Ana Sayfa Blog Sayfa 3055

Futbol sahasında saldırıya uğrayan Deniz Naki, “Biz onlara çiçek vermeye devam edeceğiz”

TFF 2’nci Lig Kırmızı Grup’ta haftasonu oynanan Mersin İdmanyurdu – Amed Sportif maçında sahaya giren bir taraftarın saldırısına uğrayan konuk ekibin futbolcusu niz Naki, şikayetçi olmadığını söyledi.

İlk defa saha içinde saldırıya uğradığını belirten Naki, “İyi ki saldırganı görmedim. Görsem kendimi savunacaktım ve kırmızı kart görecektim” dedi.

Mersin’de haftasonu oynanan Mersin İdmanyurdu – Amed Sportif maçının 26’ncı dakikasında serbest atışı kullanmak için hazırlık yaparken sahaya giren bir taraftarın saldırısına uğrayan Amed Sportif’te ter döken sporcu sosyal medya hesabından yaptığı açıklama ile de kendisine destek olanlara teşekkür etti.

Açıklamasında, “Öncelikle dünkü maçta yaşanan talihsiz olay nedeniyle gerek sosyal medyadan, gerekse de arayarak ve mesaj atarak geçmiş olsun dileklerini ileten tüm dostlara teşekkür ederim” diyerek teşekkür ederen geçen sene hayatını kaybeden Amed Sportif kaptanı Şehmuz Özer’in, “”Onlar bize kötü davransın, biz onlara çiçek vermeye devam edeceğiz.” sözlerini de paylaştı.

Naki, kendisine yapılan saldırıyla ilgili basın mensuplarına yaptığı açıklamada ise, “Daha önce Kobani olayları sırasında sosyal medyada paylaştığım bir mesaj nedeniyle idman çıkışı saldırıya uğramıştım. Saha içinde ilk kez saldırıya uğruyorum. Daha önce başımdan geçen davalar ve hakkında açılan soruşturmalar bir yana, saha içerisinde bir saldırı ile ilk kez karşı karşıya kaldım. Allah korusun, saldırganın elinde bıçak ve kesici alet de olabilirdi. Birer metre aralıklarla çok sayıda polisin arasında o saldırgan nasıl sahaya girdi şaşırıyor insan. Son olarak maçtan bir hafta önce bana ait olmayan bir hesaptan yapılan paylaşım ve bunun üzerine gözaltına alınıp hedef gösterilmem üzerine bu olayın yaşandığını düşünüyorum” dedi.

 

(Yeşil Gazete, T24)

22 bin dijital vatandaşı bulunan Estonya ‘sanal para birimine’ geçiyor

Estonya, internet üzerinden işlem yapmayı sağlayan “Estcoint” adı verilen sanal para birimi uygulamasına geçeceğini açıkladı.

BBC muhabiri Tarık Demirkan’ın haberine göre dünyanın pek çok ülkesinde üzerinde ciddi çalışmalar yapılan “sanal valuta (para birimi)” projesinde Estonya’nın sırrı bir ‘internet cumhuriyeti’ olma yolunda attığı ciddi adımlarda yatıyor.

‘Sanal valuta’ üzerinden işlemler yapılabilmesinin en büyük sakıncası işlemlerin kontrol dışına çıkabilme olasılığı. Ciddi ve köklü bankaların ulusal dövizlerle kurumlar arasındaki geleneksel ilişkilerle süren ve “Merkez Bankalarının” da güvencesiyle devam eden işlemleri ise kolay takip edilebiliyor.

İnternet üzerinden sürmesi düşünülen ve “sanal dünyanın öznelerinin” ödediği ‘sanal valuta’ ise, takibi ve denetlenmesi zor bir ortam yaratıyor. Bu nedenle şimdiye dek hiçbir ülke sanal valutaya geçmeye cesaret edememişti.

22 bin Dijital Vatandaş

Estonya’da ise durum farklı. Ülkede 3 yıldır “e-residency” uyguluyor. Yani dünyanın farklı ülkelerinden insanlara “dijital vatandaşlık” veriyor.

Başka bir ülkede yaşasa bile, Estonya’dan “dijital oturum” alan insanlar, Estonya’ya adım bile atmadan şirket kurabiliyor, ya da başka faaliyetlerde bulunabiliyor. Bu durum elbette Estonya devleti için de yararlı, çünkü her girişim devlete vergi ödüyor. ‘Dijital Vatandaşlık’ için kurulan bu sistemin güvenlik anlamında insanları ikna ettiği düşünülüyor. Şu an itibarıyla Estonya’nın 22 bin dijital vatandaşı var.

Estonya’daki E-residency Dijital Kimlik Platformu’nun başkanı Kaspar Korjus, ilk etapta sanal para birimi estcoint ile bu sistem içinde ödemelere başlanacağını duyurdu.

Estonya’nın dijital vatandaşları hem devlete karşı yükümlülüklerini ve hem de sistem içinde birbirleriyle yapacakları işlemlerin karşılığını Estcoint ile ödeyecekler.

Öte yandan, Estonya’nın hedefleri büyük. Bir süre sonra Estcoin’in normal ticarette de kullanılabileceğini düşünüyorlar.

 

(BBC Türkçe)

Muğla’da üç futbol sahası büyüklüğünde alan kül oldu: 3 kişiye gözaltı

Muğla’daki yangında yaklaşık 4 hektar (üç futbol sahası) büyüklüğündeki alan küle döndü. Yatağan ilçesindeki Yava köyü yakınlarında tarım arazisinde çıkan yangın, rüzgarın da etkisiyle kısa sürede büyüdü.

