Ana Sayfa Blog Sayfa 3025

Kum tüketiminde gelinen nokta: Kumdan kale bile yapamayacaksınız! – Berk Öktem

Oksijen ve suyun olmadığı durumda biyolojik olarak yaşamımızı sürdürmemiz mümkün değil. Kum ise toplumsal hayatımızın en önemli parçalarından biri ki bunun farkında bile değiliz! Şehirlerimiz kumdan yapılıyor, daha ne olsun.

Hayatımızın bu kadar içinde olan kum tabi ki de tüketim çılgınlığımızdan nasibini alıyor. Özellikle inşaat, «çılgın projeler», kullanılabilir kum stokunun hızlı bir şekilde tükenmesine sebep oluyor. Geçen yüzyılda karadan ve nehir yataklarından o kadar çok kum çıkarmışız ki elimizde, neredeyse, sadece su altı kumları kalmış1. Ayrıca kumun yenilenemeyen bir doğal kaynak olduğunu da unutmayın.

Ee tabi bu kadar çok tüketmenin bedelleri var. Su altı ve üstü biyoçeşitlilik direk olarak etkilenmekte, adalar su altında kalmakta, turizme ve balıkçılığa olan etkisi ise yerel ekonomileri mahvetmekte. Özellikle Güneydoğu Asya’da kum çıkarımı mafyanın kontrolünde ki, bu durum işçi sömürüsünün hat safhaya ulaşmasına sebep oluyor.

Kum, 200’den fazla alanda kullanılıyor

Toplumsal hayatımızın her zaman bir parçası durumundaki kumun kullanımı son yıllarda katlanarak arttı. Bunun en büyük sebebi günümüzün vebası olarak gördüğüm inşaat hastalığı. Kumun inşaattaki kullanımına gelmeden diğer kullanım şekillerine bakalım.

Hepimizin bildiği üzeri cam kumdan yapılıyor. Camın geri dönüştürülmesi göreceli olarak daha kolay olduğundan bu alandaki kum tüketimi bana pek de zararlı gelmiyor. Ayrıca, birayı cam şişeden içmek hem daha sağlıklı hem de daha lezzetli :) Kumun içindeki silis maddesi ise elektronik sanayinin vazgeçilmezi. Trenlerin fren sistemlerinde, su filtrasyonunda, kot pantalon üretiminde, güneş panellerinde, boya, badana sektöründe yine kum kullanılıyor. Tarım sektöründe ise bazı kumların içinde bulunan kalker sayesinde toprağın asitliğini azaltmak için yine kum kullanılmakta.

Petrol ve doğal gaz çıkarma tekniği olan hidrolik kırılma da (hydraulic fracturing) ciddi miktarda kuma ihtiyaç duyuyor. Kumla ve başka maddelerle karıştırılmış basınçlı suyun kayaları çatlatması sonucu doğal gaz ve petrol yukarı çıkartılıyor ve tabi ki beraberinde büyük ekolojik yıkımlara yol açıyor2. Son yıllarda, bu alandaki kum kullanımında yüksek bir artış gözlemleniyor.

Kum canavarı: inşaat sektörü

Gelişmekte olan ülkeler (Çin, Türkiye, Hindistan…) ve gösteriş budalası küçük züppe devletler (Singapur, Dubai…) kum talebine olan artışın arkasındaki ülkelerdir. Günümüzde kum talebinin büyük bir kısmı inşaat sektöründen geliyor. Gelişmekte olan ülkelerin aynı zamanda şehirleşiyor olması bunun başlıca nedeni. Ayrıca inşaatta kullanılan kumun geri dönüşümünün çok zor ve maliyetli olduğunu da unutmayalım.

İnşaat sektöründe kullanılan kumun Dünya genelindeki durumunu açıklayayım. Beton, çimento, kum, çakıl taşı ve suyun karıştırılmasıyla elde ediliyor. Her bir birim çimentonun betona dönüşebilmesi için bunun 6-7 katı kadar kum ve çakıl taşı gerekiyor. Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP)’na göre beton üretimi için harcanan kumu hesaplamanın dolaylı yolu, Dünya genelinde üretilen çimento miktarının tamamının beton yapımında kullanıldığını varsayıp bunun için gereken kum miktarını hesaplamak. UNEP’e göre 2012 yılında 26 ile 29 milyar ton arasında kum ve çakıl taşı sadece beton üretiminde kullanılmış3. 2016 yılında bu sayının 30 ile 33 milyar tona çıktığını hesaplayabiliriz4.

2016 yılında, en çok çimento üretmiş olan ülkelere bir bakalım, sonuçlar hiç de şaşırtıcı değil. Çin, Dünya genelindeki üretimin %57’sini gerçekleştirmiş. Hemen arkasından Hindistan gelmekte, sonra ABD ve dördüncü en büyük çimento üreticisi ülke ise Türkiye. Tabi ki çılgın projelerimiz, duble yollarımız, gökdelenlerimiz için bol bol çimento lazım4. Çin’in çimento talebi ise son 20 yılda %400’ten fazla artış göstermiş3.

Kum sadece beton üretiminde kullanılmıyor. Yol üretiminde kullanılan asfaltın %90’ı yine kum ve çakıldan oluşuyor3. Sadece Çin, 2012 yılında 146.000 km yol yapmış3. Sanayi üretiminde ise 2012 yılında 180 milyon tondan fazla kum ve çakıl kullanılmış. Bunun yanında denizleri doldurmak için kullanılan kum ve çakıl taşının miktarı bilinmiyor bile. Birleşmiş Miller Çevre Programı’nın (UNEP) yaptığı hesaba göre yılda en az 40 milyar ton kum ve çakıl taşı tüketiliyor. Bu hesap 2012 yılında yapılmıştı. Günümüzde bu miktarın 50 milyar tona ulaştığı düşünülüyor.

