Barış Bloku tarafından İstanbul’da 26 Temmuz Pazar günü yapılması planlanan Barış Yürüyüşü İstanbul Valiliğince yasaklandı. Kitlesel Barış Yürüyüşünün Tepebaşı – Aksaray arasında yapılacağı duyurulmuştu.
Valilik yasaklama kararına gerekçe olarak güvenlik endişelerini gerekçe gösterdi. Bunun üzerine toplanan Barış Bloku bileşenleri etkinliği provakasyonlara fırsat vermemek adına etkinliğin yürüyüş kısmından vaz geçerek Aksaray’da kitlesel basın açıklaması şeklinde yapılacağını duyurdu.
Halkların Demokratik Partisi bugün bir açıklama yayınlayarak AKP Hükümetinin çatışmasızlık ortamını fillen sona erdiren ve Çözüm Sürecini zora sokan operasyonları kınadı. Açıklamada konuşarak ve müzakere ile çözülemeyecek hiçbir sorunumuz yoktur deniliyor.
HDP MYK açıklaması şöyle:
Şimdi barış mücadelesine sahip çıkma zamanıdır…
24 Temmuz itibariyle Türkiye sonu belirsiz bir sürece itildi. AKP Hükümeti, devlet kurumları ve ordu, çözüm ve barış sürecini, çatışmasızlık adı altındaki fiili ateşkesi ne yazık ki sona erdiren adımları attı.
Yavaş yavaş bütün illere yayılan, partimizi ve bileşenlerini kapsayan siyasal gözaltılar, Kürdistan Federal Bölgesi’ne yönelik ağır bombardıman, İstanbul’da Barış Bloku’nun düzenlediği “Büyük Barış Mitingi”nin sudan gerekçelerle yasaklanması, çeşitli basın ve iletişim kuruluşlarına yönelik engellemeler, Eğitim Sen başta olmak üzere çeşitli sivil toplum kuruluşlarına yapılan polis baskınları önümüzdeki günlerin Türkiye toplumu açısından son derece sıkıntılı geçeceğinin ilk göstergeleridir.
24 Temmuz itibariyle Cumhurbaşkanı ve AKP, bir erken seçime kadar ülke yönetimini güvenlik politikaları üzerinden, ordu ve Emniyet aracılığıyla yürütme anlayışını devreye koydular. Cumhurbaşkanı ve AKP, günlerdir yarattıkları psikolojik ve politik zeminle bu yeni dönemi hazırladılar. Kendi medyaları üzerinden başlattıkları psikolojik operasyonla toplumu çatışmalı ortama hazır hale getirdiler.
Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin son yıllardaki Türkiye-Ortadoğu politikaları, toplumdaki barış, çözüm ve huzur beklentilerine vurulmuş çok ağır darbeler yaratmıştır. Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin, yeni uygulamalarla 24 Temmuz’dan sonra Türkiye’ye verecekleri zararlar da tamir edilemez yaralara yol açacaktır. Girilen yol, çözüme ve barışa yönelme imkanlarını kesinlikle tahrip edecek, ağır bir toplumsal maliyet yaratacaktır.
Bir kez daha ve güçlü bir biçimde, Türkiye’nin barışa ve çözüme ihtiyacı olduğunu vurguluyoruz. Toplumsal, tarihsel ve siyasal sorunlarımızın çözümü karşılıklı diyalog, müzakere ve demokrasinin geliştirilmesiyle mümkündür. Şiddet sarmalının büyütülmesi ve sürdürülmesi hiçbir taraf ve toplumun hiçbir kesimi için kalıcı, demokratik ve eşitlikçi bir çözümün yaratılmasına hizmet etmeyecektir.
Türkiye, geleceği bakımından çok önemli bir kavşaktadır. Erdoğan-Davutoğlu ikilisi tarafından ilan edilen yeni dönem politikalarının ve uygulamalarının “hayırlı” bir sonuca varma ihtimali yoktur. Türkiye toplumunun geleceği, MİT’in koordinasyonunda, Emniyet’in içte, ordunun da dışta sürdüreceği operasyonlara teslim edilemez.
Meclis’teki çoğunluğunu kaybeden ve ölünceye kadar Türkiye’yi “tek adam” olarak yönetme hayali yıkılan Erdoğan’ın hazırladığı şiddet ortamının sınırları yoktur. Hedefi, ona eski gücünü geri verecek bir yeniden seçimin kurgusunu yapmaktır. Koalisyon kurulmasını imkansızlaştırarak, seçim yenileninceye kadar tek başına iktidarda kalma planı da ülkeyi felakete sürükleme planıdır.
“Terörle kapsamlı bir mücadele içerisine girdiği” izlenimi uyandırarak, milliyetçi ve militarist bir iklim yaratarak yeniden seçimle tek parti iktidarına geçişin sağlanması planı, iktidar için ülkeyi yakma planıdır. Erdoğan-AKP iktidarının, Kürt halkına yönelik mücadeleyi, IŞİD’le mücadelenin içine sokması asla kabul edilemez.
Askeri saldırılar ve bombalamalar, siyasal gözaltı operasyonları ve baskılar bir an önce durdurulmalıdır. Konuşarak ve müzakere ile çözülemeyecek hiçbir sorunumuz yoktur.
Türkiye demokrasi ve barış güçlerine, vicdan ve sorumluluk sahibi tüm yurttaşlarımıza bir kez daha çağrı yapıyoruz. Bugün susma ve bekleme günü değildir. İzledikleri politikalarla Türkiye’yi adım adım büyük bir çatışmanın içerisine sürükleyen Cumhurbaşkanı ve AKP’nin yaklaşımlarını kaygı ve endişe içinde izlemekle yetinemeyiz. Gelin hep birlikte barış, çözüm, adalet, demokrasi ve müzakere mücadelesini güçlendirelim. Kaybedilen her dakika atılacak adımların biraz daha zorlaşmasına yol açacaktır.
Halkların Demokratik Partisi
Merkez Yürütme Kurulu 25 Temmuz 2015
İklim İçin kampanyası, iklim krizinin başlıca sorumlusu G20 ülkelerinin liderlerine karşı söylecek sözü olan herkesi 12-13 Kasım‘da Boğaziçi Üniversitesi Garanti Kültür Merkezi’nde yapılacak İklim Forumu‘nda toplantı düzenlemeye davet ediyor.
G20 bu sene Türkiye’nin başkanlığında, 15-16 Kasım tarihlerinde Antalya’da düzenleniyor. G20’den hemen önce ise İklim İçin, İklim Forumu’nda buluşuluyor.Forum kapsamında toplantı ve oturum önerileri için detaylı bilgi: http://iklimicin.org/forum-basvuru/
Forum çağrı metni aşağıda:
G20 ve onların küresel şirketleri yıllardır yaşadığımız sosyal ve ekonomik eşitsizlik ve adaletsizlik sorunlarının bir numaralı sebebi. Sebep oldukları tüm krizlere ek, geri dönülemez bir yenisini daha yaşamımızda: İklim Değişikliği Krizi. İklim değişikliğine sebep olan sera gazı salımlarının %80’inden sorumlu olan bu devletler gelişme adına kömür yatırımlarını sürdürürken bizlerin yaşam alanları tükeniyor.
