Ana Sayfa Blog Sayfa 3813

ABD’de cezasızlık isyanı, Ferguson ayaklanması ülke çapına yayıldı

Amerika Birleşik Devletleri’nde Michael Brown adlı siyahi genci vuran polis hakkında Ferguson’daki federal mahkemenin jüri heyeti, polis memuru Darren Wilson’a ceza verilmemesi gerektiğine hükmetmesi ülke çapında infial uyandırdı.

28...

Haberin duyulmasının ardından Ferguson’daki mahkeme önünde yüzlerce kişi ‘adalet istiyoruz’ sloganları attı. Şiddet eylemlerine protesto gösterileri sırasında göstericiler etraftaki araçları ateşe verdi.

29ABD’nin her tarafında tırmanan şiddet eylemlerinin ardından hükümet yetkilileri itidal çağrısında bulundu, Başkan Obama, “Herşeyden önce biz hukukun üstünlüğü ilkesi üzerinde yükselmiş bir ulusuz ve burada kararı büyük jürinin verecek olduğunu kabullenmek durumundayız. Kararı doğru bulan ya da bu karardan büyük hayal kırıklığı ve hatta öfke duyan Amerikalılar var. Bu anlaşılabilir bir tepki. Fakat ben Michael’ın ailesinin, kararı protesto edenlerin bunu barışçıl biçimde yapması gerektiği yönündeki uyarısına katılıyorum.” şeklinde konuştu.

18 yaşındaki Michael Brown 9 Ağustos 2013 günü beyaz bir polis memuru tarafından vurularak öldürülmüş, bunu haftalarca süren kitlesel protestolar ve sokak çatışmaları izlemişti. Olay siyahilerin yoğun olarak yaşadığı Missouri eyaletine bağlı St Louis kentinin Ferguson bölgesinde meydana gelmiş, 9 Ağustos gecesi Michael Brown’ı durduran polis memuru Wilson, savcılık iddiasına göre; silahsız genci 12 el ateş ederek öldürmüştü.

St Louis mahallesinde yoğunlaşan olaylarda bölge emniyet müdürü Jon Belmar’ın açıklamalarına göre, dün geceki olaylarda 12 bina ateşe verildi, en az 150 el ateş edildi. Belmar buna karşılık polisin ateşli silah kullanmadığını ve kimsenin ölmediğini söyledi.

(Euronews, BBC Türkçe)

 

Havuz Medyasında hazan mevsimi: 3 genel yayın yönetmeninin işine son verildi

Akşam ile Güneş Gazeteleri ile Star Medya Grubu ‘nda dün akşam üst kademe operasyonu gerçekleştirilerek genel yayın yönetmenlerinin işlerine son verildi.

27..İki medya grubunun da patronu olan Ethem Sancak, Star Medya Grubu Başkanı Mustafa Karaalioğlu, Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Ziya Cömert ve Akşam Gazetesi Genel Yayın yönetmeni Mehmet Ocaktan’ı bu akşam işten çıkardı.

Star Medya Grubu ve Kanal 24 ile Akşam ve Güneş (TurkMedya) gazetelerini elinde bulunduran Ethem Sancak, genal yayın yönetmenleriyle yollarını ayırdı.

Sancak’ın bu kararının ardından Mustafa Karaalioğlu (Star Medya Yayıncılık Grup Başkanı), Yusuf Ziya Cömert (Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni) ve Mehmet Ocaktan (Akşam gazetesi Genel Yayın Yönetmeni) 24 Kasım 2014 Pazartesi günü itibarı ile görevlerinden ayrıldılar.

3 yayın kuruluşunun tepe noktasında bulunan isimler ile ilgili alınan bu beklenmedi.k kararın arkasında nelerin yattığı ise hala meçhul olsa da bu kararın arkasında patron Ethem Sancak ve CEO Mustafa Karaalioğlu arasında 2 milyon liralık ‘hortumlama’ kavgasının olduğu iddia ediliyor.

“Kadın ile Erkek fıtratı gereği eşit olamaz” sözleri dünya basınında

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ‘ın I. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi’nde (KADEM) yaptığı konuşmada kadınla erkeğk eşit değildir, eşit olmaları fıtrata aykırıdır sözleri dünya basınında da kendine geniş yer buldu.

11...

Dünya çapında bilinen basın kuruluşları Erdoğan’ın sözlerini şu şekilde kendi kamuoylarına yansıttı;

ABD – Washington Post

Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul’da yaptığı konuşmada “Kadınları ve erkekleri eşit duruma getiremezsiniz, bu doğaya aykırıdır, kadın ve erkeğin doğaları farklıdır. Bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta Amerika’yı Müslüman keşifçilerin keşfettiği açıklamasının ardından gelen son kışkırtıcı açıklamaydı”

İngiltere – BBC

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kadınların erkeklerle eşit konuma getirilemeyeceğini söyleyerek, feministleri anneliği reddetmekle suçladı. Erdoğan, İstanbul ‘da yaptığı konuşmada “Kadınlar erkeklerle eşit olamaz. Bu doğaya aykırı” dedi, feministlerin de İslam’daki anneliğin önemini kavrayamadıklarını savundu. Erdoğan bir süre önce de kadınlara üç çocuk sahibi olma çağrısı yapmış ve sezaryen ile doğum ve kürtaja karşı olduğunu açıklamıştı.

İngiltere – Guardian

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kadınların erkeklerle eşit olmadığını söylediği konuşmasında feministleri de anneliği reddetmekle suçladı. Dindar Müslüman Cumhurbaşkanı, biyolojik farklılıkların kadın ve erkeğin aynı fonksiyonları yerine getirmesini engelleyeceğini belirterek kadınların kırılgan doğasının her iş için uygun olmadığını ifade etti.

İngiltere – Independent

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kadınlar ve erkekler arasındaki eşitliğin doğaya aykırı olduğunu söyledi. Erdoğan, “Kadınlar ve erkekleri eşit değerlendiremezsiniz, bu doğaya aykırıdır. Hamile bir kadını bir erkeğin çalışması koşullarında değerlendiremezsiniz. Çocuğunu emziren bir kadın bir erkekle eşit tutamazsınız” diye konuştu.

(Radikal)

Biyogaz ile çalışan Otobüs

Dışkı ve yiyecek artıklarından üretilen biyogazla çalışan otobüsler İngiltere’de toplu taşıma için kullanılmaya başladı. Bath ve Bristol hava limanı arasında ilk seferine çıkan bu otobüslerin alışıldık fosil yakıtlardan farkı dizel benzin yerine biyogaz kullanıyor oluşu. Biyogaz’ın şehir yaşamında gittikçe artan çevre sorunlarına çözüm olup olamayacağı ise merak konusu.

