Ana Sayfa Blog Sayfa 3600

Tange adına Türkiye nükleer lobisine karşı hukuk mücadelesi ve kampanya!

Sanat yönetmeni Kouki (Hirotaka)Tange, hepiniz onu “Nükleer kazayı  yaşamış insanlar olarak biz, sizin geleceğiniz hakkında endişe duyuyor, uykusuz geceler geçiriyoruz / Ülkemizin nükleer enerjiyi ihraç etme arzusunda olduğu ülkenin insanları, sizin için endişeleniyoruz, size anlatmak istiyoruz ki…” diyerek içini döktüğü mektupla  ve Youtube üzerinden yayınladığı videoyla  tanıdınız. (video linkinden Tange’nin o günlerde duygu ve düşüncelerini paylaştığımız  röportajımızı da  okuyabilirsiniz).

11

Video ve mektup Tange’nin 11Mart 2011’de Japonya’da depremin tetiklemesiyle meydana gelen tsunaminin nasıl bir nükleer santral faciasına yol açtığını ve o facianın etkilerini anlatma çabasının neticesiydi. Video Türkiye genelinde büyük etki yaptı , ana haber bültenlerine çıktı, sosyal medyada  paylaşım rekorları kırdı, 15 Eylül 2014 gecesi Hrant Dink Barış ödül töreninde Işıklar adıyla tüm dünyadan barış için mücadele veren kişi, kuruluş ve projeler arasında Tange’nin de videosu da anıldı.

Hatırlayalım , ne diyordu Tange videoda?

https://youtu.be/Ae6jKppIxfk

“Türk vatandaşlarına. Merhaba, ben Japon’um. Ben, Türkler için duyduğumuz endişeyi anlatabilmek için Türkçe öğrendim. Japon Başbakanı, Türkiye’ye Nükleer Santral sattı. Bundan dolayı Japonlar utanç içindeler. Çünkü biz, iki buçuk yıl önce Fukushima Nükleer Santralinde büyük bir kaza yaşadık. Ben Fukushima Nükleer santralinden 20 kilometre içerdeki şehri ziyaret ettim. Kaza yaşamış o şehirler, iki buçuk yıl geçtiği halde hâlâ aynı şekilde duruyordu. Hâla daha, kazanın olduğu nükleer santralin içi ne durumda, bilinmiyor. Çok tehlikeli olduğu için kimse kesin bilemiyor. Ve her gün, 300 ton radyoaktif kirli su denize akıyor. Radyoaktif bulaşan toprak, sıyrılıp atılsa bile nereye atılacağı belli değil. Nükleer santralde kullanılan malzeme 100.000 yıl boyunca takip edilmesi gereken çok tehlikeli bir maddedir. Eğer ileride bizim sattığımız Nükleer santralde bir kaza olursa, gerçekten ne olacak. Düşüncesi bile korkunç. Bir Japon olarak, ne kadar özür dilesek yeterli değil. Ben, Türkler için endişeleniyorum. Biz, sizin ve ülkenizin geleceği için endişe ediyoruz….”

Tange Türkiye’deki nükleer yanlıların yazılı, sözlü saldırısına uğrayabileceği endişesini taşıyarak bu videoyu 1 yıl bekletmişti . Tange’nin endişesinin yersiz olmadığını bu gün anlıyoruz .

Ne mi oldu?

2014 yılının Ekim ayında Kouki Tange’nin nükleer santrallerin tehlikesine dikkat çektiği videoda ifadelerinin Ozan Saray isimli şahıs tarafından sonradan seslendirilmek suretiyle değiştirildiği ve nükleer yanlısı olan kişi ve gruplar tarafından yaygınlaştırıldığı anlaşıldı.   Sonradan seslendirilerek değiştirilen video, orjinalinin tamamen aksi mesajları içererek şu hale getirilmişti:

“Ben Türklere Nükleer enerjinin, ne kadar gerekli olduğunu anlatabilmek için Türkçe öğrendim. Ülkenizde bir nükleer santralin kurulmasına yönelik katkı sunmak üzere ülkelerimiz bir anlaşma imzaladı. Bundan dolayı, gurur duyuyoruz. Biz üç yıl önce meydana gelen Fukuşima kazası sonrası, güvenlik denetimi amacıyla santrallerimizi geçici olarak kapattık. Ben Fukuşima nükleer santralinden 20 kilometre içerdeki şehri ziyaret ettim. Ve kaza yaşamış olan o şehirleri, nükleer santral kazası değil tsunami vurmuştur. Bunun böylece doğru bilinmesini isterim. Fukuşima nükleer santralinde her şey kontrol altında. Nükleer santralden çıkan atıklar teknolojik olarak güvenli yollarla bertaraf edilebilmektedir. Bunun örnekleri; İsveç, Finlandiya ve Fransa. Çünkü Dünya, sonunu görmediği bir yolculuğa çıkmaz. Türkiye’nin tarafı nükleer santrallerle çevrili iken Türkiye, üstelik en son teknoloji ürünü nükleer santrale neden sahip olmasın. Japonların ne kadar nükleer santral kurma hakkı varsa, Türklerin de en az o kadar var…”

Sadece bu da değil Cem Yılmaz’ın skeçleri kullanılarak düzenlenen bir kayıtla da Tange‘nin   içtenlikle vermeye çalıştığı mesajla dalga geçiliyordu. Kouki Tange durumu öğrendiğinde kişilik haklarına alenen saldırı yapıldığı için Türkiye’de dava açmak zorunda kaldı, mahkeme masrafı yaptı, zaman ayırdı, bu haksızlığın önüne geçilmesi gerekiyordu. Sanat yönetmeni Tange’nin davası, Tange’nin vekalet vermesiyle 12 Mart 2014 tarihinde Gaziemir ve Efemçukuru gibi radyoaktivite ve madencilik konularındaki davaları da takip eden Av.Arif Ali Cangı tarafından İzmir Sulh Ceza hakimliğine Tangenin kişilik haklarına saldırı olduğu gerekçesiyle 5651 sayılı kanun md.9/1 gereğince, belirtilen http uzantılı linklere; erişimin engellenmesi istemiyle açıldı. Ozan Saray’a hakaretten suç duyurusunda bulunuldu ve soruşturma devam ediyor.

