Ana Sayfa Blog Sayfa 3726

Velev ki seyretmek istedin Vol 3 – Oskarizma

Kilo verip vermediğimizi tartıya çıkıp, belimize mezür sarıp öğrenebiliyoruz. En çok kimin borçlu olduğunu anlamak için kredi kartı ekstresine bakıyor, en büyük kim anlamak için kaç kez şampiyon olmuş sayıyoruz. El mi yaman bey mi yaman anlamak için malına mülküne göz atıyor, adaletin kudretine ikna olmak için icra edildikleri binaların kat irtifakı ve taban alanlarını esas alıyoruz.

Peki, sayıları kullanarak hangi filmi, hangi yönetmen ya da oyuncuyu takip etmemiz gerektiğine karar verebilir miyiz? Mühendis sol lobumun çığlıklarına bakılırsa yanıt: Bittabi EVET!

Sıcağı sıcağına 2015 ödülleri açıklanmışken Oscar şeylerini eşeledim bu hafta sizlere. Sayıları yoğurdum eledim ve istatistiklere göre belli filmleri seyretmeyenleri hakir görebileceğimiz argümanları oluşturup, tadımınıza sunuyorum.

5oscar

Oskarın Kadar Konuş!

Oskar ödül törenlerinin saatlerce yayınlanıp milyonlarca dolar reklam alabilmesi için hantin kuntin bir sürü ödül kategorisi icat edilmiştir. Yok efendim, aslında roman olup senaryosu ondan devşirilen oskarı, ses efektlerinin kendisi değil de miksajı pek makbul olan oskarı, hiç kimsenin ne konuşulduğuna anlam veremediği ama gözleri dolu dolu olduğu o İran filmine yine verilmeyen oskar vb. Ama sonuçta “Oskar mı oskar kardeşim! Ben toplam skora bakarım.”, diyenlerdesiniz, işte size en fazla oskar kazanan filimler! Ha bu arada, 80 yaşındaki soğuk savaş insanlarının beğenilerine göre belirlenmiş 1970’den öncesinde verilmiş ödülleri kaale almadım. Her akademi jürisi gibi benim de önyargılı davranma hakkım var!

The Lord of the Rings: The Return of the King (2003) 11 oskar (11 adaylık)

Titanic (1997) 11 oskar (14 adaylık)

The English Patient (1996) 9 oskar (12 adaylık)

The Last Emperor(1987) 9 oskar (9 adaylık)

Slumdog Millionaire (2008) 8 oskar (10 adaylık)

Amadeus (1984) 8 oskar (11 adaylık)

Gandhi (1982) 8 oskar (11 adaylık)

Cabaret (1972) 8 oskar (10 adaylık)

Gravity (2013) 7 oskar (10 adaylık)

Shakespeare in Love (1998) 7 oskar (13 adaylık)

Schindler’s List (1993) 7 oskar (12 adaylık)

Dances With Wolves (1990) 7 oskar (12 adaylık)

Out of Africa (1985) 7 oskar (11 adaylık)

The Sting (1973) 7 oskar (10 adaylık)

Patton (1970) 7 oskar (10 adaylık)

The Hurt Locker (2009) 6 oskar (9 adaylık)

Chicago (2002) 6 oskar (13 adaylık)

Forrest Gump (1994) 6 oskar (13 adaylık)

Star Wars (1977) 6 + 1 özel oskar oskar (10 adaylık)

The Godfather Part II (1974) 6 oskar (11 adaylık)

Bu kafadan bakılırsa pırıldayan gözler için “The Lord of the Rings: The Return of the King”, ağlamaklı gözler için “The English Patient”, çekik gözler için “The Last Emperor” ve uykulu gözler için de “Titanic” en oskarlı filmler gibi görünüyor. Bu arada, “Kral’ın Dönüşü”nün, tüm oskar tarihinde 11 ödüle aday olup 11’ini de alan tek film olduğunu da hatırlatalım.

Nene Hatun Oskarları!

1970’den önceki oskar kahramanlarını illa merak ediyorsanız onlar da aşağıda. Sırf bilmese bu gece uyuyamayacak başak burçlular ve yükselenliler için yayınlıyorum.

