Ana Sayfa Blog Sayfa 3734

Yunanistan’da futbol süresiz olarak askıya alındı

Yunanistan’da hükümet, futbol sahalarındaki şiddet olayları nedeniyle profesyonel liglerdeki maçları süresiz askıya aldı. Yetkililer, kulüplerin tamamının yeni güvenlik önlemlerini yaşama geçirmemeleri durumunda, gelecek sezon da liglerin başlatılmayacağını söylüyor.

10

Talep edilen güvenlik önlemleri arasında ‘stadlara girişte akıllı bilet’ uygulamasına geçiş ve yine stadlarda kamera sisteminin kurulması da var. Geçen hafta sonu lig ikincisi Panathinaikos ile lider Olympiakos arasındaki Atina derbisinden önce taraftarlar arasında çatışma çıkmıştı.

Maçı 2-1 kazanan Panathianikos, ezeli rakibiyle arasındaki farkı 3’e indirmişti. Salı günü Yunan ligi kulüpleri birliği toplantısında da kavga çıkmıştı.

(BBC Türkçe)

Çanakkale’de köylüler tarım arazilerinin madenleşmesine karşı ayakta

Kanadalı Teck Madencilik Firması, Çanakkale’nin Ezine ilçesi Üsküfçü Köyü mevkiinde yarma açma yöntemiyle maden arayacak. Çanakkale Valiliği’nin uygun bulduğu maden arama projesinin Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreci başladı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın arama ruhsatı verdiği alanda 12 yarma açılacak, verimli tarım toprakları kazı yöntemiyle kaldırılacak. Çevre Düzeni Planı’nda orman, ağaçlandırılacak alan, tarım arazisi ve mera olarak gözüken 600 hektar büyüklüğündeki ruhsat sahasında yer alan yarma hattı alanlarında fıstıkçamı ve meşe ağaçları var.

3 yarma maden

1/5000 ölçekli Çevre Düzeni Planında orman, ağaçlandırılacak alan ve tarım arazisi olarak gözüken alanda yarma hatları orman ve şahıs parselleri üzerinde yer alıyor. Şirket tarafından hazırlanan dosyaya göre bölgede maden olup olmadığını tespit etmek için  çalışmaya başlamadan önce orman arazilerini yarmak için Balıkesir Orman Bölge Müdürlüğü’nden izin alınacak. Şahıs arazileri içinse arsa sahipleri ile muvaffakname imzalanacak.

Köylüler İmza Atmadı

Üsküfçü köyü muhtarı Ahmet Benli şimdiye kadar kimsenin muvaffakatname imzalamadığını ve imzalamayacağını söyledi; “Köyde kimse madene razı olmaz, ben de köyümün arkasındayım. 60 yıldır bu köyde yaşıyorum, topraklarımızın yarılmasını, doğamızın bozulmasını istemiyorum. Biz madene karşıyız, diğer köylerde olduğu gibi kadın erkek birlikte direnmeye, madencilerin karşısına dikilmeye hazırız.” dedi.

4 yarma  maden

Biga Yarımadasından Kazdağları’na, dağlardan kıyılara, su kaynaklarından adalara dört koldan Çanakkale’nin yaşam alanlarına yapılmak istenen doğa talanına karşı köylülerin başlattığı direniş rüzgarı dalga dalga yayılıyor. Kadın, erkek, genç, yaşlı birlikte yazılan direniş ve başarı hikayeleri; maden şirketleriyle ilk kez karşılaşan köylülere yol haritası oluyor, dayanışmanın gücünü hatırlatıyor. Üsküfçü köylüleri de Kazdağları ve Karadağ’ın çevresindeki köylüler gibi madene karşı dimdik ve birlikte durarak; yüzlerce yıldır yaşadıkları toprakları madencilere bırakmayacaklarını herkese duyurmaya hazırlanıyor.

22 Kuş Türü Tehdit Altında

Şirket son olarak bir ay önce Yenice’nin Çakıroba köyü mevkiinde cam, seramik ve boya sanayinde kullanılan feldispat aramak için başvuru yapmış; Çanakkale Valiliği feldispat maden ocağı projesi için “ÇED gerekli değildir” kararı vermişti. Çevresel Etki Değerlendirmesi gereksiz bulunan, orman ve tarım arazilerinin üzerinde yer alan feldispat maden ocağı; Gönen Ovasını sulayan, Bandırma’ya içme suyu sağlayan Gönen Barajına 8 km uzaklıkta. Ayrıca şirketin feldispat çıkarmak istediği bölgede 22 kuş türü yaşıyor ve bazılarının nesli tükenme tehlikesi altında. Yüzlerce ağacın kesileceği, toprağın kazılacağı, doğal yaşamı tehdit eden proje için çevrecilerin dava açtığı şirket şimdi de  Ezine’de ortaya çıktı.

Proje kapsamında çalışmalar başlamadan önce; yarma yapılacak alanda bulunan ortalama 0,25 metre kalınlığında tarıma elverişli nebati toprak kaldırılacak. Arazinin hazırlanması aşamasında, nebati toprağın sıyrılma, boşaltma ve geçici olarak depolanma işlemleri sırasında yoğun toz emisyonları ve gürültü oluşacak. Faaliyetin gerçekleştirileceği yarma alanları içinde çok sayıda fıstıkçamı ve meşe ağacı var. Tarımsal sulama amaçlı kullanılan Akçin Deresi proje alanının 930 metre doğusunda yer alırken Geyikli Gölet’i  8 km batısında kalıyor. Yarma çalışmalarının tamamlanmasından sonra madenin kalitesi, kalınlığı, ruhsat sahası içinde dağılımı tespit edilecek ve şirket bu kez tespit ettiği madenin çıkarılması ve işletilmesi için kolları sıvayacak. Şirket bu kez madeni çıkarmak için başvuruda bulunacak.

Geçimi tarım ve hayvancılığa dayanan Üsküfçü’de köylüler ne topraklarının yarılmasını istiyor ne  de maden çıkarılmasını. 85 nüfuslu köy yüzlerce yıldır yaşadığı, ekip biçtiği, karnını ve hayvanlarını doyurduğu topraklarını, temiz havasını madencilere bırakmak istemiyor. İki bin yıla uzanan geçmişlerinden izler taşıyan, çeşitli dönemlere ait arkeolojik kalıntıların yer aldığı topraklarının talan edilmesine karşı çıkıyor. Şirketin hazırladığı dosyada ruhsat sahasına en yakın kalıntıların, yarmaların açılacağı bölgeye 200 metre mesafede 1. Derece Arkeolojik Sit Alanında olduğu ifade ediliyor.

