Ana Sayfa Blog Sayfa 3725

Edebiyat dünyasından kadınlar, “Eril dil her yerde”

Kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddete karşı 222 Kadın Edebiyatçı tarafından yayınlanan yazılı açıklamada eril dilin evde, sokakta, okulda ve işyerinde olduğu kadar edebiyat dünyasında da olduğuna dikkat çekildi.

9.edebiyat dünyasından kadınlar...

Açıklamada, “Özellikle son yıllarda toplumsal cinsiyet ayrımcılığı iktidar tarafından çok daha yaygın ve köklü hale getirilmeye çalışılıyor. İktidar, erkek şiddetini önlemek bir yana, kadınların yaşamı ve bedeni üzerinde söz söylemeyi hak görmekte, kadının giyim tarzına, hatta ‘kahkahası’na müdahale etmekte, yaşamın içindeki var oluşuyla kadını tahrik nedeni olarak göstermektedir. Bilinmelidir ki, cinsel saldırıyı meşrulaştıran, kadınları sindirip erkekleri cesaretlendiren mesajlar veren devlet yetkilileri ve iktidar, kadınlara yönelik sistematik erkek şiddetinden ve kadın cinayetlerinden de sorumludur” ifadelerine yer verildi.

Eril dilin evde, sokakta, okulda ve işyerinde gerçekleşen yeniden üretiminde medyanın, akademik kurumların olduğu kadar edebiyat dünyasının da payı olduğuna işaret edilen açıklamada. “Erkek egemenliğini doğrulayan ve kutsayan, kadını ikincil cins olarak gören anlayış kitaplarda, dergilerde, televizyonda ve sinemada her gün yeniden üretilmekte, kadının konumu ve erkek egemenliği meşrulaştırılırken şiddet kanıksanmaktadır. Kadının metalaştırılmasına edebiyat ‘endüstrisi’nin katkısı da küçümsenemez” denildi. Eril dil ile mücadelede, kadın edebiyatçılar olarak sorumluluklarının farkında olduklarını ifade eden edebiyatçı kadınlar, “Kimin kaleminden çıkmış olursa olsun, metinlerde eril aklı ve otoriteyi çözümleyici, sarsıcı, yıkıcı çalışmalar yapmak, öte yandan kadın edebiyatçılar arasındaki dayanışmayı güçlendirmek ve edebiyatta kadın tavrını oluşturmak zorundayız” vurguları yapıldı. (DİHA)

Açıklamada İmzası Bulunanlar

Aliye Zorlu Mit, Arzu Altınanıt, Arzu Demir, Arzu Eylem, Aslı Durak, Aslı Erdoğan, Aslı Sarıoğlu, Aslı Serin, Aslı Solakoğlu,Aslı Tohumcu, Aslı Uluşahin, Aslıhan Tüylüoğlu, Asuman Susam, Ayla Kutlu, Aylin Çakı, Aysel Sağır, Aysun Kara, Ayşe Akaltun, Ayşe Başak Kaban, Ayşe Çakı, Ayşe Kulin, Ayşe Sarısayın, Ayşe Uyguner, Ayşegül Çelik, Ayşegül Devecioğlu,Ayşegül Kocabıçak, Ayşegül Tözeren, Ayten Kaya Görgün, Azade Aslan, Bade Osma Erbayav, Bahar Çelik Omur, Başak Baysallı, Belma Fırat, Berat Alanyalı, Bercis Mani, Berna Durmaz Mehmetoğlu, Berna Özpınar, Betül Dünder, Betül Sayın,Billur Şentürk, Bilsen Başaran, Bircan Çelik, Birsen Ferahlı, Buket Başaran Akkaya, Buket Türkmen, Cihan Bilgen, Çiğdem Baydar, Çiğdem Sezer, Çiler İlhan, Demet Çizmeli, Demet Elkatip, Deniz Durukan, Deniz Gezgin, Derya Önder, Derya Sönmez, Didem Gülçin Erdem, Dilek Direnç, Duygu Kankaytsın, Ebru Askan, Eda Aslı Şeran, Elif Can, Emek Erez, Emel İrtem, Emine Sarıkartal, Eren Aysan, Esma Zafer Ertan, Esra Açıkgöz, Esra Odman İyier, Esra Yalazan, Eylem Ata Güleç,Eylem Soner, Ezgi Ceylan, Fatma Aras, Fatma Tulum, Fatma Üçpınar, Feryal Tilmaç, Feyza Hepçilingirler , Feyza Öner,Figen Öcal, Figen Şakacı, Fulya Bayraktar, Gamze Güller, Gaye Boralıoğlu, Gonca Özmen, Gönül Çatalcalı, Gönül Kıvılcım,Gülce Başer, Gülenay Börekçi, Gülsüm Cengiz, Hacer Kılcıoğlu, Hacer Yeni, Hande Baba, Hande Öğüt, Hasibe Özdemir,Hatice Şahman Günday, Hazal Melek Akdik, Hülya Deniz Ünal, Hülya Soyşekerci, İnci Asena, İnci Gürbüzatik, İrem Karabaş, Jale Özata Dirlikyapan, Jale Sancak, Kadriye Cesur, Kevser Ruhi, Kristin Özbey, Latife Tekin, Leyla İpek, Leyla Ruhan Gönenç Okyay, Lütfiye Aydın, Mavi Neşe, Mavisel Yener, Meliha Yıldırım, Melike İnci, Melike Şenyüksel, Melike Uzun, Melis Dedeoğlu, Menekşe Toprak, Merve Akıncı, Meryem Fehime Oruç, Meryem Gülbudak, Mine Ömer, Mizyal Çakmak, Mukaddes Erdoğdu Çelik, Müge İplikçi, Müge Manuş, Müjde Bilir, Münevver İzgi, Müren Beykan, Mürselin Kurt,Mürüvet Yılmaz, Müyesser Güner, Nalan Barbarosoğlu, Nalan Çelik , Necla Aytuna, Nemika Tuğcu, Nermin Yıldırım,Nermin Yıldız, Neslihan Cangöz, Neslihan Önderoğlu, Neslihan Yalman, Nesrin İnankul, Neşe Yaşın, Nil Sakman, Nilay Kaya, Nilüfer Altunkaya, Nisa Leyla, Nuray Önoğlu, Nuray Sancar, Oya Baydar, Oya Uysal, Oylum Yılmaz, Özge Kocatürk,Özge Yolcu, Özgün Ergen, Özlem Kiper, Özlem Şan Özdemir, Pamuk Yıldız, Pelin Buzluk, Pelin Temur, Petek Demir, Petek Sinem Dulun, Pınar Güler, Pınar Güner, Pırıl Nur Temel, Raife Polat, Raşel Rakella Asal, Reyhan Yıldırım, Saba Kırer,Sacide Alkar Doster, Semrin Şahin, Senem Dere, Senem Timuroğlu, Serap Erdoğan, Seray Şahiner, Sevda Zeynep Karadağ, Sevgi Ünal, Sevim Korkmaz Dinç, Sevin Okyay, Sevinç Koçak, Sezer Ateş Ayvaz, Sırma Köksal, Sibel Buket, Sibel K. Türker, Sibel Oral, Sibel Öz, Sibel Yükler, Simla Sunay, Sultan Su Esen, Suna Güler, Suzan Bilgen Özgün, Suzan Samancı, Süreyya Köle, Şebnem Toplu, Şenay Eroğlu Aksoy, Şengül Can, Şöhret Baltaş, Tekgül Arı, Tuğba Gürbüz,Tuğçe Ayteş, Tülay Akyol, Tülin Dursun, Tülin Er, Tülin Tankut, Tümay Çobanoğlu, Ufuk Duruman, Vicdan Efe, Yasemin Yazıcı, Yaşar Seyman, Yayla Boztaş, Yeşim Dinçer, Yeşim Saygın, Yıldız Cıbıroğlu, Yıldız Işık, Yıldız İlhan, Zehra Başar,Zerrin Taşpınar, Zeynep Direk, Zeynep Köylü, Zeynep Oral, Zeynep Sönmez, Zeynep Uzunbay, Zümrüt Bıyıklıoğlu

