Ana Sayfa Blog Sayfa 2968

TAEK’e Soruyoruz: Radyoaktif bulutlar Türkiye’yi atlayarak mı ilerledi?

Normal şartlarda haberler, olaylar meydana geldikten sonra hazırlanır ve yayınlanır fakat bunun için herşeyden önce olaya dair bilgi toplamak gerekir. Meydana gelmiş olmasına rağmen onu haber yapacak olay niteliği yüklenemediği için ise şimdi olduğu gibi soruları haberleştirmek bir ihtiyaçtır.

İşte Eylül ayının sonu itibariyle Dünya kamuoyunu özellikle Avrupa’yı meşgul eden nihayet 22 Kasım günü kaynağı anlaşılan radyoaktif sızıntı ile ilgili olarak Türkiye’de yetkili merciiler tarafından bir açıklama yapılmadığı için biz de o soruları “haber” olarak yöneltiyoruz. Zira etki altında olduğu düşünülen Avrupa’da konuyu takip eden bilim insanları ve uzmanlar sayesinde Rutenyum 106 (Ru-106) izotopunun  Rusya, İtalya, Avusturya, İsviçre ve Almanya tespit edilmesi ve ölçüm karşılaştırmaları neticesinde radyoaktif sızıntının Rusya’ya ait Mayak Kullanılmış Yakıt Tesisi’nden olduğu anlaşıldı.

Peki Avrupa sınırına 30 kilometre mesafedeki tesisten yayılan radyoaktif bulutlar hangi rotayı izledi ve hangi zaman aralığında ilerleyerek İtalya’ya kadar ulaştı?

Radyoaktif bulutların izlemiş olabileceği olası Rota

Bu harita “openrussia” adlı bir siteden  ve radyoaktif bulutların izlemiş olabileceği  olası rotalardan birini  gösteriyor. Yani kesin net olarak radyoaktif bulutlar üzerimizden geçti iddiasında olamayız. Fakat sormak istiyoruz:

1)Türkiye’de radyoaktif izleme ve inceleme nosyonu taşıdığı düşünülen Türkiye Atom Enerjisi Ajansı (TAEK) radyoaktif izotopları tespit etme teknik alt yapısına sahip mi?

2)Radyaoktif bulutlara ilişkin herhangi bir bilgi edinildi mi? TAEK bilgi edindiyse bu bilginin kamuoyuyla paylaşılması gerekmez mi?

3)Yoksa web sitesinde Radyasyon Erken Uyarı Sistemi Ağı (RESA)’nın tanıtıldığı kısımda “radyoaktif bulutun geçtiği bölgeler boyunca zamana bağlı olarak radyoaktif maddelerin birikimi ve buna bağlı çevre ve insan sağlığı üzerindeki etkiler hesaplanmaktadır[1] açıklamasının yer aldığı TAEK’in bu yeterliliğe sahip olmadığını mı düşünmemiz gerekir?

4) Web sitesinin devamında “Ülkemizi etkileyebilecek düzeyde radyasyon sızıntısı olması durumunda uyarı verecek olan sistem havadaki gama radyasyon düzeyindeki artışın algılanması esasına dayanmaktadır” açıklaması yapmış olan TAEK,  Rusya ve Fransa’da kullanılmış yakıtların olduğunu ve bunların radyoaktif bulutlara yol açabileceği bilgisine hakim değil mi ya da bunu umursamıyor olabilir mi? Zira  Avrupa’da tespit edilmiş olan radyoaktif izotopun adı Rutenyum 106  ve bu madde nükleer atıklarda bulunuyor. Ölçümü ise kolay değil.

Nisan ayında Çernobil’in 31. yıl dönümünde  Türkiye’ye gelerek Akkuyu’da atıkların Rusya tarafından alınmayacağını , Rusya anayasasının 12. maddesinin böyle bir imkan tanımadığı açıklamalarında bulunmuş olan Nükleer Fizikçi Andrey Ozharovsky havadaki rutenyumun 100 metreküplük havanın pompalanmasından sonra filtrelerin ölçülmesiyle tespit edilebileceğini söylüyor. Yani Türkiye’den geçmiş olsa da  rutenyum ölçülmesini sağlayacak teknik altyapımız  bulunmayabilir.

Bu noktada, Ru-106’nın beta ve gama  izotopu olduğunu ve sağlık açısından olumsuz etkisinin bulunduğunu, özellikle solunum yoluyla alındığında ciddi sorunlara neden olabildiğini belirtelim.

Öte yandan üç nükleer santral projesi yapan Türkiye, Akkuyu nükleer santralinin kurulması için yer lisansı 1976’da alınmış bulunuyor.  Nükleer santralin kurulmasına itiraz olacağını öngörmüş olan siyasi iktidar da bu  kararını uluslararası anlaşmayla, projeyi anayasa üstü bir ilişkiler üzerinden yürütülecek şekilde tanıtmıştı . Projenin Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) süreci itibariyle de sivil toplumun itirazlarının yok sayıldığı bir  tanıklık yaşandığı bilirkişi incelemelerinin nihai raporunda net olarak görüldü.  Nihayet Cumhurbaşkanı, Akkuyu ÇED İptal Davası’ndan bir gün önce “Nükleer santralin kurulmasına  karşı olanlar var, İsteseniz de istemeseniz de nükleer santral yapılacak” diyerek yargı karşısında tavrını ortaya koymuştu. Dolayısıyla tüm bu nedenlerle de  Ru sızıntısına dair  bilginin paylaşılması  da mümkün olmayabilir.