MUGLA’NIN YATAGAN ILCESI’NDE REKLAM PANOSUNA YAPILAN KAYNAKTAN SICRAYAN KIVILCIMLARIN NEDEN OLDUG UYANGINDA YAKLASIK 4 HEKTAR ORMANLIK ALAN YANDI, UC KISIYI JANDARMA GOZ ALTINA ALINDI. (FOTO: LATIF SANSUR / YATAGAN DHA)

Yangına 50 yangın işçisi, sekiz arazöz ve bir helikopterle müdahale edildi. Yangın üç saatte kontrole alınırken, üç futbol sahası büyüklüğündeki alan yandı. Yangının yol kenarındaki bir reklam panosuna kaynak yapılırken çıkan kıvılcımlardan kaynaklandığı tespit edildi, üç kişi gözaltına alındı.

 

(Diken)

 

Kentsel dönüşümdeki Mamak’ta kimyasal atık tehlikesi: Sokak hayvanları ölüyor!

Ankara, Mamak 1577/1 Sokak’taki kentsel dönüşüme bir de kimyasal atık tehlikesi eklendi. Sokağın inşaat halinde olmasını fırsat bilenler, gece yarısı kimyasal atıkları kaçak şekilde sokağa bırakıyor. Çocukların oyun alanı olarak kullandıkları alanlardaki kimyasal atıklarla ilgili hiçbir denetim yok, mahalleli korkuyor.

Aykut Küçükkaya’nın Cumhuriyet’te çıkan haberine göre, bir taraftan konut inşaatlarının yükselmeye devam ettiği mahalleye atıklar özellikle gece yarısından sonra getiriliyor. Çocukların oyun alanına dönüşen ve atıkların bırakıldığı yıkıntılar bölgesinde herhangi bir koruyucu önlem alınmadığı gözleniyor. Üzerinde kimyevi madde üretiminde kullanıldığı yazan malzemeler herhangi bir güvenlik önlemi alınmayan alanda güneşe ve dış tehlikelere açık vaziyette bulunuyor.

Belediye ekiplerinin temizlik için dahi uğramadığı bölge yaşanabilecek bir felaketin habercisi durumunda. Varillerin atıldığı yerleşim alanı içindeki bölgede sokak hayvanlarının etkilendiği hatta bir kedinin öldüğünü de belirtiliyor.

Varillerin üstündeki etiketlerde solunmaması, gözle temas etmemesi gerektiği, kansere neden olabileceği açıkça görülüyor.

 

(Cumhuriyet)

ABD Başkanı Trump’un iklim değişikliği politikasına karşı “Trump Ormanı”

ABD Başkanı Donald Trump, başkanlığa seçildiği ilk aylarından bu yana iklim değişikliği ve bilim alanlarındaki açıklamalarıyla bilim insanları ve çevreciler tarafından tepkiyle karşılanıyor. Üç iklim aktivisti Başkan Trump’ın Paris İklim Anlaşması’ndan geri çekilmesini alışılmışın dışında bir yöntemle protesto ediyor.

Yeni Zelandalı girişimci Adrien Taylor, İngiliz iklim bilimci Dan Price ve Amerikalı siyaset bilimci Jeff Willis başlattıkları “Trump Ormanı” girişimiyle Trump’a selam gönderiyor.

3 genç aktivist yayına aldıkları “www.trumpforest.com” web sitelerinden Donald Trump’a yönelik paylaştıkları mesajda Donald Trump’un her şeye ismini vermeyi sevdiğini bildiklerini, atmosferdeki karbon miktarının azalması için gezegenimizin daha fazla ağaca ihtiyacı olduğunu söylüyor.

Soldan sağa: Adrien Taylor, Dan Price ve Jeff Willis

Proje, ABD’nin Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesiyle yaratacağı karbon emisyonunu telafi edip sıfırlamayı amaçlıyor. Buna göre 100 bin kilometrelik bir alanın ağaçlandırılması, toplamda 10 milyar ağacın dikilmesi gerekiyor. Trump Ormanı destekçilerinin para göndermek yerine  ağaçların paralarını verip kendi yaşam alanlarına dikmeleri, dekontlarını da site ekibine göndermeleri isteniyor. Mart 2017’de kurulan Trump Ormanı’na şimdiye kadar 463,722 bin ağaç bağışlandı.

 

(VOX, trumpforest.com, Yeşil Gazete)

İngiltere’de ‘kimyasal sis’ alarmı: 100’ü aşkın kişi hastanelere başvurdu

İngiltere’nin güney sahillerindeki Eastbourne, kimyasal bir sızıntıdan kaynaklandığı düşünülen gaz bulutunun etkisi altında kaldı. Yüzden fazla kişi kusma, nefes alamama ve göz yanması gibi şikayetlerle hastaneye başvurdu. Eastbourne Bölge Hastanesi, benzer şikayetlerle hastaneye giden 133 kişiyi tedavi ettiklerini açıkladı.