26...

 

Bio Bus adı ile trafiğe çıkan bu otobüsler, dışkı ve diğer organik artıklardan üretilen biomethan gazı ile çalışıyor. Otobüs dolu bir tank biogaz ile yaklaşık 186 mil yol gidebiliyor. Bu yolu yapan bir tank dolusu gazın üretimi için de yaklaşık beş insanın bir yıllık organik atığı yeterli oluyor. Otobüsü tasarlayan mühendisler dizel benzinle karşılaştırıldığında biometan ile çalışan otobüslerin hava kirliğine katkısının daha az olduğu görüşündeler. Ayrıca bu yöntemin toplu taşımacılıkta sürdürülebilir bir seçenek olduğunu düşünüyorlar.

Yeşil gazete olarak konuyu araştırdık .(* ) Belçika’da yapılan bir araştırmanın sonuçlarını gösteren aşağıdaki tablolarda görüldüğü gibi, hem iklim değişikliğinin önlenmesinde kritik olan CO2 emisyonunun azaltılmasında hem de havayı kirleten diğer gaz emisyonlarında biyogazın avantajlı olduğunu söylemek mümkün.

b7

Tüm emisyonlar açısından yenilenebilir enerji kadar etkin olmasa da dışkı ve diğer atıkların dönüştürülmesi de kuşkusuz önemlidir.Şehir yaşamında havayı daha az kirleten bir seçenek olarak ‘’kaka ile çalışan otobüs’’ adlandırması  bizi gülümsetiyor.

 

(Yeşil Gazete, Grist, Guardian)

http://orbi.ulg.ac.be/bitstream/2268/128673/1/The%20economic%20and%20environmental%20feasibility%20of%20biogas%20buses%20in%20Li%C3%A8ge-BIVEC.pdf

 

“Hepimiz feminist olmalıyız”*

Feminizmin ne olduğunu çok iyi biliyorsun. Annelik bilmeyen feministler, erkek düşmanı feministler, kıllı feministler, sinirli feministler. Çok iyi biliyorsun. Bunları derken anne olmamayı seçmiş veya biyolojik olarak anne olamayan kadınları; kadın seven kadınları, kimseyi sevmeyen kadınları; toplumun ve şirketlerin dayattığı kadın imgesine karşı çıkan veyahut canı istemediği için kıllarını almayan kadınları; ve sen ve sen gibiler yüzünden sinirli olan bizleri çok güzel dışlıyorsun.

Sinirliyim. Sinirli bir feministim. Kendi tanımıyla mutlu, Afrikalı, erkeklerden nefret etmeyen feminist yazar Chimamanda Ngozi Adichie’nin konuşmasında dediği gibi hepimiz sinirli olmalıyız, sinir pozitif değişimi getirir:

“Sinirli olmanın yanında umutluyum da. Umutluyum, çünkü insanların kendilerini daha iyi için baştan yaratabileceğine inanıyorum. Bugünden itibaren daha farklı, daha adaletli bir dünya, daha mutlu kadınların ve daha mutlu erkeklerin olduğu bir dünya için çalışmaya başlamalıyız. Bunun için de oğullarımızı ve kızlarımızı daha farklı yetiştirmeliyiz.

Oğullarımızı yetiştirirken onlara çok zarar veriyoruz, onların insanlığını tüketiyoruz. Erkekliği öyle dar tanımlıyoruz ki erkeklik dediğimiz şey en nihayetinde küçük bir kafes oluyor ve oğullarımızı o kafese hapsediyoruz. Oğullarımıza korkudan korkmayı öğretiyoruz. Oğullarımıza zayıflıktan, kırılganlıktan korkmayı öğretiyoruz. Ama oğullarımıza en büyük kötülü onları sert olmaları gerektiğine inandırıp, kırılgan egolarıyla bırakarak yapıyoruz. Bir adam kendini ne kadar sert olmak zorunda hissederse, egosu o kadar zayıftır.

Kızlarımızı yetiştirirken daha da çok zarar veriyoruz; çünkü onları erkeklerin kırılgan egolarının ihtiyaçlarını karşılamaları için yetiştiriyoruz. Kızlara kendilerini küçültmeyi, azaltmayı öğretiyoruz. Onlara diyoruz ki ‘Hırslı olabilirsin, ama çok hırslı olamazsın. Başarılı olmayı hedeflemelisin, ama çok başarılı olmamalısın yoksa adamları tehdit edersin’.

Kadın olduğum için evli olmaya özenmem bekleniyor. Hayatımdaki kararları verirken hep evliliğin en önemli şey olduğunu aklımda tutarak karar vermem gerekiyor.  Evlilik iyi bir şey olabilir, ortak mutluluğun ve aşkın ve dayanışmanın kaynağı olabilir. Ama niye kızlara evliliğe özenmeyi öğretiyoruz ve oğlanlara öğretmiyoruz?

Belli bir yaşa gelmiş ve evlenmemiş kadınlara toplumumuz bunu büyük, kişisel bir başarısızlık olarak görmeyi öğretiyor. Ama bir erkek belli bir yaşa geldiğinde hala evlenmemişse aradığını bulamadı diye geçiştiriyoruz.”

Kızları büyütürken sürekli onları denetleyerek büyütüyoruz. Bacaklarını kapa, başını kapa, konuşma, dışarı çıkma, gezme…  Tüm arzularını baskılayarak, tüm seslerini kısarak büyüyor kızlar. Sanki sırf kız olarak doğdukları için doğaları gereği annelik, onun da önşartı olarak evlilik asli görevleriymiş, hayatta bundan başka arzuları olamazmış gibi büyütüyoruz.

Anneliğin kutsiyetini öne çıkarırken hem kızların başka arzularının gelişmemesine ve geride kalmalarına neden oluyoruz, hem de erkekleri babalık sorumluluklarından tamamen uzaklaştırıyoruz. Annelik kutsal bir meslek olduğu için annelerin çocukların bakımını da üstlenmesi bekleniyor. Bu iş yıkılmasını da, çok basit bir şekilde “anne ve baba bir değil, çocuğun anneye daha çok ihtiyacı var” diye açıklıyoruz.

Dün konuştuğum birisi eşinin hamile olduğunu ve işi çok uzakta olduğu için çocuğu doğurduktan sonra işi bırakacağını söyledi. Kendisinin nerede çalıştığını biliyorum, İstanbul’un göbeğinde çalışıyor. Yine de emin olmak için onun işinin eve yakın olup olmadığını sordum, aldığım cevap: “ama çocuğa bir şey olduğunda annesinin gitmesi gerekir”. Elbette kadının hamilelik ve hemen sonrasındaki bilfiil olması gereken emzirme dönemlerinde işten uzak kalabilmesi ve bu durumun çocuk öncesi ve sonrasında aleyhinde işlememesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır, ama her şey biyolojik olarak normale döndüğünde babalar ne güne duruyor? Oysa annelik ne kadar kutsalsa, babalık da o kadar kutsaldır çünkü çocuk yetiştirmenin emeği o ceninin bağlandığı rahimden değil, o ceninin büyümesinden gelmektedir.

