Ana Sayfa Blog Sayfa 3002

Açık Radyo’ya konuk olan Garo Paylan torba yasa tasarısıyla ilgili endişe veren süreci anlattı 

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülen “Bazı Vergi Kanunları ile Kanun ve kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” doğanın daha da rahat sömürülmesine, talan edilmesine yol açıyor. Torba tasarının 53, 54, 55, 56 ve 61’inci maddeleri Türkiye doğasında, dağlarında, ovalarında, ormanlarında, meralarında, yaşam alanlarında geri dönüşü olmayacak yıkımlara yol açacak. Yasayla bir nebze korunan doğa alanlarının üzerindeki son koruma örtüsü de kalkacak.

Kamuoyu baskısı oluşması gerekiyor

Açık Radyo’da Utku Zırığ’ın hazırlayıp sunduğu Yeşil Bülten‘e konuk olan HDP İstanbul Milletvekili Garo Paylan, torba yasayla meclisten geçmesi için çalışılan 60’tan fazla kanun tasarısının getireceği olası değişiklikleri değerlendirdi. Madencilik, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED), meracılık, ormancılık kanunlarında radikal değişimlere yol açacak olan yasa tasarısına karşı kamuoyu baskısı oluşması, çevre hakları ile ilgili tüm örgütlerin, sivil toplum kuruluşların ve vatandaşların karşı çıkıp tepkilerini yükseltmeleri gerektiğini söyledi. Garo Paylan torba yasa süreciyle ilgili şunları anlattı:

Meraları ve yaylaları talan edilmesinin önünü açan yasa teklifi komisyondan geçti

“130 maddelik bir torba yasasından bahsediyoruz ama torba değil çuval ya da çorba yasa teklifi diyebiliriz. 65 ayrı yasayı değiştiren bir torba. Diğer bakanlıklar kendi ihtisas komisyonlarında (İhtisas komisyonları, her siyasi parti grubunun ve bağımsız üyelerin meclisteki üye sayısının meclis üye tam sayısına oranlanması suretiyle oluşturulur) tartışmak istemedikleri her şeyi bu torba kanun yasa tasarısına atmışlar. Maalesef çevreyi, emeği, doğayı, vergileri, toplumsal barışı ilgilendiren pek çok yasa bu torbayla geçiştirilmeye çalışıyor. Bunlarla ilgili mücadelemizi veriyoruz. Meralarla ilgili yasa komisyonda görüşüldü ve maalesef  meraları ve yaylaları talan edilmesinin önünü açan yasa teklifi komisyondan geçti.  ÇED raporunun başvurudan sonra 3 ay içinde cevap verilmezse kabul edilmiş sayılacağına dair akla, mantığa, vicdana sığmayacak bir teklifle karşı karşıyayız.”

Plan ve Bütçe Komisyonu

AKP’li milletvekilleri “siz çok haklısınız deseler” bile “bizi buraya AK Parti getirdi” diyerek destekliyorlar

AKP’li milletvekillerinin komisyon toplantısında kendilerini desteklediğini anlatan Paylan, “AKP’li vekiller aralarda yanımıza gelip “siz çok haklısınız çok doğru yapıyorsunuz” diyorlar ama hükümet önlerine ne getiriyorsa oradaki milletvekilleri sadece mühür basmaya geliyorlar. Vekiller bir vesayet altındalar. İkna olmasalar, kararı desteklemeseler bile “bizi buraya AK Parti getirdi” diyerek destekliyorlar. Bu yüzden yürütmeyi kontrol edemeyen, dengeleyemeyen, denetleyemeyen bir Meclis var.” diye konuştu.

“Her şey İhtisas Komisyonu’nda tartışılsın”

Paylan, konuşmasında kaliteli bir yasama olması için her şeyin İhtisas Komisyonu’nda tartışılması gerektiğini anlattı.

“TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu 40 vekilden oluşuyor. Bunun 25’i AKP’li, 9’u CHP’li, 4’ü HDP’li, 3’ü MHP’li vekilden oluşuyor. Bu komisyona bugüne kadar hep torba yasalar getirildi. AKP’nin rahatlığı ise “Nasıl olsa basının çok ilgisi yok. Basını da belli oranda sindirdik, kamuoyunda tartışılmasın, biz her şeyi çuvala atalım, Plan ve Bütçe Komisyonu’ndan hızlıca geçirelim” düşüncesinden geliyor. Torba yasa Genel Kurul’da daha hızlı geçiyor.”