Güçlü kalkınma politikaları adı altında sınırlı bir dünyada sınırsız ekonomik büyüme hedeflerken, işçilerin, kadınların, LGBTİ’lerin, göçmenlerin, gençlerin ve toplumun en kırılgan kesimlerinin hayatlarını yok saymaya devam edecekler. Eğer biz müdahale etmezsek eşitsizlik üzerine kurdukları sistem tüm canlıları, havayı, suyu, toprağı, insan emeğini sömürmeye devam edecek.
Kurtuluşu sadece bizler, hep birlikte yeni bir sistem inşa edersek sağlayabileceğiz.
Kadınlar, LGBTi’ler, gençler, çocuklar, meslek grupları, sendikalar, sivil toplum örgütleri, sanatçılar, basın emekçileri, akademisyenler, hep birlikte 12-13 Kasım 2015’de Boğaziçi Üniversitesi’inde yapacağımız İklim Forumu’nda G20’ye sözümüzü söyleyeceğiz. Biz canlıların ve bu gezegende bizden sonraki hayatın adil yaşam hakkını savunmak ve G20’den büyük olduğumuzu göstermek için 14 Kasım 2015’de sokaklarda olacağız.
Gelin siz de aramıza katılın; İklim Forumu’nda toplantı düzenleyip, birlikte tartışalım, ortak taleplerimizi yaratalım. G20’den büyük olduğumuzu, geleceği istediğimizi birlikte haykıralım.
ABD ile varılan gizli mutabakat sonucu politika değiştiren AKP hükümeti dün başlattığı torba operasyonu genişleterek Irak’taki PKK kamplarına 2011’den beri ilk kez hava saldırısı düzenledi.
Suruç katliamı sonrası IŞİD’e karşı tutumunu sertleştirmek zorunda kalan Hükümet önce Suriye sınırları içinde bulunan IŞİD mevzilerini karadan ve havadan bombaladı. Dün de bir çok ilde 5 000 polisin katılımıyla operasyon başlatılarak aralarında IŞİD’li, PKK’lı, DHKP-C’li çok sayıda kişi göz alındı. Bu nedenle operasyon “torba operasyon” adını aldı.
Torba operasyon dün gece de devam etti. Diyarbakır’dan kalkan uçakların Suriye içindeki IŞİD mevzileri ile Irak’ta bulunan bazı PKK noktaları bombalandı. Irak’ta bulunan Zap, Metina, Gare, Haftanin ve Avaşin bölgelerindeki sığınıkların, lojistik tesislerin ve Kandil’in bombalandığı öğrenildi.
Konuyla ilgili Başbakanlık’tan yapılan açıklamada:
“24 Temmuz 2015 tarihinde Suriye’nin kuzeyindeki DAEŞ terör örgütü ile Irak’ın kuzeyindeki PKK terör örgütüne ait hedefler etkili olarak vurulmuştur.
İcra edilen hava harekâtında Irak’ın kuzeyinde PKK terör örgütünün kullandığı Zap, Metina, Gara, Avaşin-Basyan, Sinath Haftanin, Hakurk ve Kandil’deki sığınak, barınak, depo, lojistik nokta ve barınma alanları ile mağaralar, modern ve klasik mühimmat ile vurulmuştur.
Ayrıca, icra edilen hava harekâtı ile eşzamanlı olarak Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na ait ateş destek vasıtaları ile Suriye’nin kuzeyindeki DAEŞ terör örgütüne ait hedefler ve Irak’ın kuzeyindeki PKK terör örgütüne ait hedefler ateş altına alınmıştır.
Uluslararası hukuk çerçevesinde milli egemenliğimizi korumaya dönük meşru adımlarımıza ilişkin olarak sınır ötesi harekâtla ilgili başta Birleşmiş Milletler ve NATO olmak üzere uluslararası kuruluşlar ile dost ve müttefik ülkeler nezdinde Dışişleri Bakanlığımız aracılığı ile gerekli girişimler ve bilgilendirmeler yapılmıştır.” deniliyor.
2011’den beri ilk kez PKK’ye karşı düzenlenen sınır ötesi operasyonla çatışmasızlık ortamı ortadan kalkmış oldu. Bu durum bir çok kaynak tarafından Çözüm Süreci’nin fiilen sona erdiği şeklinde yorumlanıyor.
Torba operasyona bu sabah da bir çok ilde devam edildiği ve aralarında IŞİD’li, PKK’lı, ve DHKP-C’lilerin de bulunduğu çok sayıda kişinin gözaltına alınmasına devam edildiği öğrenildi.
Dün önce Elbeyli’nin karşısında Er-Rai yakınlarında meydana gelen olayda TSK ile IŞİD çatıştı. Ardından TSK, savaş uçakları ile IŞİD mevzilerini bombaladı. Karşılıklı kayıpların olduğu çatışma akıllara “neden şimdi, acaba Türkiye Suriye’ye mi giriyor?” sorularını getirdi.
Öncelikle IŞİD ve Türkiye arasındaki ilişkinin mahiyetini anlatarak analize girişelim. İlkin sanıldığının aksine IŞİD Suriye’de stratejik ittifak kurulan bir unsur değildi. Tersine doğrudan her türlü destek verilen diğer İslamcı gruplarla çatıştığı için hasım sayılmaktaydı. Ancak hasım sayılan bu örgüt, aynı zamanda Irak’tan Suriye’ye uzanan bölgede Türkiye açısından önemli stratejik işlevler görmekteydi. Birincisi IŞİD kontrol altında tuttuğu bölgelerle İran, Şii Irak hükümeti, Lübnan Hizbullahı ve Esad rejimi arasında bir duvar işlevini üslenmekte ve bölgesel rekabet içerisinde bulunulan İran’ın nüfuzunu kısıtlamaktaydı. İkincisi ve AKP hükümeti açısından belki de en önemlisi I.Dünya Savaşı’ndan sonraki emperyalist paylaşım sonrasında devletsiz kalması öngörülen Kürtlerin denetimi meselesiydi. Suriye’nin bir devlet olma işlevini yitirmesi ve Rojava’da aynen Irak’ta olduğu gibi otonom bir Kürt yönetiminin ortaya çıkması en büyük tehdit olarak görüldü.
