Ana Sayfa Blog Sayfa 3627

Bodrum’da kadınlardan Suruç eylemi, “Barış Hemen Şimdi”

Bodrum Kadın Dayanışma Derneği ve Barış için Kadın Girişimi’nin eş zamanlı ortak eylem çağrısı üzerine bugün (23 Temmuz Perşembe) Bodrum Belediye Meydanı’nda bir eylem düzenlendi.

26

Suruç katliamında hayatını kaybeden 32 kişiyi anmak ve barış taleplerini dile getirmek için toplanan yaklaşık 50-60 kadın, katliamda hayatlarını kaybedenlerin isimleriyle oturma eylemi yaptı.

23

 

25

24

Yerel halktan ve turistlerden büyük ilgi gören eylemde “Karanlığınıza İnat Barış Ve Aydınlık”, “Karanlığa İnat Gökkuşağının Tüm Renkleri” pankartlarıyla “Artık Yeter/Edi-Bese”, “Barış Hemen Şimdi” sloganları atıldı.

 

Haber ve Fotoğraflar: Ayşe Zeynep Pamuk

(Yeşil Gazete)

IŞİD, Kilis sınırında askere ateş açtı: 1 astsubay öldü

Kilis’te, Suriye tarafından açılan ateş sonucu 1 astsubay öldü. 2 uzman çavuş yaralandı. Kilis Valisi Tapsız Türk askerinin ateşe karşılık verdiğini ve bir IŞİD militanının öldürüldüğünü açıkladı. Sınırda çatışma sürüyor.

55

Kilis Valisi Süleyman Tapsız yaptığı açıklamada, 5. Zırhlı Tugay Komutanlığına bağlı Dağ Hudut Karakoluna, Suriye tarafından ateş açıldığını belirtti. Güvenlik güçlerinin, IŞİD  kontrolündeki bölgeden açılan ateşe anında karşılık verdiğini vurgulayan Tapsız, “İlk ateş maalesef bir astsubayımız şehit oldu, 2 uzman çavuşumuz ise yaralandı. Ellerinden yaralanan askerlerimiz 112 Acil Servis ekiplerince Kilis Devlet Hastanesine kaldırıldı. Sağlık durumları iyi” dedi. AA, şehit astsubayın Yalçın Nane, yaralı askerlerin isimlerinin ise Fatih Kurt ve Necef Çakmaktepe  olduğunu belirtti.  Güvenlik güçleri, olay sonrası sınırın karşısındaki hedefleri ateş altına aldı. Bir IŞİD militanı öldürüldü.  Çatışmanın devam ettiği bölgeye, Gaziantep 5. Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral Cemalattin Doğan da gitti.

Al Jazeera’ye telefonla bilgi veren Aşağı Beylerbeyi Köyü’nden görgü tanıkları da  Elbeyli’nin 5 km doğusundaki köyün açıklarında çatışmanın sürdüğü bilgisini verdi.

(Al Jazeera)

Yeşiller-Sol Bursa, “DOSAB Termik Santrali’ne itirazımız var!”

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Bursa Eş Sözcüleri Necla Türemen ve A. Serdar Esen düzenledikleri basın toplantısı ile Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü internet sitesinde bugün yayınlanan duyuruya göre  ÇED raporunun Bakanlıkça onaylandığı belirtilen ve Demirtaş mahallesinde kurulmak istenen DOSAB Termik Santrali’ne itirazları olduğunu ifade etti.

54
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Bursa Eş Sözcüleri Necla Türemen ve A. Serdar Esen

DOSAB Termik Santralına Hayır Platformu’nun Bursa Halkının sesi olarak yapılmak istenen santralin zararlarını anlatan çeşitli eylemler, etkinlikler düzenlediğini ve on binlerce Bursalı’nın santrale karşı olduklarını belirten dilekçeler verdiğini dile getiren Türemen ve Esen, “Bu projeye karşı Bursa halkı ile birlikte sonuna kadar mücadele edeceğimizi bir kez daha bildiriyoruz” şeklinde konuıştu

Basın açıklamasının tam metni şu şekilde,

DOSAB TERMİK SANTRALİ’NE İTİRAZIMIZ VAR!