“Her şey İhtisas Komisyonu’nda tartışılsın. İlgili bakan gelsin ama gelmiyorlar. Mevcut Maliye Bakanı orada duruyor. Maliye Bakanı da durumdan bihaber. Bizim de her konuda ihtisas sahibi olmamız beklenemez ama İhtisas Komisyonu’nda tartışılsın istiyoruz. Meclis’te hiçbir komisyon çalışmıyor. Her şey Plan ve Bütçe Komisyonu’na geliyor. “Nasıl olsa orada kolayca geçiririz” diye düşünüyorlar. Bu da kaliteli bir yasama olmasını engelliyor.”

350 Ankara ekibinden, Gazete Duvar yazarı Önder Algedik ise, mera ve zeytinlik yasa tasarısının meclisten geçirilmeye çalışılırken oluşan kamuoyu baskısının verdiği iyi sonucu hatırlattı: “Yapmamız gereken çaresizlik ve şikayet etmek değil, hareket edip yine milletvekillerini aramak olmalı.”

Çevre ile ilgili kanun tasarısı neler getiriyor?

Kanun tasarısının 54.maddesi yasalaşırsa; madencilik faaliyetleri için gereken Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) ve diğer izin süreçlerinin 3 ay içinde bitirilmemesi halinde izin verilmiş sayılacak. Bu tasarı, madencilikte Türkiye’nin tüm çevre mevzuatını  rafa kaldırmaktır.

Madencilik adı altında ormanların talana açılması yetmemiş, tasarının 55. maddesi ile orman alanlarında yapılacak madencilik faaliyetleri için ilk 10 yıl için herhangi bir bedel alınmayacağı düzenlemesi getiriliyor.

Tasarının 56. maddesi ile “jeolojik haritalama, jeofizik etüd, sismik, karot, kırıntı ve numune almaya yönelik faaliyetler için ÇED kararı aranmayacağı” düzenlemesi getirilerek Kazdağları ve diğer hassas alanlar madencilerin insafına bırakılmak isteniyor.

 Tasarının 61.maddesi ile mera, yaylak ve kışlaklar, endüstri bölgesi, teknoloji geliştirme bölgesi, organize sanayi bölgesi yağmaya açılıyor.

 

(Yeşil Gazete)

Kültürhane’de ekoloji buluşmaları ‘Topluluk Destekli Tarım’ söyleşisi ile başladı

Kültürhane ve Çukurova İnsan, Tohum ve Toprak Atölyeleri’nin (ÇİTTA) ortak organizasyonu ile Mersin Kültürhane’de her 15 günde bir gerçekleştirilecek ekoloji buluşmaları Çukurova Ekolojik Yaşam İnisiyatifi’nden (ÇEYİ) Sema-Serdar İskit çiftinin “Topluluk Destekli Tarım ve Gıda Topluluğu” söyleşisi ile başladı. Söyleşiye ÇEYİ’nin üreticilerinden Adana İmamoğlu’nda çiftçilik yapan Ali Çelik de katıldı.

Fotoğraf: Suna Bayhan

Söyleşiyi açan Kültürhane kurucularından ve yeni titri ile sosyal bilimler esnaf ve zanaatkârlığı yapan Ulaş Bayraktar,  Kültürhane’nin kuruluş amaçları arasında en önlerde bulunan mekanı bir kültür paylaşım alanı haline getirme gayesinin her geçen gün vücut bulduğunu söylerken, ekoloji sohbetlerinin bu söyleşi ile başladığını, her 15 günde 1 bir söyleşi bir de belgesel gösterimi şeklinde ekoloji buluşmalarına devam etmek istediklerini aktardı.

Söyleşi Kültürhane facebook sayfasından da canlı yayınlandı

İlk sözü alan Serdar İskit, topluluğun ihtiyacına göre bir kaç farklı sunum yöntemi tasarladıklarını aktarırken Sema İskit de ÇEYİ’nin tarihçesini katılımcılar ile paylaştı. 11 – 12 Ocak 2014’de önce Adana, ardına Mersin’de iki gün süren Buğday Derneği’nin düzenlediği, “Türeticiler için Ekolojik Yaşama Giriş” eğitimi sonrası eğitime katılanların birbirinden kopmadan bugüne dek süren çalışmaları sonucu Adana’da ÇEYİ, Mersin’de ise ÇİTTA oluşumlarının hayata geçtiğini ifade eden İskit, Adana’da ayrıca Banadura adı ile topluluk destekli tarım çalışmalarına da başladıklarını kaydetti. İskit, Banadura’nın Adanacada “domates” anlamına geldiğini de belirtti.