Herkes hayran olmuştu Emma Watson’ın Birleşmiş Milletlerde “Kadınlar için erkekler” kampanyasında yaptığı konuşmaya. Konuşmadan ziyade kampanyanın adı bana dert olmuştu: Kadınlar için erkekler. Oysa cinsiyet rollerinden sadece kadınlar mağdur değil. Bu cinsiyet rollerine sıkışıp kaldıkça ne kendimize dürüst olabiliyor, ne de özgür ve mutlu olabiliyoruz.

Evlenmek istemeyen kadınlar, evlenmeyen kadınlar, çocuk yapmak istemeyen ve yapmayan kadınlar ve adamlar kendimizi bu dünyaya ait değilmişiz gibi hissediyoruz.

Feministin sözlük anlamı cinsiyetlerin sosyal, politik ve ekonomik eşitliğine inan kişi.

Benim için anlamı cinsiyet rollerinden sıyırılmamız gerektiğine inanan ve bunun için çabalayan kadın veya erkek.

Bu yüzden hepimiz için hepimiz gerekiyor. Bu yüzden hepimiz feminist olmalıyız.

*Chimamanda Ngozi Adichie’nin TED konuşmasının başlığı

Devam senaryosu – Mesut Yeğen

İki hafta önce ‘çözüm sürecinin bitirilmediğini ama devam da etmediğini, bekletildiğini, hem PKK’nin hem de devletin hazmedebileceği bir devam senaryosunun oluşmasının beklendiğini’ yazmıştım. Devam senaryosu geçen hafta itibarıyla oluşturulmuşa benziyor. Geçen birkaç hafta içerisinde Hakan Fidan ve Abdullah Öcalan geride kalan iki yılda yaşanan aksaklıkları, 6-8 Ekim’de yaşanan cinnet durumunu ve devletin ve PKK’nin kaldırabileceklerini gözeten bir devam senaryosunu oluşturmuş görünüyor. Yalçın Akdoğan’la HDP heyetinin yaptığı görüşmeden sonra yapılan açıklamalar ve hükümete yakın gazetecilerin yazdıkları devam senaryosunun ana hatlarını ortaya koydu.

Yazılan çizilenden ve yapılan açıklamalardan anlaşılan şu: Devam senaryosu, kesilen görüşmeleri kaldığı yerden yeniden başlatıyor olmanın ötesinde bir hüviyet arz ediyor. Devam senaryosu, görüşmeleri yeniden başlatmanın haricinde, geride kalan iki sene boyunca tarafların yapmayı taahhüt edip de yapmadıklarının bir kısmını yapmalarını ve çözüm sürecine yeni parametrelerin eklenmesini öngörüyor.

Öcalan için bir sekreterya oluşturulması ve fiziki koşullarının değiştirilmesi ve Öcalan’la görüşen heyetin genişlemesi, süreci kaldığı yerden devam ettirecek, süreci görüşmeden müzakereye dönüştürecek adımlar olacak.

Devam senaryosunda, tarafların geride kalan zaman zarfında yapmayı taahhüt edip de yapmadıklarının yerine getirilmesi de var. Burada beklenti daha ziyade PKK’den. Yeni senaryo belli ki PKK’nin şehirlerdeki etkinliğinin, görünürlüğünün sınırlanmasını ve sınır dışına çekilmenin yeniden başlamasını öngörüyor. Kamu düzeni dendiğinde kast edilen bu.

Senaryoda üç de yeni parametre var. Devam senaryosu, ilkin PKK’nin iktidarı paylaşmasını esas alan Rojava’daki yeni statükonun devletçe tanınmasını, ikinci olarak da PKK’nin fiilen Türkiye dışına çekilmesinden ibaret olacak olan Türkiye’ye karşı silahsızlanmayı öngörüyor. Her iki parametre de, devletin 2013’ten bugüne oluşan yeni durumu tanımayı kabul ettiğini gösteriyor. İlk parametre PKK’nin olmadığı bir Rojava seçeneğinin, ikinci parametre ise Kürt meselesinin hakka hukuka, anayasal reformlara tekabül eden bölümünü konuşmak için öne sürülen PKK’nin tümden silahsızlanması önerisinin devlet tarafından geri çekilmiş olduğuna işaret ediyor. Devam senaryosunun tümden yeni olmamakla birlikte netleştirilmiş olması itibarıyla yeni sayılabilecek üçüncü parametresi de bir izleme heyetin kurulacak olması. İzleme heyeti, PKK’nin hep şikayet edegeldiği müzakerelerin kayıt altına alınması ve üçüncü bir gözün gözetiminde gerçekleşmesinin önünü açacak olması itibarıyla önemli.

Devam senaryosu, bütün bu yeni özellikleri itibarıyla oldukça önemli olmasına rağmen, süreci devam ettirme, daha önemlisi süreci selamete kavuşturma becerisine sahip olacak mı, bu belli değil. Her ne kadar Öcalan ve Fidan’ın oluşturdukları bu yeni senaryonun devletin olduğu kadar PKK’nin hassasiyetlerini göz önünde bulundurularak oluşturulduğu belli olmakla beraber, hem PKK’nin hem de devletin bu yeni senaryoya tümden olur verip vermeyecekleri belirsizliğini koruyor.

PKK, devam senaryosunun öngördüğü çekilme işini tamamlamayı büyük ihtimalle çekilmenin durmasına sebep olan yeni karakolların ve barajların yapımının durdurulmasını ve müzakerelerin üçüncü gözün gözetiminde ve seçimlerden önce tamamlanmasını şart koşarak kabul edecektir. Hükümetse yeni senaryoya müzakereleri mümkünse seçim sonrasına bırakacak bir belirsizlik katmaya çalışarak onay verecektir. Oysa, bu türden bir ısrar devam senaryosunun PKK tarafından kabul edilmesini engelleyebilir. PKK bu türden bir ısrarı hükümetin seçimleri çatışmasız atlatmaya dönük bir manevrası olarak okuyacaktır. Bu durumda devam senaryosunun çalışması için PKK’nin öncelikle şehirlerdeki görünürlüğüne son verecek bir biçimde ülkeden çekilmeyi kabul etmesine mukabil hükümetin de müzakerelerin seçimlerin öncesinde ve üçüncü gözün gözetmenliğinde tamamlanmasını kabul etmesi gerekir gibi görünüyor.