Ben-Hur (1959) 11 oskar (12 adaylık)

West Side Story (1961) 10 oskar (11 adaylık)

Gigi (1958) 9 oskar (9 adaylık)

My Fair Lady (1964) 8 oskar (12 adaylık)

On the Waterfront (1954) 8 oskar (12 adaylık)

From Here to Eternity (1953) 8 oskar (13 adaylık)

Gone with the Wind (1939) 8 + 2 özel ödül oskar (13 adaylık)

The Null Topplers (Tür. Nal Toplayanlar)

Örovizyonda olduğu gibi oskarlarda da sıfır çekenler var. O kadar çok oskara aday olabildiği için sempati gösterilebilecek, hiç kazınamadığı için her türlü makaraya müstahak olmuş o filmler, bakın hangileriymiş? Başarısız olmuş bu filmlerin linklerini de vermedim. Davul bile dengi dengine…

• The Turning Point(1977) 11 oskar

• The Color Purple(1985) 11 oskar

• Gangs of New York(2002) 10 oskar

• True Grit(2010) 10 oskar

• American Hustle(2013) 10 oskar

• The Little Foxes(1941) 9 oskar

• Peyton Place(1957) 9 oskar

Kallavi Oskarlar

Senaryo, film, yönetmen, aktris ve aktör kategorilerindeki tüm ödülleri eksiksiz alan eni topu üç film var. Sanırım en önerilen üç film de bu olur. “Herşey Bir Gecede Oldu” 1934’de kazanmış oskarını. O oskarı verenler de o zamanın insanları. Bugün bambaşka değer ve değerlendirme yargılarımız var. O nedenle bugünün gözünü ne kadar keser emin olamıyorum. Eski filmler hep sürprizlere gebe…

It Happened One Night (1934)

The Silence of the Lambs (1991) 

“Şiir Gibi Oynamışlar Maşallah!” Oskarları

Oskar tarihi boyunca en iyi esas erkek/kadın ve en iyi yardımcı erkek/kadın oyuncu ödüllerinin hepsini birden silip süpüren bir film olmamış. Ama bu kümenin üçünü ele geçirmiş iki iş çıkabilmiş. Ben sadece Network’ü izledim. Medya sektörünün ipliğini pazara çıkarması açısından ilginçti ama olağanüstü değil olağan bir oyunculuk hatırlıyorum sanki. Her akşam küttedenek düşüveren amca eğlenceliydi yine de. Epey de zaman oldu, bellek erozyonu yanılsaması daima baki. Hak yemeyim.

A Streetcar Named Desire (1951)

Network (1976)

“Kadınlı Erkekli Oskar Alıyorlar!” Denenler

Hem kadın hem erkek kategorilerinde en iyi oyuncu ödülünü alan filmler var ki onları da radarımıza alalım. Buyurunuz:

One Flew over the Cuckoo’s Nest (1975)

Network (1976)

Coming Home(1978)

On Golden Pond (1981)

The Silence of the Lambs (1991)

As Good As It Gets(1997)
“As Good As It Gets”i görünce ah canım Helen’ım Hunt’ım aklıma geldi. Ne severim güzel yüzlümü…

Yediden Yetmişyediye Oskarlar

Hollywood öyle büyük insan kaynağına sahip bir endüstri ki, nice oyunculuk harikaları en erken yaşlarında zirveye çıkabiliyor, nice çınarlar yüzyıllar değişirken zirvede kalmaya devam edebiliyor. Genç yeteneklerin ilk zaferlerine ve büyük ustaların geçkin yaşlarındaki başarılarına bir göz atalım şimdi de…

• En yaşlı en iyi kadın oyuncu: Driving Miss Daisy (1989) Jessica Tandy (80,8 yaşında)

• En genç en iyi kadın oyuncu: Children of a Lesser God (1986) Marlee Matlin (21,6 yaşında)

• En yaşlı en iyi yardımcı kadın oyuncu: A Passage to India (1984) Peggy Ashcroft (77,3 yaşında)

• En genç en iyi yardımcı kadın oyuncu: Paper Moon (1973) Tatum O’Neal (10,4 yaşında)

• En genç en iyi yardımcı kadın oyuncu: The Piano (1993) Anna Paquin (11,7 yaşında)

• En genç en iyi yardımcı kadın oyuncu: The Miracle Worker (1962) Patty Duke (16,3 yaşında)

• En yaşlı en iyi erkek oyuncu: On Golden Pond (1981) Henry Fonda (76,9 yaşında)

• En genç en iyi erkek oyuncu: The Pianist (2002) Adrien Brody (29,9 yaşında)

• En yaşlı en iyi yardımcı erkek oyuncu: Beginners (2011) Christopher Plummer (82,2 yaşında)

• En genç en iyi yardımcı erkek oyuncu: Ordinary People (1980) Timothy Hutton (20,6 yaşında)

“Ondalıklı yaş gösterimi derken?”, diyeceksiniz değil mi? Evet benim de yükselenim başak, ne var?!