Bursa Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü internet sitesinde bugün yayınlanan duyuruya göre Demirtaş mahallesinde kurulmak istenen DOSAB Termik Santrali ÇED raporu Bakanlıkça onaylanmıştır.

Bursa kamuoyu bir yıldır DOSAB tarafından Bursa’nın Demirtaş mahallesinde kurulmak istenen termik santral ve oluşturacağı yıkıcı etkileri konuşuyor. Bursa halkı biliyor ki bu santralın kurulması Bursa’da yaşayan tüm canlılar için ölüm demektir. Bu projeden yarar sağlayacak olanlar sadece sayıları yüzlerle ifade edilen patronlardır. Onların birkaç kuruş fazla kazanması için Bursa’nın ölüme terk edilmesine tüm Bursa halkı isyan ediyor. Ancak DOSAB yönetimi ve iktidar Bursa halkının itirazına kulak tıkamış durumda.

53

Bursa’da yer alan yüzden fazla STK, oda, dernek, sendika ve siyasi parti ile mahalle temsilcilerinin oluşturduğu “DOSAB Termik Santralına Hayır Platformu” yapılmak istenen santralin zararlarını anlatan çeşitli eylemler, etkinlikler düzenlemiş ve on binlerce Bursalı santrale karşı olduklarını belirten dilekçeler vermiştir. Görülüyor ki iktidar Bursa halkını değil, bir avuç patronu dinliyor, onların çıkarlarını savunuyor.

Termik santrallerin zararlarını tek tek anlatmaya gerek yok, sadece şunu yeniden belirtelim. Bugün Bursa’da yılda 60 bin ton kömür yakılırken, santral faaliyete geçtiğinde 560 bin ton kömür yakılacak. Bu kış Bursa’nın havasının ne kadar kirli ve sağlık açısından tehlikeli boyutlarda olduğunu bilenler, santralden sonra neler olacağını hayal edebilirler.

Biz, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi olarak AKP’nin sınırsız büyüme planları sonucu oluşan hayali enerji talebinin gerçekçi olmadığını, ihtiyacımız olan enerjinin de termik ya da nükleer santraller ile değil, yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanmasını savunuyoruz. En kirli enerji kaynağı olan kömüre dayalı DOSAB Termik Santrali ÇED raporunun onaylanmasını kabul etmiyoruz. Bu projeye karşı Bursa halkı ile birlikte sonuna kadar mücadele edeceğimizi bir kez daha bildiriyoruz.

Necla Türemen – A. Serdar Esen

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Bursa Eş Sözcüleri

 

(Yeşil Gazete)

Büyük Barış Yürüyüşü bu Pazar, Tepebaşı’ndan Aksaray’a

Suruç saldırılarının ardından IŞİD’e karşı uluslararası barış yürüyüşü,26 Temmuz Pazar Günü 16.00’da Tepebaşı’ndan Aksaray’a yapılıyor.

51
Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde 32 kişinin ölümüyle sonuçlanan bombalı saldırının ardından HDP dahil çok sayıda kitle örgütü, kadın örgütleri, siyasi parti, emek ve meslek örgütünün bileşeni olduğu Barış Bloku tarafından düzenlenen ‘Büyük Barış Yürüyüşü,”AKP savaş istiyor, barışı biz inşa edeceğiz” sloganıyla 26 Temmuz Pazar günü 16:00’da Taksim Tepebaşı TRT binasının önünden Aksaray’a yapılacak.

Barış Bloku’nun çağrı metni ise şöyle:

AKP Savaş İstiyor Barışı Biz İnşa Edeceğiz 

İçerde ve dışarda savaş kışkırtıcılığının en üst seviyeye ulaştığı günlerden geçiyoruz.

Savaşı kışkırtanlar, daha önce Diyarbakır’da bugün Suruç’ta patlayan bombalar ile arkadaşlarımızı aramızdan aldılar. Her geçen gün Türkiye, Ortadoğu ve dünya halklarını daha beter bir karanlığın içine çekmeye çalışıyorlar.

Ancak bu savaşa son vermek, barışı inşa etmek bizlerin elinde.

Türkiye’nin ve dünyanın bütün halklarına sesleniyoruz; şimdi bir araya gelme ve barışın sesini yükseltme zamanı!