Başlangıçta isim kaygıları olmadığını, 2014’de Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’ni (SYYF) Adana’da düzenleme niyetleri sonrasında organizasyonun kendilerinden bir isim talebi olması üzerine ÇEYİ ismini bulduklarını aktaran Sema İskit, “Şimdi burada oturup, “ben nasıl yapacağım bu işleri” diye düşünenlere kendi başlangıç noktamı anlatmak isterim. Ben önceleri buğday tarlasını görüp çimenlik sanan birisiydim. Zamanla tüm bu endişeleriniz geride kalacak.” diye konuştu.

Gıda Toplulukları’nın sağlıklı ve adil gıdaya erişim için meydana getirildiğini ve birden fazla seçeneği bulunduğunu da kaydeden İskit, kendilerinin Topluluk Destekli Tarım (TDT) metodunda karar kıldıklarını kaydetti.

Bu noktada sözü alan Serdar İskit ise kendileri ile söyleşiye katılan çiftçi Ali Çelik’i katılımcılara tanıttıktan sonra TDT’de hem tüketici hem üretici birebir ilişki halinde oluyor, bu nedenle de ismine türetici diyoruz, bir nevi üretici ile kader ortaklığı yapıyoruz. Mesela biz Ali’nin sofrasına oturduk, o geldi bizim soframıza oturdu. Bu birbirini tanıma hali bile iyileştirici bir süreç. Çat kapı ne zaman gitsek Ali’nin evine çok memnun olur, hemen çay koyar, varsa bize karpuz keser, Ali’nin karpuzlarını sizin de tatmanızı isterim dedi.

“Derdin ne senin kardeşim?”

Soldan sağa: Ali Çelik, Sema İskit ve Serdar İskit (Foto: Suna Bayhan)

TDT için sorulması gereken ilk sorunun, “Derdin ne senin kardeşim?” olması gerektiğinin altını çizen Serdar İskit, sözlerini şöyle sürdürdü, “İmkanınız varsa ekolojik pazara gidin, marketlerdeki organik reyonlarından alışveriş yapın ama TDT oluşturmak için öncelikle bir misyonunuz olması gerekiyor.”

Salondan gelen “adil gıda nedir?” sorusu üzerine Sema İskit, dinleyiciyi, “Çiftçiye hakkını vermenin hazzını yaşayanların sistemidir Adil Gıda sistemi. Adil Ticaret kavramına da benzer aslında. Gıdanın sizin sofranıza gelene kadarki tüm aşamalarının farkında ve bilincinde olmayı da gerektirir. Adil Gıda için toprağımıza iyi bakmamız gerekiyor” diyerek yanıtladı.

“Çiftçilik halkoyunu gibidir”

Adana İmamoğlu’ndan söyleşiye gelen ÇEYİ üreticisi Ali Çelik ise sözlerine ülkemizde tarım sıkıntılı diyerek başladı. Sıkıntının sebebi çiftçi olarak görünüyor olsada aslında sistemden kaynaklanıyor diyen Çelik, “Kirazımız Fransa gümrüğünden geri döndü sağlık koşullarını karşılamadığı için. Peki ne oldu o kirazlara? İmha mı ettiler. Hayır. Bizim pazarlarımızda gariban halk tarafından tüketildi. İlaç kullanılıyor bu topraklarda hem de haddinden fazla miktarda. Adana, Çukurova bir pamuk diyarıydı ama şimdi gelinen durumda pamuk da bitti. Sürekli miktarı ve dozu arttırılan ilaca börtü böcek uyum gösterdi ama ürünün kendisi gösteremedi.

Ali Çelik ülkemizdeki tarımın sorunlarını paylaştı (Foto: Gülsüm Yücel)

Çiftçilik bir birlikte olma, muhabbet etme, kaynaşma işidir. Halkoyunları gibidir yani çiftçilik. Eskiden tamda böyle idi ama şimdi kimseye kimsenin selamı kalmadı. Ben arıcılık yapıyordum ama ona da ara vermek zorunda kaldım. Sizin pahalı diye alamadığınız balı Türkiye’de artık tekel olmuş iki şirket arıcılardan kilosu 6 tl’ye alıyor. Siz bu aracıyı ortadan kaldırmazsanız, çiftçiye güvenmez iseniz durum düzelecek gibi de görünmüyor. Arıcı balına kilo başı 35 değil 6 tl alıyor. Arıcı kilosuna 10 tl alabilse ihya olur” diye konuştu.