Evladiyelik Oskarlar

Dedik kocaman endüstri diye… Hal öyle olunca, bazı aileler var ki, köşeleri tutuyor.
Misal Huston Ailesi’nden baba Walter Huston, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünü alıyor, 1948’de. Oğlu John Huston, aynı yıl, En İyi Yönetmen ve Senaryo oskarlarını kapıyor. Araya bir 40 sene girecek oluyor ki, 1985’de torun Anjelica Huston, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülüne layık görülüyor.
İsmen daha aşina olacağınız örnek ise Coppolagiller. Carmine Coppola Hanımefendi Özgün Dramatik Müzik kategeorisinde oskar heykelciliğini havaya kaldırıyor 1974’de. Bu aslında oğlu Francis Ford Coppola’nın Özgün Senaryo oskarından 4 yıl sonra geliyor. Annesinden bir 30 yıl kadar sonra ise, bu sefer torun Sofia Coppola, Özgün Senaryo’da teşekkür konuşması yapmak için sahneye çıkanlar arasında yer alıyor. Sene 2003… Carmine Nine “toruun toruuun” diye seslenebilmiş midir, acaba?

En Emekçi Oskar

İrlanda özgürlük mücadelesini tema edinen “The Informer” (Tür. Muhbir), 1935’te, Uyarlama Senaryo dalında oskar kazanıyor. Ama senarist Dudley Nichols, çoğu sonradan Amerikan Komünist Partisi üyesi olmakla itham edilecek Amerikan Senartist Sendikası üyelerinin grev kararıyla dayanışma göstererek, ödülü reddediyor. Bu eylemiyle ödülü reddeden ilk endüstri mensubu olarak tarihe geçiyor.

İleri Yönetmen Oskarları

Eh natürelman yönetmen de önemli… Ama birden fazla oskar almışsa bir tık daha önemli, elbette. Tahmin edilenin aksine, yönetmen unvanıyla, 2 oskardan daha fazlasını evine götürüp ardiyesine terk etmiş Hollywood sakini bulunmuyor.

• Milos Forman: One Flew over the Cuckoo’s Nest (1975)

• Milos Forman: Amadeus (1984)

• Oliver Stone: Platoon (1986)

• Oliver Stone: Born on the Fourth of July (1989)

• Steven Spielberg: Schindler’s List (1993)

• Steven Spielberg: Saving Private Ryan (1998)

• Clint Eastwood: Unforgiven (1992)

• Clint Eastwood: Million Dollar Baby(2004)

• Ang Lee: Brokeback Mountain (2005)

• Ang Lee: Life of Pi (2012)

“Ya Senarizm?” Oskarları

“Senarist dediğin evinde oturacak yazısını yazacak kardeşim!”, demişler. Doğrudur. Öyle olmuş. Misal, Woody Allen o kadar çok yazmış ki, 16 kez aday gösterilmiş. Ama 13’ünde feyk yiyip sadece üç kez senaristliğini taçlandırabilmiş. Billy Wilder da benzer üretken ama verimsiz kaderi paylaşmış. Oniki adaylığı sadece 3 oskar getirmiş. Yine de kendisini senaristlik dalındaki heykelcikle; Charles Brackett, Paddy Chayefsky ve Francis Ford Coppola ile birlikte, üçer kezle, en fazla müşerref kılınan kalemşörler arasına aldırtabilmiş.

Yönet “Men”

Efendim, kadına karşı şiddet kırsal kesimdeki kara cehaletten kaynak bulur. Cinsel ayrımcılık dediğin kentlileşme, orta sınıflaşma, eğitim ve gelir seviyelerindeki artışlarla ters orantılı bir seyir izler. Değil mi ama?

Neyse… Biz, retorik sorumuzu kendi trajedisiyle dertleşmeye bırakalım…

87 kez verilen OSCAR ödüllerinde SADECE 1 (BİR) KADIN, EN İYİ YÖNETMEN ödülüne layık görüldü. Gel gör ki, Irak II gibi hard-core bir savaşa kadın gözüyle bakma farklılığı sunan Kathryn Bigleow, 2009 yılındaki Hurt Locker çalışmasını milli iradeyle flörtleşen duygularla süslemesiydi, bu ayıp, bir yüzyıl daha sürer miydi?

Bu da ikinci bir retorik soru olarak kayıtlara geçsin…

Diyerek burada bitirelim ve bir dipnot verelim. Evet! Doğrusu “Oscar” diye yazılır. Oskar diye yazmak hatadır. Ama sinemanın altın koltuğuna 86 kez bir erkek kaidesini yerleştirirken ancak eril bir senaryo yönetmesi şartıyla o koltuğa bir kadın oturtuluyorsa o ödülün namında da haklı bir hataya gerek vardır, gibi görünüyor.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ile umarım ki, tüm kadınlarımız adalet, eşitlik, özgürlük, güvenlik ve varlık haklarını sağlama alsın. Hiç değilse geleceğimizde, hayatın her alanına olduğu gibi emek gücüne de eşitçe katılma hakkı elde edebilsinler.