Birling Gap sahili, gaz bulutu nedeniyle boşaltıldı. Doğu Sussex bölgesinde ortaya çıkan gaz bulutunun kimyasal bir sızıntıdan kaynaklandığı tahmin ediliyor. Sussex polisi, “kimyasal sis”in kaynağının henüz bilinmediğini ve gaz bulutunun deniz üzerinden geldiğinin düşünüldüğünü belirtti. Daha önce, Fransa’daki bir sanayi bölgesinden benzer gaz bulutları bölgeye ulaşmıştı. Doğu Sussex Yangın ve Kurtarma Servisi, gazın “klor” olma ihtimalinin yok denecek kadar az olduğunu, gazın neden olduğu şikayetlerin rahatsız edici olsa da ciddi olmadığını belirtti. Olay sırasında bölge, havanın güzel olması ve İngiltere’de Pazartesi’nin de tatil olduğu ‘uzun haftasonu’na denk gelmesi nedeniyle normalden kalabalıktı. Kıyı şeridinde yaşayanlara cam ve kapılarını kapalı tutmaları uyarısı yapıldı.

 

(BBC Türkçe)

Harvey Kasırgası ardında büyük bir yıkım bıraktı

Türkiye saatiyle 26 Temmuz sabahı Meksika Körfezi’nde oluşarak Teksas eyaletinin güney kesimini vuran Harvey Kasırgası gücünü 4. kategoriden 1. kategoriye düşürerek tropikal fırtınaya dönüştü. Şiddetli yağış nedeniyle meydana gelen sel can kayıplarına yol açtı. Yetkililer Houston’da en az 5 kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı.

2 milyon 300 bin nüfuslu Houston’da afet görüntüleri kameralara yansıdı. Şiddetli yağışlar nedeniyle su taşkınları yaşandı.

Yollar nehre döndü. Araçlar sular altında kaldı. Ambulanslar, itfaiye araçları ve botlarla afetzedelere ulaşılmaya çalışılıyor.

Yağmur suları yükselmeyi sürdürürken arama kurtarma ekipleri yoğun mesaide…

Ani sel uyarısı

ABD Ulusal Meteoroloji Dairesi, Houston eyaleti ve çevresi için ani sel uyarılarında bulundu. Kentte yaşayanların büyük bir kısmı evlerini terk etmek zorunda kaldı.

Teksas Valisi Greg Abbott’ın açıklamalarına göre eyalette 250 otoyol kapandı, 19 kent afet bölgesi ilan edildi. Federal Acil Durum Yönetimi, afet bölgesine 1800 görevlinin ve 3 bin ulusal muhafızın sevk edildiğini aktardı. Bini aşkın kişi sel sularından kurtarıldı.

Şiddetli yağış sebebiyle eyalette elektrik ve internet bağlantıları kesildi, hava trafiği kesintiye uğradı. Yoğun bir trafiği olan George Bush Kıtalararası Havalimanı ve William P Hobby Havalimanı uçuşlara kapatıldı, ülkedeki tüm okullar afet sebebiyle bir hafta tatil edildi. THY, İstanbul-Houston seferlerini karşılıklı olarak iptal ettiğini duyurdu.

ABD Başkanı Donald Trump arama kurtarma çalışmalarında yer alan tüm yardım görevlilerine teşekkürlerini iletti.

Harvey Kasırgası’nın yarattığı tahribatın tamamen giderilmesinin yıllar alabileceği belirtiliyor.

 

(CNN International, Guardian, Daily Mail, Yeşil Gazete)

Engellilerin ÖTV’siz araç alma hakkına laf eden sakatfobikler! – Bülent Küçükaslan

Bu yazı bianet.org/ dan alınmıştır

Marmara Üniversitesi’nde Sosyoloji profesörü olan Ergün Yıldırım geçtiğimiz günlerde twitter hesabında ülkenin en büyük sorunlarından birisine değinme cesaretini göstererek pat diye yazıverdi: “Engelli aileler daha lüks arabalar alıyor ve devlet hepimizden aldığı vergiyi onlardan almıyor. Bu adalet değil! ( @ergunharputi)”.

Emre Peynirci de 31 Temmuz’da “Engellileri Üzmeyin” başlığıyla Hürriyet’te benzer şeyler yazmıştı aynı patavatsızlıkla (ama kaçak güreşerek): “Aslında uygulama önde çok doğru ve vicdani olmakla birlikte; imkanı sınırlı ve bir yere kadar olan insanların bir araca kavuşmasını sağlamaksa da, maddi olarak sıkıntısı olmayan insanları da son derece lüks otomobilleri zorlama raporlar ile sadece vergiden kaçınarak  daha ucuza alıp kullanmaya teşvik etmektedir. […] ÖTV’siz araç alan önemli bir kesim var. Önemli bir kısmının da lüks otomobillerden oluştuğu iddia ediliyor. İnanın bunların yani istismar edenlerin oranı yüzde 10’u bile bulsa bu önemli desteği gerçekten riske atıyor demektir.“

Şimdi, bu ikisinin ve onlar gibi düşünenlerin temel argümanını sanırım şöyle kısaltabiliriz: Engellilerin Türkiye’de ÖTV ödemeden “lüks” bir arabaya binmesi caiz değildir!

