Ana Sayfa Blog Sayfa 310

AMİD’den çevre ve iklim değişikliği dersini verecek öğretmenlere çağrı

Alternatif Medya ve İletişim Derneği, hak temelli iklim eğitimini geliştirme projesi kapsamında, okullarda müfredata alınan ‘Çevre ve İklim Değişikliği’ dersini verecek öğretmenlere yönelik bir atölye çalışması başlatıyor.

Sabancı Vakfı’yla ortak yürütülen ve “İklim Krizi ile Mücadele için Hak Temelli Yaygın Eğitimi Geliştirme Projesi” başlığını taşıyan projeyle, öğretmenlerin iklim değişikliği ve ekoloji alanındaki güncel sorunları ve çözümleri takip etmesi,  müfredat için birlikte bilimsel bilgi üretilmesi ve bunların öğrencilere aktarılması aşamasında katkı sağlanması amaçlanıyor.

BM Genel Kurulu, 28 Temmuz 2022’de tarihi bir karar alarak temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevreye erişimin evrensel bir insan hakkı” olduğunu ilan etmişti. Bundan kısa süre sonra Çevre ve İklim Değişikliği Dersi, Milli Eğitim müfredatına alındı; 2022-2023 eğitim öğretim yılından itibaren ortaokul 6, 7 veya 8. sınıflarda, haftada 2 saat, toplamda 72 saat seçmeli ders olarak okutulmasına karar verildi.

İlk atölye 25 Kasım’da: İhtiyaç belirleme ve ağ kurma

Bu dersi verecek öğretmenlerle birlikte eğitim materyallerinin hazırlanmasını ve müfredata katkı sağlayacak planlamalar yapılmasını içeren atölyelerin ilki “İhtiyaç Belirleme ve Ağ Kurma Toplantısı” olacak.

25 Kasım Cumartesi günü gerçekleşecek bu ilk toplantıda, dersi 2023-2024 eğitim öğretim döneminde veren öğretmenlerle bir araya gelinecek, ihtiyaçları belirlenecek ve Türkiye’nin alanında en önemli uzmanları mevcut bir durum raporu hazırlayarak yol haritası oluşturacak.

Atölye için çağrı metni şöyle:

“Çevre Eğitimi ve İklim Değişikliği Dersi Öğretmenleriyle Bir Araya Geliyoruz!

Alternatif Medya ve İletişim Derneği olarak Sabancı Vakfı ile ortak yürüttüğümüz projemiz kapsamında 6., 7. ve 8. sınıf seviyelerinde 2023-2024 eğitim-öğretim döneminde “Çevre Eğitimi ve İklim Değişikliği” dersi veren öğretmenlerimizle bir araya geliyoruz. Sizlerden öğrenmek ve deneyim paylaşımı yapmak amacıyla 25 Kasım Cumartesi günü saat 12.00’de çevrimiçi olan buluşmamıza katılmak için aşağıdaki kayıt formunu 23 Kasım tarihine kadar doldurabilirsiniz.

Atölyemiz kontenjanla sınırlıdır.

Kayıt için buraya tıklayabilirsiniz.

Çeşme Turizm Projesi’ne mahkemeden ret: Kamu yararına aykırı

Çeşme Yarımada Turizm Projesi için İl Toprak Koruma Kurulunun 4800 hektarlık alan için verdiği izne karşı Ziraat Mühendisleri Odası tarafından açılan dava sonuçlandı. Toprak Koruma Kurulu’nun verdiği izin, iptal edildi.  Mahkeme kararında imara konu olan alanın “büyük ölçüde doğal özellikleri ile korunmuş” olduğuna dikkat çekerek imar planı ile bölgenin yapılaşmaya/gelişmeye açılmasına yönelik düzenlemenin kamu yararına olmayacağı bildirildi.

Ziraat Mühendisleri Odası, davayı söz konusu arazinin tarım dışı kullanıma açılmasının Anayasa‘ya aykırı olduğuna, Tarım ve Orman Bakanlığı ile İzmir Valiliğinin mutlak tarım arazisini yapılaşmaya açarak kanunun kendilerine yüklediği görevleri yerine getirmediği gerekçelerine işaret ederek açmıştı.

Projeden bir görsel

Dava dosyasında mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ile sulu tarım arazilerinin tarımsal üretim amacı dışında kullanılamayacağı vurgulandı. Ayrıca İzmir-Manisa Planlama Bölgesi 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı’nda ve 1/25.000 ölçekli Nazım İmar Planı‘nda tarım alanlarının mutlak korunması gereken alanlar olarak belirlendiği hatırlatıldı. Ek olarak üst ölçekli planlara aykırı bir şekilde yapılacak küçük ölçekli planlar için tarım dışına çıkarma kararı alınmış olmasının imar mevzuatına aykırı olduğu belirtildi.