Bununla birlikte sözkonusu sızıntının kaynağının Rusya’nın Mayak  Kullanılmış Nükleer Yakıt Tesisini işleten Rosatom ve aynı Rosatom Türkiye’de Akkuyu NGS’yi kurması ve işletmesi kabul edilmiş onaylanmış firma olduğunu hatırlayalım. Hatta yine bu Rosatom, Akkuyu NGS’de kurulması onaylanan VVER 1200 tipi dünyada denenmemiş reaktörler üzerinde pilot çalışmasını yaparken bir de jenaratör arızası deneyimlemişti. Yine de Rosatom’u esas tarihe geçiren olay 29 Eylül  1957’de meydana gelen Mayak (Kyshtym) Nükleer Kazası idi.

Dolayısıyla  Misyonu yalnızca “Ülkemizin nükleer teknolojiden yararlanmasını sağlamada öncü olmak, nükleer alanda düzenleyici ve denetleyici faaliyetleri yürütmek[2] olan TAEK’ten  Rosatom gibi bir firmanın yol açabileceği maddi manevi zaiyatın takibini yapabilecek mi sorusunun cevabını da almak istiyoruz.

Referans

[1] http://www.taek.gov.tr/radyasyon-izleme/radyasyon-erken-uyari-sistemi-agi-resa.html

[2] http://www.taek.gov.tr/kurumsal/taek-in-vizyonu.html

*Bu konudaki takibimiz devam edecektir.

 

Haber: Pınar Demircan 

(Yeşil Gazete)

Dünya Sağlık Örgütü’nden çarpıcı rapor: Sigara içerken bir kez daha düşünün!

Kış mevsimine girişimizle beraber hava kirliliği de hissedilir derecede arttı. Fabrikalar, termik santraller, taşıtlar, çevre sorunlarından bir diğeri kömür kullanımı da sağlığımızı olumsuz yönde etkilemeye devam ediyor. Çevre kirliliğiyle ilgili ulusal ve uluslararası medyada gündeme taşınan araştırmalara bir yenisi daha geçtiğimiz günlerde eklendi. Birleşmiş Milletler’e bağlı olan ve toplum sağlığıyla ilgili uluslararası çalışmalar yapan Dünya Sağlık Örgütü (WHO), merkezi Kaliforniya eyaletinde bulunan ve iklim bilimi üzerine çalışan Berkeley Earth’ü kullanarak hava kirliliğini ortaya seren bir araştırmayı paylaştı.

Dünya Sigara Haritası” adlı çalışma 3 bin şehri kapsıyor. İnteraktif haritada bulunan şehirlere tıklandığında içilen sigaranın miktarıyla hava kirliliğine ne kadar maruz kalındığı görülüyor. Buradaki hesaplamalara göre Türkiye’nin hava kirliliği açısından en geride olan üç kenti Batman, Hakkari ve Gaziantep. Bu üç kentte yaşayanlar günde 3 sigaradan fazla içerek hava kirliliğine maruz kalıyor. İstanbul ise listede 46’ıncı sırada yer alıyor. Buna göre İstanbul’da yaşayanlar ise günde ortalama 1,51 sigara içerek hava kirliliğine maruz kalıyor.

Bir İstanbullu günde ortalama 1,5 paket sigara içerek hava kirliliğine maruz kalıyor

Haberi yorumlayan Türk Toraks Derneği Çevre Ve Sağlık Çalışma Grubu Eşbaşkanı Doç. Dr. Haluk Çalışır, Berkeley Earth’te yapılan bir çalışmada günlük 22 mikrogram/m3 PM 2.5 kirliliğin 1 sigaraya eşdeğer bulunduğunu söylüyor.

Hava kirliliği ve sağlık riskleri konusunda farkındalık yaratmak amacıyla Dünya Sağlık Örgütü’nün kurduğu www.breathelife2030.org‘u kaynak gösteren Çalışır, “İstanbul için PM 2.5 kirliliği 33 mikrogram/m3 olarak verilmektedir. Bu değer kestirim bir değerdir. Buna göre İstanbul’da yaşayan bir kişi, her gün 1,5 paket sigara içmiş gibi olmaktadır” dedi.

23 Kasım’daki İstanbul ölçümü, Breathelife

3 bin şehir arasından havası en kirli olan ilk üç şehir İran ve Hindistan’dan

Hava kirliliği PM2.5 olarak adlandırılan parçacıkları solumak zorunda kaldığımız için zararlı olarak tanımlanıyor. Bu parçacıklar akciğer kanseri ya da astım gibi hastalıklara yol açabiliyor. Eğer belli bir alan içinde 2,5 mikrometreden daha küçük parçacıklar varsa bunlar özellikle akciğere nüfuz edebildiği için daha da tehlikeli oluyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün paylaştığı verilere göre, kişi başı günde 10 sigarayla hava kirliliğine en çok maruz kalan ülke İran’ın Zabol kenti. İran’ı 8.1 sigarayla Gwalior (Hindistan) ve 7.8 sigarayla Allahabad (Hindistan)  izliyor.

Dünya Sağlık Örgütü, dünyada bir yıl içinde üç milyondan fazla kişinin hava kirliliğine bağlı sebeplerden hayatını kaybettiğini söylüyor.

Türkiye’nin hava kirliliği karnesi ne durumda?

Geçtiğimiz günlerde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, Dünya Sağlık Örgütü’nün 2016 yılı raporunda havası en kirli 100 şehir içerisinde bir tane Türk şehrinin bulunmadığı söylemişti.

