Ana Sayfa Blog Sayfa 3549

İklim Adaleti.org sitesi yayında

‘Herkes için iklim adaleti’ talebini yükseltmek için Ekoloji Kolektifi tarafından hazırlanan iklimadaleti.org bugün (10 Aralık) yayına girdi.

İklim Adaleti sitesinde termik santral davaları, Türkiye’den ve dünyadan enerji politikalarına dair tartışmalar ve kent-ekoloji eksenli yerel hareketlerin hak arama mücadeleleri yer alacak.

27

Düzenli olarak güncelleneceği ifade edilen sitede Ekoloji Kolektifi’nin takip ettiği termik santral davalarından gelişmelere, Türkiye’den ve dünyadan enerji politikalarına dair tartışmalara ve yaygınlaşmasının aciliyet taşıdığı düşünülen kent-ekoloji eksenli yerel hareketlerin hak arama mücadelelerine yer verilecek.

Ekoloji Kolektifi 2002 yılında çoğunluğu üniversitelerde oluşmuş ekoloji eksenli topluluklara üye hukukçu ve sosyal bilimci üyeler tarafından kuruldu. 2007’de dernekleşene kadar ağırlıklı olarak GDO’lar ve tarımın tektipleştirilmesine karşı biyolojik çeşitliği korumak için ve nükleer santrallere karşı çalışan, kampanyalar yürüten Kolektif, yaklaşık beş senedir kömüre dayalı büyüme politikasının karşısında mücadelelere gönüllü hukuki destek sunuyor ve yerel hareketlerin ekolojik yaşam çabalarına destek olmaya çalışıyor.

İklim Adaleti.org sitesinin açılışında yer verilen iki dosya konusu Ekoloji Kolektifi tarafından şu şekilde aktarılıyor:

Paris iklim zirvesi dosyası

28Paris’te 11 Aralık’a kadar devam edecek iklim zirvesi, nam-ı diğer COP 21’i ilk dosya konumuz olarak ele aldık. Paris’ten bildiren Elif Gündüzyeli, iklim kırılganlığı en yüksek 20 ülkenin (V20) kampanyası sayesinde küresel sıcaklık artışlarını şimdiye kadar telaffuz edilen 2C derece yerine 1.5C derecede durdurma hedefinin ülke delegasyonları tarafından “genel geçer bir kabul gördüğü” haberini verdi. Paris’te zirveyi takip eden bir diğer yazarımız Arif Cem Gündoğan, müzakerelerde dün öğlen itibariyle gelinen noktayı ve kritik önem taşıyan karbon piyasasını anlattı. Fevzi Özlüer, Türkiye’nin emisyon azaltım vaatlerini tutturabilmesi için hızla hayata geçirilmesi gereken ‘karbon takip sistemi’ni yazdı. Ekonomik büyümeye alternatif olarak gitgide yaygınlaşan küçülme/büyümeme (degrowth) tartışmaları üzerine Giorgios Kallis’in kaleme aldığı zihin açıcı makaleyi Gamze Ovacık çevirdi. Baran Alp Uncu, COP21 öncesinde İstanbul’da düzenlenen İklim Forumu’nu ve ‘İklim Adaleti Hareketi’nin Türkiye ayağını değerlendirdi. Bengi Akbulut, Hande Paker ve Fikret Adaman, Türkiye’de yerel ekoloji mücadelelerinin “en aciliyet arzeden müşterek olan iklimi sorunsallaştırmadığını” savunarak “3. Köprü ve Ilısu mücadelelerinde gördüğümüz eksen genişletmeyi iklim mücadelesi bağlamında göremiyor olmamızın nedenleri ne olabilir?” sorusunu ortaya attı. İğneada’dan Dilek Özcan nükleer ile mücadelenin ahvalini kaleme aldı. Cömert Uygar Erdem, Çanakkale Karabiga’da yürütülen termik santral davalarındaki son durumu, kopyala-yapıştır usülü hazırladıkları raporları birbirine karıştıran, keşif sırasında göremedikleri gerekçesiyle bölgede Akdeniz foku yaşamadığına karar veren bilirkişilerin trajikomik tespitlerini yazdı. Ceren Gamze Yaşar Amerika’nın ızgara planlı şehirlerini, bitmek bilmeyen banliyölerini ve klimayla soğutulan eyaletlerini anlattı. Ethemcan Turhan’ın ‘kapıları açın’ çağrısı derdimizi özetler nitelikte: “Bozduğunuz bu mevsim, boğduğunuz bu kıyı, nefessiz bıraktığınız bu şehir bizim demeye, iklim adaleti talep etmeye geliyoruz!”

Termikçi şirketler ağı

Çevreyi kirleterek iklim değişikliğine yol açan yatırımların sadece ortaya çıkan mağduriyetlerle değil, bu kirli projeleri üstlenen ve finanse eden şirketlerin isimleriyle – yani iklim krizinin failleriyle – gündeme gelmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu kapsamda 80’in üzerinde kömürlü termik santralin – ve bu santralleri inşa eden, işleten ve finanse eden şirketlerin – ağ haritasını oluşturduk. Mülksüzleştirme Ağları (mulksuzlestirme.org) ile entegre edilen haritada termikçi firmalarının diğer yatırımlarını da (örneğin gazete, televizyon kanalı, HES, AVM) görmek mümkün. Graph Commons altyapısıyla oluşturulan haritada her termik santralin yeri, kurulu gücü ve yakıt tipi bilgileri de yer alıyor. Haritadan çekilen bu veriler, sitedeki haber ve makalelerde de – metinde adı geçen santral ve şirketlere dair bilgi kartları olarak – gözüküyor.

Siteye iklimadaleti.org/ adresi üzerinden erişebilirsiniz.

 

(Yeşil Gazete)

Prof. Dr. Ayşe Buğra’ya, The World Academy of Sciences (TWAS) 2015 ödülü

Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü öğretim üyesi ve Sosyal Politika Forumu Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ayşe Buğra, The World Academy of Sciences (TWAS) 2015 yılı Sosyal Bilimler ödülüne layık görüldü.