İzmir 7. İdare Mahkemesi‘nce verilen kararda bilirkişi raporuna işaret edilerek hukuksuz olduğu belirtildi:

  • “[…] dava konusu alanın büyük çoğunluğunun marjinal tarım arazisi olduğu ve tarımda kullanımı mümkün olmayan ham toprak olarak adlandırılan ve tarım yapılmamış V-VII sınıf arazileri içerdiği dava konusu alanın büyük bir bölümünün dava konusu işlemle uyumlu olduğu,
  • dava konusu düzenleme ile 698,0519 hektar alan Marjinal Tarım Alanı olarak tanımlanmış olduğu ve bu alanlara ilişkin Tarım Dışı Kullanım İzni verildiği, bu parselleri de içeren alanın genel olarak eğimli ve taşlık bir yapıya ve bölgeye özgü doğal bitki örtüsüne sahip olduğu,
  • alan üzerinde halihazırda tarımsal faaliyetin bulunmadığı görülmekle birlikte, 4.826,30 hektarlık büyüklükte ve mevcutta büyük ölçüde doğal özellikleri ile korunmuş alanda imar planı ile bölgenin yapılaşmaya/gelişmeye açılmasına yönelik düzenlemenin kamu yararına olmayacağı,
  • bölgedeki koruma/kullanma dengesini olumsuz etkileyeceği,
  • mevcutta yüksek kapasitede turizm kullanımına sahip bölgede yeni turizm alanı gereksinimi ile alternatif alan bulunmadığı gerekçe gösterilerek zaten sınırlı olan tarım alanlarının kullanıma açılmasının planlama ilke ve esaslarına uygun olmayacağı,
  • Zeytineli yerleşiminin önemli tarımsal alanlarını içeren bölgeye bitişik olarak ve bu alanı kuşatacak şekilde yapılacak uygulamaların tarımsal alanı ve bu tarım alanın bütünlüğünü olumsuz etkileyeceği,
  • tarım dışı kullanımı uygun görülen marjinal tarım alanlarının imara açılarak kullanımının, tarım alanları yanı sıra koruma statüsüne sahip diğer doğal ve kültürel alanları da (orman alanları, sit alanları, Akdeniz foku yaşam alanları gibi) olumsuz etkileyeceği,
  • tarım alanlarına yönelik geliştirilen plan kararlarının bütünlüğünü bozacağı,
  • davaya konusu işleme dayanak teşkil eden alan içinde bazı alanların özellikle ‘tarla’ vasfında oldukları ve ‘derin toprak yapısına sahip‘ alanlar olduğu,
  • sulama tesis ve alt yapısının bulunmamasına rağmen tek yıllık yağışa bağlı tek yıllık tarımsal ürünlerin yetiştirilmesinin mümkün olduğu, bu nedenle de ‘özel ürün arazisi‘ vasfında olması nedeni ile tarım dışı kullanımlarda kullanımının mümkün olmadığı,
  • alanın imara açılmasının toprağın koruma, kullanma dengesine ve kamu yararına uygun olmadığından dava konusu alanın imar planı yapılmak üzere 5403 sayılı Kanun’un 13/d maddesi uyarınca tarım dışı amaçla kullanılmasının uygun görülmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.”

Ne olmuştu?

Projeyle ilgili halihazırda bir temyiz davası sürerken İl Toprak Koruma Kurulundan 28 Şubat 2022’de 4800 hektarlık alan için izin çıkmıştı.

Çeşme’de yer alan 4.826,30 hektarlık tarım arazisinin 698,0519 hektarlık kısmında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından “Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi” kapsamında imar planı yapılmak üzere tarım dışı amaçla kullanımının uygun görülmesiyle ilgili 26 Nisan 2022’de Tarım ve Orman Bakanlığınca onay verilmişti.

Söz konusu izne İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) temsilcileri şerh koymuş ve kurul kararının iptali için de ayrı dava açmışlardı.

Mahkeme ZMO‘nun açtığı davaya, Büyükşehir’in müdahilliğini kabul etmemiş, Büyükşehir Belediyesi de koruma kurulu kararına karşı ayrı bir dava açmıştı.

Proje, ‘İzmir’in Kanal İstanbul‘u olarak anılıyordu.

BM raporu: İklim riskleri artıkça zenginlerin vaat ettiği ‘uyum fonları’ azalıyor

Birleşmiş Milletler‘e göre, giderek ısınan bir dünyaya uyum sağlamaya yönelik küresel çabalar tehlikeli derecede yetersiz kalıyor, dünya bir “adaptasyon acil durumu”yla karşı karşıya.

Yoksul ülkelerin iklim değişikliğine uyum sağlamak için ihtiyaç duyduğu para ile zengin ülkelerden aldıkları arasındaki uçurum ise her zamankinden daha büyük.

Reuters‘e konuşan BM Genel Sekreteri Untonio Guterres, “İhtiyaçlar arttıkça eylemler duruyor” diyerek  bu yılki Uyum Açığı Raporu’na dikkat çekiyor. Raporda açığın önceden düşünülenden yüzde 50 daha büyük olduğu belirtiliyor.