Konuyla ilgili olarak duygu ve düşüncelerini  aldığımız Tange “Kendimi kullanılmış hissediyorum. Bu yapılmaması gereken bir şeydi, çok yazık! : Benim vermek istediğim mesajın kullanılarak aksi yönde bir mesajın verilmesi korkunç” diyor ve videosunun içeriğini tamamen değiştiren Ozan Saray’a ise şöyle sesleniyor : “Sizin bu yaptığınız korkaklıktan ibaret. Neden söylemediğim şeyleri bana mal ediyorsunuz? Eğer söyleyecek bir şeyiniz, topluma bir mesajınız varsa çıkıp kendiniz söyleseniz ya”!

Mahkeme derhal erişimin engellenmesi yönünde karar verdi ama, içeriğin https uzantılı olarak Youtube üzerinde görüntülenmesi devam etti . Bu sebeple bir kez de İzmir 7. Sulh ceza Hakimliğine bu linklerin kaldırılması için ek karar talep edilerek tekrar basvuruldu . En son Mayıs ayında Mahkeme Tange’nin haklı olduğu kararını vererek sahte video kaydının “https” uzantılı linkine erişimin de kaldırılmasına hükmetti. Bu duruma rağmen Youtube şirketi https uzantılı linke müdahale etmeyeceğini ifade ederek mahkeme kararını uygulamaya geçirmedi, geçirmiyor . Bu sebeple Kouki Tange’nin kişilik haklarını savunmak ve gönülden yaptığı nükleer karşıtı videonun nükleer taraftarlarınca dönüştürülmesine sessiz kalınmayacağını göstermek için Yeşil Düşünce Derneği ve Nükleersiz.org* tarafından Change.org’da bir de kampanya başlatıldı. Kampanya Youtube’un da Tange’nin kişilik haklarına yapılan bu çirkin saldırıya alet olmaması için videonun sahte versiyonuna “https”uzantılı linkten erişimi engellemesini talep ediyor . Basın bültenine buradan erişebilir  ve basın bülteni içerisinde de yer alan  kampanyasına  destek verebilirsiniz.

* Yeşil Düşünce Derneği(YDD) ve Nükleersiz.org : Yeşil enerji politikalarını savunan, nükleer karşıtı sivil toplum çalışmalarına yönelik projeler üretmektedir. Son dönem faaliyetleri arasında Fukuşima Tanığı Toshiya Morita’yı Türkiye’ye davet ederek düzenlediği Fukuşima’nın gerçekleri konulu paneller, Nükleersiz Türkiye için Kürekle Karadeniz Kampanyası, 2015 Nisan ayında Belarus, Almanya ve Türkiye’den hekimlerin nükleer enerji ve santrallerin insan sağlığı üzerindeki etkilerini anlattığı İstanbul, Samsun ve Sinop’ta Çernobil ve Sağlık Panelleri, Nükleersiz Akdeniz  (Mare Nostrum) Ağı’nın inşası bulunmaktadır.

 

Haber: Pınar Demircan

(Yeşil Gazete)

 

Türkiye genelinde arı ölümleri yüzde 70’lere kadar çıkmış durumda

Uludağ Üniversitesi Arıcılık Geliştirme- Uygulama ve Araştırma Merkezi (AGAM) Müdürü Prof. Dr. İbrahim Çakmak, Türkiye genelinde geçmiş yıllarda yüzde 10 ile 20 arasında değişen arı ölümlerinin bazı bölgelerde yüzde 70’lere kadar çıktığını söyledi.

5

Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yusuf Ulcay ve yönetim kurulu üyeleri, Uludağ Üniversitesi Arıcılık Geliştirme – Uygulama ve Araştırma Merkezi (AGAM) Yönetimi ile bir araya gelerek yapılan çalışmaları değerlendirdi. Toplantıda bölüm ve yapılan çalışmaları hakkında bilgi veren AGAM Müdürü Prof. Dr. İbrahim Çakmak, Amerika ve Avrupa’da son yıllarda artan arı ölümleri oranlarına paralel olarak Türkiye’de de yüksek boyutlarda arı ölümleri görülmeye başlandığını vurguladı. AGAM Müdürü Prof. Dr. İbrahim Çakmak, geçmiş yıllarda yüzde 10 ile 20 arasında değişen arı ölümlerinin Türkiye’nin bazı bölgelerinde yüzde 70’lere çıktığını belirtti.

AGAM Müdürü Prof. Dr. İbrahim Çakmak, aynı zamanda bal arılarının oldukça ilginç özelliklere sahip olduğunu ve arıların neden olduğu tozlaşmanın ekonomiye büyük katkılar sağladığının altını çizerek, “Ülkemiz bu konuda büyük bir potansiyele sahip. Fakat yeterince değerlendiremiyoruz. Bu yüzden de arıcılık konusunda özellikle saha çalışmalarında tecrübeli araştırmacı sayısı son derece az. Yaşanan sıkıntılara çözüm bulabilmek için önceliklerimizden birisi de sahada çalışacak tecrübeli araştırmacıların sayısını arttırmaktan geçiyor.” dedi.