Umutla, sanatla ve barışla kalın…

Kaynak Academy Awards Statistics

Manzum S. (Yeşil Gazete)

Aşk – Elif Şafak

Aslında Elif Şafak, benim için en çok Pinhan’dır, Mahrem’dir, Şehrin Aynaları’dır, Bit Palas’tır. Türkçeyi en iyi kullanan kalemlerden biri olan Elif Şafak’ın Araf’la birlikte romanlarını İngilizce yazmaya başlaması edebiyatımız adına büyük üzüntülerimden biridir.

İçeriğinden önce kadınlar için pembe erkekler için gri kapağıyla tartışma yaratan Aşk’ta günümüzde ve 1200’lerde geçen iki öykü anlatılmaktadır. Günümüzdeki Amerika’da yaşayan, kırklarında, üç çocuk annesi bir ev kadının, çocuklarını büyüttükten sonra bir yayınevinde editör olarak işe girmesiyle gelişen öyküdür. Geçmişteki ise Mevlâna ve Tebrizli Şems’in hikâyesidir.

Bu iki kurgu, Aziz Zahara ismindeki yazarın ‘Aşk Şeriatı’ adlı tasavvufi romanını yayınevine göndermesi ve Musevi Ella Rubinstein’ın değerlendirmek üzere kitabı okurken tasavvufa ve yazarına ilgi duymasıyla kesişir.

elif_safak_ask_kitabi_

Elif Şafak kitap hakkındaki bir röportajında, “Şems ve Mevlâna hakkında bir kitap yazayım arzusuyla kaleme almadım bu kitabı. Ben “aşk”ı anlatmak istedim. Hem dünyevî hem manevî boyutlarıyla aşkı yazdım. Elbette hatalar, kusurlar olabilir. Yoksa Şems’i, Mevlâna’yı yazmaya kalkıp da her şeyi anladığını iddia etmek “kibir” olur. Ama şunu samimiyetle söyleyebilirim: Ben bu romanı aşkla yazdım, aşkla okunmasıdır temennim,” diyor.

Biz de sözlerimizi Aşk’ın aşkla okunması dileğine katılarak bitirelim.

Not: Bu yazının videosunu aşağıdaki linkten Uzman Tv’den izleyebilirsiniz.

http://www.uzmantv.com/elif-safakin-ask-kitabinin-konusu-nedir

 

Mehmet Fırat Pürselim

3mehmet fırat pürselim

Kaba sensin, taş da sana düşsün – Ümit Kıvanç

Hükümet propaganda aygıtının -yanılmıyorsam- on üç yazarı, yaratıcılık gösterip kişisel versiyon geliştiren birinin ürettiği nüans dışında, köşeyazısına aynı başlığı attı: “Diliniz kaba, vicdanınız taş”. Bu, Türkiye’deki temel meselenin siyasî değil ahlâkî olduğunun yeni bir kanıtı yerine geçiyor. Zira kabalıkta ve vicdansızlıkta sınır tanımayan bir propaganda aygıtının utanmaz temsilcileri, hem çıplak hem çok tehlikeli bir yalanın yalanlığını gizleyebilmek uğruna yeni numaralar sergiliyor, yeni düzenbazlıklar yapıyorlar.

Bakın, şurada Kabataş yalanı konusunda yazdığım yazıların linkleri yeralıyor; tıklayın, bir göz atın. Kabataş yalanı, yalan mıydı değil miydi denecek bir hadise değil. Üstelik, korkunç bir kışkırtıcılık örneği. Bu yalan, linç girişimlerine sebep olabilirdi. Sırf söylenmesiyle bile yarattığı duygusal gerilim, toplumsal ortamı zehirlemeye yetti.

Dilin kaba, vicdanın taş olması meselesinde kimseye diyecek tek sözü olmayan vicdansız, nobran, şirret bir güruh, siyasetinin temel karakteristikleri haline getirdiği bu çirkin özellikleri başkalarına yansıtarak neden nasıl yırtacak, anlaşılır gibi değil. Allah korkusu, falan, sahiden hikâye olmalı bu insanlar için.

Kendisi resmen bir anayasa profesörü ve milletvekili olan bir şahsın, Bay Burhan Kuzu’nun dün sanal âleme hediye ettiği şu vecizeyi, unutulmasın diye bir yere kaydetmek istiyorum, burası sanırım yeridir:
“Doğu Perinçek, bir taraftan sözde Ermeni Soykırım iddiasına karşı çıkıyor, öte yandan Esat gibi Ermeni hamisi bir alçağı ziyaret ediyor. Yuhhhh”
Tam da 2015’te, “Türkler soykırım yapmış mıdır?” diye soracak olanlara tereddüt giderici bir terkip hazırlamış Burhan Bey. Eline sağlık. Doğu Perinçek, Esad, “bacağının iç kısmında morluk var” diye Adlî Tıp raporu aldıktan günler sonra gazetecilere kolundaki morlukları gösteren yalancı mağdur, görünmez saldırganlara dair masallar anlatan, linç kışkırtıcısı, şöhret düşkünü gazeteci güruhu ve bütün öbür, dili nazik vicdanı pamuk zevatla yanyana dizilsinler, o fotoğraf çekilsin. Bir ibret müzesi kurulacak elbet.

