Polis, iş makinalarını içeri alıyor, #koruyukorumak için Validebağ’a

Validebağ’da saat 12:45 itibarı ile polis koruyu korumak için nöbet tutan kitleyi kalkanlarla zorla uzaklaştırarak yolu açtı, iş makinalarını içeri alıyorlar.

Foto, Ötekilerin Postası'ndan alınmıştır
Foto, Ötekilerin Postası’ndan alınmıştır

Validebağ’da nöbet tutanlar bölgede en acil ihtiyacın insan desteği olduğunu belirtiyor.

Saat 13:00’de Mehmet Bekaroğlu’nun da Validebağ’da olacağı gelen bilgiler arasında

validebağ 7

İstanbul Kent Savunması ile Kuzey Ormanları Savunması, Validebağ Korusu’na sahip çıkılması için ortak bir bildiri yayınladı.

(Yeşil Gazete)

Terra Madre yani Toprak Ana – Defne Koryürek

Torino’dayım. Slow Food hareketinin iki yılda bir gerçekleşen büyük buluşması Terra Madre etkinliklerine katılan 25 kişilik bir Türkiye kafilesinin yanı sıra dünyanın dört bir köşesinden kopup gelen aşçı, çiftçi, akademisyen, öğrenci ve aktivistle beraberim. Katıldığım üçüncü buluşma bu. Öncelikle bu sefer neler farklı onları vurgulamak isterim:

Slow Food’un uluslararası boyutta desteklediği üç projesi var. İlki Nuh’un Ambarı.

Endüstriyelleşmenin biyoçeşitliliğe verdiği zarara karşı durmanın pek çok yolunu öneren ve yerel birlikleri aracılığıyla da pratik eden Slow Food, 2000’lerden bu yana dünyanın gıda topluluklarını ve onların üretimini endüstriyelleştirerek yok kılan sisteme karşı presidia’ları veNuh’un Ambarı dediğimiz envanter çalışmasını başlattı. Presidia’lara ilk örnek ülkemizde, tarihin bilinen en eski buğdayından bulgur yapan Kastamonu İhsangazi Siyez Üreticileri’nin bulguru oldu, belki hatırlarsınız. Nuh’un Ambarı projesini de Avrupa Birliği’nde alınan bir destekle oluşturulan ESSEDRA çatısı altında Mutfak Dostları Derneği ile işbirliğinde yürütüyoruz. Bu gayretleri arttırmak, projeleri, aslında en büyük destekçisi olan bu kurumlardan çıkartıp biyoçeşitliliğin gerçek koruyucusu üreticiye taşımak amacıyla bu yıl Slow Food bir çağrı yaptı ve Terra Madre’ye gelen tüm delegelere beraberlerinde yörelerine has ürünler getirmelerini istedi. Sonuç çok etkileyici. Platformda sürekli Slow Food Biyoçeşitlilik Vakfı’nın ekibi dolaşıyor, Uluslararası Slow Food Başkanı Petrini her gün en az iki kez ziyaret ediyor ve en önemlisi ürününü kontrole gelen delegelerle ürünlerinin başında sohbet imkânı var. Üreticileri görseniz, ürünlerini tanıtırken! Muazzam bir tecrübe paylaşımı oluyor.

İkinci önemli proje Afrika’nın Bahçeleri. Son Kongre’de Vandana Shiva’dan boşalan başkan yardımcılığına büyük coşku ve sevinçle seçilen gencecik Edi Mukiibi’nin bin diye başlattığı proje bugün 10 bin hedefi taşıyor. Afrika’nın her köşesinde, topluluğunu doyurmayı hedefleyen 10 bin bahçe… hayali bile güzel! Biz bu yılın Terra Madre’si planlanırken konu sadece Afrika’yla kalmasın istedik, ama. Dedik ki New York, Brooklyn’in, Berlin’in süs değil yenilebilir bahçeler çağrısı var, yönetimlerinden, California’nın yenilebilir okul bahçeleri projesi ve bizimYedikule’miz var, Hevsel’imiz var… dediler ki forum düzenleyelim. Bu yıl, Terra Madre vesile oldu anlayacağınız, geçtiğimiz perşembe günü Yedikule Bostanları’nı dinledi delegeler. Ali Taptık ve Suna Kafadar’ın sunumları net, bütüncül ve fevkalade kalptendi. Tek ağlayan ben olmadım hâlimize ve gelmekte olan değişime direnenlerin iyi, temiz ve adil diline.