21

Celso Furtado Ödülü olarak da bilinen bu ödül Prof. Dr. Buğra’ya gelişmekte olan ekonomilerde ve küresel düzeyde sosyal politikalar konusundaki araştırmalara katkısı nedeniyle verildi.

İktisadi Düşünce Tarihi ve İktisat Metodolojisi, Karşılaştırmalı Sosyal Politika, Gelişme İktisadı gibi konularda araştırmalar ve yayınlar yapmakta olan Ayşe Buğra’nın kitapları arasında İktisatçılar ve İnsanlar(Remzi Kitabevi, 1989; İletişim Yayınları, 1995), State and Businessmen in Modern Turkey (State University of New York Press, 1994; Türkçesi: Devlet ve İşadamları, İletişim Yayınları, 1995), Islam in Economic Organizations (TESEV/Friedrich Ebert Vakfı, 1999), Devlet-Piyasa Karşıtlığının Ötesinde (İletişim Yayınları, 2000), New Capitalism in Turkey The Relationship between Politics, Religion and Business (2014, Türkçesi:Türkiye’de Yeni Kapitalizm: Siyaset, Din ve İş Dünyası, İletişim Yayınları, 2014) bulunuyor.

Ayrıca akademik dergilerde ve derleme kitaplarda yayımlanmış çeşitli makaleleri bulunan Ayşe Buğra, Karl Polanyi’nin Büyük Dönüşüm adlı eserini de Türkçe’ye çevirdi.

 

(haberler.boun.edu.tr)

Sol, küçülmeyi sahiplenmeli – Giorgos Kallis

Giorgos Kallis’in hepimizin neden “küçülme tarzı” yaşamamız gerektiğini açıkladığı, New Internationalist‘de yayınlanan yazıyı Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Deniz Menteşeoğlu‘nun çevirisiyle paylaşıyoruz.

***

Küçülmeciler, ancak sonsuz büyüme döngüsünü durdurursak gezegenimizin zenginleşeceğini savunuyor. Fotoğraf: Jenny Downing, Creative Commons
Küçülme yanlıları, gezegenimizin ancak sonsuz büyüme döngüsünü durdurursak  zenginleşeceğini savunuyor. Fotoğraf: Jenny Downing, Creative Commons

Kökler

“Küçülme” anlayışının teorik kökleri 1970’lerin “écologie politique” (ekoloji politik) hareketine dayanır. Andre Gorz, 1972’de kapitalizmin doğanın dengesiyle uyumunu sorgularken, “meta üretiminin azaltılmasının bu dengenin zorunlu bir koşulu olduğunu” belirtmiş ve bu ifadesinde “décroissance”, yani küçülme terimini kullanmıştır. Gorz, “büyüme olmaksızın eşitlik” anlayışı benimsenmediği sürece, sosyalizmin yalnızca kapitalizmin farklı kaynaklarla yürütülen bir devamına indirgeneceğini, orta sınıf değerlerinin, yaşam tarzının ve sosyal örüntülerinin genellenmesinden başka bir şey olmayacağını iddia eder.

ABD’de ders veren Romanyalı bir göçmen ve öncü bir ekolojik ekonomist olan Nicholas Georgescu-Roegen’in denemeleri 1979’da derlenerek çevrildi. Bu derlemeye “Demain la décroissance” (Yarın, Küçülme) adı verildi. Aynı dönemde, petrol krizi patlak vermiş ve Roma Klübü kurulmuştu. Bu ortamda, Kıta Avrupası’ndaki “kırmızı – yeşil” düşünürler için büyümenin limitleri sorunu en temelde politik bir sorundu. Onlar için Malthusçu düşünceden farklı olarak, sorun kaynakların tükenmesi veya nüfusun katlanarak artması değil, kapitalizm treninin acil durum kolunun çekilerek durdurulması gerektiği ya da Le Guin’in deyişiyle “hızla ilerlemekten ibaret olan, tek yönlü gelecek anlayışının yoluna taş koymak” idi.

2000’lerin başında Lyon’da, “küçülme” sloganı, mega–üstyapılara ve bunların yaygınlaştırılmasına karı çıkan aktivistler tarafından revize edildi. Ekonomik Antropoloji profesörü ve Afrika’daki gelişme programlarının sıkı bir eleştirmeni olan Serge Latouche, terimi kitapları ile popülerleştirerek “sürdürülebilir gelişmeye son verilmesi” ve “küçülmenin zaferinin kutlanması” için çağrılar yaptı. Fransız düşünür Paul Aries içinse küçülme bir “misilleme sözcük”, büyüme odaklı gelişmenin doğal ve arzulanan bir şey olarak kabul edilmesini sorgulayan yıkıcı, sarsıcı bir terimdi. Yine bu dönemde, küçük ama azimli bir grup küçülme yanlısı, aylık “La Décroissance” dergisi etrafında toplandı. Böylece sözcük, Fransa’daki siyasi tartışmalarda yer edinmiş, hatta başarısız da olsa, bir küçülme politik partisi kurma girişimi dahi yaşanmıştı.

Günümüzde Küçülme

Bu yeni slogan-terim Fransa’dan İtalya, İspanya ve Yunanistan’a yayıldı. 2008’de İspanyol krizinden hemen önce, Katalan küçülme aktivisti Enric Duran, 39 bankadan topladığı 492.000 avro tutarındaki krediyi “kamulaştırdı” ve bazı sosyal hareketlere bağışladı. Bu şekilde İspanya’nın spekülatif kredi sistemini ve bu sistemle yaratılan hayali büyümeyi göstermek istiyordu.

2008’de Paris’te başlayan bir dizi toplantı – bilimsel konferans- sosyal forum karışımı buluşma, küçülme terimini İngilizce konuşan dünyanın kullanımına açtı. 2014’ün Eylül ayında, araştırmacı öğrenci ve aktivistlerden oluşan 3.500 kişi, “4.Uluslararası Küçülme Konferansı” için Leipzig’de buluştu. Konferansta büyüme ve iklim değişikliğinden, Kapitalizmin Gramşiyan eleştirisine farklı konularda sunumlar, 20 saatlik çalışma haftasıyla ya da bir termik santraldeki sivil itaatsizlik hareketiyle ilgili paneller ve evde ekmek yapım kursu gibi çok çeşitli etkinlik gerçekleştirildi.

