Ana Sayfa Blog Sayfa 3608

Mersin’de kadınlar, Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’nü işgal etti

Mersin’de Yeryüzü Kadınları Platformu üyesi bir grup kadın, kadın cinayetleri ve Suriyeli mülteci ölümlerine tepki göstererek Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’nü işgal etti. Binaya pankart da asan kadınlar, yaklaşık 1 saat sonra gözaltına alındı.

3

DHA’dan İbrahim Maşe’nin haberine göre Merkez Akdeniz İlçesi Atatürk Caddesi ‘ndeki il binasına giden Yeryüzü Kadınları Platformu üyeleri ellerindeki katlanmış bez pankart ile özel kalem müdürlüğü odasına girdi. Binanın dış cephesini gören odanın penceresine ‘Kadından sorunlu, çocuk katliamlarından sorumlu bakanlık istemiyoruz’ ve ‘Çocuk katilleri hesap verecek’ yazılı pankartı asmaya çalışan eylemcilere, güvenlik görevlisi ve personeller engel olmaya çalıştı. İl Müdürü Ömer Faruk Bilgin’in kendi odasında olduğu sırada yaşanan olayda, eylemcilerle polis görevliler arasında bir süre arbede yaşandı.

Kapının kilitlenmesi üzerine olay yerine polis çağrıldı. Bunun üzerine eylemciler de avukat çağırdı. Bir süre il binası içinde ‘ Kadın cinayetleri politiktir’ sloganları atan eylemciler, binadan çıkmak istedi.

Polisin eyleme izin vermemesi üzerine eylemciler ve eylemcilerin avukatı ile polisler arasında tartışma yaşandı. Eylemciler direnmeye devam edince il binasına çağırılan çevik kuvvet polislerince gözaltına alındı.

(DHA, Radikal)

Af Örgütü, AB’ye seslendi, “Mültecilere karşı uluslararası yükümlülüklerini uygula!”

Uluslararası Af Örgütü, Macaristan’da ve Yunanistan’ın Kos (İstanköy) adasında yaşanan mülteci krizinin ardından bir açıklama yayımladı. Uluslararası Af Örgütü Avrupa Direktör Yardımcısı Gauri van Gullik tarafından yapılan açıklamada, Avrupalı liderlerden uluslararası yükümlülüklerin uygulaması istendi.

2

Açıklamada şöyle denildi: “Avrupa bir bütün olarak son yılların en büyük insanlık testiyle yüzleşirken, şimdiye kadar Avrupalı liderler acınası bir şekilde başarısız oldu. Kriz, Avrupa’ya gelen insanlar değil, kriz ne yazık ki Avrupa’nın yetersiz tepkisi. Bizim Avrupalı liderlere mesajımız net ve tutarlı: İhtiyacı olanları korumaya yönelik uluslararası yükümlülükleri uygulamak.”

Gauri van Gulik sözlerine şöyle devam etti: “Daha fazla çit veya dikenli tele yeter. Daha fazla biber gazı ve ses bombasına yeter. Daha fazla mültecinin tehlikeli yolculuklarda sıkışık, cehennemvari koşullarda ölmeye zorlanmasına yeter!”

(Amnesty.org.tr)

Bianet’in ‪#‎erkekşiddetiçetelesi‬ raporu: Erkekler Ağustos’ta 22 Kadın öldürdü

bianet’in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre, erkekler 22 kadını öldürdü; 20 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti/tecavüz girişiminde bulundu, 20 kadına zorla fuhuş yaptırdı; 37 kadını yaraladı; 6 kadın ve kız çocuğunu taciz etti.

Bianet’den Çiçek Tahaoğlu’nun haberine göre 2015’in ilk yedi ayında erkekler 182 kadın öldürdü, 90 kadına tecavüz etti, 142 kadını fuhuşa zorladı, 266 kadını yaraladı, 161 kadını taciz etti.

1

Erkekler Ağustos’ta 22 kadın öldürürken bu kadınlardan ikisi, erkeklerin karılarını öldürmelerine engel olmaya çalışırken öldürüldü. Bir kadın isetecavüze direndiği için balyozla darp edilerek öldürüldü. Bir kadın çıkarttığı uzaklaştırma kararına rağmen öldürüldü.

Erkekler Ağustos’ta 20 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti/tecavüz girişiminde bulundu, 20 kadına zorla fuhuş yaptırdı. Tecavüze uğrayan 20 kadından ikisi Suriyeli sığınmacı, biri engelli, ikisi ise turist kadınlardı. Kadınların yüzde 75’ine tanıdıkları erkekler tecavüz etti.

Ağustos’ta toplam 105 erkek şiddeti, cinayet, cinayete teşebbüs, taciz, cinsel şiddet, tecavüz ve yaralama vakası basına yansıdı.