 

(Evrensel)

AKP iktidarında 2015’in ilk iyi ayında 206 işçi çalışma koşulları nedeniyle can verdi

İstanbul İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) verilerine göre henüz 2 ayını geride bıraktığımız 2015’te en az 206 işçi yaşamını yitirdi. Bu rakam bin 886 işçinin yaşamını yitirdiği 2014 yılının ilk 2 ayında 185’ti.

8.iş kazaları.işçi ölümleriİSİG Meclisi’nin gazetelerden ve emek-meslek örgütlerinden gelen bilgiler ile işçiler ve işçi yakınlarının bildirimleri ışığında hazırladığı ‘İş Cinayetleri Raporu’na göre 2015 yılının ilk iki ayında en az 206 işçi çalışırken yaşamını yitirdi. Ocak ayında en az 125 işçinin, Şubat ayında ise 81 işçinin hayatını kaybettiğini gözler önüne seren verilere göre, işçi ölümleri inşaat, taşımacılık, tarım ve enerji işkollarında yoğunlaşıyor.

Milliyet’ten Arif Balkan’ın haberine göre, geçtiğimiz yıl Ocak ayında 101 işçi hayatını kaybederken, 2015 yılının ilk ayında bu rakam daha da arttı. 125 işçi mesai esnasında canından oldu. 2014’ün Şubat ayında 84 işçi iş kazasında ölürken, 2015 Şubat’a gelindiğinde en az 81 işçi yaşamını yitirdi. İşçi ölümlerine yönelik kara tablo Mart ayında da değişmedi. Mart ayının ilk 7 günüde 8 işçi hayatını kaybederken sadece Parşembe günü 6 ayrı kazada 7 işçi toprağa verildi.

İş kazalarında hayatını kaybeden işçi ailelerinin bir araya geldiği ‘Adalet Arayan İşçi Aileleri Platformu’na hukuki destek sağlayan hukukçu Erbay Yucak, İş Güvenliği ve İşçi Sağlığı konusunda 6331 sayılı yasaya ekler içeren yasa taslağının TBMM’ye sunulduğunu belirterek, “İş cinayetlerini önlemek adına mevzuatta belirtilen hükümler caydırıcı bir biçimde uygulanmıyor. Tablonun değişmemesinin en büyük nedeni bu. Kamusal denetim mercileri ve işveren ya da denetim aracıları gibi diğer denetim mekanizmaları etkin değil. Her iş cinayetinden sonra ortaya atılan söylemleri yalanlayan bir tablo söz konusu. Sorumluluk sahiplerine hukuki manada caydırıcılık hissetirilmiyor” diye konuştu.

(Milliyet)

 

Kabataş iddialarını polis raporu da yalanladı

1 Haziran 2013’te gerçekleştiği iddia edilen ‘Kabataş saldırısı’ iddiasıyla ilgili polis raporu ortaya çıktı.

Kabataş’ta, “belden yukarıları çıplak, ellerinde deri eldivenler, başlarında siyah bandanalar bulunan 80-100 kişilik grubun, başörtülü bir kadını dövdüğü ve üzerlerine idrarlarını yaptığı” yolundaki iddiaları 232 faklı kameranın 2560 saatlik görüntülerin yer aldığı polis raporu da yalanladı.

7.kabataş iddialarını polis raporu da yalanladı

 

Polis raporu ile birlikte ayrıca bu asılsız iddianın ortaya atılması nedeni ile pekçok sivilin gözaltına alınıp bu konuyla bağlantılı sorgulandığı, sosyal medya hesaplarına girildiği de ortaya çıktı.

Olay olduğu iddia edilen 1 haziran günü bölgeden alınan görüntülerde Develioğlu’nun Kabataş’ta eşini beklediği yere geldiği 19 43 57’den bölgeden ayrılana kadar geçen yaklaşık 15 dakikalık süreçte; etrafta yüzlerce kişinin, başörtülü, çoluk çocuk, aile, genç gelip geçtiği izlenebiliyor. Olayın olduğuna dair etraftaki hiç kimsede bir hareket yok. Saldırı, idrar, taciz iddialarını; görüntüler, ifadeler, tanıklıklar boşa çıkarıyor.

Olayın geçtiği söylenilden 1 Haziran 2013 günü yaşananlar polis raporunda şu şekilde geçiyor;

Rapora göre; o dönem Başbakan olan Tayyip Erdoğan’ın da emriyle İstanbul polisi seferber oldu. Soruşturma; İstanbul Asayiş Şube Müdürlüğü, İstihbarat Şube Müdürlüğü, Güven Timleri Şube Müdürlüğü, Spor Güvenliği Şube Müdürlüğü, Beşiktaş ve Beyoğlu ilçe emniyet müdürlükleri, TEM Şube Müdürlüğü, Güvenlik Şube Müdürlüğü, Olay Yeri İncelenme Şube Müdürlüğü ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nce koordineli olarak yürütüldü.

Karaköy – Taksim – Ortaköy arasında kalan yaklaşık 8 km’lik bölgede bulanan tüm işyerleri ve kamu kurumları ile görüşüldü. Buralara ait güvenlik kameralarının olup olmadığının tespiti yapıldı. Yapılan çalışmalar neticesinde; (151) farklı yere ait Mobese ve güvenlik kameralarının bulunduğu tespit edildi. Tespit edilen her kameranın olaydan önce ve sonrasını kapsayan 6 saatlik görüntü kaydı talep edildi.