Ancak Dünya Sağlık Örgütü’nün Kasım 2017’de yayımladığı verilere göre Avrupa’da en kirli havaya sahip 10 şehirden 8’i Türkiye’de bulunuyor. Bunlar Batman, Hakkari, Gaziantep, Siirt, Afyon, Karaman, Iğdır, Isparta, Düzce ve Bitlis.

Türk Toraks Derneği paylaştığı “Türkiye’nin Hava Kirliliği” haritası, yeterli ölçüm yapılamayan Şırnak hariç 81 ilden 53’ünün Türkiye limitlerine göre zehirli hava soluduğunu gözler önüne sermişti. Dünya Sağlık Örgütü’nün limitlerine göre 79’u kirli havaya sahip, havası temiz olan tek il ise Rize. Verilere göre dünyada havası en temiz 100 şehir arasında ise Türkiye’den hiçbir kent bulunmuyor.

Türkiye’de Android işletim sistemi kullanıcıları bulundukları şehrin hava kalitesini ölçmek için “Nefesiniz Cebinizde” uygulamasını ücretsiz buraya tıklayarak ücretsiz indirebilir.  

IOS işletim sistemi kullanan cihazlar da bugünden itibaren uygulamayı indirebilir. 

 

(Yeşil Gazete)

2017 Chirac Çatışmaların Önlenmesi Ödülü Hrant Dink Vakfı’na

2008 yılında Fransa’nın eski cumhurbaşkanı Jacques Chirac tarafından kurulan ve amacı, ‘çatışmaların önlenmesi, kültürlerarası diyaloğu ve sağlığa erişim kalitesinin yükseltilmesini desteklemek’ olan Chirac Vakfı, 2017 Chirac Çatışmaların Önlenmesi Ödülü’nün Hrant Dink Vakfı’na verileceğini duyurdu.

27 Eylül’de toplanan Chirac Vakfı Jürisi, Hrant Dink Vakfı’na Chirac Çatışmaların Önlenmesi Ödülü verilmesinin nedenini şöyle açıkladı: “Diyalog, empati ve barış kültürünü temel alarak çalışmalar yapan Hrant Dink Vakfı, kültürel çeşitliliğin bir zenginlik, farklılıkların ise hak olarak tanınması gerektiğini savunuyor, Ermenistan ve Türkiye halkları arasındaki kültürlerarası ilişkileri teşvik ediyor. Dink Ailesi, kin ve intikam ruhu içine hapsolmak yerine, yıllar içinde Türkiye’de demokratik tartışmalarda vazgeçilmez bir aktör haline gelen bu vakfı kurdu ve yönetiyor. Yüzbinlerce mültecinin Türkiye topraklarından geçtiği bir dönemde, Hrant Dink Vakfı’nın söylem analizleri eğitim ve izleme programları vasıtasıyla basında nefret söylemini ortadan kaldırmaya yönelik öncelikli çabası çatışmaların önlenmesi için hem acil, hem de kararlı bir eylem oluşturmaktadır.”

Hrant Dink Vakfı Başkanı Rakel Dink, ödülü 23 Kasım’da Paris’te yapılacak olan törende Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’dan alacak.

Dink, ödüle dair yaptığı açıklamada, “2007 yılında aramızdan alınan eşim Hrant Dink’in hayallerini, mücadelesini, dilini ve yüreğini yaşatmak, öncülük ettiği değerleri sürdürmek, diyalog kültürünü, barış ve empati kültürünü geliştirmek amacıyla farklı kesimlerden pek çok insanın katkısıyla ve emeğiyle faaliyetlerini sürdüren vakfımızın, Türkiye’nin demokratikleşmesine katkıda bulunma çabalarının Chirac Vakfı tarafından takdir görmesi hepimizi yüreklendirdi ve çalışmalarımıza devam edebilmek için bize güç verdi. Umuyorum ki bu ödül demokratikleşme yönünde çaba gösteren diğer kurumlara da ilham olur” şeklinde konuştu.

Törende, Lübnan kamplarındaki mültecilerin rehabilitasyonuna tiyatro aracılığıyla katkı sunan Zoukak Topluluğu’na da, Chirac Vakfı’nın Barış İçin Kültür Ödülü verilecek.

 

(Agos)

Fatih Ormanı’na yüzme havuzlu villalar ile otopark onayı: ÇED toplantısı 28 Kasım’da

Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü’nün ormanda yapılaşma öngören proje için ruhsat verdiği ortaya çıktı. Projeyle Fatih Ormanı’na yüzme havuzlu villa ve otopark yapılacağı belirtiliyor. Projede ÇED toplantısı 28 Kasım’da saat 11’de TİM Show Center’da yapılacak. ÇED Tanıtım dosyasında, 2018 yılı mart ayında inşaata başlanacağı belirtilmiş.

2014’te gündeme gelen proje sırasında da doğa hakları savunucuları eylemler yapmıştı

Bilgili ve Doğuş Holding ortaklığındaki, Ege Turizm ve Gayrimenkul Yatırımları A.Ş. tarafından hazırlanan ve Fatih Ormanı’na havuzlu villa, çarşı, otopark yapılması planlanan projeye Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü’nce sessiz sedasız ruhsat verildiği ortaya çıktı.