26 Temmuz Pazar günü 16:00’da AKP’nin IŞİD çetesiyle el ele vererek yaratmaya çalıştığı savaşa karşı barışı inşa etmek için Tepebaşı TRT önünden Aksaray’a yürüyeceğiz. İstanbul’u “Barış”a boyayacağız.

Gelin, hep birlikte barışı inşa etmek için Kobanê’ye ulaşmaya çalışırken can veren kardeşlerimizin sesi biz olalım. Büyük Barış Yürüyüşü’nde buluşalım!

Barış Bloku”

‘Suriye’de savaşa son, Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesine hayır’ sloganıyla temel hedefinin Türkiye’nin bir savaşa sürüklemeye çalışan kışkırtıcıların karşısına dikilmek, ülkenin içinde ve Ortadoğu ‘da barışı savunmak olduğunu açıklayan Barış Bloku, 10 Temmuz 2015’te Cezayir Toplantı Salonu’nda kamuoyuna tanıtılmıştı. Barış Bloku, çeşitli emek ve meslek örgütleri, kadın örgütleri, siyasi partiler, siyasi kurum ve kuruluşlar ile örgüt ve platformlardan oluşuyor.

 

Haber: Büşra Akman

(Yeşil Gazete)

Fukuşima’da, kazanın 4 yıl sonrasında bitkiler halen radyasyon etkisi altında

Japonya’da Mart 2011’de meydana gelen deprem ve tsunamide 6 reaktöründen 3’ü zarar gören ve radyasyon sızıntısı meydana gelen Fukuşima Daiichi Nükleer Santrali’nin çevresinde çekilen fotoğraflar endişe yarattı. Papatya fotoğrafları, felaketin uzun yıllar bölgeyi etkileyeceği yönündeki kaygıları kuvvetlendiriyor.

48

Sosyal paylaşım ağı Twitter’da Japonya’dan bir kullanıcının paylaştığı papatya fotoğrafı, gözleri yeniden nükleer felaketin yaşandığı Fukuşima’ya çevirdi. Nükleer santrale 110 km mesafede bulunan Nasuşioabara City’de çekilen ve yüzlerce kez retweet edilen fotoğrafta, 3 tanesi gözle görülür şekilde deforme olmuş 4 papatya görülüyor.

Bahçecilik uzmanları, yüksek oranda radyasyona maruz kalan bitkilerde bu tür bozuklukların görülmesinin ‘normal’ olduğu görüşünde. Haziran 2013’te de internet sitelerinde şekli bozulmuş meyve ve sebzelerin fotoğrafları yayımlanmıştı.

Öte yandan papatyaların bu korkutucu görüntüsü, Başbakan Şinzo Abe’nin başka yerlere gönderilern bölge sakinlerinin Mart 2017’ye kadar evlerine dönebilecekleri yönündeki kararının yarattığı endişeyi kuvvetlendirdi.

 

(Hürriyet, Sputnik Türkiye)

Erdoğan’ı eleştiren gazeteci Kadri Gürsel, Milliyet’ten kovuldu

Demirören Holding’in sahibi olduğu Milliyet Gazetesi, Suruç Katliamı sonrası AKP ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik eleştirel tweet’i sebebiyle yazarı Kadri Gürsel’i kovdu.

46

İnsan Kaynakları Müdürlüğü imzasıyla milliyet.com.tr’de yapılan açıklamada

47“Suruç’ta meydana gelen vahim terör saldırısında 32 vatandaşımız yaşamını yitirmiş, 100’den fazlasının yaralanmış olmasının tüm ülkede yarattığı üzüntü kamuoyunun malumudur.

Bu vahşetin yol açtığı can kayıpları karşısında, ülkemizin büyük acısını paylaşmak, terör eylemi ve örgütünü kınamak amacıyla yabancı devlet adamlarının Türkiye’deki mevkidaşlarını arayarak taziyelerini bildirmelerine ilişkin olarak, yazarımız Sn. Ahmet Kadri Gürsel’in yaptığı yorumlar, gazetecinin etik kurallarıyla bağdaşmadığı gibi grubumuzun yayıncılık anlayışı ve sorumluluğuyla da ters düşmektedir.

Birlikte çalışma ortamımızı tahrip eden bu tutumu nedeniyle Sn. Ahmet Kadri Gürsel’le yollarımız 22.07.2015 tarihi itibarıyla ayrılmıştır.