Elde edilen (81) farklı işyeri ve Mobese kameralarına ait olan yaklaşık 1800 saatlik kamera kayıtları, Radyo TV ve Foto Film Şube Müdürlüğü görevlilerince kayıt edilen 200 saatlik kamera kaydı, Güvenlik Şube Müdürlüğü’nden alınan 50 saatlik kamera kaydı, TEM Şube Müdürlüğü’nden alınan 450 saatlik kamera kaydı ve Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü’ne bağlı TOMA araçlarındaki kameralardan elde edilen 60 saatlik kamera kaydı birleştirilip kare kare incelendi. Bu incelemede Karaköy’den Salıpazarı tarafından Kabataş’a, Beşiktaş tarafından Kabataş’a, Gümüşssuyu yönünden Kabataş’a kısaca olayın gerçekleştiği yere her alandan gelenler kare kare izlenip tespit edildi.

1 Haziran gününe ait olan görsel medyada ve sosyal paylaşım sitelerinde yer alan görüntü ve fotoğraflar da tarandı.

Olay günü veya genel olarak olay yeri çevresinde seyyar satıcılık yapan, garson, esnaf, güvenlik görevlisi, tezgâh açtığı belirlenen 24 kişiyle görüşüldü, yazılı beyanları alındı. Görüşülen şahıslar söz konusu olaya tanık olmadıklarını beyan ettiler. Güven Timleri Şube Müdürlüğü’ne bağlı 20 tim olay yeri civarında tanık bulmaya yönelik sokak sokak çalıştı.

(Cumhuriyet)

Şirket, “Maden var, izin” dedi; Mahkeme, “Tarih var, mazin”

Ordu’nun Fatsa ilçesinde maden sahası içerisinde kalan 200 dönümlük Kayatepe arkeolojik SİT alanının SİT statüsünden çıkartılması için Ordu İdare Mahkemesi’ne başvuran Altıntepe Madencilik Şirketine mahkemeden red geldi. Reddin nedeni bölgede tarih öncesi kalıntıların bulunduğunun tespit edilmesi.

6.ordu.fatsa.tarih var maden olmaz

Radikal’den İdris Emen’in haberine göre 2012 yılında bölgede altın madeni çıkarmak için ruhsat alan şirket bölgede çevresel etki değerlendirme (ÇED) çalışmalarına başladı. ÇED sürecinde maden ruhsatını kapsayan içerisinde bulunan Kayatepe bölgesinde Roma dönemine ait arkeolojik kalıntılara rastlanınca Samsun Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu bölgede inceleme yaparak Kayatepe’de bulunan 1773 ve 1829 sayılı parselleri 1. Derece arkeolojik SİT alanı ilan etti. 2013 yılında bölgede madencilik faaliyetine başlayan Altıntepe Madencilik koruma kurulunun aldığı sit kararının iptal edilmesi için 2013 yılında Ordu İdare Mahkemesi’ne başvurdu.

Başvuruyu değerlendiren Ordu İdare Mahkemesi arkeolojik SİT alanı için bir bilirkişi incelemesi istedi. Bölgede incelemede bulunan bilirkişi heyeti, bölgede tunç çağına ait seramik parçalarına rastladı. Bilirkişi heyeti ayrıca bölgede höyük tipi prehistorik yerleşimlerin yaşandığını da tespit etti. Bilirkişi incelemesini dikkate alan mahkeme SİT alanı iptal davasını ret etti.

(Radikal)

Demokrasimizin güvencesi: Kürtler – Baskın Oran

Aslında, “Şu andaki güvencesi” diyerek ihtiyatlı davranmak lazım. Ama ne olursa olsun, bu ortamda tek ciddi şeyleri söyleyen ve yapan, HDP. Özellikle de, gençler arasında “Selocan” diye geçen, Eşbaşkan Selahattin Demirtaş.

Düşündüklerimi önce kısa maddeler halinde yazayım, sonra açarız:

1) 28 Şubat ortak açıklamasının odak noktası silahların bırakılması filan değil. Buna imkan verecek demokratik koşulların oluşturulması.

2) Bu açıklamadan sonra Kürtler, gözünü karartmış Erdoğan karşısında mevcut en sağlam barikat.

3) Seçim arifesinde bu açıklamadan asıl kârlı çıkan HDP ve bu sayede yüzde 10 barajını büyük olasılıkla aşar.

4) Erdoğan durumlardan hiç memnun değil; Selocan’ı bir kaşık suda boğabilse, boğacak.

5) Bazı sus payları karşılığında Kürtlerin Erdoğan’ın başkanlık sistemini destekleyip demokrasiyi satacakları yönünde vahim bir kuşku vardı. Son gelişmeler bunu çok zayıflattı.

DEMOKRASİYİ GÖRMEDEN “SİLAH BIRAKMAK”

Davutoğlu 3 Mart’ta, “Bu açık bir silahları bırakma çağrısıdır. Özü, silahları bırakmadır” (link) derken tam bir hüsnü kuruntuyu dile getiriyor. En azından iki sebeple:

1) Kürtler sırf devletin sözüne güvenerek silah bırakmayı çok denediler. Örnek mebzul. 1937 Dersim’de Seyit Rıza barış görüşmeleri yapmak üzere Erzincan’a davet edildi, yolda gelirken yakalandı ve bir pazar günü yargıçları evlerinden getirtmek suretiyle toplanan mahkeme sonucu idam edildi. PKK defalarca silah bıraktı, demokrasi filan gözükmedi. 2009’da devlete inanıp Habur’dan gelenleri, coşkuyla karşılandıkları ve konuşma yaptıkları gerekçesiyle 10 yıl 10 ay hapse mahkum ettik (link).

Nitekim Öcalan, 29.11.2014 görüşmesinden sonra, daha önce yaptığı silah bırakma çağrıları için özeleştiri yayınladı (link).

2) Kürtler zaten silah bırakmış vaziyette. Batıya tabut gelmesi uzun yıllar önce durdu.

Ama eğer “silah bırakmak”tan kasıt silah toplatmak ise, oradan başlamak, Kürt olduklarını ancak 75 yıl mücadeleden sonra kabul ettirebilen ve bu arada sadece son 30 yılda 30.000’den fazla kurban veren insanlarla olacak iş değil.

Nitekim, Cemil Bayık özetliyor: “Hangi sorun çözüldü ki silah bırakalım”  (link).

Onun için Kürtlerde, reform görmeden kendini bırakıverecek hava hiç yok (link). Onlardan talep edilebilecek en büyük vatanseverlik, demokratik reformları beklerken eylemsizliği devam ettirmeleri.  

SEÇİLMİŞ PADİŞAHLIĞA BAŞLICA BARİKAT

Türkiye’nin vahim bir gerçeği var: Gezi ve 17-25 Aralık tarafından “psikolojisi bozulan” Erdoğan’ın bütünmevcudiyeti, bunların tekrarlanmasını ne yapıp edip önlemeye endeksli. Korkunç bir vaziyet onunki; düşmanıma vermesin. Eli kalem tutanların yazıları ile eli pankart tutanların gösterilerini İç Güvenlik Paketiyle beşiğinde boğmayı umuyor.

Ve tabii, en başta da, yine umduğunu bulamayacak olan Kürtlerin protestolarını.