Bu yazı riyatabirleri.blogspot.com.tr/ den alınmıştır

5 Ümit Kıvanç

 

Ümit Kıvanç 

IŞİD Asur antik kentini yıkıyor

IŞİD’in Musul’un 20 kilometre güneydoğusunda bulunan Asur medeniyetine ait Nimrud antik kentini dozerlerle yıkmaya başladığı açıklandı.
Nimrud antik kentinde Ashurnasirpal'in sarayı
Nimrud antik kentinde Ashurnasirpal’in sarayı

Irak Turizm ve Arkeoloji Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada: “IŞİD dünya mirasına ve kültür varlıklarına zarar vermeye devam ediyor. IŞİD Nimrud Antik kentine buldozerlerle, Perşembe ikindi namazı sonrasında girdi ve bölgede ne kadar zarara neden oldukları bilinmiyor. Bakanlığımız bu eylemleri kınamaktadır. Terör çetelerinin eylemlerinin cezasız kalması insanlığın ortak mirasını ve Mezopotamya medeniyetini yok etme yolunda cesaretlendirecektir. ” denildi.

IŞİD geçen hafta Musul müzesindeki Ninova antik kentine ait eserleri ellerinde balyoz ve çekiçlerle parçalamış ve buna ait bir video yayınlamıştı.

UNESCO Başkanı Irına Bokova Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyini konuyla ilgili olağanüstü toplantıya çağırırken Uluslararası Ceza mahkemesinden geçtiğimiz günlerde Musul müzesindeki eserlerin parçalanması olayının soruşturulmasını istedi.

Nimrud ve yanındaki Ninova Antik kenti iki Asur krallığına ait antik kentler olarak biliniyor. Milattan önce 8. yüzyıla ait oldukça kıymetli eserlerin bulunduğu bu yerleşke, 1980’li yıllarda arkeologların bölgede altın bulmasıyla başlatılan çalışmalar sonucunda ortaya çıkarıldı. Bu bölgeden çıkarılan eserler arasında, hala yerleşkede bulunan ünlü insan kafalı kanatlı boğa heykelleri de bulunuyor. Kazılardan sonra birçok eser Paris ve Londra’ya götürülerek, buradaki müzelerde sergilenmeye başlanmıştı. Ninova’daki Asur kralı Sanherib’in sarayı ve Nimrud’daki II. Aşurnasirpal sarayındaki bazı kıymetli tarihi eserler ve yapılar hala burada bulunuyor. IŞİD’in bu bölgede ne kadar zarara neden olduğu ise henüz bilinmiyor.

(Ajanslar, Yeşil Gazete)

 

Atilla Taş’a Twitter gözaltısı

9698_atilla-tas_1344850430Twitter’ın en ünlü isimlerinden pop müzik şarkıcısı ve oyuncu Atilla Taş, Başbakan Ahmet Davutoğlu ile ilgili attığı tweet’ler nedeniyle gözaltına alındı. Gözaltına alındığını Twitter’dan duyuran Atilla Taş, “Başbakan ile ilgili  tweet’lerimle ilgili ifadeye çağrıldım. İtiraz etmiştik kabul edilmedi. Şimdi Anayasa mahkemesine, o da olmazsa AİHM’e gideceğim”, “Fikirlerim yüzünden özellikle haklıliğımı bildiğim fikirler yüzünden gözaltına alınmak şereftir. Kimseden korkum yok. Yüzüm açık alnım ak!” dedi.

tas(Yeşil Gazete)

Marmaray vagonlarındaki çizim gökdelenleri nasıl gizledi?

Çizer, yazar ve bisikletsever Aydan Çelik Marmaray vagonlarında yer alan çizimlerin gerçekleri gizlediğini çarpıcı bir kolajla gösterdi.

Aşağıdaki birinci çizim Marmaray vagonlarında yer alıyor. İkinci karede ise Aydan Çelik’in dokunuşuyla olması gereken görüntü yer alıyor. Aradaki iki farkı bulabilir misiniz?

marmaray

Aydan Çelik’in konuyla ilgili notu şöyle:

“İlk kare Marmaray vagonlarının kapılarının üstünde yer alıyor. Marmaray güzergahı, modernize bir minyatür tadında anlatılıyor. İstanbul’un temsil eden bütün binalar, Haydarpaşa, Kız Kulesi, Boğaz Köprüsü, Galata Kulesi Ayasofya, Sultan Ahmet… Hepsi gayet güzel.