2009’da 100 milyar dolar taahhüt edilmişti

Gelişmiş ülkeler, 2009 yılında, azaltım ve uyum çabalarına yardımcı olmak amacıyla, gelişmekte olan ülkelere 2020 yılına kadar iklim finansmanı konusunda yılda 100 milyar dolar (yaklaşık 94 milyar Euro) taahhüt etmişti.

Glasgow’daki COP26′da da uyum ve azaltım arasında daha iyi bir denge sağlamak için uyum finansmanını 2025 yılına kadar 2019 seviyelerinin iki katına çıkarma sözü verilmişti.

BM Çevre Programı‘nın (UNEP) yeni raporuna göre, söz konusu finansmanlar hâlâ tam olarak sağlanamadı ve yalnızca uyum için yıllık fark şu anda 194 milyar ila 366 milyar dolar (183 milyar ila 343 milyar avro) arasında.

Guterres,  artık daha fazla beklenemeyeceğine vurgu yaparak “İnsanları ve doğayı korumaya yönelik eylemler her zamankinden daha acil.  Fırtınalar, yangınlar, seller, kuraklık ve aşırı sıcaklıklar daha sık ve daha şiddetli hale geliyor ve çok daha kötüleşme yolunda ilerliyor” diye konuşuyor.

İnsanların iklim etkilerine uyum sağlamasına yardımcı olmak için daha fazla parayı harekete geçirmek , bu ayın sonlarında Dubai’de başlayacak İklim Zirvesi COP28’in ana odak noktası olacak.

Bankaları kurtarmak için daha fazla harcanıyor

UNEP, mevcut mali akışların 2017-2021 döneminde yalnızca 25 milyar dolara (23 milyar Euro) ulaştığını ve 2021’de yüzde 15 oranında düşüş kaydettiğini tespit etti.

Gelişmekte olan ülkelerin iklim etkilerine uyum sağlamak için 2030 yılına kadar yılda 215 ila 387 milyar dolara (202-363 milyar avro) ihtiyaç duyacağı ve rakamın 2050 yılına kadar önemli ölçüde artacağını tahmin ediliyor.

Eindhoven Teknoloji Üniversitesi’nden Pieter Pauw, “Azaltma, bağışçılar için genellikle daha ilgi çekicidir, çünkü atmosfer küresel bir kamu yararıdır ve aynı zamanda azaltım yatırımları sıklıkla karşılığını verir. Rakamlar da o kadar  büyük değil: 100 milyar doları ABD’nin ordusuna harcadığı ve Covid-19‘a veya bankalarını kurtarmak için harcadığı parayla karşılaştırırsanız, bu çok saçma” değerlendirmesi yapıyor.

Adaptasyon finansı eksikliği daha fazla kayıp ve hasar maliyeti anlamına geliyor

UNEP, gelişmekte olan ülkelerin mali ihtiyaçlarının gerçekte aldıkları paradan 10 ila 18 kat daha fazla olduğunu söylüyor. Bu da iklim açısından savunmasız ülkelerin nüfuslarını artan sıcaklıklardan ve deniz seviyelerinden korumak için mücadele ettiği anlamına geliyor.

Climate Action Network International‘ın küresel siyasi strateji başkanı Harjeet Singh, “Uyum finansmanında genişleyen boşluk, sayısız savunmasız insanı artan iklim felaketlerine maruz bırakan, yıllarca süren ihmalin açık bir göstergesidir” diyor: “Gelişmekte olan ülkeler, halklarını yakın iklim felaketlerine karşı korumak için gerekli fonları bekleyerek hazır durumda.”

Adaptasyon eyleminin eksikliği aynı zamanda daha fazla kayıp ve hasar maliyeti anlamına da geliyor. İklim Eylem Ağı Güney Asya direktörü Sanjay Vashist, neredeyse tüm Güney Asya ülkelerinin, iklim kaynaklı felaketler ve bunun sonucunda ortaya çıkan ekonomik kayıplar döngüsüne yakalandığını söylüyor.

Bu döngü, pek çok ülkenin uyum planları olmasına rağmen yaşanıyor.

Chalmers Teknoloji Üniversitesi’nden araştırmacı ve diğer bir UNEP raporunun ortak yazarı olan Georgia Savvidou ise adaptasyona daha fazla yatırım yapılmasının mantıklı olduğunu açıklıyor:  Örneğin kıyılardaki su baskınlarıyla mücadele için harcanan her 1 milyar dolar (0,9 milyar avro), 14 milyar dolarlık (13 milyar avro) ekonomik hasarın önlenmesine yardımcı olacak.