Uluslararası Slow Food’un takipçisi olduğu üçüncü önemli proje ise Yeryüzü Pazarları. Henüz ülkemizde tek bir tane var ve Foça’da. Yerel ve küçük ölçekli üreticinin pazarı olan bu Yeryüzü Pazarları biyoçeşitliliğin korunmasında çok değerli bir araç. Slow Food her fırsatta da bu pazarları kuran ve endüstriyelleşmenin tüm yarattığı kafa karışıklığına karşı koruyan ve sürdürenler arasından seçip, fark yaratanları yükseltip, ödüllendiriyor. Bu yıl, bu ödül Foça’ya geldi. Elbette yanındaydım ödülü alırken ama buradan da kayıtlara geçsin, Gül Girişmenliderliğinde Foça birliğimizin Foça Yeryüzü Pazarı hayırdır inşallah denen bir hayal değil, gerçekleşen bir dilek. Kendini bir büyükanne diye tanıtan Gül Girişmen, Gökçeada ve Şile başta olmak üzere çok birliğimiz, beldemiz için ilham verici bir lider. Üreticiler için bu pazarlar  endüstriyelleşen koşullara yerelden ve taze bir alternatif. Sadece bugün bizler değil, Gül Girişmen’i ve ekibini eminim gelecek kuşaklar da sitayişle, şükranla anacaklar.

Sonu yok yazacaklarımın, çok şey oluyor zira! Orada sen ne yapıyorsun peki diyebilirsiniz: Asio Gusto ekibinin etkinliğinde konuşmacıydım. 61 Asya ve Okyanusya ülkesini çatısı altında toplayan Asio Gusto’da #Soma #Yırca’da yaşanılan hukuksuz toprak gaspından Ayvalık Zeytin ve Zeytinyağı Üreticileri’nin başlattığı #zeytinhayattır kampanyasına örnekler eşliğinde, sürdürülebilir ve geleneksel gıda üretim biçimlerinin rant eksenli ekonomik büyüme ve enerji yatırımları karşısında nasıl korunmasız kaldığını anlattım; bu gidişe itirazları dillendirdim ve Uluslararası Slow Food başkanı Petrini’nin geçtiğimiz hafta yolladığı ve Meclis’i muhatap alan mektubuna referansla uluslararası destek talep ettim.

Terra Madre’de toplanan, buluşan altı binin üzerinde dost yüze bakıyorum da, son söz şunu söylemek isterim: dünyanın insan çağının en karanlık anları olabilir bu yaşadığımız ama insandan ümidi kesmek için sebep yok! Fevkalade adil, fevkalade iyi ve temiz usullerde buluşanlarımız yarını bambaşka hayal etmeye ve inşa etmeye devam ediyoruz.

Bu yazı ilk olarak taraf.com.tr/ de yayınlanmıştır

Defne Koryürek

 

Defne Koryürek

[email protected]

Adana’da Tango Festival’ine karşı “ayakta zina yapıyorlar” kampanyası

Adana’da her yıl düzenlenen Uluslararası Tango Festivali’ne karşı kurulan bir platform, “Ayakta zina yapıyorlar” diyerek boykot çağrısı yaptı.

Adana’da bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilen Uluslararası Tango Festivali, “Uslu Adana Platformu” tarafından “zina festivali” ilan edildi. Sosyal medya üzerinde örgütlenen ve kimlerden oluştuğu bilinmeyen platform, en son yayımladığı hakaret dolu bildiride festivalin halka açık yapılmasının engellenmesini istedi.

13 tango...

Festivale destek veren Adana Büyükşehir Belediyesi ile ASKİ’ye de “desteğinizi geri çekin” çağrısı yapıldı.

Hazal Ocak’ın Cumhuriyet’teki haberine göre; Adana’da 23 Ekim’de başlayan ve bugün sona erecek Uluslararası Tango Festivali’ne karşı çıkan “Uslu Adana Platformu” tarafından bir bildiri yayımlandı.