Erkek şiddeti vakalarının yüzde 32’si Marmara, yüzde 15’i İç Anadolu, yüzde 15’i Ege, yüzde 15’i Karadeniz, yüzde 10,5’i Akdeniz, uüzde 9,5’i Güneydoğu Anadolu, yüzde 2’si Doğu Anadolu’da yaşandı.

(bianet)

Tezkere meclisten geçti

0,,17356981_303,00Türk Silahlı Kuvvetleri’ne Suriye ve Irak’a sınır ötesi operasyon yetkisi veren Başbakanlık tezkeresinin süresi TBMM’de yapılan oylamada bir yıl uzatıldı.

Tezkere AKP, CHP ve MHP gruplarının oyu ile kabul edildi. HDP ise ‘hayır’ dedi. Bakanlar Kurulu sıralarından HDP’li bakanlar Müslüm Doğan ve Ali Haydar Konca da tezkereye ‘hayır’ dedi. Tezkerenin süresinin uzatılması için gereken; meclis oturumuna katılan milletvekillerinin salt çoğunluğunun ‘evet’ oyu sağlandı. Tezkere yabancı askerlerin Türkiye topraklarında bulunmasının da yolunu açıyor.

Yemin krizi, 556 ve silah

TBMM Genel Kurulu, Suriye ve Irak’a operasyon yetkisi veren Başbakanlık tezkeresini görüşmek için Başkanvekili Koray Aydın başkanlığında olağanüstü toplandı. Aydın, görüşmeler başlamadan önce kısa bir konuşma yaparak milletvekillerine özellikle saygılı olmaları konusunda uyarılarda bulunurken, “Kırıcı ve incitici değil, birleştirici ve bütünleştirici dil kullanılmasını özellikle istirham ediyorum” dedi. Ancak Aydın’ın bu uyarısı yerini bulmadı. Tezkere görüşmelerine geçilmeden önce mecliste yaşanan kavga, gürültü ve tartışmalar dikkat çekti. Vekiller arasında arbede yaşanmasına kadar uzanan süreçte; seçim hükümeti bakanlarının yemin etmesi krize dönüştü. Gençlik Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın görüşmeler sırasında silahına davrandığı iddiası gerginliğin dozunu artırdı.

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, bağımsız bakanlardan Vecdi Gönül, Kudbettin Arzu ve Ali Rıza Alaboyun’un geçmişte AKP milletvekili ya da milletvekili aday adayı olduğunu belirterek, tarafsızlıklarının tartışmalı olduğunu söyledi ve yemin etmelerinin Anayasa’ya aykırı olacağını öne sürdü. Bunun üzerine tartışmalar başladı. Meclisteki oturuma birçok kez ara verildi, ancak üçüncü oylamada bağımsız bakanların yemin etmesi kararı alındı. İkinci oylamada oyların sayısında hata yaşanması ‘bağımsızlık tartışması’yla başlayan oturumu iyice gerdi. 550 milletvekilinin olduğu TBMM’de elektronik oylamada 556 oyun kullanılmasının ortaya çıkması herkesi şaşırttı. Elektronik oylama başarısız olunca işaretle oylamaya geçildi. Kimi vekillerin iki elini birden kaldırdığı oturumda vekillerin birbirlerine sürekli sataşmaları dikkat çekti.

Bağımsız bakanların yemin etmesine karar verilmesinden sonra yemin töreni başladı. Adalet Bakanı Kenan İpek yemin etmek için kürsüye geçerken bir milletvekilinin “Adaletin nerede şerefsiz” diye bağırması da ortalığı karıştırdı. AKP’li ve CHP’li vekiller birbirinin üzerine yürüdü. CHP’den “Böyle bir hakaret kabul edilemez” açıklaması AKP’lileri sakinleştirdi ancak Gençlik Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın Adalet Bakanı İpek’in yemini sırasında silah çektiğine ilişkin bir iddia ortaya atılması ortamı yine gerdi. HDP’li Pervin Buldan, bu konuda sosyal medyada haber gördüklerini ve bu konuya açıklık getirilmesini istedi. Söz alan Bakan Kılıç, “Benim hiçbir zaman, hiçbir şart altında TBMM çatısı altında silah taşımam gibi bir durum olamayacağını, şahsımın bunu asla tasvip edemeyeceğini dile getirmek istiyorum. Bu bir iftiradır” açıklaması yaptı.

Eleştirilerin hedefinde AKP var

Tezkere görüşmeleri sırasında MHP adına söz alan Oktay Vural tezkerenin ‘azınlık hükümeti’ döneminde 21 Ağustos’ta meclise geldiğini, meclisin ise seçim hükümeti kurulduktan sonra toplantıya çağrıldığını hatırlattı. “Neden bu iradenizi AKP’nin azınlık hükümetinin arkasına koymadınız” diye soran Vural, “Meclise tezkere gönderme iradeniz yok ama meclisin verdiği tezkereyi kullanacaksınız öyle mi. Bakanlar Kurulu’nda terörle mücadele konusunda bir tereddüt, bir irade eksikliği giderip bir bütün halinde Bakanlar Kurulu kararı getirmeliydiniz, getirecektiniz. Niye getirmediniz, çünkü çözüm devam ediyor, çözüm ortaklığı devam ediyor” sözleriyle AKP’yi eleştirdi.