Türkiye’de inşaat ve kum ilişkisi

Gelişmekte olan ülkelerde, şehirleşmeye paralel olarak kum tüketiminin arttığını belirtmiştim. Türkiye’de de durum farklı değil. 3. havalimanı, köprüler, Kanal İstanbul gibi mega projeler ve inşaat sektörüne dayalı bir ekonomi kum tüketiminin artmasındaki en büyük etkenler. 2015 yılında Türkiye’de 40 milyon ton kum çıkartılmış. Aşağıdaki grafikte de inşaat sektörünün büyümesine paralel olarak kum üretiminin nasıl arttığını açık bir şekilde görebiliyoruz:

Kum üretimi (sol eksen) silis kumu ve inşaat kumu toplamından oluşmaktadır. Silis kumu daha çok boru üretiminde ve su arıtmasında kullanılmaktadır. Son yıllardaki muazzam artış ise inşaat kumlarından kaynaklanmaktadır. Silis kumu çıkarımı yıllar boyunca sabit bir seyir izlemiştir, yaklaşık 7,8 milyon ton civarında. İnşaat endeksi (sağ eksen) ise 2010 yılı baz alınarak hesaplanmıştır, inşaat (bina ve bina dışı inşaat) üretimindeki artışı veya azalışı göstermektedir . (Veriler: TÜİK)

Türkiye asfalt yol yapımında iddialı ülkelerden biri, aşağıda 2005’ten beri asfalt yol artışını görebilirsiniz:

Tüm bu verilere bakınca inşaat ile kum arasındaki ilişkinin boyutunu anlayabiliriz. Ekonomisi inşaatla yürüyen veya yoğun olarak inşaat yapan ülkeler kum tüketimini daha da fazla arttıracak gibi gözüküyor. Peki çıkarılan bu kumların çevreye etkisini ne oluyor?

Ekolojik yıkım ve yerel ekonomilerin iflası

Denizlerden, okyanuslardan kum çıkarmak büyük ekolojik felaketlere yol açabilir, açıyor da. Endonezya açıklarından çıkarılan kum Singapur’daki 130 km2’lık bir alanı doldurmak için kullanıldı, sonuç 25 tane adanın sualtında kalması5! Singapur, Dubai gibi yerlerde denizler kumlarla dolduruluyor ki daha çok bina inşa edilebilsin. Sualtı yaşamı, bölge ekonomisi (balıkçılık, turizm), kuşlar ve adalar kum endüstrisinin tehditti altında.

Örneğin, Fransa’nın kuzeyinde yer alan Lannion Koyu’ndaki kum çıkarım projesine yerel halk direniyor. Bunun en büyük sebeplerinden biri, bölgenin balıkçılık ile geçiniyor olması. Eğer bu kum çıkartılırsa, küçük balıklıkların saklanabileceği kumullar yok olacak. Hem bu balıklar başka yere göç ederek balıkçılık sektörüne darbe vuracak hem de bu balıklarla beslenen kuşlar aç kalmış olacak. İşin hem ekonomik hem ekolojik boyutunu ortaya koyan bir örnek6.

UNEP’ın aşağıdaki tablosu kum çıkarımın ekolojik zararlarını gayet güzel bir şekilde özetliyor:

Ekolojik yıkımın yanında bir de işin insanı boyutu var tabi. Özellikle gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde ucuz işgücüne dayalı kum endüstrisi mafyalaşmış ve regülasyonun olmadığı bu bölgelerde işçi sömürüsü de vahim boyutlara ulaşmış durumda. Güneydoğu Asya’da yaygın olan bu durum «kum mafyası» tabirinin de ortaya çıkmasına sebep olmuş7.

Hindistan’da kaçak olarak çalışan kum tekneleri. İşçilerden biri deniz dibine dalıyor ve metal bir kovayı kumla dolduruyor. Sonra da teknedeki işçiler kumu yukarıya çekiyorlar. (Fotoğraf: Adam Ferguson / Wired)

 

Yılda, Dünya genelinde 70 milyar dolar gelir yaratan bir sektöre gerekli denetimler uygulanmazsa mafyalaşması da normal. Köylerinin yok olmaması için mücadele eden insanlar öldürülüyor8. Kalanlar ise denizlerden kum çıkarmak zorunda kalıyor. Kum çıkarıldıkça da kıyı erozyonu sebebiyle köylerin sahilleri yok oluyor, balıklar kaçıyor. Kısacası kum denizden çıkartılıyor ama bundan en çok yakındaki köyler etkileniyor.

Ucuz iş gücüne dayalı kaçak kum çıkarımı bu sektördeki işçi sömürüsünün en büyük sebebi. Örneğin Fas’ta inşaat için kullanılan kumun %50’sı kaçak olarak çıkarılmakta. Hindistan’da ve Endonezya’da durum daha da vahim. Dünya genelindeki toplam kum çıkarımının hesaplanması işte bu yüzden çok zor. Kaçak kum çıkarımına derhal son verilmesi gerekiyor. Bu konuda devletlere büyük sorumluluk düşüyor.

Hindistan’daki kum teknelerinde Bangladeşli göçmen işçiler kum indiriyor. (Fotoğraf: Adam Ferguson / Wired)

Dünya devasa bir kum stoğuna sahip olsa da, yaklaşık 120 katrilyon ton, bu kumun büyük bir miktarı hem ekonomik olarak (çok derinde) çıkarılabilir değil hem de bu kumun çıkarılması ekolojik yıkımlara yol açıyor. Kullanılabilir kum miktarı ise hızla tükeniyor. Ekonomik olarak ucuz olduğu için çıkarmamamız geren kumları da çıkarıyoruz. Bu durum da ekolojik ve ekonomik sorunlara yol açıyor. İnşaat sektöründe kullanılabilecek alternatif malzemeler icat etmediğimiz sürece yada inşaat fetişinden vazgeçmediğimiz sürece kum tüketimi artmaya devam edecek. Ekosistemlerin ürettiği kumdan çok daha fazlasını tüketiyoruz. Diğer bir çok şey gibi insanlığın sürdüremeyeceği bir alışkanlık da bu.

(1) https://www.greenfacts.org/en/sand-extraction/l-2/index.htm

(2) https://yesilgazete.org/?s=fracking

(3) http://wedocs.unep.org/bitstream/handle/20.500.11822/8665/GEAS_Mar2014_Sand_Mining.pdf?sequence=3&isAllowed=y

(4) https://minerals.usgs.gov/minerals/pubs/commodity/cement/mcs-2017-cemen.pdf

(5) https://www.consoglobe.com/le-sable-une-ressource-en-voie-de-disparition-cg/2

(6) https://yesilgazete.org/blog/2017/09/16/fransa-lannion-koyu-sakinleri-bolgeden-kum-cikarimina-karsi-direniste/

(7) https://news.vice.com/article/how-indias-sand-mafia-pillages-land-terrorizes-people-and-gets-away-with-it

(8) https://www.wired.com/2015/03/illegal-sand-mining/

 

Berk Öktem

Tekirdağ’da kum ve taş ocağı protestosu: “Kumlar rüzgarla tarım arazilerini perişan edecek!”

