Ana Sayfa Blog Sayfa 3550

Kömür yalnızca bir enerji meselesi midir? – Özlem Katısöz

Bu yazı iklimpostasi.org/ dan alınmıştır

Devletler, Paris’te, küresel sera gazı salımını, sıcaklık artışını +2C’lik bir değişimle sınırlayacak politikaların pazarlığına başladı. Kömür, sera gazı salımının baş sorumlusu. Sadece bilim insanları, sivil toplum değil Uluslararası Enerji Ajansı gibi ana akım enerji politikası yapan örgütler de iklim değişikliği ile ilgili geri dönülmez bir noktaya gelmememiz için bilenen kömür rezervlerinin %82’sinin yer altında kalması gerektiğini söylerken, fon kaynakları hızla kömür yatırımlarından çekilirken Türkiye’de 2012 yılı “enerjide dışa bağımlılıktan kurtulma” gerekçesiyle ‘Kömür Yılı’ ilan ediliyor. Türkiye, son 13 yılda konut alanlarının, endüstri tesislerinin yapılmasıyla 2,4 milyon hektar tarım arazisini; enerji tesisleriyle, madencilik yatırımlarıyla 400.000 hektar orman alanını yok etti. 2012 kömür vizyonuyla yok etmeye de devam ediyor. Yatırım planlarında Eskişehir Alpu Ovası’nın, Afyon Dinar Ovası’nın, Trakya’nın, Konya Kapalı Havzası’nın kömür ocaklarına dönüştürülüyor, bu alanlarda, Çanakkale’de, Adana’da dev termik santraller kuruluyor. Ancak mesele sadece enerji üretme meselesi değil. Somut bir örnek olarak Konya-Karaman’ı ele alalım;

Foto: Kerem Yücel / CAN-Europe
Foto: Kerem Yücel / CAN-Europe

Konya Kapalı Havzası içinde 20.000 hektarlık bir alanının kömür ocağına dönüştürülmesi planlanıyor. 20.000 hektarlık alanda yani İstanbul’da tarihi yarımadanın yüzölçümünün on katından fazla bir alanda, toprak, su yok edilecek. Söz konusu, enerjide dışa bağımlılıktan kurtulmanın ötesinde toprağın gaspı, suyun gaspı, gıda hakkımızın gaspı.

Sadece Konya-Karaman ovalarında 20.000 hektar tarım alanında üst toprağın sıyrılıp yok edilmesi bununla da kalmayıp 20.000 hektarlık alandan çıkacak hafriyatın başka bir tarım alanı üzerine dökülmesiyle hektarlarca başka tarım alanlarının yok edilmesi planlanıyor. Durum, bu topraklarda üretim yaparak geçimlerini sağlayan 5.000’den fazla insanın elinden topraklarının alınması, bu insanların yerinden olması, geçim kaynağını kaybetmesi anlamına geliyor. Sorun, sadece bu insanların yerinden olmasıyla kalmayacak, kömür madeni ile yok olacak toprakların yanında bir de kurulacak termik santrallerle geniş bir alanda verim kaybı yaşanacak, tarımsal üretim zarar görecek. Araştırmalar, kömürlü termik santrallerden kaynaklanan zehirli emisyonlar nedeniyle %10-70 arası verim kaybı olduğunu gösteriyor. Diğer önemli bir konu da su; Konya Kapalı Havzası’nda yer altı suları hem tarım hem de içme suyu olarak kullanılıyor ve havzadaki 4 ilin ihtiyacını karşılıyor. Kömüre ulaşmak için alanın susuzlaştırılması yani yer altı suyunun boşaltılması gerekiyor.

Konya Kapalı Havzası içinde yaşayan insanların neredeyse yarısı tarımsal üretime yani toprağa ve suya doğrudan veya dolaylı olarak bağımlı; biz de sağlıklı ve yeterli gıdaya erişimimiz için bu topraklara bağımlıyız. İklim ve enerji politikalarının merkezindeki kömür tartışmalarını yalnızca bir enerji meselesi olarak görmemeliyiz, su ve toprağın iklim değişikliğinin etkileriyle gittikçe daha fazla tehdit edildiğinin farkında olarak kömürü, toprak hakkı, su hakkı ve gıda hakkı meselesi olarak da ele almalıyız. Bu gidişle, “Enerjide dışa bağımlılıktan kurtulalım” derken gıdada dışa bağımlı olabiliriz.

Bu yazı iklimpostasi.org/ dan alınmıştır

30-Özlem Katısöz

 

Özlem Katısöz, 

Proje Koordinatörü, TEMA Vakfı

BM’nin Musul toplantısından çıkan sonuç: ‘Türkiye’nin tutumu pervasızca’

Türkiye’nin Musul’a asker göndermesi konusu Rusya’nın girişimiyle dün gece (8 Aralık Salı) BM Güvenlik Konseyi’nde tartışıldı.

Rusya’nın BM nezdindeki Daimi Temsilcisi Vitali Çurkin, Türkiye’nin Irak hükümetinin rızası olmadan ülkeye asker göndererek ‘pervasızca ve izah edilemeyecek bir şekilde’ davrandığını söyledi.

26

Salı gecesi BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan kapalı toplantıda konuyu gündeme getiren Çurkin, Türkiye’nin eyleminin aynı zamanda uluslararası koalisyonun Suriye’de hükümetin onayı olmadan düzenlediği hava saldırılarının ‘yasallıktan uzak olduğunun’ da bir yansıması olduğunu savundu

“Irak ve Türkiye arasındaki ikili görüşmeler sorunu çözerse, bu iyi” diyen Vitali Çurkin, “Türkiye’nin eylemleri IŞİD’e karşı savaş ve Irak’ın çıkarı uğruna gerçekleştiriliyorsa niye Irak hükümetinden izin alınmıyor?” sorusunu yöneltti..

Rus Büyükelçi, BM Güvenlik Konseyi’nin uluslararası hukuk ve egemenliğe saygının teyit edildiği ve IŞİD’e karşı dayanışma çağrısı yapan Rus tasarısı üzerinde uzlaşmaya varamamasını da eleştirdi.

“Görüşmeler iyi gidiyor”

Diğer yandan Irak’ın BM nezdindeki Büyükelçisi Muhammed Ali el Hakim, Bağdat ve Ankara’nın Musul’daki Türk askerleri konusunu ikili temaslarla çözmeye çalıştığını belirterek, sürecin iyi gittiğini düşündüğünü söyledi. El Hakim, Türk askerlerinin sınırı illegal bir şekilde geçtiğini de savundu.