Aslında bu düşünceye karşı 19 yıldır tekerlekli sandalye kullanan, yıllardır sokaktaki saygısız, bencil, küstah, merhametli/merhametsiz insanlarla didişmek zorunda kalan, kamu idarecileri yüzünden Allah’ın belası kaldırımları ve binaları kullanamayan, araç yolunda kelle koltukta giden, merdivenler yüzünden bir çok yerde karga-tulumba taşınan, toplu taşımaya neredeyse hiç binemeyen, okumak, iş bulmak, sosyalleşmek için dokuz takla atmak zorunda kalan, her şeye talep edilen sağlık raporlarını almak için çekmediği eziyet kalmayan, hasılı milyon tane insanla ve engelle uğraşıp hayata tutunmaya çalışan koca bir kitle adına bodoslama küfretme hakkım var, ama bunu yapmayacağım. Onun yerine sıfatınıza bir ayna tutmayı deneyeceğim. Madde madde:

1- Kamunun hizmetinde kaç yüz bin araç, kaç uçak var, bu araçlar için kaç milyar Lira yakıt ve maaş gideri söz konusu? Ülke batan geminin malları misali talan ediliyor. Köprü, yol, hastane, belediye hizmetleri vb. kamu harcamaları en küçük bir denetime tabi olmaksızın günbegün milyarlarca lira zarara uğratılıyor, her gün milyarlarca liralık vergi affı çıkartılıyor! Amerika’da asgari ücretle çalışan biri 15 ay çalışarak Mustang otomobil alabiliyorken Türkiye’de asgari ücretli birisinin aynı aracı alabilmesi için yemeden içmeden 350 ay çalışması gerekiyor. Önce bunları dert edeceksiniz.

2- Her gün kaldırım yıkmak ve her gün kaldırım yenilemek artık adetten oldu. Kesilen ağaçlar, beton dökülen alanlar, kente boca edilen motorlu araçlar ve alışveriş merkezleri ile doldurulan meydanlar yüzünden kentler yaşam alanı olmaktan çıkıp işkencehaneye dönüştü. Sakatlar sudan çıkmış balık misali kentte debelenmeye “yaşam” demeye başladı, nefes alamıyoruz! Sakat olmayan kişilerin dahi toplu taşımaya kelle koltukta binebildiği kentlerde sakatlar olarak nasıl bir eziyet çektiğimizi halâ hayal edebilirsiniz herhalde!

3- Bu ülkede hayat hepimize zor, amenna, ama sakatlara ve ailelerine çok çok daha zor. Yaşam 200 puanla bitecek bir koşturmacaysa, bu berbat düzeni kuran sakat olmayanlar bize (ve ailelerimize) yekten -100 puanı yapıştırıveriyorlar! İşte sakatlara uygulanan araç alımı vb. pozitif haklar sakat olmayanların iş bilmezliği ve acımasızlığı nedeniyle ortaya çıkan bu rezilliği bir nebze gidermek içindir. Yediğiniz haltın bir özrüdür yani! Şimdi çıkıp “o kadar da özür dilemiyoruz” demeniz en hafifiyle ayıptır!

4- Siz engellilerin eğitim hizmetinden nasıl yararlandığını, nasıl zor iş bulduğunu, becerisi ve eğitimi göz ardı edilerek sırf engelli diye nasıl düşük maaşla çalıştırıldığını, okula/işe gidebilmek için servis, toplu taşıma gibi size sıradan gelen haklardan nasıl da yararlandırılmadığını; anne ya da babadan birinin çocuğuna bakabilmek için işini bıraktığını, çalışanın ise sürekli işverenin insafıyla hayatının terörize edildiğini, sağlık, medikal, eğitim ve rehabilitasyon giderleri için elde avuçta ne varsa satmak zorunda kaldığını, her gün bu hizmetlere erişebilmek için çocuğuyla yollarda-hastanelerde perişan edildiğini biliyor musunuz? Sayın sosyoloji profesörü, siz sakatların ve ailelerinin neredeyse mutlak bir yoksullaşmayla karşı karşıya bırakıldığını bilmiyor musunuz? Size sıradan gelen her şey için sakatların ve ailelerinin her an mücadele etmek, hatta kavga etmek zorunda kaldığından haberdar değil misiniz? Sizlerin yüzünüzden yaşamlarımızın zehrolduğu gün gibi ortada! Eşekler gibi didinip size rağmen bir gıdım iyi bir arabaya binebilecek duruma gelmiş olanlarımıza karşı hasetle laf edeceğinize, biraz mahcup olsanız diyorum!

5- Bu hak, motor hacmi 1600 cc’ye kadar olan araçlarla sınırlıdır. Daha üst motora sahip araç almak isteyen sakatlar herkes gibi aracın tüm vergilerini öderler. Ayrıca bu haktan yararlanarak alınan araçlarda kullanım ve satışa dair çok ciddi kısıtlamalar vardır. Hem, her sakat ÖTV’siz araç alma hakkından yararlanıyor da değildir. Manuel vitesli aracı bedensel engeli nedeniyle kullanamayan ve/ya sakatlığı %90 ve üstü oranda rapora karşılık gelen kişiler yararlanabiliyor bu haktan. MTV istisnasından ise çok daha az kişi yararlanıyor. KDV, trafik sigortası vb. vergileriyse zaten ödüyoruz. Ayrıca sakatlar o arabalar için para veriyor, iane kuponu değil. O çok sevdiğiniz tabirle söylersek, ekonomiye katkı sunuyoruz! Kapiş?

6- “Zorlama rapor” mevzusuna hiç girmeyeceğim. Bir yerlerinizi sakatlayıp bir zorlayın bakalım ne oluyormuş… Birileri doktor -> sağlık kurulu -> il sağlık komisyonu -> vergi dairesi -> TSE -> Emniyet sürecini katakulli ile geçebiliyorsa, eminim bu başarının nedeni Oscar’lık sakat rolü yapmak değil, muhtemelen başka şeylerdir! Bu sahtekarlığı takip etmek kimlerin işiyse, görevlerini yapsınlar lütfen. Ama size önerim, bu üçkağıtçıları ve talana göz yumanları dert edeceğinize, bu silsilede canından bezen ve hakkı yenen sakatları ve ailelerini dert edin. Daha bir insani olur gibi geliyor kulağa.