Tekirdağ Çorlu’da Önerler ve Seymen Mahallesi Esetçe piknik alanı bölgesinde bulunan özel bir şirketin kum ocağı kapasitesinin artışı için yapmak istediği ÇED bilgilendirme toplantısını protesto etmek amacıyla halktan katılım olmadı.

Önerler ve Seymen mahallesinde Esetçe piknik alanı bölgesinde bulunan özel bir şirket, kum ocağı kapasitesinin artışı için Tekirdağ Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü‘ne başvurdu. Hazırlanan ÇED raporu için şirket mahallelere bilgilendirme toplantısı düzenledi. Seymen Mahallesi’nde bir kahvedeki toplantıya çevre gönüllüleri ve mahalle sakinleri girmedi. Bunun üzerine toplantıya katılım olmadığına dair tutanak tutularak görevliler mahalleden ayrıldı.

“Kum ocağı istemiyoruz”

Seymen Mahalle Muhtarı Aydın Dinler, kum ocağı istemedikleri ifade ederek, “Toplantıya katılım sağlanmadığı konusunda bakanlık yetkilileri Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü bir yazı yazdı. Bu ÇED toplantısı daha öncede yapılmak istenmişti. Yine toplantıya katılmamıştık ve itiraz etmiştik. Şimdi tekrar yenileyerek bir daha karşımıza geldiler. Biz de yine istemediğimizi belirttik. Kum ocağını istemiyoruz. Taş ocağı istemiyoruz” dedi.

Marmara Ereğlisi Çevre Gönüllüleri Derneği Başkanı Atilla Olgaç da bölgenin taş ocaklarıyla büyük bir sıkıntı yaşadığını belirterek şunları söyledi:

“Seymen Mahallesi ormanlık alanı doğrayıp orada bir kum ocağı kurmak istiyorlar. Bu kum ocağı da silis kum ocağı. Buradan çıkan kum cam fabrikalarında kullanılmak üzere çıkartılmıyor. Biz buna karşıyız, buradan çıkacak kumlar buranın tabiatı gereği buradan esen rüzgarla, tarım arazilerimize getirecek. Bizim tarım arazisini perişan edecek. Biz bunu istemiyoruz. Buradaki yetkililerin söylediği çıkaracakları kumun etki alanın 10 kilometre olduğunu belirtiliyor. Ancak bu 10 kilometre ile kalmaz. Bu kum ekilen tüm ürünleri perişan edecek, biz bunu istemiyoruz.”

 

(Evrensel)

Doğa harikası Uzungöl’e yapılması planlanan yapay göletlere çevrecilerden tepki!

Uzungöl’de yapay gölet yapılacağını açıklayan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’na tepki gösteren yaşam savunucuları, “Yaşam alanlarını hiçbir şekilde ve amaçla ‘birilerine’ peşkeş çektirmeyeceğiz” ifadesini kullandı.

Bakan Eroğlu’nun Trabzon’nun Çaykara ilçesindeki dünyaca ünlü doğa harikası Uzungöl’de üç adet yapay göl ve turizm merkezi yapılacağına yönelik açıklamasına yaşam savunucuları tepki gösterdi. Yaşam savunucuları, “Yaşam alanlarını peşkeş çektirmeyeceğiz” dedi.

“Eroğlu yine kendi kendine coştu”

Birgün’nün haberine göre; Derelerin Kardeşliği Platformu (DEKAP) Yürütme Kurulu adına açıklama yapan Ömer Şan, Eroğlu’nun bu defa da yaylaları ve mera sularını hedef aldığını belirterek, şu ifadeleri kullandı:

“Ülkemizin hemen her vadisini adeta kanserli bir tümör gibi sarmalayan HES’ler, taşocakları, dere ıslahları gibi doğal yaşamı katleden, geri dönüşümsüz zararlar veren projelerin hamisi konumundaki Bakan Veysel Eroğlu, yine kendi kendine coştu. Eroğlu, yüzyıllardır yöre halkının üreterek var ettiği, gelenek ve göreneklerini oluşturduğu Kadıralak, Kadırga, Hıdırnebi ve Sis Dağı gibi yaylalarımıza göz dikti. Son bilgilere göre, karar verilecek yeni turizm merkezlerinde 6 ay ila 1 yıl gibi sürelerde yap-işlet-devret modeli ile yeni tesisler kurulacak, DSİ tarafından ise yaylalarda yapay göller oluşturulacakmış. Eroğlu unutmasın ki, doğal yaşamı var eden güç, yaşamın vazgeçilmezi suyu ve toprağı buluşturduğu bu en güzel doğa parçalarını, canlı yaşamın ortasına sunmuştur.”

“Yapay planlarla doğal yaşam bozulacak”

Yapay ve suni planlarla doğal yaşamın bozulacağına işaret eden Şan, açıklamasını şöyle sürdürdü:
“Dereleri, şelaleleri yok ederek doğal yaşamın ortasına aqua parklar, botanik bahçeleri oluşturarak, suni göllerle suyu tutarak, suyu olmayan derelere suni balıklar salarak, yani yaşamı sunileştirerek sürdürülebilir bir ekosistem oluşturamazsınız. Bizler, yüzyıllardır buraları üreterek var eden, atalarından ve dedelerinden emanet aldığı doğal yaşam alanlarını, ormanı, suyu ve havayı koruyup kollayarak gelecek nesillere aktarabilmenin mücadelesi içindeyiz. Yapay ve suni planlarınızla doğal yaşamı bozup, geri dönüşümü telafisiz, imkânsız zararlar vermeyin, katletmeyin. Siz eğer bu varlıkları yok ederseniz, var olan potansiyeli de yok edeceksiniz. Bu nedenlerden dolayı, bu hesaplara izin vermeyeceğiz. Sularımızı, toprağımızı, havamızı, doğal yaşam alanlarımızı korumaktan geri durmayacağız.”