2014 yılında gündeme gelen 108 villa 5 bin kişilik salon, mağazalar ve restoranları içeren ‘Park Orman Tabiat Parkı’ isimli yağma projesine karşı ‘Diren Fatih Ormanı İnisiyatifi’ tarafından Bilgili Holding, Doğuş Holding, Garanti Bankası Genel Müdürlüğü ve Fatih Ormanı çevresinde düzenlenen eylemler sonucunda Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç İstanbul Halkının, meslek odalarının ve sivil toplum kuruluşlarının doğru görmediği bir projeye ruhsat vermeyeceklerini açıklamıştı.

Konuya ilişkin Kuzey Ormanları Dayanışması tarafından yapılan açıklamada, “Doğa düşmanı inşaat sermayesi Fatih Ormanı’nı patronların eğlence parkı haline getirecek işgal projesi için sincapların yuvasını yıkmaya hazırlanıyor! ÇED toplantısı 28 Kasım’da saat 11.00’de TİM Show Center’da yapılacak. ÇED Tanıtım dosyasında, 2018 yılı mart ayında inşaata başlanacağı belirtilmiş” denildi.

Ormanda 53 villanın, 500 araçlık otoparkın işi ne

Kuzey Ormanları Dayanışma’sının açıklamasında şu ifadelere yer verildi;

Bilgili ve Doğuş ortaklığındaki Ege Turizm, Kuzey Ormanları’nın şehir içindeki parçası Fatih Ormanı’ndaki projesi için Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) sürecini başlattı. 2008 yılında Fatih Ormanı Tabiat Parkı olarak ilan edilen ve 2011 yılında ismi ‘Parkorman Tabiat Parkı’ olarak değiştirilen orman alanında Bilgili ve Doğuş Ege Turizm ve Gayrimenkul Yatırımları A.Ş. tarafından yeniden ÇED Başvurusu yapıldı. ÇED başvuru dosyasındaÇevre Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından verilen ruhsatlar da yer alıyor.

2015 yılında, orman alanında 109 adet villa ve çok amaçlı salonla birlikte çok sayıda lokanta, dükkan vb. ticari birimleri içeren projeye, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından, ‘ÇED gerekli değildir’ kararı verilmişti. TMMOB’a bağlı Çevre Mühendisleri, Şehir Plancıları ve Mimarlar Odası’nın İstanbul şubeleri tarafından açılan davada, planda ‘ağaç dokusu ve doğal bitki örtüsü hiçbir amaç için tahrip edilemez’ hükmüne aykırı faaliyetlerin bulunduğu belirtilerek 20.12.2016 tarihli kararı ile iptal edilmişti. Ormanda 53 villanın, idari binaları, yüzme havuzlarının, 15.000 m² müzenin, 5000 m² çok amaçlı salonun, 500 araçlık otoparkın ne işi var? Ege Turizm tarafından sunulan ÇED Tanıtım Dosyasında, mahkeme kararına atıf yapılarak 109 olan villa sayısının 53’e düşürüldüğü belirtildi.

Proje gündeme geldiğinde 18.000 kişilik olarak planlanan Çok Amaçlı Salon olarak isimlendirilen yapının büyüklüğü ise projede 5.270 m² olarak belirlenmiş. 2 katlı otoparkın da bulunacağı çok amaçlı salonun kapasitesi ise tanıtım dosyasında belirtilmemiş. Proje kapsamında 500 araçlık bir otopark ve idari birimler de yer alıyor. ÇED Tanıtım dosyasında, 2018 yılı mart ayında inşaata başlanması ve 2020 yılı sonunda bitirilmesinin öngörüldüğü belirtildi.

 

(Kuzey Ormanları Savunması)

Hava kirliliği sperm kalitesini düşürüyor, apandisit vakalarını artıyor

Yeni bir araştırma, hava kirliliğinin erkeklerdeki sperm kalitesinin düşüklüğü ile bağlantılı olduğunu ve üreme oranındaki düşüşten sorumlu olabileceğini ortaya koydu.

Araştırma Hong Kong Çin Üniversitesi’nden bir grup bilim insanı tarafından yürütüldü. Yaklaşık 6 bin 500 erkeğin sperminin incelendiği araştırmada yüksek düzeydeki hava kirliliği ile “anormal sperm şekli” arasında güçlü bir ilişki gözlemlendi. Occupational & Environmental Medicine dergisinde yayınlanan raporda, etkinin “klinik açıdan nispeten küçük olmasına” rağmen, dünyanın dört bir yanındaki şehirlerdeki hava kirliliği derecesi göz önüne alındığında, önemli miktarda çiftin kısırlığına yol açabileceği belirtildi.

 

Kirli hava sperm kalitesini bozuyor, apandisit vakalarını artıyor

Türk Toraks Derneği Çevre Ve Sağlık Çalışma Grubu Eşbaşkanı Doç. Dr. Haluk Çalışır

Araştırmacılar, “Üreme yaşındaki erkeklerde PM 2.5 hava kirliliğine maruz kalma ve düşük sperm yüzdesi arasında güçlü bir ilişki bulduk” ifadelerini kullandı.

Araştırmayla ilgili Yeşil Gazete’nin sorularını yanıtlayan Türk Toraks Derneği Çevre Ve Sağlık Çalışma Grubu Eşbaşkanı Doç. Dr. Haluk Çalışır, şimdiye kadar yapılan araştırmalarda hava kirliliğinin kısırlığa yol açtığına dair kesin bilgiler olmamasına rağmen sperm kalitesini bozduğu yönünde çalışmaların bulunduğunu söyledi.