Türkiye’nin BM Daimi Temsilcisi Halit Çevik de ülkesinin komşu Irak’ın toprak bütünlüğü ve egemenliğine son derece saygılı olduğunu vurgulayarak sorunun çözümü için en başta gerekli olan şeyin zaman olduğunu kaydetti.

Güvenlik Konseyi’ne bu ay başkanlık eden ABD’nin BM Daimi Büyükelçisi Samantha Power ise Türkiye ile Irak hükümetleri arasında siyasi diyalog çağrısı yaptıklarını belirterek, “Biz nasıl Irak hükümetiyle sıkı koordinasyon içinde ve onun onayıyla hareket ediyorsak, tüm ülkelerin de bunu yapması gerektiğine inanıyorum’ diye konuştu.

 

(Deutsche Welle Türkçe)

Zengin ülkeler iklim değişikliği konusunda gelişmekte olan dünyayı hafife mi alıyor?

Karl Mathiesen tarafından The Guardian‘da yayınlanan yazıyı Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Binnaz Çiftçi‘nin çevirisiyle sunuyoruz.

***

Gelişmiş ülkeler, 100 milyar ABD doları iklim fonu hedefine ulaşma yolunda olduklarını söylerken, daha az gelişmiş ülkeler adaptasyon için adil olmayan borç yükünü ve şiddetli para yetersizliğini eleştiriyorlar.

Problem 100 milyar ABD dolarına ulaşılıp ulaşılamayacağı değil. Ulaşılacağına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Problem nasıl ulaşılacağı. Fotoğraf: Patrick Aventurier/Getty Images
Problem 100 milyar ABD dolarına ulaşılıp ulaşılamayacağı değil. Ulaşılacağına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Problem nasıl ulaşılacağı. Fotoğraf: Patrick Aventurier/Getty Images

Paris’deki iklim görüşmelerinde gelişmekte olan ülkeler, sebep olmadıkları iklim krizinin üstesinden gelmeleri için verilmesi kararlaştırılan yardımı hasır altı etmeyi amaçlayan tutuma karşı çıktı.

Zengin ülkeler gelişmekte olan ülkelere 2020’ye kadar 100 milyar ABD doları (66 milyar avro) sağlama sözü verdiler. İklim değişikliğini durdurmayı planlayan görüşmelerin sonucunu, her şeyden çok bu rakam belirleyecek.

ABD İklim Değişikliği Özel Elçisi Todd Stern, Çarşamba günkü basın toplantısında, donör ülkelerin ”taahhütü gerçekleştirme yolunda iyi yolda olduklarını” söyledi.

Stern, dünyanın en zengin ülkeleri tarafından desteklenen bir danışmanlar kurulu olan OECD‘nin derlediği ”ihtiyatlı” raporun, 2014 yılı rakamlarına göre 62 milyar ABD doları değerinde fonun gerçekleştiğini gösterdiğini, asıl rakamın muhtemelen bundan biraz daha fazla olduğunu söyledi.

Bugün ve 2020 arasındaki süreç için o zamandan beri her bir ülke tarafından bir takım taahhütler geçekleştirildiğini ifade eden Stern, “Eğer bu tahhütlerin hepsine ve ek olarak OECD’nin ulaştığı rakama bakarsanız gerek bugün olduğumuz, gerekse önümüzdeki birkaç yıl içinde ulaşacağımız miktar açısından son derece iyi bir durumdayız.” dedi.

Buna rağmen sorun 100 milyar ABD doları hedefine ulaşılıp ulaşılamayacağı değil, nasıl ulaşılacağı. Çünkü açık ki ulaşılacak. Ancak gelişmiş ve gelişmekte olan dünya ülkelerinin neyin yeterli iklim yardımı sayılacağı konusundaki tanımları arasında muazzam bir uçurum var.

OECD’nin iklim finansı olarak saydığı paraları gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunun destek değil yatırım olarak adlandırdığı geniş bir kredi, hibe ve ”iklimle ilgili” olarak yeniden adlandırılan yardımlar oluşturuyor. OECD bunların üstüne özel sermayeye kamu naktinin birikmesiyle seferberliği ekliyor.

Lider Almanya, Kabadayı Fransa !

Örneğin, Almanya ve Fransa fonlarını 2020’ye kadar sırasıyla 4,47 milyar ve 4 milyar ABD dolarına çıkaracaklarını vaat etti. Ancak birbirine oldukça yakın olan bu rakamlara rağmen hibe verici Almanya lider olarak görülürken, faizle ödünç para veren Fransa kabadayı olarak addediliyor.

Gelişmekte olan ülkeler için bu yöntemin özellilkle sorunlu kısmını krediler oluşturuyor. Gambiya Çevre Bakanı ve en az gelişmiş ülkeler grubunun temsilcisi Pa Osman Jarju, ”İklim değişikliği için krediler alıp bunu iklim yardımı olarak kabul edemeyiz. Bunun bizim için hibe tabanlı bir fon olması gerekiyor çünkü olan şeylerden bir sorumlu değiliz.” dedi.

Görüşmelerde 34 en fakir ülke adına konuşan G77 ve Çin’in Güney Afrika sözcüsü Nozipho Mxakato-Diseko, Stern’in aşırı iyimser analizini eleştirdi. OECD raporunu, doğru yolda ilerleyen bir finans süreci ilüzyonu yaratmak için kullanılan bir “ayna” olarak tanımladı.

Mxakato-Diseko “Bir süredir işlerin BM Finans Komitesi (sözleşmenin bir kuruluşu) tarafından yapılmasını talep ediyoruz ve her seferinde taleplerimiz reddediliyor.” dedi ve onun yerine zengin ülkelerin herhangi bir görüşme olmaksızın BM’nin hazırdaki iklim politikası yerine, danışma kurulu yöntemini devreye soktuğunu belirtti.

“Bir gün uyandık ve elimizde bize 100 milyar ABD doları aldığımızı belirten bir rapor vardı. Bu raporun varlığını bilmiyorduk. Bahsedilen ülkelerin bu raporu verdiklerini bilmiyorduk.” diyor.

OXFAM’in İklim Politikası Danışmanı Jon Kowalzig ise şöyle konuştu, “Son derece kaygı vericidir ki OECD’ninki gibi donör odaklı bir yöntem, iklim meselesini sonlandırmak için çok önemli bir aşamada, zengin ülkelerin iklim finansmanını savunmak için kullanılıyor. Sistem mükemmel olmaktan çok uzak ve vahim bir şekilde donör ülkelerin neyi nasıl hesaba katacaklarını, finans seviyelerini olduğundan daha yüksek göstermelerine izin verecek şekilde kendi tercihlerine bırakmıştır.”