(Birgün)

Gümrük ve Ticaret Bakanı’na Mersin’deki GDO’lu pirinçin akıbeti soruldu

MHP Kütahya Milletvekili Alim Işık, 2013 yılında Mersin ilinde yapılan operasyonlarda GDO’lu olduğu tespit edilen pirinçlerin miktar ve akıbetin öğrenmek üzere Gümrük ve Ticaret Bakanı Cenap Aşcı’nın yanıtlaması için soru önergesi verdi.

4

Bugün Gazetesi’nin haberine göre soru önergesine verdiği yanıtta Gümrük ve Ticaret Bakanı Cenap Aşcı, Mersin Gümrük Müdürlüğü’nden ithalatı gerçekleştirilen 31 bin 910 ton çeltik ve 73 ton pirincin GDO’lu olduğunu kaydetti. Aşcı, bu ürünlere el konulduğunu ve firmanın daha önce ithal ettiği ürünlerin incelenmesi için Gıda tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na bildirimde bulunduklarını aktardı.

2

İki bakanlık arasında yapılan yazışmalarda firma tarafından daha önce ithal edilen 11 bin 235 ton çeltikten elde edilen ürün ve yan ürünlerinin GDO şüphesi ile takip edildiği ifade edildi. Mersin 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde konu hakkında görülen davanın devam ettiği dile getirildi.

Gümrük ve Ticaret Bakanı Cenap Aşcı
Gümrük ve Ticaret Bakanı Cenap Aşcı

Önergeye verilen cevapta ayrıca, dolaşıma giriş beyannamesi kapsamında ithalatı gerçekleştirilen 361 ton pirinç türü ürünün GDO’lu olduğunun tespit edildiği belirtildi.

 

Ürünlere Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından el konulduğu vurgulandı. Öte yandan ABD menşeli bin 641 ton çeltik türü üründen alınan numunenin yapılan analizinde, GDO olduğunun tespit edildiği belirtildi. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı’nca el konulan ürünlerin Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın Ankara’daki laboratuvarında yapılan analizinde ise GDO bulunmadığının raporlandığı dile getirildi.

Sooru önergesine verilen yanıta ilişkin konuşan MHP’li Alim Işık, GDO’lu ürünler ve bu ürünleri getiren firmalar hakkında birtakım iddialar bulunduğunu ifade ederek gerçeklerin ortaya çıkması için konunun takipçisi olacaklarını belirtti. Pirinçlerin akıbetinin ve onları getiren firmalarla ilgili gerçeklerin ortaya çıkması için ikinci bir soru önergesi vereceğini de sözlerine ekledi.

(Bugün, Hürriyet)

 

Türkiye geleceğini fosil yakıt teşvikleriyle karartıyor – Pelin Cengiz

Fosil yakıtları teşvik etmenin hem ekonomiye hem de ekolojiye verdiği zararlardan yıllardır bahsedip duruyoruz. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler her ne kadar fosil yakıtların yarattığı tahribata kulak asmasa da, son veriler durumun ne derece kritik olduğunu gösteriyor. Oil Change International ve küresel iklim hareketi 350.org’un açıkladığı “Türkiye’de Fosil Yakıt Üretimini Sübvanse Etmenin Maliyeti” başlıklı raporda önemli veriler mevcut. Bu yılki G20 zirvesine Kasım’da Türkiye’nin dönem başkanı olarak ev sahipliği yapacağı düşünüldüğünde durum daha önem kazanıyor.

30

2009’da G20 ülkeleri, iklim değişikliği sorununa çözüm bulabilmek ve temiz enerji kaynaklarına yatırımları artırmak amacıyla “verimsiz” fosil yakıt teşviklerini aşamalı olarak kaldırmayı taahhüt etti. Ancak, bu taahhüdün üzerinden beş yıl geçmesine rağmen çok az yol alındı.

IMF verilerine göre, dünyada 2013’te verilen enerji teşviklerinin miktarı 4,9 trilyon dolar. 2015’te bu rakam 5,3 trilyon doları bulacak ki, bu da küresel GSYİH’nın yüzde 6,5’i demek. Bu teşvikler, gelişmekte olan ülkelerin GSYİH’larının yüzde 13 ila 18’ine kadar çıkabiliyor.

G20 zirvesi, fosil yakıt teşviklerini aşamalı olarak kaldırma taahhüdünü yerine getirmesi hususunda G20’ye liderlik etmesi ve küresel iklim anlaşmasına önemli bir katkıda bulunması için Türkiye’ye ele geçmeyecek bir fırsat sunuyor, burada nasıl tavır alacağı ise meçhul.

Bilim insanları, küresel ısınmayı üst sınır olan 2 derecede tutmak istiyorsak, dünyada tespit edilmiş mevcut petrol, gaz ve kömür rezervlerinin en az üçte ikisinin çıkarılmaması gerektiğinde mutabık. Buna rağmen, G20 hükümetleri fosil yakıt arama çalışmalarını daha fazla teşvik etmek için yılda 88 milyar dolar ayırmayı sürdürüyor.

Raporda Türkiye ile ilgili temel bulgular ise şöyle:

–Türkiye, fosil yakıt üreticilerine yıllık tahmini 1.6 milyar dolara kadar ulaşan teşvik sağlıyor.

–2013’te Türkiye sadece fosil yakıt arama çalışmalarına 500 milyon dolar kamu kaynağı aktardı.

–Tespit edilen en büyük sürekli teşvik, taş kömürü işletmelerine sağlanan yıllık 250 milyon ila 400 milyon doların üzerindeki teşvikler.

–2012’de benimsenen Yeni Yatırım Teşvik Rejimi petrol ve kömür yatırımlarına yenilenebilir enerjiye olduğundan daha yüksek düzeyde teşvik sağlayarak, temiz enerji kaynakları yerine karbon yoğun altyapı projelerini özendirdi.