Çalışır, apandisit vakalarının artışının da hava kirliliği ile bağlantısı olduğunu sözlerine ekledi.

 

(Yeşil Gazete, Guardian)

Almanya plastik kirlilikte Avrupa Birliği’nin gerisinde kaldı

Köln’de bulunan Alman Ekonomi Enstitüsü‘nün plastik çöple ilgili yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre Almanya plastik çöp konusunda AB’nin gerisinde. Funke Medya Grubu’nun konuyla ilgili haberinde Enstitü’nün araştırmasında plastik tüketimiyle ilgili yer alan rakamların Avrupa istatistik dairesi Eurostat’dan alındığı belirtildi.

Araştırmaya göre Almanya’da 2015 yılında kişi başına düşen plastik çöp miktarı 37 kilogram olarak kayıtlara geçirildi. Bu rakam AB ortalamasının altı kilogram üzerinde. Almanya’da kişi başına düşen plastik tüketimi 2005-2015 yılları arasında Almanya’da tüketilen plastiğin yarısı yeniden değerlendirilmesine rağmen yüzde 29 arttı. AB genelinde ise plastiğin yüzde 40’ı geri dönüştürülüyor.

Alman Ekonomi Ensitüsü’nün raporuna göre AB genelinde en fazla plastik çöpü kişi başı 61 kilogramla İrlandalılar çekiyor. Lüksemburg’da kişi başına düşen plastik çöp miktarı 52, Estonya’da 46,5, Bulgaristan’da 14, Hırvatistan’da ise 12 kilo 400 gram. Almanya’nın komşuları Avusturya, Danimarka ve Hollanda ise kişi başına Almanya’ya oranla daha az plastik çöp üretiyor.

Dünya genelinde 2015 yılında 322 milyon ton plastik çöp üretildi. AB Komisyonu plastik çöpü azaltmak amacıyla aralık başlarında “Çevredeki Plastik Çöpler için Strateji” raporunu açıklayacak. Bu raporda AB genelinde çöp ayrıştırma işlemine kurallar getirilmesi önerisinin de yer alması bekleniyor.

 

(DW)

Filistin’de 11 yıl sonra ilk seçim: El Fetih ve Hamas anlaştı

Filistin’de yönetimi elinde bulunduran gruplar, 11 yıl sonra ilk kez meclis seçimlerine gidilmesi konusunda uzlaştı. 2018’de yapılması planlanan seçimin tarihini Mahmud Abbas belirleyecek.

Filistin’de Batı Şeria’yı yöneten El Fetih ve Gazze Şeridi’nde iktidardaki Hamas’ın başını çektiği gruplar, 2018 sonunda genel seçim yapma kararı aldıklarını açıkladı.

Mısır’ın başkenti Kahire’de son iki gündür gerçekleştirilen görüşmeler sonrası aldıkları kararı açıklayan 13 grup, seçimlerin kesin tarihini belirleme kararını Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’a bıraktı.

İki grup Ekim ayı sonunda Gazze Şeridi’nin yönetimi konusunda uzlaşıya vardıklarını açıklamış ve Hamas, şeridin idari yönetimini, Mısır’la arasındaki Refah Sınır Kapısı ile birlikte Filistin Yönetimi’nde devretmeyi kabul etmişti.

Mısır girişimindeki uzlaşı El Fetih ve Hamas arasındaki 10 yılı aşkın süredir devam eden ihtilafı bitirmeyi hedeflerken, Hamas yönetimindeki Gazze Şeridi ile büyük bir kısmı İsrail işgali altındaki Batı Şeria’daki yönetimlerin tek bir çatı altında toplanmasını amaçlıyor.

Birleşmiş Milletler’in Ortadoğu Barış Süreci Özel Koordinatörü Nickolay Mladenov Pazartesi günü bir açıklama yaparak, zorluklara rağmen “uzlaşının başarısız olmaması” gerektiğini söylemişti. Mladenov ayrıca “Eğer başarısız olursa büyük ihtimalle başka bir yıkıcı çatışmaya neden olacaktır” şeklinde konuşmuştu.

Hamas, İsrail dışında ABD ve Avrupa Birliği tarafından bir terör örgütü olarak değerlendiriliyor.

 

(DW Türkçe)

Bakan Eroğlu son 44 yılın en kurak yılını yaşadığımız halde “su sorunu yok” dedi

1973’ten bu yana en kurak yılın yaşandığını söyleyen Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, “Son 44 yılın en kurak su yılını geride bıraktık. Buna rağmen yaptığımız yatırımlar sayesinde vatandaşlarımız bunu hissetmedi” dedi.

Bu yılki yağış durumunun “olağanüstü kurak” sınıflamasına girdiğini aktaran Eroğlu, Türkiye’nin 2007 yılında kurak bir yıl geçirdiğini hatırlattı.

Eroğlu şöyle devam etti: “O yıl yağış durumu daha düşük bir sınıflama olan ‘şiddetli kurak’ kategorisine girmesine rağmen içme suyu hususunda vatandaşlarımız ve medya tedirgin olmuş fakat bu konuda bir sıkıntı yaşamamıştık. Geçen yıl orta dereceli, bu yıl ise çok daha şiddetli olmak üzere üst üste iki yıl kuraklığa rağmen vatandaşlarımız bu durumun farkına bile varmadı.”