Günden güne artan akademik çalışmalar, küçülmenin temel iddialarını destekliyor: Alışılagelmiş büyümenin sürmesi halinde, iklim değişikliğinin felaket boyutlara ulaşacağı, doğal kaynak kullanımının büyüme hedefinden ayrı tutulmasının ne derece mümkün olabileceği ve büyümenin sosyal ve psikolojik bedellerinin gün geçtikçe artıyor oluşu…

#Tutuklandık belgeselinin ilk bölümü yayında

MİT TIR’ları haberi nedeniyle tutuklanan gazetaciler Can Dündar ve Erdem Gül için arkadaşları “TUTUKLANDIK” başlıklı belgesel dizisine başladı. Belgeselin sosyal medya üzerinden paylaşılan beş dakikalık ilk bölümü dün (8 Aralık Salı) yayınlandı.

16

MİT Tırları haberinin yayınlanmasından gazetecilerin tutuklandığı 26 Kasım’a kadar geçen sürenin anlatıldığı “TUTUKLANDIK” belgesel serisi, Can Dündar ve Erdem Gül’ün özgürlük yolculuğunu anlatacak.

Dün yayınlanan 1. bölüm, 29 Mayıs’ta Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar imzalı ‘İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar’ isimli haber ile MİT TIR’ları hakkındaki gerçeği ortaya koyan ve 12 Haziran’da Erdem Gül’ün ‘Jandarma ‘Var’ dedi’ haberi ile MİT TIR’larındaki silahların jandarma tarafından tescillenmesini duyuran gazeteciliğin gün ve gün tutuklanmaya kadar giden öyküsünü aktarıyor.

 

(Yeşil Gazete)

[Son Dakika] Rusya’dan açıklama: “Akkuyu nükleer santrali inşaatını askıya aldık”

Reuters haber ajansına konuşan Türkiye’den yetkililer, Rus nükleer enerji şirketi Rosatom’un Akkuyu’da inşaatı devam eden nükleer santral projesini askıya aldığını söyledi. Rosatom’un 20 milyar dolar değerindeki santral projesi sözleşmesini feshetmediği, ancak projenin durdurulduğu da belirtiliyor.

42

Reuters’a bilgi veren kaynaklar sözleşmede tek taraflı fesih durumunda gündeme gelecek ağır şartlar olduğu gerekçesiyle Rosatomun askıya alma yoluna gittiğini de ifade ediyor.

Mersin’in Akkuyu bölgesinde inşaatı başlayan nükleer santral projesi için 2013 yılında Rusya’yla anlaşma imzalanmıştı. Anlaşma kapsamında Rosatom’un Akkuyu’da 4 adet 1200 megawatt gücünde reaktör inşa etmesi öngörülüyordu.

Proje kapsamında ilk reaktörün 2019’da faaliyete geçmesi bekleniyordu. Ancak santral için talep edilen ÇED raporlarının hazırlanmasının zaman alması ve Rosatom’un finansman bulma sorunları projenin hedeflenen takvimin gerisinde kalmasına yol açmıştı.

 

(BBC Türkçe, Reuters)

[İklim Zirvesi’nden İzlenimler-2] Paris’te Sonbahar: Koalisyon İklimi – Semra Cerit

Bu yazı murcir.marmara.edu.tr/ den alınmıştır

Paris sözcüğün iki anlamıyla da sıcak bir sonbahar yaşıyor. Aralık ayının neredeyse yarısını tüketmiş olmamıza karşın hava ılık. Parisliler terör saldırıları sonrası sokakta askerle yaşamaya da alışmış gibiler. Bölge yönetimi seçimlerinden aşırı sağın zaferle çıkması iç siyaseti de ısıtacak görünüyor. Ancak hararetin en yüksek olduğu yer, kuşkusuz kentin kuzeyindeki Le Buorget kasabası. Burada kurulmuş steril konferans salonlarında 200’e yakın devlet Gezegenin geleceğini müzakere ediyor. Evet müzakere devletler arasında ama konusu yerküre, aslında daha doğru söyleyişle yeri göğü, bitkileri hayvanları, havası suyu ile yaşam. Yeryüzü ile müzakere edilemeyeceğini düşünüp bu işte bir terslik olmalı diyenlere, devletlerin Yeryüzünün suyuna gitmektense 25 yıldır ısrarla bu yolu denemekten vazgeçmediğini hatırlatmakla yetinelim.

Ancak Paris’te başka bir şey daha oluyor: Koalisyonlar kuruluyor. Başka bir deyişle, Türkiye’den gelenlerin artık neredeyse hatırlamadığı ama özellikle gençlerin pek aşina olmadıkları bir siyaset tarzı işliyor. BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin her bir Taraflar Konferansı (COP) kendine özgü siyaset tarzıyla hatırlanır. Her bir COP biraz da ev sahibi ülkenin siyasal, diplomatik geleneğinin yansıması olarak ayrı bir tarz içinde şekillenir, işler. Müzakere tarzı Konferansların mantrası haline de gelir. Örneğin 2011’de Durban’da toplanan ve Afrika COP’u olarak kurgulanan 17. Taraflar Konferansı’nın tarz-ı siyasetini Zulu dilinde istişare, katılma, ortaklaşma ve birlikte karar alma anlamlarına gelen indaba geleneği belirlemişti. Yerel müştereklerle ilgili bir karar alma tarzı olan indaba, küresel müşterek olan atmosferin (iklim sisteminin) korunması amacıyla uluslararası siyasete uygulanmış; nihayetinde devletler zor da olsa “evrensel” bir anlaşmayla sonuçlanmak üzere müzakerelere yeniden başlama konusunda oydaşmıştı.