Kamuoyuna saygıyla duyrulur.” denildi.

PKK’nin “misilleme” açıklamalı cinayetlerine Demirtaş’ın yanıtı, “Kan kanla yıkanmaz”

Suruç’taki saldırının ardından Ceylanpınar’da iki polisi öldüren PKK, dün de iki sivil vatandaşı ‘IŞİD üyesi olduğu gerekçesiyle’ öldürdü.

Demirtaş, “Kan kanla yıkanmaz”

43

PKK’nin bu saldırıları ile ilgili açıklama yapan HDP Genel Başkanı Demirtaş ise  ‘PKK’nin misilleme olarak öldürdüğü iki polis ve Adıyaman’da öldürülen askerin ailelerin acılarını paylaşıyorum’ dedi. Demirtaş, “Kan kanla yıkanmaz, bunu biliyoruz. Bütün bu zorluklara rağmen, demokratik, barışçıl bir yöntemi benimsemeye devam edeceğiz. Çok öldük, çok üzüldük” dedi.

PKK’nin gençlik yapılanması YDG/H üyesi bir grup, dün akşam (22Temmuz Çarşamba)  Karayolları Mahallesi’ndeki evine giden Mürsel Gül’e silahlı saldırıda bulundu. Vücuduna 4 kurşun isabet eden Gül, olay yerinde hayatını kaybetti. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, İstihbarat Şube Müdürlüğü ve Gaziosmanpaşa İlçe Emniyet Müdürlüğü olaya ilişkin soruşturma başlattı. Emniyet yetkilileri saldırıyı YDG/H’nin üstlendiğini belirtti.

42

İkinci ölüm haberi ise Adana’dan geldi. Merkez Seyhan ilçesine bağlı Gülbahçesi Mahallesi’nde meydana gelen olayda, Ethem Türkben’in evine akşam saatlerinde gelen yüzünde kar maskesi bulunan kimliği belirsiz kişi veya kişiler tarafından silahla öldürüldü.

PKK, Ceylanpınar Emniyet Müdürlüğü’nde biri Terörle Mücadele Şubesi’nde diğeri Çevik Kuvvet Şubesi’nde görevli 2 polis memurunun da başlarından vurularak öldürülmelerini üstlenmişti.

(Yeşil GazeteAl Jazeera, Radikal)

Suruç’ta bir IŞİD’li Olmak – Ömer Laçiner

Suruç’taki canlı bomba olduğu kesinleşen Adıyamanlı gencin resmine bakıyorum.

Silik bir portre. Canavarımsı suratlarıyla, diz çökmüş insanların ensesine kurşun sıkan, palayla kafalarını koparırken naralar atan, tepeden tırnağa silahlı, kapkara giysi ve bayraklarıyla organize barbarlığın tipik temsilcisi gibi olan IŞİD militan-savaşçılarına benzemiyor. Suriye’ye IŞİD kamplarına gitmiş ve herhalde onlar gibi olamayacağı belli olduğundan “memleketine git ve talimat bekle” diye geri gönderilmiş olmalı. Büyük ihtimalle üzülmüştür buna. Kafir bir kadının ırzına geçerken veya onu sığındığı yerde boğazlarken öldürülecek olsa bile; böylece “İslâm yolunda şehadet şerbetini içmiş” olacağı için cennetin en mutena yerlerinde kimbilir kaç huriyle ebedi hayatın sefasını sürecek IŞİD mücahitlerinden biri olma şansını yitirmiştir çünkü. Ama cennetin daha az mutena yerlerinde daha az huriyle keyif çatma şansının hâlâ var olması ile teselli ediyordur kendisini.

Suruç’a gitme ve canlı bomba olma emri tebliğ edildiğinde “şehadet şansı”nı bulduğu için duyduğu sevincin ölmenin acısını bastırdığını tahmin edebiliriz. Çünkü kendisini salt insana özgü nitelik ve edimlerle tanımlayan “gerçekten insan”lar için ölüm acısı, o nitelik ve edimlerin öznesi olma potansiyelinin var olması ölçüsünde duyumsanır. Dolayısıyla böyle bir potansiyelinin olmadığını bilmek ve bunu önemsememek –ki IŞİD’li olmanın temel koşulu ve kulvarıdır bu– ölüm acısını da sızı derecesine indirgemiştir zaten.