Ama galiba devam senaryosunun çalışabilmesi için yapılması gereken başka bir şey daha var: Sahada ya da uygulamada oluşabilecek pürüzlere fazla kulak asmadan ilerlemek. Ne PKK ne de hükümet sahayı arzu ettiği ya da söz verdiği oranda kontrol edemeyebilir. Dolayısıyla, sahada oluşabilecek pürüzlere tahammül gösterip, müzakereleri seçimlerden önce tamamlamak devam senaryosunun çalışması için elzem görünüyor.

Mesut Yeğen – basnews.com

LGBTİ Gençlik, Siyah Pembe Üçgen’in çağrısı ile İzmir’de buluştu

İzmir’deki LGBTİ oluşumları ve LGBTİ haklarına politikalarında yer veren öğrenci örgütleri Siyah Pembe Üçgen’in çağrısıyla buluştu.

Kaos GL’den Selda Şenol’un haberine göre Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği’nin davetiyle toplanan oluşumlar birlikte ortak işler yürütülmeye dair yapılabilecekler ile daha sağlıklı bir iletişim ve kolektif çalışma pratikleri için yapılması gerekenler üzerine bir atölye çalışması yaptı.

18 spugenclik...

Dokuz Eylül Eşit Şerit Topluluğu, İzmir Katip Çelebi Tıp Öğrencileri Birliği, Ege LEGEBİT, SYKP LGBTİ, SDP LGBTİ, İzmir LGBTİ İnsiyatifi’nden temsilcilerin katılımlarıyla gerçekleşen toplantıda yapılan atölyelerle İzmir’deki tüm LGBTİ toplulukların bir arada ortak projeler ve faaliyetler yapabilmesi, temas edebilmesinin sağlanması ve ortak iş yapabilirliğin pratik hale gelmesinin önündeki engellerin nasıl aşılabileceği tartışıldı.

Atölyeler sonrasında, oluşumların istekleri doğrultusunda bu toplantının ilk olması ve devamının gelmesine, çalışmaların ise somut öneriler doğrultusunda devam etmesine karar verildi.

(Kaos GL)

Yerel Gıda Devrimi yapan 10 Kent

Emily Seifert’in Foodtank’de yayınlanan haberini, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Elif İlik’in çevirisiyle sunuyoruz.

* * *

İklim değişikliği ile beraber, kentlerde yerel gıda sistemlerinin geliştirilmesi ve böylece gıda üretim ve dağıtım yöntemlerinin oluşturulması her zamankinden daha önemli hale gelmiş durumda. Dünyadaki birçok kent, bu konuda önemli adımlar atıyor. Vatandaşlar, işletmeler ve kâr amacı gütmeyen kuruluşlar birlikte çalışıyor, gıdalarımızı nasıl yetiştirdiğimizi, sattığımızı, satın aldığımızı ve yediğimizi gözden geçiriyorlar. Bu gıda devrimi, gıdanın üç tekerlekli elektrikli bisikletlerle taşınmasından boş alanların kent bostanları haline getirilmesine kadar birçok şekilde gerçekleşiyor. İşte Food Tank’ten Emily Seifert’in seçtiği, gıda devriminde önde gelen 10 kent:

17...

Amsterdam
Sürdürülebilir bir gıda kenti olarak bilinen Amsterdam, gıda taşımacılığı üzerinde de çalışmaya başladı. Yerel gıdaların, çiftliklerden dükkânlara ve restoranlara taşınması için Foodlogica isimli bir sistem geliştirildi. Bu sistemle yerel gıdalar, üç tekerlekli, üzerine güneş enerjisi panelleri bulunan elektrikli bisikletlerle taşınıyor. Program, hem kentteki çevresel kaygılara hem de kalabalığa ilişkin sorunlara çözümler sunuyor.

Austin

Sürdürülebilir Gıda Merkezi‘nin “Yerel Gıda Yetiştirme” programı, okul bostanlarının oluşturulmasına ve sürdürülmesine, 30 yıldan fazla süredir yardımcı oluyor. Austin’deki Merkez, toplumun gıda ile ilgili çözümlere dâhil olabilmesi için farklı yollar geliştiriyor. Vatandaşlar, kendi gıdalarını yetiştirerek, yerel çiftçilerle tanışarak, gıdaları mevsimine göre ve besin değerini koruyacak şekilde pişirerek daha sürdürülebilir bir gıda sistemi oluşturmada aktif rol oynuyorlar.

Brüksel
Sürdürülebilir kafeteryalar ve mutfak bostanları gibi gıda programları oluşturan kent, “Yavaş Gıda Brüksel” kapsamında sık sık “Lezzet Gezileri” düzenliyor.  Bu etkinlikler, yerel gıdaya ve kentteki tarım faaliyetlerine dikkat çekiyor. Birçok yerel restoran, menülerinde sürdürülebilir gıda ve şarap çeşitlerine ayırdığı yeri artırarak, sürdürülebilir gıda hareketine verdiği desteği gösteriyor.

Calgary
“Kent tarafından yürütülen ve topluma ait bir inisiyatif olan” Calgary EATS!, Calgary’i daha sürdürülebilir bir gıda kenti haline getirmeyi planlıyor. Bu inisiyatif, 2036 yılına kadar, yerel gıda tüketiminin %30’a çıkarılmasını, kentteki gıda tedariğinin %100 sürdürülebilir yöntemlerle sağlanmasını ve kentsel gıda üretiminin %5’e yükselmesini amaçlıyor. Bu hedefler, Calgary’li vatandaşların geri bildirimleri esas alınarak belirlenmiş. Calgary’liler, sürdürülebilir gıda inisiyatiflerinin kentleri için çok önemli olduğunu düşünüyor.

Edinburgh
İngiltere’deki en sürdürülebilir gıda kenti olma amacı güden Edinburgh, “Yenilebilir Edinburgh” adında sağlık, refah, çevre, toprak kullanımı ve ekonomi gibi konularla ilgilenen bir plan geliştirdi. Plan, toplumun her kesimini bu harekete dâhil etmeyi amaçlıyor. Vatandaşlar, aileler, kurumlar ve işletmeler geri bildirim sağlamak ve kent için daha iyi bir gıda sistemi oluşturmak amacıyla harekete geçmeye çağrılıyor.