“Peşkeş çektirmeyeceğiz”

Tonya Doğa, Turizm ve Kültür Derneği Başkanı Bekir Uzunoğlu ise Kadıralak Yaylası’nın SİT alanından çıkarılarak bölgede kontrollü yapılaşmanın önünün açılacağına dikkat çekerek şöyle konuştu:

“Kadıralak’ta SİT alanı idi. SİT alanını şimdi 3’e ayırdılar. Üç şık halinde bunlar. Bunlardan biri de ‘Sürdürülebilir Koruma’. Bunun anlamı da kontrollü olarak yapılaşmaya açma. Eski statüsüne getirilmesi için dava açtık. Yeniden buranın korumalı SİT alanı olmalıdır. Şu anda Kadıralak Yaylası tam koruma alanı değil. Bu yasada birisi gelir burayı yapılaşmaya açar. Bu planlara ve bu zihniyete karşı kesinlikle direniriz. Bu işi oldu-bittiye getirerek yaşam alanlarını hiçbir şekilde hiçbir amaçla birilerine peşkeş çekecek halimiz yok.”

 

(T24)

Brezilya’da “eşcinsel onarım terapisi” protestosu: “Bu bir hastalık değil!”

Brezilya’da 2016 yılında “eşcinsel onarım terapisi” uyguladığı için lisansı iptal edilen Rozangela Justino adlı psikoloğun başvurusu üzerine açılan dava eşcinselliği hastalık kabul eden homofobik bir kararla sonuçlandı. Federal yargıç Waldemar de Carvalho’nun verdiği karar “eşcinsel onarım terapisi”ni yeniden gündeme getirdi ancak ülkede 1999 yılında Federal Psikoloji Konseyi’nin aldığı kararla  “eşcinsel onarım terapisi” uygulamak yasak.

Homofobik kararın üzerine binlerce kişi Sao Paulo’da bir araya gelerek yargıç Waldemar de Carvalho’yu protesto etti. Protestoda Lady Gaga’nın “Born This Way” şarkısı söylenerek “Bir hastalık değil!” sloganı atıldı.

“Bu çağda, eşcinselliği bir bozukluk ya da sapıklık olmadığını tekrar tekrar söylemek zorunda kalıyoruz”

Eylemin organizatörlerinden Carlos Daniel, “Bu kararın küçük bir şey olmadığını insanların anlamasını sağlamalıyız” dedi: “Brezilya’da her gün bu tür düşünceler bizi öldürüyor, insanî olmayan bir muamele görüyoruz, herkese var olduğumuzu ve geleceğimizin bizim olduğumuzu göstermek zorundayız.”

Federal Psikoloji Konseyi bir bildiri yayınlayarak, kararın “eşcinsel onarım terapilerinin” insan psikolojisi için çok tehlikeli olduğunun altını çizdi: “Bu çağda, eşcinselliği bir bozukluk ya da sapıklık olmadığını tekrar tekrar söylemek zorunda kalıyoruz. Psikolojisi acı, önyargı, hoşgörüsüzlüğü ve dışlamayı teşvik eden bir araç olmayacaktır.”

Brezilyalı ünlüler de karara tepki gösterdi. Brezilya’nın popüler şarkıcılarından Ivete Sangalo, Instagram’da “Asıl hastalar büyük saçmalıklara inananlardır” mesajını paylaştı.

Pop yıldızı Anitta, Instagram’da yaklaşık 1,5 milyon kişi tarafından görülen bir video yayınladı. Videoda “İnsanlar ölüyor, açlık çekiyor, hükümet yolsuzluk yapıyor, eğitim yok, hastane yok… Ama yetkililer, halkı eşcinselliğin bir hastalık olduğuna inandırmak için çaba harcıyor” dedi.

Yargıç protestoların ardından kararının yanlış anlaşıldığını ve eşcinselliğin bir hastalık olduğuna inanmadığını söyleyen bir yazı yayınladı.

 

(Kaos GL)

 

 

Moda’da denize nazır bir çalışma alanı: IDEA Kadıköy

Kadıköy Belediyesi tarafından hizmete sokulan Moda’daki Idea Kadıköy’ü duydunuz mu?

2 katlı mekanın üst katında “İşlik” adı verilen ve ücreti kabilinde her meslek sahibinin işlerini sınırsız internet ve muhteşem deniz manzarası eşliğinde yürütebileceği bir alanı, zemin katında “Derslik” adı altında başta üniversite öğrencileri ve araştırmacılar için kısa süreli çalışmalarını sürdürebilecekleri bir bölümü, bodrum katında ise Aşlık” ismi verilen hem geniş bir mutfağı hem de mutfak sanatları atölyeleri ile sertifika odaklı etkinliklerin düzenlenebileceği IDEA Kadıköy’den bahsediyoruz elbette.

İşlik

Belirli bir ücret dahilinde kayıtlı kullanıcılar yararlanabildiği “İşlik” adı verilen bölümde, çalışma alanları ve kullanıcıların özel eşyalarını koyabilecekleri dolaplar var. Kullanıcıların ücretsiz internet hizmetinden faydalanabildiği katta, iki adet de toplantı odası yer alıyor. Kullanıcılar, iş görüşmelerini ve toplantı odalarını bu odalarda gerçekleştirebiliyor. İşlik kullanıcıları, kendi deneyimlerini İDEA Kadıköy kitlesiyle paylaşarak, deneyim aktarımına yönelik etkinliklere sunum, eğitim ve söyleşi benzeri etkileşimlerle katılım sağlıyor.

Derslik

 

“Derslik” alanı ise genel kullanıcılar için ayrıldı. Başta üniversite öğrencileri ve araştırmacılar olmak üzere, kısa süreli çalışma alanına ihtiyaç duyan herkes bu alandan yararlanabiliyor. Derslik kullanıcıları, etkinlikler yoluyla İşlik kullanıcılarıyla etkileşimde bulunuyor, deneyim ve çalışmalarını paylaşıyor. İDEA Kadıköy’de bulunan etkinlik odalarında sinevizyon gösterimleri, panel, söyleşi ve toplantı gibi etkinlikler düzenlenebiliyor. Özel kuruluşların belirli bir ücret karşılığında faydalanabileceği bu odalar, sosyal fayda gözeten STK ve dernek gibi kuruluşlara ücretsiz tahsis ediliyor.

Aşlık

 

“Aşlık”, geniş bir mutfak alanını kapsayacak. Bu alanda farklı işbirlikleriyle gerçekleştirilecek olan mutfak sanatları eğitimleri ve sertifika odaklı çalışmalarla katılımcıların mesleki gelişimlerine katkı sunulacak. İDEA Kadıköy’de ayrıca bir de çocuk oyun evi bulunuyor.