 

Haber: Güneş Dermenci

(Yeşil Gazete)

Akkuyu Nükleer Santrali dolgu alana kurulacak!

Mersin Çevre ve Doğa Derneği’nin iddiasına göre Akkuyu nükleer santrali dolgu alanı üzerinde kurulacak ilk santral olacak. Günde 25 milyon balık yumurtasının haşlanmasına neden olacak.

akkuyu dolgu
Akkuyu’ya kurulacak olan Rus VVER 1200 Nükleer Santrali

 

Mersin Çevre ve Doğa Derneği Başkanı Sabahat Aslan, Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin ÇED raporunda Rus VVER 1200 model santral kurulacağı bilgisinin yer aldığını, güvenlik önlemleri için referans olarak ise VVER 1000 model santralin gösterildiğini belirterek “Aslında referans gösterdikleri santral referans değil” dedi.  Santralin dolgu alanı üzerinde kurulacak ilk santral olacağını iddia eden Aslan, “Soğutma suyu kullanımı nedeniyle günde 25 milyon balık yumurtasının haşlanacağını tahmin ediyoruz” diye konuştu.

Mersin Çevre ve Doğa Derneği, ÇED raporu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca geçtiğimiz aralık ayında onaylanan Akkuyu Nükleer Santral projesi ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.
ÇED sürecinde bazı hukuksuzluklar yaşandığını, bunlara karşı 1 yıl önce dava açtıklarını söyleyen dernek yöneticisi Avukat Semra Kabasakal, “Davayı açalı bir yıl oldu ama davanın hangi mahkemede görüleceği bile hâlâ belirlenemedi. Dosyamız Ankara ile Mersin arasında top gibi gidip geliyor” dedi.
Dernek Başkanı Sabahat Aslan da, nükleer santralin ÇED raporunun ‘teknik olarak, hukuki olarak ciddi problemler taşıdığını’ belirterek, “Uluslararası hukuk kurallarına göre, ÇED raporunun onaylanması için yöre halkının rızası gerekiyor. Nükleer santralin ÇED sürecindeki halk bilgilendirme toplantısı yapılamamıştı. Bu nedenle aslında projenin hukuken sona ermesi lazım ama hükümet ısrarla projeyi sürdürdü” dedi.
Mersin Çevre ve Doğa Derneği Başkanı Sabahat Aslan’ın, nükleer santralle ilgili açıklamalarından bazı satırbaşları şöyle:

Akkuyu’ya yer lisansı yenilenmeliydi’

“Akkuyu Nükleer Santrali’nin yer lisansı 1976’da alınmıştı. Ama Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, 1976’da verilen yer lisansını yeni bir inceleme yapmadan şirkete verdi. O dönemde nüfus yoğunluğu az diye Akkuyu seçilmişti. Ayrıca 1970’li yılların teknolojisiyle kapsamlı bir depremsellik araştırması yapılamamıştı, o dönemde tarım ve turizm bu kadar gelişmemişti. Şimdi Gülnar, Aydıncık, Silifke yöresinde nüfus arttı. Turizm gelişti. Bu unsurlar göz önüne alınmadan yer lisansı verildi.”

Akdeniz’de 4 ciddi fay hattı var’

“1970’li yıllarda Akkuyu için uygun görüşü belirten Prof. Dr. Ahmet Ercan, daha sonraki yıllarda yaptığı araştırmalar sonucunda, Akkuyu’nun santral için uygun olmadığı yönünde görüş belirtti. Ercan’a göre 4 ciddi fay hattı, Akkuyu’ya çok yakın. Santralin büyük kısmı dolgu alanına yapılacak. Bunun dünyada örneği yoktur. Devirdaim pompaları yani soğutma üniteleri dolgu alanına yapılıyor. Bugüne kadar dünya 4 büyük nükleer kaza gördü. Bunlardan üçü soğutma sistemlerindeki arızalar nedeniyle yaşandı. Uzmanlar, deprem sırasında dolgu alanlarının 4 kat fazla sallanacağını söylüyor. Bu çok büyük bir risk. Dolgu alanında ayrıca atık da depolanacak ancak ÇED raporunda bu atıklar hakkında bilgi verilmiyor.”

Referans santralin örneği yok’

“ÇED raporunda Akkuyu’ya VVER 1200 tipi santral kurulacağı belirtiliyor ama bu santralin dünyada örneği yok. Rusya’da inşa halinde olan santralin ise teknik ve ekonomik özellikleri Mersin’de kurulacak olan santralden farklı. Referans gösterdikleri santral aslında referans değil. Raporda santralin tasarımının bitmediği söyleniyor ama güvenlik sistemleri hakkında bilgi veriliyor. Bu bilgiler bilimsel değil. Uygulanmak istenen sistem VVER 1200 ama raporda VVER 1000’in güvenlik sistemleri kopyala yapıştır yöntemiyle yer almış.”

Deniz suyu sıcaklığı fazla artacak’

“Raporda Akdeniz’de denizsuyu sıcaklığının 28 derece olarak hesaplandığı, en fazla 2 derece artış olacağı belirtiliyor ama bağımsız üniversiteler denizsuyunun 31 derece olduğunu söylüyor. Eğer 3 derece daha ısınırsa yörede deniz ekosistemi yok olur. Raporda deşarj suyunun 35 derece olacağı söyleniyor ama başka nükleer santrallerden bunun 38 ila 50 derece arasında olduğunu biliyoruz. Santralin soğutma sistemleri için günde 25 milyar ton su kullanırsa günde 25 milyon balık yumurtasının haşlanacağını tahmin ediyoruz.”

Üretim için değil, atık depolamak için yapılıyor’

“ÇED raporunda atıkların Rusya’ya nasıl taşınacağına dair hareket planının olması gerekiyor ama planda bu yer almıyor. Atıkların nasıl taşınacağına dair bilgi yok. Rapora göre, santral sökülene kadar atıklar Akkuyu’da kalacak. Yani Akkuyu enerji üretimden ziyade atık depolanması için kullanılacak.”