Bu tehdidin ortadan kaldırılması için Türkiye’nin doğrudan müdahale araçları kısıtlıydı; dahası uluslararası ve ulusal siyasal konjonktür de hiç elverişli değildi. Bu şartlar altında hasım kabul edilen IŞİD Suriye’deki PYD güçlerinin zayıflatılması, bir kurumsallaşmanın önünün alınması için ehven-i şer, “düşmanın düşmanı dost” unsur sayıldı. Bu bağlamda da sınır kapılarının açık tutulması, dışarıdan gelen cihatçıların geçişine izin verilmesi, yaralıların tedavi edilmesi, Kürt güçleri ile çatışmalar sırasında hareket kolaylığı sağlanması, yurt içindeki faaliyetlerinin baskı altına alınmaması gibi edimlerle örtülü destek verildi. Bu örtülü destek, Türkiye istihbaratının CIA ve Körfez ülkeleri ile ortaklaşa yürüttüğü operasyonlarla muhaliflere silah ve her türlü lojistik destek sağlanmasıyla karıştırılmamalıdır; çok farklı bir mahiyete sahiptir. Bu yüzden de bir koalisyon oluşturarak IŞİD’i vuran ABD yönetimi ile AKP’nin Suriye politikası konusunda ciddi bir ihtilaf ortaya çıktı. Erdoğan, Kobani’nin düşeceğini muştularken Obama yönetiminin IŞİD’e karşı bölgedeki en etkin unsur olarak gördüğü YPG’ye havadan silah yardımı yapması ilişkilerde gerilimin tavan yapmasına neden oldu. Ayrıca İncirlik’in IŞİD’e karşı yürütülen operasyonlarda kullanılmasına izin verilmemesi (Amerikan uçakları Basra Körfezi’ndeki üslerden kalkıp uzun bir mesafe kat ederek Suriye ve Irak’taki hedefleri vuruyorlar), yukarıda sözü edilen örtülü destekle birleştiğinde ABD’nin Ankara’ya kızgınlığının artması saklanamaz hale geldi. Son Suruç saldırısının ardından Davutoğlu’nun mahcup şekilde IŞİD’le bir alakalarının olmadığını, kendilerinin bu örgütü terörist saydıklarını söylemek zorunda kalması AKP üzerindeki iç ve dış baskının dayanılamaz bir hal aldığını ortaya koydu. Ayrıca PKK’nin de hükümeti IŞİD’i kontra örgüt olarak kendisine karşı kullanmakla suçlayarak misilleme eylemlerine girişmesi AKP’nin işleri bu şekilde yönetemeyeceğini aşikâr kıldı.
Bu bağlamda IŞİD ile kurulan ilkesiz, taktik bir ittifak üzerine bina edilmiş, gerilimle yüklü ilişkinin (Niğde saldırısı unutulmamalı!) eskisi gibi sürdürülemeyeceği birkaç aydır iyice açığa çıkmış durumdaydı. Tel Abyad’ın kaybedilmesiyle birlikte IŞİD’in YPG’ye karşı kullanışlı bir araç olma işlevi de iyice ortadan kalkmıştı. Özellikle İran ile Batılı devletlerin anlaşmasıyla oluşan atmosferde Türkiye’nin pozisyonu sürdürülemez bir hal almıştı. Bir diğer yandan IŞİD’in esas stratejik müttefik görülen diğer İslamcı unsurların elindeki Azaz sınır kapısına doğru hareketlenmesi, TSK’nın askeri yığınağının Cerablus ile Azaz arasına yapılmasının bir nedeniydi. AncakYPG’nin Fırat’ı geçerek Afrin’e yönelme olasılığı belki de bu yığınağın en başat sebebiydi. Dicle’den Hatay’a kadar uzanan hat üzerinde Kürt egemenliği TSK’nın en önemli korkusuydu. Özellikle de bunun ABD desteğinde gerçekleştirilebilir olması ciddi bir kâbustu. Tam da bu yüzden İncirlik ABD uçaklarına açıldı. Anlaşılan PYD’ye karşı husumet sebebiyle IŞİD karşıtı koalisyona aktif olarak katılınmamasının ABD ilişkilerini daha fazla zehirlemesinden çekinildiği için uzlaşmaya varıldı. Bu meyanda YPG’nin Cerablus ötesine yapacağı olası bir harekâta Amerikan desteğinin engellenmesi mutlaka ABD’lilerle görüşülmüş ve güvence alınmıştır.
Söz konusu arka planda dünkü çatışma patlak verdi. IŞİD ile incelen ipler sonunda koptu. Bundan sonra sınırda IŞİD eskisi gibi rahat edemeyecek. Ayrıca bugünkü operasyonların da belli ettiği üzere eski müsamahakâr tutum sürmeyecek.
Ancak AKP’nin orduyu karadan Azaz-Cerablus arasında IŞİD kontrolündeki bölgeye sokmasının önünde bir kaç büyük engel var. Birincisi hala Türkiye kamuoyu böyle bir müdahaleye ikna edilebilmiş değil, anketlere göre AKP destekçileri arasında bile buna taraftar insan yüzdesi az. İkincisi Türkiye ekonomisi ciddi bir kırılganlığa sahip; süresinin ve siyasi hedeflerinin belirsizliğiyle böylesine askeri bir operasyon dış borçlara dayalı bir sermaye birikim rejiminin keyfini süren burjuvaziye çok pahalıya patlayabilir. Üçüncüsü Kürt meselesinde çatışmalı sürece dönülmesi ihtimali iki ayrı cephede savaşı dayatabilir. Dördüncüsü esas müttefik görülen yerel unsurların kapsamlı bir kara harekâtında destek unsuru olarak yeterince güvenilir bulunmaması. Eğit-donat programındaki fiyasko bunun ispatı.
Kanaatimiz AKP hükümetinin ABD desteği ile Cerablus-Afrin arasındaki bölgede hava desteğiyle güvence altına alınacak bir güvenli bölge oluşturulmasını planladığıdır. Böylece AKP hükümeti ABD’ye İncirlik Üssü’nü açmasıyla birlikte üstündeki uluslararası baskıyı hafifletmiş, IŞİD’e karşı yurt içerisinde daha fazla hoşgörü gösterilmemesiyle iç gerginliği azaltmış; operasyonun risklerini de minimize etmiş olacaktır.Bir diğer yandan son operasyonlarda IŞİD sempatizanları ile birlikte, PKK ve sol örgütlere de güç gösterilmektedir. AKP otoriteryanizmi, 7 Haziran seçimlerinden sonra hissettiği iktidar yitimi hissinden güvenlikçi politikaları yükselterek kurtulmaya çalışsa daIŞİD’in olası sansasyonel eylemleri ve Kürt hareketinin hamleleri de hesaba katılmalıdır.
IŞİD ile mesafelenme neticesinde oluşan bu ortam ironik biçimde PKK ve Öcalan ile kopan diyalogun tazelenmesi açısından da yeni bir imkân anlamına gelebilir. Ancak olası erken seçim arifesinde AKP ve Erdoğan’ın kullandığı söyleme bakıldığında kitleselleşerek güç kazanan HDP’yi yıpratmak için çatışmalı bir sürecin zorlanması ihtimali akıldan çıkarılmamalıdır.