Kürtler buna blok halinde karşı çıkmakta. Pervin Buldan: “Paket, parti olarak itiraz ettiğimiz haliyle çıkamaz” (link). Selocan: “Hükümetin pratiği barış adına zerre kadar ümit vermiyor” (link). KCK: “Hükümet sorumluluklarını yerine getirirse biz de getiririz(link)

HDP ÇOK DAHA KÂRLI ÇIKTI

Ortak açıklamadan AKP’nin beklentisi, Kürt sorununu halletmesine ramak kalmış parti izlenimi bırakarak, seçimlerde başkanlık rejimini getirecek çoğunluğa ulaşmak.

HDP’ye gelince: Seçime parti olarak girip büyük risk alma kararı seçmen kitlelerinde çok ilginç bir karşılık bulmuş vaziyette. Barajı aşamazsa, AKP başkanlık rejimi için yeterli çoğunluğa ulaşır diye herkesin ödü kopuyor. Etrafımda Kürt partisine şimdiye kadar hiç oy vermeyen çok sayıda kişi bu sefer verecek.

Barajı aşacak kadar oy alma imkanı bu nedenle zaten artmış olan HDP, şimdi bir de “ayrılıkçı değil, uzlaşmacı ve barışçı parti” imajı sayesinde, ihtiyacı olan ek yüzde 2’yi kolaylıkla alabilir.

ERDOĞAN VE AKP HİÇ HOŞLANMADI

B. Arınç “ortak açıklama söz konusu değil” dedikten sadece iki gün sonra yapıldı ortak açıklama. Neyse, olur böyle şeyler ve AKP’de esas bundan sonra olacak. Asıl önemli husus başka yerde.

Arınç bir metinden bahsediyordu konuşmasında. (Açıklamadı ama, Habertürk’te 19 Şubat’ta çıkmış olan bir metindi bu. TMK, SPK, yüzde 10 barajı gibi kanunların kaldırılması, Türkiye genelinde bölge meclisleri kurulması, kültürel hakların anayasada yer alması, hasta mahkumların tahliyesi gibi çok somut Kürt ön-talepleri vardı bu metinde (link).

O sırada, hiç görmediğimiz bir biçimde açtı ağzını yumdu gözünü Arınç. Ne Selocan’ın Süreç’e karşı olduğunu bıraktı, ne de kötü niyetini. “Görevim icabı istihbaratın verdiği bilgiler yanında çok özel bilgilere sahip bir insanım ben” bile dedi, ne demekse.

Erdoğan, Arınç’tan da önce, daha S. Arabistan’a giderken yüklenmişti Selocan’a: “İmralı silahların bırakılmasını istiyor. Fakat partinin başındaki zatın yaklaşımı çok daha farklı. O adeta, ‘Hükümetin uygulamasına bakacağız’ diyor” (link). Ne “adeta”sı yahu, aynen öyle dedi. Tek başına da söylemedi; yukarıda verdim.

İşin özeti şu ki, Selocan AKP’yi fevkalade huzursuz ediyor. Bu da, galiba, gerçekten etkili ve başarılı olduğunun göstergesi. 

KUŞKU

‘Öcalan hükümetle anlaştı, demokrasiyi satacak, başkanlık verip karşılığında kendisi için ev hapsi ve Kürtler için de özerklik alacak’ kuşkusu epeydir sürüyordu. Çünkü Öcalan şöyle demişti:

Başkanlık sistemi düşünülebilir. Biz Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz. Biz AKP ile bu temelde bir başkanlık ittifakına girebiliriz. Yalnız, başkanlık ABD’deki gibi olmalı; devlet meclisi gibi bir senato. İkincisi, bir de halklar meclisi” (link). Bu demeci, Nevruz öncesinde Eşbaşkan Gültan Kışanak da desteklemişti (link).

Olay bununla kalmamıştı. Sırrı Süreyya dışında, ­Kürtler Gezi’de yoktu. 17 Aralık’ı Öcalan, Erdoğan gibi “darbe” olarak yorumlamıştı (link).

Selocan işin başından beri farklı durdu. Mesela, Erdoğan-Bilal konuşmasının internete düşmesi üzerine, “Bu kadar şaibeye bulaşmış bir başbakanla neyi konuşacağız?” dedi (link).

Ortak açıklamanın öncesinde ve sonrasında söylenen sözler, ‘Kürtler demokrasiyi satacaklar’ izlenimini çok zayıflatmış bulunuyor. Şu anda Kürtlerin durduğu yer şöyle:

Demokratik ortamın ucunu fiilen görmedikçe, AKP’ye inanmayacaklar.

İçlerinden bir kanat demokrasinin sadece vaat edilmesi üzerine uzlaşmaya kalkışırsa, başka kanatlar bunu ihtiyatla önlemeye niyetli ve muktedir.

Erdoğan’a başkanlık vermenin, cellada yağlı urgan vermekten farksız olduğunun farkındalar.

Demokrasiden gitgide uzaklaştırılan bir Türkiye’de, Kürtlere demokrasi verilmesinin mantıksız olduğunu idrak ediyorlar.

Etmiyorlarsa, en azından şunu iyi biliyorlar: O zaman yakalarına yapışacağımızı.

Bu yazı agos.com.tr/ den alınmıştır

4.baskin oran

 

Baskın Oran

Haftanın Tortusu

tortu* Ekonomik Kriz: Ses çıkarmazsak gelmez mi? * Siber gaza: Ateizm Derneği’nin sitesi engellendi. * Zenginler, zenginliklerini katlamaya devam ediyor. * Baransu tutuklandı, dava arkadaşları dışarıda birbirine girdi. * Bir yalanı savunmak için girmedikleri şekil kalmadı. * O konuştukça alanlar daha da doluyor: 8 Mart!

 

* Ekonomik Kriz: Ses çıkarmazsak gelmez mi? Bir ekonomik krizin içinde olduğumuzu nasıl anlarız? Neler olması gerekli? Paranın hızla değer kaybetmesi? Artan pahalılık? Durdurulamaz bir işsizlik artışı? Yatırımların azalması? Yabancı yatırımcının ülkeden kaçması? Bunlardan kaçı olursa bir ülkede kriz var denilebilir? Türkiye’de şu anda bu soruların hepsine “Evet” yanıtı vermek mümkün. Türk Lirası’nın son üç haftada kaybettiği değer yüzünden Türkiye’nin dış borcu durduğu yerde 80 milyar lira artmış durumda. Yani kabaca bir hesap yaparsak asgari ücretle geçinen biri son üç haftada maaşından daha fazla bir borca girmiş durumda. Kişi başı 1000 TL’den daha fazla…

Tabi biz bunları açık açık gazetelerde, televizyonlarda okuyamıyoruz, göremiyoruz. Neden? Her konuşmasıyla doların artmasına sebep olan, “Euro’nun para birimi olduğunu düşünmüyorum!” diyen birine ekonomiyi emanet etmeyi düşünen kişi ile TV kanallarının, gazetelerin sahibi aynı. Bu  yüzden doların yükselmesini ya hiç görmüyorlar, ya da iyi sıhhatte olsunlara bağlıyorlar. (Örneğin bir yanlış çeviri sonrasında çok sevip sarıldıkları Failz Lobisi!) Bir nevi ses çıkarmazsak kriz Türkiye’nin kapısını çalar çalar gider diye düşünüyorlar. Fakat rakamlar ortada. Başbakan ve ekonominin bağlı olduğu iki bakan ABD’den eli boş döndü. Hatta “Sizin bir yetkiniz yok!” diyerek kaale dahi alınmadılar. Yani bir ekonomik kriz gelmiyor, krizin içerisindeyiz. Bakalım bunu kimlerin darbesine bağlayıp, mağduriyet üretecekler?