–Devletin fosil yakıtlar için sağladığı kredi ve elektrik satınalma anlaşması garantileri merkezî bütçeye ciddi koşullu yükümlülükler getiriyor. Bu yükümlülükler nihayetinde ülkenin kredi notunu ve dolayısıyla borçlanma maliyetini tehdit edebilir.

–2007’den beri Türkiye’deki fosil yakıt projeleri çok taraflı kalkınma bankaları, ihracat kredi kuruluşları ve ulusal kalkınma bankalarından 5 milyar doların üzerinde uluslararası kamu finansmanı aldı. Bu miktarın 1,5 milyar dolardan fazlası kömür projelerine gitti.

–Fosil yakıt teşviklerinin Türkiye toplumuna büyük maliyetleri var. Karbon emisyonlarından ve yerel hava kirliliğinden kaynaklanan zararlara dair negatif dışsallıklar, IMF tarafından 31,2 milyar dolar olarak hesaplanan Türkiye’nin yıllık fosil yakıt teşvik miktarının büyük bölümünden sorumlu.

Teşviklerden aslan payını kamu kuruluşları alıyor. “Stratejik” yatırımlar için sağlanan teşvikler dâhilinde petrol ve kömür yatırımları için yılda 610,5 milyon dolar vergi indirimleri sağlanmış. TPAO üzerinden 2013’te 500 milyon dolara mal olan petrol ve doğalgaz desteği verilmiş. 2005-2011 arası 250 ila 400 milyon dolar tutarında Hazine’den Türk Taş Kömürü İşletmeleri’ne sermaye enjeksiyonları yapılmış.

Türkiye bu hâliyle inanılmaz bir çelişki içinde. İklim değişikliğiyle mücadeleye katkı sağlayacağına fosil yakıt teşviklerine milyarlar döküyor. Türkiye’nin acilen bu teşvikleri kaldırarak, somut hedefleri olan bir yol haritası ortaya koymalı. G20’de alacağı tavır da bu açıdan önemli olacak.

Bu yazı taraf.com.tr/ den alınmıştır

29.Pelin Cengiz

 

Pelin Cengiz

[email protected]

Af Örgütü’nden Almanya ve Avusturya’ya uyarı

Uluslararası Af Örgütü, Almanya’nın Avusturya sınırında kontrollere başlamasına tepki gösterdi. Örgüt, bunun sığınmacıların içinde bulunduğu durumu daha da zorlaştıracağı uyarısında bulundu.

25

Almanya’nın sınır kontrollerine başlaması ile ilgili bir açıklama yapan Uluslararası Af Örgütü, bunun feci sonuçlara yol açacağı uyarısında bulundu.

Açıklamasında “Macaristan’daki sığınmacılar hayati tehlike içeren bir koasa sürüklenme tehdidiyle karşı karşıya” değerlendirmesine yer veren örgüt, sığınmacıları kabul etmesi için Macaristan’a ortak yardım teklifinde bulunulması gerektiğini savundu.

Af Örgütü, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Avusturyalı mevkidaşı Werner Faymann’ın sınırları kapatarak ya da demiryollarını engelleyerek insan haklarına uyup uymadıklarını tartışmaya açmamalarını da istedi.

Demiryollarının tekrar açılmasının Macaristan’daki insani koşulları iyileştireceğini ifade eden Af Örgütü, diğer Avrupa ülkelerinin de sığınmacı kabul etmesinin sağlanmasına vurgu yaptı.

Açıklamada, Avrupa ülkelerinin Macaristan Başbakanı Viktor Orban’a sığınmacı sorununa insan haklarına uygun ve ortak bir çözüm bulunması için baskı yapması gerektiği de ifade edildi.

(Deutsche Welle Türkçe)

Nokta Dergi’sine polis baskını

Nokta dergisi’nin 18’inci sayısı hakkında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret edildiği gerekçesiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın emniyete gönderdiği yazıyla sabah saatlerinde yapılan polis baskının ardından toplatılma kararı alındı.

10

8 yıllık aranın ardından tekrar yayınlanmaya başlayan Nokta Dergisi’nin 18’inci sayısında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın şehit cenazesi önünde selfie çekerken görüldüğü bir görsel tasarlanmıştı.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiği yazıda “Nokta Dergisi’nin 18. sayılı nüshasında söz konusu derginin Cumhurbaşkanımıza hakaret içeren içerikte olduğu değerlendirildiğinden söz konusu dergini toplatılması amacıyla derginin adresinde arama yapılması, derginin nüshasının toplatılması, Twitter hesabının erişime engellemesi” talebinde bulunuldu. Talebi değerlendiren İstanbul Cumhuriyet Savcısı Gökhan Yolasığmaz, emniyetin talebine olumlu cevap vererek kararı onayladı. Kararın ardından polis ekipleri “Terör örgütü propagandası yapmak ve Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamalarıyla derginin 18. sayısını topladı.

9

Nokta Dergisi Yayın Koordinatörü Ertuğrul Erbaş “Dergi basıldı ve dağıtım ofislerine gönderildi. Dergiler bu ofislerde toplatıldı. Bayilere ulaşmadı” dedi.

Nokta Dergisi’nin Twitter adresinden yapılan açıklamada, “Ve polis NOKTA’nın ofisinde..!

2007’de askeri vesayetin emriyle baskın yapılan NOKTA’ya bugün sivil vesayetin emriyle gece baskını yapılıyor” denildi.

Sosyal Medya hesaplarından yazılı bir açıklamada yayınlayan dergi, “Nokta’dan kamuoyuna duyuru” başlığı altında yaşanan gelişmeleri şu şekilde aktardı;

Nokta’dan kamuoyuna;

11

Türk basının en köklü haber dergisi olan Nokta, bugün yeniden susturulmak isteniyor.