Bu büyük güç mücadelesi içerisinde geçtiğimiz günlerde oluşturulan Barış Bloku, kilit önemde bir misyona sahiptir. Türkiye’de ve bölgede barışın sağlanması adına içinden geçtiğimiz uğrak barış savunucularına ağır bir sorumluluk yüklemektedir.
Türkiye çapında IŞİD, DHKP/C ve PKK, PKK’nin gençlik yapılanması YDG/H’ye hava destekli operasyon düzenlendi.
Operasyonda Bağcılar’da Halk Cephesi’nden Günay Özaslan öldürüldü.
Başbakanlık Koordinasyon Merkezi’nden yapılan açıklamaya göre 251 kişi gözaltına alındı:
“24 Temmuz 2015 tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğü birimlerince DAEŞ terör örgütü, PKK terör örgütü ve iltisaklı yapılanmalarla diğer marjinal sol örgütlere karşı yapılan çalışmalarda, terör örgütlerinin talimatları doğrultusunda kamu düzenini tehdit eden faaliyetlerde bulunan, vatandaşlarımıza ve güvenlik güçlerimize karşı silahlı eylem gerçekleştiren ve eylem hazırlığı içinde olduğu değerlendirilen çok sayıda kişiye yönelik eş zamanlı olarak 13 ilde operasyon yapılmıştır. Bu kapsamda şu ana kadar terör örgütlerine mensup toplam 251 kişi gözaltına alınmıştır. Gözaltına alınanlar hakkında adli süreç devam etmektedir.”
Başbakan Ahmet Davutoğlu ise Başbakanlık açıklamasının ardından yaptığı konuşmada gözaltı sayısının 297 olduğunu belirtti.
İstanbul’da 5 bin polis görev aldı
Bianet’in haberine göre İstanbul ayağını Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nün yürüttüğü operasyonda 2 bini Çevik Kuvvet polisi olmak üzere yaklaşık 5 bin personel görev aldı.
Bağcılar, Küçükçekmece, Başakşehir, Eyüp, Sultangazi, Gaziosmanpaşa, Sarıyer, Kağıthane ve Beyoğlu başta olmak üzere 26 ilçede, 140 adrese baskın düzenlendi.
Operasyona, Edirne ve Bursa gibi çevre illerden destek için gelen özel harekat ve çevik kuvvet polisleri, bunun yanında İstihbarat, Özel Harekat şubeleri ve ilçe emniyet müdürlüklerine bağlı ekiplerin yanı sıra Yunus timleri de eşlik etti.
IŞİD İstanbul sorumlusu iddiası
Operasyonda gözaltına alınanlar arasında IŞİD’in İstanbul’daki bir grubunun sorumlusu olduğu iddia edilen ve “Ebu Hanzala” kod adıyla bilinen Halis Bayancuk ile eşinin de bulunduğu belirtildi.
El Kaide’ye yönelik operasyonda 2014’te gözaltına alınarak bir süre tutuklu kalan Bayancuk’un, IŞİD’in bazı basın organlarında köşe yazıları yazdığı ve örgüte eleman kazandırmak için çalışmalar yaptığı iddia edildi.
Bayancuk ile eşinin yakalandığı Bağcılar’daki evde yapılan aramada, örgütsel dokümanlar ve dijital malzemeler bulundu.
İstanbul’dan 36 HDP’li gözaltında
Özgürlükçü Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi, twitter’dan yayınladığı mesajda İstanbul’da gözaltına alınan 36 HDP’li olduğunu açıkladı.
İl il gözaltılar:
İstanbul’da 36’sı TC vatandaşı olmayan 98 şüpheli gözaltına alındı.
Ankara’da da 11 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanların 5’i PKK, 6’sı IŞİD üyesi olduğu iddia edildi.
İzmir’de 6 kişi gözaltına alındı.
Urfa’da da PKK’ye yönelik 49 adrese yönelik operasyonda 35 kişi gözaltına alındı.
Bursa’da YDG/H üyelerine yönelik operasyonda 9 kişi gözaltına alındı.
Iğdır’da PKK’nin propagandası yaptıkları gerekçesiyle 9 kişi gözaltına alındı.
Antalya’da biri 18 yaşından küçük 2 kişi PKK üyesi iddiasıyla gözaltına alındı
Kocaeli’de PKK üyesi iddiasıyla 13 kişi gözaltına alındı.
Adıyaman’da IŞİD’e yönelik operasyonda 8 kişi gözaltına alındı.
Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO)’lara ithalat izni veren Biyogüvenlik Kurulu skandal bir karara imza attı. Kurul, 26 Mart 2012 tarihinde yaptığı toplantıda “zararlı” diye izin vermediği GDO’lu 3 mısır genine 3 yıl sonra “zararlı değil” diye ithalat izni verdi.
Biyogüvenlik Kurulu’nun skandal kararı 16 temmuz tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Karara ilişkin ayrıntılar şöyle:
1-Türkiye Yem Sanayicileri Birliği Derneği İktisadi İşletmesi, Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği İktisadi İşletmesi (BESD-BİR) ve Yumurta Üreticileri Merkez Birliği (YUM-BİR) genetiği değiştirilmiş 9 mısır geninin yem amaçlı ithalatı için Biyogüvenlik Kurulu’na başvurdu. Kurul başvuruyu kabul etti. Karar vermek için “Bilimsel Risk Değerlendirme Komitesi” ve “Sosyo-Ekonomik Değerlendirme Komitesi” oluşturuldu. Komiteler 9 gen için hazırladıkları raporları Biyogüvenlik Kurulu’na sundu. Raporlarda 3 mısır geni için ithal edilebilir izni çıkarken 6 gen için zararlı görülerek ithalatına izin verilmemesi istendi.
2- Biyogüvenlik Kurulu 26 Mart 2012 tarihli toplantısında bu raporlar doğrultusunda 3 mısır çeşidi ve ürünlerinin (MON88017, MON810, 59122xNK603) hayvan yemlerinde kullanılmasına oyçokluğuyla onay verdi. Altı mısır çeşidi ve ürünlerinin (T25, MIR604, MON863, MON863×MON810, MON863×MON810×NK603, MON863×NK603) hayvan yemlerinde kullanılması konusunda ise oybirliği ile red kararı verdi. Yani olumsuz karar verdi.
3-Aradan 3 yıl geçtikten sonra, yem amaçlı ithal edilen genetiği değiştirilmiş soya ve mısır başta olmak üzere pirinç ve diğer bazı gıda ürünlerinde izin verilmeyen genler tespit edildi. Büyük tartışmalara neden olan ve özellikle soya ithalatını çıkmaza sürükleyen bu durumu aşmak üzere Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği İktisadi İşletmesi (BESD-BİR) genetiği değiştirilmiş 14 mısır,9 soya,10 pamuk ve 4 kolza(kanola) geninin ithalatı için 11 Mayıs 2015’te Biyogüvenlik Kurulu’na başvurdu.Başvuru yapılan genler arasında daha önce red edilen, olumsuz karar verilen T25, MIR604, MON863 mısır genleri de yer aldı.