HDP adına konuşan Mardin Milletvekili Mithat Sancar, çözüm sürecinin 28 Şubat 2015’te sona çok yaklaştığını ancak bugün o noktadan çok uzak olunduğunu söyledi. Sancar, ‘tarihi fırsat’ olarak tanımladığı bu süreçte herkesin büyük emek harcadığını dile getirdi. Dolmabahçe mutabakatını bozan AKP’li yetkililere sert eleştiri yönelten Sancar, “Mutabakatı bozmak savaşa yeniden dönmenin yollarını açıyor. Neden çözüm sürecinden vazgeçtiniz” diye sordu.

Tezkere görüşmeleri sırasında da gerilim hiç dinmedi. CHP İzmir Milletvekili Aytun Çıray, Erdoğan’ın şehit cenazesinde, şehidin fotoğrafına elini koyarak konuşma yaptığı fotoğrafı gösterince AKP’lilerden sert tepki aldı. Çıray, “Bu fotoğraf, erken seçim kampanyasının habis bir istismarıdır” derken, Çıray’a “Başkomutana saygısızlık yapıyorsun” sözleriyle tepki gösteren AKP’liler yerine oturmayınca genel kurula ara verildi.

(DW)

ABD: Asker ve diplomat aileleri Türkiye’den ayrılabilir

150430163157_breedlove_senate_speech_624x351_reutersABD, İncirlik Üssü çevresinde yaşayan Amerikalı askerlerin ve Adana’daki Amerikan Konsolosluğu’nda görevli diplomatların ailelerinin Türkiye’den ayrılabileceklerini açıkladı.

Amerikan Savunma Bakanlığı yetkilileri, bu seçeneği sundukları kişilerin sayısının 900’e yakın olduğunu söyledi.

Türkiye’den ayrılmayı tercih eden asker ve diplomat ailelerinin masraflarını Amerikan yönetimi karşılayacak.

Washington’ın kararı, Türkiye’nin diğer bölgelerinde yaşayan asker ve diplomat ailelerini kapsamıyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı, Adana’daki Amerikan Konsolosluğu’nun ise faaliyetlerini sürdüreceğini açıkladı.

‘Tedbir amaçlı bir karar’

Gerek ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü Peter Cook, gerekse de ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner kararlarının yeni bir durumdan kaynaklanmadığını ve sadece “tedbir amaçlı” olduğunu belirtti. Peter Cook, İncirlik’ten yürüttükleri operasyonların niteliğinin değiştiğine dikkat çekti.

Amerikan Associated Press (AP) haber ajansı ise son tavsiye kararının arkasında, NATO Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Komutanı Amerikalı General Philip Breedlove’un olduğunu bildirdi.

Ajansın haberine göre, General Philip Breedlove IŞİD militanlarının İncirlik Üssü’ne saldırı düzenleme tehdidinde bulunmaları sonrası, asker ve diplomatların ailelerine Türkiye’den ayrılmalarının tavsiye edilmesini istedi. ABD Savunma Bakanı Ashton Carter da bu hafta planı onayladı.

AP’ye konuşan Amerikalı yetkililer, kararın Türkiye’nin diğer bölgelerindeki asker ve diplomat ailelerini kapsayacak şekilde genişletilebileceğini söyledi.

Türkiye geçen ay Amerikan savaş uçaklarının İncirlik Üssü’nden Suriye’deki IŞİD mevzilerini bombalamasına izin vermişti.

Türk savaş uçakları ilk kez 24 Ağustos’ta Suriye’deki IŞİD mevzilerini bombalamış, 29 Ağustos’ta da ilk kez ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri ile birlikte Suriye’deki IŞİD mevzilerine saldırı düzenlemişti.

(BBC)

Guardian: Vice News çalışanı İngiliz gazeteciler sınır dışı edilecek

150904024353_hanrahanandpendlebury_624x351_paİngiliz Guardian gazetesi dün serbest bırakılan ABD merkezli haber sitesi Vice News çalışanı gazeteciler Jake Hanrahan ve Philip Pendlebury’nin sınır dışı edileceklerini yazdı.

Gazetenin iç sayfalarındaki haber Guardian‘ın İstanbul’daki muhabiri Constanze Letsch ile Jasper Jackson ve Kevin Rawlinson’ın imzasını taşıyor.

Haberin başlığı, “Türkiye, Vice’ın İngiliz gazetecilerini sınır dışı etmeyi planlıyor”.