Cumhurbaşkanı’na hakaret gerekçesiyle basın organlarına operasyon yapılması ve toplatma kararı verilmesi mümkün olmadığından, el yazısıyla eklenen “terör örgütü propagandası” suçlamasıyla Nokta’ya gece yarısından itibaren operasyon yapılmaktadır.

Çok sayıda önemli gazetecinin mesleğe adım attığı yer olan Nokta, yayın hayatına başladığı günden bu yana her zaman iddialı kapaklarıyla kendinden söz ettirmiştir. 12 Eylül rejiminin görev başında olduğu yıllarda bile kapak politikasını sürdürmüş, hiç bir yasal takibe uğramamıştır.

Polis baskına neden olan sayımızın kapağı; sert, rahatsız edici hatta acımasız bulunabilir.  Bunlar bir medya kuruluşu için suç değildir, bu bizim konuşma biçimimizdir.

Toplatmaya gerekçe gösterilen mizanseni daha önce The Guardian Gazetesi, dönemin Başbakanı Tony Blair için kullanmıştı. Tahmin edeceğiniz üzere hiç bir kovuşturmaya gerekçe edilmemişti.

Görselin kurgu olduğunu saklamıyoruz. İftira atmıyoruz. Yalan söylemiyoruz. Bu kapakta kamuoyunun büyük çoğunluğu tarafından kabul gören bir düşünceyi resmediyoruz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, şehitliğin sevinç ve mutluluk duyulacak bir şey olduğunu söylemiştir. İnsanlar mutluluk duyduklarını arkalarına alıp selfie çekimi yaparlar. Kapağımızda ironik ve dozu yüksek bir eleştiri sözkonusudur.

Gerçekler bazen ağırdır. Bize düşen insanların ve ülkemizin yararına gerçekleri ortaya çıkarmaktır. Bu demokrasinin gereğidir.

Demokrasiye NOKTA konulamaz.

 

(Yeşil Gazete, T24)

Kadınlar, TBMM önünde ‘Barışa Bir Tülbent de Sen Bağla’ dedi

Ankara’da ‘Barışa Bir Tülbent de Sen Bağla’ projesi kapsamında bir araya gelen kadınlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) önünde ‘Barış Yolu’ oluşturdu.

Filor Uluk, Yasemin Göksu ve İlkay Akkaya
Filor Uluk, Yasemin Göksu ve İlkay Akkaya

Sanatçı İlkay Akkaya, Yasemin Göksu ve aktivist Filor Uluk’un çağrısı ile bir araya gelen kadınlar, TBMM Dikmen Kapı önünde toplandı. Kadınlar ellerinde, “Barışa Bir Tülbent De Sen Bağla” projesi kapsamında Dünya’nın ve Türkiye’nin her yerinden barış mesajları yazılarak bir araya getirilen tülbentleri taşıdı.

Grup adına ortak açıklamayı yapan Yasemin Göksu, “Biz, yıllardır savaş içinde canımızın parçası olan evlatlarımızı, sevgililerimizi, eşlerimizi, sevdiklerimizi yitiren, savaşın fiziksel ve ruhsal travmalarını yaşayan ve kaybetmeye devam edenleriz. Seçtiğimiz siyasiler tarafından yasaklarla, haklardan eşitlenmek bir yana, içimize düşmanlık tohumları ekilip birbirimizi öldürmeye mahkum edildik.” şeklinde konuştu.

Anadolu coğrafyasının kardeş halkları ve dünya vatandaşları olarak kendi göbeklerinin kendilerinin kestiğini ifade eden Göksu, “Farklılıklarımız zenginliğimizdir diyerek kardeşliğimize sahip çıkıyoruz. Tüm hakları eşit; özgür insanlar olarak yaşama isteğimizi ortak bir zeminde buruşturup, savaşın ve nefretin yok eden dilini reddediyoruz.” dedi.

Göksu, silahların susmasını ve müzakere sürecinin yeniden başlamasını talep etti.

Açıklamanın ardından grup üyeleri birleştirdikleri tülbentlerle Meclis önünde ‘barış yolu’ oluşturdu. Bazı tülbentlere de Türkçe ve Kürtçe barış mesajları yazıldı. Eylem sırasında, ‘Kadınlar barış da ısrarcı’, ‘Kadınlar savaş istemiyor’ sloganları atıldı. Etkinliğin ardından ‘Barış zinciri’ oluşturup, Kızılay’a yürüyen grup, burada eylemlerini sonlandırdı.

 

Video: Seyr-i Sokak

(Cihan)

Derin devlet işbaşında: Linç, gözdağı, katliam – Güven Gürkan Öztan

7 Hazirandan önce Kürt siyasetini ve sol muhalefeti hedef alan lokal saldırıların seçimleri takiben yoğunluk ve nicelik olarak artacağının işaretleri vardı. Ancak seçim sonuçlarının toplumsal muhalefette yarattığı sevinç ve rahatlama, bu tehdidin ne kadar yakın olduğunu bir süreliğine unutturdu. Parlamentoda mücadele etmenin AKP’yi geriletmek için yegâne yöntem olduğunu düşünen liberal fikriyatın farklı versiyonları, HDP’nin seçim başarısına sırtlarını dayayarak sanki kendileri o başarının mimarıymışçasına analizler yaptılar. Bu bakış açısının AKP’nin iktidarı bırakmamak adına girişebileceği hamleleri kavramakta güçlük çekmesi bir yana Kürt siyasetini de yalnızca HDP dinamiklerinden ibaret görmesi bugünlerde yaşadığımız korkunç savaşın sinyallerini görünmez kılmıştı. AKP derin devlet işbirliğine dikkatleri çekip, AKP’li bir iktidar formülasyonunun ülkeye barış ve demokrasi getirmeyeceğini yüksek sesle söyleyenler ise yine aynı mahfiller tarafından sekterlik ve siyasetsizlik ile suçlanmıştı. Geldiğimiz noktada artık sadece meşru siyasetin mekanizmaları üzerinden analiz ve projeksiyon yapmak mümkün değil.