4- Biyogüvenlik Kurulu başvuruyu ertesi gün 12 Mayıs 2015’te görüşerek kabul etti. Kurul, başvurunun “basitleştirilmiş işlem” kapsamında değerlendirilmesine karar verdi.Yine her gen için Risk Değerlendirme Komitesi ve Sosyo Ekonomik Değerlendirme Komitesi oluşturuldu. Komiteler raporlarını hazırladı. Bu raporlar kamuoyuna açıklanmadı ve Biyogüvenlik sisteminde yayınlanmadı. Kamuoyu görüşü de alınmadı.
5- Resmi Gazete’nin 16 Temmuz 2015 tarihli sayısında yayınlanan Biyogüvenlik Kurulu Kararlarına göre 2 soya ve 3 mısır genine izin verildiği anlaşıldı. İzin verilen 3 mısır geni daha önce “zararlı” diye izin verilmeyen 3 gen olması dikkat çekti. Biyogüvenlik Kurulu 3 yıl önce Risk Değerlendirme Komitesi ile Sosyo Ekonomik Değerlendirme Komitesi raporlarına dayanarak “zararlı” diye izin vermediği T25, MIR604, MON863, mısır genlerine bu kez ithalat izni vermiş oldu.
6- Biyogüvenlik Kurulu’nun basitleştirilmiş işlem uyguladığı için bu genlere izin verdiği tahmin ediliyor. Ancak mevzuata göre eğer bu kapsamda karar verildiyse daha büyük bir skandala imza atıldığı söylenebilir. Çünkü, Biyogüvenlik Yasası’nın 6. Maddesi’ne göre,GDO(Genetiği Değiştirilmiş Organizma) ve ürünlerinden kaynaklanabilecek herhangi bir riski olmayan ve insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitliliğe herhangi bir zararının bulunmadığı yönünde mevcut bilgiye ve daha önce yapılmış olan risk değerlendirmesine dayanan başvurular için, sosyo-ekonomik değerlendirme sonuçları da dikkate alınarak basitleştirilmiş işlem uygulanabileceği ifade ediliyor. Biyogüvenlik Yasası’na dayanılarak çıkarılan Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelikte ise, basitleştirilmiş işlem uygulanırken GDO’nun insan, hayvan, çevre sağlığı ve biyolojik çeşitliliğe olabilecek etkileri hakkında yeterli bilgi bulunması, daha önce yapılmış risk değerlendirmesi ve varsa sosyo-ekonomik ve etik değerlendirme sonuçlarının sunulması gerektiği ifade ediliyor. Buna göre daha önce yapılan risk değerlendirme raporlarında bu genlerin zararlı olacağı için ithalatına izin verilmemesi gerektiği bilgisine yer verilmişti. Biyogüvenlik Kurulu’ da buna dayanarak olumsuz karar vermişti. Kurul, bu raporları hiçe sayarak 3 yıl sonra aynı genlere nasıl ithalat izni veriyor?
Özetlersek, genetiği değiştirilmiş ürünlerin üretimi yasak olan Türkiye’de, ithalat ile ilgili skandal üzerine skandal yaşanıyor. Biyogüvenlik Kurulu, 3 yıl önce zararlı dediği mısır genlerini şimdi zararsız bulup ithalatına izin verebiliyor. Geçen 3 yılda ne değişti? Kamuoyuna bunun açıklanması gerekiyor.
Türkiye’nin Suruç ilçesinde 32 insanın ölümüyle sonuçlanan terörist saldırı sonrasında Avrupa Yeşil Partisi eşsözcüleri Monica Frassoni ve Reinhard Bütikofer bir taziye açıklaması yaparak saldırıyı kınadılar ve çözüm sürecinin tekrar başlatılıp hızlandırılmasını önerdiler.
Frassoni ve Bütikhofer’in açıklaması şöyle:
“Pazartesi günü Suruç’ta öldürülen genç aktvisitlerin aileleri ve arkadaşlarına taziyelerimizi bildiriyoruz. Kurbanların çoğu hayatlarını sadece Suriye’de değil Türkiye’de de barış ve demokrasi mücadelesine adamış kişilerdi.
Meydana gelen trajik olay ve peşinden Türkiye’de tırmanan gerginlik ülkenin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a, DAİŞ karşısındaki muğlak duruşunun ötesine geçmesi ve bu terörist gruba karşı daha net bir tutum alıp, onu Kürtlerle olan çekişmesinde bir araç olarak kullanmaktan vazgeçmesi gerektiğini göstermiştir. Erdoğan, ırk ve din ayrımı gözetmeksizin tüm vatandaşlarını savunmalı ve bölgede daha pozitif bir rol oymaya başlamalıdır.
Son saldırı çözüm sürecinin tekrar başlatılıp hızlandırılması gerektiğini açıkca göstermiştir. Türk hükümeti şiddetin tırmanmasını önlemek için tüm gücünü ortaya koymalıdır.
Kürtlerin temsilcileriyle 2012 yılında başlatılan barış müzakerelerini daha büyük bir enerji ve hevesle devam ettirmek halen tüm taraflara olumlu sonuçlar sağlayacak en iyi seçenek olmaya devam etmektedir. Avrupa Birliği sürecin devam ettirilmesinde üzerine düşen rolü oynamalıdır.
Türkiye’de, içinde birçok siyasi partinin, demokratik kurumların, işçi sendikalarının, STK’ların, entellektüel ve sanatçıların olduğu, adına Barış Bloğu denilen, sivil bir koalisyon kuruldu ve 26 Temmuz’da terrorist saldırıyı kınayacak bir yürüyüş düzenliyor.
Avrupa Yeşil Partisi yürüyüşle ve tüm dünyada, özellikle Ortadoğu’da özgürlük ve barış için haykıran insanlarla dayanışma içindedir.
Sinemasal, 3 – 23 Ağustos tarihleri arasında bu sene rotasını Doğu Anadolu’nun köylerine doğru kıracak. 2013’de Güneydoğu Anadolu, 2014’de ise Karadeniz’in köylerinde sinema ile daha önce hiç tanışma imkanı bulamamış çocukların ayağına sinemayı götüren Sinemasal’ın macerasını, bu fikrin önce hayalleyeni sonra da hayat geçireni Enes Kaya ile Yeşil Gazete okurları için konuştuk.
Enes, İstanbul Mecidiyeköy’deki evinin salonunda idi. Sinemasal henüz bir fikirken tuttuğu ve yıllardır iki odasını Erasmus öğrencilerine kiraya verip, hem ev hem dernek merkezi hem de ofis olarak kullandığı evinin salonunda. Skype üzerinden yaptığımız görüşme iki saat sürdü. Hem kendisinin hem de Sinemasal’ın başından bugüne tüm hikayesini tüm içtenliği Yeşil Gazete ile paylaştı.