Sezon Açılış Partisi

IDEA Kadıköy’ün sezon açılış partisi ise 27 Eylül Çarşamba günü (yarın) gerçekleşecek. . Tüm İDEA kullanıcıları başta olmak üzere herkesin davetli olduğu sezon partisinde hem kullanıcılar birbiriyle tanışacak, hem de merak edenler mekan hakkında bilgi edinebilecek ve eğlenebilecek. Canlı müzik performanslarının olacağı sezon partisi, 27 Eylül Çarşamba akşamı 19.00-23.00 saatleri arasında.

Nuhoğlu: Sosyalleşme alanı hedefliyoruz

İDEA Kadıköy’e dair konuşan Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu; “Farklı meslek gruplarından olan insanların ortak çalışma alanını kullanması ile beraber, bu mekânın bir sosyalleşme alanına dönüşmesini hedefliyoruz. Farklı disiplinlerdeki insanların bir araya gelmesi, düşünce ortamını da geliştirecek” mesajı verdi.

İDEA Kadıköy adresi: Caferağa Mahallesi Küçük Moda Sokak No:2 Kadıköy

 

(Kadıköy Life)

Almanya seçimlerini nasıl okumalı?

Almanya’da yapılan seçimler her zaman Türkiye’den dikkatle izlenir. Hem Türkiye kökenli seçmenlerin sayısının fazlalığı; hem de Almanya’nın Avrupa ve Dünya siyasetindeki ağırlığı ve Türkiye’nin bu ağırlığın çekimiyle hareket ediyor olması bunda önemli etkenleri oluşturur. Geçen Pazar gerçekleşen seçimlerde ise yeni bir boyuta girildi. İlk defa Türkiye’den bir siyasetçi, kendisinin etki alanında hissettiği Türkiye kökenli seçmenlere kime oy verip, kime vermeyeceklerini söyledi. Ve görünen o ki seçmenler bunu pek dikkate almadı. Çünkü iktidarı, muhalefeti ile koca bir liste sunuldu seçmenin önüne. Oy kaybedenler de, oy kazananlar da bu listede vardı. Bu işin sadece Türkiye’yi ilgilendiren kısmı… Bir de seçimlerin gerçek sonuçları var.

Sonuçlara kısaca bakarsak; iktidarda olan Hristiyan Demokrat Parti/Hristiyan Sosyal Birlik (CDU/CSU) ve Sosyal Demokrat Parti (SPD) büyük koalisyonu toplamda %13,7 oy kaybetti. Yeşiller Partisi ve Sol Parti (Die Linke) az miktarlar da olsa oylarını arttırdı. Geçen seçimde barajın altında kalan Liberal Demokrat Parti (FDP) ise oylarını %5,9 arttırarak eski gücüne geri döndü. Tüm bu sonuçların yanında aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) oylarını %7,9 arttırarak hem ilk defa parlamentoya girmeye hak kazanıp, Almanya’nın en büyük üçüncü partisi olması en büyük sarsıntıyı yarattı.

Sarsıntıyı yaratmasının sebebi İkinci Dünya Savaşı sonrasında ilk defa aşırı sağ ve Almanya kelimelerinin politika düzleminde yan yana gelip konuşuluyor olması. Kiminin aşırı sağ, kimilerinin düpedüz NAZİ, kimilerinin de biraz daha yumuşak bir geçişle popülist sağ diyerek tarif ettiği bu hareket Avrupa’nın çoğu ülkesinden sonra Almanya’da da karşılık buldu. Peki, durum ne? Bu insanlar neden aşırı sağa oy veriyorlar?

AfD’nin başarısını değerlendiren Gazeteci Matija Stepišnik’e kulak vermekte fayda var.

“(Neo)liberal Avrupa’ya hâkim ekonomik ve toplumsal modelde kendileri için gelecek görmeyenlerin sayısı, Avrupa’nın sosyal yıkım yaşayan bölgelerinde giderek artıyor. Eşitsizlik ve sosyal dışlanma, varlıklı seçmenlerin de dâhil olduğu daha büyük bir seçmen kitlesine hitap eden AfD gibi siyasi güçlerin yeşermesine uygun zemin yaratıyor. Siyasetin seçkinlerinin, sığınmacı krizi ve bunun yarattığı güvensizlik ortamına verdikleri yanıt, korku ve önyargıları yenecek, ikilemleri yok edecek kadar ikna edici olamadı. Böylece aşırı uçların oluşturduğu tehlikeli koalisyon için kolay lokma olanların sayısı artmaya başladı.”

İşsizlik, mülteci konusu, karar mekanizmasının ulus ötesi bir yerlere gidip demokrasiyi de yanında götürmesi gibi sorunlar insanları aşırı sağa itiyor. 3-4 sene önce aşırı sağa oy vermeyen %8,1, eğer bu seçim verdiyse (ve bunu neredeyse tüm Kıta’da yaptıysa) bunun nedenini anlamak gerekli. Nazi diyerek geçiştirmenin bir işe yaramadığını sadece Fransa örneğine bakarak anlamak mümkün. Bu geçiştirmenin tek sonucu o partilerin daha da büyümesi ve “düzen partilerine karşı biz” ikiliğini ortaya koymaları oluyor. İnsanlar öyle ya da böyle aşırı sağda umudu görüyorlar. Görmeseler bile en azından umutsuzluğun nedenine onların da karşı olduklarını düşünüyorlar. Aynı kolay hedefe nefret duyuyorlar (İşini elinden aldığını düşündüğü sokakta yürüyen esmere mesela). Bu durum da büyük savrulmalara yol açıyor. Örneğin AfD’nin bu seçimde üzerine koyduğu oy miktarı 2.620.000. Bunun 40.000’i Yeşiller’den, 400.000’i Sol Parti’den ve 470.000’i SPD’den gitmiş durumda. Tüm Avrupa’da kaygıya sebep olan oy artışının neredeyse yarısı ortanın daha solunda olan partilerin seçmeni kaynaklı. Bu korkunun, umutsuzluğun ve arayışın fotoğrafı aslına bakılırsa. Aşırı sağı çözmek için bu fotoğrafı çözmek gerekli. Sol Parti’den (ki bu parti sendikal hareketin, SPD’nin sol kanadının ve kökeni Doğu Almanya’ya dayanan Demokratik Sosyalizm Partisi’nin birleşmesinden oluşuyor.) 400.000 oy aşırı sağa gitti bu seçim. Umudu o noktada aradılar, bulamadılar ve şimdi bu noktada arıyorlar. Üstün ırk arayışları yok. Gelecekten umutlu olmak istiyorlar.