Ama bir sorun var. Kazlıçeşme durağında, Sultan Ahmet Camii’nin arkasında güzel/oryantal bir bulut duruyor. Oysa orada bir bulut yok. Orada tarihi yarımadanın silüetini bozan adı da 16/9 olan, yapan kişiye dönemin başbakanının küstüğü 3 gökdelen var.

Bazı tv kanallarında sigara sahnelerinin üstüne böyle çicek böcek resimleri konuyor.

Bu çizimi yapan kişi onlardan mı ilham aldı acaba?”

(Yeşil Gazete)

Sanatçılar hayvan hakları ihlallerine karşı “Kürkünü çıkar, Vicdanını giy” diyor

Şubat ayı başında “Kürkünü Çıkar, Vicdanını Giy” sloganıyla kürk karşıtı bir spot film çekerek Türkiye çapında büyük bir farkındalık kampanyasına imza atan Bana Göz Kulak Ol Derneği, sanatçıların kürk hakkındaki röportajlarını sosyal medyada paylaşarak kampanyaya devam ediyor. Mart sonunda ise ünlü sanatçıların yer aldığı bir fotoğraf sergisi planlanıyor.

20 BGKO_Ozgur_Cevik_k

Özge Özder, Aslı Tandoğan ve Ayça Varlıer öncülüğünde kurulan Bana Göz Kulak Ol Derneği (BGKO), “Kürkünü Çıkar, Vicdanını Giy” kampanyasının ikinci ayağı olarak, BGKO sanatçılarının kürk vahşetine tanık olduktan sonraki duygu ve düşüncelerini anlattıkları röportajları sosyal medya üzerinden yayınlandı.

BGKO’nun sosyal medya hesaplarından 5 Mart akşamı ilk etapta oyuncu Özgür Çevik’in röportajı paylaşıldı. Röportajda kürk üretimi sırasındaki şiddet görüntülerine tanıklık eden Çevik izlenimlerini paylaşıyor.

BGKO’nun gerçekleştirdiği kürk karşıtı kampanyanın hedefi, kürkleri uğruna korkunç şekilde katledilen milyonlarca hayvanın sesi olmak ve kürk yapımının arkasındaki korkunç gerçekleri kamuoyuna aktarabilmek.

Alican Yücesoy, Ayça Varlıer, Bennu Yıldırımlar, Kenan Ece, Levent Üzümcü, Mert Fırat, Özge Özder, Özgün, Özgür Çevik, Serkan Altunorak, Şebnem Bozoklu gibi birçok ünlü sanatçının yer aldığı kampanya, Mart ayı boyunca sanatçıların kişisel röportajlarının, derneğin YouTube, Twitter ve Facebook hesaplarından paylaşılmasıyla devam edecek. Mart sonunda ise 30 sanatçının yer aldığı büyük bir fotoğraf sergisiyle kampanyanın sona ermesi planlanıyor.

“Kürkünü Çıkar, Vicdanını Giy’’ çağrısıyla yola çıkan sanatçıların başlattığı kampanya, BGKO’nun ve kampanyada yer alan tüm sanatçıların sosyal medya hesaplarından ve #KürkünüçıkarVicdanınıgiy etiketi üzerinden sosyal mecralardan takip edilebiliyor. Kampanyaya ait tüm film ve röportajlar PTOT Film tarafından çekiliyor. Mart sonunda planlanan sergi için çekilen fotoğraflar ise Ümit Karalar’a ait.

Bana Göz Kulak Ol Derneği’nin sosyal medya hesapları:

www.facebook.com/ banagozkulakol

www.twitter.com/banagozkulakol

www.youtube.com/banagozkulakol

(Yeşil Gazete)

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın gözü bu kez Manyas Kuş Cenneti’nde

Manyas Kuş Cenneti sanayi tesislerinin tehdidi altında. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, itirazları dikkate alıp tesislerin yapılacağı alanı küçülttü ama endişe giderilebilmiş değil. Plana itiraz edenler bölgede turizm ve tarıma ağırlık verilmesini istiyor.

18 manyas kuş cenneti

Al Jazeera’dan Turaç Top’un haberine göre Balıkesir sınırları içerisinde bulunan Manyas Kuş Cenneti Milli Parkı, bugünlerde, Bandırma’ya bağlı Edincik, Şirinçavuş, Hıdırköy ve Bezirci mahallelerinin ortasındaki alana kurulması planlanan sanayi tesislerinin tehdidiyle karşı karşıya.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlatılıp, Balıkesir Büyükşehir Belediyesi tarafından kabul edilen, Balıkesir-Çanakkale 1/100 bin ölçekli Çevre Düzeni Planı. Plana göre, 48 bin hektarlık alanda, kimya fabrikaları ve ana metal ihtisas organize sanayi bölgesi oluşturulması öngörüldü.