Sinemasal, hiç sinemada film izlememiş köylü çocukları sinema ile buluşturuyor
Yeşil Gazete: Önce seni tanıyabilir miyiz Enes? Seni ve Sinemasal’a evrilen hikayeyi kısaca özetleyebilir misin?
Enes Kaya: Sinemasal ile hayatlarında daha önce hiç sinema filmi izlememiş köylü çocukları sinema ile buluşturuyoruz. Ben, kendim de köyde büyüdüm. Sinema ile çok geç yaşta tanıştım. Düzce’nin bir köyünde doğdum. 17 Ağustos 1999 depreminin ardından Denizli’de bir yurtta yaşamaya başladım. Annem Denizlili.
Sinema ile de Denizli’de tanıştım. İlk seyrettiğim film Casablanka ile sinemanın büyüsüne kapıldım. 2007’ye kadar tüm hayatım, en yakın arkadaşım sinema oldu. Tanımadığım, bilmediğim insan hikayelerini öğrendim sinema sayesinde.
2007’de Atatürk Üniversitesi’nde Erzurum’da okurken aklıma düştü ilk defa Sinemasal. KoçFest ve GençTurkcell’in bir organizasyonunda çalışıyordum o dönem. Erzurum’da her bölgeden insan ile tanışma imkanım oldu. Köylü çocuklara sinemayı götürme fikri ilk defa o dönem filizlenmeye başladı.
Yine aynı yıl yaz aylarında Didim’de İrlandalı bir aileye mihmandarlık yaparken o ailenin de aracı olması ile 2009 yılında National Geographic’in Türkiye’de gerçekleştirdiği bir belgesel çekimine dahil oldum. 41 il ve 400 köy dolaştım o süreçte. Sinemasal’ı hayata geçirme inancım daha da pekişti.
Sonraki süreçte Sinemasal için görüşmeler yaptım. Kırsal bölgede film festivali yapmak istediğimi belirttim. Yerli yapımlı film ve festival yapımcılarına ayrıca çocuk eğitimcileri, sosyolog ve psikologlara danıştım.
2012’de oturdum salona, şu an sizinle konuştuğum yere ve yıllardır aldığım notları birleştirdim. Sinemasal’ı hayata geçirme zamanı gelmişti.
Sinema Artık Köylerde
Enes Kaya ile Skype üzerinden konuştuk
Y.G.: Ve Sinemasal artık ufukta görünmeye başladı?
E.K.: Evet. 2013’ün Ocak ayında hiç dışarı çıkmadım ve bütün notları birleştirmeye başladım. Salona, yani odama kapandım. Odanın duvarlarını kağıt ile kaplayıp, ayın sonunda bir sinema kültürü festivali teması oluşturdum. Motto, sinema artık köylerde idi. Sinemasal ismi ise 2009’da çıkmıştı zaten ortaya.
2013’ün Ocak ayında hazırladığım dosyayı Avrupa Birliği Bakanlığı Ulusal Ajansına gönderdim. Mart ayında aldığımız 23bin TL’yi kurumsallığa, web sitesi, logolar vsrye harcadık. Tüm insan emeğinin gönüllü olduğu festivalin bütçesi ilk yıl 320 bin TL idi. 7 bölgeyi sıraladım. National Geographic ekibi ile Türkiye’yi gezerken sadece Güneydoğu Anadolu’ya gitmemiştik. Ben de ilk festival orda olmalı dedim. Sonra sırası ile Karadeniz (2014), Doğu Anadolu (2015), Akdeniz (2016), İç Anadolu (2017) ve Ege-Marmara’yı kapsayan Avrasya (2018) olacaktı Sinemasal’ın etapları.
Festivali hayata geçirmek için gönüllü emeğin dışında Paylaşım Ekonomisi’ni de kullandık. İlk günden beri yanımda olan arkadaşlarım Yasin ve Esra’ya eklenen 5 kişi ile birlikte 8 kişilik bir festival komitesi meydana gelmişti o sırada.
İlk festivali Haziran ayında yapmaya karar verdik. Okulların tatil olduğu dönemde. Aslında Sinemasal her zaman Haziran ayında gerçekleşecek. İlk iki festivalde Haziran ayında gerçekleşti. Bu sene Ağustos olmasının nedeni Ramazan Ayı ile çakışmaması düşüncesinden doğdu. Gelecek sene de aynı düşünce ile Ağustos düşünüyoruz ama sonrasında hep Haziran ayında olacak.
Festival konseptinde hiç gidip sadece film göstermek gibi bir düşüncemiz olmadı. Konseptte çocuklara film öncesi şovlar yapacak
isimleri, kategorileri belirlemiştik. Bu şovlar için yurtdışından insan bulalım dedik. Tanıdığım arkadaşlara mail, facebook mesajı atmaya başladık. Amaç köydeki çocukların ufkunu genişletmekti.
69 köyde sinema ile buluşan 7bini aşkın çocuk
Sinemasal’da 3 gün 3 ayrı etkinlik düzenleniyor her il için
Y.G.: Sinemasal’ın ilk senesi. 2013 Güneydoğu Anadolu
E.K.: İlk festivali 17 – 30 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirdik. 69 köy ziyaret ettik. Köy kriterlerimiz de vardı. Daha önce buna benzer bir festival hiç olmamış olması. O köyün çevresinden en az 5 köyün de katılması. Festival rotasına uygun olacak şekilde iki sıralı ilin arasında olması gerekiyordu köylerin.
Filmlerden önce çocuklara daha önce film izlediniz mi diye sorduğumuzda bize, “evet” diyenlere, “hangi film” diyor ve “Cennet Mahallesi, Doktorlar” gibi dizi isimleri alıyorduk.
İlk sene totalde 7bin küsur çocuğa ulaştık. Bu çocukların sadece 900 tanesi daha önce sinemaya gitmişti. %87 oranında çocuk Sinemasal ile ilk defa sinemayla buluştu. Beklediğimizden de fazla güzel oldu ilk sene. Her sette büyük, küçük sorun olur sinema sektöründe ama Sinemasal hiç sorunsuz geçti. Ekip içinde 12 farklı dil konuşuluyordu. Mesela İspanyol arkadaşımız Katalanca konuşuyordu.
Tüm ekibin 45 kişi olmasını düşündük ancak festivalde 90’ı aşkın görev var. Herkesin en az 2 görevi olmak zorundaydı. Sabah yüz boyaması görevi olan biri akşam flamenko müzik yapıyordu. Sinemasal’da tüm gün sürüyor etkinlikler.
Şehrin Gözdesi
Y.G.: 2014 yılında da Karadeniz’de idiniz?
E.K.: Güneydoğu Anadolu etabından dönüşte Sosyal Girişimcilik ile tanıştım. Bilgi Üniversitesi’nin Genç Sosyal Girişimci ödülünü aldım. Bu ödül kapsamında Sosyal İnovasyon Merkezi’nde (SİM) 2 gün yarı finalde, 3 gün de finalde verilen eğitimlere katıldım.