4

 

I. Devletin izlediği savaş stratejisi doğrudan sivilleri içine alan bir yıldırma ve imha operasyonuna dönüştü. Bu durumun en somut kanıtı Cizre’de yaşananlar. Cizre’nin ablukaya alınması ve süreğen sokağa çıkma yasağı, yalnızca silahla değil aç, susuz bırakarak sivil halkın adım adım katledilmesi anlamına geliyor. Temel hak ve özgürlüklerin çatışma bölgesinde askıya alınmasının ötesinde yaşama imkânının yok edilmesi hem kısa hem de orta vadede korkunç sonuçlar doğurur. Cizre’de yaşananlara dair bilgi alma hakkının devlet eliyle önlenmesi ve ablukanın kaldırılmasına yönelik her türlü girişimin reddedilmesi bildiğimiz OHAL koşullarını aşan bir yöntemin uygulandığının kanıtı. Ülkenin batısından yeteri kadar gür itiraz sesleri çıkmazsa benzerlerini başka bölgelerde de tekrarlayabilirler ve hatta seçimin asgari şartlarını ortadan kaldırırlar.

II. PKK, her geçen gün güvenlik güçlerine çok daha ağır kayıplar verdirten saldırılar planlıyor. Dağlıca’da ve Iğdır’da benzer yöntemlerle askerler ve polisler katledildi. PKK bu saldırıları devletin sivillere yönelik saldırılarına karşı yapılmış bir misilleme olarak takdim ediyor ve Kürt halkının sahipsiz olmadığını gösterdiklerini iddia ediyor. Hâlbuki PKK’nin saldırıları, daha önce defalarca yazdığım gibi savaşın asgari kurallarını dahi hiçe sayan bir biçimde gerçekleşiyor. Yol tuzaklama, mayınlama sonrasında öldürülenlerin büyük bir kısmı bu savaşın bir parçası olmayı tercih etmemiş, zorunlu askerlik ya da benzeri nedenlerle mecburen çatışma alanında olanlar. PKK şiddetini mazur gösteren analizlerin, devlet şiddetini aklamaya çalışanlar gibi hiç kimseye faydası yok. Öte yandan PKK saldırıları HDP›ye de toplumsal muhalefete de büyük zarar veriyor. Kürtleri devlete karşı koruma işi, bunca yıllık tecrübeyle Kürt siyasetinin barışçıl yöntemleri tüketilmeden bu yoğunlukta yeniden silaha havale edilmemeli.

III. AKP ve Saray’ın halen muktedir olduğunu kanıtlamak üzere başvurduğu savaş, AKP’nin beklediği ölçüde ona destek sağlamayacak gibi. Dağlıca’da ölülere dahi ulaşamayan, ağır bilançoyu ancak 24 saat sonrasında ilan edebilen bir iktidar ile karşı karşıyayız. Net bir biçimde cesetlere ilk ulaşanın yerel halk olduğu gerçeğinin de üstü yalanla kapatılmak istendi. Zamanında olay yerine gidilemediği için muhtemeldir yaralılar hayatını kaybetti. Bu süreçte Milli Savunma ve İçişleri Bakanlarının ortadan kaybolduğu, açıklamanın TSK’ya yaptırıldığı da dikkatlerden kaçmadı. Erdoğan’ın ülkedeki huzuru ve istikrarı 400 milletvekiline eşitlemesi, toplumun büyük bir kısmının bildiği gerçeği bir kez daha su üstüne çıkardı. AKP tabanında beklenen konsolidasyon sağlanamadığı gibi Erdoğan’ın taktiğini fark edenlerin sayıca artmış olması muhtemel. Hürriyet gazetesine üst üste yapılan saldırıların ardında endişe ve kaybetme korkusunun yansımaları var. İktidar kalemşorlarının ve hatta vekillerinin müdahil olduğu saldırılar, mevcut savaşta eskiden olduğu gibi devletten yana tutum takınan bir gazeteye yönelebildiğine göre AKP’lilerin önümüzdeki seçimlere dair endişeleri had safhaya ulaşmış demektir.

IV. Devletin ve AKP’nin PKK şiddeti üzerinden HDP’yi kriminalize etme çabası sürüyor. Dağlıca ve Iğdır’da yaşananlar sonrasında HDP’ye ve Kürtlere karşı başlatılan saldırıların derin devlet işi olduğuna dair ciddi şüpheler var. Saldırılar eş anlı ve sistematik bir biçimde başlatıldı. Daha öncede hangi noktaların hedef olarak seçileceği belli ki etüt edilmiş. HDP ile ittifak içinde olan bileşenler de saldırı adreslerine katılarak çember genişletilmiş. 6-7 Eylül 1955 olaylarından bu yana aynı taktikle yürütülüyor bu tip saldırılar. Öncelikle saldırının yapılacağı yerin bilgisi olanlar ve tahrikçiler üçer beşerli gruplarla kitlenin ilgisini hedefe çekiyor. Önceden sosyal medyada aleni bir biçimde çağrı ve duyuru yapılıyor. Yakın çevreden hazır kıtalar getirilip sokağa salınıyor. Kitle kalabalıklaştıkça kışkırtıcılar göstericilerin arasına dağılıp farklı rivayetler uyduruyor. Gündelik yaşamda husumeti olanlar bu kargaşayı fırsat bilerek saldırgan gruplara dâhil oluyor. İşyerleri, parti binaları, Kürtlerin sahibi olduğu dükkanlar, Kürt illerine yolcu taşıyan otobüsler açık hedef haline geliyor. Yozgat, Konya, Çankırı, Niğde ve daha birçok taşra kentinde linçten sorumlu görevlilerin peşine ülkücüler, İslamcılar, alperenler takılıyor. Batı illerinde ise terörü lanetleme mitinglerinde aynı aktörlere zaman zaman aşırı ulusalcılar eşlik ediyor. AKP›nin derin devlet işbirliğiyle HDP’yi korkutma taktiği sahada çığırından çıkmış vaziyette. Kurtuluş’ta Ermenilere, Tuzluçayır’da Alevilere uzanan kimi zaman sözlü kimi zaman fiili saldırılar var. Sağ blokun istediği bu saldırılara sokakta şiddetle cevap vermesi ve ardından sıkıyönetim ilanı koşullarının oluşması.