Müzakereciler, işletilebilir bir taslağı anlaşma sürecinin ikinci aşaması için çeşitli bakanlıklara verdiler. ABD için OECD yöntemini kullanmak, şu meşhur 100 milyar ABD dolarını, üyelerin uzlaşılmaz dediği bir sorunu etkisiz hale getirerek ulaşılabilir kılıyor.

Diğer bir kanayan yara ise iklim değişikliğinin etkileriyle başa çıkan adaptasyon fonu ile karbon kesme müdahelesi olan ”sera gazı salımlarını azaltım” arasındaki denge. “Azaltım”; yenilenebilir enerji, ormancılık ve tarımla bağlantılı profili hazır işletme modellerini beraberinde getirdiği ve özel sermayeyi ek yardımlara ikna edebileceği için daha fazla finansı çekme eğiliminde. Bu sebeple “azaltım” tüm iklim finansının kabaca 3/4’ünü çekiyor.

İklim finansında adaptasyon ve sera gazı emisyonları azaltımı Fotoğraf: WRI
İklim finansında adaptasyon ve sera gazı emisyonları azaltımı Fotoğraf: WRI

Büyük bir kısmı altyapı geliştirmekten oluşan adaptasyon böyle bir hazır profil model sunmuyor ve genellikle kredi gerektiriyor. Afrika müzakere bloğu 2020’ye kadar yılda 32 milyar ABD dolarına ulaşan adaptasyon fonu için çağrıda bulundu. Fakat Kowalzig, adaptasyon fonunun yeni tahhütlerle bile 2020’ye kadar yılda ancak 5-8 milyar dolar aralığına ulaşacağını söyledi ve ekledi.

“Eğer bugünün adaptasyon fonu dünyanın gelişmekte olan ülkelerindeki 1.5 milyar küçük ölçekli çiftçilerine dağıtılacak olsaydı,iklim değişikliğiyle mücadele etmek için yılda yalnızca 3 dolar alacaklardı,yani çoğu zengin ülkedeki bir fincan kahve fiyatını.”

Yazının İngilizce Orijinali

Yazı: Karl Mathiesen

Yeşil Gazete için Çeviri: Binnaz Çiftçi

(Yeşil Gazete, The Guardian)

İklim Koalisyonu, bağlayıcı ve iddialı bir anlaşmayı zorlamak için Paris’te ortaya çıktı

The Guardian‘da Karl Mathiesen ve Fiona Harvey tarafından yayınlanan habere göre, altı ay önce gizlice oluşturulan ve 100’den fazla ülkeyi temsil eden bir koalisyon, yasal olarak bağlayıcı küresel ve iddialı bir anlaşmanın yapılmasını zorlamak için Paris’teki 21. BM İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’nda ortaya çıktı.

Koalisyon, çıkmazda olan konferanstaki 195 ülkenin çoğunluğunu temsilen konuşuyor. 79 Afrika, Karayip ve Pasifik ülkesi, ABD ve tüm AB üyelerinden oluşuyor. Ancak Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ana ülkelerin koalisyondan eksikliği hissediliyor.

Grup asgari 4 ana konu üzerinde duruyor. Paris’te yapılacak bir anlaşmanın yasal olarak bağlayıcı olmasını, küresel ısınmaya dair bilimsel önerilere uygun olan açık ve uzun dönemli hedeflerin konulmasını, ülkelerin salım sözlerini beş yılda bir değerlendirecek bir mekanizma ve ülkelerin salım hedeflerine ulaşmaya dair ilerlemelerini takip edecek birleşik bir sistem oluşturulmasını istiyorlar.

Bu gelişme oldukça önemli: Görüşmelerde, mümkün olan en güçlü anlaşmanın yapılmasını talep eden yeni bir ana güç ortaya çıktı.

Marşall Adaları dışişleri bakanı Tony de Brum, koalisyonun genişlemeyi hedeflediğini, ancak ana taleplerinden ödün vermeyeceğini belirtti. Fotoğraf: Jacky Naegelen/ Reuters
Marşall Adaları dışişleri bakanı Tony de Brum, koalisyonun genişlemeyi hedeflediğini, ancak ana taleplerinden ödün vermeyeceğini belirtti. Fotoğraf: Jacky Naegelen/ Reuters

Marşal Adaları Dışişleri Bakanı Tony de Brum, koalisyonun işlerini kamoyuna açarken en büyük ses getirecek anı beklediklerini söyledi:

“Zirvenin son üç günündeyken köprülerin kurulması gerekiyor. Hala şüpheleri bulunan ülkelere ulaşılması, bu ülkelerin ortaya koyduklarımızın ciddi ve akla uygun olmakla beraber ilk görünenden çok daha fazla insanın desteğini arkasına aldığına ikna edilmesi gerekiyor.”

De Brum, koalisyondaki ülkelerin bir “sivrisinek filosu” gibi hareket edeceğini, çift taraflı ilişkilerinin bulunduğu birçok tarafa delegeler göndereceğini ve onları “tatlı bir şekilde ısıracağını” belirtti. Bireysel olarak Avustralya, Polonya, Kanada ve Hindistan’le görüşme talep ettiğini ekledi. Henüz hiç bir taraf dünyanın en büyük kirleticisi konumundaki Çin’le iletişime geçmedi.

De Brum ayrıca koalisyonun genişlemeyi hedeflediği, ancak ana taleplerinden ödün vermeyeceği konusunda uyardı. “Bu grup, durumun sulandırılmasına ve ağırlığı olmayan hafifletilmiş bir anlaşmaya varılmasına izin vermeyecek. Ben bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Ayrıca kimseyi ardımızda bırakmayacağız.” dedi.

Ülkeler yeni bir iklim değişikliği anlaşmasını oluşturmak için Paris’te görüşmeler yapıyorlar. Yeni anlaşmanın, var olan sözlerin 2020 yılında geçerliliğini yitirmesinden sonra devreye girecek, sera gazı salımlarını kısıtlamayı ve gelişmekte olan/az gelişmiş ülkeleri finanse etmeyi hedeflemesi bekleniyor. Son günlerinde olan Paris İklim Zirvesi, “tamam ya da devam” görüşmeleri olarak görülüyor. Eğer bir anlaşma yapılamazsa, dünya iklim değişikliğine karşı etkili bir kolektif eylemden yoksun kalacak.