7- “O eksi 100 de nereden geliyormuş” diye sorabilecek biri varsa, hodri meydan! Her neredeyse kendisine bir tekerlekli sandalye göndereceğim… Tek istediğim hemen yola çıkması, birkaç yere uğraması ve kimseden yardım almadan bana gelmesi. Gelsin, Türkiye’de sakat olmanın ne olup ne olmadığını konuşalım, sonra bakalım benim arabam mı bana haktır yoksa sizin arabanız mı size!

Son olarak, aslında temel sorunun başlıkta geçtiği gibi SAKATFOBİ olduğunu düşünüyorum. Zihinlerdeki sakat tipolojisi ile iyi bir otomobil, iyi bir eğitim, iyi bir iş, saygın bir birey uyuşmuyor. Semptomların esas sebebi budur. Tedavi olunması önerilir.

Bu yazı bianet.org/ dan alınmıştır

 

 

 

Bülent Küçükaslan

ABD / KANADA… Balık akvaryumdan firar ederse…- Mahmut Şenol

Bu yazı acikgazete.com sitesinden alındı

Sizin haberiniz yok diye ben buradan havadis gönderiyorum; söylemedi demeyin:

ABD’nin Kanada sınırındaki tel örgülerle denizden ayrılmış bir balık çiftliğinden 305 bin adet somon balığı, yetiştirildikleri bu yerden, tel örgüleri delip Okyanusa kaçtı.

Nasıl oldu, sebep neydi, bunları araştırıyorlar.

Bu mühim hadise, geçen hafta cereyan etti ve televizyonlarda, gazetelerde yer aldı; hep takip ettik.

Pasifik Okyanusu kıyısındaki somon balığı yetiştirilen bir deniz-çiftliğinden özgürlük, özgürlük diye kaçan balıklar çiftlikte hem hormonlanıyor, sunî ve fennî tarzda besleniyor, ayrıca DNA’larıyla oynandığı için mesela kısa sürede irileşiyor, şişmanlıyor, teraziye konunca kilo çekiyor, kapitaliste para kazandırıyor; biz aslında üflenip püflenip, şişirilmiş balık yiyoruz.

Firari balıkların sayısı tamı tamına 305 bin balık diye açıklandı.

Biz ki özgürlükten yanayız, fakat bu balıkların firarını, kaçışını uygun bulmuyoruz; aklınızı başınıza devşirin, bir an evvel yuvaya dönün diyeceğiz ama dinleyen kim!

Açık denize çıkan balıkların çok az bir kısmı, pabucu pahalı bulunca geri dönmüş…

Her nasılsa delinmiş tel çitlerden içeri gelmişler, girmişler; besle bizi balıkçı amca diye…

Tabii dışarıda hayat zor, köle daima efendisine geri döner…

Bu köle balıkların ızgarası da bir güzel olur ki, sormayın!

Köle balığın efendisi bir Amerikan şirketi…

Şirketin adı Cooke Aqua-Culture, Amerika ve Kanada’nın en büyük balık yetiştiricisi; siz sofranızda somon balığı yedik zannediyorsunuz ama yanılıyorsunuz, yediğiniz akvaryum balığı; onlar akvaryumculuk ediyormuş…

Balık piyasaları bu olaydan sonra prim yaptı, fiyatlar oynadı, stoklar kıymet kesti, yakın zamanlarda sofralara taze balık konulamayacak; demek ki derin dondurucuda birkaç paket somonum olsa, ben de kapitalist olacaktım…

Pasifik’e açılan balıklar, alık akıllı olduklarından büyük kısmı orada başka balıklara yem olacaktır; olmuştur.

Yetkililer, yetki denilen şeyi kuşandıklarından, hemen açıklama yaptı: Ey Amerikalı ve Kanadalı balıkçılar, yakalayabildiğiniz kadar Somon yakalayın, yemeseniz bile yakalayın, çöpe atın ama yakalayın…

Niye ?!

Zira 305 bin Somon, yaklaşık olarak bin beş yüz ton balık doğal ortama karışmıştır. Bunların diğer balık türlerine zarar vereceği, eğer kendi cinsinden olan gerçek somonlarla çiftleşirlerse doğada türlere tahribat vereceği zannediliyor; tam bir çevre felaketi aslına bakılırsa…

Asıl felaket şu: Siz bize doğada olmayan bir şeyi yedirtiyorsunuz! Bu gerçek, böylece ortaya çıktı.

Bize yedirtilen balık, Okyanusta, denizde olmayan bir balıktır; orada olması gereken balığın sahtesidir, benzeridir.

Firar eden balıkların Okyanusun neresinde olduğunu nasıl bulacaksanız?

Bir yerlerde dolaşıp duruyor olabilirler…

Fakat bilim adamları hemen kuşkulandılar; onların işi zaten bu ; kuşku duymak.

Kuşku duymadan bilim yapılamaz!

Diyorlar ki, bu yapay somonlar eğer kıta karasından denize dökülen ırmak ağızlarına ulaşıp, içgüdüleriyle tıpkı gerçek somonlar gibi nehirlerin, derelerin akan suları tersine zıplaya zıplaya kaynağına kadar giderse, işte o zaman tam bir felaket olur. Somon balığı türünün bozulacağından korkuluyor da bu açık açık dile getirilmiyor.