Söyleşinin bu noktasında Onarıcı Tarım konusuna da değinen Serdar İskit ise şöyle konuştu,

Kültürhane ekibi de söyleşiyi ilgi ile takip etti (Foto: Gülsüm Yücel)

“Üretici ve tüketici olarak birbirimize yüzyüze bakmalıyız. Yüzyüze bakıyor isek bu ilişki farklı olur. Toprağın yapısı ve ihtiyacı da önemli. Fukuoka tohum topu yaptığında araziye tek bir tohum atmıyor. 20 küsur farklı tohum ekliyor ve o şekilde atıyor. Topraktan daha iyi bilecek değilim ben diyor neye ihtiyacı olduğunu. O, kendi ihtiyacı olanı alır ve o şekilde toprakta ona yer açar.

Şimdi biz kendi gıdamız için emek harcıyoruz. Kolay mı, değil. Yeri geliyor ceviz kırıyoruz, yeri geliyor üzüm ya da elma kurutuyoruz. Çok zahmetli işler bunlar ama kış gelipte kendi emeğimizle hazırladığımız gıdayı tüketmenin keyfi gibi de yok.

Bir diğer konu da onarıcı tarım. 2. Dünya Savaşı sonrası sulh döneminde kimya şirketleri tarıma yöneliyor. Yeşil Devrim ve dünyada açlık bırakmayacağız sloganları ile eskinin silah üreticileri hedeflerini gıdaya yöneltiyor. Monsanto bunun en bilinen örneklerinden biri. O dönem ABD Başkanı olan Kennedy diyor ki, “Açlığı artık tamamen bitirdik”. 1950’lerde söylüyor bunu. Bugün 2017’de açlık bitmiş durumda mı? Elbette hayır. Herkesi doyuracağız diyerek sağlıklı toprak bırakmadılar neredeyse. Onarıcı tarım ise bu döngüyü tersine çevirmek için var. ”

Foto: Ulaş Bayraktar

Sema İskit, TDT kararının aslında evlilik kararına benzediğini belirterek, “Evlilik kararı gibi aynı. Sadece karar vermek ve bu kararın arkasında durmak gerekiyor. Formüllerimizden en önemlisi 3 Y, yani yerel, yatay ve yavaşça. İnsanlar TDT’ye üç sebeple gelebilir. Birisi çiftçiyi önemsediği için gelir, diğeri gıdasını önemsediği için gelir, ötekisi ise muhabbetten keyif aldığı için gelir” dedi.

Kültürhane Ekoloji Sohbetleri’nin ilk ayağı durumundaki “Topluluk Destekli Tarım ve Gıda Topluluğu” söyleşisinin ardından Mersin’de de henüz yeni başlayan tdt sürecine katılmak isteyenlerin isim ve iletişim bilgileri de alındı.

Kültürhane Ekoloji Buluşmaları’nı yerinden takip etmeye devam edeceğiz.

 

Fotoğraflar: Suna Bayhan, Gülsüm Yücel, Ulaş Bayraktar

Haber: Alper Tolga Akkuş

(Yeşil Gazete)

Amerikalı müzisyenden İstanbul Boğazı’nın güzelliğine naif bir selam

Oregon doğumlu Amerikalı sanatçı Peter Broderick, Kasım ayında yayımlayacağı yeni albümünden bir sürprizle dinleyicilerinin karşısına çıktı. 30 yaşındaki minimalist müzisyen, yeni albümü All Together Again’in ilk şarkısı  ‘A Ride On The Bosphorus’u sosyal medya üzerinden paylaştı.

17 dakika uzunluğundaki şarkının videosu İstanbul Boğazı’nda geçiyor ve bir tekne gezisinde yansıyanlardan oluşuyor.

Parçanın oluşmasının arkasında İrlandalı sanatçı Fiona Hallinan‘ın Heterodyne projesi yatıyor.

Projede sanatçılar gittikleri seyahatlarda, yolculuğun müziğini yaratıyor. Bu parçalar sadece projenin aplikasyonunda yer alıyor ve dinleyici o bölgedeyken, oraya dair yazılmış şarkıyı dinleyebiliyor.