Şu anda 195 ülkeden gelen bakanlar olası bir anlaşmanın taslak metni üzerinde çalışıyor. Perşembe günü metni son haline getirmeleri planlanıyor. İki hafta süren görüşmelerin biteceği Cuma günü, metin Birleşmiş Milletler süreçleri doğrultusunda resmi bir anlaşma haline getirilecek. Ancak görüşmeler önceki iklim zirvelerinin çizdiği yolu takip ederse bu zaman çizelgesi biraz kayabilir.

Çeviri: Ayşe Ceren Sarı

(The Guardian, Yeşil Gazete)

COP21 için canlı hava kirliliği haritası uygulaması

JD Sullivan tarafından Green Action News‘de yayınlanan haberi Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Binnaz Çiftçi‘nin çevirisiyle paylaşıyoruz.

***

BM İklim Değişikliği Zirvesi Paris’de devam ederken, sağlık ve refah için çevreci yazılımlar yapan Plume Labsdünyadaki hava kirliliğini canlı gösteren haritası (World Air Map)‘nın çıkacağını duyurdu.

airmap

Bu veri devrimi, politikacılara hava kirliliğini durdurma imkanı sağlarken, kamuya da yaşam alanlarının kontrolünü yeniden ele geçirme konusunda yardımcı olabilecek nitelikte. Plume Laboratuarları tahmin edilebilir modeller oluşturmak için, dünyadaki iki yüzden fazla metropol bölgesindeki kirlilik seviyesini saatlik olarak tahmin eden açık veri ve veri bilimlerini kullanarak, günde onbir bin istasyondan yarım milyon çevresel ölçüm verisini biraraya getiriyor. Eylül 2015’te tanıtılan Plume’un Air Report aplikasyonu saatlik hava niteliği tahminleri sayesinde kirlilikten mağdur olanlara kendilerini koruma ve bundan kaçınma şansı veriyor.

Plume Laboratuvarları, üst düzey yapay zeka ve makine öğrenimi gibi veri bilimleri ve teknolojilerinden yararlanarak, şu an istasyonlarda görüntülenmeyen bölgeler dahil dünyanın her yerindeki saatlik hava kirliliği seviyesini tahmin edebiliyor. Bu modeller aynı zamanda kentsel bölgelerdeki tahminlerin kesinliğini güçlendirmeye katkıda bulunarak, hava kirletici maddelerin uzun mesafedeki taşınma hareketlerini de tahmin edebiliyor.

World Air Map çevresel bilgilere ulaşımı demokratikleştirmeye yardımcı olarak, bu ileri teknolojiyi kullanıcıların elinin altına veriyor ve onu her an ulaşılabilir kılıyor. Özellikle izleme ağlarını işletmeyen ülkelerde, görünmez fenomen olan hava kirliliği sorununu somutlaştırarak farkedilmesini sağlıyor. Hava sorununu daha ulaşılabilir kılarak aynı zamanda iklim aktivizmini ve dünya liderlerinin COP21 görüşmeleriyle azaltmayı hedeflediği zararlı emisyonların farkedilmesini de destekleyecek gibi görünüyor.

Plume Laboratuvarlarının topladığı canlı kirlilik verilerinin daha şimdiden çok büyük etkileri oldu. Şirketin veri platformu, Mart 2015’te Paris’in Fransız Hükümeti’nin hava kirliliğini durdurmak adına arabaların yarısını yoldan kaldırmasına sebep olan, PM 2.5* yoğunluğunun Pekin’inkini geçtiğindeki muazzam kirlilik durumunun saptanmasına yardımcı oldu.

Plume Laboratuvarları, COP21’in ”İklim Değişikliği Karşıtı Veri” hakkında organize ettiği bir yan etkinliğinde World Air Map (Dünya Hava Haritası)‘i tanıttı. Bu veri devriminin çevremizi geliştirmeye nasıl yardım edebileceğini sergilemek adına çok farklı zeminlerden (BM, Fransız Başbakanlık Ofisi, Paris City Hall, sivil toplum kuruluşları, yeni başlayan kuruluşar) konuşmacılar ulaşılabilirlik, kentsel girişimcilik, kirlilik ve iklim değişikliğine karşı seferberlik adına veri bazlı çözümleri sunmak için toplandı.

*PM 2.5: Özellikle akciğer sağlığı açısından riskli , havadaki 2.5 mikrometreden daha düşük çaplı kirli parçacıklar.

Haberin  İngilizce Orijinali

Haber: JD Sullivan

Yeşil Gazete için Çeviri: Binnaz Çiftçi

(Yeşil Gazete, Green Action News)

Sınıflandırılamazlar sınıfının EYÇ* bir öğrencisi Remziye abla – Umur Gürsoy

İyi bir nükleer karşıtı, iyi bir çevre koruma eylemcisi, iyi bir bisikletli yaşam dostu, iyi bir tüketici hakları ve yerli malları savunucusu, iyi bir barışsever ve yazar: bir iyilik meleğini; sevgili Remziye Günay Eryılmaz‘ı Mersin’de sonsuzluğa uğurladık.

Türkiye EYÇ (Ekolojist, Yeşil, Çevreci)* Hareketinin bir öğrencisi

Remziye Eryılmaz

Benim kuşağıma 78’li deniyor. Sanırım Remziye Abla’nın kuşağı da 68’li olur. Akın Atauz’un pek benimsenmeyen kısaltmasıyla Türkiye EYÇ (Ekolojist, Yeşil, Çevreci)* Hareketi, Saynur Gelendost’tan sonra bana göre ikinci ablasını da kaybetmiş oluyor.

68 ve 78’li kuşak yaş grupları içerisinden gelen Saynur ve Remziye Abla gibi insanları sınıflandırmak kolay değildir. Sorsanız, kendilerini hümanist, belki sosyalist, belki sosyal demokrat olarak tanımlayacaklar veya soruyu örneğin “Bir çay içer misin?” gibi bir karşı soru ile geçiştireceklerdir.

‘Aşırı Çevreci’

Bu kuşak o kadar hızlı değişimler yaşamış ve yaşamaktadır ki bugünün özellikle 12 Eylül Darbesi ve Turgut Özal sonrası neoliberal değişimleri ve apolitizasyonuyla yetişmiş kuşaklardan oluşan hangi sınıfa girse o sınıfla uyumsuz olur. Bu nedenle onlar sınıflandırılamazlar sınıfının öğrencileridir, ama şurası kesindir ki Remziye Abla çevre sorunlarını düzenin sürmesiyle ilişkilendirmeyen ana akım bir çevreci değil; en azından ‘aşırı çevreci’dir1.