‘Fosil yakıt baronları, acı çekenleri desteklemeli’

Uluslararası kamu finansmanının artırılması yönündeki temel çağrıların yanı sıra uyum konusunda yurt içi harcamaların artırılması ve özel sektör finansmanının arttırılması amacıyla UNEP dört ek yaklaşım öneriyor:

  1. Göçmenlerin kendi ülkelerindeki ailelerine ve arkadaşlarına yaptıkları ‘havale’ veya ödemeler. UNEP bunu yerel düzeyde potansiyel olarak tamamlayıcı bir finansman kaynağı olarak tanımlıyor.
  2. Gelişmekte olan ülkelerde özel sektörün büyük kısmını oluşturdukları için küçük ve orta ölçekli işletmeler için daha fazla destek verilmesi,
  3. Küresel finansal mimaride reform – örneğin, gelişmekte olan ülkelerin iklim şoklarına karşı direncini artırmaya, borç yüklerini hafifletmeye yardımcı olabilecek Bridgetown Girişimi yoluyla…
  4. Paris Anlaşması uyarınca tüm finans akışlarının düşük karbonlu ve iklime dayanıklı kalkınmayla tutarlı hale getirilmesiyle.

“Gelişmiş ülkeler söz verildiği gibi, hibeleri krediler yerine önceliklendirerek, uyum finansmanını iki katına çıkarmak için net bir yol haritası sunmalıdır” diyen Guterres de iklim kayıplarını telafi etmek için fosil yakıt şirketlerine ek vergi uygulanması gerektiğini belirtiyor: “Fosil yakıt baronları ve onların destekçileri bu karışıklığın yaratılmasına yardımcı oldu; sonuç olarak acı çekenleri desteklemeleri gerekiyor.”

 

Okumasını bilene: Kedilerin 276 farklı yüz ifadesi varmış

ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, kediler birbiriyle etkileşime girerken 276 farklı yüz ifadesi kullanıyor.

Los Angeles’ta bulunan Kaliforniya Üniversitesi (UCLA) araştırmacıları kedilerin birbirleriyle iletişim kurmak için kullandıkları farklı yüz ifadelerini inceledi.

Sonuçları Behavioural Processes dergisinde yayımlanan çalışma kapsamında, bilim insanları 53 ‘British Shorthair’ cinsi yetişkin kediyi, Ağustos 2021’den Haziran 2022’ye kadar, neredeyse bir yıl boyunca takip etti; kedilerin birbiriyle etkileşime girdiğinde ortaya çıkan ‘yüz sinyallerini’, yüz kaslarındaki hareketlerin sayısına ve türlerine bakarak inceledi.

Araştırmada, kediler arası 186 etkileşimi kaydedildi.  413 erkek, 275 dişi kedinin ürettiği 688 yüz sinyalinin incelenmesi sonucunda hayvanların birbiriyle etkileşime girdiğinde 276 farklı yüz ifadesi kullandığı ortaya çıktı.

Dostça ve saldırgan ifadeler

Kaydettikleri her ifadeye bir anlam yükleyemeseler de araştırmacılar, kodlanan ifadelerin yüzde 45,7’sinin dostça, yüzde 37’sinin saldırgan olduğunu tespit etti.

Buna göre kulakları ve bıyıkları öne doğru hareket etmiş ve gözleri kapanmış kediler dostane, göz bebekleri küçülmüş ve kulakları kafasına doğru yaslanmış kedilerse saldırgan. Nefes alma ve esneme gibi biyolojik süreçlerle ilişkili kas hareketleri araştırmaya dahil edilmedi.

İnsanlarla ortak ifadeleri var

Çalışma ayrıca, kedilerin insanlarla bazı ortak ifadelere sahip olduğunu da ortaya çıkardı. Bunları insanlarla birlikte yaşadıkları 10 bin yıllık geçmişlerinden almış olabilecekleri düşünülüyor.

Araştırmanın yazarlarından Brittany Florkiewicz, evcilleşmenin kedilerin yüz sinyallerinin gelişimi üzerinde önemli etkisi olduğunu belirtti. Kedilerin insanlarla iç içe yaşadıkları için sosyal açıdan daha toleranslı olduklarını belirten Florkiewicz, bu nedenle daha fazla yüz ifadesine sahip olduklarını ancak 267 yüz ifadesi tespit ettiklerinde şaşırdıklarını söyledi.

Karşılaştırma yapmak gerekirse, insanın en yakın akrabası şempanzeler yaklaşık 357 farklı yüz ifadesine sahip.

Tan Taşçı ‘Urfa’nın Etrafı Dumanlı Dağlar’ı yeniden yorumladı: Ava dur de

Ünlü müzisyen Tan Taşçı, “avcılığa hayır” demek ve av ihalelerinin durdurulması için ortaya koyulan imza kampanyasına destek olmak üzere “Urfa’nın Etrafı Dumanlı Dağlar” türküsünü seslendirdi. Vegan Derneği Türkiye ile işbirliği kapsamında Tan Taşçı, söz ve müziği Cemil Cankat’a ait olan “Urfa’nın Etrafı Dumanlı Dağlar” türlüsünün düzenlemesini yaptı. Tan Taşçı,  yeniden yorumladığı türküye ve kampanyaya ilişkin olarak şu ifadeleri kullandı:

“Bildiğiniz üzere ülkemizde, bizlerle aynı topraklarda yaşayan ceylan, geyik, keçi gibi birçok yabani hayvan ihale yoluyla ücret karşılığı avlanmakta. *Bu durum hem bu canlıların yaşamlarını ve soylarını yok ediyor, hem de telafi edilmez birçok kalıcı hasara neden olarak ekosistemin bütününe zarar veriyor. Bu acıya ve suça ortak olamayız!

