İngiliz Guardian’da çıkan habere göre 2017’nin kaydedilmiş en sıcak üçüncü yıl olması bekleniyor. Bu, 2016, 2015 ve 2017’nin (yüksek sıcaklık sıralaması) en sıcak üç yıl olarak dünya tarihine geçmesi anlamına geliyor.
Açıklama 200 ülkeden uzmanların katılımıyla Berlin’de düzenlenen iklim konferansında Dünya Meteoroloji Örgütü Genel Sekreteri Petteri Taalas’dan geldi. Tarihte‘en sıcak 10 yıl’ listesine giren yılların tamamı 1998’den sonraki 19 yıl içinde yaşandı. Dünyanın ısı hesapları kutuplardan ekvatora kadar yüzey sıcaklıklarının yaz kış ortalaması alınarak yapılıyor.
Zonguldak ve Bartın’da 3 bin madenci özelleştirmeye karşı ocaktan çıkmama eylemine başladı.
Meclis gündemine gelmesi beklenen ‘torba yasa’nın 58’inci maddesi şöyle: “Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ile Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ), uhdelerinde bulunan maden ruhsat sahalarını işletmeye, işlettirmeye, bunları bölerek yeni ruhsat talep etmeye ve bu ruhsatları ihale etmeye yetkilidir.”
Bu madde, madenlerin özelleştirilmesinin önünü açacağı gerekçesiyle özellikle madencilerin tepkisini çekmişti.
Genel Maden İşçileri Sedikası (GMİS), geçen günlerde madde geri çekilmezse kendilerini ocağa kilitleyeceklerini bildirmiş, Zonguldak’ta binlerce madencinin katıldığı miting yapılmıştı.
Madenciler ocaklardan çıkmadı
Kentte TTK’nın ocaklarında 00.00-08.00 vardiyasında çalışan işçiler, bu sabah ocaklardan çıkmadı. Ocaklara 08.00-16.00 mesaisi için gelen işçiler önce yeraltına inmedi.
Ancak daha sonra yerüstündeki madenciler de yeraltına inerek arkadaşlarına destek verdi.
GMİS Genel Başkanı Ahmet Demirci, kendilerinin eylem kararı almadığını, madencilerin kendi inisiyatifleriyle ocaklardan çıkmadıklarını söyledi. Sendika acil toplantı yaptı.
Yasa çekilene kadar eylem
Ereğli ilçesindeki Armutçuk Müessese Müdürlüğü önünde gazetecilere konuşan sendika temsilcisi Ali Eşitmez, madencilerin yasanın Meclis’e bu hafta geleceğini, eylem için geç kalmak istemediklerini söyledi.
Yeraltında 160 madencinin olduğunu belirten Eşitmez, “Bu madde Meclis’ten geri çekilinceye kadar arkadaşlarımız dışarıya çıkmayacaklarını ifade ediyorlar” dedi.
GMİS Üzülmez Şube Başkanı Tayfun Demir de Üzülmez Müessese Müdürlüğü’ne bağlı Asma-Dilaver işletmesinde gece vardiyasında çalışan yaklaşık 250 işçinin ocaktan çıkmayarak eylem yaptığını söyledi.
TTK Üzülmez Müessese Müdürlüğü’nde işçileri ziyaret eden GMİS Genel Başkan Yardımcısı İsa Mutlu, eylemin işyerinin geleceği kaygısıyla yapıldığını söyledi.
Mutlu, “Yeraltında yaklaşık 3 bine yakın maden işçisinin olduğunu düşünüyoruz” dedi.
Bartın’ın Amasra ilçesindeki TTK ocasında gece vardiyasında çalışan işçiler madde geri çekilene kadar ocaklarda kalacaklarını duyurdu.
Yıkılarak opera binasına dönüştürülecek olan İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) projesinin tanıtımı, bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılımıyla Haliç Kongre Merkezi’nde yapıldı. Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş yeni AKM’nin 2019’da açılacağını söyledi.
Projeyi, AKM’nin mimarı Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu Murat Tabanlıoğlu çizdi. Tabanlıoğlu’nun verdiği bilgiye göre yeni yapının 2 bin 500 kişilik kapasitesi var. Binada 800 kişilik konser salonu, tiyatro salonu, oda tiyatrosu, kütüphaneler, kafeler ve restoranlar bulunacak. Mimar, binanın yılın her günü kullanılabileceğini söyledi.
Tabanlıoğlu, “Burası bence cıvıl cıvıl İstanbul’un yeni merkezi olacak. Binanın en üst noktasında bence İstanbul’un en güzel lokantası olmalı” dedi.