V. 2013 Haziranında sokakları özgürlükten, emekten ve doğadan yana olanlar doldurmuş AKP iktidarına meydan okuyordu. Bugün aynı sokaklarda faşist güçler linç ve pogrom hareketini başlatmış ve sokakları zapt etmiş durumda. Demokrasi güçleri ise iki savaş makinesi arasında sıkışmış ve ne yapacağını bilemez halde. 1 Kasım öncesi bu ataleti üzerimizden atmak zorundayız. Şunu tespit edelim devlet ile PKK arasındaki savaş bu yoğunlukta sürdürülebilir değil. Ancak durdurulana kadar hem politik hem de insani olarak çok ağır bedeller ödemeye devam edebiliriz. Hızlıca atılacak adımlar var. Öncelikle sokakları faşist işgalden kurtarmak için mesajı ve hedefi net kitlesel etkinlikler düzenlemenin koşullarını tartışalım. Eş anlı olarak güçlü bir biçimde PKK’ye tek taraflı ateşkes ve hükümete Kürt illerindeki ablukayı kaldırma çağrısı yapalım. Sivil toplum, emek örgütleri, siyasi partiler ve bağımsız kişilerden oluşan ve toplum adına hesap soran bir heyetin oluşturulmasını ve yetki sahibi kılınması için girişimlerde bulunulmasını teşvik edelim. Daha önce bu topraklarda savaşa dur demesini bilmiştik, istersek hep beraber yine aynı iradeyi gösterebiliriz.

Bu yazı birgun.net/ den alınmıştır

3.Güven Gürkan Öztan

 

Güven Gürkan Öztan

Çanakkale karalara bürünüyor(!) – Oral Kaya

Çan ilçesi yakınlarında bulunan kömür rezervleri, zamanın karar vericileri tarafından hep büyük bir yatırım alanı olarak görüldü.

1950’li yıllarda Çanakkale Seramik Fabrikaları’nın da bölgeye kurulma gerekçesi bu kömür idi. 1990’lı yıllarda ise dönemin ANAP’lı bakanı Mustafa Cumhur Ersümer tarafından önerilen ve yapımı gerçekleşen Çan1 Termik Santrali de aynı gerekçe ile bölgeye kuruldu. Bu kömürün kalite bakımından çok verimsiz olması ise, yapılan tüm yatırımlardan sonra “görüldü/tespit edildi”. Bugün seramik fabrikaları, doğalgaz çevrim santrali ile elektrik üreterek ve sağlanan ısıdan yararlanarak çalışıyor. Çan1 Termik Santrali (iki sene önce adı 18 Mart Termik Santrali oldu) ise tamamen ithal kömür kullanıyor.

1

Oysaki Osmanlı zamanından bu yana Biga Yarımadası olarak anılan bölge, İstanbul’un, hatta özellikle sarayın mutfak ihtiyacını karşılayan verimli bir tarım alanı. İstanbul’a üretilen gıda ürününün sadece bir denizyolu ile taşınması kolaylığı, mutfaklara burada üretilen tüm ürünlerin taze ve sağlıklı ulaşmasını sağlıyordu. Belki de saray mutfağını bu kadar eşsiz ve de leziz kılan bu taze ürünler idi. Halen verimli tarım alanlarına sahip olan Biga Yarımadası, bugün Türkiye’de süt ve süt ürünlerinin fiyatını belirleyebilecek kadar önemli bir potansiyele sahip. Bölgede ülke ihtiyacının yüzde 12’sini karşılayan kapya biber üretimi ve ülke domates üretiminin yüzde 18’i gerçekleşiyor.

Tarım alanlarına termik santral kuruluyor

Bu kadar verimli bir tarım alanına, şimdi aynı gerekçeyi göstererek yine kömüre dayalı termik santraller yapılmak isteniyor. Marmara Bölgesi’nin ekonomik potansiyeli öne sürülüyor. Enerjiye ihtiyacımız var deniliyor. Bölgenin diğer olumlu potansiyellerine bakılmıyor. Mesela Türkiye’de en verimli rüzgârı alan bölgelerden biri olduğu için acaba rüzgâr enerjisini kullanabilir miyiz denmiyor. Hem böylelikle o verimli tarım alanlarına da korumuş oluruz denmiyor. Seramik fabrikalarının neden doğalgazı kullandığı, büyük vaatlerle yapılan Çan1 Termik Santrali’nin neden artık dışarıdan döviz ödeyerek ithal kömür aldığını sormuyoruz. Sadece bunlar da değil. Biga Yarımadası’nın kuzey kısmına, yani Kara Biga’ya yakın kurulan demir çelik işletmesinin de aynı gerekçe ile, bölgedeki kömürü kullanmak için kurulan termik santrallerin de ithal kömür kullandığını düşünmüyoruz.

Şu an Çanakkale il sınırları içinde lisansı alınmış, yapımına başlanan veya başlanacak olan 16 (yanlış okumadınız ONALTI) tane termik santral çalışması var. Bunların üç tanesi zaten şu anda faaliyette. Hepsi ithal kömür kullanıyor. İzinleri alınmış ve ÇED süreci tamamlanmış Çan2 termik santrali ise tam bir karabasan. Odaş Enerji tarafından, Avusturya’da artık eskimiş bir termik santral sökülerek bölgeye getirilecek ve firma yetkililerinin belirttiğine göre revizyonlar yapılarak kurulup işletmeye alınacak. Bölgedeki hiç kimse bu söyleme inanmıyor.