Bu yüzden Suruç’a geldiğinde onunla rastlaşmış olanlar yüzünde ve davranışlarında bir anormallik görmemiş olmalıdır. Birazdan gördüğünüzü bile unutabileceğiniz silik, sakin bir genç. Bomba orada mı imal edildi; dışardan mı getirildi, Suruç gibi emniyet ve istihbarat elemanlarının kum gibi kaynıyor olması “gereken” bir kasabada fark edilmemesi nasıl sağlandı? O, bu soruların cevabını ne biliyordur ne de ilgilenmiştir. Gerçi bizler ortada bir ihmalin değil, en azından bir göz yummanın hatta bir “işbirliği”nin olması ihtimalinin kesinliği kadar o göz yuman, işbirliği eden –devlet– görevlilerinin açık edilmeyeceğinin de kesin olduğunu peşinen biliyoruz ama konumuz bu değil. Adıyamanlı genç, kendi –ikinci sınıf da olsa– şehadet yolunun böyle pürüzsüzce açık oluşunu IŞİD’li büyüklerinin “hikmet”ine veya Allah’ın yardımına bağlayıp bir öldürme aleti derekesine indirgenmiş olmasını asla umursamayarak meydandaki gençlerin içine karışmış olmalıdır.

Belki de bu arada en fazla kafirin ölmesini mümkün kılacak noktanın hesabını da yapmıştır. Belki de kafir derken ilk aklına gelen “başı açık kızlar”ın en fazla olduğu yerde durmuştur. En fazla ve en kafirleri öldürdüğünde eliyle, hedef gözeterek kafir öldüren veya boğazlayan birinci sınıf “şehadet şerbeti içmiş”lerin seviyesinde bir yer edinemese bile; ikinci sınıf şehitlere tahsisli cennet mekânlarının en iyilerinden birine kavuşacağını düşünüp gayrete gelmiş de olabilir.

Kültür merkezinin bahçesinde durup, etrafta neşe içinde kahvaltılarını yapıp, gözlerinde sevinçli bir heyecanla Kobane’ye gidişi başlatacak basın açıklamasını dinlemek için toplanan gençler birikirken ne yapmış zihninden neler geçmiş olabilir bu ölüm aleti halindeki gencin? Kendisine hiçbir kötülüğü dokunmamış, belki de biraz önce “terlemişsin al iç” diye elindeki su şişesini uzatmış bu hayatlarının baharındaki gençlerin canına kastedecek olmanın vicdansızlığını biraz olsun duymamış mıdır? Sanmıyorum. Ayrıca onları göz ucu bir nefretle süzüp içinden “az sonra geberip gideceksiniz kafirler” diyen bir hınç dalgasının kabardığını da düşünmüyorum. Tamamen ve tekil kişi olarak kendi şehadetine ve onun cennette verileceğine inandığı mükâfatına kilitlenmiş; o tür bir kilitlenmenin apatisine gömülmüş bir kişidir o çünkü.

Bir IŞİD’liyi; içinden türediği El Kaide’liyi, Boko Haram ve benzerlerinin mensuplarını daha önce gördüğümüz silahlı cihad hareketlerinin mensuplarından ayıran ince ama gayet keskin çizgi tam da bu noktadan geçer.

Daha önceki cihatçı hareket mensupları da elbette İslâm adına savaşırken ölür iseler cennete gideceklerine inanırlardı. Ama onları ölme ihtimalini göze alarak hareket geçmeye teşvik eden şey, İslâm adına bu dünyada kazanılacak bir zafer, gerçekleştirilecek bir tasarım umudu idi. Bu umudun bu dünyada gerçekleşebilirliğine inandıkları ölçüde “cihad etmeyi”, gerekirse şehit olmayı göze alabiliyorlardı. Oysa IŞİD, El Kaide türü oluşumların bu dünyada kalıcı olacağına inandıkları böyle bir hedefleri ve umutları kesinlikle yoktur. Onlar bu umudun ve inancın tamamen yitirilmiş olmasının ürünleridir. IŞİD’in kendini “İslâm devleti” diye tanımlamasına, başındakine Halife demesine ve bir egemenlik sahası olmasına ve bunu genişletmeye çalışmasına bakmayın. Çünkü, amacı Müslümanların kafirleri öldürerek ve sonunda ölerek şehit olmalarını sağlamak olan bir devlet; o devletin bu şehadet çarkını organize etmesine nezaret eden bir Halife, bu çarkın dönmesi için gereken toprak parçası olarak bir ülke sözkonusudur burada. Bütün dünyayı – “esasen İslâm mülkü olduğu iddiasıyla – fetih ve savaş alanı (dar-ül harp) olarak algılayan ve –asla gerçekleşmeyeceği biline biline–  o dünya fethedilene kadar sürekli savaşılmasına odaklanmış bir zihniyetten bahsediyoruz. IŞİD’in ülkesi, Müslümanım diyenlerin Müslümanca yaşamak için değil şehit olmak için geldikleri, şehit oluncaya kadar bulundukları bir yerden başka bir şey değildir.