Sonuçlara göre seçmenlerin umudu bulamayacaklarından emin oldukları tek parti var. SPD! Seçime giren tüm partilere oy kaybeden sosyal demokratlar hiçbir soruya yanıt olamayan, gelecek için bir umut kırıntısı ortaya koyamayan siyasetleriyle birlikte çöktüler. Üç dönemdir iktidar olan ve dördüncü dönemini arayan CDU/CSU’ya dahi oy kaybetmek akıl alır bir durum değil.

Yaşananlara yönelik bir ipucu daha var. AfD’nin en yüksek oy aldığı eyaletler Doğu Almanya’da. AfD, Batı’dan 1 oy aldıysa, Doğu’dan buna karşın 2 oy almış. Sol Parti’nin de en güçlü olduğu yerler aynı eyaletler. Büyük ihtimalle oy kaymaları da buralarda yaşanmıştır. Bu da bize arayışın ve umutsuzluğun hala Duvar’ın doğusunda olduğunu gösteriyor. Doğu Almanya sonuçlarına bir de Doğu Almanya’nın mültecilerin ve sığınmacıların Almanya’da en az yerleştirildiği yer olduğu bilgisi eklenince durum daha da enteresan bir hal alıyor. Temas eden bir karşıtlık ya da korku yaşamıyor Almanlar’ın bir bölümü. Kaygıları, korkuları mülteciler kaynaklı değil. Zaten olan bir korkuyu onların da üstüne yıkma durumu ile karşı karşıyayız.

Peki, neler olabilir? Öncelikle koalisyon ihtimalini konuşmak gerekli. Koalisyona girmeyeceğini deklere eden partileri yani SPD’yi, Sol Parti’yi ve AfD’yi denklemin dışında çıkartınca iki seçenek kalıyor. Ya Jamaika Koalisyonu ya da seçim… Almanlar renklerle partileri anlatmayı çok seviyor ve her partinin de bir rengi var. Siyah CDU/CSU, sarı FDP ve Yeşiller’in olduğu bu ihtimale de bu renkler sebebiyle Jamaika Koalisyonu diyorlar. Fakat bu seçenek özellikle Yeşiller için çok hırpalayıcı bir süreç olabilir. Partinin kendisini kaybetmesine yol açabilir. Diğer ihtimal ise seçim ki bu da aslında tüm kartların tekrar dağıtılması anlamına geliyor.

İster koalisyon olsun ister seçim hiçbir şey aynı olmayacak tabii ki. Çünkü ortada AfD’nin söylemleriyle aldığı %12,6 oy ortada duruyor. Bu oran Merkel’in övgü toplayan mülteci programını revize etmesine ya da olası bir seçimde buna yönelik vaatlerde bulunmasına sebep olabilir. İlk defa sağına baktığında bir parti görecek Merkel. Ve bu görüntü onu 2015’te açıkladığı gibi 1 milyon sığınmacıya ve mülteciye kapılarını açma kararını gözden geçirmeye itebilir. Çünkü orada AfD’nin liderlerinden Alexander Gauland ifade ettiği gibi“ülkeyi fethedeceklerinin” sözünü veren bir parti bulunuyor.

Arayışlar ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın aşırı sağ artık Avrupa’nın kalbinde de kendisine yer buldu ve merkez siyaset, özelikle de merkez sol, toplumun arayışına yanıt veremediği sürece bu varlık giderek büyüyecek.

Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

https://twitter.com/Urbarli

İklim değişikliği ve sağlık – Özge Doruk

Her iki konu da çok önemli ve birbiriyle doğrudan ilişkili olsa da şahsi kanaatim henüz onları yanyana pek düşünmediğimiz yönünde.

Mesela size kömürlü termik santraller ve onların sağlığa etkileri üzerine birtakım raporları ve araştırmaları sunabilirim. Heinrich Böll Stiftung Derneği’nin 2017 yılında çıkarmış olduğu Kömür Atlası meseleyi pek çok açıdan ele alan detaylı bir çalışma. Raporda kısım kısım sağlık üzerine etkiler konusunda da bilgiler yer almakta.

Bu noktada kafamı karıştıran ve netleşmesini istediğim bir durum var. Şöyle ki kömürlü termik santraller günümüzde yaşadığımız iklim değişikliğinin sebebidir ve kömürlü termik santraller bizi hasta etmektedir. Her iki önermenin de birbiriyle bağlantısı var. Bu santrallerin atmosfere salmış oldukları CO2 havamızı değiştiriyor. Kömürün yakılması ile ortaya çıkan küçük partiküller ve radyasyon akciğer fonksiyonlarında azalma, astım gibi solunum yolu hastalıklarına ve bebek ölümlerine sebebiyet veriyor.

Aynı karbonun artık etkilerini bizzat yaşadığımız ve daha net bir şekilde gördüğümüz üzere mevsimlerin süreleri, günlük yaşanan hava olaylarının şiddeti gibi durumlarda da yadsınamaz bir rolü var. Türkiye’nin mevcut enerji politikası kapsamında plan üstüne plan ile arttırılması hedeflenen bu ‘küçük ve şirin’ santrallerimiz sadece havaya değil suya ve toprağa da zehir saçıyor. Topraklarımız zehirleniyor. İklim değişikliği sebebiyle kuraklık tehdidi altında olan Türkiye için sağlıklı toprak yakın gelecekte umarız ki dikkate alınacak bir konu olsun.

Bir diğer yandan doğal afet ve ekstrem hava olayları olarak nitelendirdiğimiz seller, kasırgalar ve sıcaklık dalgaları vs. gündemimizde. Mesela 2003 yılında Avrupa’da yaşanan sıcaklık dalgası 70.000’den fazla kişinin ölümüne sebep oldu. WHO Avrupa’dan Bettine Menne, bu konu hakkında önlem alınmazsa 2050 yılından sonra her yıl 120.000’den fazla insanın sıcaklık sebebiyle ölebileceğini belirtiyor.