Her yıl Vegan Derneği Türkiye ile birlikte birçok STK hukuk yoluyla yaban hayatının korunması ve sürdürebilirliği ile ilgili mücadelelerine devam etmekte. Bu mücadelelerine bir katkıda bulunmak, ses olmak ve her canlının yaşam hakkını savunmamız gerektiğini vurgulamak adına söz ve müziği merhum Cemil Cankat’a ait, ‘Urfa’nın Etrafı Dumanlı Dağlar’ türküsünü yeniden yorumladım…”

 

Avcılığın spor, hobi ya da eğlence değil, bir katliam olduğunun belirtildiği imza kampanyasında”Dünyanın sahibi veya efendisi insan değildir! Tarım Orman Bakanlığı ihaleleri iptal etsin, avcılık tamamen yasaklansın demek için herkesi açtığımız kampanyayı imzalamaya davet ediyoruz” denildi.

Vegan Derneği Türkiye tarafından başlatılan imza kampanyasının açıklamasında şu ifadelere yer verildi:

“Tarım ve Orman Bakanlığı, her yıl av turizmi adı altında para karşılığı nesli tükenmekte olanlar dahil hayvan katliamına izin veriyor. Parayı veren, hayvanları öldürebiliyor.

Bakanlık bu yıl da Av Turizmi Uygulama Talimatı Ek Kararı’nı yayınlayarak 9 farklı bölgede katliam ihaleleri açtı.

Özellikle soyu tükenme tehdidi altındaki hayvanların ihaleyle avlatılması, Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelere aykırı. Bu nedenle yıllardır yaban keçileri, kızıl geyikler, Anadolu yaban koyunu, karacalar gibi hayvanlarla ilgili olarak hak savunucuları olarak yaptığımız hukuki girişimler sonucu alınmış iptal kararı var.

Öte yandan Tarım ve Orman Bakanlığının elinde Türkiye’de yabanda yaşayan hayvanlara dair yeterli somut veri yok.

Buna rağmen bu ihaleler açılmaya devam ediyor. Biz de mücadelemizi bırakmıyoruz.

Vegan Derneği Türkiye olarak ihalelerin tamamına iptal davası açtık. Ancak katliam yalnızca ihaleler aracılığıyla da sürdürülmüyor. Talimat ile “av acentelerine” satılan bu öldürme kotaları dışında yerli avcılara, devlet misafirlerine ve diplomatlara da kotalar ayrılmış durumda.

Merkez Av Komisyonu Kararında üveyik ve elmabaş (ördek) gibi IUCN koruma listesinde olan ve soyu tehlikede olan türler de var.

Ancak bir türün yaşam hakkını savunmak için belli kurumların onları koruma altına almasının da gerekmediğini, soyu tükenme tehdidi altında olsun olmasın tüm hayvanların yaşam haklarının dokunulmaz olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.

Aynı zamanda insan eliyle yaratılan bu tahribat sonucu, bozulan doğal denge ile birlikte birçok afet ve felakete giden sürecin daha da hız kazanacağı unutulmamalıdır.

İnsan türünün ortaya çıktığı son 250 bin yılın, özellikle son 500 yılında soyu tükenen yüzlerce kuş, memeli, amfibi ve diğerlerinin soyunun tükenmesinde en büyük pay avcılığa aittir. İnsan öncesi milyonlarca yıllık süreçteki soy tükenmeleri ile kıyaslanınca canlıların soyunun tükenmesi hızı günümüzde 300-1000 kat artmış durumdadır. Yaban hayatı insan talanından derhal kurtarılmalıdır!”

Uluslararası örgütlerden Şardan’ın tutuklanmasına tepki: Derhal serbest bırakın!

Aralarında uluslararası kuruluşların da bulunduğu 18 medya örgütü gazeteci Tolga Şardan‘ın tutuklanması ile ilgili ortak açıklama yaptı.

‘Gazetecileri cezalandırmak yerine, basın özgürlüğünü ihlal edenlerden hesap sorulmalı’

Savaşın bir diğer karanlık yüzü: Çevre ve ekoloji katliamı

Türk Toraks Derneği Çevre Sorunları ve Akciğer Sağlığı Çalışma Grubu tarafından, savaşların binlerce sivil insanın ölümüne yol açması ve birçok zorlu mücadeleye sebep olmasının yanı sıra, çevresel zararlar konusunda da büyük tehlike oluşturduğuna dikkat çekildi.