(Mersin Haberci)

Dünyayı yemek yiyerek kurtarmak [1]

Önsöz: Kırsala Dönüş yazı dizim yavaş da olsa (hayat zor!) devam ederken, 2 yazılık bir mini yazı dizisiyle karşınızdayım. Kırsal meselesiyle de doğrudan ilintili bir sezon arası bonus bölümü olarak da düşünülebilir bu yazı. İlki bugün yayında, ikincisi ise yarın yayında olacak. Burada ele aldığım konuların giderek daha fazla insan tarafından, daha katılımcı ve sağlıklı biçimde tartışılmasıdır, muradım. (Durukan Dudu)

Yazının ikinci bölümü için tıklayınız

***

Yediklerimizin nereden geldiğini, nasıl üretildiğini sorgulayan bir kitabı bundan 75 yıl önce kimseye okutamazdım” diyordurukan dudu 2 akademisyen-yazar Michael Pollan1 bir konuşmasında. ”Bugün ise en çok satanlar listesine girebiliyorsunuz”.

Pollan’ın bu sözleri, gıda meselesinin giderek artan bir hızda politikleşmesinin; hem ulusal, hem de küresel gündeme demirbaş mahiyetinde girmişliğinin de bir yansıması.

Bugün artık çok tartışılan ve yarın bundan da çok tartışılacağı kesin olan ”gıda” konusu son derece karmaşık, bir o kadar da basit. Karmaşık, çünkü misal ”Haydi organik sertifikalı gıda o halde!” diye kestirip atmak ya da ”Devletin köylümüze destek olması lazım tabi…” beylik cümleleri güzel ama yetersiz, hatta bazı durumlarda anlamsız kaçabiliyor. Basit çünkü insanın en kadim ilişkisi, gıdasıyla kurduğu ilişki – ve her insanın isteği de, ihtiyacı da hemen hemen aynı: Lezzetli, doyurucu, bol, sağlıklı, keyifli, mutlu gıdaya kendisi ve yakınları için ulaşabilmek

Geçtiğimiz Ekim ayında İstanbul’da Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin evsahipliğinde IFOAM2 tarafından 18.si düzenlenen Dünya Organik Kongresi, meseleyi enine boyuna tartışmak için güzel bir fırsat yarattı. Kongre tüm soruları tek başına etraflıca ele almadı, süre ve kapsam anlamında alamazdı da; özel odağı organik tarım, temel amacı da aktörlerin bir araya gelmesiydi. Ve ama, bunların ötesinde de kendisinden beklentimizi yerine getirdi: Gıda konusu etrafında kamusal tartışmaların güçlenerek büyümesi, hararetlenmesi için vesile oldu.

Bu tartışmalara geçmeden önce iki hatırlatmada bulunayım: Bir, sorduğumuz sorular, aslında birbirinden ayrılamaz bir bütündür, ”kolektif bir gelecek tahayyülü”nü gıdaya farklı pencerelerden ve açılardan bakarak oluşturma serüvenidir. İki, dünyanın en anahtar konumdaki meselesi olan gıdanın etrafında şekillenen tartışmaların tamamını bu yazıya sığdırmak olası değil ama en azından başlıkları ortaya koyarak çerçeveyi oturtmak, bir de üstüne Türkiye’de ve/veya dünyada görece yeni ve bir o kadar da heyecan uyandırıcı bakış açılarını paylaşmak mümkün olsa gerek.

Ve korkarak sordu: Yediğim sağlıklı mı?”

Foto: Anadolu Meraları
Foto: Anadolu Meraları

Gıda etrafında temellenen tartışmaların topluma en fazla mal olanı, gıdanın sağlık boyutu. Çikolatanın, yumurtanın ya da kırmızı etin, ”İsviçreli bilimadamları” sağolsunlar, gazetelerin ”Sağlıklı bir yaşam için şart!” ile ”Hayatta kalmak için bunlardan uzak durun” listelerinde yılda birer defa boy göstermeleriyle ete-kemiğe bürünen, toplumda sağlık sorunları arttıkça derinleşen, organik pazarların açtığı kulvarla yeni bir boyut kazanan kaygılar, gıdanın politikleşmesi sürecinde de başat oldu. Türkiye gibi toplumun neredeyse tamamının tarım ve köy temalı anılarının canlı olduğu bir ülkede, gıda meselesi her türlü ”otoriteye” (devlet, uzmanlar, doktorlar, gıda mühendisleri ve hatta bazen STK’lar) güvensizliğin baskın olduğu bir konu. Diğer bir deyişle, genelde otorite-sever olduğunu söyleyebileceğimiz Türkiye toplumu, gıda konusunda oldukça anarşist. Uzmanların burun kıvırdığı ”kulaktan dolma bilgiler”, yatay biçemlerde paylaşılıyor. Denetimlerin iyi yapıldığına, kurumlar tarafından söylenenlerin, etiketlerde yazanların, uzmanların söylediklerinin doğruluğuna pek inanılmıyor.

GDO’lar konusunda doğru bilgiye sahip olma oranının %82, bunlar arasında GDO’lara karşı olanların oranının ise %79 olduğu, bakanlığın GDO denetimlerini etkin ve yeterli yapmadığını düşünenlerin %73’lere ulaştığı bir ülke burası3.

Gıda konusunda büyük ve merkezi kurumlara olan güvensizliğin simetrik yakasında küçük ölçekli üreticilere, ”doğal” olana, yerel tohumla yerelde ve köylü arketipine uyan, pastoral bir ortamda üretilen gıdaya, içine kimya başta olmak üzere pek teknoloji bulaşmamış olduğu varsayılana duyulan içgüdüsel ve romantik bir yönelim var – Kalkınmacı, teknolojiye-imancı paradigma, gıda tüketiminde baskın değil, hatta istenmiyor. Bu yönelimin doğru kabul ettiği varsayımlardan bazılarının ”artık” pek de doğru olmayışı ve/veya istismara açık olması4 bazı sıkıntılar yaratsa da, sağlıklı, besleyici ve kaliteli gıdanın ne olduğu, veya nasıl olabileceği konusunda iyi bir temel algı var.