Newcastle
Geçen sene, Food Newcastle, kentin daha sürdürülebilir, daha sağlıklı ve daha aktif bir gıda politikasına sahip olmasını amaçlayan ‘Gıda Sözleşmesi’ni uygulamaya geçirdi. Program, vatandaşları bu sözleşmeyi imzalamak ve Newcastle’ın gıda kültüründe bir farklılık yaratmak için teşvik ediyor. Kent, ayrıca, “Dünyanın İlk Sürdürülebilir Balık Kenti” olmak için büyük gayret gösteriyor. Newcastle Üniversitesi, “Sürdürülebilir Balık Taahhüdü”nü imzalayarak yalnızca sürdürülebilir deniz ürünleri servis edeceğini beyan etti. Newcastle, “Sürdürülebilir Gıda Kentleri” programının ilk döneminde, İngiltere’de hedeflerine yaklaşırken finansal yardım alması için seçilen altı kentten biri.

Oakland
Oakland Gıda Politikaları Konseyi, HOPE Ortak Girişimi ve Kent Çocuğu Çiftlikleri, kent çiftçiliği, bölgesel gıda merkezleri ve kent sakinlerinin gıda güvenliği gibi konuları ele alarak, kentteki gıda sistemini iyileştirmeye çalışıyor. Oakland aynı zamanda, boş alanların uzun vadeli kent bostanlarına dönüştürülmesine olanak sağlayacak Kent Tarımı Teşvik Bölgeleri Yasası’nın kabul edilmesi için uğraşıyor.

Portland
Gıda sistemi konusunda önde gelen kentlerden birisi olan Portland, kent sakinlerine ve ziyaretçilere yeni bir deneyim yaşatmayı planlıyor. James Beard Halk Pazarı, taze gıda, içecek ve çiçek satıcılarının olacağı 4.180 metrekarelik bir pazar alanı yaratacak. Pazar sürdürülebilirlik, güneş panellerinin kullanımı, yeşil çatı ve gıda atığının azaltılması gibi konulara odaklanacak. Pazar alanının üst katında ise örnek yemeklerin pişirildiği ve kent sakinlerine eğitimlerin verildiği bir alan olacak.

Salt Lake City

Salt Lake City, Gıda Politikaları Çalışma Kolu‘nun kurulduğu 2009 yılından bu yana, gıdanın sürdürülebilirliği konusuna odaklanmış durumda. Hedeflerinin arasında toplumu bilinçlendirmek, kent çiftçiliği yapılan alanı artırmak ve vatandaşları yerel gıda tüketimine teşvik etmek var. Kent, yakın zamanda, önümüzdeki senede de büyümeyi sürdürmeye dair hedeflerin belirlendiği 2015 Sürdürülebilir Salt Lake Planı‘nı sundu.

Seattle
Seattle, kentin gıda sürdürülebilirliğini iyileştirmek için birçok politika ve programı uygulamaya koymuş durumda. Kentte, gıda geri dönüşüm konteynırlarının zorunlu olarak kullanılması, yerel gıda inisiyatifleri ve sıfır atık programları gibi birçok girişimle, herkes için daha iyi bir gıda sistemi yaratılmaya çalışılıyor. Kent bostanlarının yanı sıra, kent sakinleri, kaldırımlar boyunca kurulan ekim alanlarında gıda yetiştirmeleri ve böylece sokaklarını güzelleştirmeleri konusunda teşvik ediliyor.

 

Haberin İngilizce Orjinali

Haber: Emily Seifert

Yeşil Gazete için Çeviren: Elif İlik

(Yeşil Gazete, Foodtank)

Gezegeni Kurtarmak: Her Öğünde Biraz – Chris Hedges

Truthdig‘de Chris Hedges imzası ile yayınlanan yazının Açık Radyo.com‘da Ömer Madra çevirisi ile Türkçeye kazandırılmış halini sunuyoruz.

* * *

Benim vegan olma konusundaki yaklaşımım, Aziz Augustinus’un dinî bekâret konusuna yaklaşımı gibiydi biraz: “Tanrı bana perhiz gücü bağışlasın, ama hemen şimdi değil.” Ne var ki türlerin yokolması, suların kirlenmesi1, okyanusların ölü bölgelerle dolması ve doğal ortamların mahvolması olgularının önde gelen sebebi hayvansal tarım olunca,2 ekosistemin ölüm sarmalı da gittikçe belirgin hal alınca, vegan olmak, gezegeni ve canlı türlerini kurtarmak için hemen girişebileceğimiz en önemli ve doğrudan değişim oluyor. Karım –ki ailemizdeki yön değişikliğinin asıl motoru oydu–  ve ben, vegan olmaya karar verdik.

16 foods-carbon-footprint...

Hayvansal tarım dünya çapındaki tüm ulaşım araçlarının –yani arabaların, kamyonların, trenlerin, gemilerin ve uçakların– toplamının çıkardığı sera gazı salımlarından fazlasından sorumlu.3Besi hayvanları ile onların atıkları ve çıkardıkları gazlar yılda en az 32 bin milyon (yani 32 milyar) ton karbon diyoksit (CO2) salımından, ya da dünya çapındaki tüm sera gazı salımlarının yüzde 51’inden sorumlu.4 Besi hayvanları, karbon diyoksitten 296 kez daha yıkıcı bir sera gazı olan azot oksit salımlarının tümünün yüzde 65’inin müsebbibi.5 Besi hayvanı yemi olarak üretilen tahıl mahsulü, Amerika Birleşik Devletleri’nde kullanılan suyun yüzde 56’sının tüketilmesine yol açıyor.6 Dünya soya üretiminin yüzde sekseni hayvanlara yediriliyor ve bu soyanın büyük kısmı, bir zamanlar yağmur ormanı olan yerlerin ağaçlardan temizlenip araziye dönüştürülmüş topraklarında yetiştiriliyor.7 Amerika Birleşik Devletleri’nde yetiştirilen tahılın yüzde 70’i, tüketilmek üzere yetiştirilen hayvanların beslenmesine gidiyor.8

Asgarî miktarda hayvan ürünü üretmek için kullanılan doğal kaynak miktarı ise insanı afallatacak ölçüde: 1 litre süt elde etmek için 1000 litre su kullanılıyor.9 Bütün bunlara muazzam ağaç kesimleri ile yeni araziler açılmasını ve diğer büyük orman tahribatını eklersek –özellikle Amazon’da orman yıkım oranı yüzde 91’e çıkmış durumda10– o zaman kendimizi, büyük ölçüde hayvansal tarım endüstrisinin çıkarı uğruna yeryüzünün akciğerlerini ölümüne yağmalayıp söndürürken buluveririz biz de. Ormanlarımız, özellikle de yağmur ormanlarımız, atmosferden karbon diyoksiti absorbe edip onu oksijenle değiş-tokuş eder: Yani, ormanları öldürmek, gezegen için ölüm fermanı çıkarmakla aynı şeydir. Şu anda sırf besi hayvancılığına ayrılmış olan toprak miktarı, yeryüzünün kara kütlesinin yüzde 45’ine denk düşmektedir.11

Dahası, okyanuslara karşı girişilen büyük taarruz bu hesaba dahil değil. Dünyanın önde gelen balık sahaları aşırı avlanmadan mustarip, denizlerde devasa alanların ölü bölgelere dönüşme tehlikesi başgöstermiş durumda.