Vice News muhabiri Jake Hanrahan ve kameramanı Philip Pendlebury, “silahlı örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek” ile suçlanmışlardı. Geçen hafta Perşembe günü gözaltına alınan gazeteciler, Pazatesi günü tutuklanmalarının ardından dün serbest bırakılmışlardı.

Guardian, İngiliz gazetecilerin “bir terör örgütü için çalışmakla” suçlandıklarını belirtiyor ve onların Iraklı tercümanları Muhammed İsmail Resul’un ise tutukluluk halinin sürdüğünü hatırlatıyor.

Avukat Ahmet Ay: Türkiye’den ayrılabilirler

Gazetecilerin avukatı Ahmet Ay ise Guardian’a yaptığı açıklamada, İngiliz gazetecilerin Türkiye’den ayrılabileceklerini söylemiş. Ahmet Ay, gazetecilere yönelik suçlamaların düşürülmediğini de eklemiş.

Ay’a göre, sorgusu süren Muhammed İsmail Resul’un da “kısa süre içinde” serbest bırakılması bekleniyor.

Guardian’ın internet sitesinde ise haberin daha uzun bir versiyonu var.

Vice News Sözcüsü Türk yetkililere, Resul’un haksız tutukluluk halina son verilmesi ve onun serbest bırakılması çağrısında bulunuyor.

Guardian, İngiliz gazetecilerin, İngiltere Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan sert açıklamadan bir gün sonra bırakıldıklarını aktarmış okurlarına.

İngiltere Dışişleri Bakanlığı tutuklamalardan “kaygı” duyduğunu vurgulamış ve Türkiye’ye insan haklarına yönelik “yükümlülüklerini” hatırlatmıştı.

Açıklamada şu satırlar yer alıyordu:

“İfade özgürlüğüne saygı ve medyanın kısıtlama olmadan faaliyet gösterme hakkı her demokratik toplumda esastır. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi’ne taraf bir devlettir. Türk yetkililerden bu anlaşmalarda kutsal kabul edilen yükümlülüklerini yerine getirmesini bekleriz.”

(BBC)

Suriye’nin kuzeyine istikrar gelmeden Kürt Sorunu çözülebilir mi?

Tırmanan şiddeti ilk başlatan kim, sebepler ne? Bunlar üzerinde çok yazıldı, konuşuldu. HDP’nin beklentilerin üzerinde, “Erdoğan’ı başkan yaptırmayan” düzeyde oy alması, AKP’nin çoğunluğu kaybedip ilk kez koalisyona mahkum kalması vs. Buna karşılık Erdoğan’ın türlü manipülasyonlarla tekrar ettireceği seçimlerde kaybettiği iktidarı milliyetçi oylarla ikame etmek amacıyla çatışma ortamı yaratmaya gereksinim duyduğu argümanı hemen hemen herkesin üzerinde hemfikir olduğu görüşler.

Ancak bu argümanların açıklayamadığı birçok soru bulunmakta. En başta, PKK AKP’nin çaktığı kıvılcıma neden bile bile benzinle koşmakta? Çözüm sürecini dondurucuya kaldıran Erdoğan’a verilebilecek cevap, tam da onun istediği gibi, şiddete şiddetle karşılık vermek midir? Ya da sokaklara hendekler kazıp silahlı çatışma ortamında “özensizce” demokratik özerklik ilan etmek midir?

Kürt siyasi hareketi, Türkiyelileşme projesine gönülden inanmış (ve inanmasa da sırf Erdoğan başkan olmasın diye hareket eden) toplum kesimlerinden %13.1 oy alarak parlementoya 80 milletvekili göndermişken, PKK eylemleriyle HDP projesini bu kadar kolay nasıl harcayabiliyor? Ya da 2013 Newroz’unda silahlı mücadele döneminin bittiğini duyuran Öcalan’ın mektubunun geçerliliğini yitirdiğine dair tek bir emare ortada yokken, PKK’nın stratejisini kimse tam olarak anlamıyor. “HDP ve PKK arasındaki strateji farklılıkları” gibi muğlak cevaplar yetersiz kalıyor. Yine keza, 30 yıldır elinde silahlı mücadele veren PKK’nin şiddete şiddetle cevap veriyor olmasını “eşyanın tabiatı gereği” olarak görmek de ortada cevapsız sorular bırakıyor. Seçim döneminde HDP binaları, miting meydanları bombalanıyorken, kalekol inşaatları devam ederken PKK bugünkünden farklı davranıp sükunetini neden korumuştu o zaman?

Bu kan nasıl duracak? Bunun için  süreci doğru teşhis etmek gerekiyor. Doğru teşhisi yanlışından ayıran ortada cevaplanmamış soru bırakmıyor olmasıdır. Oysa yukarda da görüleceği üzere, ortaya sürülen teşhislerin cevaplayamadığı birçok soru bulunmakta.