Santrallere karşı hukuk mücadelesi

Çan1 Termik Santrali kurulduğu dönemde insanların gözü iki öngörü ile boyanmaya çalışıldı. Bunlardan birincisi istihdam idi. Bu öngörü bugün halen birçok alanda kullanılıyor. Yapılacak olan her yeni yatırım için aynı gerekçe sunuluyor. Çan1 Termik Santrali dönemin bakanı önderliğinde yapıldığı için de, Çan ve yöresinde yaşayan insanlar buna ikna oldu.  O yıllarda bölgeye tam 4 bin yeni istihdam sağlanacağı iddia edildi (bugün de aynı rakam Çan2 Termik Santrali için veriliyor nedense). Santralin inşaat aşamasında dahi bu rakama ulaşılmadığı gibi, bugün aynı santralde çalışan sayısı 36. Yani vaat ettikleri rakamın sadece yüzde 1 i bile değil.

İkinci öngörü; “akışkan yataklı” olarak yapılacak olan Çan1 Termik Santrali, kömürü tam verimli yakacağı gibi, baca gazlarından salınan parçacıkların da yakılması ile hiç doğaya ve çevreye zarar vermeyeceği idi. Bunun sonuçları tabii ki zaman içinde görülebilecekti. Lakin bu öngörü de doğru çıkmadı. Bu alanda çalışan bazı akademisyenler bu sonuçları net olarak ortaya koydular. Sağlık verileri ile insan sağlığı üzerine etkileri araştırıldı. Tüm olumsuzluklar gözlemlendi ve de raporlandı. Ama bölge insanı raporları değil kendi gerçeğini kabul ediyor. Bölge köylerinde tarımsal üretim yapan herkes aynı cümleyi kullanarak söze başlıyor. “Eskiden çok daha verimli idi bizim buralar. Verim düştükçe köylerimiz boşaldı, çocuklarımız göçtü gitti.” Bu sözü orada halen yaşam mücadelesi veren ve de köyünü tarlasını bırakıp gitmeyen herkesten duyuyorsunuz. Artan sağlık sorunları ise tabii ayrı bir gerçeklik. Köyün neredeyse yarısı kanser. “Zamane hastalığı bu illet. Eskiden bilmezdik kanseri.” diyor aynı köylüler sohbetlerinde.

Çanakkale’de güçlü bir ekoloji mücadelesi var. Kentte yaşayanlar da bölgelerinin zarar görmesini istemiyor. Bunun için çeşitli sivil oluşumlar, dernekler, meslek odaları mücadele ediyorlar. Bölge ekonomisinin sağlıklı ve sürdürülebilir şekilde gelişmesi için çalışmalar yapıyorlar. Kömüre dayalı termik santrallere karşı hukuk mücadelesi haricinde çeşitli katılımcı modeller benimseniyor ve yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. En önemlisi de enerji üretiminin bir alternatifinin olduğu ama tarımsal üretimin alternatifinin olmadığı görüşünü yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. Alternatif enerji kaynaklarının kullanımını teşvik eden projeleri hayata geçirmeye çalışıyorlar. Bu alanda özellikle bölgede çok yaygın olan tarımsal üretim kooperatifleri ile birlikte çalışıyorlar. Çanakkale’nin “karalara bürünmesi”ni engelleyecek güçlü bir ses var bölgede:  “Çiftçi varsa, tarım var. Tarım varsa, gelecek var.”

*Troya Çevre Derneği

Bu yazı zaman.com.tr/ den alınmıştır

2.Oral Kaya

 

 

Oral Kaya

Galatasaray’da Antalya milletvekili Saruhan Oluç’a hedef gözeterek gaz fişeği

İstanbul Galatasaray’da bu akşam düzenlenen Barış Bloğu yürüyüşüne saldıran polis, gaz bombası ve tazyikli su kullanırken, grupta bulunan HDP Antalya milletvekili Saruhan Oluç sırtına isabet eden üç adet gaz fişeğiyle yaralandı.

Saruhan Oluç
Saruhan Oluç

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi tarafından yayımanan basın açıklamasında polisin hedef gözeterek Oluç’u yaraladığı belirtildi. Açıklama şöyle:

​”Partimiz Kurucu Üyesi, Antalya Milletvekilimiz Sayın Saruhan Oluç, bugün Barış Bloku’nun çağrısıyla İstanbul’da Cizre Halkı ile dayanışmak üzere gerçekleştirilen basın açıklaması sırasında, polis tarafından sırtından hedef alınarak yakın mesafeden üç adet gaz fişeği ile vurulmuştur. Kalabalığın içerisinde yer aldığı bilinen milletvekillerine eyleme müdahale edileceğine ilişkin herhangi bir açıklama yapılmadan saldırıda bulunulması asla kabul edilemez. Görevi yurttaşının demokratik protesto hakkını güvence altına almak olması gereken emniyet görevlilerinin bu barışçıl eyleme yaptığı hukuk dışı müdahaleyi kınıyoruz. Tedavi için hastanede bulunan vekilimiz aldığı darbelere ilişkin doktor raporu almıştır ve gerekli hukuki süreci başlatacaktır.”

Saruhan Oluç Yeşil Gazete’ye yaptığı açıklamada iyi olduğu ve dinlendiğini, olay sırasında kendisinin milletvekili olduğunu açıkça belirtmesine rağmen polisin gaz fişeğini yakın mesafeden kendisine yönelterek ateşlediğini söyledi.

(Yeşil Gazete)