Yukarıdaki veriler Avrupa için geçerli. İklim değişikliğini daha fazla hissedecek olan Asya ve Afrika ülkeleri için ise bu sayının birkaç kat fazlasını öngörebiliriz. Geçtiğimiz günlerde Amerika kıyılarında yaşanan Harvey ve İrma kasırgası devlete 180 milyon dolara mal oldu. Aynı zamanlarda Hindistan, Nepal ve Bangladeş’te yaşanan muson yağmurları, Harvey ve Irma kadar göz önünde bulundurulmasa da 40 milyondan fazla insanı etkiledi ve yaklaşık 1.200 kişinin ölümüne sebebiyet verdi. Ölüm bu felaketlerin getirebileceği net bir sonuç maalesef ama daha belirsiz olan ise yaşanan bu olaylarda evlerini kaybeden insanların mağduriyetleri. Ortaya çıkan kaos ortamında salgın hastalıklara da davetiye var. Zira tıbbi yardıma erişebilirlik bir o kadar kısıtlı olabiliyor. İklim değişikliği sebebiyle yaşanacak bu felaketlerde devletlerin sağlık hizmetleri hususunda acilen önlem alması gerekli.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü, küresel ısınmanın etkileri konulu hazırladığı raporda alerjik hastalıkların çok daha belirgin olacağından ve ilerleyeceğinden bahsediyor. Aynı zamanda deri kanseri ve kalp rahatsızlıklarında dar öngörülüyor.

Aslında çok basit bir denklemin içindeyiz. İklim değişikliği havamızı, suyumuzu yaşam ortamımızı doğrudan veya dolaylı bir şekilde değiştiriyor. Hatta öyle hızlı değiştiriyor  ki yüzyıllardır iklimle değişme sürecinde olan biz bile artık bu hıza ayak uyduramıyoruz.

Sonuçlarını hepimizin yaşayacağı ama iklim adaleti mevzubahis olduğunda bazılarımızın daha çok hissedeceği bu yıkım çözümsüz değil. Yeter ki oturduğumuz yerden bir an önce kalkalım. Yoksa iklim değişikliği ilk olarak rehaveti mi arttırıyor?

Bu yazıda yararlanılan kaynaklar :

https://www.ecowatch.com/climate-catastrophe-2485745545.html

https://tr.boell.org/sites/default/files/komur_atlasi.pdf

https://www.mgm.gov.tr/files/genel/saglik/iklimdegisikligi/kureseliklimdegisikligietkileri.pdf

https://www.eea.europa.eu/tr/isaretler/isaretler-2015/gorusme/iklim-degisikligi-ve-insan-sagligi

http://www.greenpeace.org/turkey/tr/news/koemuer-hakk-nda-10-ac-ger-ek/

 

Özge Doruk

 

Brezilya’da çevre ve toprak hakkı mücadelesi sonuç verdi!: Madencilik olmayacak

Brezilya Devlet Başkanı Michel Temer, Amazon Nehri’nin kuzeyinde bulunan ve yeraltı kaynakları bakımından zengin 46 bin kilometrekarelik doğal koruma alanını koruma kapsamından çıkaran kararnameyi geri çekti. Michel Temer’in kararı, salı günü Brezilya Enerji Bakanlığı tarafından kamuoyuna duyuruldu. Temer, Ağustos ayı sonunda çıkardığı bir kararname ile Ulusal Bakır ve İştirakler Rezervi (Renca) olarak bilinen alanı madencilik faaliyetlerine açmıştı.  46 bin kilometrekarelik doğal koruma alanının maden sahası olarak kullanıma açılması ülke içi ve dışında büyük tepki çekmişti.

O Globo adlı gazete, böylece Danimarka topraklarının büyüklüğüne eş değer bir alandaki yeraltı zenginliklerinin çıkarılmasının yeni bir emre kadar yasak kalmaya devam edeceğini bildirdi. Enerji Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada da Renca tartışmalarının “ileriki bir dönemde” yeniden ele alınacağı bildirildi.

Greenpeace uyardı: Amazonlar için savaş devam ediyor

Çevre örgütü Greenpeace, Brezilya hükümetinin kararnameyi geri çekmesini “Amazon Ormanlarını tahrip etmek ve satmak isteyenlere karşı toplumun zaferi” olarak nitelendirdi. Ancak çevre örgütü bunun zaferin sadece ilk etabı olduğu yönünde de uyardı. Greenpeace Brezilya Sözcüsü Marcio Astrini, “Temer hükümeti ve parlamentodaki tarımcı fraksiyonun Amazon Bölgesi ve halkına karşı yürüttüğü savaş devam ediyor” diye konuştu.

Ünlü isimler dâhil Brezilya içi ve dışında yapılan şiddetli protestoların Temer hükümetinin geri adım atmasında etkili olduğu tahmin ediliyor. Temer, kararın küresel çapta çektiği tepkinin ardından Eylül ayı başında kararnamenin bazı bölümlerini iptal etmişti.

Söz konusu bölge Brezilya’nın kuzeyinde Amapa ve Para eyaletlerinde bulunuyor. Bu bölge, 1984 yılında dönemin askeri hükümeti tarafından yabancı işletmelerin yeraltı zenginliklerini çıkarmasını bloke etmek için koruma altına alınmıştı. Daha sonra Renca bölgesinin bazı kısımları, doğa rezervleri ve doğal koruma alanı ilan edilmişti.

Çevreciler, bölgenin koruma statüsünde yapılacak herhangi bir değişikliğin yerli halkın geçim kaynaklarını ve ekolojik dengeyi olumsuz etkileyeceği yönünde uyarıyor.

 

(Deutsche Welle)

Yeşil enerji tekstilde: Japonlar organik güneş hücreleri geliştirdi

Japonya’nın Saitama şehrinde bilimsel araştırma merkezi  RİKEN’de Takao Someya başkanlığındaki bir grup araştırmacı tekstillerden enerji hasat edecek. Grup, giyilebilir, ultra ince esneyen ve suya dayanıklı organik güneş hücreleri geliştirdiler.

Bu giyilebilir, esneyen organik güneş hücrelerinin verimlilik oranı yüzde 7.9 ve 20 defa yıkanınca verimlilikleri %20 düşüyor.

Giyilebilir organik güneş hücrelerinin düzenli bir şekilde veri toplayabilmesi için ise bir kaç milivat enerjiye ihtiyacı var.