Bizler vegan beslenmeye geçerek, şirket kârları uğruna milyarlarca hayvanın işkenceden geçirilmesine suç ortaklığı yapmayı reddedebiliriz; ve buna ilaveten, özellikle kalp hastalığı ve kanser konularında yararı ayrıntılı olarak belgelenmiş olan bitkisel beslenmenin getireceği sağlık kazanımlarını elde edebiliriz.

Richard A. Opplander, “Comfortably Unaware: What We Choose to Eat Is Killing Us and Our Planet” (Huzurlu Gaflet: Yemeyi Seçtiğimiz Şeyler Bizi ve Gezegenimizi Öldürüyor) adlı kitabında, yiyip içtiklerimizi değiştirmezsek ileride başımıza geleceklere dair dehşetengiz senaryoları önümüze seriyor. Üretilmesi için yaklaşık 19 bin litre su gerektiren yarım kilo bifteği12 yemekten vazgeçersek, bütün yıl boyunca duş yapmaktan vazgeçmekle tasarruf ettiğimizden daha fazla su tasarrufu sağlayacağımızı, ABD’de tüm suyun yarısının hayvanları beslemeye gittiğini kaydediyor. Şöyle yazıyor Opplander:

Kirletmeye yaptığınız katkı, tüketmek üzere satın almaya karar verdiğiniz şeylerle başlar. Burada söz konusu olan, arada bir yaptığınız alışveriş değil: her Allahın günü yediğiniz içtiğiniz tüm yiyecek maddelerinden bahsediyoruz. Et ve diğer hayvansal ürünler sözkonusu olduğunda, bu seçimin çevreye getirdiği kirlenme muazzam boyutlara ulaşır. Siz yiyesiniz diye beslenip büyütülen o hayvanı yetiştirmek için, sessiz sedasız onunla birlikte taşınan bir bagaj vardır: Yani size göre sessiz sedasız; yoksa başka yerlerde bayağı büyük bir gürültü koparmaktadır o bagaj. Yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’nde tarım ve hayvancılık tesislerinde yetiştirilen tavuklar, hindiler, domuzlar ve inekler dakikada 2,3 milyon kilogramın üzerinde dışkı üretmektedir. Bunlar her yıl insanlar et yemeye devam etsinler diye yetiştirdiğimiz hayvanlardır ve ülkemizdeki toplam insan nüfusunun ürettiğinin 130 katı dışkı üretmektedirler. Bu gübre lâğımı hem küresel ısınmanın, hem su ve toprak kirlenmesinin, hem hava kirlenmesinin ve hem de kaynaklarımızın kullanılıp tüketilmesinin müsebbibidir. Yiyecek için beslenen hayvanların ürettiği atığın içinde hayvanın beslenip büyütülmesi süreci içinde kullanılan tüm antibiyotikler, böcek öldürücüler, yabani ot öldürücüler, hormonlar ve, hayvanları besleyip büyütme sürecinde kullanılan diğer kimyasal maddeler yer alır.

Herhangi bir yerdeki toprağın bir hektarlık parçasında, yenebilir hayvansal ürünlerin oniki ilâ yirmi katı ağırlığında yenebilir sebze, meyve ve tahıl yetiştirebiliriz. Esas olarak, öldürüp yiyeceğimiz hayvanları üretmek için toprak ve tahılın yirmi katını, suyun da yüzlerce katını kullandığımız gibi, su yollarımızı ve havamızı kirletiyor, yağmur ormanlarını yok ediyoruz … üstelik, onların yerine üretebileceğimiz bitkisel ürünlerden daha sağlıksız olan bir beslenme biçimi için.

Hayvansal tarım endüstrisi, sektör konusunda araştırma yapan ya da ona meydan okumaya kalkan herkesi yasa dışı veya suçlu ilan etmek için ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ticarî anlaşmalar ve ticarî işletme sırları gibi bahaneleri kullanarak, ABD’de yaklaşık bir düzine eyalette ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasaların (ag-gag laws), federal düzeyde de Hayvancılık İşletmelerini Koruma Yasasının (Animal Enterprise Protection Act) geçmesini sağladı; bunların hepsi de terörle mücadele yasasının maddeleriyle güçlendirilmiştir. Vatanseverlik Yasası (Patriot Act), hayvansal tarım endüstrisinin kârlarına halel getiren beyanat verilmesini ya da bu yönde hareketlere girişilmesini suç saymaktadır. Radikal değişim, şirketlerin güdümündeki devletimizin güç ve kudretine karşı girişilecek her türlü meydan okumada olduğu gibi, kudret yapılarının dışında inşa edilmek zorundadır; besi hayvancılığı sektörünün karşısına çıkmayı reddeden belli başlı çevre örgütleri de buna dahildir ve değişim bunların da dışında geliştirilmek durumundadır.

Huntingdon’un Hayvanlara Eziyetine Son Verelim (Stop Huntingdon Animal Cruelty/SHAC) adlı grubun altı üyesi  2006’da Trenton, New Jersey’de federal mahkeme tarafından mahkûm edildi. Mahkeme, grubun web sitesini Huntingdon Life Sciences (Huntingdon Yaşam Bilimleri) adlı hayvan-deneyleri laboratuvarına yapılacak saldırıları kışkırtmak için kullandıkları gerekçesiyle onları mahkûm etmişti. Grup üyeleri Hayvancılık İşletmelerini Koruma Yasası’nı çiğnemek amacıyla kumpas kurmakla suçlanıyordu. Mahkûm olanlardan Andrew Stepanian –daha sonra serbest bırakıldı– bir federal “iletişim yönetimi birimi”nde tecritte tutuldu.

Besi hayvanlarımıza nasıl muamele ettiğimizi gösteren fotoğraf ve film çekimlerini yasaklayan yığınla yeni yasa var; bu durumda, boğazlanmayı bekleyen hayvanların devasa hangarlarda iğrenç derecede zalim şartlar altında tutulduğunu gösteren çok fazla görüntünün ortaya çıkmasını beklemeyin. Tarım şirketlerinin parasıyla satın alınmış politikacılardan, küresel ısınma üzerinde muazzam etkisi olabilecek bir beslenme şeklini savunmalarını da beklemeyin. Sektörden gelen reklam paraları için kuyrukta bekleyen kitle iletişim araçlarının (yaygın medyanın), bu sektörün gezegeni ne hallere sokmakta olduğu konusunda bizi bilgilendirmesini ise hiç beklemeyin.