2014 Mart ayında Kitlesel Fonlama Kamnpanyası başlattık ve 11 bin lira aldık. İlk festivalden 27 bin tl ile borç ile dönmüştüm. O festivalde bireysel olarak ben vardım. Sonrasında dernek kurup kurumsal bir kimlik üzerinden hareket ettik.
2014 Karadeniz için öngördüğümüz bütçe 480 bin tl oldu. İlk festival 14 günlük idi ama 2014’de 21 güne çıkardık. Türkiye Sineması’nın 100. yılı olduğu için her şehirde de bir film gösterelim dedik. Böylece basının ilgisini çekeriz diye düşündük. Köylere gitmeden önce şehirlere gidersek ilgi çekebileceğimizi hesapladık ve “Şehrin Gözdesi” isimli bir etkinlik tasarladık. Bu etkinlikte şehrin tarihi ve turistik en bilinen yerinde şehir halkına film gösterimi yaptık.
6 ülkeden gönüllüler ve bu sefer yereldeki her ilden 10-15 gönüllü ile 7 – 27 haziran tarihleri arasında Karadeniz’de Samsun – Ordu – Giresun – Trabzon – Rize ve Artvin’i turladık.
Karadenizde endişemiz aynı köydeki komşu iki evin bile mesafesinin çok uzak olması idi. İnsanlara ulaşamayız diye bir endişe vardı içimizde. “Şehrin Gözdesi”nin ana çıkış noktası bu endişeyi bertaraf etmekti aslında. Her “Şehrin Gözdesi” etkinliğine bini aşkın insan katıldı. Oraya gelenlere, “Şu gün, şu köydeyiz. Hepinizi bekleriz” dedik. Karadeniz insanı zaten bu tür buluşmaları geleneksel olarak çok severmiş. Köylerdeki şenliğe şehirlerden yüzlerce araç, minibüs, otobüs geldi. Tam bir karnaval havasında geçti.
10 bini aşkın insana ulaştık. Biz, yol programında bazı günleri izin günü diye ayırır ve gönüllü ekibimiz ile “Sosyal Zirve” yaparız. 26 Haziran’da bunu yapma imkanımız olmadı çünkü bize ulaşan Şavşat Kaymakamı, orda da bir Sinemasal günü talep etti bizden. Şavşat Kaymakamlığı önündeki gösterime 1.250 kişi geldi. Bizim hem Artvin – Şavşat arası ulaşımımızı sağladılar. Ardından Şavşat – İstanbul’u da üstlendiler. Zaten tüm Sinemasal macerası boyunca yerel yönetimlerden, valilikten, sivil toplum kuruluşlarından yoğun destek gördük. Sinemasal’ın içeriğini görenler destek veriyor.
İkinci festivalden 96 bin tl borç ile döndük. “Sinemasal Kültür Sanat Derneği” olmuştuk ikinci yıl. Dernek olunca vergiler de girdi işin içine.
3 – 23 Ağustos 2015: Sinemasal, Doğu Anadolu’da
Sinemasal’ın Doğu Anadolu Programı
Y.G.: Gelelim bu seneye, 3 – 23 Ağustos Doğu Anadolu
E.K.: Karadeniz dönüşü Uluslararası Gençlik Vakfı, Sinemasal’ı sürdürdüğümüz için Ekim 2014’de benim Peru’ya gidip 21 gün sosyal girişimcilik eğitimi almamı sağladı. O dönem Machu Picchu’ya 7 gün süren sinemasal farkındalık tırmanışı yaptım. Kültür Bakanlığı da aynı yıl bize en yeni ve başarılı festival ödülü verdi.
Peru’da bayağı uluslarası medyaya haber olduk. 2014 – 2015 yılının Sabancı Vakfı ilk fark yaratanı oldu Sinemasal ve 5n1k programında Cüneyt Özdemir’in konuğu olduk.
Türkiye 3. sektör vakfı, TÜSEV’in “Destekte değiştir” projesi kapsamında Pera Müzesi’nde bir sunum gerçekleştirdik ve 10. 550 lira kaynak oluşturduk.
30 aralık 2012 Sinemasal’ın doğum tarihi idi. İkinci yaşgünümüzde Cezayir Restaurant’ta bir lansman yaptık, Aynı dönem fongogo üzerinden kitelesel destekleme kampanyası da gerçekleştirdik. Gupse Özay, Cezayir Restaurant’a ailesi ile geldi. Sinan Güler daha önce de desteklemişti bizi bir kez daha geldi ve her ikisi de video ile desteğini iletti. 52 günlük fongogo kampanyasında 8 Ocak tarihinde 81 bin lira bulduk. Gupse Özay 12 bin, Sinan Güler ise 10 bin lira bağışta bulundu. Toplam 204 kişi 81.020 lira destek verdi Sinemasal’a.
O dönem 2. İstanbul Sosyal İnovasyon Zirvesi yapıldı Ashoka tarafından. Yine aynı dönem Tedx ‘den Ali Üstündağ aradı beni Tedx Reset’de Sinemasal’ı görmek istiyoruz diye.
Ve 2015 Doğu Anadolu için şu an hummalı bir çalışma halindeyiz. Şu an bütçeyi 720 bin tl olarak belirledik. Herşey belli şu anda
300 bin tl paylaşım ekonomisinden bulduk. Nakdi anlamda sponsor bulamadık. Sinemasalın manifestosu’na web sitemiz üzerinden ulaşabilirisniz. Web sitesini girdiğinizde destek ol butonu altında ihjtiyaç listesi de var.
TEDX Reset: Sinemasal’ın öyküsü
Y.G: Peki Enes. 2015’in programı hakkında bize bilgi verebilir misin?
E.K: Festivale 3 Ağustos’ta İstanbul’da Sultanahmet’te film gösterimi ile başlayacaktık ama Şavşat’dan talep var yine. Kaymakam değişmiş ve yeni kaymakam festivale ordan başlamamız yönünde ısrarcı. Biz de bu ricayı kıramadık. Sultanahmet’te ekip olarak bir toplanma gerçekleşecek 3 Ağustos’ta, 5 Ağustos’ta ise Şavşat’ta olacağız.
Her ilde 3 gün sürecek etkinliğimiz. ilk gün “Şehrin Gözdesi Etkinliği“, ikinci gün “Kültür Gezileri ve Sosyal Zirveler” ve üçüncü gün “Sinema Artık Köylerde” şeklinde.
Rotamız, Ardahan (6-8 Ağustos), Kars (9-11 Ağustos), Iğdır (12-14 Ağustos), Ağrı (15-17 Ağustos), Van (18-20 Ağustos) ve Hakkari (21-23 Ağustos).