“Tek kişilik cihad” gibi geçmişte görülmemiş bir “tarz”ın boy vermesine ve bu dünyada İslâm’ın zaferinden geçtik, belini doğrultmasından dahi umudunu kesmiş, böylece kendisini düşkün/zelil halde gören Müslümanların sarılmasına, benimsemesine uygun bir zihniyet durumundan bahsediyoruz. İslâm’ın zaferi, zafer umudu dolayımıyla biçimlenen “eski şehadet” anlatısı zafer ve umudun devreden çıkarılmasıyla şahsileştirilmeye uygun hale getirilmiştir çünkü. “Eski” şehadet anlatısının sadece halifeye ait bir yetki addettiği cihad ilan etme işlevini her birey kendi adına ve kendisi için üstlenebilmektedir bu durumda. “Yalnız Kurt”ların ortaya çıkması, IŞİD’in “Halifesi”nin her Müslümanı bulunduğu yerde res’en cihad yapmaya, tek başına kafir öldürmenin her yoluna başvurmaya çağırması da bu mantaliteye oturuyor.

IŞİD, EL Kaide türü “örgütler”in militan ve sempatizanları arasında “dava arkadaşlığı”ndan kaynaklı sıcak ilişkilerin olmaması da bu bireysel –hatta bencil– şehadet kültürün bir yansıması, ürünüdür. IŞİD, El Kaide militanlarının, “dava arkadaşı” konumundaki kişileri en küçük bir yanlışlıkları nedeniyle acımasızca infaz etmeleri bu nedenle hiç de şaşırtıcı değildir. Herhalde bu denli kıyıcı ve insafsız olabilmeleri, yanlarında işlenmiş bir hataya, “günah”a göz yummalarının, affetmelerinin şehadetle erişecekleri cennet mükâfatının derecesini düşüreceği endişesi ile gayet sıkı ilişkilidir.

O nedenle, Suruç’ta canlı bomba olarak az sonra kendisini patlatacak Adıyamanlı gencin etrafındaki gencecik fidanları öldürecek olmanın vicdan sıkıntısını asla duymadığı gibi; o kısa süre içinde kendisine büyük iyiliği dokunmuş birini veya dindarlığı ile herkesin saygısını kazanmış bir hemşehrisini görse ve onları da öldüreceğini bilse bile “kendi cennetini garanti altına alacak” o alçakça eylemden vazgeçmeyeceğini söyleyebiliyoruz.

***

Hiçbir “kutsal dava”nın bize öteki insanların hayatını hiçe sayma hakkı veremeyeceği, en azından bir kaç yüzyıldır –sıkça ihlal edilmesine rağmen– yerleştirilmesine uğraşılan bir ilke. Bu ilkenin devletler, şu veya bu “kutsal dava” adına eyleme geçen örgütlerce ihlal edilmesini, insanlığımızın henüz tedavisini icat edemediği bir kanser gibi görebiliriz.

Kanser uzmanı bir tanıdığım, en tehlikeli kanser türünün urun en küçük olduğu kanserler olduğunu söylemişti. IŞİD, “kutsal dava”ların kansorejenleşmesindeki işte bu en tehlikeli halle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor bize.

Ömer Laçiner – Bu yazı birikimdergisi.com’dan alınmıştır

ömer laçiner

Suruç soruşturmasına gizlilik kararı

Suruç saldırıyla ilgili soruşturmaya, “dosya içerisinde bulunulan belgelerin incelenmesinin soruşturmanın amacını tehlikeye düşüreceği” gerekçesiyle gizlilik kararı getirildi.