Ve en önemlisi de bu temel yönelim, ”Cebimizdeki parayı nereye harcadığımız politik bir eylemdir” farkındalığı yaygınlaştıkça kolektif bir gelecek tahayyülünün gerçekleşmesi için en güçlü kaldıraç haline geliyor.

Yapmamız gereken, yukarıda özetlenen temel algının daha da tutarlı ve güçlü temellere oturmasını sağlayacak tartışmaları başlatmak, sürdürmek ve

Sağlıklı toprak, sağlıklı besin demek. Foto: Savory Enstitüsü
Sağlıklı toprak, sağlıklı besin demek. Foto: Savory Enstitüsü

kolaylaştırmak. Gıdanın üretimi sürecinde özellikle iki temel bileşenin çok-boyutlu önemini merkeze oturtmamız gerekiyor: Toprak ve ”mikrobiyota“. Bu iki kavramın gerçekte ne olduğunu daha yeni yeni öğreniyoruz ve öğrendiklerimiz eski doğrularımızla ya da temel varsayımlarımızla pek örtüşmeyebiliyor.5 Temelde, ”ne yiyorsak oyuz” gerçeği tarımda da geçerli. Geçen yüzyıldan ABD’li akademisyen William Albrecth gıdayı ”Toprağın veriminin ürüne dönüştürülmüş hali” olarak tanımlıyor. Yeni toprak paradigmasının bir başka öncüsü Andre Voisin ise ”Soil, Grass, Cancer” kitabında durumu ”Herhangi bir hücre, içinde bulunduğu çevrenin biyokimyasal fotoğrafıdır” cümlesiyle özetliyor.

Bütün bunların anlamı şu: Yediğimiz gıdanın kalitesini, doyuruculuğunu, gerçekliğini, besin değerini ve sağlıklı olup olmadığını anlamamız için bakmamız gereken yer, yetiştiği toprağın sağlığı. Ve bu noktada tarım zehiri ve sentetik gübrenin kullanılmıyor olması çok önemli, evet. Ama yeni toprak paradigmasında yaşamı (ve yani gıdayı) yeniden yaratmak için bunun ötesinde de yapılabilecek, yapılması gereken çok şey var. Derya deniz enginlikte, derin olduğu kadar keyifli ve özgürleştirici yeni bir dünya bu – ”Onarıcı Tarım” adında bir de paha-biçilemez armağanı da var bize. Sürdürülebilirliğin ötesi.

Oraya da gideceğiz.

Yediğimi kim üretecek?”

Gıda, son derece politik bir mesele dedik – meselelerin en politik olanı belki de. “Ne yiyorsak oyuz”un metafor-ötesi biyokimyasal gerçekliğini içselleştirdiğimiz zaman, ”yediğimi kim üretecek?” sorusu da ”Beni kim ben edecek/yeniden-üretecek?” haline geliyor.

Bu noktada tartışma, ”şirketler – aile çiftlikleri/köylüler” ikiliğinde yürüyor. ”Şirketler” cephesinde gıda üretiminin de aynı diğer meta üretim süreçleri gibi 1) standardize edilmesi, 2) ölçek ekonomisi uyarınca büyümesi, ve 3) uzmanlaşmanın sağlanması gerektiği argümanları var. Diğer cenahta ise 1) ”gerçek gıda” kavramına, 2) geleneksel/kadim bilginin ve kırsal kültürün korunması gerekliliğine ve 3) ”şirketler bencil oldukları için kaynakları tüketecek, çevreyi iyice mahvedecekler” varsayımına ve bununla bağlantılı olarak, nispeten de yeni yeni 4) bilgi alma özgürlüğü6, şeffaflık, adem-i merkeziyetçilik, demokrasi ve gıda özgürlüğü kavramlarına atıf yapılıyor.

Bu tartışmanın Avrupa Birliği veya devletlerin iç yapılarında, yani erk merkezlerinde nasıl değerlendirildiği de ayrı bir tartışma konusu: Üyesi olduğum Kırsal Kalkınma Girişimi7 ’nin son toplantısındaki hararetli tartışmalardan biri ”Türkiye Devleti’nin aile çiftçiliğini öldürüp işletme-tipi üretimi baskın kılmak” için ne kadar kararlı ve sistematik bir politika izlediği üzerineydi.

Kompost çayı gibi biyolojik süreçler de onarıcı tarımın parçalarından. Bu fotoğraf, Savory Enstitüsü'nün Meksika'daki gözelerinden birinden. Foto: Marta hernandez de pedraza
Kompost çayı gibi biyolojik süreçler de onarıcı tarımın parçalarından. Bu fotoğraf, Savory Enstitüsü’nün Meksika’daki gözelerinden birinden. Foto: Marta hernandez de pedraza

İster politikalarda kararsızlık/yalpalanma deyin, isterseniz ”bizzat sinsi yok etme politikalarının bir parçası!”, tarımda ”modernleşmenin” önemli savunucularından FAO8’nun önerisiyle 2014 yılının Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından Uluslararası Aile Çiftçiliği Yılı ilan edilmiş olmasında da kendini gösteriyor bu durum.

Aile çiftçiliğini savunanları sevindiren bir gelişme oldu bu – ama baştan dedik, mesele karmaşık: Aile çiftçiliğinin ”korunması gereken, gerçek dünya dinamiklerinde tek başına hayatta kalma gücü olmayan” bir kavram olduğunu kabul etmek anlamına da gelmiyor mu bu? Tersten bakarsak, dünya nüfusunun 4’te 3’unun hala topluluk merkezli/yatay ”gıda ağları”(çiftçiler) tarafından beslendiği, çok yaygınmış ve hatta egemen sistemmış gibi algılatılmaya çalışılan dikey/mekanize ”gıda zincirlerinin” (şirketlerin) işe nüfusun yalnızca 4’te 1’ini doyuruyor olduğu gerçeğini 9 kendimizden bile gizleyerek her ne kadar yaşlanmış olsa da henüz ölmemiş, bizi doyurmaya devam eden bir nineye kefen giydirmiş olmuyor muyuz?