Somonların nehir suyunun akışı ve debisi ne olursa olsun tersine gittiği bilinir, gidip kaynağında yumurta döşerler.

Zor ve zahmetli bir iş, ama bu alık balıklar üşenmez ve böyle yaparlar.

ABD’nin Batı kıyılarından Alaska’ya kadar soğuk suyla kaplı Pasifik Okyanusu sahili şimdi bu tehditle karşı karşıyadır.

Bu tehdit aynı zamanda 300 bin balığın bir leş olarak karaya vurmasıdır ki, daha da fenadır.

Çevre felaketine dönüşebilecek böyle bir durum yerine bunca somon balığının köpekbalıkları ve balinalar tarafından şapur şupur yenmesi tercih ediliyor.

Bu firari balıklara yabancı oldukları sularda yaşamayı öğretmeye kalkışalım, demeyiniz; koyun pöstekisinde tüy saymaya benzer.

Latincede atasözü olarak, Piscem Natara Doces derler, Balığa yüzme öğretmeye kalkışmak anlamında…

Fakat, galiba, bu kez firari somon balıklarına bu söz pek uygun düşüyor.

Bilmedikleri bir büyük denizde üç yüz beş bin somon gerçek anlamıyla yüzmeyi öğreniyor.

Mahmut Şenol – Açık Gazete

Mersin’de ’32 kısım tekmili birden bir umut adası’: Kültürhane

Kültürhane’yi duydunuz mu? Ya da soruyu şöyle sorayım: Mersin Üniversitesi’nden ihraç edilen Barış imzacısı akademisyenler tarafından açılan ve kurucularından Ulaş Bayraktar tarafından “32 kısım tekmili birden bir umut adası” olarak tarif edilen Kültürhane‘den haberiniz oldu mu? Olanlar zaten biliyor, ben henüz haberi olmayanlar için aktarayım kendi bildiklerimi ve Cuma günü (25 Ağustos) yaptığım Kültürhane ziyaretinde dostum, arkadaşım ve mekanın ortaklarından Deniz Altınay’dan öğrendiklerimi.

Kitaplar öksüz, yetim kalmasın istedik

Herşey Ocak 2016’da “Bu suça ortak olmayacağız” barış bildirgesine imza atmamız ile başladı diyor Deniz. Henüz ortada barış imzacılarına dair bir yaptırım bulunmuyorken kraldan çok kralcı davranan Mersin Üniversitesi Rektörü’nün işgüzarlığı ile bildirgenin hemen 1 ay sonrası Şubat 2016’da ilk ihraçlar başlamış.

Deniz ile Kültürhane’yi mekanın verandasında konuştuk

İhracın o dönem hukuki bir dayanağı bulunmadığından “Sözleşme yenilememe” gibi tali yollar ile Şubat 2016’da 2, Mart ayında 1, Nisan ayında ise içinde Deniz’in de bulunduğu 3 akademisyenin üniversite ile ilişiği kesilmiş. “Sözleşmeli çalışan akademisyenler için bu yöntem uygulanıyordu” diyor Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde uzman olarak çalışırken üniversiteden çıkarılan Deniz Altınay. 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası gelinen Olağanüstü Hal (OHAL) Dönemi ile hayatımıza dahil olan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) daha gündeme gelmeden Mersin Üniversitesi’nden “Bu suça ortak olmayacağız” barış bildirgesine imza atan 22 akademisyenin yarıya yakınının da üniversite ile ilişiği kesilmiş.

https://www.youtube.com/watch?v=Z3pBeW6GsjU

Deniz Altınay, sözleşmesinin uzatılmayacağı kesinleştğinde son derslerinden birini okulun çimenlerinde gerçekleştirmişti

“En son 29 Nisan 2017’de yayımlanan 689 sayılı KHK ile de bildirgede imzası bulunan tüm arkadaşlarımız üniversitedeki görevlerinden ihraç edildiler” diyor Deniz Altınay. Bu süreçte birçok akademisyen Türkiye’de kendilerine çalışma alanları ile ilgili faaliyette bulunma imkanı bırakılmadığı için yurtdışına gitmek durumunda kalmış. “İşte tamda bu anda şu soru ile karşı karşıya kaldık” diyor Deniz, “Arkadaşlarımızın kitapları ne olacak. Gözleri gibi korudukları. üzerlerine titredikleri ve beraberinde götürme imkanı bulamadıkları onlarca, yüzlerce kitabın akibeti ne olacak. Kültürhane bir bakıma bu ihtiyaçtan da doğdu diyebiliriz. Arkadaşlarımızın kitapları öksüz, yetim kalmasın istedik”

3 Silahşörler!: Ayşe Gül, Ulaş, Deniz ve Nalan

Kültürhane’nin verandasında çaylarımızı yudumlarken konuşuyoruz Deniz ile. Arada çaylarımızı tazeliyor Kültürhane emekçilerinden Cansu. “Peki siz kimsiniz? Kültürhane’nin arkasındaki asıl kişiler kim? Kaç kişi giriştiniz bu işe? Başından bir anlatabilir misin Kültürhane öyküsünü?” diyorum Deniz’e.