“Cowspiracy: The Sustainability Secret”13 (“Komplosığır: Sürdürülebilirliğin Sırrı”) adını taşıyan yeni bir belgesel, hayvancılık tarımı endüstrisinin kudretini ele alıyor: Bu güç, dünya yüzünde ortak yararın şirketler tarafından yere yatırılıp boğazlanması şeklindeki yap-boz bulmacasının dev parçalardan yeni bir tanesini oluşturuyor. Film, kamuoyuna yalnızca hayvancılık tarımının çevresel etkileri konusunda değil, aynı zamanda, yediğimiz yiyeceğe neler yapıldığını, içine neler konduğunu da bildirmeye girişiyor.

“Hayvansal tarım endüstrisi, gezegenin üstündeki en kudretli endüstrilerden biridir,” diyor “Cowspiracy” filminde yer alanlardan gazeteci Will Potter. (Will Potter) “Bu ülkede çoğu insan para ve endüstrinin siyaset üzerindeki etkisinin farkında. Özellikle bu endüstride sözkonusu etkinin ortaya konduğunu açıkça görüyoruz. FBI’a göre hayvan hakları savunucularıyla çevre aktivistlerinin 1 Numaralı iç terör tehdidi sayıldıklarını öğrenmek pek çok insanı şoke edecektir. … Bugün asıl onlar şirket kârlarını diğer tüm toplumsal hareketlerden daha fazla doğrudan tehdit ediyor.”

Film, Sierra Club çevre kuruluşunun doğayı koruma direktörü Bruce Hamilton’un, bizi bekleyen vahim gelecek konusunda söyledikleri ile açılıyor. “Dünya iklim bilimcileri, sera gazı salımlarının en üst güvenli sınırı olarak atmosferdeki karbon diyoksidin milyonda 350 parça civarında olması gerektiğini belirtiyorlar,” diyor Hamilton. “Oysa biz 400’e ulaştık bile. Bilimcilere göre kuraklık, kıtlık, insanlar arası çatışmalar ve canlı türlerinde majör yokoluşlar gibi tehlikeli sonuçları göze almadan bu dünyada yaşam sürdürmeyi umabileceğimiz güvenli üst sınırın hararette en fazla 2 derece Celsius civarında bir artış olabileceğini söylüyorlar. Biz bu sınıra hızla yaklaşmaktayız ve atmosfere yerleşmiş bütün bu karbondiyoksit birikimiyle birlikte, o tavanı kolayca delip geçeceğiz. Dinozorların yok olduğu dönemden bu yana türlerin dünyada görülmüş en büyük oranda yokoluşuna göz göre göre tanık oluyoruz. Deniz seviyelerinin yükselmesi yüzünden ülkeler tümden sular altında kaldığında, ülkeler kuraklık yüzünden nüfuslarını tümüyle besleyemez olduklarını gördüklerinde ve bunun sonucunda son çare olarak başka bir ülkeye göç etmek veya başka bir ülkeyi istila etmek zorunda kalacaklarını farkettiklerinde, geleceğin iklim savaşlarını yaşayacağız.”

“Peki besi hayvanları ile hayvancılık tarımının buradaki rolü?” “Komplosığır” (Cowspiracy) filmini Keegan Kuhn ile birlikte yönetmiş olan Kip Andersen bu soruyu sorunca, “Ee…” diye yanıtlıyor Hamilton, “ne olmuş yani hayvancılığa?”

Aralarında Greenpeace, 350.org ve Sierra Club gibi önde gelen çevre örgütlerinin hayvansal tarım sektörünü karşılarına almayı reddetmeleri, şirket gücü karşısında aktivistler topluluğunun ne kadar âciz kaldığını gösteren bir pencere.

Kuhn’a Berkeley’de, Andersen’e de San Francisco’da telefonla ulaştım.

“Hem toplumda, hem de hükûmette petrol endüstrisine doğrudan bağı olanlardan çok daha fazla insanın hayvancılık tarım sektörü ile bağı var,” diyor Kuhn. “Petrol endüstrisi, görece olarak, çok küçük bir nüfusu istihdam eder ve nüfusun çok küçük bir kesimi tarafından kontrol edilmektedir. Tarım endüstrisi ise, hem hayvancılık sektörü, hem de o hayvanlara yedirilen yem ve tahıl sektörü olarak, çok daha büyük bir nüfusu bağrında barındırır. Siyasi bakımdan çok daha zorlu bir sektördür. Dünya yüzündeki en büyük yiyecek emtia şirketlerinden biri olan Cargill gibi şirketler, ABD’de siyasa yaratabilecek güçtedir. Hükûmet, uygun fiyata yiyeceğe sahip olmak istediğini söyler; bunun anlamı, bu şirketlere muazzam sübvansiyonlar vermektir. Yaşayabilmek için hayvansal ürünler yememiz gerektiği yolunda bir inanış var. Bu inanış hiç sorgulanmaz. Fosil yakıt sektörüne, elde alternatif yakıtlar olduğu argümanı ile daha kolay karşı durulur. Oysa insanlar hayvan yemeye bir alternatifin mevcut olduğunu düşünmezler bile.

“Yediğimiz şeylerin nasıl üretildiğini bilmemizi daha da zorlaştıran kanunlar çıkarılmasını kim ister ki?” diye soruyor Kuhn. “Hiçbir tüketici böyle birşey istemez. Tüketiciler daha büyük bir şeffaflık isterler. Bu da bu endüstrinin hükûmetle nasıl aynı yatağa girdiğini gösteriyor. Endüstri bizim ya da gezegenin yararına olmayan yasaları belirleyip dikte eder.”

“Hayvanları gizlemek, çiftlikleri gizlemek, bütün konuyu gizleyip gözlerden ırak tutmak, endüstrinin kullandığı bir pazarlama aracı,” diyor Kuhn.

“Endüstrinin tavrı şu: Eğer göremiyorsan, orada değildir. Amerika Birleşik Devletleri’nde her yıl 10 milyar çiftlik hayvanı boğazlanmakta. Peki ama nerede bu 10 milyar hayvan? 320 milyon insan nüfusu olan bir ülkede yaşıyoruz. İnsanları her yerde görüyoruz. O milyarlarca hayvan nerede peki? Onlar gözlerden uzakta barakalarda gizleniyor. Sektörün bu korkunç katliamları yürütmesine olanak veren bir gizlilik bu. Hayvanlara yaptıkları muameleyi de, çevreye yaptıklarını da gizliyorlar.”