Çuvaldızı kendimize” seansına hakkını vererek devam edelim: Gıdada şirket/zincir modelini ve bunun bir gereği olarak da hibrid veya GDO tohumları, büyük ölçeği, ağır/hantal makineleşmeyi, kimyasal tarımı, kırsalın sosyolojik boyutunun erozyona uğrayıp safi hammadde deposuna dönüşmesini ve indirgemeci uzmanlaşmayı gıdanın geleceğine dair egemen ve hatta olası tek tahayyül (”kurumsal gıda” diyelim buna) olarak sunanların karşısına koyulan tahayyülün (bunun adı da ”özgür gıda” olsun) içerdiği ezbere dayalı parçalar, kendi içinde çelişkiler ve tekerlemeler yaratarak gıda direnişi hareketlerinin güçlenmesi sürecini yavaşlatıyor.

Onarıcı tarımcılar, genelde genç ve "genç ruhlu" insanlar. İnternetin yeni fenomeni olan "meme" (ingilizce bir terim: yazılı ve esprili fotoğraf/çizim) konseptini de kullanıyorlar. Keypoint, onarıcı tarımda, arazinin özel bir topografik noktasına verilen isim. "Seni bulmek...Keypoint'i bulmek gibiydi".
Onarıcı tarımcılar, genelde genç ve “genç ruhlu” insanlar. İnternetin yeni fenomeni olan “meme” (ingilizce bir terim: yazılı ve esprili fotoğraf/çizim) konseptini de kullanıyorlar. Keypoint, onarıcı tarımda, arazinin özel bir topografik noktasına verilen isim. “Seni bulmak…Keypoint’i bulmak gibiydi”.

Örneğin aile tipi tarımda kuşaklar arası devamlılık yok – çiftçiliğin açık ara en yaşlı meslek olması bunun bir kanıtı10, 40-50 yaş kuşağı çiftçilerde bekar erkek ortalamasının yüksekliği 11 de bir başka gösterge. Kan bağına dayalı, uygun fırsatını bulanın terketmek isteyip şehirleri/merkezleri güçlendiren politikalar ”sayesinde” terkedebildiği, dışarıdan dahil olmak isteyenlere ise kapalı bir demografik yapının (kırsal ailenin) tek başına geleceğin gıda üreticileri olacağını, olmak isteyeceğini, olmayı başarabileceğini düşünmek pek gerçekçi değil. Bu çiftçilerin yaş ortalaması, iletişim araçları kullanımı, sorumluluk algısı ve alışkanlıklar gibi bir çok farklı sebeplerden yeniliklere ulaşamadıklarını ya da ayak uyduramadıklarını da hesaba kattığımızda, ”özgür gıda” gelecek tahayyülünü aile çiftçiliğinin sınırlayıcı çerçevesine hapsetmek, ”kurumsal gıda” tahayyülünün değirmenine su taşımak riskini taşıyabiliyor.

Aile çiftçiliğinin hakettiği değeri görmesini arzu eden ve yerini ”kurumsal gıda” aktörlerine bırakmasını engellemek isteyenlerin, özgür gıdanın gelecek tahayyülünde ”yeni kuşak onarıcı çiftçilerini” temel aktör olarak değerlendirmeyi tartışmaya başlaması gerekiyor. Aile tipi örgütlenmeyi reddetmeden aşkın, niyet temelli topluluk12 tipi, toplumsal devinimin yüksek olduğu, günceli takip eden ve tarımda sürdürülebilirliği değil, onarıcılığı hedef alan, kendine yeterlilik ve direnc13 emeli ve ameli bulunan, dışarıya açık ve şehirdeki türeticilerle yeni kuşak ”gıda ağları” kurabilecek bir aktör bu.

Ve hızla yükselişte olan bir aktör. Ekoköyler kavramının son on yılda yaşadığı hayal kırıklığından ders alarak, konvansiyonelden bile daha düşük maliyetli ve ortalama bir organik üründen daha kaliteli bir gıdanın, ekolojik sermayeyi korumanın ötesinde hızla iyileştirerek yapılabileceğini bilen, ”Kahverengi Devrim”14 çocuklarından oluşan, kolektif yapıları ve haliyle 100 yıllık gerçekleşemeyen hayal olan ”kooperatif”leri mümkün kılabilecek, genç bir aktör. Desteklenmeye ihtiyaç duyan bir cevher.

Dayatılan gelecek tahayyülüne tepkimiz, geçmişe dönmek’le sınırlı olmak zorunda değil. Yoldaşım Volkan’ın dediği gibi, ”Babadan dededen gördüklerimizi tekrar etmek zorunda değiliz, onları terketmek zorunda da değiliz.”15

Durukan Dudu – Yeşil Gazete

Yazının ikinci bölümü için tıklayınız

Onarıcı tarım pratikleri, kovboyluk gibi geleneksel kurumlarla kol kola yürüyebiliyor. Bu fotoğraf, Savory Enstitüsü'nün Meksika'daki gözelerinden birinden. Foto: Marta hernandez de pedraza
Onarıcı tarım pratikleri, kovboyluk gibi geleneksel kurumlarla kol kola yürüyebiliyor. Bu fotoğraf, Savory Enstitüsü’nün Meksika’daki gözelerinden birinden. Foto: Marta hernandez de pedraza

Dipnotlar:

1 ABD’li akademisyen ve yazar. Berkeley Üniversitesi’nde Gazetecilik Bölümü profesörü olan Pollan, 2001 yılında yayımlanan ”Arzunun Botanığı”( The Botany of Desire: A Plant’s-Eye View of the World) kitabıyla adını duyurdu. 2006 yılında yayımlanan Etobur-Otobur İkilemi (The Ömnivore’s Dilemma) kitabı ise tam anlamıyla gündem yarattı.

2 İFOAM, International Federation of Organic Ağrıculture Movements. Türkçesi: Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu. Dünya Organik Kongresi, 3 yılda bir düzenleniyor ve organik tarım konusunda dünyanın en önemli etkinliği olarak tanımlanıyor.

3 Greenpeace Akdeniz’in ”Yemezler” Kampanyası çerçevesinde Gezici Araştırma’ya Haziran 2012’de yaptırdığı anketin sonuç raporu için: http://www.greenpeace.org/turkey/tr/campaigns/tarım-ve-gdo/halk-gdoyu-yemiyor/

4 Köylülerin yoğun tarım zehiri kullandığı örneklerin nadir-ötesi şıklığı, yerel tohum olduğu iddia edilen ya da sanılan tohumların öyle olmadığının anlaşılması, doğal üretim yaptığı düşünülen “güvenilir” şahıs çiftlikleriyle ilgili karşıt/skandal iddiaların ayyuka çıkması, toprağa ciddi zarar veren pulluğun tarımın demirbaşı olarak görülmesi, gibi örnekler verilebilir.