* Siber gaza: Ateizm Derneği’nin sitesi engellendi. Eline kılıç alıp küffarın üzerine saldıramayanlar bunu siber alanda yapmaya çalışıyorlar ve Dünya’ya rezil oluyorlar. Bu hafta içinde, içlerinde Ateizm Derneği’nin de bulunduğu bir çok site bir siber gaza sonucunda erişime engellendi. Bu neye yarar bilinmez? Ateizm Derneği’nin temsilcileri pek de dine dönmüş gibi görünmüyorlardı çıktıkları yayınlarda.

Engellenen diğer siteler ise Charlie Hebdo adlı derginin saldırı sonrası ilk sayısını yayınlayanlar ve doğrudan derginin kendi sitesi. Kısaca Charlie Hebdo’ya saldıran İslamcı teröristlerin başlattıkları işi, Türkiye için, birileri bitirmiş görünüyor. Dergiyi yok etmek istemişlerdi. Dergi küllerinden doğdu. Türkiye’den erişimi engelleyerek bu sınırlar içerisinde uçmasını engelliyorlar!

* Zenginler, zenginliklerini katlamaya devam ediyor. Ekonomik krizin yanında “zenginlerin zenginliklerine zenginlik” katması da hız kesmiyor. Aslında ekonomik krizden daha derin bir “çelişki”, gelir adaletsizliği… Forbes Dergisi’nin açıkladığı listeye göre en zengin 100 Türkiyeli listesine sığışan 118 kişinin servetleri bir önceki seneye göre 7.6 milyar dolar artmış. Bir başka deyişle de bu 118 kişi diğer insanların ceplerinden (sen, ben, o, biz, siz, onlar) 7.6 milyar dolar çektiler ve zenginleştiler. Borcun kişi başına yayıldığı bir dönemde, zenginlikler ise bireysel… Sadece kişi başına düşen gelirde belki zenginlerin parası bizimmiş gibi hesaplanıyor, o kadar!

* Baransu tutuklandı, dava arkadaşları dışarıda birbirine girdi. Balyoz ve Ergenekon Davaları’nın koçbaşı olan Mehmet Baransu, kendisini tutan iki kişi kavga edince havada olan her şey gibi yere düştü ve ortada kaldı. Ve bu düşüşle iç hesaplaşmaya giren iktidar bloğunun üzerinde zıpladığı bir kişi oldu. Savaş alanına döndü. Defalarca evi basıldı, arandı ve en sonunda geçen hafta tutuklandı. Tüm bu dava süreçlerinde her şeyin gelip onu bulmasında bir adalet aramak ve bulmak mümkün değil. “Davanın savcısıyım!” diyenler, davaların sonsuz destekçisi olanlar işin içinden sıyrılacak ve sonuç olarak “gazetecilik faaliyetlerini” bu işe alet eden biri mi tutuklanacak yani? Bu noktadan hareketle de bundan sonra gazetecilik de yargılanabilecek.

Bu tutuklamadan sonra ortaya çıkan başka bir ilginç durum ise Baransu’nun o dönem birlikte iş yaptığı gazetecilerin/yazarların birbirine girmesi oldu. Kimi şimdilerde itirafçı olan, kimisi ortalarda görünmeyen ama kendi yazdıklarına göre aptallık ve alçaklık arasında salınan yazarlar Baransu’nun ardından birbirlerine girdiler. Kim alçak, kim aptal bilinemedi. Bu durumun daha da devam etmesi, o dönem dönen kirli dolapları anlamak açısından verimli olacaktır.

* Bir yalanı savunmak için girmedikleri şekil kalmadı. “Kabataş Yalanı” olarak tarihe geçen hadisenin nasıl bir yalan olduğu ortaya çıktıkça bu yalanı tezgahlayanlar, onu daha çok sahipleniyorlar. Bu hafta bunun en acıklı halini gördük. İki gazetenin %100 aynı yalanı manşete taşıdıklarını görmüştük ama 13 tane yazarın aynı yalanı, aynı başlıkla (Biri yaratıcılığını kullanmış! Bir kelimeyi değiştirme cesaretini göstermiş!) savunduğunu görmemiştik. Bu net bir ne yapacağını bilemezlik hali. Yolsuzluklar ve yönetemezlik halinden dolayı gevşeyen tabanı bu yalanla kenetlemeye, “Her şeye rağmen sizi bu canavarlardan biz koruruz, bizi terk etmeyin sakın!” mesajı vermeye çalışıyorlar.

Gezi Direnişi sırasında bir iç savaş çıkarmak için atılan bu yalanın gerçek olamayacağı aslında daha ağızdan çıktığında bile belliydi. Fakat kimi zaten doğrudan sahibine bağlı gazeteciler tarafından, kimi de daha “ortada duran” gazeteciler tarafından sahiplenilince iş toplumsal bir boyuta ulaştı. Şimdi o yalana sahip çıkan, yalanı daha da kuyruklandıran gazeteciler, program program kovalanıyorlar ve ne zaman “Yargılanacaksınız!” kelimesini duydukları anda ağlamaklı bir sinirle bağırmaya başlıyorlar ve programları terk ediyorlar. Kadının beyanı esastır gibi bir ilkeyi yalanlarına alet edip kirletmeye çalışan bu kişilerin geldikleri en son nokta “Görüntülerin aksini göstermesi o saldırının olmadığı anlamına gelmez”e kadar düşmüş durumda. Sonuç olarak ülke olarak oturup bir yalanı savunmak için şekilden şekile girenleri izliyoruz. Yargılanacakları günü bekliyoruz.

* O konuştukça alanlar daha da doluyor: 8 Mart! Bir ayda 52 kadının öldürüldüğü bir ülkede hala “Kadın erkek eşit değil”, “Kadınlar, erkeğe emanet” diyenler var. Hepsi O’nun ağzıyla konuşuyorlar. O konuştukça kadınlar daha çok ölüyor, O konuştukça eşitsizliğe neden bulmak isteyenler rahatlıyor. Fakat bu hafta gördük ki, O konuştukça kadınlar daha gür sesle sokağa çıkıyor, daha kalabalık oluyorlar. Yas tutmuyorlar, isyan ediyorlar.

İklim için kadınlar: İklim adaleti istiyoruz!

