Ana Sayfa Blog Sayfa 3001

[Kedi-Siz] Fırat Çavaş: Engelli Hayvanlar Derneği Başkanı Çağrı Sert de kısırlaştırmadan yana

Bir İrlanda Atasözü diyor ki; “Kedilerden hoşlanmayan insanlardan uzak durun.” Oysa yazar da konukları da İrlandalı değil. Onlar sadece kedilere gönül vermişler. Tolga Öztorun her hafta kendi sevdiği kedicileri sizin için misafir ediyor.[Kedi-Siz] kedisiz yaşayamayanların toplanma noktası. Her cumartesi sizinle…

***

Çok evvelden beri tanırım, tanıdığım günden bu yana hep farklı ve başarılı bir adam oldu. Daha da çok duyacağız adını belli ki…

Harika bir müzik adamı…

Müzik adına çok şey başarmış genç yaşında… Doğa için çal ile bizleri tanıştırdı daha ne olsun değil mi?

Doğa için Çal’ı ilk izlediğimde çok heyecanlanmıştım. Kim bilir belki olmayan sesim ile bir gün ben de içinde olurum.

Çünkü o Fırat Çavaş,

***

25 – Fırat Çavaş: Engelli Hayvanlar Derneği Başkanı Çağrı Sert de kısırlaştırmadan yana

Tolga Öztorun: Finduk’tan bahsedelim biraz istiyorum. Hayatına giriş hikayesini anlatır misin? Neler kattı sana?

Fırat Çavaş: Benim ikinci kedim olan Kumru yalnız kalmasın diye bir kedi arıyordum. Bir gün bir yerde çalmaya giderken bir çöp konteynerinin yanından yavru kedi sesi duydum. Pisi pisi yaptıktan sonra hop güzel bir tekir koşa koşa geldi ve paçalarımdan yukarı tırmanmaya başladı.

Hah tamam dedim benim kısmetim bu. Hemen Bas gitar çantasına attığım gibi eve götürdüm. O gün bugündür benimle. Finduk’un tekir olmasını seviyorum. Bence çok özel bir cins. Ayrıca ağzında her tekirde olmayan mühür var. Yani gittiği eve uğur getiren bir kedi.

Tolga Öztorun: Çok şehir ve ülke geziyorsun. Biraz sokakta gördüğün kedilerini anlatsana bizlere. Mesela Avrupa şehirlerinde sokakta olmaması seni nasıl etkiliyor?

Fırat Çavaş: Avrupa’ya ilk gidince hemen anlamıyorsun sokaklarda hayvan olmamasını. Birkaç gün sonra fark ediyorsun sokaklarda bir gariplik olduğunu.

O gariplikte sokaklarda hiç hayvan özellikle kedi olmaması. Nasıl başarmışlar bilmiyorum ama yıllarını almış olmalı.

Tolga Öztorun: Kısırlaştırma hakkında ne düşünüyorsun? Mesela Finduk kısır mı?

Fırat Çavaş: Finduk daha cinsel dürtüleri uyanmadan kısırlaştı. Sanırım 8 aylıktı. Veteriner o döneme girmeden yapılırsa kıskanç olmayacağını diğer hayvanlar ile daha iyi anlaşacağını söylemişti. Ne kadar doğru bilmiyorum.

Kısırlaştırma hem iyi hem kötü. Ben sonuçta kendi kararımla Finduk’un bebeklerinin olmasını engelledim.

Finduk’a fikrini sormadan. Bu doğru bir şey değil. Belki bir kere doğursa ne güzel olurdu diye düşünüyorum.

Ancak veteriner ya da bu işle ilgilenen arkadaşlarım hayvanların bizim gibi gelecek çocuk planları yoktur diyorlar.

Dolayısı ile kısırlaştırmamızın doğru olduğunu söylüyorlar. Düşüncelerine çok güvendiğim Engelli Hayvanlar Derneği Başkanı Çağrı Sert de kısırlaştırmadan yana. Çağrı yanılıyor olamaz :)

 

 

 

Röportaj: Tolga Öztorun

(Yeşil Gazete)

 

Mekan içinde mekan – Melih Aşanlı

Bulunduğumuz mekanlar ile ne kadar ilişki kurabiliyoruz. Bu sorunun cevabını verebilmek için kendimize biraz zaman tanımalıyız.

İçerinde olduğumuz her mekanın bizi etkileyen bir enerjisi vardır. Boş vakitlerimizde yürüyüşe çıktığımız caddeler, alışveriş ettiğimiz dükkanlar, evimiz, banyomuz, kısacası dahil olduğumuz tüm alanlar için geçerlidir bu enerji alışverişi. Hatta kamp yaptığımız veya tatilimiz geçirdiğimiz doğal alanlarda da bir enerji alış verişi söz konusudur. Çevremizin doğal veya yapılı (mimari) bir çevre olması bu alışverişi engellemez. Günlük yaşantımız sürerken bizler genellikle bu enerji akışına dikkat etmeyiz. Ancak çok baskın olan görsel atmosferler dikkatimizi çeker. Oysa hisslerimizi yönlendiren genellikle bulunduğumuz mekanlarda ki detaylar bütünüdür. Objeler ve aksesuarlar, renkler ve formlar hislerimiz ile doğrudan ilişkilidir ve bizi tahmin edilenden daha çok yönlendirirler. Bu analiz karmaşık gözükse de biz tasarımcıların renk paletine benzer ve bizler çalışmaya detaylardan başlarız.

Nitelikli bir tasarım, kim ne derse desin izleyicinin yada kullanıcının tatmin duygusunun orantısı ile ilgilenir. Söz konusu mimari ise eğer, malzemelerin doğal olması, mekanların büyüklükleri, renkleri, odaların sayısı, tavanın yüksekliği, pencerelerin fazlalığı bir klişedir. Boş sayfalara benzerler. Tasarım sayfaların üzerine yazılan ve çizilenler ile alakalıdır. Yoksa her ev sahibi olmak isteyen bireyin, aklında mutlaka belirlediği bir takım kriterler vardır. Bir yapının ahşaptan mı inşa edileceği, misafir odasının olup olmayacağı, çatısının nasıl görünmesi gerektiği muhtemelen ilk hayaller ile birlikte belirlenmiştir. Tüm bu isteklerin derlenip toparlanması aslında konusunda uzman olmuş kişilerin kolaylıkla yapabileceği bir istifleme ve düzene sokma işinden başka bir şey değildir. Hele ki günümüzde yapıların güneş alması için pencerelerin güney cephesine konması veya kuzey hattının soğuk olması artık mesleki bir bilgi değil, internette kısa araştırmalar ile bulunabilecek basit bilgilerdir.

Bir yapının sağlamlığı, deprem mukavemeti ve yalıtımı gibi teknik sorunlar da tasarımın dolambaçlı yollarında yer almazlar. İşinde iyi bir usta bile tek katlı basit bir yapıyı yığma veya karkaslı olması fark etmeden sağlam yapmayı taahhüt ettiği için ustadır. Daha karmaşık yapıların inşasında ise İnşaat mühendisleri güvenilir hizmet verirler.

Yapı marketlerinden yada kataloglardan yer kaplamaları ve doğrama örnekleri ve diğerlerini seçmenin tasarım ile alakası yoktur. Son derece lezzetli ve çeşidi bol bir pazarda, yemek yapmaktan çok anlamayan amatör bir aşçının malzeme almasına benzer bu olay. Oysa yemekteki lezzet bazen koca bir tencereye atılmış bir tutam baharattan gelir. Ve sebzelerin tazeliği aslında bir tercih değil, gerekliliktir.