İslahiye-Mersin Bölge Treni ile Osmaniye’den Remziye Abla’nın taziye evine giderken Mersin’in duvarlarında gördüğüm bir yazıda şöyle yazıyordu: “Şimdi anlatsam moruk, anlamazsın; en iyisi boş ver!.” Bizim sınıf da duvara cevaben belki şöyle yazardı: “Şimdi anlatsam çocuk; anlamazsın; en iyisi, *iktir et!.” Aslında Remziye Abla her ikisi gibi de yapmaz; Orson Welles’in ünlü şarkısındaki gibi; “Let’s make music together” derdi. Sadece kendi müziğini değil, herkesin sevdiği müziği genç yaşlı ikisi birlikte, beraber yaparlar ve birbirlerinin müziğini dinlerlerdi.

I know what it is to be young2

Akkuyu Nükleer Karşıtı Şenliği öncesi Haluk Levent'in kestiği saçlarını almak için gittiğimiz Karataş Kapalı Cezaevi'nde. (7.8.1997). (Soldan itibaren: Mustafa Demir, Ülkü Bozkurt, Haluk Levent, Remziye Eryılmaz, Umur Gürsoy) (Foto: Umur Gürsoy Arşivi)
Akkuyu Nükleer Karşıtı Şenliği öncesi Haluk Levent’in kestiği saçlarını almak için gittiğimiz Karataş Kapalı Cezaevi’nde. (7.8.1997). (Soldan itibaren: Mustafa Demir, Ülkü Bozkurt, Haluk Levent, Remziye Eryılmaz, Umur Gürsoy) (Foto: Umur Gürsoy Arşivi)

I know what it is to be young (Ben genç olmanın ne olduğunu biliyorum)
But you don’t know what it is to be old (Fakat sen yaşlılığın ne olduğunu bilmezsin)
Soeday you’ll be saying the same thing (Bir gün, sende aynı şeyleri söylüyor olacaksın)
Time ticks away, so the story is told (Zaman geçip gidiyor ve bu hikâye anlatılıyor)

After summer comes winter (Yazdan sonra kış gelecek)
And so go the years (Böylece yıllar geçecek)
So my friend, let’s make music together (Öyleyse arkadaşım, gel beraber müzik yapalım)
I’ll play the old, while you sing me the new (Sen bana yenisini söylerken ben eskisini çalacağım)

(Dinlemek için: youtube.com/ )

Doğu Akdeniz Çevrecilerinin (DAÇE) ve Nükleer Karşıtı Hareketin fonlanarak lüks otellere girip Böll’ünerek halktan ve gençlikten kopma tehlikesini ilk fark edenlerdendi. İtirazını sessizce dillendirip, hareketi kendinden mahrum bırakarak protesto ederdi. Bu nedenle uzunca bir süreden beri DAÇE’nin içinde yer almıyordu.

Nükleer Santral Karşıtı Akkuyu Şenliği'nde (8.8.1997) (Soldan ikinci Remziye Eryılmaz) (Foto: Umur Gürsoy Arşivi)
Nükleer Santral Karşıtı Akkuyu Şenliği’nde (8.8.1997) (Soldan ikinci Remziye Eryılmaz) (Foto: Umur Gürsoy Arşivi)

2001 yılında eşiyle birlikte Türkiye’nin sanırım tek yerli ekolojik tarım sertifikalama şirketi, EKOTAR‘ı kurdular. Kendi yazdığı özgeçmişinden öğrendiğimiz kadarı ile Türkiye’nin pek çok yerinde öğretmenlik yapan Remziye Abla, İçel Valiliği’nden alınan ücretsiz görevli izinli onayı ile Mersin okullarında Uygulamalı Çevre Eğitimi Projesi başlattı. Bu proje ile 12 Eylül Darbesi yasakları ile derneklere üye olamadıkları için çevre sorunlarından kopartılan öğretmen ve öğrencilere çevre sorunları dersleri verdiğini de anlıyoruz (bkz. dergi.havuz.de/remziye-gunay-eryilmaz)

Doğu Akdeniz Çevrecileri (DAÇE) 2. Pozantı toplantısı. (1996). (Ön sıra sağdan ikinci Remziye Eryılmaz) (Foto: Umur Gürsoy Arşivi)
Doğu Akdeniz Çevrecileri (DAÇE) 2. Pozantı toplantısı. (1996). (Ön sıra sağdan ikinci Remziye Eryılmaz) (Foto: Umur Gürsoy Arşivi)

Şimdi öğretmen Remzi Abla derslerini bitirdi ve 01.12.2015 tarihinde sınıflandırılamazlar sınıfının Mersinli Remziye Ablası, çok sevdiği Noyan Özkan ve diğer EYÇ arkadaşları ile buluşmak için sonsuz büyük tatiline çıktı.

 

1  “Aşırı çevreci” sözcüğü, 1986’daki Çernobil Felaketinden sonra 1990’ların başında yükselen Nükleer karşıtı mücadele bileşenleri için rahmetli eski Türkiye Atom Enerjisi Başkanı Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre tarafından söylenmiş bir sıfattır.

2 Şarkı sözü çeviri: Cengiz Doyranlı. http://www.sarkicevirileri.com/orson-welles-i-know-what-it-is-to-be-young-sarki-cevirisi/

 

 

44-Umur-Gürsoy

 

Umur Gürsoy

08.12.2015, Osmaniye

Bisiklet sürmeyi bilmeyen bir bisiklet aktivisti: Remziye Günay Eryılmaz – Ful Uğurhan

Kırk yıla varan nükleer karşıtı mücadelenin yılmaz aktivistlerinden Remziye Günay Eryılmaz’ı kaybettik.

Remziye Hanım da tıpkı yakın geçmişte yitirdiğimiz Prof.Dr.Leziz Onaran, Av.Noyan Özkan, Savaş Emek gibi kendi yaşam süresi içinde nükleer santral yapılmayanlardan olduğundan bir bakıma nükleer karşıtı mücadeleden zaferle çıkanlardan! Yeri doldurulamayacak olanlardan.