Paris’in mantrası ise koalisyon. Buna ittifak, kulüp, birlik terimlerini de ekleyebiliriz. COP21’in koalisyonlar ve ittifaklarla anılacağına kuşku yok. Üstelik uluslararası düzeyde alışılagelmiş işbirliklerinden farklı olarak, bu koalisyonlar farklı ölçeklerde, farklı bileşimlerle çıkıyor karşımıza. Fransız siyasal geleneğine yabancı olmasa da, bu sefer COP21’i koalisyon konferansı haline getiren tek başına ev sahibi ülkenin doğrudan etkisi değil, uluslararası dinamikler oldu. Bu dinamikleri de kabaca iki grupta ele almak mümkün. Dinamiklerden ilki, iklim değişikliği ile mücadelenin zeminini genişletmek, katılımcılarını çoğaltmak ve azaltım ve uyum eylemlerini yaygınlaştırmak, bu alandaki işbirliğini güçlendirmek ve desteklemek amaçlı girişimler. Kentler, yerel ve bölgesel yönetimlerin yıllardır çeşitli ağ, koalisyon ve ortaklıklar içinde süregelen eylemlerini ve iklim diplomasilerini bu bağlamda değerlendirmek yanlış olmaz. Diğer dinamik ise Kopenhag’dan bu yana baskın hale gelen küresel iklim değişikliği sorununu çok-taraflı, bağlayıcı, yukarıdan aşağı uluslararası önlemler yerine, istekli tarafların gönüllü eylemlerine bırakma yanlısı söylem. Neoliberal anlayış içinden yükselen bu söylemin taraftarlarına göre, çok büyük ve karmaşık bir sorun olan küresel iklim değişikliği ile başa çıkmanın en uygun yolu, sorunu parçalara ayırıp, her bir boyutunu kamusal, özel ya da sivil istekli aktörlerin gönüllü işbirliğine bırakmak. İlk olmasa da ikinci en iyi yol olan bu “istekli/gönüllü koalisyonları”, uzun vadede küresel işbirliği çatısı altında eşgüdümlenebilir. Diyalog, öğrenme ve deneyim paylaşımı platformu sağlayan bu ortaklıklar, bağlayıcı uluslararası anlaşma altına girmekten sakınan aktörlerin yaptırım baskısı olmadan zaman içinde daha hırslı ve kapsamlı iklim değişikliği önlemleri benimsemeleri için özendirici olabilir. Ufukta çok taraflı bağlayıcı bir anlaşma görülmediğinden, varolan iklim rejimi zaten çok parçalı ve saçaklanmış bir hale geldiğinden, devletlerin ilgi ve çabalarını bu yöne çevirmeleri daha etkili bir yoldur. İlerlemeyen BM kervanında vakit kaybetmektense, büyük emisyon oranlarına, yüksek azaltım kapasitesine ve eylem iradesine sahip az sayıda aktörün biraraya geldiği küçük bir grupla daha fazla ve hızlı yol alınabilir. Başta ABD olmak üzere çeşitli devletlerin öncülük ettiği bu türden kulüplere örnek olarak İklim ve Temiz Hava Koalisyonu (Climate and Clean Air Coalition-CCAC) (1) gösterilebilir. Kısa ömürlü iklim kirleticileriyle mücadele amacıyla oluşturulan bu koalisyon gerek katılımcıları gerekse kuruluş amacı bakımından tipik bir örnektir. Koalisyon, başlıca sera gazı olan karbondioksit yerine daha düşük maliyetle azaltılabilen gazlara ve temiz hava gibi yan faydalara odaklanarak, “ürkütmeyen” bir iklim politikası eylemi sunmaktadır. Sayıları giderek artan koalisyonların bir bölümü eylem değil diyalog esaslı iken, kimisi de yapar gibi görünerek aslında vitrin süslemekte, başka bir deyişle görüntüyü kurtarmaktadır.

Arkasına aldığı koalisyon rüzgarıyla açılan Paris Konferansı daha ilk saatlerinde yeni bir ittifakın ilanına tanıklık etti. Ulusal katkı beyanında (INDC) ağırlığı güneş enerjisi hedefine veren Hindistan, aylardır sürdürdüğü kampanyasına Fransız heyetinin ziyareti sırasında aldığı desteğin ardından G20’de açıkladığı Güneş Koalisyonu niyetini Paris’te somutlaştırdı. Uluslararası Güneş İttifakı Hindistan ve Fransa inisiyatifi olarak 120 ülkenin desteğiyle 30 Kasım’da kuruldu (2). Paris Konferansı sırasında duyurulan çok sayıda koalisyondan biri de AB tarafından başlatıldı. Yerel yönetimlerin ve kentlerin iklim eylemlerini destekleyen AB, Başkanlar Anlaşmasını (Covenant of Mayors) Birlik ve bölge ötesine taşıyan Küresel Başkanlar İttifakı’nın (3) kuruluşunu 8 Aralık’ta Kentler Gününe denk getirerek açıkladı. AB söz konusu İttifak üzerinden kentler arasında işbirliğini kolaylaştırmanın ötesinde Akdeniz, Asya, Afrika ve Latin Amerika kentlerinin uygulayacağı iklim değişikliği önlemlerine mali destek sağlamayı da vadettiğinden girişimin yerel yönetimlerin kapasitesini artırıcı etkisini ayrıca ele almak gerekir.

COP21 boyunca kurulan ve kurulacak koalisyonların emisyon ve adaptasyon açığını kapatmaya yetip yetmeyeceğini önümüzdeki yıllar gösterecek. Ancak, iyi niyetle ve kararlılıkla hayata geçirilmiş ve uygulanıyor dahi olsalar, bu tür çabalar genel olarak güvenilir bir hesaplama, raporlama ve doğrulama sisteminden yoksun olduklarından, ayrıca süreklilikleri katılımcılarının istek ve iradesine bağlı olduğundan, etkilerini sağlıklı olarak ölçmek mümkün olamamaktadır. Bu bakımdan, bu tür girişimlerin uluslararası anlaşmalarla hükme bağlanmış önlemlerin yerini tutmayacağını, ancak onları tamamlayıcı bir rollerinin bulunduğunu akılda tutmak gerekir. Daha da önemlisi, bu tür girişimler devletler tarafından kendi sorumluluklarından sıyrılma,  görevi devlet dışı aktörlere doğru yayma ve nihayetinde yükü onlarla paylaşma arayışının aracı olarak kullanılabilmektedir. 2002 Johannesburg Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’yla dolaşıma sokulan “ortaklık” anlayışı devletlerin sorumluluk ve  ödevlerini devlet dışı aktörlerle paylaşma çabasına zemin kazandırmıştır. İklim değişikliği bağlamında da ABD ve Kanada’nın federal düzeydeki politikasızlıklarını ulus-altı yönetimlerin eylem ve azaltım önlemleriyle kapatma çabası bilinmektedir.