İstanbul, Ankara ve İzmir’deki içme suyu barajlarındaki doluluk oranlarına ilişkin bilgi veren Eroğlu, “İstanbul’daki içme suyu barajlarında 30 Ekim itibarıyla 494,2 milyon, Ankara’da 173,2 milyon, İzmir’de ise 131,8 milyon metreküp su bulunuyor. Hiçbir ilimizde içme suyu konusunda su sıkıntısı yaşamıyoruz” dedi.

İstanbul’da su kıtlığı yaşanacağına yönelik verilere, 2016 yılının şubat ayında “İstanbul’da Malazgirt Zaferi’nin bininci yılı 2071’e kadar kadar suyumuz var” sözleriyle yanıt vermişti. Eroğlu, bundan yaklaşık iki yıl önce İstanbul’da ‘su kesintisi’ yaşanmayacağını, “Aksi takdirde bıyıklarımı kesmek durumunda kalacağım” sözleriyle savunmuştu.

 

(Diken)

Avrupa Kentleri Dönüştürücü Eylem ödülü Bursa Nilüfer Belediyesi’ne

Bursa Nilüfer Belediyesi’ne bağlı Nilüfer İnovasyon Merkezi “Mahalle Komiteleri ve Enerji Kooperatifi” bileşenini içeren projesiyle Avrupa Kentleri Dönüştürücü Eylem Ödülü’nü almaya hak kazandı.

İklim Haber.org’da Arif Cem Gündoğan imzası ile verilen habere göre Bursa Nilüfer Belediyesi’ne bağlı Nilüfer İnovasyon Merkezi Zaragoza, Mannheim gibi finalistleri geride bırakarak Avrupa Kentleri Dönüştürücü Eylem Ödülü’nü almaya hak kazandı. Nilüfer bu ödüle “Mahalle Komiteleri ve Enerji Kooperatifi” bileşenini içeren projesiyle layık görüldü.

Bursa Nilüfer Belediyesi’nin insan kaynaklı iklim değişikliği ile mücadelesini 2015 yılında başlattığı Nilüfer Belediyesi Sürdürülebilir Enerji Eylem Planı (SEAP) ile somutlaştırmıştı. Belediye sınırları içerisindeki seragazı salımlarında 2020 yılında 2013 referans yılında göre %20 oranında azaltım öngören bu plan 25 Ocak 2016’da Belediye Başkanları İklim ve Enerji Sözleşmesi Sekreteryası tarafından kabul edilmişti.

Nilüfer Belediyesi sunduğu SEAP’ta iklim değişikliğine uyum bölümüne yer vererek Türkiye’de bu sözleşmeyi imzalayan diğer belediyelere örnek bir vizyon sergiliyor. Uyum boyutuna Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin de hazırlanmakta olan plan kapsamında yer vereceği de öngörülmekte.

 

(İklim Haber)

“Bu dava siyasidir!”: Akkuyu NGS ÇED iptal davasından değerlendirmeler

Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS) Projesi’ne itirazlar  sayesinde Türkiye’de sivil toplum örgütleri sık sık fiziken de bir araya geliyor.

Hatırlarsanız Akkuyu NGS Çevre Etki ve Değerlendirme(ÇED) raporu, iki kez  reddedilişin ardından 3 Aralık 2014 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ziyaretine denk getirilerek son haliyle 3.000 sayfa olsa da je(s)t gibi onaylanıvermişti.

Anayasaüstü niteliğiyle sivil toplumu karar sürecinin dışında tutmayı amaçlayan anlaşmanın karşısındaki direniş ise bugün hukuki boyutuyla kurum temsilcilerinden ve bireylerden oluşan 82 yurttaşın açtığı davalarla devam ediyor.  En son ÇED onayının iptaline yönelik açılmış olan bu davanın öncesinde 11 Temmuz 2016  ve 5 Aralık 2016 tarihlerinde Bilirkişi İncelemeleri gerçekleştirilmiş  nihai rapor ise mart ayında kamuoyuyla paylaşılmıştı.  Raporun bilimsel içerik taşımaması bir yana  “ÇED raporunda yazdığı gibi uygundur”  ifadeleriyle dolu olması hatta ÇED’e methiye niteliği taşıdığı  açık ve netti. Dolayısıyla ÇED İptal Davası’nın da farklı olacağı beklenmiyordu, ancak bu haber-yorum yazısıyla  tarihe not düşmek adına “Toplumsal Sonuçları olacak bir projenin siyasi Dava şeklinde görüldüğü”ne dair ortak değerlendirmeleri sunmak insani görevimiz.

Dava bu kez Mersin’de değil Ankara’da! 

Nihayet 22 Kasım günü de 40 yıllık nükleer karşıtı mücadele açısından tarihi önem taşıyan bir başka gün olarak sivil toplumu Ankara’da bir araya getirdi. Akkuyu ÇED İptal Davası’nın Türkiye Barolar Birliği(TBB), Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği (TMMOB), Türk Tabipler Birliği(TTB) dosyalarıyla  görülmesine 30 dakika gecikmeyle sabah 10:00’da başlandı. Gecikmenin nedeni, Davacı tarafın, nihai raporuna  itibar ve itimat  etmemesi nedeniyle bilimsel beyanlarına başvurulması için    N.Bülent Damar, Oğuz Türkyılmaz,Prof. Dr. Ali Gökmen, Prof.Dr. İnci Gökmen ile TTB Uzmanı Doç.Dr.Cavit Işık Yavuz’dan oluşan aynı zamanda her biri TMMOB üyesi olan uzman  kadronun hakim tarafından dinlenip dinlenmemesi tartışması oldu. Davacılar 11 Temmuz Bilirkişi İncelemesi’nde de Yargı tarafından atanan bilirkişilerin haricinde Nükleer Fizikçi Prof. Dr Hayrettin Kılıç’ın görüşlerinin dinlenmesi talebinde de ısrarcı olmuş ve bu ısrar neticesinde Prof. Dr Hayrettin Kılıç dinlenebilmişti.