Urfa 2. Sulh Ceza Hakimliği, Suruç’ta 31 kişinin öldürüldüğü bombalı saldırıyla ilgili açılan soruşturmaya kısıtlama (gizlilik) kararı getirdi.

41

Urfa 2. Sulh Ceza Hakimi Saim Nergiz’in, Urfa Cumhuriyet Başsavcılığının talebiyle verdiği karar şöyle:

“Soruşturmaya konu patlama olayıyla ilgili yürütülen soruşturmada dosya kapsamına ve soruşturmanın genişletilmesi durumuna göre dosya içerisinde bulunulan belgelerin incelenmesinin soruşturmanın amacını tehlikeye düşüreceği, delillerin tam olarak toplanmamış olması, soruşturmaya konu olayda ölen şahıs ve mağdurların sayısının birden fazla olması hususları dikkate alınarak, dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alma yetkisinin Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 153/3. maddesindeki yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hariç olmak üzere CMK’nın 153/2. maddesi gereğince kısıtlanmasına karar verildi.”

Daha önce Reyhanlı ve Diyarbakır bombalamaları için de gizlilik kararı alınmıştı.

(Bianet)

Sen bu yaylaları yaylayamazsın! – Mahmut Boynudelik

68853_karadeniz_hesKaradeniz Bölgesi’nde 8 ildeki yaylaları birbirine bağlayacak olan 2 bin 600 kilometrelik Yeşil Yol Projesi doğa savunucularının tepkilerini almakta gecikmedi.

Çılgın yeşil Yol projesi AKP Hükümeti tarafından  bölgeye çekeceği turizm yatırımları ve yaratacağı istihdam artışı nedeniyle savunuluyor. Projenin çerçevesini oluşturan Doğu Karadeniz Turizm Master Planı bölgeye iki milyon turistin çekilmesini öngörüyor. En yetkili ağızdan çıktığı haliyle “Yeşil Yol’la ilgili proje tamamlandığında yaklaşık 1,5 milyar dolarlık harcama karşılığında, yılda 2 milyon turistin gelip geçeceği bu yollarda bırakacağı döviz, yaklaşık 5 milyar dolar.”

Saçılan dolarların cazibesine  kapılmayan ve  yem olarak ortaya konulan pastanın büyüklüğüne kuşkuyla yaklaşarak projeye karşı çıkanlar ise başka bir büyüklüğe, proje ile oluşacak doğal tahribatın büyüklüğüne dikkat çekmeye çalışıyorlar.

Vadileri zaten HES’lerle kurutulmuş Karadeniz’de, derelerin ana kaynaklarının bulunduğu buzul gölleri seviyesine projelendirilen yolların yapımı  ile HES’lere giden suların akışı da değişecek, doğal orman alanları yok olacak, bölgenin biyoçeşitliliği tehdit altına girecek ve tüm ekosistemi geri dönüşü olmayacak bir şekilde bozulacak.

Karadeniz bölgesinde zaten yıllardır iki olgu birbirine paralel olarak yürümekteydi. Bir yandan geleneksel yaylacılık hızla yok olurken, “yayla turizmi“ adı altında süren bir faaliyet  yükselmekteydi. Turizm şirketleri hazırladıkları programlar ile her sene daha fazla sayıda büyük şehirlerden boğulan insanı yayla bölgelerine götürüyor. Bölgenin bozulmaya inatla direnen doğasını, geleneksel mimari örneklerini ve bölgede yaşayan insanları eskiye dair nostaljik bir film  gibi izleme imkanı sunuyorlar.

Yeşil Yol projesi ise bu gidişi hızlandırmayı ve bölgeyi tamamıyla bir lunaparka çevirmeyi amaçlıyor. Projenin adı yayla turizmi ama projenin asli unsuru, yani yaylacı insanları eksik. Bir taraftan yaylacılığı bilinçli olarak yok ederken, yayla turizmini pazarlanacak bir nesne haline dönüştürmek yaşadığımız çağın ruhunu yansıtan düşündürücü bir örnek.