İklim için hareketinden iklim için kadınlar 8 Mart’ta iklim adaleti için çağrıda bulundu.

İklim krizinden en çok kadınlar etkileniyor.

Erkek egemen zihniyetin tüm canlı türlerini nesneleştirip sömürmesinin sonuçlarından biri olan iklim değişikliği gezegenimizin en büyük ortak sorunu. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği yüzünden iklim değişikliğinden en çok kadınlar etkileniyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri kadınları iklim değişikliğine bağlı aşırı hava olaylarının yol açtığı risklere karşı erkeklere göre daha kırılgan hale getirmektedir. İklimle bağlantılı olanlar da dâhil olmak üzere, doğal afetlerde ölen kadınların sayısının erkeklerden daha fazla olduğu saptanmıştır (UNDP, 2009).

Ailenin bakımı ve ev işleri sorumlulukları yüklenen ve ana geçim kaynağını tarımdan sağlayan kadınlar, değişen iklim yüzünden azalan doğal kaynaklar ve tarımsal üretimle kadınlar ihtiyaçlarını gidermekte ve geçimlerini sağlamakta zorlanıyorlar.

Kadınlar olmasaydı çevre mücadeleleri kazanılmazdı. Gerze’de termik santral mücadelesinde, Yırca’da zeytinlikleri korurken, Gezi’de en önde hep kadınlar vardı. İklim mücadelesinin ilhamı da, umudu da kadınlarda.

Aralık 2015’te Paris’ten çıkacak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Sözleşmesi (COP21) önümüzdeki dönemde tüm dünyanın, ama en çok kadınların kaderini belirleyecek. İklim değişikliğine karşı mücadelede cinsiyete duyarlı politikalar ve araçlar geliştirilmeli. İklim sözleşmesinin kaderini de biz kadınlar belirleyebiliriz.

Kadınlar iklim politikalarında da kararlara katılımında göz ardı ediliyorlar. Müzakerelere ve kararlara, toplumsal cinsiyet perspektifi yeterince yansımıyor. Toplumsal cinsiyetin iklim değişikliği politika, strateji, plan ve programlarına bütünleştirilmesi gerekiyor.

İklim için kadınlar diyorlar ki erkek hükümetlerin, tarafların, liderlerin, müzakerecilerin dünyayı değiştirmek için ortaya koyamadıkları güç kadınlarda var.

Kadınlar ataerki yıkacak, iklimi kurtaracak.

2015 Dünya Risk Konferansı, Fukuşima felaketini anma haftasında Japonya’da yapılacak

11 Mart 2011, Fukuşima Nükleer Felaketinin üstünden 4 yıl geçti. Yaşanan nükleer felaket tetikleyicisi olan deprem ve tsunamiden çok daha büyük sonuçlara yol açtı. Binlerce kayıp verildi, şimdilik 120 binden fazla insan evlerini bir anda bırakmak ve bir daha dönmemecesine başka şehirlere yerleşmek zorunda kaldı. Nükleer felaketin yaydığı radyoaktif maddeler dağların doruklarına çıktı, nehirlere, okyanusa karıştı, karışmaya da devam ediyor. Bölgedeki 3000 çocuk içinde  100’den fazlasına tiroit kanseri teşhisi kondu, üstelik felaket bitmiş de değil, sonuçları önümüzdeki 10-20 yıl içinde katlanarak etkisini hissettirmeye devam edecek.

Bugün 8 Mart 2015 “Nükleersiz Gün” olarak Fukuşima Nükleersiz Haftası eylemlerinin fitilini ateşleyecek ve tüm bir hafta boyunca Japonya genelinde (Tokyo, Fukuşima ve Sendai ağırlıklı olmak üzere) çok sayıda etkinlik yapılacak .

sendai
3.BM Dünya Konferansı, Felaket Risklerinin Azaltılması 14-18 Mart 2015

Bunlardan biri Tokyo’da yapılacak olan  dünyadaki nükleer karşıtlarını da ilgilendiren Nükleersiz bir Dünya için Küresel Konferans (Global Conference for a Nuclear Free World) olurken  diğer bir  organizasyon da  nükleer felaketin sonuçlarının değerlendirileceği 11-13 Mart arasında Fukuşima’da gerçekleştirilecek olan “Fukuşima’dan Alınan Dersler” konulu konferans. Dünya genelindeki  antinükleer aktivistlerle Japonya’daki aktivistleri de  biraraya getirecek olan etkinliğin sonunda Anti Nükleer Enerji Bildirgesi okunarak tüm dünyaya ilan edilecek.

Fukuşima haftasındaki bir diğer etkinlik ise ilki 2009 yılında Bahreyn’de  Birleşmiş Milletler tarafından  yapılmış olan Afet Risklerinin Azaltılması konularının işlendiği Dünya Risk Konferansı’nın üçüncüsü. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban-ki Moon da  4 Mart 2015’teki konuşmasında, “Dünyadaki büyüyen eşitsizlik, artan doğal afetler, aşırı şehirleşme, enerjinin ve doğal kaynakların  ölçüsüz tüketimi  dünyayı  üstesinden gelemeyeceği risklerle sitematik global etkilere maruz bırakmaktadır” diyerek   iyileşmenin sağlanabilmesi için  felaketin sonuçlarından hep birlikte dersler çıkarılması gerektiğini ifade etmiş, konferansın 14-18 Martta Fukuşima anma etkinlikleri haftasında  Japonya Sendai’de gerçekleştirileceğine dikkat çekmişti. Hükümet yetkililerinin, parlamenterlerin, sivil toplum örgütlerinin, risk azaltımıyla ilgili çeşitli platformlardan  binlerce katılımcının yer alacağı bu konferans çerçevesinde dünyadaki nükleer planlarının ve mevcut durumun da bir değerlendirmesinin  yapılacak  olması ayrıca önem taşıyor .

Her üç organizasyona da, Nükleersiz.org proje koordinatörü aynı zamanda  Yeşil Gazete ekibinde nükleer haberleri editoru  Pınar Demircan iştirak ederek Türkiye ile ilgili konularda bilgi paylaşımında bulunacak olup izlenimlerini bu vesileyle yerinden aktaracak.

Daha fazla bilgi için:

http://www.unisdr.org/archive/42814

http://www.preventionweb.net/english/hyogo/gar/2015/en/gar-pdf/GAR2015_EN.pd

http://fukushimalessons.jp/index.html

 

(Yeşil Gazete)

 

 

 

Bursa’da Dosab önünde halk buluştu: Termik Santral İstemiyoruz

Bursa’nın Demirtaş mahallesinde, kent içinde termik santral yapılması girişimleri karşısında mücadelesini sürdüren Bursa halkı Cumartesi günü “DOSAB, Bu Kara Sevdadan Vazgeç” diye haykırdı.

8.dosab.bursa

 

Bursa’da yüzden fazla kurumun oluşturduğu “DOSAB Termik Santralına Hayır Platformu” DOSAB Müdürlük binası önünde gerçekleştirdiği “DOSAB’a Son İhtar” eylemi ile termikçileri uyardı, bu santralı istemediklerini bir kez daha dile getirdi.