5 Misal, ilkokuldan kamu spotlarına kadar her yerde toprağın 1 santiminin ancak 1000 yılda oluştuğunu öğrendikten sonra, tarım yoluyla 1 yılda 4-7 santim üst toprak yaratabileceğimiz bilgisi ve bunun örnekleri, tam anlamıyla bir paradigma değişimi anlamına geliyor. Ya da insanın vücudunda toplam 10 trilyon hücre varken, sadece bağırsaklarındaki mikkrobiyota nüfusunun 100 trilyon olması ve yediğimizi beşine dönüştürme işlevinin bu “bizden daha kalabalık” mikroorganizmalarda olması, gıdayı varoluşsal bir mesele haline de getirebiliyor.

6 Şirket tipi gıda üretim zincirlerinde, gıdanın üretim süreci ve içeriğiyle ilgili bilgiler patent, ticari sir ve bazen de ”haksız rekabet” kavramını öne sürerek saklanabiliyor. Oldukça yaygın bir durum bu, şirket tipi gıda üretimlerinin alamet-İ farikası bir anlamda. ABD’de GDO’lu ürünlerin etiketlenmesine izin verilmiyor olması bu durumun başlıca örneklerinden biri.

7 Türkiye’nin farklı coğrafyalarında kırsal kalkınma konusunda çalışan 50’ye yakın kurum ve bireyin oluşturduğu, çiftçilerden akademisyenlere, aktivistlerden STK’lara kadar geniş ve katılımcı bir yapıyla önemli tartışmaların önemli bir platform. Yılda iki kere, Türkiye’nin farklı noktalarında ve farklı konularda konferanslar ve toplantılar da düzenler. Güncellik sorunu olsa da, web sitesi: http://kırsalkalkınmağırışımı.blogspot.şe/

8 FAO, Food and Ağrıcultural Organization of United Nations – Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü.

9 Üstelik, gıda zincirleri kaynakların %70’ini kullanarak %30’lük nüfusu doyururken, gıda ağları kaynakların %30’unu kullanarak %70’lik nüfusu doyuruyor. ETC Grubu’nun bu konudaki raporuna ulaşmak için: http://www.etcgroup.org/content/poster-who-will-feed-us-industrial-food-chain-or-peasant-food-webs

10 O kadar ki, Türkiye’de ve AB’de, 40 yasına gelmemiş çiftçilere ”Genç Çiftçi” adıyla özel desteklemeler var. Çiftçilerin yaş ortalamasının 58 öldüğü ABD’de, tarımı seçen üniversite mezunlarının borçlarının affedilmesi/ötelenmesi tartışılıyor –http://grist.org/food/want-to-create-a-new-generation-of-farmers-forgive-their-college-debt/ )

11 Gözleme dayalı bir tespittir, elimde ve sanıyorum Türkiye’de bu konuda bir veri ya da araştırma yok.

12 İng, “İntentional communities”. Ekoköyler, ortak eko-yerleşkeler, komünler ve kolektifler gibi ortak niyet temelinde oluşturulan ve devam ettirilen topluluk yapılarına verilen isim. Konu hakkında devam eden yazı dizimi http://yesilgazete.org/blog/2014/03/11/kirsala-donus-1-basliyor/ adresinden takip edebilirsiniz.

13 İngilizce, resilience. Tarım, iklim değişikliği, gıda, enerji kavramlarının kesişim noktasında olan bu yeni kavram, sosyo-ekonomik veya ekolojik bir ”bütünün”, bütün-dişi dünyada/çevrede yaşanan krizlere karşı direnç seviyesini tanımlıyor. Sürdürülebilirlik kavramının boş gösterge (empty indicator) haline dönüşmesiyle birlikte onun da yerini alarak temel kavram haline geliyor. Daha fazla bilgi için: http://www.ecologyandsociety.org/

14 Brown Revolution – Toprak temelli onarıcı tarıma verilen isimlerden biri.

15 Anadolu Meraları’nın tanıtım videosu: http://youtu.be/aBM7LEjd9G8

Devlet başkanı yolsuzluğa karışan oğlunu görevden aldı

Şili Devlet Başkanı Michelle Bachelet adı yolsuzluk olaylarına karışan oğlunu görevden aldı.

15

Michelle Bachelet, Devlet Başkanlığına bağlı bir kültür vakfının başında olan oğlu Sebastian’ın adının bir devlet bankasından arazi alımı için 6 milyon 500 bin dolar kredi aldığı bilgisinden haberdar olmadığını savunarak “bu bilgi bana ulaşır ulaşmaz oğlumun istifasını istedim. Bu karar bir anne olarak beni yaralasa bile devletteki görevimi yaptım” dedi.

Şili devlet başkanı Michelle Bachelet herkesin ülkedeki yasalara uyması gerektiğininde altını çizerek “bu kişi evladım bile olsa ülkede kimse ayrıcalıklı değildir. Bir devlet başkanı olarak görevim ülkede yaşayan bireylerin eşitliğini sağlamaktır” dedi.

Bachelet daha da ileri giderek siyasetçilerin halkın seçtiği kişiler olduğunu hatırlattı ve Şili halkının kendisine verdiği güveni ailesinden kimsenin yok etmeye hakkı olmadığınıda sözlerine ekledi.

Şili Devlet Başkanı Michelle Bacheletin ayrıca savcıları göreve davet ederek oğlu Sebastian hakkındaki soruşturmada sonuna kadar gidilmesi talimatı verdiği belirtiliyor.

 

Alaska’da esrar kullanmak serbest

marijuana-tourism.jpeg3-1280x960Kasım ayında yapılan bir halkoylamasının sonucunda Alaska’da key amaçlı marijuana kullanımı serbest oluyor. Bu kararla Alaska ABD’nin Washington ve Colorado’nun ardından marijuananın serbest olduğu 3. eyalet. Yeni uygulamaya göre Alaska’da 21 yaşın üstündeki herkes esrar kullanma, taşıma, yetiştirme ve taşıma hakkına sahip oluyor.