Nükleer Santral Karşıtı Akkuyu Şenliği'nde (9.8.1997). (Soldan üçüncü Remziye Eryılmaz). (Foto: Umur Gürsoy Arşivi)
Nükleer Santral Karşıtı Akkuyu Şenliği’nde (9.8.1997). (Soldan üçüncü Remziye Eryılmaz). (Foto: Umur Gürsoy Arşivi)

Avukat Noyan Özkan’ın 2013 yılındaki ani vefatından sonra Yeşil Gazete’ye yazdığı yazıda “Neden bizleri terk edip gittin… Senin gibi güçlü birisi, kalbine yenik düşer mi? Çirkinlikler arttıysa artsın, atacaktın hepsini arkandaki torbaya… Torbanın da ağzını büzecektin, sıkı sıkı, dışarı çıkıp da önüne düşmesin diye… İnsanlık var oldukça sorun biter mi? Seninle daha çok işimiz vardı çoooook”demiş. Ardından “Ama beni çağırmayın, ben sizin gibi olmak istemiyorum. Daha öyle çok işim var ki..! Haydi git güle güle” diye eklemiş, giden mücadele arkadaşına sitem ederek.

Şimdi sitem etme sırası bize gelmiş oldu. Daha yapacakları vardı. En büyük tutkusu bisikletli yaşamın yaygınlaşması ve Mersin’e bisiklet yollarının yapılmasıydı. Oysa kendisi bisiklete binmeyi bile bilmiyordu.

Adana'da ÇETKO evsahipliğinde yapılan bir DAÇE (Doğu Akdeniz Çevrecileri) toplantısının sosyal yemeğinde Umur Gürsoy ile birlikte (Foto: Umur Gürsoy arşivi)
Adana’da ÇETKO evsahipliğinde yapılan bir DAÇE (Doğu Akdeniz Çevrecileri) toplantısının sosyal yemeğinde Umur Gürsoy ile birlikte (2.5.1995) (Foto: Umur Gürsoy arşivi)

Onu, gündüz vakti elinde lambasıyla dürüst insan arayan Sinop’lu Diyojen gibi elinde tuttuğu gaz lambası ile, yerel ürünlerle süslediği şapkalarıyla, üzerine bisiklet resmi çizilmiş giysileri ile ve daima gülen yüzü ile anımsayacağız.

Gittiği yerde, mücadele arkadaşları ile birlikte düşlediği gibi bir mekan bulur dilerim.

45-Ful-Uğurhan

 

 

Dr. Ful Uğurhan

Çatalağzı’na 7. termik santral için başvuru

Demir Madencilik Çatalağzı’na 7. termik santralı kurmak için başvuruda bulundu. Demir Madencilik, 160 mw gücündeki termik santral için ÇED sürecini başlatırken, ÇED başvuru doyasında yer alan bilgilere göre 450 milyon TL maliyetli Detes- 1 santralında yılda 525 bin ton kömür yakılacak. Santral için civardaki bir dağ devrilip düzlenecek, çıkan hafriyatla deniz doldurulacak.

36

Paris’te halen devam etmekte olan İklim Zirvesi’nin (COP21) üçüncü gününde fosil yakıttan vazgeçmeyen politikalar izlediği için İklim Eylem Ağı (CAN – Climate Action Network) tarafından verilen “günün fosili” ödülünü alan Türkiye’de, kömür yatırımları hız kesmeden devam ediyor.

ÇED dosyasında yer alan “kömür, dünyada en yaygın şekilde bulunan, güvenilir, aynı zamanda düşük maliyetlerle elde edilen bir fosil yakıttır” görüşü, dünyanın ileri gelen bilim insanları tarafından savunulan, etkileri özellikle Çatalağzı’nda senelerdir hissedilen, kömürün son derece zehirli ve tehlikeli bir enerji üretim yöntemi olduğu görüşüyle çelişiyor.

Bunun dışında dosyada ayrıca “proje kapsamında gerekli olacak su ihtiyacı inşa edilecek olan su alma yapısı ile Karadeniz’den sağlanacak” ifadesi yer alıyor. Günde 3 milyon metreküp zehirli su, halihazırda Karadeniz’e bırakılıyor. Diğer termik santrallarla bu sayı yakın gelecekte günde 8 milyon metreküpü geçecek.

 

(Cumhuriyet)

Japonya’dan bir nükleer işbirliği anlaşması da Hindistan’la, Antinükleer Aktivist Sundaram anlatıyor

Fukuşima Nükleer Santral kazasından sonra Japonya’nın çözümü yıllardan beri uygulanagelen sömürgeci politikalarda bulduğu aşikar zira, Japonya atıl kalan nükleeer teknolojisini ve uzman insan kaynağını karlı fiyata  elden çıkarmanın peşinde…Ve işte yeni bir nükleer anlaşma kapıda. Hangi ülkeyle mi? Bu kez Hindistan’la.

Koodamkulam'daki antinükleer protestolardan bir görüntü
Koodankulam’daki antinükleer protestolardan bir fotograf

“Sayın Başbakan Shinzo Abe,

Bizler, New Delhi ziyaretiniz kapsamında  Hindistan–Japonya Nükleer İşbirliği Anlaşmasının imzalanması yönünde karar verilmiş olmasına şiddetle  karşı olduğumuzu  bilmenizi isteriz.

Eğer bu sözleşme imzalanırsa şimdiye kadar nükleer silahların kaldırılması yününde defalarca öneri yapan (hibaku) atom bombası mağduru Japonya, sanki Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşması ile Nükleer Silah Denemelerinin Kapsamlı Yasaklanması anlaşmalarını hiç imzalamamış gibi Hindistan’a nükleer santral ve silah teknolojisi  ihraç ediyor olacak…. ”