Tasarımın duygusal ve maddesel olarak iki aşaması vardır. Bunlar birbirlerinden ayrılabilecek parçalar değildir. Formlardan duyguları çıkardığımızda teknik olarak kendini ispat etmiş yavan yapılar elde ederiz. Benzer bir durum teknik içinde geçerlidir, olabildiğince doğal malzemeler kullanılmış, sevimli, küçük, şirin bir hobit evi yetersiz deneyim ve teknik altyapıdan yoksun inşa edildiğinde, rutubetli, istenmeyen haşerelerin konakladığı, sürekli toz bırakan duvarlara sahip olan, her yıl onarılması gereken can sıkıcı bir külfet olabilir.

Çok araştırma yapmak her zaman doğru sonuca kişiyi ulaştırmaz. Video derslerinden bakarak, eğitim notları okuyarak, internette modelleri ve çizimleri inceleyerek ev yapabilmek genellikle mümkün değildir. Bu benzer bir yol izleyerek kişinin cerrah olmaya çalışması gibidir. Sadece konaklama ihtiyacını karşılayacak ufak kulübeleri bu söyleme dahil etmeyebiliriz belki, fakat böyle ufak kulübelerde de, yapıyı inşa edecek kişinin nitelikleri ve mahareti çok büyük önem kazanır. Dolayısı İle de görecelidir.

Yapı tasarımı, özellikle ekolojik kaygılardan bahsedilmeye başlandığında, daha da katmanlı bir hale gelir. Öncelikle birkaç kuşak önce unuttuğumuz bilgiler ile işe başlanması gerekir. Ekolojik mimaride hane tanımı günümüzde kullandığımız vasat yapı tanımından daha geniş ve derin bir anlam ifade eder. Bu gün bir ev den bahsettiğimizde, iç mekanın metrekaresi ile tanımlama yaparız. Evimiz duvarlar ile inşa edilmiş görece güvenli addettiğimiz besi, üreme ve dinlenme alanlarıdır.

Kısıtlı alanlarda olabildiğince fazla sayıda insanın yaşamını, içinde yaşadığı sistemim işleyişini bozmayacak kadar  sürdürebilmesi amaçlanmıştır. Hane dışı ortak kullanım alanları kısmi stresten uzaklaştırmayı ve kendilerini iyi hissetmeleri amacını güderek planlanır. Bu tabiki psikolojik bir yanılsamadır. İki sandalye ve bir küçük masanın sığdığı bir balkon açık hava hissi yaratılacak ender alanlardan biri haline gelir. Asfalta hapsedilmiş üç tane ağaç altında beton banklara oturmakta bir lütuftur.  Kışın merkezi sistemle ısıtılan binalar ve asansörler konfor algısı yaratılarak pazarlanır. Böylesine kısıtlı alanlarda maliyetleri olabildiğince düşürerek yapılabilecek fazla bir şey de yoktur. Oysa merdiven çıkmamak ve hareketsizlik bendensel rahatsızlıklara sebeb olur. Gereğinden fazla ısıtılan evler mevsimsel takvimimizin devre dışı bırakır. Tüm bunlar içten içe bildiğimiz teknik olumsuzluklardır. Ve bu detaylar zihnimizin arkasında bir çöplük oluşturarak sağlığımızı bozarlar. Oysa insanın barınma ihtiyacı, beslenme ihtiyacı gibi temel ögelerden biridir. Yaşam maliyetlerinde en büyük bütçeler bu iki kısma ayrılmalıdır. Başımı sokacak bir ev tanımı içten içe düşük maliyet isteğini belirtir. Kaplamalar ve aksesuarlar ile kurulan bir yaşam alanı dekordan ötesine geçemez. Bu yanılgı sanılanın aksine maliyetleri düşüremez. Fiziksel ve duygusal tatmin eksikliği, zaman içinde yerini elbet başka giderler ile doldurmak isteyecektir. Tüketim ile birlikte de toplam yaşam bütçesi artar. Bu artış damlayan musluk gibi yaşam süresince devam eder. Ekolojik mimari, mimarinin unuttuğu çevre ilişkisini bizlere yeniden hatırlatmakla kalmaz, doğal çevreyi yapay bir hale sokmadan tasarımın bünyesine fiziksel olarak dahil ederek birey ve doğa ile yeniden ortak bir yaşam başlatır. Tüm bu tasarım yaklaşımı ev ve hane tanımının yeniden ele alınması ile mümkün olabilir. Evimiz neresidir. Duvarlar ile çevirdiğimiz kutular, kutuların istiflendiği sokaklar, sokaklardan oluşan mahalleler, kasabalardan, şehirler, ülkeler, kıtalar ve dünya. Aslında bu tanım tanımlayan kişinin olgunluğu kadar genişleyebilir ancak. Ekolojik kaygılar ise bir olgunluk haline geçme durumudur. Birey bireyselliğinden sıyrılıp, evrenselleşme çabası göstermeye başlamıştır. Ekolojik yapılarında oturduğu zemin aynı çabalar ve kaygılardır. Yoksa yapının duvarının ahşap mı, saman mı olduğu, sıvasının toprakla nasıl yapıldığı mevzu bahis değildir. Bunlar teknik angaryalardır.

Bir yapıya sahip olmak için baş vurulan temel hatalardan biri de yapılmış ev fotoğraflarına bakarak kişinin kendini rahat hissedebileceği iki boyutlu bir resim seçmesidir. Sonrasında da bu resimde gördüğü atmosferi canlandırmak için maliyet hesabı yapmaya başlar. Ustaları sıkıştırır, mimarları birbirine çarpıştırır, aldığı her bilgiyi bir diğeri ile kıyaslar. Böyle zihinler önce kendini sonra da çevresindeki her şeyi, inşaatı yapacağı araziye kadar her bir parçayı yormaya başlar.  Bunların hiç biri gerçeği yansıtmaz. Özellikle sağlıklı bir hane var etme isteği doğru anlaşılmalıdır. Bir kişi sağlık kaygısına düştüğünde, var olan yaşamının sağlıksız olduğuna inanmaya başlamıştır. Durum böyle olduğunda mekan yada coğrafya değiştirmek bir işe yaramaz. Değişmesi gereken gündelik alışkanlıklardır. Yaşam biçimini değiştirmek hiç birimizin kolaylıkla kabul edebileceği bir davranış değildir. Bizler genellikle bizim dışımızdaki değişikliklerin peşine düşeriz.

Oysa sağlığımızı bozan veya bozma ihtimali olan sahip olduğumuz hayat parçaları, coğrafyalardan bağımsız olarak bizlerin de katkısı ile bozulmuş ve tehlikeli hale gelmiş kolektif yaşamlardır.Bulunduğumuz bir mekandaki enerjiden bahsettiğimizde burada kendi enerjimizden de  bahsettiğimizi bilmemiz gerekir. Aksi halde ekolojiden , tasarımdan çevre sağlığından, bitki ve hayvan haklarından bahsetmemiz genellikle bir şey ifade etmez.