2019’un ilk çeyreğine bitmesi planlanan proje kapsamında araç trafiği yeraltına alınacak
Yeni AKM’nin daha büyük, daha işlevsel ve modern inşa edileceğini aktararak mimar Murat Tabanlıoğlu’ndan AKM’nin 2019’un ilk çeyreğine yetişmesi sözünü aldığını ifade eden Erdoğan ayrıca Taksim Meydanı’nın hepsinin yayalaştırılacağını ve araç trafiğinin tamamen yer altına alınacağını söyledi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, AKM’nin ‘talihsiz bir yapı’ olduğunu belirterek 1930’larda başlayan macerasında yangın ve depreme dayanıksız olması nedeniyle bazı zamanlar kapalı kaldığını, 2007’den itibaren de artık kullanılamayacağının anlaşıldığını söyledi.
“Bu yapının yıkılıp yeniden inşaasına karşı direnişin, kültür sanat hassasiyetinden değil ideolojik saplantılardan kaynaklandığını gayet iyi biliyoruz” diyen Cumhurbaşkanı, 10 yıl önce başlaması gereken inşaatın ancak bugün başlayabildiğini kaydetti.
“Proje karşıtları terörle mücadeleye karşı çıkanlarla aynı”
‘Türkiye’de taş üstüne taş koydurmamayı maharet sayan, sistemin açıklarından faydalanıp dışarıdan destek alan’ bir lobi bulunduğunu öne süren Erdoğan, projenin 10 yıl gecikmesini de buna bağladı: “Biz ta İstanbul büyükşehir başkanı olduğum gün bu lobiyi tespit etmiştik. Başbakan olduk, bu lobinin her yerde aynı faaliyeti gösterdiğini gördük. Cumhurbaşkanı olduk, dünyanın dört bir yanında aynı lobinin uzantılarıyla karşılaştık. AKM’nin yeniden inşasına karşı çıkan zihniyetle, terörle mücadeleyi engellemeye çalışan anlayış aynıdır. Yeni havalimanı ve diğer projelerimizi engellemek isteyen güçlerle, operasyonumuzu engellemeye çalışan eller de aynıdır.”
Sanatçılar, yazarlar ve mimarlardan açıklama: “AKM’yi yıkmak suçtur”
Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılacağını açıklaması üzerine sanatçılardan tepki geldi. Mimarlar Odası’ndan yapılan ortak açıklamada, “AKM’yi yıkmak da yıkıma terk etmek de suçtur!” denildi.
Açıklama şu şekilde:
“Ulusal ve uluslararası koruma ilkeleri gereği koruma altında bulunan Cumhuriyet dönemi kültür ve mimarlık varlıklarımızın en önemli yapılarından ve simgesel değeri olan Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılıp yerine daha büyüğünün ve yenisinin yapılacağını, toplumdan gizli bir şekilde hazırlanıp onaylanan yeni projenin 6 Kasım’da Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından bizzat açıklanacağını büyük bir esefle öğrenmiş bulunuyoruz.
Bu toplantı öncesi tekrar hatırlatmak isteriz;
Cumhuriyet döneminin en önemli kültür varlıklarından biri olan Atatürk Kültür Merkezi, “1. grup anıtsal yapı” olarak tescilli bir yapı olduğu gibi, Türkiye’nin opera binası olarak tasarlanarak öz kaynaklarımızla gerçekleştirilmiş ilk ve tek yapısıdır ve kentsel ve tarihi sit alanı olan Taksim Meydanı’nın bütünleyici ve tanımlayıcı yapısal bir öğesidir.
Taşıdığı kültürel, tarihi, yapısal ve mimari değerleri ile de başta Anayasa ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası olmak üzere koruma hukuku ve Türkiye’nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle varlığı güvence altına alınmıştır.
Bütün bunlara ilaveten 16 Aralık 2010 tarihinde AKM’nin korunması yargı güvencesine kavuşmuş, yargı kararı ve koruma hukuku gereği AKM’nin depreme karşı güvenli hale getirilerek aslına uygun olarak restore edilmesi konusunda hazırlanan proje, Koruma Kurulu tarafından onaylanarak Ocak 2010’da Beyoğlu Belediyesince ruhsata bağlanmıştır.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi, kamusal sorumlulukları doğrultusunda AKM’nin aslına uygun restorasyon işlerini tamamlamak ve binanın bir an önce yeniden hizmete açılmasını sağlamakla yükümlü oldukları halde 8 yılı aşkın bir süredir AKM’yi yıkıma terk etmek, polis karakolu olarak kullanmak gibi eylemler ile anayasal sorumluluklarını yerine getirmekten imtina etmek suretiyle suç işlemişlerdir.
Bu konuda yıllardır bıkmadan usanmadan kamu idareleri nezdinde yaptığımız uyarılar ve suç duyuruları işleme konmayarak hukuk ve yargı kararları yok sayılmış, AKM bilerek ve isteyerek yıkıma terk edilmiştir.
Yine ve yeniden uyarıyoruz:
Yıllardır dünyanın gözü önünde tarihe, kültüre, sanata, topluma ve hukuka karşı taammüden suç işlenmektedir!