“Sinema Artık Köylerde” etkinliğinde tüm gün sürüyor festival. Onun programı da şöyle:
Sabah 8de köylüler ile kahvaltı
10da kukla, yüz boyama vsr atölyesi
14de aksiyon, komedi, 3er kısa film
15de köy içinde karoke çalışması ama bir süre sonra kendiliğinden halaya dönüyor
17de köy halkı için belgesel gösterini
19da köye gelen sürpriz konuklar ile söyleşi
19:30da herkese sembolik gişeden sembolik bilet, patlamış mısır ve dimes meyva suları dağıtımı
Sembolik bilet ve patlamış mısırı biz kendimiz hazırlıyoruz, dimes ise festivalde meyva suyu tedarikçimi
Bütün herkes bir kulvardan giriyor sinemaya ve bir arkadaşımız fenerle kişiye oturacağı yeri gösteriyor aynen sinemada olduğu gibi.
Kapadokya’da Sinemasal Kültür Sanat Köyü ve Film Akademisi
Y.G.: Enes, Bundan sonra yani 2018’in ardından Sinemasal nereye evrilecek?
E.K.: Ben önce şunu vurgulamak istiyorum. Sinemasal bir sosyal sorumluluk projesi değil, bir girişimciliktir.
Bir rol modeli ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. İlk 3 yıl bunun hayata geçebileceğini ispatlama gayemiz vardı ve bu gerçekleşiyor bu sene. Bundan sonraki süreçte her il kendi Sinemasal’ını kendisi gerçekleştirsin istiyoruz. Bazı üniversiteler ile lisanslama görüşmelerimiz devam ediyor. Her üniversite kendi yıllık faaliyet planında Sinemasal’a da yer ayırsın diye görüşmeler yapıyoruz. Biz şimdi bu sene Sinemasal’ı 720 bin tlye mal ediyorsak üniversiteler, işin içinde ulaşımda olmadığından ve üniversitelere özel avantajları da bulunduğundan 100 bin tl’ye gerçekleştirebilir.
Şu anda Bahçeşehir, Sabancı, Koç, Özyeğin ve Boğaziçi Üniversiteleri bu konsepti istiyor. Lisanslama yapıyoruz, üniversite bu süreçte Sinemasala para ödeyecek. Sinemasal’ın görevlendirdiği Supervisora maaş ödeyecek vsr.
Sinemasal’da en büyük sıkıntımız bir rol modelimizin olmaması. Herşeyi biz kendimiz düşünüp hayata geçiriyoruz. Örnek alacağımız bir model yok maalesef.
2018’in ardından hedefimiz Kapadokya’da Sinemasal Kültür Sanat Köyü kurmak.
2021’de de film akademisi kurma planımız var. 2013 itibarı ile bizim gittiğimiz köylerde sinema ile buluşan çocuklar üniversite yaşına geldiklerinde Sinemasal Film Akademisi’ne gelebilsinler istiyoruz.
Y.G.: Enes, bize ayırdığın zaman ve Sinemasal gibi bir mucizeyi hayata geçirdiğin için sana çok teşekkür ederiz.
E.K.: Asıl ben teşekkür ederim bu fırsatı verdiğiniz için. Sinemasal’a herkesi bekliyoruz.
Alakır’da doğa mücadelesi sürdüren Alakır Nehri Kardeşliği birkaç gün önce sosyal medya hesaplarını kapattı.
Alakır Nehri Kardeşliği’nin, HES’lere karşı yürüttüğü mücadelenin son durumu hakkında İnan Mayıs Aru‘nun Birhan ve Tuğba ile görüştükten sonra kendi sosyal medya hesabından yaptığı açıklamayı Mayıs’ın da iznini alarak aynen paylaşıyoruz.
“ALAKIR’DAKİ DOSTLARDAN MESAJ VAR!
FOTO: MEHMET CINAR/ANTALYA-DHA
Alakır’daki dostlarımız bireysel direniş başlatmaya karar vermişler. Kimsenin canı yanmasın, tansiyon yükselmesin diye Alakır’daki yuvalarına da kimseyi kabul etmiyorlar.
Bundan böyle herkes olduğu yerde eylem yapacak eğer desteğe niyeti varsa. Bu fikirler de artık ANK (Alakır Nehri Kardeşliği) Facebook hesabından değil, herkesin kendi öz iradesi ve yaratıcılığı ile çıkacak, rengarenk. Artık işin gözüne gitmek gerek. Alakır sağlam. Şehirlerde eylemlere ihtiyaç var. Birhan ve Tuğba’ya yapılan psikolojik şiddet operasyonlarının faillerini, yol verenlerini, organize edenleri olabildiğince ifşa etmek gerek.
1- Antalya Valiliği
2- Kumluca Jandarma Komutanlığı
3- Metamar şirketi ve sahibi Hasan Tığlı
4- Ado şirketi ve sahibi Mustafa Sak, müdürü Ender Çakmak
5- Şantiye şefi (etrafımızdaki arazileri satın alan tetikçi provakatör) Ali Süzen
6- Kuzca köyü muhtarı Ali Şen
Son olay şu:
Tuğba ve Birhan
Şirket Alakır’da HES’lere karşı yerelden mücadele eden Birhan ve Tuğba’nın yaşam alanlarının etrafında aldığı arazilerdeki meşe ormanını katletme niyetinde. Hemen giriş kapılarında. Her sabah uyanınca selamlaştıkları asırlık meşe ağaçlarını, üzerinde oynaşan sincapları, altında gezinen tilki yavrularını, kaplumbağaları, üzerinde yuva yapan kuşları… Motor sesi ve ağaç devrilme sesleriyle onları provoke etmek istiyorlar. Etraflarındaki tüm can dostlarını katletmek istiyorlar.
Evvelsi gün geldiklerinde orman şefi sırıta sırıta işaretlemiş katledilecek ağaçları. Her şeyi bu sefer tamamen ‘kanuna’ uygun halde ‘açıksız’ planlamışlar. Tapulu kesim deniyor buna. Biz bir engelleme yapmaya kalktığımız anda jandarması, savcısı, hakimi hazır bekliyor Kumluca’da… Oyuna gelmeyelim. İstedikleri o.
Bundan sonrası, eylem tarzı ve yöntemi, enerji koymak isteyen canların yaratıcılığına kalmış. Meydanlarda pankartlarla sessiz oturma eylemleri, ya da ‘ben alakır nehriyim’ tarzı foto, video, görsel paylaşımlar sosyal medyada, hashtagler… İnadına ve yoğun paylaşımlar, eylemler…
Alakır Nehri Kardeşliği tüm sosyal medya hesaplarını ve telefonlarını kapattı ama bu iletişime kapanmak demek değil. Gönül iletişimindeki, doğal akışın hissedişinin büyüsüyle yaşam enerjisine odaklanmayı seçmek demek.
Alakır artık her yer olmalı. Tek bir noktada direniş sıkışmamalı. Katillerin istedikleri bu. Olabildiğince dört bir yana yayılmalı şu anda mücadele. Top bizde yani, biz yaratacağız yolu yordamı.”