Bu yazı, yazarının da onayı ile harmoniaekotopya.blogspot.com.tr/ den alınmıştır

Melih Aşanlı

[Oğuz Gidiyor] Yol arkadaşım bisiklet 200 yaşında (9) Bisiklet ve sanat – Oğuz Tan

Geçen hafta pist yarışlarını, açık ve kapalı pistleri anlatmıştım. Bu hafta da yine kapalı alanda gerçekleşen ve Uluslararası Bisiklet Birliği UCI’nin yönetiminde müsabakaları düzenlenen, alışılagelmiş branşların dışında kalan iki bisiklet disiplinini anlatacağım; artistik bisiklet ve cycle-ball (bisikletbol veya bisikletli futbol). Artistik bisikletten bahsetmişken kısa süreliğine müsabık disiplinlerden uzaklaşacak ve bisiklet ile sanatın kesiştiği bir konuyu ele alacağım: kinetik sanat. Yazının son bölümünde, yakın tarihte UCI yönetimine geçen eski bir bisiklet disiplininden, açık havada at üstünde oynanan bisiklet polosundan bahsedeceğim. Çim sahalardan modern kentlerin sokak aralarına kadar yayılan bisiklet polosu UCI’den bağımsız bir sokak sporu olarak da yaşamakta; sert zemin (hardcourt) bisiklet polosu.

Artistik bisiklet 

Artistik bisiklet; kapalı alanda(indoor) bale veya jimnastik benzeri formatta gerçekleşen, sporcuların puan toplamak için özel bisikletler üzerinde hünerlerini sergiledikleri müsabık bir disiplindir. Müsabakalar jürinin karşısında, müzik eşliğinde ve 5’er dakikalık rauntlar halinde tekli, çiftli, 4 veya 6 kişilik takımlar halinde gerçekleşir. Bu bağlamda artistik bisiklet buz pateni ve artistik jimnastiğe benzer. Jüri, performansın kalitesine göre sporculara puan verir.

Alman asıllı Amerika’lı Nicholas Edward Kaufmann tarafından 1888’de bu disiplinde gayri resmi olarak düzenlenen ilk dünya şampiyonası, daha ziyade kendisinin bisiklet üstündeki hünerlerini halka sergilediği bir gösteri olmuştu. İlk resmi dünya şampiyonası ise erkekler kategorisinde 1956’da, kadınlar kategorisinde 1970 yılında gerçekleştirildi. Günümüzde bu disiplin Almanya’da oldukça popüler ve 10 binden fazla lisans sahibi var. Bu disiplinde ayna ve kaset(ön ve arka) dişlilerin birebir veya çok yakın ölçülerde olduğu, fixed-gear bisikletler kullanılıyor. Ayna dişlideki diş sayısı, kaset dişlidekinden az olamaz, fakat fazla olabilir. Ön ve arka tekerlek çapları eşittir. Tekerlekler arasındaki mesafe ise konvansiyonel bisikletlere kıyasla daha kısadır. Böylelikle bisiklet üstünde hüner sergilemek daha mümkündür.

Gidon, yol bisikletlerinde kullanılan shallow (derin olmayan) drop gidonların ters çevrilmiş hali gibidir. Gidon başlarındaki yatay kısımlarda gidon bandı veya elcik kullanılır. 360 Derece çevrilebilen gidonun boğaz kısmında yatay uzantı olmadığından, ön tekerleğin pozisyonu düz veya ters olarak ayırt edilemez. Artistik bisiklet müsabakaları, ölçüleri 9 x 12 ila 11 x 14 metre arasında, zemini ahşap kaplı salonlarda düzenlenir. Uluslararası müsabakalar için maksimum salon ölçüleri zorunludur. Artistik bisiklet ve bisikletli futbol müsabakaları aynı salonda düzenlenir. Artistik bisiklet müsabakaları için aşağıdaki planda belirtilen mesafeler ve işaretler kullanılmalıdır:

a) uzunluk = 12 ila 14 metre

b) genişlik = 9 ila 11 metre c) iç daire = 0,5 metre çapında

d) orta daire = 4 metre çapında e) dış daire = 8 metre çapında

f) çeyrek şeritleri = 0,5 metre g) açık alan = 0,5 ila 2 metre

 

 

Bisiklet sanatı

‘Artistik’ demişken; müsabık bisiklet disiplinlerinden uzaklaşmak ve sanatın bisiklet ile buluştuğu bir başka başlığa değinmek istiyorum. Bisiklet sanatında, yaratıcı fikirlerle bisikletin yapısını değiştirmek ve sürülebilir özelliğini koruyarak kinetik heykeller üretmek mümkün. Sanatsal yaratıcılığın, bisikletteki orijinalliğini veya yeni işlevselliğin derecesi, sanatçı veya tasarımcının niyetlerine bağlı olarak büyük ölçüde değişir. Tabii bu durum, sanat eserinin izleyici tarafından öznel olarak yorumlanmasıyla da doğrudan ilişkilidir. Kinetik sanat; her türlü ortamda icra edilebilen ve izleyicinin algılayabileceği hareketler veya hareket sonucu ortaya çıkan efektler içeren sanat türüdür. Eseri izlemekte olan sanatseverin perspektifini genişletmeyi ve çok boyutlu hareket sunmayı amaçlayan kanvas tablolar, kinetik sanatın en eski örnekleridir.

Balerin, 1878 ve Yarış Atları, 1884 (Edgar Degas)

Köklerini 19.yyıl sonlarında Claude Monet, Edgar Degas ve Édouard Manet gibi, aslında tuval üzerinde insan figürlerinin hareketlerini vurgulamak için deneysel çalışmalar yapan izlenimci(empresyonist) sanatçılardan alır. Bu empresyonist ressamların üçü de, çağdaşlarına kıyasla daha canlı ve gerçekçi gözüken bir sanat yaratmaya çalıştı. Balerin ve Yarış Atları portreleri, Degas’nın, ‘fotografik gerçeklik’ olduğuna inandığı eserleridir. 19. Yüzyıl sonlarında Degas gibi sanatçılar; fotoğraf sanatına meydan okuma gerekliliğini hissederek canlı, ahenk içindeki portre ve manzaralar resmettiler.

   Kinetik heykel örneği – Ali ve Nino, Batum, Gürcistan

‘Kinetik sanat’ terimi günümüzde daha ziyade hareket edebilir veya yer değiştirebilir, üç boyutlu heykel ve figürler için kullanılır. Eserde yer alan parçalar su ve rüzgar gibi doğal enerji kaynakları, makina veya izleyici tarafından hareket ettirilirler. Kinetik sanata dair enteresan örnekler görmek için videoya göz atabilirsiniz:

https://www.youtube.com/watch?v=neixvQ4t0Dc&feature=youtu.be

 

Her yıl ABD’de düzenlenen Burning Man Festivali’nden bir görüntü.

 Her yıl Nevada, ABD’de düzenlenen Burning Man Festivali, bisiklet sanatıyla ilgilenenlerin bisikletlerini sergiledikleri ve sürdükleri popüler bir ortam. Bu bisikletlerde oldukça radikal değişimler ve süslemeler görülebilir.

                                                                     Burning Man Festivali’nden bir görüntü.

Dekoçari, Japonya’ya özgü bir bisiklet süsleme sanatıdır. Bangladeş, Hindistan, Japonya, Güney Afrika ve pek çok diğer ülkede yolcu taşımak için kullanılan bisikletli rikşalardan bazıları titizlikle, ayrıntılı biçimde süslenmiş oluyor. Bu da bir tür bisiklet sanatıdır.