içeriğindeki bir dilekçeye biz de yabancı değiliz artık…2013 yılında Türkiye ‘de Nükleer karşıtı Platform benzer bir çığlığı bir dilekçe formatında tüm dünyaya duyurmaya çalışmıştı. Ancak bu anlaşmalara  2010 yılında “hükümetlerarası anlaşma” statüsünün kazandırılması hükümetlere  her tür çatlak sese sırt dönmeyi, kulak tıkamayı mümkün kılar oldu. Şimdi benzer bir durumu Hindistan yaşıyor . 11-13 Aralık’ta Başbakan Abe Hindistan’ın New Delhi kentine bir ziyaret gerçekleştirecek ve  ziyaret sürecinde Hindistan’la bir nükleer işbirliği anlaşması imzalaması öngörülüyor. Buna karşılık Hindistan’daki anti-nükleer aktivistler de sürecin duyurulmasına ve nükleer karşıtı eylemler düzenleyerek dünya çapında ses getirilmesine çalışıyor. Şüphesiz tüm eylemlerde başvurulduğu üzere bunun bir yolu Change .org’da başlatılan kampanyaya destek toplamak, şimdiden imzacıların sayısı 1000 kişiyi aşmış durumda (siz de linke tıklayıp imzalayarak kampanyaya destek olabilirsiniz). İlaveten Hindistan’daki aktivistler  yukarıda bahsi geçen dilekçeyi uluslararası arenada imzaya sunarak antinükleer  aktivistlerle dayanışma yürütmeye çalışıyor. Türkiye’den Sinop Nükleer Karşıtı Platform (SNKP) ‘un da imzacıları arasında yer aldığı bu 3 dilli(Japonca,İngilizce ve Türkçe) dilekçe ise Başbakan Abe’ye gönderilecek. Bu tarafta ise SNKP 9 Aralık Çarşamba günü bir basın açıklaması yaparak Türkiye ile imzalanan bir anlaşmanın benzerinin Hindistan’la yapılıyor oluşunu kınayacak ve Ne Türkiye’de ne Hindistan’da ne de dünyanın her hangi bir başka yerinde bir kez daha nükleer santrale hayır diyecek.

Kumar Sundaram Anti nükleer aktivist
Kumar Sundaram Anti nükleer aktivist

Öte yandan Yeşil Gazete olarak istedik ki Hindistan-Japonya nükleer işbirliği anlaşmasının iç yüzünü hem de bu vesileyle Hindistan’daki nükleer santrallerin ve anti nükleer hareketin durumunu, bağlantılarını sizlere biraz Hindistan’daki aktörlerden aktaralım diye düşündük, bu noktada en doğru isimlerden biri  Hindistan’daki nükleer mücadelenin ileri gelen aktörlerinden Araştırmacı, Nükleer Silahsızlanma ve Barış Koalisyonu(CNDP) aktivisti  Kumar Sundaram olacaktı, e posta ile gerçekleştirdiğimiz röportajı aşağıda sunuyoruz.

 

YG:Bildiğimiz kadarıyla Hindistan nükleer santralleri olan bir ülke, anlatabilir misiniz halihazırda  ülkenizde kaç  nükleer santral var ve kaç tane yeni kurulması planlanıyor ?  

KS: Hindistan gelişmekte olan ülkeler içerisinde  1948’lerden beri nükleer enerji  teknolojisini takip etmeye çalışan ilk ülkedir . Nükleer enerji programı üç tip reaktör çeşidini içermektedir bunlar: uranyum yakıtı kullanılan reaktörler,  plutonyum üretilen reaktörler  ve toryum bazlı reaktörler olarak sınıflandırılabilir. Hindistan’ın bu hırslı planı 1974’lerde kesintiye uğramıştır zira o zamanlar nükleer enerjinin barışçıl kullanımı kararı karşısında nükleer bomba yapma potansiyeli olan reaktörlere  uluslararası ambargo uygulamasına başlanmıştı.  Bugün Hindistan’ın nükleer kapasitesi, toplam elektrik üretiminin  sadece %3 lük kısmını oluşturan toplam 5200Megawatt lık 22 küçük reaktörden ibarettir .

Bununla birlikte sorun şu ki çok daha geniş ölçekli nükleer enerji yatırımları planlanıyor. Hindistan, 2005’te ABD’ nin uluslararası ambargoyu kaldırmasıyla yine reaktör ithal eden bir ülke oldu. Şimdi ise Fukuşima’ya rağmen daha büyük nükleer planlar peşinde: 35 tane daha reaktör inşa edilmesi ve Jaitapur’da Areva tarafından dünyanın en büyük nükleer enerji parkının kurulması planlanıyor  .

YG: Nükleer santraliniz var, peki nükleer enerji düzenleyici yasa maddeleriniz var mı? Hindistan’ın nükleer enerji için hukuki alt yapısı ne durumda?

KS :Hindistan’da nükleer güvenlik yasası bağımsız değil çünkü nükleer çok ciddi bir konu.  Hindistan Atom Enerjisi Komisyonu(AERB)’ndan mali kaynak sağlarken Atom Enerjisi Komisyonu da insan kaynağı tedarikine destek oluyor ve kurum mütemadiyen izlenip yönlendiriliyor.  1962’de imzalanan Atom Enerjisi  Yönetmeliği hükümete nükleer bağlantılı haberleri saklama ve “ulusal güvenlik” fıkrasının canlandırılması olanağını verdi. Açıkçası Hindistan belkii de mevcut yetersiz nükleer yasa ve standartlarına rağmen uranyum seyreltme proseslerine devam eden tek ülkedir. Kudankulam reaktörünün Fukuşima sonrası gözden geçirme ve iyileştirmelerle şekillenen AERB normlarını uygulamaması bu duruma en büyük örnektir.

YG: Hindistan’da büyük ölçekli güneş santrali yatırımları  olduğunu biliyoruz, hatta elektrik ihtiyacını güneş panelinden sağlayan bir havaalanına bile sahipsiniz. Peki niye nükleerde ısrar eder Hindistan? Siz nükleer santralden elde edilecek enerjinin gerekliliğine inanıyor musunuz?

KS : Hindistan güneş enerjisini geliştirmeye çalışıyor ki bu çok iyi bir şey. Fakat güneş , şimdilik sadece merkezi kurumsal modelde de teşvik görüyor ki kent merkezleri ninde bu şeklide gelişmesine katkı sunuyor. Oysa bizim ademi merkeziyetçi bir enerji modeline ihtiyacımız var. Güneş, nükleerin yerini alır şeklinde bir iddiamız yok ama açıkçası nükleer enerji üretiminin şart koşulmasında bir ihtiyacı bahis görmüyoruz  zira hükümetin bir enerji politikası da yok. Hindistan nükleer enerji yatırımı yapıyor çünkü ABD,Fransa, İngiltere,Rusya  gibi ülkelere verilmiş sözler var: Hindistan nükleer enerji ithal edecek karşılığında da bu saydığım gelişmiş ülkeler Hindistan’ın nükleer silah üretimini kabul edecek. Güneş  enerjisinin gelecek vaatlerine rağmen Hindistan’ın nükleer yatırımlarına devam etmesinin arkasındaki sebep işte budur!  

YG:Peki Hindistan’daki antinükleer hareketin Hindistan-Japonya arasında imzalanması planlanan bu nükleer anlaşmaya karşı tavrı nasıl?  Hindistan’daki  antinükleer  hareketin uluslararası camiada bir destek arayışı var mı?