Eksik ya da yanlış teşhise bağlı olarak “bu kan nasıl duracak?” sorusuna verilen cevaplar da haliyle eksik ya da yanlış olacaktır. PKK’ye ya da hükümete tek yanlı/karşılıklı ateşkes çağrısında bulunmak, bu minvalde HDP’ye gün aşırı “şiddete, özerkliğin bu şekilde ilanına karşıyız” şeklinde açıklama yapma baskısı kurarak akan kanın duracağını düşünmek oldukça iyimser kaçmakta. Bu çabalar tabii ki değerlidir, her iki tarafta an itibariyle ellerini tetikten çekmelidir ancak sorunun temeline (Suriye’nin kuzeyi nasıl şekillenecek?) inilmediği müddetçe şiddet ve ölümler bir süre sonra tekrar başlayacaktır. Elbette 1 Kasım’a giderken PKK’nin silahlı eylemlerine devam ettiği bir süreç HDP ve HDP projesinin elini oldukça zayıflatmakta. Bir bölgesel güç savaşı (PKK ve hükümet) sürerken sadece Türkiye içinden oy alabilen, bütün bu denklemi Türkiye halklarına anlatmak durumunda kalan HDP için barış, ateşkes vs. çağrısı yapmaktan başka çare, ne yazık ki, yok.

Duyabildiğim, izleyebildiğim kadarıyla yapılan analizlere, çözüm önerilerine ilişkin kuşkularımı belirttikten sonra, ortada cevaplanmamış daha az soru bıraktığını düşündüğüm kendi teşhisime geçmek istiyorum.

İki Olumsuz Konjonktür

Kanımca içine yuvarlandığımız şiddet sarmalı Çözüm Süreci sürerken iki olumsuz konjonktürün “şanssız” biçimde üstüste çakışmasından kaynaklanıyor. Bunlardan ilki, 17-25 Aralık süreciyle köşeye sıkışmış Erdoğan ve yakın çevresinin kurtuluşunun AKP’nin tek başına iktidara gelmesi kısıtına sıkışmış olması. İkinci olumsuz, ve bence daha önemli, konjonktür Suriye’nin kuzeyinde ortaya çıkan gelişmeler, yani ortaya çıkan kantonlar, İŞİD tehlikesi ve ona karşı PYD’nin Batı nazarında artan itibarı, ve Irak’tan sonra Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt oluşumunun daha mümkün hale gelmiş olması.

Bu iki konjonktürden herhangi biri olmasaydı, ne AKP hükümeti ne de PKK 7 Haziran seçimleri sonrası bu derece hızlı biçimde çatışmacı sürece yuvarlanmazdı diye iddia ediyorum. Basitçe açıklamaya çalışırsam, diğer koşullar aynı kalmak şartıyla, 17-25 Aralık süreci ve sonrasında yaşananlar olmasaydı AKP bu kadar oy kaybetmeyecek, Erdoğan’ın popülaritesi bu kadar çizik yemeyecek sonuçta HDP bu kadar taktik oya mazhar olamayacağı için  7 Haziran’da AKP büyük ihtimal tek başına iktidara gelebilirdi. Tek başına iktidar olabilseydi seçimi tekrar etmeye, çözüm sürecinde MHP’ye kaptırılan oylar bu kadar değerli hale gelmemiş olurdu. Tek başına iktidar için milliyetçi oyları çekme gereği kalmasaydı, Dolmabahçe mutabakatı, Öcalan’ın dışarıyla bağlantısı gibi konularda ani dönüşler yaşanmaz, PKK ve hükümet karşılıklı tahriklere girmek zorunda kalmazdı. Suriye’nin kuzeyindeki, devletin tehdit olarak gördüğü gelişmeler olmaya devam etse bile, 17-25 Aralık konjonktürü olmasaydı, bugün farklı bir Türkiye’de yaşıyor olurduk. Çözüm süreci Suriye’deki gelişmelerden daha bağımsız yürüyor olabilirdi.

Şimdi diğer olasılığa bakalım. İddiam odur ki, Suriye’deki gelişmeler yaşanmamış olsaydı, diğer olumsuz konjonkür (yani 17-25 Aralık tehdidi) altında bile bu çatışma ortamı yaşanmazdı. Bu şartlar altında Kürt Sorunu Türkiye’nin büyük ölçüde kendi içinde çözebileceği bir konu olmaya devam eder, PKK ve devletin manevra alanı bu kadar daralmamış olurdu. 17-25 Aralık sürecinde AKP’nin kaybettiği oylar, Çözüm Süreci’nin ete kemiğe büründürülmesiyle Kürt ve Türk seçmenden kazanılacak oylarla telafi edilebilirdi. AKP yine tek başına iktidarla Erdoğan’ın kendini güvende hissettirebilir, devlet tarafından tahriklere gereksinim duyulmazdı.

Ama olmadı, 2 olumsuz konjonktür çakıştı ve Erdoğan kendi kurtuluşu, PKK Kuzey Suriye’deki oluşumda Türkiye ve diğer bölgesel güçler karşısında pazarlık payını yüksek tutmak için tekrar silaha sarıldı.