Derhal onaylı restorasyon projesi uygulamaya sokularak bu kültür ve tarih yıkımına son verilmeli, Atatürk Kültür Merkezi özgün yapısı, kullanımı ve çevresiyle toplumun hizmetine sunulmalıdır.
AKM’yi yıkmak da yıkıma terketmek de suçtur!
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”
İmzacılar:
Kültür-Sanat Sen (Kültür ve Sanat Emekçileri Sendikası)
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi
TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu
Yazarlar Sendikası
TOBAV (Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı)
Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF ), Türkiye’deki 40’ıncı yılını Four Seasons’’da kutladığı özel davete katılanlar arasından bazı kişiler geceye kürk ceket ve etolleri ile iştirak etti.
Cantürk, yaşananları, “Geçen hafta WWF Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), Türkiye’deki 40’ıncı yılını özel bir gece ile kutlamıştı. Bir arkadaşım aradı; 40 yıldır birbirinden değerli çevre projeleriyle doğanın korunmasını sağlayan WWF Türkiye’nin Four Seasons’daki gala gecesine, doğa dostu birkaç davetlinin kürk ceket ve etolüyle geldiğini söyledi!
Benimle dalga geçiyor sandım ama gerçekten öyleymiş!
Davetlilerin, içeride daha şık halleriyle çekilmiş fotoğrafları servis edildiği için, arkadaşlarımın girişte çektiği fotoğraflara bakmamıştım.
O fotoğrafları inceleyince gerçekten de Roksi Garih, Nilgün Çarmıklı, Nazlı İnönüve Cem Uzan’ın oğlu Sinan Uzan ile gelen Louisa Robertson’ın, galaya kürk ceket ve etolleriyle geldiklerini fark ettim ve gerçekten ağzım bir karış açık kaldı!
Tabii ki aksini söyleyebilirler ama bence dördünün de kürkü yüzde 100 gerçek. Velev ki ben yanıldım, hiçbirinin kürkü gerçek değil, hepsi sahte; bence bir doğa dostu olarak, Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın 40’ncı yıl galasına sahte kürkle bile gidilmez yahu. Zaten galada, benim gibi düşünen birçok davetli, bütün gece o kürkleri konuşmuş!!!” sözleri ile aktardı.
Can Candan ve ekibinin hazırlık aşamasında olduğu ve hazırlık süreci devam eden Nükleer Alaturka belgeselinin tüm sürecini BIFED 2017 (Uluslararası Bozcaada Ekolojik Belgesel Festivali) sırasında Candan ile enine boyuna konuştuğumuzu ilk hikayemizde geniş şekilde aktarmıştık.
2 – Nazım’ın “Japon Balıkçısı” ve “Kız çocuğu” şiirleri
BIFED’in iki gösterim mekanından biri olan Bozcaada Halk Eğitim’in hemen yanındaki sosyal tesiste editör arkadaşım Merve M. Damcı ile birlikte “Nükleer Alaturka”yı konuşmaya devam ediyoruz.
Can Candan ile Nükleer Alaturka’yı BIFED’in iki gösterim mekanından biri olan Halk Eğitim Merkezi’nin hemen yanındaki sosyal tesiste konuştuk
Can Candan’ın yanına bazen öğrencileri, bazen belgesel ekibinden arkadaşları bazen de belgeselleri üzerinden kendisini tanıyanlar uğruyor biz konuşurken. Onların da hikayeleri dahil oluyor görüşmemize.
Kız Çoçuğu Sadako Sasaki
“Hikayelerden biri de Nazım’ın “Kız Çocuğu” şiiri diyor Can Candan ve şiirde bahsi geçen kız çocuğu Sadako Sasaki’nin öyküsünü paylaşıyor bizimle.
“Sadako Sasaki, Nazım’ın 1956 tarihli “Kız Çocuğu” şiirine ilham olan hibakuşa bir çocuk.
https://www.youtube.com/watch?v=-ealb8PGDnE
Hibakuşa, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından etkilenen insanları tanımlayan bir kelime. Günümüzde tüm nükleer mağdurlarını da kapsıyor. En bilinen hibakuşalardan birisi Sadako. 11 yaşında hayatını kaybediyor Hiroşima’ya atılan atom bombasıyla. Onun adına Japonya’da çeşitli anmalar yapılıyor.
Sadako’nun hikayesi de “Nükleer Alaturka”da yer vereceğimiz konulardan biri.”
Kız Çocuğu
Kapıları çalan benim kapıları birer birer. Gözünüze görünemem göze görünmez ölüler.
Hiroşima’da öleli oluyor bir on yıl kadar. Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu. Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için hiçbir şey istediğim yok. Şeker bile yiyemez ki kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ver. Çocuklar öldürülmesin şeker de yiyebilsinler.
Hibakuşa konusu geçince hemen gazetemizin iklim ve enerji haberleri editörü Pınar Demircan‘ın da nükleersiz.org vesilesi ile organizasyon ekibi içinde bulunduğu “Hibakuşalar Olmasın” sergisini anımsıyoruz.