Mahkemede ilk olarak meslek birliklerinin dava dosyaları görüldü. Türkiye Barolar Birliği Çevre Komisyonu’nun üyesi olan avukatlardan TBB adına Av. Arif A.Cangı ile  Av.İsmail Hakkı Atal,  TMMOB adına Cömert Uygar Erdem ile Av. Nurten Yakış ve Türkiye Tabipler Birliği adına Ziynet Özcelik itiraz dilekçelerini  yazılı ve sözlü olarak sundular.  Salonda davalı Rosatom Şirketi tarafının Avukatı Salih Çelen ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Avukatı Zeynep Erben, Bilirkişi incelemelerinde olduğu gibi yine Davacıların karşı tarafında yan yana konuşlandı.

ÇED iptaline ilişkin Dava süreci hukuka aykırı işliyor!  

TBB ve TTB avukatları ilk olarak Bilirkişi inceleme raporunun yanlı hazırlandığına ve neticeyi tanımadıklarını Bilirkişi incelemesinin tekrarlanmasını gerektirecek kadar geçersiz olduğuna ilişkin görüşlerini aktardı . Avukatlar, Cumhurbaşkanının ÇED Davasından bir gün önce nükleer santralin  kurulmasının engellenemeyeceğini açıkça yayın organlarından duyurmasının,  Bilirkişi İncelemelerinin nihai sonuç raporundaki yanlı kararla örtüştüğünün altını çizerek ÇED iptaline ilişkin dava sürecinin hukuka aykırı bir şekilde ilerlediğine dikkat çektiler. Av. Cangı Cumhurbaşkanının  bu ısrarının “Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete!” anlamı taşıdığını ifade ederek  uzmanların bilim insanlarının ortaya koyduğu tolere edilemeyecek risklerin varlığının inkar edildiğini ifade etti. Avukatlar tek tek kendi dava konularında tatminkar sonuç vermeyen, ÇED’in bir an önce onaylanarak projenin devam etmesi için verilen Bilirkişi inceleme raporuyla  ÇED’e  yönelik argümanlarını güncel verilerle tekrar yöneltti.  

Bu çerçevede Davacı vekillerden Av. Cangı Akkuyu NGS’nin Suriye, Irak, Filistin ve diğer Ortadoğu ülkelerindeki çatışmalar göz önüne alındığında Akkııyu NGS’nin yerinin, taşıdığı saldırıya açık bir menzilde olduğunu, kaza ve patlama gibi olası felaketler, ulusal güvenlik için büyük risk taşıdığına dikkat çekti.

“Avrupa’da bu gün tespit edilen radoaktivitenin kaynağı Akkuyu NGS Proje’sinin sahibi Rosatom’dur!”

Akkuyu NGS Projesinin sahibi Rosatom’un yetersizliklerine dair örnekler paylaşan Av.Cangı, son bir aydır Avrupa’da pek çok ülkeyi meşgul eden radyoaktif izotopların varlığına  ve bunların müsebbibinin Akkuyu NGS projesinin %51den aşağı olmayacak şekilde sahibi bulunan Rusya Devleti’nin kuruluşu olan Rosatom Şirketi’nin olduğunun anlaşıldığını söyledi. Tesisin de 29 Eylül 1957 yılında meydana gelen Mayak Nükleer Santral kazasıyla geçen ve Avrupa sınırına 30 kilometre mesafedeki bugün hala radyoaktif olarak kirli Kyshtym Şehri’ndeki Mayak Nükleer Santrali  olduğuna işaret etti.

Rosatom şirketinin başarısızlıklarından örnekler de veren Av. Cangı, geçen sene kasım ayında Rosatom’un  Akkuyu’da kurulmasını öngördüğü henüz dünyada denenmemiş VVER 1200 tipi reaktörün jenaratörünün arızalanmasına  değinerek, gerçek deneyin Akkuyu’da  kurularak gerçekleştirileceğini söyledi. Rusya’da işletmede olan reaktörlerde meydana gelebilecek tasarım ve ötesi (tahmini tasarım) senaryolarının  yetersiz olduğunu, reaktör içinde ve dışında meydana gelebilecek kazaların analizinin yapılmadığını hatta, bazı reaktörlerde hala acil durum otomatik durdurma sistemi olmadığını aktardı. Rosatom şirketinin yetersizliklerinin bu davanın konusu olmadığı iddiasıyla itiraz eden Savcının karşısında Av. Cangı  proje sahibinin yetersizliklerinin bilinmesi gerektiğini  belirterek ÇED sürecinin esasen bir  “Taahhütler manzumesi” olduğunu, bu nedenle proje sahibinin taahhütlerini yerine getirme alışkanlığı olup olmadıgının ÇED dosyasını ilgilendirdiğini ifade etti. Başta kabul edilmeyen beyanat heyet tarafından bu açıklamalarla kapsama alındı.

“Akkuyu NGS Bilirkişi raporu bilimsel değildir!”