Resmi müzakerelerin marjında kurulan, gelişen; kimi ona rakip kimi tamamlayıcı olan bu yeni ittifaklar iklim politikasına yeni bir dinamik getirse de aslında uluslararası iklim rejiminin koalisyonlar üzerinden yürüdüğü bilinmektedir. Zira, şimdiye kadar olduğu gibi Paris anlaşmasına dönük müzakereler de gerek resmi BM grupları içinde gerek Taraf ülkelerin çıkar birliği/benzerliği etrafında oluşturduğu enformel gruplar/koalisyonlar arasındaki pazarlıklarla şekillenmekte. Uzunca bir süre AB, Şemsiye Grubu, G77-Çin, AOSIS, EIG gibi az sayıda yerleşik koalisyonun belirgin bir rol oynadığı iklim rejimi 2007’den sonra farklılaşan ve ayrılan çıkarlar ve öncelikler ekseninde yeni grupların doğuşuna tanıklık etti. BASIC, AILAC ve LMDCs bu yeni gruplar arasında pozisyon ve müzakere tarzı açısından yeniden gruplaşmanın en çarpıcı örnekleri olarak öne çıktı.

İşte Paris COP21 bu yerleşik ittifak tablosuna yeni bir değişken daha eklemesi açısından da bir koalisyon konferansı olarak anılacaktır. Öyle ki, Paris benzeşen ulusal çıkarlar etrafında biraraya gelen müzakere koalisyonları olgusuna, doğrudan belli sorunlar ve amaçlar doğrultusunda yakınlaşan, ortak zemin arayan yeni bir koalisyon türünün doğuşuna sahne olmakta. Aslında, yeni bir anlaşmanın kabul edilebilmesi ve olası anlaşmanın belli niteliklere sahip olması arayışının ürünü olan bu koalisyonları diğerlerinden ayıran ise yakınlaştırdığı grupların farklılığı. İklim rejiminin tarihinde kritik dönemeçlerde bu tür yakınlaşma ve işbirlikleri görülmüş olsa da bu sefer yeni olan daha önce hiç yanyana durmamış ülkelerin belli amaçlarla birlikte hareket etme eğilimi sergilemesi. Konferans yaklaşırken doğan oluşumlardan ilki en kırılgan ülkelerin oluşturduğu V20 idi. İklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden en fazla etkilenecek ülkeleri biraraya getiren Kırılgan Ülkeler Forumu (Climate Vulnerable Forum-VCF) bakanlar düzeyinde bir toplantıyla kurulmuştu. Paris anlaşması müzakerelerini yürüten ADP’nin Ekim oturumu sırasında kuruluşu açıklanan 1.5 Derece ittifakı (4) ise VCF içindekilerin de katıldığı daha geniş bir grup tarafından başlatılmıştı. Yeni anlaşmanın sıcaklık artışını 1.5 derecede durdurmayı amaçlamasını talep eden, anlaşma ve kararda düzenlenecek hedef, ulusal katkılar, sentez raporunun güncellenmesi ve gözden geçirmeyle ilgili diğer kuralların bu amaca uygun biçimde formüle edilmesini isteyen ittifakın destekçi sayısı her geçen gün artmakta. 8 Aralık itibariyle 100’den fazla devlet ve yüzlerce sivil toplum örgütünün desteğini kazanan kampanyanın Paris Konferansı’nın gündemini şekillendirdiğini ve müzakerelerin yönünü değiştirdiğini söylemek yanlış olmaz. Kanada, AB ülkeleri, AILAC grubu üyeleri dahil çok sayıda Taraf ülkenin desteğini alan 1.5 Derece ittifakı ortaklarının müzakere önceliklerine en büyük itiraz ise LMDC Grubundan gelmekte.

1.5 derece kampanyasından da büyük ölçüde etkilenen, ancak bazı Taraf devletlerin gayri resmi olarak ve gizlilik içinde aylar öncesinden bu yana sürdürdüğü görüşmelerde şekillendiği anlaşılan başka bir oluşum ise “yüksek kararlılık/hırs ittifakı” (5) adıyla duyuruldu. Ortaya çıkmak için “en fazla etkiyi yaratabileceği anı beklediği” belirtilen İttifakın amacının Paris Konferansının bağlayıcı, bilimsel bulgular doğrultusunda açıkça tanımlanmış uzun vadeli hedefler içeren, ülkelerin hedeflerinin beş yılda bir gözden geçirildiği ve sağlam bir mekanizmayla izlendiği bir anlaşma ile sonuçlanması olduğu anlaşılıyor. Küçük Ada Devletleri, En Az Gelişmiş Ülkeler, AILAC ülkeleri ile AB ve ABD’nin de içinde olduğu belirtilen grubun diğerlerinden ayrılan yanı kuşkusuz ABD’nin varlığı. AB’nin anılan diğer ülkelerle işbirliği yapması alışılmış ve hatta beklenen bir durumken, ABD’nin genellikle bu grupların yanında yer almadığı biliniyor. Şimdilik ittifakın niteliği hakkında daha fazla bilgiye ihtiyaç olmakla birlikte, bazı Tarafların Paris Konferansının Kopenhag’la benzer bir sonu paylaşmamasını sağlamak adına çaba gösterdiği gözleniyor. Ancak anılan ittifak bağlamında şimdilik temkinli değerlendirme yapma ihtiyacı da bulunmakta. AB ve ABD’nin rejimi esnek, dinamik ve evrilen bir yapıya kavuşturmayı arzuladıkları bilindiğinden, bağlayıcı da olsa bu ittifak çerçevesinde savundukları anlaşmanın diğer özelliklerini de dikkate almak gerekir. Çin ve Hindistan gibi ülkelerin içinde yer almaması da ittifakın paylaştığı çıkarların diğer gruplardan ayrıldığının işareti olarak görülebilir.