                                                         Japonya’dan bir dekoçari örneği

Bisikletli Futbol veya Bisikletbol – Cycleball  

Almanca’da ‘radball’ olarak bilinen bisikletli futbol, bisiklet üstünde oynanan ve takım futbolu ile bisiklet sporunu benzersiz biçimde birleştiren bir disiplindir. 1893’te Alman asıllı Amerika’lı Nicholas Edward Kaufmann tarafından icat edilmiş ve Avrupa’da popülarite kazanan bir disiplindir. Bisikletli futbolun ilk şampiyonası 1929’da düzenlenmiş ve duyulan ilgi Japonya’ya kadar ulaşmıştır. ABD’de hiçbir zaman popüler olmayan bisikletli futbol; günümüzde Avusturya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Fransa, Almanya, Japonya, Rusya ve İsviçre’de popüler bir disiplin.                                                                                                          Pospíšil kardeşler

Dünyanın en başarılı bisikletli futbol oyuncuları Çekoslovak Pospíšil kardeşler olmuştur. 1965’ten 1988’e kadar 20 yıl boyunca hiç bir takım ellerinden dünya şampiyonluğunu alamamıştır. 100 Yılı aşkın süredir oynanmasına rağmen bisikletli futbol günümüzde halen tuhaf, alışılmadık bir bisiklet disiplini olarak görülüyor. Bisikletli futbol yalnızca erkeklerin oynadığı bir disiplindir. 2’şer kişiden oluşan 2 takım, basketbol sahası içinde birbirine karşı mücadele verir. Takım oyuncuları hem kaleci hem de dış saha oyuncusu olarak görev yaparlar. Amaç bisikletlerin ön tekerlerini ve kafalarını kullanarak, tıpkı futboldaki gibi, topu rakip kaleye göndermektir. Takım oyunculardan yalnız biri, kaleyi tutan sporcu, gelen şutu kurtarmak amacıyla ellerini kullanabilir. Yapılan fauller frikik veya penaltı atışıyla cezalandırılır. Maç süresince oyuncuların ayakları yere değerse faul olur ve rakip takım frikik kullanır. Maçlar 7’şer dakikalık iki devreden oluşur. Futboldaki gibi amaç rakip takımdan daha fazla gol atmaktır. Saha ölçüleri 12 x 15 metredir. Kullanılan fixed-gear(tekerleğin serbest dönmediği, tek vitesli), frensiz ve selesi arka tekerleğin hemen üzerinde yer alan bisikletler bu spora özeldir. Fixed-gear sayesinde oyuncular hem ileri hem geri hareket edebilir. Gidon başları dik, yukarı bakan türdendir. Maliyetleri 2000 avro civarı olan bu bisikletler, sıradan bisikletlere göre çok daha ağırdır. Aynı anda hem dengeyi koruyabilmek hem de topa hakim olmak için ciddi sürüş becerisine ihtiyaç duyulur.

Düzenlenen Şampiyonalar  

UCI Kapalı Alan Dünya Şampiyonaları, 2005 ve 2007 Asya Kapalı Alan Oyunları düzenlenen şampiyonalardır.                               UCI Kapalı Alan Dünya Şampiyonaları

                         2005 ve 2007 Asya Kapalı Alan Oyunları

Bisiklet polosu

Bisiklet polosu, at üstünde oynanan geleneksel poloya çok benzeyen bir takım sporudur. En büyük fark, at yerine bisiklet kullanılmasıdır. Bisiklet polosunun çim sahada ve sert zeminde oynan iki türü var. Geleneksel olanı çim sahada oynanıyor. Sert zeminde(hardcourt) oynanan türünü yazının devamında anlatacağım. Geleneksel bisiklet polosu; İrlanda Bisiklet Dergisi’nde editörlük yapan emekli şampiyon bisikletçi Richard J. Mecredy tarafından 1891’de County Wicklow, İrlanda’da icat edilen bir oyun. 1891 Ekim’inde County Wicklow’da oynanan ilk maçta mücadele veren takımlar Rathclaren Rovers ve Ohne Hast Bisiklet Kulübü’ydü.

            Kadınlardan oluşan iki takım, erkek hakemle yan yana, 1947

19.Yyıl sonunda bu oyun Birleşik Krallık, Fransa ve ABD’ye ulaştı. Uluslararası ilk maç İrlanda ve İngiltere arasında 1901 yılında oynandı. Bisiklet polosu, 1908 Londra Olimpiyatları’nda da bir gösteri sporuydu ve İrlanda Almanya’yı yenerek altın madalyanın sahibi oldu.

İrlanda bisiklet polosu takımı

Bölgesel liglerin kurulmasıyla bu disiplin, 1930’larda Birleşik Krallık’taki popülaritesinin zirvesine ulaştı. Fransız Ligi’nin kurulmasıyla bisiklet polosu Fransa’da da canlanmıştı. Fransa ve İngiltere arasında düzenli olarak uluslararası maçlar düzenlendi. Fakat 2.Dünya Savaşı’nın başlamasıyla İngiltere’de bisiklet polosu çöküş yaşadı. Fransa’da ise, lig şampiyonalarıyla günümüze kadar devam etti.

1980’ler Bisiklet polosunda iki yeni gücün doğuşuna tanıklık etti; Hindistan ve ABD. 1966’da Hindistan Bisiklet Polosu Birliği ve 1994’te Amerikan Bisiklet Polosu Birliği resmi olarak kuruldular. 1990’larda Düzenlenen uluslararası maçlarla bu disiplin yeni bir dönem yaşadı ve 1996’da ABD’de ilk resmi dünya şampiyonası düzenlendi.

Günümüzde organize biçimde pek çok ülkede; Brezilya, Arjantin, Avustralya, Kanada, Fransa, Almanya, Birleşik Krallık, Hindistan, İrlanda, Malezya, Yeni Zelanda, Pakistan, Güney Afrika, Sri Lanka, İsveç, İsviçre ve ABD’de bisiklet polosu oynanmakta, disiplin devam etmektedir. Bisiklet polosu 2001’de UCI(Union Cycliste Internationale) bünyesinde bisiklet sporunun resmi bir disiplini olarak kabul edilmiş, kurallar getirilmiş ve yönetimine başlanmıştır.

1958 Yılından bir bisiklet polo videosu: https://youtu.be/DaK9Zj3QHDY

Geleneksel bisiklet polosu; resmi olarak 120 ila 150 metre uzunlukta ve 80 ila 100 metre genişlikteki dikdörtgen çim sahada, gayri resmi olarak ise mümkün görülen her sahada oynanır. Oyundaki topun çapı takriben 6,5 cm, sopaların uzunluğuysa 1 metredir. Bir takımda 4’ü sahada 2’si ise yedek kulübesinde olmak üzere 6 oyuncu bulunur. Fransa’da ise sahada 5 ve yedek kulübesinde 2 olmak üzere takımda 7 oyuncu bulunur. 7.5 Dakikalık 4 çeyrekten oluşan uluslararası maçlar toplamda 30 dakika sürer. Normal süre skorda beraberlikle sona ererse uzatmalar oynanabilir. Kale yakınında kasıtlı faul yapılması durumunda otomatik olarak karşı takıma bir gol verilir. Yapılan daha hafif faullerde ise karşı takıma 15 veya 25 metre serbest vuruşu verilir. Kasıtlı veya tehlikeli faullerde hakem oyuncuya sarı kart verebilir ve tekrarlanması durumunda kırmızı kartla maçtan çıkartabilir. Kırmızı kart ile maçtan çıkartılan oyuncu, hakemin de izniyle, oynanan çeyreğin bitiminden sonra başka bir oyuncuyla değiştirilebilir.  