Marijuana serbest bırakılırken vergilendirilmesi  için ve satışını düzenleyen yasal düzenlemelerin de yakında yapılacağı belirtiliyor. Ticari amaçla marijuana üretimi için de yasal düzenlemeler gerekiyor.

Oregon eyaletinde de halkoylamasından esrar için olumlu karar çıktı ve önümüzdeki sonbaharda serbest bırakılması bekleniyor.Halkoylamasında marijuananın serbest bırakılması yönünde irade beyan eden Washington D.C.’de ise ABD Kongresinin onayı bekleniyor.Alaska’da yayınlanan the Alaska Dispatch News adlı yerel yayın organı okuyucuları için rehber yayınladı. Bu rehberde yer alan uyarılara göre:

  • Kafanız iyiyken araba kullanamayacksınız
  • Satışa izin yok – tutuklanabilirsiniz
  • Ortalık yerde marijuana tüttüremeyeceksiniz ( cezası 100 dolar)
  • Ev sahipleri kiraya verdikleri mülklerde esrar kullanımını yasaklayabilir
  • Patronlar da çalışanların işyerinde ot kullanımına sınır getirebilir

Yasanın çıkmasına ön ayak olanlar da esrar kullanıcılarına uyarılarda bulunarak çok önemli bir sosyal eşikten geçilmekte olduğunu hatırlatıyorlar ve kullanıcılara sorumlu davranmalarını ve marijuana kullanırken çevreye rahatsızlık vermemelerini öneriyorlar.

 

Yeşil Gazete

Güneş en ucuz enerji kaynağı olma yolunda

Yasal düzenlemeler istikrarlı bir şekilde sürdüğü takdirde dünyanın güneşli bölgelerinde güneş enerjisinin 2025 yılına kadar kömür ve gazdan daha ucuz bir enerji kaynağı olması öngörülüyor.fotovoltaik enerji

Bir kaç yıl içinde güneş enerjisi santrallerinin dünyanın bir çok bölgesinde en ucuz enerjiyi sağlaması bekleniyor. Fraunhofer Institute for Solar Energy Systems  tarafından yapılan bir çalışmaya göre enerji üretim maliyetlerinin 2025’e kadar  orta ve güney Avrupa’da kwsaat olarak 4 – 6 cent, 2050 yılına kadar 2 – 4 cent düşeceği açıklandı. Çalışma güneş enerjisi tekonolojileri konusunda son derece muhafazakar  tahminleri esas alıyor. Teknolojide çıkabilecek yenilikler enerji maliyetlerinin daha da düşmesine yardımcı olabilir.

Güneş enerjisi hâlihazırda maliyet açısından avantajlı: Bol güneşli çöl ülkesi Dubai’de uzun dönemli bir anlaşma kwsaat olarak 5 cent üzerinden yapıldı, Almanya’da ise büyük güneş santralleri kw saati 9 centten enerji sağlıyor. Karşılaştırmak için yeni nesil kömür ve gaz santrallerinde  elektrik kw saat maliyeti  5- 10 cent, nükleer santrallerden ise 11 centten satılıyor.

Çalışmayı destekleyen Alman think -tank kuruluşu Agora Energiewende’nin yöneticisi Dr. Patrick Graichen sonuçların uzmanların beklentisinden çok daha hızlı bir ucuzlamayı gösterdiğini söylüyor. Dr. Graichen geleceğe yönelik tahminlerin yeniden gözden geçirilmesini ve enerji politikalarının buna göre yapılmasını öneriyor. Önceleri enerji sepetinin içinde güneşe çok az yer verildiğini belirten Dr. Graichen gelecekte güneşin rüzgarla birlikte çok daha önemli bir rol oynayacağını ve küresel iklim değişikliği ile mücadeleye katkıda bulunacağını belirtiyor.

Çalışmanın gösterdiği bir diğer sonuç ise fotovoltaik santrallerin ilk kuruluş maliyetleri göz önüne alındığında güneş enerjisi üretim maliyetlerinin finansman ve mevzuat  konularıyla yakından ilişkili oluşu. Mevzuat zorlamaları ve yüksek faizler nedeniyle enerji maliyetlerinin %50’ye kadar artabileceği ileri sürülüyor. Sorunun çözümünün siyasi karar vericilerde olduğunu belirten Dr. Graichen ucuz ve temiz güneş enerjisi için mevzuat ve elverişli finansman sağlanması gerektiğini söylüyor.

 

Yeşil Gazete

Eskişehir’de kepçe ile atılan at için harekete geçildi

Eskişehir’de vinçle kaldırılıp kamyona atılan yaralı at, hukukçuları ve hayvan hakları aktivistlerini harekete geçirdi. Aktivistler, olaya karışan belediye personelinin cezalandırılması için başvuruda bulundu.

Dün, Eskişehir’in Yeşiltepe Mahallesi’ndeki Karpak Sokak’ta yaralı halde bir atın yerde yattığının Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’ne bildirilmesi üzerine, belediyenin fen işleri ekipleri olay yerine gitti. Acılar içinde yerden kalkamayan yaralı atı karga tulumba vince yükleyen belediye ekipleri, yerden kaldırdıkları atı kamyon kasasına yüksekten bıraktı.

13eskişehir kepçe ile taşınan at

Olaya ilişkin görüntüler, duyarlı bir vatandaş tarafından sosyal medyada yaygınlaştırılmaya başlanınca hukukçular ve hayvan hakları aktivistleri harekete geçti. Hayvanlara Adalet Plaformu’na üye hukukçular, Yeryüzüne Özgürlük Derneği ve Hayvan Haklarını Koruma ve Geliştirme Derneği, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na başvurarak olaya karışan görevli personelin cezalandırılmasını talep etti.