Resmi takvimine göre Konferansın son üç gününe girilirken kalan sürede başka ittifakların sahne alıp almayacağını, bu ittifakların sonucu ne ölçüde ve yönde etkileyeceğini kestirmek henüz güç. Fakat Paris Konferansının iklim rejiminin tarihinde bırakacağı izin beklenen anlaşma kadar, yarattığı ittifaklar/koalisyonlar olduğu söylenebilir. Bugün itibariyle asıl merak konusu ise, varolanlar kadar bu yeni ittifakların öğle saatlerinde açıklanacak “yeni ve temiz” müzakere metnine göstereceği tepki.

COP başkanı Fabius, Paris Komitesi’nin 8 Aralık akşamki ikinci oturumunda danışma sürecini yürüten bakanların anahtar müzakere başlıkları hakkındaki bildirimlerini dinledikten sonra, müzakerelerin Çarşamba’dan itibaren yeni bir aşamaya geçeceğini duyurdu. Buna göre, Paris Komitesi, Tarafların bir önceki akşam dile getirdikleri metin temelli müzakereye dönülmesi çağrısı da dikkate alınarak, 9 Aralık günü “hazırlık müzakereleri”ne başlayacak. Müzakereler bakanlarca yürütülen danışma toplantılarının çıktılarının da yansıtıldığı COP’a devredilen ADP taslağı üzerinden sürecek. Hazırlık müzakerelerinin, Taraflara saat 13:00’te yayımlanacak yeni taslağı incelemeleri için verilecek sürenin ardından, akşam 17:00’de başlaması öngörülüyor. Yine Tarafların talebi doğrultusunda, müzakere metni ekrana yansıtılarak değişiklikleri izlemeleri sağlanacak. Komite çalışmasını akşam saatleri boyunca sürdürecek. Çalışma yöntemi günlük olarak belirlense de, komite toplantısındaki beyanları müzakere gruplarının sürece ve yönteme duydukları güveni gösteriyor. Dolayısıyla, bu hafta Paris Komitesi olarak çalışan Taraflar Konferansının kendisi de şimdilik gevşek ve kırılgan bir koalisyon özelliği sergiliyor.

 

(1) http://www.ccacoalition.org/en

(2) http://newsroom.unfccc.int/clean-energy/international-solar-energy-alliance-launched-at-cop21/

(3) http://af.reuters.com/article/idAFL8N13X1PC20151208

(4) http://www.1o5c.org

(5) http://www.theguardian.com/environment/2015/dec/08/coalition-paris-push-for-binding-ambitious-climate-change-deal

 

Bu yazı murcir.marmara.edu.tr/ den alınmıştır

40-Semra-Cerit

 

Semra Cerit

Paris, 9 Aralık 2015

Mahkemeden “Yeşil Yol”un yürütmesi durduruldu müjdesi!

Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, doğa katliamına neden olacak, Karadeniz’in yaylalarını birbirine bağlayarak ranta açmayı planlayan “Yeşil Yol” projesinin yürütmesini durdurdu.

39

Cumhuriyet Gazetesi’nden Alican Uludağ’ın haberine göre Danıştay, doğa katliamına neden olacak Yeşil Yol projesiyle ilgili tartışmalara son noktayı koydu. TEMA Vakfı’nın Çevre ve Şehirçilik Bakanlığı’nın “Ordu-Trabzon-Rize-Giresun-Gümüşhane-Artvin Planlama Bölgesi 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı”nına açtığı dava, Danıştay’ın en üst organı olan İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun önüne geldi. İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun, 15 Ekim 2015 tarihinde oy çokluğuyla planının yürütmesinin durdurduğu öğrenildi. Kararda, projenin hukuka uyarlık bulunmadğı anlatıldı.

Yeşil Yol projesi, 2 bin 600 kilometre uzunluğundaki Karadeniz’in yaylalarını birbirine bağlama adı altında uygulamaya sokuldu. Ancak bölge halkı, yol projesiyle ağaçların kesileceğini, doğanın katledileceğini, araç trafiği ile yaylalarının eko-sisteminin zarar göreceği ve bölgenin ranta açılacağı gerekçeleriyle projeye karşı çıktı.

Yeşil Yol”a karşı başlatılan mücadelenin simge ismi ise Rabia Ana oldu. Samistal Yaylası’nda süren yol çalışmasını protesto eden grup arasında yer alan Rabia Bekar, “Yaylaların yolu birleşmeyecek. Kesinlikle istemiyoruz. Vali bize çapulcu diyor. Biz çocukluğumuzdan beri burada yaşıyoruz. Vali, Kaymakam kimdir? Ben, ben, ben, halkım ben‘” diye isyan etmişti.

 

(Cumhuriyet, Cihan Haber Ajansı)

Doğruluk Payı, “Çevre ve Şehircilik Bakanının Paris konuşması gerçekleri yansıtmıyor”

Paris İklim Zirvesi’nde Pazartesi günü (7 Aralık) bir konuşma yapan Çevre ve Şehircilik Bakanı Fatma Güldemet Sarı‘nın ifadeleri Doğruluk Payı tarafından değerlendirildi ve bakanın açıklamaları hatalı bulundu.

38

Bakan Sarı, konuşmasında aynı zamanda Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadele için Birleşmiş Milletlere teslim ettiği Ulusal Katkı Niyet Beyanı’nın gerekçelendirmesini yaparken “Ekonomik olarak yılda ortalama yüzde 5 büyüyen ve enerji talebi her yıl yüzde 6 artan Türkiye’nin bu kadar iddialı bir hedef vermiş olması iklim değişikliği ile mücadeleye vermiş olduğu önemi göstermektedir” demişti.

https://youtu.be/C_Gc7ErPq48

Siyasilerin doğrunabilir, sayılara dayalı söylemlerini analiz eden Doğruluk Payı ise Bakan’ın verdiği bu rakamların hatalı olduğunu iddia eden bir analiz yayınladı.