Sert Zemin(Hardcourt) Oyunu 

Bu oyun, geleneksel bisiklet polosunun beton veya asfaltla zeminli sert kortlarda oynanan türüdür. Bisiklet, hardcourt veya şehir polosu olarak bilinir. Modern sert zemin polosu 2000’li yıllarda Seattle, ABD’de doğdu. Aslında bu disiplinin çıkışı, Seattle’da teslimatlar arasında boş vakitleri kalan bisikletli postacıların(bike messenger) yeni bir oyun icat etmesine dayanır. Oyunun erken dönem kuralları da yine bisikletli postacılar tarafından belirlendi. İnsanların seyahat etmeleriyle zaman içinde geniş bir çevreye yayılan bu oyun, günümüzde 30’dan fazla ülkede ve 300’den fazla şehirde oynanmakta.

‘Sert zemin bisiklet polosu’ adı verilen oyuna gösterilen rağbet son yıllarda epey arttı. Oyuncular tenis kortlarını, hokey ve paten alanlarını, basket sahalarını veya sokak aralarında buldukları diğer uygun alanları kullanıyor ve 3’er kişilik takımlarla maçlar yapıyorlar. Maçın yapıldığı ortama küçük dokunuşlar yapmak gerekebiliyor. Örneğin top tellerin arasından dışarı kaçmasın ve köşelere de sıkışmasın diye basket sahalarında levha şeklindeki malzemelerle iç taraftan sahanın etrafını kapatıyorlar. Bir tür sokak oyunu olduğundan, kurallar iki şehir arasında bile farklılık gösterebiliyor. Sert zemin bisiklet polosunda; takımda yer alan 3 oyuncu sürekli sahada görev yapıyor ve değişiklik yapılamıyor. Çeyreklere bölünmeyen maçlar, takımlardan biri 5 gol atana veya zaman dolana kadar oynanıyor. Turnuva düzenlenecek ise, gün içinde maksimum sayıda maç yapabilmek amacıyla müsabaka süresi 10 dakikaya kadar indirilebilir. Çiğnenmemesi gereken 3 altın kural bulunur:

– Maç süresince herhangi bir oyuncu yere ayak basar ise, kortun orta bölgesinde yer alan belirli bir noktaya gidip sopasıyla dokunması gerekir. Bu noktalardan kortun iki tarafında da birer tane bulunuyor.

– Kale çizgisini geçen topun gol olabilmesi için, topa, sopa başının dar kısmıyla vurulmalıdır. Aksi durumda (geniş tarafıyla vurulmuş ise), topun kale çizgisini geçmesi bir anlam ifade etmez ve oyun bölünmeden devam eder.

– Golü atan takımın oyuncuları, top veya karşı takım oyuncularından herhangi biri(ilk hangisi olursa) yarı sahayı geçene kadar oyuna ara verir ve oldukları yerde beklerler.

Kuzey Amerika Sert Kort Bisiklet Polosu Birliği tarafından belirlenen, aynı zamanda oyunu dünya çapında standardize etmeye de katkıda bulunan resmi bir kurallar kümesi bulunur. 2000’lerde başlayan bu oyuna gösterilen ilgi özellikle 2007’den itibaren ciddi bir artış gördü ve dünyanın farklı yerlerinde takımlar kuruldu; Çin, Kanada, İrlanda, İsviçre, Fransa, Hindistan, Almanya, Pakistan, Malezya, Sri Lanka, Endonezya, Macaristan, Avustralya, Yeni Zelanda, İsveç, İngiltere, İskoçya, Arjantin, İtalya, İspanya, ABD, Polonya, Hırvatistan, Slovenya, Nepal, Brezilya ve Küba’da. Geçtiğimiz günlerde Lexington, Kentucky’de dünyanın en büyük turnuvası WHBPC (World Hardcourt Bike Polo Championship) 8. kez düzenlendi.

İstanbul’da da bisiklet polosuna ilgi artmakta. Bike Polo İstanbul takımının amatörleri her Cumartesi Fenerbahçe Parkı’nda 16.00 – 01.00 arası bu oyunu oynuyorlar. Kendileri hakkında yapılan haberi izlemek ve/veya sosyal medya hesapları üzerinden iletişime geçmek isteyebilirsiniz:

32.gün program

https://www.youtube.com/watch?v=FfT4YFrqtck&feature=youtu.be

İstanbul Bike Polo facebook sayfası 

Yazı dizisi devam edecek.

 

Oğuz Tan

Bisiklet Gezgini

 

İklim değişikliğinin vurduğu Bangladeş BM yeşil fonlarına erişmekte zorlanıyor

Climate Change News’da Megan Dharby imzası ile yayınlanan haberi Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Yaren Köse’nin çevirisi ile paylaşıyoruz.

***

Dhaka konferansında konuşan uzmanlar, gelişmekte olan ülke kurumlarının Yeşil İklim Fonu’nun ağır evrak işlemlerini karşılayacak yeterliliğe sahip olmadığını söylüyor. İklim değişikliğinden derinden etkilenen ülkeler BM destekli fona erişmekte zorlanıyor. Eylül ayında Dhaka’da düzenlenen bir konferansta en çok konuşulan konu bu oldu.

Bangladeş, sel ve diğer iklim değişikliği etkilerine karşı savunmasız. (Fotoğraf: DfID/Rafiqur Rahman Raqu)

 

Uzmanlara göre, Yeşil İklim Fonu’nun (YİF) ağır evrak yükü gelişmekte olan ülke kurumlarının finanse edilmesinde büyük engel teşkil ediyor.

Şimdiye kadar yalnızca bir Bangladeşli kurum, Altyapı Geliştirme Limited Şirketi (Infrastructure Development Company Limited (Idcol)) YİF ile ortaklık onay belgesi alabildi. Bir devlet yetkilisinin açıklamasına göre, yaklaşık iki yıl süren süreçte 188 belge sunulması gerekti.

Ülkede YİF faaliyetlerinin koordinasyonunu yapan Mohammad Iftekhar Hossain, “Bu YİF ile ilgili en büyük problemlerden biri.’’ dedi. ‘’İklim değişikliğinden en çok hasar gören ülke olmamız fark etmiyor…para almak hala çok güç.’’

Bir diğer Bangladeşli kurum olan Palli Karma-Sahayak Derneği Kasımda onay belgesi almayı umuyor. Bir üçüncüsü, Yerel Hükümet Mühendislik Departmanı ise ileride yapacağı başvuruya hazırlık  için YİF’den ‘hazırlık’ desteği almakta.

YİF’nin ödenek vermek için kayıt ettiği 54 kuruluş arasından 24’ü ulusal kurumlar. Ödeneğin çoğu yalnızca küçük veya mikro projelere veriliyor.

Yükselen deniz seviyesi, sel, kuraklık ve şiddetlenen tropik fırtınaların etkisine maruz kalan insanlar, desteğin çoğunun  büyük çok uluslu fon sağlayıcılarca karşılamasına muhtaç. Ancak köklü gelişim bankaları bile paranın akmasını sağlamakta yavaş davranıyor.

Alman kökenli KfW’nın yönettiği 80 milyon dolarlık bir proje olan Bangladeş’in kıyı şeridinde afet sığınakları inşaatı projesi, Ekim 2015’de YİF onayı aldı. Ancak henüz hiç  ödeme yapılmadı.