Bir keresinde bilge bir çoban “eskiden önce göçebelikle, ardından yaylacılıkla insanlar hayvanları, yani doğayı takip eder, uyum sağlardı. Simdi şımarık çocuklar gibi doğa bize uyum sağlasın diye olmayacak işlere girişiyoruz” diye konuşmuştu.

Yaylacılık bir yaşam kültürüdür ve bu kültürü oluşturan koşullar bir bir ortadan kalkarken kültürü yaşatmaya çalışmak  da beyhude bir çabadan öteye gitmez.

İnsanlar binlerce yıldır yaylalara çıktılar, çıkarken koyunlarını, keçilerini, ineklerini de beraber götürdüler. Akdeniz tarihçisi Fernand Braudel yaylacılığı dağın ovayla buluşması olarak görüyor ve yaylaya göçme olayını uzun bir evrimin sonu ve belki de erken bir işbölümü olarak tanımlıyor.

Şartlar yaylacılara böyle bir hayatı dayatmıştır.  Yaz gelip de ovalar sararmaya başlamadan hayvanlarını yüksek bölgelerin yazın da yeşilliğini sürdüren otlaklarına götürmek zorundalar. Hani “doğayla uyumlu yaşam” dediğimiz şey tam olarak bu olsa gerek. Nesiller boyunca yazları yaylalara çıkarak  doğayı tahrip etmeden, hem kendilerini yazın sıcaklarından korumanın hem de başlıca ekonomik  faaliyetlerini sürdürmenin yolu olarak yaylacılığı seçmişler.

Yaylacılık zor iştir. Bahar geldiğinde, hayvanlarla beraber bazen günler süren uzun ve çetin bir yola çıkmakla başlar. Yaşamı zorunlu olarak sadeleştiren, kentin nimetlerinde bir çoğunu gereksiz kılan yeni bir yaşam  sunar. Doğanın şartlarına uymaktan başka bir seçenek bırakmaz. Karşılığında havanın en berrağını, suyun en durusunu, yiyeceğin en hakikisini bir nimet olarak sadece yaylacılık yapanlara ayırmıştır. Yaylacılar için tek belirleyici doğanın temposudur ve sonbahar bastırıp geri dönüş yoluna düşmeden kışa hazırlık olarak yapılacak çok iş vardır. Yani, herkes bu yaylaları yaylayamaz.

Oysa yaylacılık çoktandır türlü nedenlerle ve bilinçli politikalarla gözden çıkartılıyor.

Küçük aile işletmelerinin gelişmenin önündeki engel olarak gören ve gösteren zihniyet yaylacılığı önce ideolojik olarak yenilgiye uğrattı.  Küçük aile hayvancılığı geri kalmışlığın bir göstergesi olarak sunuldu. Eşitsiz piyasa koşullarını da devreye sokarak hayvancılığı sadece büyük endüstriyel işletmelerin hakimiyetine bırakma politikası başarıyla hayata geçirildi. Küçük tarımsal işletmelerin desteklenmesi bir yana, bütün teşvikler ve kolaylıklar büyük işletmelere yönlendirildi.

Seneler öncesinde Kürt illerinde  güvenlik gerekçe gösterilerek uygulamaya koyulan yaylalara çıkma yasağının benzeri şimdi Yeşil Yol projesi ile Karadeniz’de. Yıllardır inatla yaylacılığı sürdürmeye çalışan Karadeniz insanının da yayla yolları kesiliyor. Yapılacak Yeşil Yol ile ekolojik yapı iyice bozulup yaylalarda hayvancılık yapmak imkansız hale getirildiğinde Karadeniz insanının önüne ya büyük şehirlerdeki vasıfsız işgücü ordusuna katılma ya da Yeşil Yol vasıtasıyla gelecek 2 milyon turiste bahşiş karşılığı geçmişten kalma bir figür olarak fotoğraflarda poz verme yollarından birini seçme imkanı kalacak.

Braudel yaylalara çıkan geleneksel göç yollarını yüzdeki  yara izlerine benzetir. Çünkü bu yollar binlerce yıllık döngünün bilgeliğinin şahididir. Yayla turizmi için açılacak yollar ise  yaylalara  ve yaylacılığa ölümcül darbeyi vuracak son neşterin izlerini taşıyan açık bir yara olarak sonsuza kadar kanamaya devam edecek.