Peter’ın şansına ise İstanbul düşüyor.

Dünyanın en büyük yüzer rüzgâr santrali devrede!

İskoçya’nın Hywind isimli yeni nesil türbinlerle kurduğu 30 MW gücünde dünyanın en büyük açıkdeniz yüzer rüzgâr santrali elektrik üretmeye başladı.

Statoil ve Masdar ortaklığıyla İskoçya karasularında kurulan dünyanın en büyük yüzer rüzgâr santrali elektrik üretmeye başladı. Lityum iyon batarya sistemine de sahip olacak olan santralde geleneksel deniz türbini yerine yeni nesil Hywind türbinler kullanıldı.

https://www.youtube.com/watch?v=PpMOP5ogWWA

Geleneksel deniz  türbinleri deniz tabanına yerleştirilirken, Hywind türbinleri ise deniz yatağına 3 noktadan çelik halatlar ile bağlı temel üzerine yerleştiriliyor. Böylelikle deniz yüzeyinde hareket edebiliyor. Resmi açıklamaya göre su derinliği 800 metreye varan yerlerde dahi kurulabiliyor.

20 bin evin elektrik ihtiyacı karşılanacak

Yılda 135 GWh üretim kapasitesine sahip olacak olan bu tesis ile yaklaşık 20.000 evin elektrik ihtiyacı 24 saat süreyle kesintisiz olarak sağlanacak.

Santralde her biri 6 MW kapasiteli beş adet türbin kullanıldı. Statoil’in geliştirdiği yaklaşık 400 ton ağırlığındaki Hywind türbini 200 metre uzunluğunda ve bu uzunluğun 70-90 metresi suyun altında kaldı. Rüzgârı yakalayacak rotorun çapı ise 160 metre.

 

(Enerji Günlüğü)

Açlık grevinde 226. gün: Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın 3. duruşması bugün

Bugün Sincan Cezaevi Kampüsü’ndeki salonda görülecek olan duruşmaya 4 gün kala 16 Ekim’de savcılık kararıyla Gülmen’in ifadesi alınmak istenmiş ancak Gülmen savcıya ifade vermeyi reddederek tahliyesini talep etmişti.

Görsel: Tarık Tolunay

Gülmen ve Özakça için animasyon klip

226 gündür açlık grevinde olan tutuklu eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın bugün 10.00’da başlayacak duruşması için bir videoyla çağrı yapıldı.

https://www.youtube.com/watch?v=Lj3HrG7CPjE

Gülmen ve Özakça’nın Sincan Cezaevi’nde görülen duruşmasına gidebilmek için gerekli olan yol haritası paylaşıldı.

Sincan Cezaevi’ne nasıl ulaşılır?

 

OHAL KHK’sıyla işlerinden ihraç edildikten sonra açlık grevine başlayan akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça, grevlerinin 76’ncı gününde tutuklanmıştı.

 

(Yeşil Gazete)

Türkiyeli ekstrem sporcusu 385 yıl sonra Galata Kulesi’nden Üsküdar’a uçmaya çalışacak

Hezarfen Ahmet Çelebi’nin taktığı kanatlarla 1632 yılında Galata Kulesi’nden Üsküdar’a uçtuğu söylenir.

Bu efsane uçuşun bir benzeri 385 yıl sonra tekrarlanıyor.

European Outdoor Film Tour tarafından düzenlenecek etkinlikler kapsamında ekstrem sporcusu Cengiz Koçak, Galata Kulesi yakınlarında bir helikopterden atlayıp özel kıyafetiyle Üsküdar’a uçmaya çalışacak.

Serbest atlayış olarak bilinen ‘base jump’ ustası Koçak, 28 Ekim 2017’de kanat çırparken birçok ülke de uçuşu canlı yayınlayacak.

 

(Yeşil Gazete)

Adıyaman’da doğa katliamı: Mermer ocakları su kaynaklarını kuruttu!

Adıyaman merkeze bağlı Kömür (Kumir) beldesindeki mermer ocakları yüzünden doğadaki canlılar yok oldu, su kaynaklarını kurudu, içme suyu kalmadı. Hacı Yusuf Topaloğlu’nun Evrensel’de çıkan haberine göre, Dünya, Yumumer, Alacakaya, Dimer, Tercih ve Diyar mermer ocakları ve bu ocakların bünyesinde kapatılan sahalarda rödovanslı çalıştırılan ocaklarla birlikte toplam 13 mermer ocağının faaliyet yürüttüğü bölgede, ocaklar doldurdukları dere yataklarıyla su kaynaklarına zarar verip bölgede canlı yaşamını tehdit ediyor.