3 silahşörler soldan sağa Deniz Altınay, Ulaş Bayraktar, D’artagnan Nalan Turgutlu Bilgin ve Ayşe Gül Yılgör

“4 kişi olarak kurduk ama biz bu hayalin tüm dostlarımız tarafından sahiplenilmesini istiyoruz” diyor Deniz. “Hikayenin başlangıcı aslında Mersin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde Doç. Dr. olarak görev yapan Ulaş’ın (Bayraktar) 29 Nisan 2017 KHK’sı ile üniversiteden ihraç edilmesi idi diyebiliriz. Ulaş hemen “Bir şey yapmalıyız” düşüncesi ile arayışlara girdi. Mayıs ayında da şu an içinde bulunduğumuz mekanı gören bir arkadaşı Ulaş’a haber veriyor. Kendisi de gelip mekanı inceliyor, beğeniyor. Hemen sonrasında da bize mesaj atıp, “Bir mekan var. Ben gördüm beğendim, Ne dersiniz?” diyor ve ardından süreç işlemeye başlıyor. Mayıs ortası gibi sözleşmeyi imzalamıştık. 3 yıllık bir sözleşme yaptık mekan sahibi ile. Ardına da mekanın inşa faaliyetlerine giriştik. Kütüphane kısmını sana başta aktardığım gibi çoğunlukla yurtdışna gitmek durumunda kalan akademisyen arkadaşlarımızın kitaplarından oluşturduk. Birçok yerden kitap bağışı da sürekli geliyor.

Kültürhane’ye hayata geçirme çalışmalarının her aşamasında dayanışma esas gündem

Mermer ustası bir arkadaşımız gelip o işlerimizi kotardı. Derken mutfağı da gene dayanışmacı bir emekle dizayn ettik. Henüz tadilat bitmiş değil ama. Açılış tarihimiz 30 Eylül’e kadar hepsini tamamlamaya gayret ediyoruz. 4 ortak olarak giriştik bu işe demiştim. İşte ben varım, Ulaş var, gene 29 Nisan KHK’sı ile ihraç edilen Mersin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nden Prof. Dr. Ayşe Gül Yılgör hocamız var, bir de akademisyen olmasa bile tüm süreçte bizimle birlikte olan ve “Bu suça ortak olmayacağız” barış bildirgesine destek amaçlı oluşturulan “Barış için Feministler” grubundan Nalan Turgutlu Bilgin arkadaşımız var. Tam bu noktada, “3 silahşörler gibi yani” diyorum Deniz’e ve ekliyorum, “Biliyorsun onlar da aslında 4 kişidir. Athos, Portos, Aramis ve D’artagnan. Nalan da grubun D’artagnan’ı oluyor bu durumda” “O konuda bir yorum yapamayacağım Alper. Nalan’a sorabilirsin istersen” şeklinde yanıtlıyor yorumumu Deniz.

Açılış 30 Eylül’de

Mersin için bir kültür vahası olarak adlandırmayı uygun gördüğüm Kültürhane’nin resmi açılışı ise Deniz’in bana aktardığına göre 30 Eylül 2017 Cumartesi günü gerçekleşecek. “Tüm dostlarımızı. Dayanışma ağımıza dahil olmak isteyen herkesi davet ediyoruz açılışımıza” diyor Deniz.

Kültürhane’nin kütüphanesinde Naomi Clein’in iklim değişikliğine dair kitabı, “This Changes Everything” de bulunuyor

Kültürhane için sırf kütüphane, etüd merkezi ve çay içip sohbet edebileceğiniz bir mekanın çok ötesinde bir kurguları olduğunu da ifade ediyor. “Söyleşiler, atölyeler, sinema gösterimleri olsun istiyoruz. Öğrencilerin şehrin tam merkezinde kendilerini akademik olarak güçlü bir mekanda hissedip burada çalışmalarını hayal ediyoruz. Yurtdışına gitmek durumunda kalan arkadaşlarımıza internet aracılığı ile buradan bağlanıp onların alanlarına dair atölyeler, dersler, paneller planlıyoruz. Bu dediğimde bizim şu an aklımıza gelenler. Ama zamanla, buraya gelen dostlarımızın önerileri ile şu an hiç aklımızda olmayan çok başka etkinliklere de ev sahipliği yapabilir elbette Kültürhane. Sana, daha yeni yaşadığım bir anekdotu da aktarayım. Üniversite’den ihraç edilen ve şu an Almanya’da bulunan benimle aynı fakülteden arkadaşım Yrd. Doç. Dr. Eylem Çamuroğlu‘na Kültürhane hayalimizi aktardığımda hemen orada bize benzer bir oluşum ile irtibata geçti. Ve şimdi oradaki arkadaşlar Kültürhane ile kardeş kurum olmak istediklerini iletmişler Eylem’e. Dayanışma ağımızın böyle böyle gelişip serpilmesini de istiyoruz.

Hopa’dan çay, Ovacık’tan nohut, Zapatista’dan kahve, Kazova’dan tişört

“Peki Kültürhane’ye gelen ne yiyip içecek? Çay, kahve var, onu gördüm, yemek de olacak mı peki?” diyorum. “Çay, kahve, içecekler olacak ama lokanta gibi düşünmemek lazım. Aperatifler de olacak elbette ama biz dayanışma ağlarının burada da bulunmasını arzu ediyoruz. Mesela Hopa’da kooperatifin ürettiği çay da burada olsun. Ovacık Belediyesi’nin halka açtığı tarım alanlarından çıkan nohut ve fasülye de Mersinliler ile buluşsun istiyoruz. Kazova emekçilerinin tekstil ürünlerine bile Kültürhane üzerinden ulaşılması mümkün olsun hayalimiz de var. Bununla da sınırlı kalmayacağız elbette. Mersin’de kendi evinde üretim yapan dostlarımız ve arkadaşlarımız için bir alternatif yaratmak da istiyoruz. Dediğim gibi dayanışma ağları üzerinden bir birliktelik kurmak istiyoruz. Kültürhane tüm bunlar için buluşma noktası olabilir diye düşünüyoruz. “Peki Kültürhane hangi saatler arasında açık olacak?” “Şu anki planımız sabah 10:00 akşam 22:00 ama süreç ile de netleşecek biraz o durum.