Türk Toraks Derneği Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. B. Oya İtil, “Tarih boyunca sayısız savaşa şahit olan Dünya, maalesef 21. yüzyılda da savaşların acımasız gerçeğiyle yüz yüze gelmeye devam etmektedir. Son 60 yılda yaşanan çatışmaların yüzde 40’ından fazlası, Dünya’nın yüksek değerli veya kıt doğal kaynaklarının sömürülmesiyle doğrudan ilişkilendirilmektedir” dedi.

savaş, ekoloji, çevre
Fotoğraf: İsrail’in Gazze Şehri’ndeki hava saldırılarının yol açtığı yıkım, 7 Ekim 2023.- AFP

Savaşın gizli kurbanı: Çevre

Çevrenin çoğunlukla savaşın gizli bir kurbanı olarak kaldığını belirten Prof. Dr. B. İtil, şu ifadeleri kullandı:

“Savaşların, silahlı taraflar arasında gerçekleştiği düşünülse de hemen her zaman en çok sivillerin ölümüne, yaralanmasına neden olmakta, özellikle Ortadoğu ve Akdeniz coğrafyasında yaşanan trajediler milyonlarca insanın zorla yerinden edilerek uzun, zorlu ve acımasız yolculuklara çıkmasına, yabancı oldukları yerlerde yaşam mücadelesi vermelerine neden olmaktadır. Çevre ise çoğunlukla savaşın gizli bir kurbanı olarak kalmaktadır. Ancak günümüzde çevresel etkiler daha fazla dikkat çekmektedir. Özellikle 20. yüzyıl savaşları, çevreye uzun vadeli zararlar vermiştir. Çevresel zararlar, yerel halkın özellikle de kırılgan gruplardan kadınların, çocukların ve yaşlıların refahını, sağlığını, hayatta kalma şansını tehdit ederken, savunmasızlığını on yıllarca artırabilmektedir. Öte yandan hayvanlar, bitkiler ve nihayetinde ekosistem de derin yok oluş tehlikesiyle karşılaşmaktadır.”

savaş, ekoloji, çevre
Fotoğraf: İsrail-Filistin çatışmalarının alevlendiği Gazze Şehri’nde İsrail’in bir binaya düzenlediği hava saldırısının ardından dumanlar yükseliyor. – Reuters

Savaşlar ekoloji ve sağlık için de ciddi bir tehdit

Türk Toraks Derneği Çevre Sorunları ve Akciğer Sağlığı Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Sebahat Genç ise savaşlar sırasında kimyasal silahlar kullanılabilmekte olduğunu belirterek, “Patlayıcılardan ortama kimyasal madde salınmakta ve bazen de bilinçli olarak kimyasal üretim tesisleri/depoları hedef alınabilmektedir” dedi ve ekledi:

“Bu tür saldırılar sonucunda çevreye salınan tehlikeli kimyasallar, hava-su-toprak kirliliğine, toprak verimsizliğine, ekolojik tahribata neden olmaktadır. Su kaynaklarının tahribatı amaçlı barajlar hedef alınabilmekte, petrol tesisleri/depoları tahrip edilebilmekte, buradaki kimyasalların toprak ve su kaynaklarına sızması sonucu ciddi toksik kimyasal kontaminasyonu olabilmektedir. Biyolojik silahların patlamasıyla toz veya aerosol şeklinde patojen bakteri, virüsler serbest kalabilmekte, hava yoluyla veya su kaynaklarına karışarak su kirliliğine yol açabilmekte, insan sağlığını ciddi şekilde tehdit edebilmektedir.”

Nükleer savaşlar, radyasyon kirliliği ve kanser

Prof. Dr. Genç, nükleer savaşlar ve/veya kazalar sonucu, uranyum ve diğer radyoaktif gazların çevreye yayılabileceğini ifade ederek, şu bilgileri paylaştı:

“Bu gazlar, radyasyon kirliliğine yol açarak uzun vadede sağlık sorunlarına neden olabilmektedir. Çernobil felaketi sonrasında ilk 10 yıl içinde kanser vakalarının, önceki döneme göre Ukrayna‘da yüzde 230, Beyaz Rusya‘da yüzde 180 arttığı gözlenmiştir. Patlamalar sırasında kullanılan mühimmat, metal parçacıkları çevreye yayılabilmekte, toprağa gömülüp su kaynaklarına karışarak, hava yoluyla dağılarak çevresel kirliliğe yol açmakta, uzun vadeli ekolojik sorunlara neden olabilmektedir.”

Patlamalardan iklim krizine uzanan kirli bir yol…

savaş, çevre, ekoloji,
Fotoğraf: Mahmud Hams/AFP

Prof. Dr. Sebahat Genç, patlamlarla birlikte iklim krizine kadar uzanan bir seri kirliliğin ortaya çıktığına da şu sözlerle değindi:

“Patlamanın şiddetine, patlayıcı türüne göre karbon-dioksit, azot-dioksit, karbon-monoksit, hidrojen-sülfür gibi gazlar ortaya çıkabilmekte, toz ve çok çeşitli parçacık maddeler çevreye yayılarak ciddi boyutta hava-su-toprak kirliliğine sebep olabilmekte, iklim krizine katkıda bulunmaktadır. Öyle ki havada süzülerek kilometrelerce ötedeki kıtalara ulaşabilmektedir. Oluşan gazlar, asit yağmurlarına sebep olarak bitki örtüsüne zarar verebilmekte ve su ekosistemlerini bozabilmektedir. Askeri taşıtlarda kullanılan gazlar, ozon tabakasını incelterek küresel boyutta etkilenim yaratmaktadır. Savaşlar sırasında ağaçlar kesilmekte, ormanlar ciddi zarar görmekte, yangınlar patlak vermektedir. Bu durum, yerel olsun olmasın tüm biyolojik çeşitliliği tehdit etmektedir.”