“Allah’tan (c.c) korkun! Açık günaha, zinaya izin vermeyin” diye başlayan bildiride, “Müzik eşliğinde kadın – erkekarasında bedensel yakınlaşma/yapışma sağlanarak sahnede zinanın sergileneceği bir festivalin ne dinimizde ne de milli kültürümüzde yeri yoktur, olamaz. Bu yıl ‘uluslararası’ boyut kazandırılması amaçlanan ‘Tango Festivali’ iptal edilmelidir. Bu festival günahın, haramın, zinanın açıkça işlenmesine sahne olacaktır. ‘Zinanın ayakta müzikle yapılan şekli’ olan, insanları günaha davet eden bu tür erotik dansın meraklısı olabilir ama bu tür çirkinlikler toplum içinde olmamalıdır” denildi.

(Cumhuriyet, Radikal)

Dersim’de iki gün süren seyahat yasağı kaldırıldı

Dersim’de Pülümür Vadisi içinde yaptırılan PKK Mezarlığı’nın açılışı gerekçe gösterilerek Cumartesi günü kent merkezi ile ilçelere getirilen giriş çıkış yasağı Pazar günü akşam saatlerine kadar devam etti. Yasak, saat 20.00 itibariyle kaldırıldı.

12 dersim...

Dersim’de PKK mezarlığının açılışı yapılacağı gerekçesiyle kent merkezi ve ilçelere İçişleri Bakanlığı tarafından getirilen giriş- çıkış yasağı Pzar günü de devam etti. Kentte öğle saatlerinde Sanat Sokak üzerinde toplanan yaklaşık bin kişilik grup, Dersim -Erzincan karayolu güzergahındaki, Pülümür Vadisi içinde bulunan Alacak Köyü sınırları içinde yaptırılan ve çeşitli tarihlerde güvenlik güçleri ile girdikleri çatışmalarda ölen PKK’lıların gömüldüğü mezarlığa gitmek için yürüyüşe geçti.

Dersim Belediye Başkanı Mehmet Bul ve DBP İl Başkanı Ergin Doğru, emniyet yetkilileriyle görüşerek mezarlığa gitmek için izin istedi. Emniyet yetkilileri de, yasağın İçişleri Bakanlığı kararı olduğu belirtilerek, yasağın henüz devam ettiği bu yüzden mezarlığa gitmelerine izin veremeyeceklerini iletti.

Bunun üzerine DBP’li yöneticiler grupla birlikte, Cumhuriyet Caddesi güzergahından yaklaşık 2 kilometrelik mesafeyi slogan atarak yürüyerek, Dersim kent merkezini mahallelere bağlayan ve aynı zamanda Dersim- Erzincan, Dersim- Elazığ yolunun geçtiği Mameki Köprüsü kavşağına kadar geldi. Burada yaklaşık yarım saat oturma eylemi yapan grup adına konuşan DBP İl Başkanı Ergin Doğru, kent genelinde olağanüstü hal ilan edildiğini ve insanların keyfi olarak seyahat etme haklarının elerinden alındığını söyledi.

Bu arada Dersim- Elazığ yönünde giriş-çıkış yapan araçlara gerekli kontroller yapıldıktan sonra izin verilirken, Dersim- Erzincan yönüne gitmek isteyen hiçbir araca ise izin verilmedi. Dersimi-Erzincan karayoluna Dersim çıkışından 5 kilometre sonra Marçik Mevkii’nde jandarma ve polis tarafından kurulan barikat ile geçişlere izin verilmezken aynı şekilde Pülümür İlçesi girişinde ve Kırmızıköprü Mevkiinde kurulan jandarma ve polis barikatı ile araç geçişlerine izin verilmedi, Dersim ve Pülümür tarafında yüzlerce TIR, kamyon ve sivil araç bekletildi.

Bu gelişmelerin ardından kente giriş-çıkış yasağı bugün saat 20.00 itibariyle kaldırıldı. Kentin girişinde önlem alan polis ekipleri bariyerleri kaldırıp bölgeden ayrılmasıyla hayat normale döndü.

Validebağ Gezi’ye dönüşür mü? – Ege Ural

Validebağ korusu son günlerde adından çokça bahsettiren, İstanbul’un ortasında kalmayı başarabilmiş sayılı yeşil alanlardan, gündemde gibi olan ancak birazda gündemin gölgesinde kalmış saklı cennetlerden, Anadolu yakasının güzide bölgelerindendir.