Plana tepki gösterenler, Erdek Körfezi Dayanışma Platformu çatısı altında birleşti. Çeşitli etkinliklerle protesto edilen, yerel yönetimlerin görüşünün alınmadığına inanılan planla, bölgenin en önemli gelir kaynağı tarım ve turizmin yok edileceği, çevre ve canlı sağlığının olumsuz etkileneceği savunuldu.

Yeni düzenlemeni sorunu çözmeyeceğini belirten ve “Sanayi tesislerinden vazgeçilmedi” diyen Erdek Körfezi Dayanışma Platformu üyesi Kadir Dadan şöyle konuşuyor;

Erdek Körfezi Dayanışma Platformu Üyesi Kadir Dadan
Erdek Körfezi Dayanışma Platformu Üyesi Kadir Dadan

“Şu an bölgede bir doğal gaz santrali var. Yeni tesisler için de zeytin ağaçlarının kesimi yapılıyor. Ne kadar düzenleme yapılsa da arsa satışları devam ediyor. Planlı değil plansız bir sanayileşme tehditi çıktı şimdide ortaya. Bölgenin, turizm, zeytincilik ve balıkçılığa dayalı bir ekonomisi var. Revize edilen alana inşa edilecek ağır metal işleyen tesislerle hem yüzeyden hem havadan kirlilik yaratılacak. Kuş Cenneti’nin de suyu buradaki tesislere çekilecek. O kadar firma suyu gölden çekince bir felaket ortaya çıkacak. Bölgede çeltik kalmayacak. Depremselliğin en yoğun olduğu bölgelerden birisi burası. Artan nüfus, kentselleşme ve sanayileşmeyle bölge yok olur. Doğadaki biyolojik çeşitlilik, SİT alanlarındaki tarihi yapılar da risk altında. Bölgenin sanayileşmeye ihtiyacı yok. Tarımsal bir gelişme olmalı ki, turizm de zarar görmesin”

(Al Jazeera)

Kerry, İran konusunda bilgi vermek için Riyad’da

Suudi Arabistan’a giden ABD Dışişleri Bakanı Kerry, nükleer görüşmelerin devam ettiği İran ile geniş bir siyasi ve güvenliğe dayalı işbirliği düşünmediklerini söyledi.

17 suudi arabistan, john kerry

Suudi mevkidaşı Suud Faysal ile basın toplantısı düzenleyen John Kerry, “İran ile büyük bir pazarlık peşinde değiliz, olası bir nükleer anlaşma Körfez ülkelerinin güvenlik endişelerine yanıt verecektir” ifadelerini kullandı.

Suud Faysal da, Kerry’nin kendisine, Washington’un nükleer anlaşma arayışındayken, İran’ın bölgedeki tavrını gözardı etmeyeceği konusunda garanti verdiğini belirtti. İran’ın “Arap ülkelerinin işlerine” müdahaleden vazgeçmesi gerektiğini söyleyen Faysal, “İran’ın Yemen, Suriye, Irak’a müdahalesi konusunda endişeliyiz” dedi.

Ülkesinin “İran’ın nükleer silaha sahip olmasını engellenmesi ve denetim altına alınması konusundaki 5+1 ülkelerinin çalışmalarını desteklediğini” dile getiren El-Faysal, “İran, komşularıyla arasındaki düşmanlık yayılmadan önce halkından akl-ı selim sahiplerine kulak vermeli ve Arap ülkelerinin işlerine müdahaleden vazgeçmeli” diye konuştu.

İran ile P5+1 ülkeleri arasındaki nükleer görüşmelerin son günü 31 Mart. Bu tarihe kadar taraflar arasında bir siyasal anlaşma çerçevesi oluşturulması hedefleniyor.

İsrail Başbakanı Netanyahu’nun ABD Kongresi’nde Obama yönetimine nükleer müzakerelerle ilgili ağır eleştirilerine rağmen Washington müzakerelere devam kararı aldı. Dışişleri Bakanı Kerry de 15 Mart’ta müzakerelere katılacağını söyledi.

(Al Jazeera)

Ve ‘yandaş zekâ’ zirve yaptı: KABAAA – TAŞŞŞ… – Hakan Aksay

Çocuklar, bugünkü dersimiz kompozisyon. Size bir kelime vereceğim.

Önce onu en uygun yerinden ikiye bölüp bir cümlede kullanacaksınız.

Sonra en iyi cümleyi seçeceğiz ve herkes o cümleyi başlık yaparak bir yazı yazacak!..

Kelimeyi veriyorum: Kabaaa – taşşş

Haydi çocuklar!.. Önerisi olan var mı?..

Evet, aferin. Yazımızın başlığı, “Diliniz KABA vicdanınız TAŞolsun.

En iyi yazıyı özel olarak okul müdürümüze de götüreceğim. Göreyim sizi!..”