Geliştirilen hücreler ile her santrimetrekare kumaş 7.86 miliwat elektrik üretiyor.

Sağlık sorunları bu giysiyle önceden tespit edilebilecek

Bu fotovoltaiklerin dokunurken kumaşlara kolayca monte edilebileceğini kaydeden araştırmacılar, bu kumaşlardan yapılan giysilerin hastalar tarafından giyildiğinde sağlık sorunlarını önceden tespit edebileceğini, vücut ısısını ölçebileceğini ve kalp atışlarını analiz edebileceğini ve böylece sağlık monitörü gibi kullanılabileceğini kaydediyorlar.

Güneş hücrelerinin kumaşla dokunması ile bu giysilerin sadece elektrik toplaması değil, aynı zamanda son derece esnek ve hava ve suya da dayanıklı olmaları gerektiğini belirten grup, tüm bu özelliklerin aynı anda bir arada olmasının son derece zor olduğunu, ancak sonunda bunu başardıklarını kaydediyor.

Tekstil uyumlu enerji kaynakları olarak, yıkanabilir, hafif ve gerilebilir organik fotovoltaiklerin, gelecekte giyilebilir eşyalar, elektronik tekstiller ve nesnelerin interneti ve diğer sensörlerin uzun vadeli bir güç kaynağı sistemi olarak kullanımında yeni bir çığır açacağı tahmin ediliyor.

 

(Enerji Günlüğü, pv-magazine)

 

Kuzey Irak’ta sandıktan bağımsızlık çıktı: Referanduma dünya nasıl tepki gösterdi?

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne (IKBY) bağlı kentlerde dün (25 Eylül) yapılan bağımsızlık referandumunun sonuçları belli oldu. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin yayın kuruluşu Rudaw’da yer alan verilere göre Kuzey Iraklıların yüzde 93,2’si bağımsızlık yönünde oy kullandı. Bağımsızlığa karşı çıkanların oranının da yüzde 6,8 olduğu belirtildi. Kesin sonuçların 3 gün içinde açıklanması bekleniyor.

Rudaw’da yer alan bilgilere göre referanduma katılım oranı ise yüzde 78 civarında seyretti. IKBY’nin başkenti Erbil’de katılımın yüzde 90’ın üzerine çıktığı belirtiliyor. Referandumda Kürtlerin yüksek bir katılım gösterdiği gözlemlenirken, Türkmen ve Arapların çoğunlukta yaşadığı bölgelerde ise katılımın az olduğu tespit edildi. IKBY’de referandumda 5 milyondan fazla seçmen sandık başına çağrılmıştı. Bölgede olası protestolara karşı önlemler alındı.

Seçmenlerin illere göre dağılımı ise şu şekildeydi:

Erbil: 1 milyon 200 bin,

Süleymaniye: 1 milyon 280 bin,

Kerkük: 750 bin,

Duhok: 800 bin,

Musul Ovası: 750 bin

Diğer yerler: 420 bin.

Referandumun hukuku bir bağlayıcılığı bulunmuyor. IKBY Başbakanı Neçirvan Barzani, “Erbil’de yaptığı açıklamada referandumla ilgili olarak “Komşu ülkelerle ilgili olduğu şeklinde anlaşılmasını istemiyoruz. Bağdat’tan ümidimizi kestiğimiz için bu yola girdik. Kürdistan’da yaptığımız, asla Türkiye için tehdit değildir. Türkiye’nin bizi anlamasını bekliyoruz. Referandum, asla 26 Eylül’de Kürdistan devletini ilan edeceğimiz anlamına gelmiyor” dedi.

IKBY Başkanı Mesud Barzani de Bağdat’la ilişkilerin başarısızlığa uğradığını ifade ederek Türkiye ve İran’a bölgede istikrar faktörü olma güvencesi vermişti.

Dünyadan referandum tepkileri

Türkiye

Referandum sonucunu tanımayacağını açıklayan Ankara, Kuzey Irak’la olan sınırlarını kapattı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ayrıca Kuzey Irak’tan yapılan petrol sevkiyatını durdurma tehdidinde bulundu.

BM

Kuzey Irak’ta yapılan referandumun sonuçları nedeniyle uluslararası toplum endişeli. Referandumla ilgili bir açıklama yapan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, bağımsızlık referandumunun “istikrarsızlığa yol açabilecek muhtemel sonuçları” nedeniyle endişe duyduğunu ifade etti. Sözcüsü aracılığı ile açıklama yapan Guterres, Irak’ın birliğine, toprak bütünlüğüne ve egemenliğine saygı duyduğunu belirterek Irak’ın merkezi hükümeti ile Kürt yönetimi arasında yaşanan sorunlara ilişkin yapısal bir diyalog ve yapıcı bir uzlaşma sağlanması çağrısında bulundu.

ABD

Beyaz Saray sözcüsü, ABD’nin birleşik bir Irak’ın IŞİD’le mücadeleye ve İran’ı da geri püskürtmeye yoğunlaşmasını umduğunu söyledi.

İngiltere

İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson referandumla ilgili yaptığı yazılı açıklamada referandumu desteklemediklerini ve Irak’ın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü savunduklarını belirtti. Johnson, “Bütün tarafları referandumun ardından kışkırtıcı açıklamalar ve eylemlerden kaçınmaya çağırıyorum” dedi. İngiliz bakan, “Öncelik DAEŞ’le mücadele ve kurtarılan bölgelerin istikrarı olarak kalmalı” ifadelerini kullandı.

İran

İran da Bağdat’ın çağrısı üzerine Kuzey Irak’a açılan sınır kapılarını kapattığını ilan etti. Ancak İran Dışişleri Bakanlığı bu açıklamadan birkaç saat sonra bir başka açıklama daha yaparak yalnızca hava sınırının kapalı olduğunu duyurdu.

Bağdat yönetimi

Irak parlamentosu da referanduma karşı harekete geçti. Parlamentoda kabul edilen kararda Başbakan Haydar El İbadi’den 2003 yılından bu yana Kürtlerin kontrolündeki bölgeye askeri birlik göndermesi istendi. Irak yasalarına göre hükümet, parlamentoda alınan kararları anayasal çerçevede yerine getirmek zorunda. Bölgeye asker gönderilmesi ise Kürtlere karşı bir savaş ilanı anlamına geliyor.

 

(Deutsche Welle)