Platform bileşenleri, bölge halkı ve duyarlı Bursalılar Demirtaş mahallesinde toplanarak DOSAB binası önüne yürüdüler. DOSAB önünde yapılan basın açıklamasında santralın yapımından vazgeçilmesi istendi. DOSAB Termik Santraline ilişkin ÇED raporunun görüşüldüğü İDK toplantısı 23 Aralık 2014 tarihinde yapılmış ve toplantı sonucu hala açıklanmamıştı. Basın açıklaması metni aşağıdadır;

DOSAB YETKİLİLERİNİ BİR KEZ DAHA UYARIYORUZ RANT UĞRUNA BURSA HALKININ SAĞLIĞI, GELECEĞİ VE DOĞASINI YOK EDECEK KİRLİ PROJENİZDEN VAZGEÇİN.

4.dosab.bursa

Termik santral yapılacağı kararının öğrenildiği günün ertesinde bu meydanda Basın açıklamasıyla son bulan yürüyüş eylemi ile başlattığımız ve bu güne kadar sürdürdüğümüz mücadelede tüm yetkilileri bir kez daha uyarmak, söylenecek sözlerin bittiği noktada olduğumuzu duyurmak için buradayız.

Binlerce kişiyle halkımızın da katıldığı sahiple…ndiği gösterilerle, yürüyüşlerle DOSAB’ da, Setbaşında, Heykelde haykırdık duymadınız,

Panayır’da, İsmetiye’de, Yasemin parkta, Nilüferde, Kestel’de, Mühendis , mimar, çevre mühendisi, doktor ve avukatlar olarak meslek onuru ve bilinci ile anlattık öğrenmediniz,

Meslek odalarının, sivil toplum örgütlerinin, derneklerin, siyasi partilerin en önemlisi halkın haklı talep ve önerilerine kulak tıkayan baskıcı, dayatmacı bir anlayışa boyun eğen sadece aldıkları emirleri uygulayan kurum ve kuruluşları siyah çelenklerle, basın açıklamaları ile uyardık anlamadınız,

Bir kez daha ve son kez, DOSAB Termik Santrali Konusunda Sözde tarafsız olduğunu söyleyen ancak Halkın sağlığını düşünerek ÇED Raporuna olumlu görüş vermeyen İl Halk sağlığı müdürünü istifaya zorlayan Baskıcı, Dayatmacı Bursa Valisini; Kamu adına görev yapması, kanun, yönetmelik ve planları halkın, kamunun ortak faydaları adına uygulaması/uygulattırması gereken kurum ve kuruluşlardan Kendi İl Meclis Kararını görmezden gelerek yetki alanımız dışında diyerek ÇED Raporuna olumlu görüş veren BŞB Başkanını, ÇED Sürecinin devam ettiğini gerekçe göstererek DOSAB Termik Santraline İlişkin Bilgi vermeme hakkının arkasına sığınan ÇED raporu görüşünü saklayan, gizleyen Çevre ve Şehircilik İl Müdürünü, Toprak Koruma Kurulunun olumsuz kararını da hiçe sayarak kurulacak termik santralin Demirtaş Organize Sanayi Bölgesinde olduğunu gerekçe göstererek 5403 Sayılı Toprak Ve Arazi Kullanım Kanununa aykırı olarak yetki alanımızda değildir diyen Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürünü,
Kar ve rant hırsının gözlerini kör, kulaklarını sağır ettiği, halkın sağlığını, geleceğini, Bursa Ovasının toprağını, suyunu , havasını, tarımını hiçe sayan DOSAB yetkililerini bir kez daha uyarıyoruz.

Tüm Kamu Kurum ve Kuruluşlarını İnsan Yaşamından, Doğadan Temiz Çevreden, Geleceğimizden Yana Bir Tavırla Sadece Bulundukları Konumun Ve Makamın Gereğini Yapmalarını, Kanunlara, Yönetmeliklere Ve Planlara Uygun Davranmalarını Bekliyoruz.

“Dosab Termik Santraline Hayır Platformu” nun Termiğe İnat Yaşasın Hayat Mücadelesi ÇED süreci durduruluncaya, DOSAB Termik santral projesi iptal edilinceye kadar kararlılıkla devam edecektir,

Bir Kez Daha Uyarıyoruz bu kara ve kirli sevdadan vazgeçin.

DOSAB TERMİK SANTRALİNE HAYIR PLATFORMU”

 

Haber: Serdar Esen

(Yeşil Gazete)

[Denizgöründü Mektupları 3] Takvimler kuzu göbeğini gösteriyor! – Bülent Genç

Etrafı orman ile çevrili bir dağ köyündeyseniz, gün içerisinde dört mevsimi yaşadığınız hissine kapılabilirsiniz. Şehir merkezlerinin aksine, yapılacak işleri gün ve saat değil, havanın ne durumda olduğu belirliyor.

Sonbahar

Sonbaharın ilk günlerinden itibaren köyde yoğun bir çalışma devam etmekte. Genç, yaşlı, kadın erkek herkes günün doğuşuyla birlikte işe koyuluyor. Ekim ayı başında yağan yağışlar sonrasında tavına gelen toprağı ekin ekecekler sürüp ekti. Köylü ihtiyaçları kadar ekiyor fazlasını değil. Soğan, sarımsak,bakla, bezelye toprakla buluşurken, zeytin toplama işi de sürmekte.. .Kuru bakladan yapılan bakla keşkeği dedikleri bir yemek var burada. Sıkça yaptıkları bu yemek için hemen herkes bakla ekiyor. Biz de arazimizin bir bölümüne bakla, bezelye, soğan ve sarımsak ektik. Hatta kış ortasında  nohut da toprakla kavuştu. Bunlar dışında asma ve gül çeliklerini, çeşitli çiçek fidelerini, aromatik bitkileri, çilek ve arılar için bolca çiçek tohumunu da bahçemizle buluşturmayı ihmal etmedik!

05032015759

Elif, çilek yemeyi çok seviyor hatta köydeki asıl amacı büyük bir çilek tarlası oluşturmak. Annesinin, bebekliğinden bu yana anlattığı çilek tarlası masalındaki kız gibi… Anlaşmamıza göre ekilen çileklerin tüm sorumluluğu ona ait olacak. Bakımı ve hasat sonrası çileklerin nasıl değerlendireceğine Elif karar verecek. Çilek fideleri bahçeye ekilirken köyde yoktu, gelişmeleri benden istediği fotoğraflarla takip etti.

***

Denizgöründü Mektubu’nu yazarken bir yandan yanı başımda nazlanarak yanan kuzine sobayı takip ediyorum.  Nazlanması çam odununun çok kısa sürede boruları dolduruyor olmasından. Köylüler kışın, orman müdürlüğü için kesim yaparken ıskartaya ayrılan ince dallardan kendi odunlarını çıkarıyorlar. Beni de odun almam için kesim yaptıkları bölgeye çağırdılar. Onlarla birlikte çalışmak ilginç bir deneyimdi. İşe ara verip evden getirilen yemeklerle hazırlanmış sofrada yemek yiyip yaptıkları işle ilgili sohbet ettik.