 

Doğruluk Payı’nın yaptığı analize göre 2000-2013 yılları arasında enerji talebimiz yüzde 3.8 artarken, aynı yıllarda ekonomimiz ise yüzde 4.4 büyüdü. Bu yüzden Doğruluk Payı, Bakan konuşmasını hatalı buldu.

36

Doğruluk Payı, analizinde Bakan Fatma Güldemet Sarı’nın, 2030 yılında (hiçbir azaltım önlemi alınmadan hazırlanmış) referans senaryoya göre emisyon oranını yüzde 21 oranında azaltmayı hedefleyen Türkiye’nin bu hedefi belirlediği süreçte yıllık enerji talebinin yüzde 6 oranında arttığını, ekonomik büyümesinin ise yüzde 5 olduğunu iddia ettiğini belirttikten sonra bu iddiayı Uluslararası Enerji Ajansı’ndan (IEA) ulaştığımız bilgilerle kıyasladıklarını ifade etti. Bu kıyaslamanın ardından ise şun açıklamayı yaptı, “İklim politikalarının uzun yıllar neticesinde hazırlandığını hesaba katarak 2000 yılını başlangıç olarak seçtik. IEA’nın verileri Türkiye’deki nihai enerji tüketimin 2000-2013 yılları arasında yıllık ortalama yüzde 3,8 oranında arttığını gösteriyor. IEA’nın sitesinde 2014 ve 2015 yıllarına dair veriler yok. Ancak enerji talebinin bakan Sarı tarafından iddia edildiği gibi yüzde 6 oranında artmış olması için 2014-2015 yıllarında ortalama olarak yüzde 21 civarında bir artış olması beklenirdi ancak bu kadar kısa sürede böylesi bir artış mümkün değil.”

37

Doğruluk Payı analizini, “Sonuç olarak Çevre ve Şehircilik Bakanı Fatma Güldemet Sarı’nın iddiasında enerji talebindeki artış miktarı açısından fazlasıyla abartı varken, ekonomik büyüme açısından resmi rakamlara yakın olması nedeniyle büyük ölçüde doğruluk payı yoktur.” şeklinde noktaladı

Çevre ve Şehircilik Bakanı Fatma Güldemet Sarı’nın COP21 Paris İklim Zirvesi’nde yaptığı konuşmaya dair Doğruluk Payı tarafından yapılan analizin detayına bu link üzerinden erişim mümkün.

 

(Yeşil Gazete)

 

 

“İklim Değişikliğinin Türler Üzerindeki Etkisi” raporu yayınlandı

WWF’in iklim değişikliğinin türler üzerindeki etkilerine dikkat çeken yeni raporu, aralarında Türkiye’de bulunan yeşil deniz kaplumbağasının da bulunduğu 10 türe dikkat çekiliyor.

34

Küresel iklim değişikliğini durdurmak için Paris’te görüşmeler devam ediyor. Kuraklıklar, seller, sıcak hava dalgaları gibi hava olaylarının şiddet ve sıklığını arttıracak iklim değişikliği, dünyada yaşayan tüm türlerin geleceğini de tehdit ediyor. WWF tarafından hazırlanan‘İklim Değişikliğinin Türler Üzerindeki Etkisi’ adlı rapor, bu etkileri göstermek için iklim değişikliğinin etkilediği 10 önemli türü mercek altına alıyor. Risk altındaki türler arasında panda, kutup ayısı, orangutan gibi besin piramidinin yukarısında yer alan türlerin yanı sıra, WWF-Türkiye’nin korumak için yıllardır etkili bir program yürüttüğü yeşil deniz kaplumbağaları da yer alıyor. Raporun sürprizi ise ‘insan’ın da bu 10 tür içerisinde yer alması.

35WWF-Türkiye Doğa Koruma Müdürü Sedat Kalem, “İklim değişikliği sadece insanı değil etrafımızdaki canlı yaşamı da etkiliyor. Orman yangınlarının artması başta tehlike altındaki türler olmak üzere ormana bağımlı yaşayan bütün canlılar için çemberin daralması anlamına gelirken, denizlerdeki su sıcaklığının artması da en küçük balıklardan balinalara kadar denizel türlerin besin (plankton) yetersizliği ile azalmasına, dağlar ve stepler üzerindeki bitki topluluklarının yatay ve dikey yayılış alanlarının küçülmesine yol açacak. Deniz kaplumbağalarının yuva sıcaklıklarındaki 1 derecelik artış sonucu erkek birey sayısının azalması türün üreme becerisini düşürerek gezegenimiz üzerindeki varlığını daha da zorlaştıracak. Canlı türleri ve doğal yaşam ortamlarının yok olduğu bir dünyada insanın var olması düşünülemez” dedi.

İklim Değişikliğinin Türler Üzerindeki Etkisi” raporuna ulaşmak için bu bağlantıya tıklayınız.

 

(Yeşil Gazete)

İklim aktivistlerinden Paris’teki Türkiye Resmi Delegasyonu’na açık çağrı!

Türkiye’den iklim zirvesini Paris’te takip eden Ekoloji Kollektifi, Heinrich Böll Stiftung Derneği, İklim İçin Kampanyası, Kadıköy Bilim Kültür ve Sanat Dostları Derneği, TEMA Vakfı, Yeryüzü Derneği, Yeşil Düşünce Derneği ve WWF Türkiye; Türkiye Resmi Delegasyonu’na açık çağrı yaptı. Zirvenin bitmesine üç gün kala yapılan bu çağrı, Türkiye’yi yeni iklim rejimi kurulurken, kendisine düşen sorumluluğu yerine getirmeye davet ediyor.