Devlet ve Rektörlük aslında bizim yolumuzu açtı

Deniz’e şu geçen son 1 yılda nasıl geçindiğini soruyorum. Kendi ifadesine göre Nisan 2016’da, üniversiteden ihraç edildiği günden bu yana neler yaptığını aktarmasını istiyorum. “İhraç edildiğim dönem benim de yurtdışına gitme fırsatım vardı ama ben bunu tercih etmedim, burada kalmak istedim.

Bu söz de Kültürhane’ye giden yolun mermerini döşeyenlere :)

Eğitim-Sen akademik ihraçlar başladığı andan itibaren ihraç edilen tüm akademisyenlere aylık olarak bir yardımda bulunuyor ve o halen sürüyor. İşte senin de bir dersine katıldığın Dayanışma Akademisi ile ilgilendim bu dönem içerisinde. Kültürhane ekibinin bir başka projesi olan ve Suriyeli mülteci çocuklara dönük çalışmalar yürüten Maya Derneği ile birlikte faaliyetler yürüttüm.

Kültürhane zeytin ağacı önünde poz vermeyi biz de ihmal etmedik

Onun dışında zaman zaman gelen çeviriler vardı, bunun gibi dönemsel bazlı gelir getirici işler oldu ama Kültürhane ile bambaşka bir fırsat çıktı karşıma. Aslında hem devlet hem de rektörlük bizi sivil bir ölüme ve çaresizliğe mahkum etmeyi amaçladı ama başaramadılar. Üniversite’de iken hep toplumla bir arada olmayı ve bunun yollarını bulmayı konuşurduk aramızda. Bu ihraçlar ve yaşadığımız süreç bambaşka imkanlar sundu bize. Bilimsel çalışmanın tek yapılacağı alan üniversiteler değil sonuçta. Akademik çalışmayı her yerde sürdürebilirsiniz. Biz de Kültürhane ile buna da bir alan açmayı hedefliyoruz.

Kültürhane’ye destek için Indiegogo Kampanyası

“Bir de destek kampanyası var internette devam eden. Onun hakkında da bilgi alabilir miyim senden?”

“Evet, bir kampanyamız başladı. Daha 1 hafta bile olmadan hayli de destek aldık.

Indiegogo üzerinden devam eden kampanyaya buradan destekte bulunabilirsiniz

Başlangıçta böyle bir niyetimiz yoktu aslında. Barış imzacısı akademisyenlerin iletişimi için kurulan bir mail grubu var. Ulaş, Kültürhane fikrini orada paylaştığında inanılmaz bir destek gördük. Herkes, “Çorbada bizim de tuzumuz bulunsun” dileğini iletti. Ama bu desteği bireysel olarak kabul etmemiz elbette mümkün olamazdı. Arkadaşlarımızın bu talebine yanıt vermek, Kültürhane’yi de hepimizin kılmak adına Ulaş tarafından başlatıldı senin bahsettiğin imza kampanyası ve hiç beklemediğimiz ve bizi çok sevindiren şekilde de devam ediyor.

Üniversite’den Kültürhane’ye nasıl gelinir?

“Peki Deniz, sana son sorum kardeşim. Diyelim ki ben Mersin Üniversitesi Çiftlikköy Kampüsü’nde okuyan bir öğrenciyim ve Kültürhane’ye gelmek istiyorum. Nasıl geleceğim? Burası ulaşım açısından da rahat erişilebilir bir yerde mi?” “Hemen tarif edeyim Alper. Mersin Yenişehir ilçesi Dikenliyol’dayız şu anda. Kültürhane’nin bulunduğu cadde 18. cadde olarak geçiyor. Üniversite içinden de geçen Pozcu minibüsleri ile kapımızın önüne kadar gelebilir öğrenci arkadaşlar. Ama ön camlarında mor plaka bulunan ve üzerinde “Çevreyolu” yazan minibüslere binmeleri gerekiyor. Bu detayı da aktarmam gerekiyor.”

Tam bana bu bilgiyi vermişken Kültürhane’yi de barındıran 18. Cadde üzerine Deniz’in bana tarif ettiği Mor Plakalı ve üzerinde “Çevreyolu” ibaresi bulunan Pozcu minibüsü yanaşıyor. İkimiz de bu tesadüfe gülümsüyoruz.

Kültürhane’den ayrılmadan önce Deniz’e, “Yeşil Gazete için ben genelde evden çalışıyordum ama artık iş yerim Kültürhane olacak gibi görünüyor kardeşim. Sonradan aman zaman olmasın” diyorum :)

Her zamanki gülümsemesi ile karşılıyor kinayeli itirafımı Deniz ve “Lafı mı olur Alperciim. Her zaman bekleriz. Burası senin de evin sayılır artık” şeklinde yanıtlıyor.

Kültürhane, Mersin Yenişehir Dikenliyol 18. Cadde’de

Hepinizi bekleriz!

#anavarrza

 

 

Alper Tolga Akkuş