Hossain’e göre bu sırada, YİF tasarısı beklentisi içinde bölgedeki diğer gelişim finansmanı kaynakları da kuruyor.

Bir diğer girişim de BM Kalkınma Programı’nın (UNDP) öncülük ettiği, tuzlu su karışmasından etkilenen bölgelerde temiz içme suyu sağlamak üzerine. Bazı üyelerin iklim sicilini sorgulaması üzerine, YİF kurulu projeyi reddetmeden önce geçen Aralıkta geri çekildi. UNDP öneriyi yeniden gözden geçiriyor. Transparency International Bangladesh tarafından düzenlenen konferansta bazı katılımcılar BM bürokrasisini  atlatmayı savundu.

Hindistan VNV Advisory Services’de iklim finansmanı yöneticisi olan Sandeep Roy Choudhury “Eğer insanlarla ilişkiye geçip 6-8 ay içerisinde geri dönmezseniz güvenlerini çoktan kaybetmişsinizdir.” diye konuştu.

‘‘Bir çiftçi ile 2014’de uyumluluk projesi hakkında konuşup, 2017’de geri gelip ‘artık hazırırız’ dediğinizde, çiftçi çoktan beş hasat dönemi kaybetmiştir.’’

Choudhury, “VNV yerel tabanlı uyumluluk projeleri için fon buluyor ve %80’i özel sektörden geliyor” diye konuştu. “Bırakalım çeşitli politika belirleyiciler yapacaklarını yapsınlar…ancak orta ve mikro ölçekli projelerin yer alacağı devasa bir alan hala boş. Ve bence bu büyük bir değişim yaratabilir.’’

Diğerleri YİF sürecini sıkıntılı bulsa da kurumların raporlama standartlarını yükselttikleri için uzun vadede fayda göreceğini söylüyor.

Bir Alman kalkınma bankası olan GIZ’de iklim finansmanı yönetimi danışmanı olan Firdaus Ara Hussain “YİF’in koşullarını yerine getirmek gerçek bir güçlük” diye belirtti. Örneğin YİF mali bilanço istiyor. YİF parasından ödeme almayı isteyen Bangladeş çevre dairesi ise bu bilgiyi düzenli olarak yayınlamıyor.

Hussain, “YİF sayesinde iklim değişikliğine dayanıklı bir gelişim yolundayız. YİF olmasaydı süreçte bu kadar ilerleyemezdik. YİF deneyimi ile aynı zamanda diğer uluslararası fonlara başvurma becerisini de kazanıyoruz.” diye ekledi.

YİF sözcüsü Michel Smitall eleştirilere yanıt olarak sürecin itibar prensipleri ve çevresel ve sosyal teminatları muhafaza etmek amacıyla oluşturulduğunu söyledi.

‘Fon seri yönetim ve gerekli özen arasında süregelen dinamiklerin farkında olarak bu yüksek standartları korumaya devam edecek’ dedi. Smitall, kurulun geçen hazirandaki son buluşmasında süreci kolaylaştıracak kararlar aldığını da ekledi.

Paris iklim anlaşması sırasında bir dayanışma ve yardımlaşma sembolü olarak oluşturulan YİF, politik bir öneme de sahip. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler kurulda eşit şekilde temsil ediliyor ve taahhüt edilmiş başlangıç sermayesi 10 milyar doları nasıl harcayacağına karar veriyor.

Ancak kurumsal kapasite yetersizliği, daha fakir ülkelerin önceliklerini yerine getirmenin önünde engel teşkil ediyor.

En fakir ülkeler adaptasyon konusunda en kaygılı ülkeler: oluşmasına en az katkıda bulundukları elverişsiz iklim koşullarından vatandaşlarını korumaları gerekiyor. Bu yıl Bangladeş’in üçte biri güçlü muson yağmurları ile sular altında kaldı ve yaklaşık 100.000 ev hasar gördü. Dünya Bankası tahminlerine göre, ülkenin gayri safi yurt içi hasıla büyümesi hava koşullarına bağlı felaketler yüzünden son 40 yılda 0.5 ila 1 arasında kaldı. Diğer yandan bağışçı hükümetler ise hafifletme ile daha çok ilgileniyorlar: gelişmekte olan dünyayı daha temiz bir enerji yoluna sokarak problemin herkes için daha kötü hale gelmesini önlemek. Özel sektör de karbon salınımını azaltacak ve karlılık için daha çok fırsat sunacak girişimlere doğru eğilim gösteriyor.

Bugün değin YİF’in taahhüt ettiği 2.2 milyar doların %27’si yalnızca uyumlanmaya odaklıydı. Diğer bir %32’nin ise ortak ilgi alanlarına vakfedildiği söyleniyor. bu rakam, tesisin nehir akışında daha fazla değişim yaratacak şekilde hazırlanmasına dayanan Tacikistan’da tartışmalı bir hidroelektrik yenileme projesini içeriyor.

Dhaka’da North South University profesörü ve iklim değişikliği finansman müzakerecisi Mizan Khan, uluslararası toplumun uyumlanmadan nasıl faydalandığını göstermenin önemli olduğunu söyledi. ‘Eğer fondan yararlanacaksak, uyumlanmayı küresel bir mesele olarak yeniden kavramsallaştırmalıyız.’ diye belirtti.

 

Bu haberin İngilizce orijinali

Muhabir: Megan Darby

Yeşil Gazete için çeviren: Yaren Köse

 

(Yeşil Gazete, Climate Change News)

Tuğrul Eryılmaz’a 15 ay hapis, 6 bin lira para cezası

Özgür Gündem Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği’nden yargılanan gazeteci Tuğrul Eryılmaz 1 yıl 3 ay hapis ve 6 bin TL para cezasına çarptırıldı, hapis cezası ertelendi.

Bianet’den Tansu Pişkin’in haberine göre kapatılan Özgür Gündem Gazetesi’nde Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği yapan gazeteci Tuğrul Eryılmaz’ın yargılandığı davada karar açıklandı.

Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada Eryılmaz’a “terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla 15 ay hapis ve “terör örgütlerinin açıklamalarını basma ve yayınlama” suçlamasıyla 6 bin TL para cezası verildi. Hapis cezası ertelendi.

1 Haziran 2016’da Özgür Gündem’de nöbetçi yayın yönetmenliği yapan Eryılmaz gazetede o gün çıkan şu haber ve yazılardan yargılanıyor:

* “Asla diz çökmeyeceğiz”

* “Asayiş üyeleri uğurlandı”

* “Savaşlar toprağa verildi”

* “Anısını mücadelemizde yaşatacağız”

* “1 Haziran ruhu tüm Kürsitan’da”

* “En Onurlu Tavır Unutmamak”, Levent Döndü

* “Yeni Gelenlerin Kürtçesi”, Zeki Kayar

 

(Bianet)

Özakça’ya tahliye, Gülmen’in tutukluluğuna devam kararı

Açlık grevindeki eğitimciler Gülmen ve Özakça ile ihraç edilen öğretmen Karadağ’ın yargılandığı davanın bugünkü duruşmasında, Özakça tahliye edildi. Nuriye Gülmen’in ise tutukluluğunun devamına karar verildi.

İşlerine iade talebiyle 226 gündür açlık grevinde olan akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça’nın tutuklu, ihraç edilen öğretmen Acun Karadağ’ın tutuksuz yargılandığı davanın üçüncü duruşması bugün görüldü.

Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya Özakça ile Karadağ katılırken, Gülmen, Numune Hastanesi raporuna göre sağlık durumu uygun olmadığından ve “hayati tehlike riski olabileceğinden” duruşmaya getirilmedi.

Bugün 10.30’da başlayan duruşmada ilk olarak Gülmen’in duruşmaya neden getirilmediğine dair rapor okundu.

Ardından tanık Berk Ercan, tutuklu bulunduğu cezaevinden Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlanarak ifade verdi.

Ercan, örgüt üyeliği ya da örgüt talimatı konusunda bilgisinin olmadığını söyledi:

“Semih Özakça’yı bir, iki kez gördüm, bir bilgiye sahip değilim. Özakça ve Karadağ’ın örgüt bağı var mı bilmiyorum. Nuriye Gülmen’i İstanbul’dan tanıyorum. Evinde kaldım ama adresi bilmiyorum. Nuriye ile telefon temasım olmadı. Açlık grevlerinin başlaması konusunda örgüt talimatı olduğu konusunda doğrudan bilgim yok. Semih’i parkta sadece iki kez gördüm. Başka bilgim yok.”

Semih Özakça da bugünkü savunmasında şunları söyledi:

“Berk Ercan’ın beni gördüğü dediği tarihte ben askerdim. Askerden gelir gelmez Erzurum Horasan’a gittim. İstanbul’a evlilik sonrası, 2015-2016 yıllarında gittim. Tanığı tanımıyorum.”

“Hiç bir somut delil yok. Tek suçlama Yüksel Caddesi’nde yaptığım basın açıklaması. Cezaevinde yazdığım günlüğüm dosyanıza giriyor, çünkü dosya boş.

“Biz her şeyi yaptık sonra açlık grevi dedik. Başvurularımızın ne Danıştay’da ne AYM’de, ne AİHM’de karşılığı oldu.”

Özakça, mahkeme heyetine hitaben “Sizin vicdani sorumluluğunuz var” dedi.

Savunmaların ardından verilen bir saatlik aradan sonra ara kararını açıklayan mahkeme, davanın bir sonraki duruşma tarihini 17 Kasım olarak açıkladı.

 

(Bianet)

California’daki yangınların ABD’ye maliyeti 1 milyar dolar

ABD’nin California eyaletinde 8 Ekim’de başlayan orman yangınlarıyla ilgili 8 büyük sigorta şirketinin raporuna göre afet nedeniyle 1 milyar dolarlık zarar oluştu.

Rapora sigorta kapsamına girmeyen mülkler dahil edilmedi.

Afetin California tarihinin en fazla maddi hasara neden olan yangını olduğu belirtiliyor.

42 kişinin hayatını kaybettiği yangınlar nedeniyle bölgeden tahliye edilen 15 bin kişi hala evlerine dönemedi.

 

(Yeşil Gazete)

2017 yılı Ruhi Su Şiir Ödülü İsmail Mert Başat’a

Ruhi Su’ nun kültür mirasını yeni insanlara ulaştırmak, sanatını yaşatmak amacıyla Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen Ruhi Su Şiir Ödülü sahibini buluyor.

Ruhi Su Şiir Ödülü, İsmail Mert Başat’a, 21 Ekim 2017, Cumartesi günü 14.00- 18.30 saatleri arasında Bakırköy, Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi’nde düzenlenecek olan Ruhi Su Şiir Ödülü ve Anma Etkinliği 2017’de sunulacak.

Etkinlikte, Cumhuriyet Gazetesi’nden Turan Günay’a da Ruhi Su Barış Ödülü sunulacak.

Cevat Çapan başkanlığında, Ahmet Telli, Latife Tekin, Hüseyin Ferhad, Asuman Susam, Haydar Ergülen ve Mehmet Gözen’den oluşan Ruhi Su Şiir Ödülü Seçici Kurulu, 2016-2017 yıllarında ilk kez yayımlanan şiir kitaplarının, şairinin veya yayıncısının herhangi bir başvurusu olmaksızın, tamamının doğal aday kabul edildiği bir değerlendirme sonucunda; şiirin dilini ve yapısını, insanlık tarihinin köklerinden itibaren yoklayıp, tarihsel ve mekânsal bir toplamdan süzerek kurduğu bir şiir dili ile yazması; şiirini, dünyanın tüm sömürülen ve ezilenlerinin özgürleşeceği kardeşçe bir varoluş coşkusuna adaması; kalemini, yarım yüzyıldır, her türlü zulme ve tahakküme karşı direnci yeniden üretmek için kullanması ve bu tutumunu hep şiir estetiğinin içinde kalarak, direnme estetiğinin zenginleşmesine katılarak sürdürmesi nedeniyle İsmail Mert Başat’ın “Külde Kor İzleri” kitabını oybirliğiyle 2017 Ruhi Su Şiir Ödülü’ne değer buldu.

Şair ve yazar İsmail Mert Başat 1945’de İstanbul’da doğdu. İlk yazısı Mayıs 1960’da yayımlandı. Oyuncu, yazar ve yönetmen kimliğiyle tiyatro ile de ilgilendi. Şiirleri, öyküleri, denemeleri ve politik yazılarıyla, başta Türkiye Yazıları olmak üzere pek çok dergi ve gazetede yer aldı. İsmail Mert Başat, 2014 Antalya Altın Portakal Şiir Ödülü etkinliğinin Onur Konuğu olmuştu.

Şiirlerini, Vira! (1984) ve Geyik ve Yolcu (1997); öykülerini Kanatlarını Yitirmiş Uçan atın Tutkusu (1991) ve Düşüş (2011) kitaplarında toplayan İsmail Mert Başat’ın, denemeleri Kendime, Sana, Toprağa ve Gökboşluğa (1999), İtiraz Yazıları (2002), Buyruk ve İtaat (2005) ve Gökyüzünden Başka Sınır Yok (2008) kitaplarında yer alıyor.

İsmail Mert Başar’ın yazdığı Sarhoş Orman, 1966’da Ankara’da sahnelendi.

Ruhi Su’nun sesinden şiirlerin de dinletileceği etkinlik Ruhi Su Dostlar Korosu’nun konseri ve bir kokteyl ile sona erecek.

Etkinlik katılıma açık ve ücretsiz olacak.

Bilgi için bu linki tıklayabilirsiniz.

 

Haber: Ercüment Gürçay

(Yeşil Gazete)

 

[Nükleer Alaturka Hikayeleri] Dünyanın en güvenli nükleer santrali!

Yeşil Gazete ekibi olarak Uluslararası Bozcaada Ekolojik Belgesel Festivali’ni (BIFED) 11 – 15 Ekim tarihleri arasında yerinde takip ettiğimizi daha önceki haberlerde dile getirmiştik. BIFED bize Türkiye ve Dünya’dan ekoloji hareketinin içindeki insanlarla birebir görüşme imkanı da sağladı. Bu insanlardan birisi de Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi ve belgesel yönetmeni Can Candan idi.

3 Saat” ve “Benim Çocuğum” belgeselleri ile tanıdığım ve belgesellerini çok sevdiğim Can abi (orada ona bu şekilde hitap ettim sürekli) ile halen çekim aşamasında olan yeni belgeseli “Nükleer Alaturka“ya dair konuştuk.