Sadako’nun öyküsünün ardından bir başka Nazım şiirini aktarıyor belgeselin yönetmeni Candan.
Japon Balıkçısı Şanslı Ejderha
“Nazım’ın “Japon Balıkçısı” şiiri de aktaracağımız bir diğer hikaye. O da yaşanmış bir olaydan ortaya çıkan bir başka şiir.
Yıl gene 1956. Yani şiirin yazıldığı tarih. Hadise ise 1954 yılında gerçekleşiyor. Bikini Adası’nda ABD’ye ait Castle Bravo’da dünyanın o güne kadar gördüğü en büyük nükleer deneme yapılıyor.
ABD, tabi o zaman etki alanının karantina altına alındığını iddia ediyor ama o çapta nükleer denemenin etki alanı tahmin edilenin çok ötesinde. Radyoaktif serpintiler çok geniş bir bölgeye yayılıyor. 100 mil açıkta da balıkçılıkla geçinen Japonlar var.
Ve Türkçe adı ile “Şanslı Ejderha” diyebileceğimiz bir Japon balıkçı teknesi de radyoaktif serpintilere maruz kalıyor. Teknenin üzerine beyaz bir şeyler yağıyor. Bunlar patlama ile gökyüzüne saçılan mercan resifleri. Balıkçılar da bunları temizleyip ülkelerine geri dönüyorlar. Yaşanan bu olay Japonya’da 2. Hiroşima olarak anılır.
Japon Balıkçısı
Denizde bir bulutun öldürdüğü Japon balıkçısı genç bir adamdı. Dostlarından dinledim bu türküyü Pasifik’te sapsarı bir akşamdı.
Balık tuttuk yiyen ölür. Elimize değen ölür. Bu gemi bir kara tabut, lumbarından giren ölür.
Balık tuttuk yiyen ölür, birden değil, ağır ağır, etleri çürür, dağılır. Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür. Tuzla, güneşle yıkanan bu vefalı, bu çalışkan elimize değen ölür. Birden değil, ağır ağır, etleri çürür, dağılır. Elimize değen ölür…
Badem gözlüm, beni unut. Bu gemi bir kara tabut, lumbarından giren ölür. Üstümüzden geçti bulut.
Bu gemi bir kara tabut. Badem gözlüm beni unut. Çürük yumurtadan çürük, benden yapacağın çocuk. Bu gemi bir kara tabut. Bu deniz bir ölü deniz. İnsanlar ey, nerdesiniz? Nerdesiniz?
Hikaye bununla sınırlı değil ama ben de belgesel için çalışırken öğrendim. Japonya’nın doğusunda binlerce balıkçı köyü var. Serpintiler sadece Şanslı Ejderha’yı değil balıkçı köylerini de etkiliyor aslında.
***
100 bin nükleer karşıtından bir paket sigara parası
Nükleer Alaturka belgeselinde yer alacak tüm hikayelere sırasıyla yer verme niyetimiz var. Ama siz bir an önce belgesel tamamlansın da öyle izleyelim diyorsunuz muhtemelen haklı olarak.
Onun için de bir yol yöntem var elbet.
Nükleer Alaturka’nın ikinci kitlesel fonlama kampanyası devam ediyor. Can Candan’ın bize aktardığı şekli ile söylersek, “Az çok demeden siz de katkıda bulunun. Türkiye’de 100 bin nükleer karşıtı her halükarda vardır. Bu 100 bin nükleer karşıtı alacağı bir sigara parasını Nükleer Alaturka için bağışlasa belgeselin tüm masrafları çıkmış olur.”
Belgesele destek vermek için sizi şöyle bu linke alalım
Uzmanlar, Türkiye’de geri dönüşüm konusunda yeterli bilinç olmadığını ve denetim ile yaptırım konularının daha sıkı ele alınması gerektiğini söylüyor. Günümüzde artık camdan alüminyuma, motor yağından pile çok sayıda atık geri dönüştürülebiliyor. Geri dönüşüm yalnızca çevre ve halk sağlığına değil, ekonomiye de kayda değer biçimde katkı sağlıyor. Burcu Karakaş’ın Deutsche Welle Türkçe’de çıkan haberine göre uzmanlar, dünya genelinde çevre politikalarının önemli bir parçası olan geri dönüşüm konusunda Türkiye’nin daha fazla çalışması gerektiğini vurguluyor.
Greenpeace Akdeniz İletişim Yöneticisi Gözde İncegül, dünya genelinde son 50 yılda plastik kullanımın 20 kat arttığına ve bu sayının önümüzdeki yıllarda iki misline çıkacağının tahmin edildiğini söylüyor. Türkiye’de plastik kullanımının 1990’lı yıllardan itibaren artış gösterdiğini dile getirerek, “Türkiye’nin 2015 yılında dünyada en büyük altıncı plastik üreticisi konumunda yer aldığını görüyoruz. Yüzlerce yıl doğada kalan plastik atıklar, bir plastik çöp dağı oluşturarak iklim değişikliğinin geri dönülemez eşiğine bizi bir adım daha yaklaştırıyor” diyor.