Buradan ne sonuç çıkar?

Suriye’deki gelişmeler “Kürt Sorunu”nu Türkiye sınırlarından büyük ölçüde çıkarmış bölgesel bir sorun haline getirmiştir (belki başında beri az ya da çok öyleydi). Suriye’nin kuzeyi istikrarlı bir yapıya kavuşturulmadan PKK ya da devlet ateşkese yanaşmayacak, çözüm süreci dondurucuda kalmaya devam edecektir.

Hatta daha da ileri gidelim, Suriye’nin kuzeyi bölgesel ya da küresel bir barış anlaşmasıyla istikrara kavuşmadığı müddetçe, PKK ve hükümetin en korktuğu şey Türkiye içindeki çatışmanın bir şekilde sona ermesi olacaktır. Kamuoyu ve HDP’nin (Türkiyelileşmenin bir gereği olarak) yaptığı ateşkes çağrılarına karşın PKK’nin bunu takmıyor oluşu, bölgedeki yerel yönetimlerin “özensizce ve alalacele” yaptıkları demokratik özerklik ilanlarının başka bir açıklaması yoktur. İki taraf da, müzakere edilecek (bu şartlar altında ne kadar mümkünse) bölgesel barış anlaşmasına kadar ellerini yükseltmeye çalışmakta, bunun mücadelesini vermektedir. Ve ne yazık ki, bunun çatışmasız bir yolunu bulma basiretini gösterebilecek taraflar ortada yok. Bir başka deyişle, yurtiçi ve yurtdışından PKK’ye ya da hükümete ateşkes yönlü baskının artması, masada ellerini zayıflatacaksa, tam tersi bir sonuç doğurabilir. Hükümet ve PKK Kuzey Suriye’nin oluşumu konusunda konuşup anlaşamadığı müddetçe, PKK ya da hükümete yapılacak baskılar, geri tepebilir, tarafları birbirine karşı çeşitli provokatif eylemlere itebilecektir. İki taraftan en az biri her daim çatışmadan yana olacağını düşünmek şaşırtıcı olmayacaktır. 7 Haziran sonrasında şüpheler barındıran, karanlık odaklarca tasarlandığı hissedilen birçok şiddet eyleminin gerçekleşiyor olması bunun en iyi göstergesi kanımca.

Bu şartlar altında neler yapılabilir?

Bu iki olumsuz konjonktürden biri ya da ikisi denklemden düşmedikçe sürdürülebilir bir çözüm mümkün görünmüyor. Taraflar diğer bölgesel güçlerle birlikte Kuzey Suriye’yi nasıl şekillendireceklerini karara bağlamadıkça, ya da 17-25 Aralık sürecinin tehditlerinin getirdiği siyasi kısıtlar ortadan kalkmadıkça şiddet ortamı en iyi ihtimalle ancak 1 Kasım seçimi için durabilir. Bu da birşeydir, ve HDP’nin ne yazık ki bundan başka şansı yoktur.

Yukardaki argümanlarım doğruysa, bölgesel barış masası kurulmadan, PKK’ye ya da hükümete ateşkes çağrısı yapmak uzun vadede işe yaramayacaktır. HDP bir yandan seçim sürecinde barış çağrılarına devam ederken, öte yanda Suriye’nin kuzeyinde ortaya çıkan fiili durumu Türkiye halklarına doğru anlatabilmelidir. Bugüne kadar, dolaylı yoldan, ilan edilen özerkliklerle bunun anlatılamayacağı açıktır.  Bu konuda PYD ve hükümet arasında Kobane olayları sırasında başlayan görüşmeler devam ediyor mu etmiyor mu bunları medyadan takip etmek oldukça zor. Ancak, acilen başlatılması gerekiyor ve kamuoyu baskısının bu konuya odaklanması gerekiyor.

Gelelim ikinci olasılığa, yani 17-25 Aralık sürecinin siyasi (AKP) manevra alanına getirdiği kısıtlar nasıl denklemden düşer?

AKP 1 Kasım seçimlerinden tek parti iktidarı olarak çıkarsa, ya da çıkamayıp ama koalisyon yapacağı ortağını 17-25 Aralık sürecinde ortaya çıkan tehditler konusunda “ikna” edebilirse AKP’nin çözüm konusunda manevra alanı genişleyebilir. Böyle bir koalisyon ortağı bulmak bu şartlar altında pek mümkün görünmüyor. Ne de PKK’nin bu durumda nasıl cevap vereceğine dair iyimser olmak için bir sebep.