Editör arkadaşım Merve Damcı ile birlikte gerçekleştirdiğimiz görüşme öncesinde Can abiden 10 dakikasını rica etmiştik ama laf lafı açtı ve 2 saate yakın süren görüşmede ben 9 sayfa not alırken, Merve ise 3 sayfa konu başlığı çıkardı.

Bu nedenle röportajı tek bir seferde sizinle paylaşmak yerine değindiğimiz her konuyu ayrı bir içerikle size ulaştırmaya karar verdik. Can abi, “Nükleer Alaturka”yı tarif ederken bize, “Kolye gibi bir belgesel var aklımda. Orda geçen her bir hikaye kolyenin tek ve birbirinden farklı taşları olacak. Belgesel tamamlandığında kolye de tamamlanmış olacak” demişti. Bu fikrin ilhamı ile haberi de bu yönde kurguladık.

***

1 – Dünyanın en güvenli nükleer santrali!

Laf lafı açıyor. Can Candan bize Nükleer Alaturka’nın tüm hikayesini, off the record bilgiler dahil aktarıyor. 1 saati geçmiş, 1,5 saate doğru yol almışken soruyorum kendisine

Yeşil Gazete: Peki, nükleer santrali gerçekten durdurabilir miyiz? O gücümüz var mı?

Can Candan: Belgeselin çekim yerlerinden birisi de Avusturya. 1978’de Avusturya ilk nükleer santralini inşa etti. İnşaatı da tamamladı. Viyana’nın güneyindeki bir köye, Zwentendorf’a inşa ettiler santrali.

Herşeyi ile hazır bir halde nükleer santral düşünün. Zwentendorf Nükleer Santrali öyleydi işte. Nükleer çubuklarını bile içine koydular. Tek yapmaları gereken çalıştırmaktı artık. Düğmelerinden, etiketlerine, sandalyesinden çalışma odalarına her şeyi ile tam teşekkülü bir nükleer santral idi.

Zwentendorf Nükleer Santrali

Ama işte tam o anda halk hareketi başladı. “İstemiyoruz. Nükleer ile yaşam tehlikesini istemiyoruz” dediler. Hükümet şaşkındı tabi. O kadar zaman inşaatı devam ederken bir tepki yoktu çünkü. O, en son anda halkın tepkisi başlamıştı. Haftalar süren protesto eylemleri yaptılar.

En güvenlisi çünkü faaliyete hiç geçmedi

Ve sonuç olarak Avusturya referanduma gitti. Referandum sorusu ise netti, “Nükleer santral istiyor musunuz?“.

Avusturyalılar çok büyük bir oranda hayır yanıtını verdiler bu soruya. Avusturya Parlamentosu’ndan çok geçmeden, “Bu ülke hiçbir zaman nükleer üretmeyecek” kararı çıktı.

Can Candan ile Nükleer Alaturka’yı BIFED’in iki gösterim mekanından biri olan Halk Eğitim Merkezi’nin hemen yanındaki sosyal tesiste konuştuk

Şimdi, 1978 yılından bugüne Avusturya’nın güneyindeki Zwentendorf köyünde dünyanın en güvenli nükleer santrali bulunuyor. Santral o gün çalışmaya başlayacağı anda nasıl ise şimdide o halde duruyor yerli yerinde. Dünyanın en güvenlisi çünkü çalışmıyor. Gezegeni, canlı sağlığını, atmosferi tehdit etmiyor.

İçinde nükleer santral geçen tüm filmler de orada çekiliyor. Bu yönü ile ülke ekonomisine katkısı da yadsınmaz düzeyde Zwentendorf’un.

Çalışmadığı için dünyanın en güvenli nükleer santralinde Greenpeace tarafından düzenlenen “Nuclear Power Goes Solar” konseri

Greenpeace de 2009 yılında Zwentendorf’ta çok büyük bir konser düzenledi. Konserin sloganı da, “Nuclear power goes solar” (Nükleer enerjiden güneşe enerjisine doğru) idi.

Japonya’da 2011 yılında gerçekleşen Fukuşima Nükleer Santral kazasının ardından ise Zwentendorf bir güneş enerjisi tesisi oldu.

Sorunun yanıtını verebildim sanırım. Elbette durdurabiliriz. Tek yapmamız gereken, “Biz nükleer santral istemiyoruz” demek.

***

100 bin nükleer karşıtından bir paket sigara parası

Nükleer Alaturka belgeselinde yer alacak tüm hikayelere sırasıyla yer verme niyetimiz var. Ama siz bir an önce belgesel tamamlansında öyle izleyelim diyorsunuz muhtemelen haklı olarak.

Onun için de bir yol yöntem var elbet.

Nükleer Alaturka’nın ikinci kitlesel fonlama kampanyası devam ediyor. Can Candan’ın bize aktardığı şekli ile söylersek, “Az çok demeden siz de katkıda bulunun. Türkiye’de 100bin nükleer karşıtı her halükarda vardır. Bu 100bin nükleer karşıtı alacağı bir sigara parasını Nükleer Alaturka için bağışlasa belgeselin tüm masrafları çıkmış olur”

Belgesele destek vermek için sizi şöyle bu linke alalım

Güneş, Rüzgar bize yeter.

 

Röportaj: Alper Tolga Akkuş, Merve Damcı

(Yeşil Gazete)

 

 

Kadıköy’de bisiklet çalıştayı #YüzünüBisikleteDön

21-22 Ekim tarihlerinde Don Kişot Bisiklet Kolektifi, TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi, Sokak Bizim Derneği ve Kadıköy Belediyesi Bisiklet Birimi ile birlikte Tasarım Atölyesi Kadıköy’de (TAK) #YüzünüBisikleteDön  sloganıyla “Bisiklet ve Kent Çalıştayı”nı organize ediyor.

Don Kişot Bisiklet Kolektifi’nin çalıştaya dair açıklaması şöyle:

“Sokağın ele geçirilmesi, doğa dostu ulaşımın yaygınlaştırılması, erişim sorunun giderilmesi ve herkesin özgürce erişebilmesi için kapsamlı bir program hazırladık. Bisiklete binen binmeyen, binmek isteyen, sokaklara çıkmaktan korkan, her bir bireyin ilgisini çekebileceğimizi düşünüyoruz.

“Ben zaten çevreciyim, hayvanları da çok seviyorum, ağaçlara tapıyorum, ayıyı öpüyorum” demek maalesef yeterli olmuyor. En çok da belki tatile Avrupa’ya giden, dönüşlerinde “Abi Avrupa’lı da aşmış her yer bisiklet” diyen ama Maslak’taki işine ille de arabasıyla giden arkadaşlarımız “Engelli parkına dizel arabasını park ediyor”, “Sağ şeridinde giden bisikletliyi sıkıştırıyor”. Ve bu yollar, bu köprüler en çok da bu insanlar için yapılıyor, Kuzey Ormanları en çok da bu araçlar var olabilsin diye katlediliyor.

Yapılan araştırmalar İstanbul’da 10 yıl içerisinde en az 1 milyon insanın ulaşım için gündelik hayatında bisiklet kullanmaması halinde bu şehre geri döndürülemez hasarlar verileceğini gösteriyor.

Bizler bu sokakları ele geçireceğiz. Sokaklar, bu şehir tekrar ele geçirilmeli. Bu sebeple seni de yanımızda görmek istiyoruz.”

 

Çalıştayın programına buradan erişim münkün

Bisiklet ve Kent Çalıştayı facebook etkinlik sayfası

 

(Yeşil Gazete)