“İşlevsel atık yönetimi uygulaması yok”
PAGÇEV (Türk Plastik Sanayicileri Araştırma, Geliştirme ve Eğitim Vakfı Geri Dönüşüm İktisadi İşletmesi) Genel Müdürü Yağmur Cengiz, Türkiye’de yıllık yaklaşık 31 milyon ton atık üretildiğini, bu miktarın yaklaşık 3 milyon 900 bin tonun ambalaj atığı olduğunu ifade ediyor. 2016 yılında bu atıkların sadece yaklaşık 2,5 milyon tonunun geri dönüşüme kazandırılabildiğini dile getirerek, 2010 yılına kadar yüzde 37 olan ambalajların geri dönüşüm oranının 2014 yılından sonra yüzde 61’e yükseldiğini söylüyor.
Üç yılda 430 bin ton ambalaj atığının geri dönüşümünü sağladıklarını dile getiren Cengiz, PAGÇEV’in 2016 yılında 170 bin ton atık topladığını, bu atıklar arasında ilk sırada yüzde 54 ile kağıt ve kartonun yer aldığını belirtiyor. İkinci sırada ise yüzde 30 ile plastik ürünleri yer aldığını belirterek, 2017 yılı hedeflerinin 250 bin ton ambalaj atığının geri dönüşümü olduğunu ifade ediyor.
2014 yılında 20 milyon ton atık geri kazandırıldı
Türkiye İstatistik Kurumu‘nun (TÜİK) internet sitesinde yer alan verilere göre, 2014 sonu itibarıyla 985 adet atık bertaraf ve geri kazanım tesisi ile belediyeler tarafından işletilen düzenli depolama, yakma ve kompost tesisi faaliyet gösteriyor. Aynı veriler, 2014 yılında 2012’ye göre bertaraf tesislerinde yüzde 41, geri kazanım tesislerinde ise yüzde 47 oranında artış yaşandığını gösteriyor. Yine TÜİK verilerine göre, kompostlama, beraber yakma ve diğer geri kazanım işlemleri uygulanarak 2012 yılında 10 milyon ton, 2014’te ise 20 milyon ton atık geri kazandırıldı.
“Toplumda geri dönüşüm bilinci yeterli değil”
TÜDAM (Değerlendirilebilir Atık Malzemeler Sanayiciler Derneği) Genel Koordinatörü Tahsin Korkmaz, Türkiye’de geri dönüşüm konusunda vatandaşların yeterli bilince sahip olmadığı kanaatinde. Ambalaj atıklarının evsel atıklarla karışık atıldığına dikkati çeken Korkmaz, bu durumun geri dönüşüm imkânını ortadan kaldırdığını belirtiyor. Toplumun bilinçli olmamasının yanı sıra, yetkilendirilmiş kuruluşlar tarafından verilen destek miktarının düşük olması nedeniyle de toplama oranının istenilen orana ulaşamadığını dile getiriyor. “Toplama yapılamadığı için ambalaj malzemeleri katı atık depolama alanlarına gömülmek sureti ile yok edilmektedir. Doğanın kirlendiği de ayrı bir gerçek” diye konuşuyor.
Yılda 5 milyon ton evsel atık ‘çöpe gidiyor’
TÜDAM tarafından 2016 yılında hazırlanan “Geri Dönüşüm Sektörü Teşvik Raporu”na göre, Türkiye’de yalnızca yerleşim birimlerinde yıllık yaklaşık 6 milyon ton geri dönüştürülebilir atık oluşuyor ancak bunların yaklaşık 5 milyon tonu çöp sahalarına gömülüyor. Söz konusu miktarın ekonomik değeri ise 1,5 milyar liranın üzerinde. “Geri dönüştürülebilir atıkların toplanması ve gömülmesi için kamunun cebinden yıllık olarak 750 milyon lira daha çıkıyor” diyen Korkmaz, geri dönüşüm sektörünün Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayacak ekonomik ve organizasyonel yapıya sahip olmamasının maliyetinin yıllık 2,25 milyar liraya mâl olduğunu ifade ediyor.
2004 yılında yayımlanan “Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği” ve 2006 yılında Çevre Yasası’nda yapılan değişiklerle atık toplama-ayırma ve geri dönüşümün lisansa tabi işler olarak hükme bağlandığını anlatan ÇEVKO Genel Sekreteri Mete İmer’e göre ise, en büyük sorunlardan biri yasal düzenlemelerin uygulanması için devlet tarafından yeterli denetim ve yaptırım uygulanmaması.
İnsan sağlığı açısından son derece etkili olan hava kirliliği kış mevsiminin de başlamasıyla birlikte ciddi oranda arttı. Hava kirliliğini ölçen istasyonlar özellikle İstanbul’daki hava kirliliğinin Dünya Sağlık Örgütü verilerinin çok üstünde olduğuna işaret ediyor.