Mermer ocaklarının bölgede 8 yıldır faaliyet yürüttüğünü söyleyen Belde Belediyesi Eş Başkanı Hüseyin Yuka, bölge halkının zamanında mermer ocaklarının bu derece tahrip yaratacağını tahmin etmediklerini ifade etti. Gençlerin ocaklarda çalıştırılmasının vaat edilerek bölge insanının kandırıldığını söyleyen Yuka, “Şu anda içilecek su bulamıyoruz. Dere yataklarının dolduruldu. Sulak ve mera alanları gasp edildi. Bölge halkı içme suyu bulamadığı gibi hayvancılığı da bırakma noktasına geldi. Aynı zamanda su kaynaklarının tahrip olması ve ocakların atıkları yüzünden bölgede yaşayan yabani hayvanların yaşam alanı gittikçe daraldı” diye konuştu.

 

(Evrensel)

Muğla’da fıstık çamları kesilecek olan köylü isyan etti: Taş mı yiyelim!?

Muğla’da yapılacak maden ocağı için her biri 3- 4 asırlık toplam 286 fıstık çamı ağacının kesilecek olması üzerine köylülerin tepkisi sürüyor. Yatağan İlçesi Gökgedik Mahallesi yakınlarında 4 yıldır feldspat madeni işleten Global Holding bünyesindeki Straton Madencilik firması, 650 nüfuslu mahalleye 500 metre mesafede yeni bir maden ocağı açmak için harekete geçti. Maden şirketinin, yeni yatırım yapacağı söz konusu alanda her biri 3- 4 asırlık toplam 286 fıstık çamı ağacını kesmek istemesi köylüleri ayaklandırdı.

Fıstık çamının en önemli geçim kaynakları olduğunu belirten köylüler, geçen ay bölgeye gelen dozer ve iş makinelerinin çalışmasına engel oldu. Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) üyelerinin de destek verdiği eyleme, Yatağan Kaymakamı Hayrettin Çiçek müdahale edip, köylüleri ve çevrecileri sakinleştirdi. Bunun üzerine köylüler eylemlerine son verdi.

35 köylü, 13 Ekim’de Yatağan Sulh Hukuk Mahkemesi’ne başvurup, maden ocağı açılmak istenen yerde çam ağaçlarının kesilmesiyle telafisi mümkün olmayacak zararın ortaya çıkacağını belirtip, delil tespiti yapılmasını istedi. Talep üzerine mahkeme, bölgede keşif yapılmasına karar verdi. Bilirkişiler, 2 saat süren incelemeler sonrası Muğla Orman İşletme Müdürlüğü’nden ilgili belgeler istendikten sonra 30 gün içerisinde raporlarını hazırlayacaklarını bildirdi.

“Aş yerine taş mı yiyeceğiz?”

Köylüler, keşif sırasında, kendileri talepte bulunana kadar bölgede bilirkişi incelemesi yapılmamış olmasına tepki gösterdi. Köylülerden 60 yaşındaki Aysel Bayram, mahallelerine 300 metre ilerisine kurulan maden ocağı nedeniyle hayvanlarının ölmeye başladığını, hastalıkların ise arttığını belirtip, “650 köylünün, tek geçim kaynağı olan fıstık çamımızı elimizden almaya çalışıyorlar. Ağaçları kesecekler de bizler aş yerine taş mı yiyeceğiz? Bu devirde, bu yaşta hangi şehre göçüp nasıl 500 bin TL verip ev alarak yaşayacağız? Bu güzelim ağaçlara, köylüye kıyılır mı? Gökgedik’e göz diktiler, buna izin vermeyeceğiz” dedi.

“Zeytini bitirdiler sıra çam fıstıklarına mı geldi?”