Hayvanlara Adalet Platformu’ndan Avukat Hülya Yalçın “Türkiye’de, bu durumdaki bir hayvanın ne şekilde taşınması ve sağlık hizmeti görmesi ile ilgili mevzuat hükümleri yürürlükte. Ancak Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin, bu mevzuat hükümlerinden bihaber olduğu ortada. Yaralı durumda, yerden kalkamayan bu ata işkence uygulanmıştır. Hayvanların Korunmasına Dair Uygulama Yönetmeliği’ne göre güçten düşmüş hayvan olarak tanımlanan bu at, güvenlik tedbirleri alınarak bakımevine nakledilip gereken tedavi uygulanmalıydı. Bu yönetmelik ile birlikte Hayvanların Nakilleri Sırasında Refahı ve Korunması Yönetmeliği’nin ilgili maddeleri de ihlâl edilmiştir. En başta hayvan haklarına aykırı olan ve birden çok mevzuat maddesini ihlâl eden bu üzücü olay ile ilgili gerekli başvuruları yaptık” dedi.

Eskişehir Barosu avukatlarından, Hayvanlara Adalet Platformu üyesi Avukat Mustafa Çakı da olaya karışan şahıslar hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladı.

Yeryüzüne Özgürlük Derneği’nden Veteriner Teknikeri Burak Özgüner ise Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin hayvan haklarına aykırı müdahalesini eleştirerek “Acılar içinde yerde yatan bu at bir çöp değil, hakları olan bir canlı. Özne hayvan ve doğa olduğunda, maalesef siyasî parti ayrımı olmuyor. Hepsi hayvanların haklarını yok sayıyor. Doğuştan gelen doğal haklarının yanı sıra, devletin çıkardığı mevzuat ile de hakları garanti altına alınmış bir canlı. Eskişehir’deki bu olayı ve benzerlerini kabul etmemiz mümkün değil. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi bu olay ile ilgili özür dilemiş olsa da kendilerini şiddetle kınıyoruz ve basına yaptıkları açıklamada belirttikleri gibi olaya karışan personel hakkında gerekli soruşturmanın başlatılmasını talep ediyoruz” dedi.

Atın uyutulduğunu, zehirli iğne ile öldürüldüğünü de eleştiren Veteriner Teknikeri Özgüner, “Güçten düşmüş hayvanların tedavi ettirilmesi gerekirken, yerel yönetimler tedavi olanaklarını geliştirmek yerine kolaya kaçıp bu durumdaki hayvanları uyutuyor, yani öldürüyor. Yasa var ancak uygulayan yok. Bunun adı düpedüz cinayet” açıklamasında bulundu.

Öte yandan, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi yazılı bir açıklama yaparak yaşanan olayı doğruladı ve kamuoyundan özür diledi.

 

Bombalara Karşı Sofralar, iç güvenlik yasası’na karşı bu akşam Galatasaray’da

Bombalara Karşı Sofralar, TBMM’de görüşmeleri süren İç Güvenlik Yasa Tasarısı’na karşı bu akşam Galatasaray Meydanı’nda kurulacak.

Bombalara Karşı Sofralar’dan Turan Kaygısız, 2007 yılında Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda yapılan değişiklikle polise daha geniş haklar tanınmasından bu yana polisin 183 kişiyi öldürdüğünü hatırlattı.

9bombalara karşı sofralar

Sapana ve gaz maskesine dört yıl hapis getiren yasa, polis tabancısını ise neredeyse teşvik ediyor” diyen Kaygısız, orantısız gücün hükümet tarafından daha fazla desteklenmesini eleştirdi.

Bombalara Karşı Sofralar, bir yılı aşkın süredir her Çarşamba Tepebaşı’ndaki Aynalıçeşme Caddesi’nde yalnızca israftan kurtardığı sebzeleri pişirip halkla paylaşarak tüketim kültürü, şiddet ve canlıların sömürülmesi konularında farkındalık yaratmaya çalışıyor.

Galatasaray’da bu akşam gerçekleşecek buluşmanın facebook etkinlik sayfasına buradan erişim mümkün.

(Kaos GL)

 

Nükleer santral her yerde başa bela: Belçika’da korkutan çatlaklar

Belçika’nın iki nükleer enerji santralinde meydana gelen çatlaklar endişeye yol açtı.

8

Çatlaklara tesiste kullanılan malzemenin aşınmasının neden olabileceği belirtilirken bu durumdan sadece iki değil, çok sayıda nükleer tesisin etkilenmiş olabileceği konusu ise endişeleri daha da artırdı. Korozyon uzmanları Belçika’nın Doel 3 ve Tihange 2 adlı nükleer enerji santrallerinde binlerce çatlak buldu. Santrallerde yüksek basınçlı hazneler bulunduğundan, çatlaklar nedeniyle bunların dayanıklılığını kaybetmesi sonucu radyoaktif sızıntıların ortaya çıkabileceğine dikkat çekiliyor.

Belçika Nükleer Denetim Dairesi (FANC) Genel Direktörü Jan Bens, Belçika nükleer enerji tesislerinde saptanan bu çatlakların tüm nükleer enerji sektörü için global bir sorun oluşturabileceğine işaret ediyor. Uluslararası çevre örgütü Greenpeace’e bağlı atom fizikçi, nükleer uzman Heinz Smital şunları da ekliyor: “Belçika’nın Mol kentindeki Nükleer Araştırma Merkezi’nde radyoaktif ışınlarla yapılan testlerde de, tesisteki malzemelerin mekanik açıdan tahmin edilenden çok daha büyük oranda aşındığı saptanmıştı.”

Belçika’daki Leuven Üniversitesi’nde nükleer malzeme aşınması konusunda uzman olan Walter Bogaerts, dünya çapında aşınma konusuna gerekli önemin verilmediğini vurguluyor. Aynı alanda uzman olan Digby MacDonald ile Walter Bogaerts, nükleer tesisleri işleten ve bunları denetleyen devlet kurumlarına tavsiyede bulunarak, dünya çapında tüm nükleer enerji tesislerinin ultrason ile çatlaklar olup olmadığını ayrıntılı bir biçimde araştırmaları talebinde bulundu.

Greenpeace, Belçika Nükleer Denetim Dairesi’ni (FANC) mahkemeye vererek yapılan araştırmaların ayrıntılı sonuçları konusunda belgelerin kendisine verilmesini sağlamıştı. Belçika’daki gelişmelere tepki veren Alman Çevre Bakanlığı, Belçika Nükleer Denetim Dairesi ile ilişkiye geçerek elindeki yeni bilgileri paylaşmasını ve bunların Almanya’ya da uygulanıp uygulanmayacağını bildirmesini istedi.

(Sabah)