Hacı Bişkin’in Gazete Duvar’da çıkan haberine göre, Sağlık ve Çevre Birliği Türkiye Temsilcisi Funda Gacal; “Hava kirliliği konusunda karar vericiler önlem almalı. Bu aslında sadece Türkiye’nin sorunu değil, ancak Türkiye hava kirliliği sorununu tanımlamalı. Türkiye’deki bir termik santralin kirleticisi Avrupa’ya, Avrupa’daki bir termik santralin etkisi Türkiye’ye ulaşabiliyor ve bu insanların sağlığını etkiliyor, bu bir gün diplomatik bir kriz yaratabilir. Hava kirliliğini uluslararası politikalar açısından da ele almak gerekir” diyor.
Hava kirleticinin en büyük sorunu: Trafik, sanayi, kömür, termik santraller
Dünya sağlık örgütünün açıkladığı verilere göre hava kirliliğinin en fazla olduğu şehirler arasında İstanbul ilk sıralarda yer alıyor.Gacal, İstanbul’da hava kirliliğinin özellikle son derece gözle görülebilir olmasının nedenini şu sözlerle açıklıyor:
“Dünya Sağlık Örgütü’nün hazırladığı veri tabanı aslında insanların internetten ulaşabileceği veriler. İstasyon bazında hava kirletici emisyonlar, partikül madde değerleri ölçülüyor. Partikül madde elbette hava kirliliğinin temel göstergesi değil. Ancak partikül madde dediğimiz şey yanma sonucu oluşan bir madde. Bu kömür de olabilir, odun da olabilir. Özellikle termik santrallerle ilişkilendirebildiğimiz bir madde. İstanbul’a baktığımız zaman aslında hava kirliliğinin sektörel olarak bir dağılımını bilemiyoruz, hala veriye erişimde sıkıntılar var. İşte bu nedenle Türkiye hava kirliliği sorununu tanımalı, doğru ve kapsamlı ölçüm yapmalı, sınır değerlerini aşağıya çekmeli, yaptırım ve uyarı sistemi getirmeli. Yine de İstanbul’daki hava kirliliğinin en önemli sebebinin ulaşım ve sanayi olduğunu tahmin ediyoruz. Özellikle Kocaeli bölgesindeki sanayinin, civardaki termik santrallerin bununla ilişkili olduğunu biliyoruz. Hava kirleticinin en büyük sorununu ise şöyle sıralayabiliriz: Trafik, sanayi, kömür, termik santraller…”
İstanbul’da hava kirliliğinin en fazla olduğu ilçeler: Eseryurt, Ümraniye, Başakşehir
2015’te Hava Kalitesi İzleme İstasyonlarının verilerine göre İstanbul’da hava kirliliğinin en fazla ilçe Esenyurt, Ümraniye ve Başakşehir’in ilk sırada olduğunu söylüyor. Sağlık ve Çevre Birliği Türkiye Temsilcisi Funda Gacal, Türkiye’de bazı istasyonların geçici de olsa veri vermediğini gözlemlediklerini, bunun nedenini bilmediklerini ancak insanların bu verilere 7/24 erişim hakkı olması gerektiğini vurguluyor:
“Ulusal Hava Kalitesi İzleme Ağı adında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 7/24 yayınladığı bir hava kalitesi izleme sistemi var. Türkiye’de 200’ü aşkın hava izleme istasyonu var. İnsanlar internetten sistemi takip edebilir, İstanbul’u da izleyebilirler ancak bu istasyonların yeri hava kalitesini değerlendirmede çok önemli. Örneğin, Beşiktaş’ta bir istasyon var. Bu istasyon Yıldız Teknik Üniversitesi’nin bahçesinde bulunuyor. Şimdi buradaki kirlilik değerlerinin çok yüksek çıkmasını beklemiyoruz. Ama kimi istasyonlar yol kenarında. Ölçülen kirlilik değerleri aslında istasyonların nerelerde olduğuyla ilgili.”
Yaşadığınız yerlerdeki valiliklere, çevre şehircilik müdürlüklerine, belediyelere sorun!
Geçtiğimiz Haziran ve Temmuz aylarında Kadıköy Belediyesi tarafından Halil Türkkan Ortaokulu ve Onikiler Camii alanında kurulu iki istasyondan yapılan ölçümler ilçede hava kirliliği oranı Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlemiş olduğu değerden 38 kat daha fazla olduğunu ortaya koydu. Gacal, insanları yaşadıkları yerlerdeki valiliklere, çevre şehircilik müdürlüklerine, belediyelerine neden uyarı yapmadıkların sorusunu sormaya çağırdı.