80 yaşındaki Ali Göçmen ise mahallerinde tam 286 ağacı kesmek için işaretlediklerine dikkati çekip, “Kesmeye geldiklerinde izin vermedik. Kimseyi buraya sokmadık. Jandarma, Kaymakam geldi, direndik. Şimdi de hukuk ve adalet önünde hakkımızı arıyoruz. Burada köylünün tek geçim kaynağı fıstık çamı. Yılda yaklaşık 3 ton fıstık çamı elde edip, satıyoruz. Bunun vergisini de veriyoruz. Orman Bölge Müdürlüğü bile alan içerisinde kesim yaparken kesinlikle fıstık çamlarına dokunmuyor, sadece kızıl çamları kesiyor. Burada maden uğruna, köylülerin gelir kaynağı olduğunu bile bile çamlara kıymak istiyorlar. Çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğini maden uğruna gasp etmelerine izin vermeyeceğiz” diyerek, tepkisini dile getirdi.

 

(Evrensel)

“Validebağ Korusu’nda jeotermal sondaja hayır” paneli 22 Ekim’de

Validebağ Korusu direnişinin 3’üncü yılında Jeotermal Sondaj tehlikesi ile karşı karşıya. Validebağ Gönülleri 22 Ekim Pazar günü saat 13.30’da Koşuyolu Gönüllü Evi’nde panel düzenliyor. Panele İTÜ Maden Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Eyidoğan ve TMMOM Jeofizik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Üyesi Yrd. Doç. Dr. Savaş Karabulut konuşmacı olarak katılacak.

Jeotermal kaynak ve mineralli su aramak için verilen sondaj iznine protesto

Üsküdar’daki 354 bin metrekarelik Validebağ Korusu’nda jeotermal kaynak projesi için arama ruhsatı verilmesinin ardından Validebağ gönüllüleri ve bölge sakinleri Validebağ Korusu’nda hafta sonu bir araya geldi. Yurttaşlar “1. Derece Doğal Sit Alanıdır, Validebağ Korusu ticarethane değildir” yazılı pankartı açtı ve “Validebağ korudur, koru kalacak” sloganını attı.

Bitki örtüsü tahrip olacak

Grup adına basın açıklaması yapan avukat Mustafa Akman, İstanbul Valiliği’nin 19 alanda jeotermal kaynak ve mineralli su aramak için sondaj projesine izin vermesine tepki göstererek “Şirket bir açıklama yaparak ÇED başvurusundaki sondaj yapılacak ruhsat alanı içinde Validebağ Korusu’nun da bulunduğunu, ancak koru içinde sondaj çalışması yapılmayacağını belirtti. Biz bu açıklamaya ihtiyatla yaklaşıyoruz. Öncelikle Valiliğin sondaj iznini iptal ettiğini açıklamasını istiyoruz. Çünkü koruda sondaj yapılması demek korunun delik deşik edilmesi, bitki örtüsünün tahrip edilmesi demektir. Korudaki canlıların yaşam alanlarının yok edilmesi demektir. Validebağ Korusu’nu rahat bırakın” dedi.

 

(Yeşil Gazete)

Odun olarak satılacakken kurtarılan 1200 yaşındaki ağaç zeytin verdi

İstanbul – İzmir Otoyolu hattında kamulaştırılan Manisa’nın Akhisar İlçesi’ndeki bir araziden sökülüp Antalya’da Vakıf Zeytinliği’ne dikilen 800 ve 1200 yaşlarındaki 2 zeytin ağacı, 2 yıl sonra toprağa uyum sağladı. Bu yıl ağaçlardan 5’er kilo zeytin toplandı.

Otoyol projesi nedeniyle Akhisar’da istimlak edilen arazideki zeytin ağaçlarının sökülüp, odun olarak satıldığını belirten Zeytinpark A.Ş. Genel Müdürü Vahdet Narin, bu iki ağacı odun olmaktan kurtardıklarını söyledi. Birçok kamu kurumu, belediye ve firmanın kamulaştırılan alandaki zeytin ağaçlarını kendi bahçelerine naklettiğini anlatan Narin, şöyle dedi:

“Biz ikisini kurtardık. İyi bir şeye vesile olduğumuzu düşünüyorum. Orman Mühendisleri Derneği’nin ölçümlerine göre ağaçlardan biri 800, diğeri 1200 yaşında. Birinci aşama olarak toprağa uyumları söz konusuydu. Toprağa uyum sağlandı. Şimdi de üstündeki dalları budayarak artık gövdeye gitmesine yardımcı olacağız. Bu sene bir miktar zeytin de verdi. 800 ve 1200 yaşındaki iki ağaçtan zeytin yemek oldukça sevindirici. İyi bir şey yaptığımızı düşünüyorum.”

 

(KOS Medya)