“Daha küçük çiftliklerde hayvanların otlatılarak beslenmesi meselesi var bir de,” diyor Andersen. “Başta bu daha iyiymiş gibi görünüyorsa da, aslında daha kötü. Fabrika çiftlikleri hayvanlar için feci şartlar getiriyor olsa da, çevre açısından otlaklarda beslenmiş hayvanlardan daha iyi, çünkü metan gazı salımları, dışkı atıkları ve bir de, sığırlar kamu arazilerinde otlayabilsinler diye katledilen bütün o atlarla kurtlar var; bunların parası da bizim cebimizden çıkıyor. Biz filmde fabrika çiftlikleri üzerine odaklanmadık. Bunları herkes biliyor. Biz asıl şu sözümona sürdürülebilir çiftliklere baktık; hani şu herşeye cevapmış gibi gösterdikleri, insancıl (merhametli) çiftçilik dedikleri yerlere. Çoğu kez bu çiftlikler, hayvanlar için daha iyi şartlar getirseler de, çevre üzerinde çok daha kötü etki yaratıyorlar.”

Farklı bir zaman çizelgesine sahip olsaydık veya gezegen üzerinde 1,5 milyar insan yaşıyor olsaydı, o zaman bazı orta yolcu önlemler alma yoluna gidebilirdik” diyor Kuhn. “Ne var ki, ekolojik açıdan önümüzde duran mesele artık bize şunu gösteriyor: Bitki temelli bir hayat tarzına derhal geçmekten başka yolumuz kalmamış durumda.”

“Kaynaklarımızı en iyi şekilde nasıl kullanabiliriz?” Oppenlander “Huzurlu Gaflet” kitabında bu soruyu soruyor. “Hangi yiyecekler gezegenimiz üzerinde en az etki bırakacaktır? Hangi yiyecekler kendi insan sağlığımızı ve zindeliğimizi en çok geliştirip destekler? Hangileri en merhametli yiyeceklerdir? Biz yiyeceğiz diye bir başka canlı varlığı boğazlamaya gerçekten ihtiyacımız var mı? Sakın, sadece canımız istediği için yapıyor olmayalım bunu?”

Ekolojik çöküş ve yokoluştan kendimizi kurtarabilmek amacıyla radikal değişimleri gerçekleştirebilmek için şunun şurasında en iyi ihtimalle birkaç yılımız kaldı. Vegan beslenen bir insan her gün 4165 litre su, 9 kilogram CO2 eşdeğeri, 3 metrekareye yakın ormanlık arazi, 20 kilo tahıl tasarruf ediyor ve her gün, duyguları olan bir canlıyı ölümden kurtarıyor14. İleride bizi nelerin beklediğini biliyorsak eğer, veganlıktan başka hiç bir seçeneğimiz olmadığını görürüz.

 

(Çeviren: Ömer Madra)

To read in English (Truthdig, 9 November 2014) / Makalenin İngilizce aslını okumak için tıklayın:

Saving the Planet, One Meal at a Time (Thruthdig, 9 Kasım 2014)

[1]  “Water Footprint Assessment.” University of Twente, the Netherlands.

[2] “What’s the Problem?” United States Environmental Protection Agency. “Livestock’s Long Shadow: Environmental Issues and Options.” Food and Agriculture Organization of the United Nations. 2006.

[3] Ibid. (http://www.fao.org/docrep/010/a0701e/a0701e00.HTM

[4] Goodland, R; Anhang, J. “Livestock and Climate Change: What if the key actors in climate change were pigs, chickens and cows?” WorldWatch, November/December 2009. Worldwatch Institute, Washington, D.C., USA. Pp. 10-19.

[5] “Lifestock’s Long Shadow: Environmental Issues and Options.” Food and Agriculture Organization of the United Nations. 2006.

[6] 6. Jacobson, Michael F. “More and Cleaner Water.” In “Six Arguments for a Greener Diet: How a More Plant-Based Diet Could Save Your Health and the Environment.” Washington, D.C.: Center for Science in the Public Interest, 2006.

[7] Oppenlander, Richard A. “Comfortably Unaware: What We Choose to Eat Is Killing Us and Our Planet.” New York City: Beaufort Books, 2012.

[8] Ibid.

[9] “Water Trivia Facts.” United States Environmental Protection Agency.

[10] 10. Oppenlander, Richard A. “Food Choice and Sustainability: Why Buying Local, Eating Less Meat, and Taking Baby Steps Won’t Work.” Minneapolis, MN: Langdon Street, 2013. Margulis, Sergio. Causes of Deforestation of the Brazilian Rainforest. Washington: World Bank Publications, 2003.

[11] 11. Thornton, Phillip, Mario Herrero, and Polly Ericksen. “Livestock and Climate Change.” Livestock Exchange, No. 3 (2011).

[12] 12. Pimental, D., Pimental, M. “Sustainability of meat-based and plant-based diets and the environment.” American Journal of Clinical Nutrition, Vol. 78, 660s-663S, September 2003.

[13] “Cowspiracy: The Sustainability Secret,” http://www.cowspiracy.com/

[14] “Water Footprint Assessment.” University of Twente, the Netherlands.

 

Bu yazı acikradyo.com.tr/ den alınmıştır

Yazının İngilizce Orjinali

Yazar: Chris Hedges

Çeviren: Ömer Madra

(Açık Radyo, Truthdig)

Tunus’ta devlet başkanlığı seçimi ikinci tura kaldı

Tunus’ta ülkenin yeni devlet başkanını belirlemek üzere dün gerçekleşen seçimlerde sonucu, hiçbir aday gerekli oy oranına ulaşamadığından ikinci tur yapılacak. Tunus haber ajansı TAP, seçime katılım oranını yüzde 64,6 olarak duyurdu.

14...

Ekim ayında yapılan parlamento seçimini laik Tunus’un Çağrısı (Nida Tunus) kazanmış, İslamcı Nahda Hareketi ikinci sırada kalmıştı. Yaklaşık 5,3 milyon kayıtlı seçmenin oy kullanabileceği seçimde pusulalarda 27 aday yer alıyordu. Nahda Hareketi “ülkeyi bölmek istemiyoruz” açıklamasıyla devlet başkanlığı yarışında aday göstermemişti.

Tunisia 1 televizyonunun açıkladığı sandık çıkış anketlerine göre, seçimin favorisi olarak görülen Nida Tunus’un lideri, 87 yaşındaki Beji Kaid Es-Sebsi yüzde 48 oy oranına ulaştı.Kurucu meclis tarafından geçici devlet başkanlığı görevine atanan Muhammed Munsıf Merzugi ise yüzde 27’de kaldı. Seçimlerin ikinci turu 28 Aralık’ta yapılacak.

(DW Türkçe)