Amaçlarının vatandaşın havanın kirli olduğuna ikna olmasının değil, karar vericilerin havanın kirli olduğuna kanaat getirmeleri olduğunu söyleyen Gacal, “Enerji üretiminde kömürden vazgeçilmesi, modern ısınma sistemlerine geçiş başlıca çözümler arasında. Bu aslında sadece Türkiye’nin sorunu değil, diplomatik kriz yaratabilecek uluslararası bir sağlık sorunu. Örneğin Türkiye’deki bir termik santralin kirleticisi Avrupa’ya, Avrupa’daki bir termik santralin etkisi Türkiye’ye ulaşabiliyor ve bu insanların sağlığını etkiliyor, bunu uluslararası politikalar açısından da ele almak gerekir.” dedi.
“Türkiye’nin hava kirliliği diplomatik kriz sebebi yaratabilir”
Sağlık ve Çevre Birliği Türkiye Temsilcisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın‘Kanal İstanbul’ projesinin temellerini önümüzdeki aylarda atacaklarını açıklamasına ise şu sözlerle açıklama getirdi:
“3’ncü köprü, Kanal İstanbul… sonuç olarak bunların hepsi İstanbul’un genişlemesine neden oluyor. Zaten çoktan doyma kapasitesine ulaşmış, kötü planlanmış bir şehri ayakta tutma çabasıdır. Sanıyorum bizler ilk önce şunları göreceğiz: İnsanlar asfalt olmamış yollarda, oradan çıkan hafriyattan etkilenecek. Yeni bir yerleşmeden sonra oraya her gün giden ticari mallar demek. İstanbul’da bu saatten sonra yapılacak her yapılaşma hava kirliliğini daha da fazla kirletecek. Şehir plancıları meslek eğitimlerinde çevresel şartları da göz önünde bulundurmayı öğrenir, mesela Kadıköy’ün bir bölümündeki yollar denize doğru açılmıştır, maksat denizden şehre, şehirden denize hava akımı sağlansın. Dünyada da böyle örnekler var, bölgesel örnekler de var. Bir şehir plancısı olarak üzülerek söylemeliyim ki çevresel şartları göz önünde bulundurarak bölgesel planlamalar yapmak mümkün ama Kanal İstanbul’un böyle bir perspektifi yok.”
2014 yılının Eylül ayında İstanbul’un tarihi Suriçi bölgesinde, Fatih Topkapı’da yer alan Oruç Baba Türbesi Parkı’nın bir vakfa tahsis edilmesi tek yeşil alan ve afet toplanma yerini kaybetmek istemeyen mahallelileri harekete geçirmiş, mahallede büyük bir direniş başlamıştı. Geylani İlim Kültür ve Eğitim Vakfı tarafından kapatılarak tekke yapılmak üzere kazılmaya başlanan park, mahalle halkının tepkisini çekmişti.
1.derece kentsel ve tarihi sit alanıydı
Oruç Baba Parkı gönüllülerinin anlattıklarına göre, 1. derece kentsel ve tarihi sit alanı olan parkta Oruç Baba Türbesi de yer alıyor. Ancak, Vakıflar Genel Müdürlüğü, bu alanı 10 yıllığına Geylani İlim Kültür ve Eğitim Vakfı’na kiralıyor. Vakıf, herhangi bir arkeolojik denetim veya müze gözetmenliği söz konusu olmadan bu alana Ümmi Sinan Tekke’sini yeniden ihya edeceğini söyleyerek inşaata girişiyor.
Haftalar süren ve İstanbul genelinde duyurulup sahiplenilen mücadele sonucunda Fatih Belediyesi sürece dahil oldu ve inşaat yapma ruhsatları olmaması gerekçesiyle çalışmayı durdurdu, ardından da park tekrar kullanıma açıldı.
Oruç Baba Parkı’nın kurtuluşu tescillendi
Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Geylani Vakfı arasında yapılan kira sözleşmesinin feshine yönelik açılan dava sonuçlandı. 3. İdare Mahkemesi’nde görülen davanın sonucunda, “vakıflar mevzuatı uyarınca yeniden ihya, inşa ve restore edilmesi kaydıyla dini, ilmi ve eğitim hizmetlerinde kullanılmak üzere ilgili vakfa tahsis edilen dava konusu taşınmazın, bu şartlara uygun bir şekilde inşasına başlanmadığı, vakfiyesi doğrultusunda tahsise uygun şekilde işlemler yapılmadığı veya yapılamadığı görülmektedir” denilerek söz konusu sözleşme feshedilerek ve davanın konusunun kalmaması nedeniyle, 12 Ekim 2017 tarihi itibariyle Oruç Baba Parkı’nın kurtuluşu tescillendi.