Türkiye Resmi Delegasyonu’na yapılan çağrının tam metni şu şekilde;

33

“İnsan kaynaklı iklim değişikliği ile küresel çapta mücadele edilebilmesi amacı ile Paris’te düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) 21. Taraflar Konferansı’na (COP 21) katılım sağlayan ve aşağıda imzası bulunan sivil toplum kuruluşları olarak Türkiye’nin daha cesur, tutarlı, bütünsel, bilim temelli, katılımcı ve  iklim değişikliğiyle mücadelede kendi payına düşen sorumluluğu yerine getirmeyi hedefleyen bir iklim değişikliği politikasına sahip olması gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’yi bu bağlamda, iklim değişikliği, çevre, enerji ve kalkınma başta olmak üzere politikalarını katılımcı ve şeffaf şekilde gözden geçirmeye davet etmekteyiz.

Müzakereler devam ederken, Türkiye 2020 yılında gerçekleştirilecek ve Paris’te üzerinde uzlaşılması muhtemel anlaşmanın yürürlüğe gireceği zirve olacak 26. Taraflar Toplantısı’nı (COP 26) düzenleme isteğini en yetkili ağızdan dile getirdi.  Türkiye’nin bu süreçte, pozisyonunu aşağıdaki maddeler doğrultusunda güncellemesinin iklim değişikliği ile gerçekçi ve etkin mücadele için yerinde, kendi geleceği için ise sosyal, ekonomik ve çevresel tüm açılardan faydalı olacağına inanıyoruz. Türkiye’nin iklim müzakerelerinde yalnızca kendisini doğrudan ilgilendiren konuların yanı sıra, anlaşmanın ruhuna uygun düşecek şekilde tüm maddelerle ilgili pozisyonunu açık şekilde paylaşması ve yapıcı öneriler geliştirmesi için hala zaman var.

Bu nedenle Türkiye’yi:

  • 2050 yılı itibariyle küresel ekonominin mutlak olarak karbonsuzlaştırılması hedefinin anlaşma metninde yer almasının desteklenmesi ve ulusal olarak da böyle bir hedef benimsenmesi yönünde duruş sergilemeye,
  • Müzakereler kapsamında sıcaklık artışını belirli bir üst limitin altında tutmaya çalışma amacının sayısal olarak ifade edildiği “uzun erimli hedef” bağlamında birçok canlı türünü ve ülkelerin geleceğini tehlikeye atmamak adına 1,5 °C  anlaşma metninde yer almasını desteklemeye,
  • Uzun dönemli hedefle uyumlu olarak, Türkiye’de 2050 yılı itibari ile %100 yenilenebilir enerji hedefini benimsemeye ve bunu kamuoyu ile paylaşmaya,
  • İklim değişikliği ile mücadele ve uyumla ilgili olarak, ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar doğrultusunda ulusal bir bütçe ayırmaya; halihazırdaki uluslararası finansman mekanizmalarına ülke olarak katkıda bulunmaya; Türkiye’nin bu mekanizmalarla koordinasyonunu sağlamak üzere odak noktası oluşturmaya,
  • Müzakere belgesi taslağında yer alan insan hakları, gıda egemenliği, toplumsal cinsiyet, iklim göçmenleri gibi iklim politikasının oluşturulması ve uygulanmasında kritik önem taşıyan konuların müzakere metninde kalması için desteğini devam ettirmeye,
  • Müzakereler kapsamında ulusal katkıların (INDC’lerin), uzun erimli hedefe ulaşılabilmesi ile ilgili son bilimsel analizler (Emissions Gap, 2013-2015 Review ve SED raporları) dikkate alınarak zaman kaybetmeden (2018 yılı itibariyle) gözden geçirilmesi doğrultusunda çağrı yapmaya; yeni anlaşma yürürlüğe girdikten sonra da ulusal katkıların belirli aralıklarla (en fazla 5 yılda bir) güncellenmesi ve artırılmasını desteklemeye,
  • Eylül ayında BMİDÇS’ye sunulan Ulusal Katkı Niyet Beyanı’nı (INDC) iklim değişikliğindeki tarihsel sorumluluğu, 1990-2015 sürecindeki sera gazı emisyon artış eğilimleri ile 1,5 °C ve uzun erimli karbondan arınma hedeflerini de göz önüne alarak şeffaf ve katılımcı bir süreçle 2018 yılına dek güncellemeye; bu doğrultuda bir net azaltım hedefi, emisyon yoğunluğunda düşüş hedefi ve emisyonların tepe noktası yapacağı yıl (peak year) hedefini belirleyerek kamuoyu ile paylaşmaya,
  • Taslak müzakere metninde tartışılan “uluslararası havacılık ve denizcilik” sektörlerinin de emisyon azaltım hedefleri alacak şekilde yeni anlaşmaya dahil edilmesini savunmaya,
  • Türkiye’nin mevcut ulusal katkı beyanında yer verilmeyen iklim değişikliğine uyumla ilgili kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini somutlaştırmaya ve resmi belgeye dahil etmeye; bu hedefleri belirlerken özelikle iklim değişikliğinin etkilerine sosyo-ekonomik hassasiyeti yüksek yoksul sosyal grupların, tarımda küçük aile işletmelerinin ve kırılgan ekosistemlerin uyum kapasitelerinin artırılmasının önceliklendirilmesine,
  • 2020 öncesi eylem kararlılığı ve Paris Kararı bağlamında devlet dışı aktörlerin (yerel yönetimler, sivil toplum, özel sektör, akademi, sosyal hareketler, vb) iklim değişikliği ile mücadeleye yönelik attığı adımların devletin sorumluluklarından feragat etmeyecek, sistematik ve dahil edici şekilde tanımaya ve devlet politikalarına entegre etmeye,
  • Güçlü ve etkili bir şeffaflık ve uygunluk mekanizması kurulması yönünde duruş sergilemeye davet ediyoruz.

Türkiye müzakere heyeti ve kamuoyunun dikkatine saygılarımızla  sunarız.

Ekoloji Kolektifi Derneği, Heinrich Boell Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği, “İklim İçin” Kampanyası, Kadıköy Bilim Kültür ve Sanat Dostları Derneği, TEMA Vakfı, Yeryüzü Derneği, Yeşil Düşünce Derneği, WWF-Türkiye”

 

(Yeşil Gazete)