1 Kasım seçimlerinde olmasa da, bu şartlar altında bambaşka bir siyasi konjonktürde yapılması mümkün olan bir başka seçimde AKP’nin birinci parti çıkamaması durumunda da 17-25 Aralık kısıtı da denklemden düşebilir, ancak bu durumun şimdiden tam olarak öngörülemeyecek yeni kısıtlar getireceği de ortada. Örneğin olası bir CHP-MHP koalisyonunda çözüm süreci ne kadar mümkün olabilir. Bu da üzerinde düşünülmesi gereken konulardan biridir.

Önümüzdeki kısa vadeye dönersek, HDP’nin bu sıkışmışlıktan (yani Kuzey Suriye’yi kendi doğrultusunda şekillendirmek isteyen PKK (PYD) ve hükümet arasında) kurtulabilmesinin yolu sadece Türkiye için değil bölge için de barış istediğini ön plana çıkarması olacaktır. Kuzey Suriye haklar, özgürlükler temelinde istikrara kavuşmadığı müddetçe Türkiye’nin de istikrarlı olamayacağı halka (tehdit dili gibi algılanmasından sakınılarak) anlatılabilmelidir.

Ahmet Atıl Aşıcı

Ethem Sarısülük’ü öldüren katil zanlısı Ahmet Şahbaz için tahliye kararı

Ankara’daki Gezi eylemleri sırasında hayatını kaybeden EThem Sarısülük’ü vuran polis Ahmet Şahbaz, tahliye edildi.

3

Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin Ethem Sarısülük Davası’nı katil polisin “can güvenliğini” gerekçe göstererek Aksaray’a nakletmesinin ardından kararı kayda giren Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay kararı uyarınca dava dosyasını Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi bu ara kararına bir alt madde de ekledi ve Ahmet Şahbaz’ın tahliyesine karar verdi.

“Şu yaşadığım süreç içinde bu tahliye kararının anlamı, polisin halka karşı her türlü şiddeti teşvik edici mahiyette bir karardır” diyen Ethem Sarısülük’ün avukatı Kazım Bayraktar, “Yargıtay’ın bozma kararında esasa girilmedi. Sadece bazı delillerin araştırılması üzerinde, usulden bir bozma kararı verdi. Bu bozma kararı çerçevesinde düşündüğümüzde mahkemenin daha önce verdiği hapis cezasının değişmesini gerektirecek yeni bir durum söz konusu değil. Yeni bir kanıt da söz konusu değil. Üstelik bozmadan sonra yapılması gereken yargılama yapılmadan böyle bir karar verilmiş olması biraz önce söylediğim düşünceyi teyit eder nitelikte” şeklinde konuştu.

Ahmet Şahbaz’ın avukatı Uğur Ceyhan da yaptığı açıklamada, Şahbaz’ın cezaevinde çıktığını belirterek, “Olması gereken de buydu. Mahkeme delillerin toplandığına karar vererek tahliye kararı verdi” dedi.

(T24)

Plaza çalışanları birleşin: Wi-Fİ alerjisi erken emeklilik sebebi olabilir mi?

Fransa’nın Toulouse şehrinde radyo çalışanı Marine Richard‘ın ofis ortamındaki elektrikli cihazların baş ağrısı, bulantı  ve çarpıntı gibi alerjik belirtileri sebebiyle devletten mali yardım talebinde bulundu.

2

Deutche Welle Türkiye’nin haberine göre Marine Richard, başvurusunda cep telefonu, TV ve bilgisayar modemi gibi elektrikli cihazların yakınında baş ağrısına yakalandığını, bulantı ve çarpıntı hissettiğini söyledi.

Mahkemenin incelediği başvuruda, bünyesinin elektrikli cihazlara gösterdiği aşırı tepki nedeniyle çalışamadığını belirten Marine Richard, 5 yıl önce Marsilya’daki evini boşaltarak Fransa’nın güneybatısında dağlık bir alanda bulunan bir ahırda yaşamak zorunda kaldığını belirtti.

1

 

Karar birçok kişi için emsal teşkil edebilir

Mahkeme Marine Richard’ın durumunu bir hastalık olarak kabul etmemekle birlikte sağlığının çalışmaya elvermediğini kabul etti. Mahkeme heyeti kendisine üç yıl boyunca aylık 800 euro maaş bağlanmasına karar verdi. 3 yıllık süre sonunda Marine Richard’ın durumu yeniden değerlendirilecek.

Marine Richard’ın avukatı Alice Terrasse, elektromanyetik alanlara aşırı duyarlılık gösteren binlerce kişi bulunduğunu, mahkemenin kararının emsal teşkil edeceğini söyledi.

Dünya Sağlık Örgütü nasıl değerlendiriyor?

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre iddia henüz bilimsel olarak kanıtlanmadıysa da kısaca EHS olarak anılan modern çağın yeni hastalıklarından elektromanyetik alanlara aşırı duyarlılığın baş ağrısı, halsizlik, stres, uyku bozukluğu, deride kızarma, karıncalanma ve yanma hissi, kas ağrısı ve buna benzer birçok sağlık sıkıntılarına yol açtığı kabul ediliyor.