İsrail-Filistin savaşı: Yürek yakan can kayıplarını ve yıkıcı etkileri görüyoruz

Prof. Dr. Genç, silahlı çatışmalar sırasında ve sonrasında doğal çevrenin ve yaşamsal kaynakların korunmasının, küresel alanda giderek daha fazla önemsenmekte olduğunu belirterek şunları kaydetti:

“Bu alandaki yasal çerçeveyi geliştirmeye yönelik son çabalar, Uluslararası Hukuk Komisyonu (ILC) tarafından yürütülmekte olup, Silahlı Çatışmalarla İlgili Olarak Çevrenin Korunması (PERAC) için önerilen 27 taslak ilke, BM Genel Kurulu tarafından Aralık 2022’de kabul edilmiştir. Her yıl 6 Kasım’da kutlanan Uluslararası Savaş ve Silahlı Çatışmalarda Çevrenin Sömürüsünün Önlenmesi Günü, çevreyle ilgili eylemlerin çatışma önleme, barışı koruma ve barışı inşa etme stratejilerinin bir parçası olmasını sağlamanın büyük önemini yineleme fırsatıdır.

Maalesef yakın zamanda başlayan İsrail-Filistin savaşı ile yüreklerimizi yakan can kayıplarının yanı sıra bölgeden yıkıcı etkilerin fotoğrafları, bilgileri gelmektedir. Çok üzücü ki, bu yıkıcı etkilerin bu bölgede de değişik derecelerde meydana geldiği ve geleceği söylenebilir. Sonuç olarak, savaşların doğal çevreye olan etkileri büyük ve uzun vadeli sonuçlara yol açabilir ve bu etkilenim göz ardı edilmemelidir. Savaş, bir halk sağlığı sorunu olduğu kadar aynı zamanda ciddi bir ekolojik sorundur. Türk Toraks Derneği, savaşa karşı barışı, çevre ve ekosistem yıkımına karşı sürdürülebilir yaşamı ve geleceği savunur. Bir kez daha savaşa hayır diyoruz!.”

Tutuklanan gazeteci Tolga Şardan Sincan Cezaevi’nden İstanbul’a sevk edildi

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın,  “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” suçlamasıyla başlattığı soruşturma kapsamında önceki gün Ankara’da tutuklanarak Sincan Cezaevi’ne gönderilen T24 yazarı gazeteci Tolga Şardan, İstanbul‘a nakledildi.

Şardan’ın, soruşturmayı başlatan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla gece saatlerinde İstanbul’a doğru yola çıkarıldığı, bugün Silivri Cezaevi‘ne konulması bekleniyor.

Tolga Şardan, “MİT’in Cumhurbaşkanlığı’na sunduğu ‘yargı raporu’nda neler var?” başlıklı yazısı sonrası re’sen başlatılan soruşturma kapsamında 1 Kasım’da Ankara’da evinden gözaltına alınmış, Ankara Adliyesi’nde SEGBİS aracılığıyla alınan savcılık ifadesinin ardından tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmişti.

Gönderildiiği İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliğince, “Sansür Yasası” olarak adlandırılan, Dezenformasyon Yasası kapsamındaki Türk Ceza Kanunu (TCK) 217/A uyarınca “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçlamasıyla tutuklanmıştı; savcı söz konusu suçlamanın katalog suçlar arasında olduğunu iddia etmişti. .

Şardan’ın tutuklanmasına gerekçe olarak öne sürülen 31 Ekim tarihli “MİT’in Cumhurbaşkanlığı’na sunduğu ‘yargı raporu’nda neler var?” başlıklı yazısına, tutuklandıktan bir gün sonra, 2 Kasım’da erişim engeli getirildi.

Cengiz Erdinç yurtdışı yasağıyla serbest bırakıldı

Balıkesir Ayvalık’taki evinden dün gözaltına alınan Kısa Dalga yazarı gazeteci Cengiz Erdinç de ifadesinin ardından adli kontrol talebiyle Sulh Ceza Hakimliğine sevk edildi.

Hakimlikteki sorgusunun ardından “yurtdışına çıkış yasağı” ve haftada bir gün imza şeklindeki adli kontrol tedbirleri uygulanarak serbest bırakıldı.

Erdinç’in evinde yapılan aramada dijital eşyalarına el konulmuş,  gözaltına alındığını haber vermek için aradığı Avukat Vural Ergül ile görüşmesi engellenmişti.