“Şehir, birlikte mücadele edersek kurtulur”
İstanbul Kent Savunması karar açıklamasını şu sözlerle paylaştı:
“Bu karar da göstermiştir ki, yaşam alanlarımıza sahip çıkma bilinci, ısrar ve fikri takiple birleşince kazanım elde etme şansımız daha fazla olabiliyor. Başlıkta da belirttiğimiz gibi, koca İstanbul için küçücük bir metrekareye tekabül eden bu şirin parkımız, hizmet verdiği mahalleli için çok büyük anlamlara geliyor ki, mücadele ruhunu harekete geçirip kazanımlar elde edilebiliyor. Unutmayalım! Şehir, birlikte mücadele edersek kurtulur.”
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2017 Ekim ayı “Kadın Cinayetleri” raporunu açıkladı. Raporda geçtiğimiz yıla göre bu ay kadın cinayetlerinde ciddi artış gözlemlendiği belirtildi. Rapora göre Ekim ayında 40 kadın erkekler tarafından öldürüldü, 25 kadına cinsel şiddet uygulandı, 32 çocuk ise cinsel istismara maruz bırakıldı. 2016 yılında toplam 328 kadın öldürülmüşken, 2017 yılının daha Ekim ayında öldürülen kadın sayısı 339’a yükseldi.
Öldürülen kadınların yüzde 20’si 19-24 yaş aralığında
Ekim ayında öldürülen kadınların yüzde 20’sini 19-24 yaş aralığındaki kadınlar oluştururken, geçtiğimiz Eylül ayına göre bu oran yüzde 10 artış gösterdi.
Kadın cinayetinin en çok yaşandığı iller arasında İstanbul, Antalya, Aydın, Adana, Gaziantep, Tekirdağ, Manisa ve Yozgat gösterildi. İstanbul’da 8; Antalya’da 4; Aydın, Adana, Gaziantep, Tekirdağ, Manisa ve Yozgat’ta 2 kadının öldürüldüğü belirtildi. Kadınların 28’inin kendi evlerinde, 2’sinin arabada ve 1’inin sığınma evine bağlı serviste öldürüldüğü; diğerlerinin sokakta, arazide, tarlada, sulama kanalına veya denize atılarak öldürüldüğü kaydedildi. Ekim ayında öldürülen kadınlardan birinin Alman uyruklu, 3’ü Suriyeli olduğu paylaşıldı.
Erkek şiddetine dikkat çekmek için futbol takımı kuruldu
“Kadın cinayetlerinde yaş aralığı düşerken genç kadınlar üniversitelerinde kadına yönelik şiddetle mücadele ediyor” ifadelerine yer verilen raporda, şu bilgiler paylaşıldı:
“Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünde eğitim gören kadın öğrenciler, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü yaklaşırken erkek şiddetine dikkat çekmek için futbol takımı kurdu. Aynı şekilde İstanbul’un pek çok üniversitesinde (Boğaziçi Üniversitesi, Koç Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Doğuş Üniversitesi gibi) ve Eskişehir’de Anadolu ve Osmangazi Üniversitelerinde Kadın Meclislerini kuran genç kadınlar, okullarında gerçekleştirdikleri faaliyetlerle kadına yönelik şiddet ve hak ihlallerine dikkat çekiyorlar.”
İklim değişikliği, orman yangınları ve kaçak kesimler ekosisteme zarar veriyor.
Belçikalı bilim insanları ormanların korunması ve doğaya verdiğimiz zararı azaltabilmek amacıyla tweet atan ağaç ağı oluşturdu.
Deutsche Welle’nin haberine göre, ağaca yerleştirilen sensörler ağacın durumu hakkında bilgi veriyor.
Örneğin Belçika’da bulunan 110 yaşındaki bir kayın ağacı, günlük durumu hakkındaki bilgileri tweet atarak anlatıyor. @TreeWatchEFA
Kayın ağacı son paylaşımında (5 Ekim) özsuyunun bir gün önce 8.28’de akmaya başladığını, 5 Ekim’de de düne göre 139 dakika geç akmaya başladığını söylüyor.
Fikir Belçika’da görev yapan biyomühendislere ait.
Ghent Üniversitesi’nden Biyoteknoloji Profesörü Kathy Steppe, ağacın kuruyunca ya da stresli olduğunda Twitter üzerinden tüm insanlara eş zamanlı olarak aktarabildiğini söylüyor.
Sensörler ağacın köklerden yukarıya ne kadar su çektiğini ölçüyor. Uzmanlar kablo ve sensörlerle ağacın yaşamsal verilerini ölçüyorlar.
Teknik insan koluna takılan fitness bandı gibi kullanılıyor. Sistemin maliyeti ise 6 bin Euro.
Kayın ağacı dünyada tweet atan tek ağaç değil. Almanya’daki çam ağacı @TreeWatchBritz, Hollanda’daki kavak ağacının da @TreeWatchWUR binlerce takipçisi var.
Tweet atan ağaçlar ağı Ghent Üniversitesi’nde toplanıyor. Burada bitkiler üzerinde stres testleri de yapılıyor. Amaç bu ağı diğer ülkelerde de yaymak ve insanların ormanların korunması konusunda dikkatlerini çekerek daha da bilinçlenmesini sağlamak.