Kuzeyinde Beykoz, Kuzeydoğusunda Ümraniye, Doğusunda Ataşehir, Güneyinde Kadıköy ve Batısında da İstanbul Boğazıyla çevrilidir bu yeşil zengini alan.

Korunun tasvirini ve konumunu başarıyla gerçekleştirebildiysek eğer konuya girmek istiyorum. Ne oluyor bu Validebağ korusunda? Niçin insanlar günlerdir bekliyor orada? Polis müdahaleleri oluyor, insanlar direniyor, neden?

Öncelikle Validebağ korusuna yapılması planlanan bir cami var. Ne kadar güzel geliyor kulağa değil mi? Elbette camiler yapılacak, insanlar ibadetlerini gerçekleştirecek, ancak meselenin sadece cami yapımı olmadığı konusunda birtakım görüşler var.

Bu görüşler arasında yeşil alanın katledileceği, bölgenin imara açılacağı, alışveriş merkezidir, otoparktır, sitedir vesaire korunun betonlaşacağı ve griye dönüşeceği gibi düşünceler var. Bu bakımdan, yukarıdaki paragrafta sorduğumuz sorunun cevabı niteliğinde de olacak, insanlar Validebağ’da gece gündüz bu yüzden nöbet tutuyorlar.

Bu durum ortaya “Cami yapımı engellenmeye mi çalışıyor?” gibi bir soru da çıkartabilir. Ancak bu kanaatte değilim. Mesele cami yapılması değil. Ama neden bu bölgenin seçildiği meselesi merak konusu. Bu değerli bölge ranta mı açılmak isteniyor? Sorusu da burada yanlış olmayacaktır.

İşin aslı, yapılmak istenen inşaatın İstanbul 7. İdare Mahkemesi tarafından yürütmenin durdurulmasına rağmen inşaata devam edilmek isteniliyor olması. Buna engel olmaya çalışanlara ise polisin müdahale etmesi. Kısacası olan biten bu Validebağ’da.

Tüm bu olanlar, akıllara gezi olaylarını da getirmiyor değil. Validebağ’daki direnişe bir takım gezi anlamları yüklenmeye çalışılıyor. Orada gezi ruhu var deniliyor. Olabilir. Ancak gezi kadar kitlesel bir hal almayışı belkide birtakım çevrelerin canını sıkıyor. Geçtiğimiz günlerde büyük kentlerde yaşanmış terör olaylarına baktığımız zamanda. Belki Validebağ’da bir şekilde provoke edilmek isteniyor veya edilecek olabilir.

Hatırlayacağınız üzere gezi olayları da birden çıkmamıştı. Patlak vermesinin ardındaki sürece baktığınız zaman, bir grup zaten günlerdir orada bekleyişte ve direnişteydi. İşte Validebağ korusundaki durumda aynı gezi olayları öncesindeki duruma benziyor. Akıllara da “bir gezi daha mı yaşanacak?” sorusu endişeyle geliyor.

Endişe verici bir durum çünkü, gezide bir çok can kaybı yaşandı, insanlar politize edildi, ülke resmen bölünmenin eşiğine geldi, sokaklarda kan, vahşet kol geziyordu, seksen darbesi öncesi dönemin tam olarak aynı olmasada bir benzeri yaşanıyordu. Büyük şehirlerde gündelik hayat aksıyor, insanlar maddi, manevi kayıplar yaşıyorlardı. Vücutlarının uzuvlarını yitirenler vardı, analar babalar evlat acısı yaşıyor ve ülkedeki kaos havası her geçen gün artıyordu. Gezi hoş değildi! Çünkü gezi provoke edildi!

Bu bakımdan diyorum, hükumete sesleniyorum, oradaki kolluk kuvvetlere sesleniyorum! Bir gezi daha yaşanmasın. Hükumet geçmişte yaşadığı geziden bir ders çıkartsın ve Validebağ’da orantısız güç kullanmasın. Olayları sündürüpte farklı güruhların işin içine girmesine müsade vermesin. İnsanların damarına basılmasın, canları yakılmasın ve mesele uzlaşıcı bir tavırla uzamadan tatlıya bağlansın!

Dikkate alınmalıdırki, şiddet yanan sobaya kolonya dökmekten başka bir şey değildir!

Bu yazı ilk olarak mavihaber.com/da yayınlanmıştır

Ege Ural

 

 

Ege Ural