SNV84582

Atalarının yüzyıllardır ormanda çalıştıklarını, kendilerinin de en iyi bildiği işin bu olması sebebiyle bu zamana kadar devam ettirdiklerini söylüyorlar. Ancak son yıllarda kesim işinin, aracı şirketlere ihale edilmesi yüzünden ücretler çok düşmüş; kendi tabirleriyle kölelik yaptıklarını söylüyorlar. İmzaladıkları sözleşmeye göre de ne bir sigorta ne de sosyal hakları var. Tehlikenin kol gezdiği çalışma ortamında herhangi bir kaza olursa kendi imkanlarıyla hastaneye ulaşıp tedavi olmak durumundalar…

***

Kış

Kış aylarında gelen bol yağış beraberinde sabırsızlıkla beklediğimiz mantarları da getirdi. Buradaki ilk mantarlarımızı kızım Elif ile beraber komşumuz Hasan amca rehberliğinde topladık. Onlarca farklı mantar türü görmemize rağmen sadece 3-5 çeşidini aldık. Köylüler, geçmiş kuşaklardan öğrendikleri ve emin oldukları dışındaki türlerle pek ilgilenmiyorlar. Bir köylüden duyduğum şu söz mantarla olan mesafeli ilişkilerini en iyi şekilde anlatıyor sanki: “Mantar yiyen ölmüş, yemeyen ölmemiş”.

10697349_10152920369342357_8840066036899658846_o

En kısa günleri yaşadığımız Aralık ve Ocak aylarında havanın kararmaya başlamasıyla birlikte köy tamamen sessizleşiyor. Genç nüfusun il ve ilçe merkezlerine yerleşmesinden dolayı yaz tatili ve bayramlar dışında köyde genç veya çocuk görmek pek mümkün değil.  Birlikte vakit geçirdiğim insanların hepsi benden daha ileri yaşlarda. Büyük şehirde yıllarca sessizlik özlemi çekmiş biri olan bana bile sessizliğin fazla geldiği zamanlar oluyor. Yanlış anlaşılmasın benim istediğim eş dost çocuk sesi, asla büyük şehir gürültüsü değil! Eşim Neslihan’ın İstanbul’da çalışıyor olmasından dolayı ancak birkaç günlüğüne Elif ile birlikte gelebiliyorlar…

***

ÇAYEK

Zaten alışveriş ihtiyacı dışında merkeze pek inmiyorum. Çayek  (Çanakkale Ekolojik Yaşam İnsiyatifi) toplantı ve etkinliklerine mümkün olduğunca katılmaya çalışıyorum. Doğa dostu üretici ve tüketicilerin meydana getirdiği bir kolektif Çayek. Böyle birlikteliklerin diğer şehirlerde de oluşmasını çok isterim.

dg4

ÇAYEK vasıtasıyla olsun, günün kendi akışında olsun köylülerle yaptığım sohbetler neticesinde anlıyorum ki; köylerde ekolojik tarım yapılabilmesi ve sürdürülebilir bir yaşam sağlanabilmesi,  şehirde yaşamayı seçen insanların tüketim alışkanlıklarını sorgulayıp değiştirmesiyle mümkün. Kendi tüketeceği sebze meyveye fenni gübre ve ilaç kullanmayan köylü, tüccarın kilosuna 30 kuruş verdiği  domatesi  daha fazla ürün almak için var gücüyle ilaçlıyor. Sütü için hayvan besleyenlerse; eti sütü bol olsun diye suni yemlerle besliyor hayvanını. Bir de tüccarın elinden geçtiğinde sofranıza gelen ürün nasıl bir hale geliyor varın düşünün…

***

Ocak ve Şubat ayları oldukça yağışlı ve soğuk geçti bu yıl. -15 derecedeki hava sert poyrazla birleştiğinde daha önce hiç görmediğimiz bir soğuk yaşattı bize. Dışarıda su depomuzdaki  yağmur suyu hasadı yaptığımız sular ve soba yanmayan odalarımızdaki her şey buz tuttu!  Hayvanlarımızın suluklarına günde 2 veya 3 sobanın üzerinde kaynattığımız sulardan doldurduk. Ektiğimiz bitkilerin üzeri yarım metre karla kaplandığında endişelendik ama karlar eridiğinde gördük ki hepsi yaşıyor! Sonrasında gelen don ise sevincimiz kursağımızda bıraktı! Karın koruyucu örtüsünden mahrum kalan bitkilerimizin çoğu yandı. Bakla, bezelye ve mercimekler… Doğa ananın bir bildiği vardır diyerek hiç üzülmedik. Soğuktan etkilenen bitkilerimiz çürüyerek toprağımızı besledi. Bir önceki yılın ne kadar kurak geçtiğiyle ilgili yüzlerce tatlı sohbet yapmamıza vesile oldu.

“Aman aman yağsın, bereket olsun. Siz bereketli geldiniz köyümüze…”

dg3

Kuzu Göbeği

Şubat sonlarını yaşadığımız şu günlerde ise bademlerin çiçek açması baharın ilk ışıklarını içimize doldurdu. İstanbul’da ev ve iş yeri balkonlarımızda, yıllardır yetiştirdiğimiz bitkilerimizin tohumlarını arazimize saçma zamanı geldi! Bunun nasıl duygular oluşturduğunu,  ne derece keyif aldığımı yazarak anlatmayı hiç denemeyeceğim. Sırtında çuval çuval toprak taşıyarak balkonunda bir şeyler yetiştirmeye çalışan, yetiştirdiği bir domatesin karşısında hayranlık dolu saatler geçirenler anladı bile…

Ve aylar geçiyor, takvimler kuzu göbeğini gösteriyor!

Bu dağlardaki kuzu göbeği mantarıyla tanışma sabırsızlığı içerisindeyim. İlk beyaz mantarımızı ve melki mantarını kış mantarı zamanı kızım Elif ile beraber bulmuştuk. 5 yaşında olmasına rağmen onlarca kilometre dolaşmıştı bizimle. Şimdi de heyecanla onu bekliyorum, bir kaç gün sonra Elif gelecek ve umarım ilk kuzu göbeğini de yine beraber bulup paylaşacağız fotoğraflarını.

dg1

Ektiğimiz sarımsak ve soğanlar iyi. Birkaç gün önce patatesler de ekildi. Yer elması yumruları, ada çayı, biberiye, lavanta vb. bitki fideleri toprakla buluştu. Dereler doldu taştı, topraktan yemyeşil otlar fışkırdı, ağaçlar tomurcuklandı, kuşlar başka türlü ötmeye başladı…

Yaşasın bahar Denizgöründü’ye geliyor!

Bülent Genç

 

 

Bülent Genç