 

(Deutche Welle Türkiye, Yeşil Gazete) 

Üç Beş Ağaç Kervanı, Cerattepe nöbetinde

Üç Beş Ağaç Kervanı‘nın bugünkü durağı madene karşı direnişi tüm ülkeye örnek olan Artvin Cerattepe. 75 gündür 24 saat geceli gündüzlü nöbet tutan halkla geçirdi dün geceyi Üç Beş Ağaç Kervanı’nın üyeleri. Kervan’a Praksis Müzik Kolektifi adına katılan Serdar Türkmen‘e oradaki atmoferi sorduk. İşte bizimle paylaştıkları.

Kervan Cerattepe Nöbetinde

“Cerattepe’ye dün geldik. Gece, Cerattepe nöbetindeki arkadaşlarla beraberdik. Bugün de saat 15:00’de Cerattepe’de eylemcemizi gerçekleştireceğiz.

Kervanın Cerattepe ayağını Praksis Müzik Kolektifi'nden Serdar Türkmen (fotoğrafa bakana göre en sağda) ile konuştuk
Kervanın Cerattepe ayağını Praksis Müzik Kolektifi’nden Serdar Türkmen (fotoğrafa bakana göre en sağda) ile konuştuk

Bizi burada Yeşil Artvin Derneği karşıladı. Harita üzerinden bölgede yaşanan talanı bize özetlediler. Cengiz İnşaat tarafından yapılması planlanan maden Artvin’in tüm üst tarafını kaplıyor. Aslında hikaye 20 yıl öncesinde başlamış. O dönem Kanadalı bir şirket de bölgede maden açmak istemiş ama hukuki yollar ile bu, o dönem engellenmiş. Artvinlilerin vurguladığı bir diğer önemli nokta da o, “Biz her mahkemeyi kazandık” diyorlar ancak buna rağmen talan devam ediyor bölgede.

Cerattepe nöbeti 75 gündür devam ediyor. Dönüşümlü bir nöbet burda sözkonusu olan. Birgün nöbeti filanca köy üstleniyor, ertesi gün Artvin esnafı, başka bir gün taraftarlar ya da Halkevleri. Artvin halkı topyekün madene karşı. Şehirde gezdiğinizde her dükkanın camında, “Artvin’de madene hayır. Eğer maden açılırsa bu dükkan kapanacaktır” türü dövizler asılı.

Artvin Halkı 75 gündür nöbette

13

Cerattepe nöbetinde şu an gündem kışın nöbetin nasıl devam edeceği konusu. Devam edeceği konusunda hiçbir tereddüt yok. Kış şarları için hazırlıklar yapılıyor, yöntemler tartışılıyor. Cengiz İnşaat ve onun taşeronu gibi hareket eden güvenlik güçleri de bu direnişi kırma çabası içinde. Direnişi kırmaları mümkün değil ama. Dün gece nöbet yerinde sabahladığımız için bu kadar rahat konuşuyorum. Nöbet yeri çok canlı. Ortak kullanılan mutfakta günün ya da gecenin istediğiniz saatinde karnınızı doyurabilirsiniz. Müzik, sohbet ve muhabbet hiç eksik kalmıyor. Türkiye’den herkesi de nöbete davet ediyor arkadaşlar.

Nöbet yeri Artvin merkeze çok yakın. Yarım saatlik kıvrım kıvrım bir yoldan gidiliyor. Cerattepe’nin hemen yanı festivalleri ile ünlü Kafkasör Yaylası, bir diğer tarafı milli park, bölge Artvin’in içme suyu ihtiyacını da karşılıyor. Artvinliler madenin faaliyete geçmesi durumunda içme sularına siyanür karışacağı endişesini de taşıyorlar.

“Amacımız politik sanat kumpanyalarının önünü açmak”

16

Eğer Cerattepe’deki bu nöbet olmasa çoktan bitmişti bu iş. Halkın iradesi engelliyor şu an şirketi. Yarın sabah önce Hopa‘ya uğrayacak ve taziye ziyareti yapacağız sel felaketi ile ilgili ardına da Samistal Yaylası‘na devam edeceğiz.

Üç Beş Ağaç Kervanı olarak gayemiz politik bir sanat kumpanyası oluşturmak. Yurtdışında bunun örneğine biz rastlamadık. Sadece LGBTİ ve Mülteci haklarına ilişkin benzer oluşumlar olduğunu duyduk. İsteğimiz odur ki başka başka kervanlara da yol açsın Üç Beş Ağaç Kervanı. Kadın Cinayetlerine Karşı ya da Barış temalı kervanlar da bu yöntemi hayata geçirebilir diye düşünüyoruz. Sanatçılar olarak bu tarz multidisiplener faaliyetler ile hak mücadelelerinde bir ilerleme kaydedebiliriz.”

 

Haber: Alper Tolga Akkuş

(Yeşil Gazete)