KS: Hindistan’daki antinükleer hareketin aktörleri daha ziyade kurulması planlanan nükleer santral bölgesindeki çiftçiler, balıkçılar, köylüler ve kabile üyeleri nden oluşuyor. Binlerce insan bu santrallerin bölgelerinde kurulmasıyla yaşam alanlarını, topraklarını, arazilerini, tarlalarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Aynı zamanda bu insanlar güvenlik ve sağlıklı yaşamları için de endişe ediyor.

Biz antinükleer aktivistler dünyanın çeşitli ülkelerindeki aktivistlerle dayanışma içerisinde olmaya çalışıyoruz  fakat,  bunu yapaken Hindistan hükümetinin baskı ve şiddetiyle de karşılaşıyoruz. Hindistan hükümeti bu anti nükleer haraketleri  bir çeşit vatana ihanet olarak adlettiği gibi geçmişte diğer ülkelerden gelip bize destek olan antinükleer aktivistleri  sınırdışı etmişlikleri  vardır.

YG:Bildiğiniz gibi Türkiye’de de aynı Hindistan’la yapılacağı gibi  Japonya tarafından nükleer santral kurulması için bir nükleer anlaşma imzalandı , bu konudaki düşünceleriniz nedir?

KS: Japonya  dünyanın en felaket nükleer kazasını tecrübe etmekte olan bir ülke, etmekte olan diyorum çünkü Fukuşima  henüz nihayetlenmiş değil  ve halihazırda aktive edilen 1-2 nükleer reaktör dışında  tamamı kapalı. Nükleer endüstrinin duruma uyum sağlayıp yeniden başlamaya çalışsa da kaybı çok büyük ve bu açığı ancak nükleer enerji teknolojisini başka ülkelere ihraç ederek kapatabileceği düşünülüyor.  Başbakan Abe nükleer endüstrinin başını çeken Mitsubishi, Toshiba, Hitachi gibi nükleer krizle karşılaşan  şirketlerin yöneticilerine sözler verip onları yurt dışındaki enerji yatırımlarıyla boğulmaktan kurtarıyor.

Shinzo-Abe-protest

YG:Peki  sizce  uluslararası çapta verilecek  anti nükleer mücadele,   bu ve benzeri  nükleer anlaşmaları  önleyebilecek  güçte midir ? Ya da uluslararası antinükleer mücadele  için önerileriniz var mı?

KS: Hindistan-Japonya  Nükleer Anlaşması  için uluslararası arenada güçlü bir direniş örgütlediğimizi söyleyebilirim. Başbakan Abe’ye hitaben Uluslararası antinükleer aktivist gruplarının da imzacılar arasında yer aldığı bir dilekçe hazırladık. Sözkonusu imzacılara arasında  Türkiye’den Sinop Nükleer Karşıtı Platform’un da bulunması çok sevindirici. Ayrıca  Change .org’da da bir kampanya başlattık . İmza sayısı 1000 kişiyi geçti.  Radyoaktif kirlilik riski altında pek çok ülke var ,bizler bu ülkelerde benzer tehditler ve  sorunlar içerisinde yaşamaya çalışıyoruz. Dolayısıyla güçlerimizi deneyimlerimizi birleştirerek deneyimce zenginleşme, direnişi büyütme  ve güçlenme  yollarını aramalıyız. Ancak deneyim paylaşımı neticesinde direnişin farklı boyutlarını  tanıyabiliriz ki unutmayalım nükleer endüstrinin otoritelerinin uyguladığı stratejiler hiç de öyle farklılık arz etmiyor .

YG: Hindistan-Japonya arasında imzalanacak olan benzer bir anlaşmayı 1 yıl önce onaylayan Türkiye’deki insanlara bir mesajınız var mı?

KS: Örgütlenmeliyiz . Bugün, Fukuşima kazasının olduğu tarih itibariyle 5 yılı Hiroşima bombasının Amerikalılar tarafından atılmasından sonra 70 yılı geride bırakmış bulunuyoruz. Nükleer santrallere hayır dememiz gerekiyor. Nükleer santraller hiçbir ülke için güvenli değildir. İnsanlık ve nükleer teknolojinin bir arada bulunması mümkün değildir.

 

YG Röportaj : Pınar Demircan

(Yeşil Gazete)

İğneada’da nükleer karşıtı haftasonu buluşması: “Nükleere inat, longozlar yaşayacak”

Nükleer santral yapılması tartışmalarıyla gündeme gelen Kırklareli’nin Demirköy ilçesine bağlı İğneada’da yaşam savunucuları nükleer santral ve çimento limanlarına karşı longoz ormanlarında Pazar günü (6 Aralık 2015) doğa yürüyüşü yaptı.

33

Evrensel’den Tolga Alp Turgut’un haberine göre Kuzey Ormanları Savunması (KOS) ormanıyla yeşilin, içinde bulunan 5 gölü ile mavinin her tonunu ve yüzlerce canlı türünü içinde barındıran İğneada’da yaşamı savunmak için doğa yürüyüşü çağrısı yaptı. Marmara Bölgesi’nin akciğeri olan Kırklareli Istranca Ormanları’nda, yapılmaya çalışılan nükleer enerji santralli ve çimento limanlarına karşı yapılan doğa yürüyüşüne pek çok aktivist katıldı.

NÜKLEERE KARŞI İĞNEADA’YI SAVUNMA ÇAĞRISI

34

İğneada’da meydandan sahile kadar yürüyüş yapıldı. Burada basın açıklamasını okuyan Kuzey Ormanları Savunması’ndan Esra Karataş, “Ne İğneada’ya, ne Istrancalar’a ne de Kuzey Ormanları’na yapılmaya çalışılacak hiç bir mega proje, ne kadar güvenli denilse de, ne kadar faydalı olacağı iddia edilse de burada kaybedilecek doğanın vereceklerinden daha değerli olmayacaktır” diye konuştu.

Kuzey Ormanları Savunması’ndan Nükleer Karşıtı Platform’a yaşam savunucularının katıldığı eylemde nükleer santrallere ve doğayı talan eden rant projelerine karşı mücadele çağrısı yapıldı. Eylemin ardından Türkiye’nin 39. milli parkı ve Amazonlardan sonra dünyanın en büyük longozu olan İğneada’daki longoz ormanlarında iki buçuk saat süren doğa yürüyüşüne çıkıldı.

 

(Evrensel)