*    *   *

16 diliniz kaba vicdanınız taş

Ve koca koca çocuklar, aynı başlıkla kompozisyonlarını, yani yazılarını yazdılar.

Yazıları aynı gün, okul duvarına, pardon, yandaş gazetelere basıldı.

Hiçbiri “ben bağımsızım, bana yazı konusunu, hele hele başlığınıdayatamazsınız” falan demedi.

Hepsi kuzu kuzu oturdu yazdı.

Eee, kolay değil. Sınıfta kalma tehlikesi var.

Üstelik konu “okul müdürü” ile çok yakından ilgili.

Çünkü vaktiyle “müdürün müritlerinden birinin kızı” bir “Kabataşhikâyesi” uydurdu. Hikâyede Allah için her şey var: Rahatsız etme, laf atma, saldırı, şiddet, çiş yapma, cinsel taciz vs. Kahramanı kendisi. Bir de bebeği var. Yardımcı oyuncular en az 70-80 kişi. Hem de tümü yarı çıplak, elleri eldivenli, kafalarında bandana…

Velhasıl senaryonun, yani hikâyenin konusu epeyce karmaşık.

E müdür de o günlerde sıkıntılı ve kızgın tabii. Almış bu hikâyeyi. Bütün sınıflarda anlatmış da anlatmış…

Hatta “bu hikâyenin bir de filmi var” demiş.

*    *   *

Gel zaman git zaman…

Birçok insan buna inanmaz olmuş. “Bu hikâye bile değil, saçma sapan bir masal” demişler.

Kesin fikri olmayanlar, illaki “o film”i izlemek istemiş.

Ne var ki film bir türlü ortaya çııık-maaa-mııııışşş!!!

Müdür hâlâ kızgın.

Bu saatten sonra film falan da yapılmaz haliyle.

Ama “eli kalem tutan çocuklar”a sıkı kompoz…, yani yazılar sipariş etmek mümkün.

“Sonra aynı anda hep bir ağızdan yazıları okuttururuz.

En azından sıkı bir gürültü çıkar.

Çatlak sesleri bastırır.

Bu da müdürün hoşuna gider.”

Diye düşünmüşler.

Ve hatta bu buluşları kendilerinin çok hoşuna gitmiş, çok sevinip birbirlerini kutlamışlar.

*    *   *

Dün bu “yazı konusunu, hatta yazı başlığını kendi başına belirleyemeyen” sadık ve çalışkan öğrencilerin yazıları aynı anda yayımlandı.

Malum gazetelerde: Star, Yeni Şafak, Sabah, Türkiye, Yeni Akit…

Çocukların sayısını haberlerde 12 olarak veren de vardı, 13, 14, hatta 15 olarak veren de.

Ama bu karmaşa, çocukların veya habercilerin suçu değil, “organizatör hatası”.

Mesela, geçen yıl, yine mart ayında, “organizatörler” daha derli toplu bir adım at(tır)mışlardı. Yandaşlar, “Medyanın devlerinden ortak bildiri” diye “bomba gibi” bir başlık altında kendi kendilerine reklam vererek – İğrenç ihaneti lanetliyoruz” başlığı altında Dışişleri’ndeki dinleme olayına sinirlenmiş gibi yapan – bir toplu açıklama yayımlamışlardı.

Orada hepsinin adı vardı. Gazeteler, televizyonlar, internet siteleri, hatta bunların “önemlerine göre” sıraları: “Pravda-1”, “Pravda-2”,“Pravda-3”

Biz de olayı haberleştirirken hiçbirini unutmamıştık.

*    *   *

Bu seferki “çıkış” yine organize, tamam, yine “yukarıdan” planlanıp düzenlenmiş. Ama…

Nasıl diyeyim, biraz garip sanki bu sefer…

Yani eğer direktif, “hep birlikte aynı başlıkla ve aynı konuyla yazılar yazılacak” ise…

Sayı niye bu kadar az?

40-50 kişinin, hatta o gazetelerdeki bütün köşe yazarlarının aynı anda aynı yazıyı yazması “daha etkili” olmaz mıydı?

Ve yandaş televizyonların, radyoların falan da olaya aktif katılması?

Hatta yazıları yazanların aynı anda bir meydanda, mesela, Kabataş İskelesi’nin önünde toplanarak yazdıklarını yüksek sesle okumaları?

Bizzat Müdür’ün “en iyi hikâye yazarınıseçmesi ve boynuna bir madalya takması?

Hikâyenin yazarı olan o çilekeş annenin de, Müdür’ün eşinin yanında durarak yazıları dinlerken sessizce gözyaşı dökmesi?..

Bu yazı t24.com.tr/ den alınmıştır

15 Hakan Aksay

 

Hakan Aksay

@AksayHakan