Cengiz Erdinç’in ifadesi, Balıkesir Adliyesi’nde avukatları olmadan Ayvalık Cumhuriyet Başsavcılığı’nda alındı.

Avukat Baran Kaya, dün gece yaptığı açıklamada Emniyetin Erdinç’in Ankara’ya götürüldüğünü söyleyerek avukatları yanılttığını belirtmişti.

Erdinç, Tolga Şardan’ın tutuklanmasına gerekçe olan MİT’in yargı raporuyla ilgili sosyal medya paylaşımı nedeniyle gözaltına alınmıştı.

Londra metrosu hacklendi, metro Filistinli LGBTİ+’ların mesajlarıyla doldu

Birleşik Krallık’ta LGBTİ+ aktivistleri Londra metro ve otobüs reklamlarını hackledi. Dyke Group, reklam panolarında “Queering the Map” uygulamasından görüntüler paylaştı.

Kaos GL’nin aktardığına göre; dünyanın dört bir tarafından LGBTİ+’ların anı ve hikayelerini anlattığı Queering the Map projesi, İsrail’in Gazze’ye saldırılarının ardından Filistinli LGBTİ+’ların yaşadıklarını anlattıkları bir platforma dönüşmüştü.

Uygulamadan ekran görüntüleri alan aktivistler, metro ve otobüsün reklam servisini hackleyerek, dayanışma mesajı paylaştı:

“Queer toplumu Filistinli kardeşlerimizin yanındadır. Hepimiz özgürlüğü, güvenliği ve aidiyeti hak ediyoruz. İsrail ordusunun işgalinin sona erdirilmesi ve İngiliz finansmanına ve silahlandırmasına son verilmesi çağrısında bulunuyoruz.

Hepimiz özgür olana kadar, hiçbirimiz özgür değiliz.”

‘Bombaların seni benden alacağını bilseydim, bunu dünyaya seve seve anlatırdım’

Fotoğraf: Londra metrosunda Filistinli bir LGBTİ+’nın mesajı görülüyor: “Seni ve beni hep güneşin altında, el ele, özgürce otururken hayal ettim. Gidebilseydik gideceğimiz tüm yerleri konuşurduk. Ama sen artık yoksun. Üzerimize yağan bombaların seni benden alacağını bilseydim, bunu dünyaya seve seve anlatırdım.”

Posterlerde paylaşılan mesajlar arasında şunlar yer alıyor:

“Seni ve beni hep güneşin altında, el ele, özgürce otururken hayal ettim. Gidebilseydik gideceğimiz tüm yerleri konuşurduk. Ama sen artık yoksun. Üzerimize yağan bombaların seni benden alacağını bilseydim, bunu dünyaya seve seve anlatırdım.”

“Seni her şeyden çok seviyordum. Korkak olduğum için özür dilerim.”

Ordu’dan bir garip kum hikayesi: Önlem alınmalı

ORDU- Perşembe‘ye bağlı Çerli mahallesinde bulunan kadınlar plajından kum çalındığı bildirildi. Plajdan kum alındığı ise bölgedeki balıkçılar tarafından duyuruldu. Kumsaldan kum alındığını gören amatör balıkçıların müdahalesi sonrası araçlar bölgeden uzaklaştırıldı.

Balıkçılar, konuyu bölgedeki ekoloji aktivistlerine bildirdi. Konuyla ilgili açıklamada bulunan Ordu Çevre Derneği (ORÇEV), Yönetim Kurulu üyesi Coşkun Özbucak, amatör balıkçıların kendisine ulaştıklarını söyleyerek “Olmazsa olmaz sakin şehir ilçemizin en önemli kumsallarından ortak yaşam alanı olan Çerli Mahallesi Kadınlar Plajı ve Karavan Park bölgesinde adeta adeta göz göre göre bir kepçe ve kamyon kum alabiliyor” dedi.

“Amatör balıkçı Hamit Doranoğlu ve arkadaşları kum almanın yasal olmadığını düşünerek müdahil olmuşlar” diyen Özbucak, şunları aktardı:

“Kum alanlar işçi olduklarını söylemişler. Apar topar yarım kamyon kum alarak gitmişler. Hatta bir araya topladıkları kumları sererek kum alınmamış görüntüsü vermek istemişler. Bu olay da gösterdi ki sahilde amatör balıkçı, dağlarda, meralarda, yaylada çobandan, tüm doğa sevdalısı insanlar sayesinde kaçak yapılan işlerden haberdar oluyoruz. Böyle derneğimize ulaşan olaylar sevindirici. Hem derneğimize güvenin olduğunu görüyoruz hem de halkımızın duyarlılığını. Sahilde oldubittiye getirip kum alıp götürenlere amatör balık avcıları, ‘dur’ dediler. Amatör balık avcıları yurttaşlık görevlerini yaptılar. Şimdi sıra yetkililerde. Önlem almalı, kum çıkaranlar bulunmalıdır. Araçlardan ve plakalardan bulmak kolay.”