Av. Atal ise  Akkuyu NGS’nin iklim değişikliği bağlamında oluşabilecek tehlikelere yönelik hiçbir hazırlık yapılmadığını, raporun  Bilirkişilerin tsunami ile deniz seviyesindeki önlenemez daimi yükseliş arasındaki farkı bile bilmediklerini gösterdiğini, sadece bu nedenle bile Bilirkişilerin hazırladığı raporun kabul edilemez olduğunu açıkladı.  Akkuyu NGS‘nin eski müdürü Faruk Uzel’in bile ayrıldıktan sonra yaptığı açıklamalarda “Zemin kodunun 1 metre  altında su sızmasını engeleyemeyen bir teknik altyapı yetersizdir, bu firmada çalışmaya devam etmem mümkün değil” beyanlarını  aktararak  firmanın yetersizliklerine değindi.

Avukatlar,  Akkuyu NGS’deki sahte imza skandalını  da hatırlatırken Akkuyu NGS’yi kurma planı yapan Rosatom’un hiç bir nükleer santralinde Fukuşima’daki gibi ciddi bir kaza olması durumuna  karşı altyapısal anlamda hazırlıklı olmadığını,  gerekli olan acil soğutma suyu sisteminden, yedek dizel jenaratörlerin iflası durumunda alınması gereken en son müdahale önlemlerinden bihaber olduğuna vurgu yaptı.

 “Akkuyu NGS  siyasi iktidarın diplomatik ilişkileri çerçevesinde verdiği sözdür!”

Yeşil ve Sol Parti  ile müdahilleri arasında Sinop Çevre Dostları Derneği’nin de yer aldığı EGEÇEP’in  davacı olduğu dosyanın  bireysel müdahillerinden Prof. Dr. Beyza Üstün’ün  ÇED Davasına ilişkin yorumu ise davanın siyasi olduğu ve siyasi iktidarın diplomatik ilişkileri çerçevesinde Rusya’ya bir takım sözler verildiği için  nükleer santral kurmaya çalıştığı  şeklinde oldu  zira Cumhurbaşkanının Davadan önceki gün “Ne olursa olsun nükleer santrali yapacağız !” çıkışı da bu anlamı taşıyor. Bununla birlikte   Türkiye’nin nükleer klubün de bir üyesi olmayı hedeflediğini fakat nükleer klup üyesi olunca büyük devlet olunmayacağını  nükleer silah sahibi fakat  gelişmiş bir ülke olmayan Pakistan’a bakarak anlamak mümkün görüşünde olan Prof. Dr. Üstün’e göre sermayenin doğal alanlarda kısıtlı hamle imkanı kaldığı için nükleer santral projesinin hayata geçirilmesiyle nükleer atık gömü alanlarının meşrulaştırılması sözkonusu.

ÇED iptal edilmezse, durum  Danıştayın da siyasi iktidar tarafından ele geçirilmiş olduğu şeklinde okunabilir

EGECEP’in dava dosyası kapsamında müdahil olan önceden Mersin Milletvekili bu dönem İzmir HDP Milletvekili Ertuğrul Kürkçü ise  ÇED İptali Davasının  Mersin’de değil Ankara’da görülmesinin maksatlı olduğuna dikkat çekti, bu şekilde halkın davaya olan ilgisinin ve katılımının da düşürülmesi amaçlanmış bulunuyor. Kürkçü, bu günkü ÇED Davası süresince Davacıların dinlenmesinde gerekli özenin gösterilmediğini, mahkeme salonunda Davacılar arasında farklı dönemlerde Mersin’de milletvekilliği yapan 3 milletvekilinin (CHP,HDP, MHP) Mersin’deki ilçelerde %70 e yakın bir temsil  sahip olarak mahkemede bulunmalarına rağmen dinlenme konusunda gereken alakanın gösterilmediğini sözlerine ekledi. Kısacası bu dava Akkuyu NGS hakkındaki şimdiye kadarki tüm dava konularının etraflıca ele alındığı, uzmanların, bilim insanlarının  görüşü doğrultusunda  ÇED’e  yönelik tüm itirazların bir kez daha sabırla dile getirildiği bir dava oldu. Dolayısıyla Kürkçü’ye göre bu ÇED iptal edilmezse, durum  Danıştayın da siyasi iktidar tarafından ele geçirilmiş olduğu şeklinde okunabilir.

EGEÇEP’in Davacı olduğu dosyanın bireysel müdahilleri arasında eski  İstanbul HDP Milletvekili Sabahat Tuncel ile eski İstanbul CHP Milletvekili Melda Onur da bulunuyor.

“Akkuyu Danıştayın vicdanına  kalmıştır!”

Nihayet Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı bugün Davacı tarafların ellerinden  geleni yaptıklarını, uzman görüşlerini, bilim insanlarının , toplumun tavrını en net biçimde ortaya koyduklarını, kendi vicdanlarının rahat olduğunu geriye kalan tek faktörün karar vericilerin vicdanı olduğunu ifade etti. Ancak Dr. Atıcı’ya göre ÇED raporları için 3 ay içinde dava açılmazsa ÇED’in olumlu kabul edileceği yönündeki açıklamalar siyasi iktidarın zihniyetini gösteriyor.  Yani ÇEDin iptal edilmemesi ihtimali yüksek.

Vebali ağır…Etkisi yüzbinlerce yıl sürecek!

Tüm bu aktardıklarımız çerçevesinde görüldüğü üzere Akkuyu için yeniden nefesler tutuldu, bir umutla 15 gün sonra açıklanacak netice bekleniyor. Genel olarak  davadan beklenti ÇED’in iptali olsa da  Davacı vekiller bu mahkemenin sonucunun Bilirkişi İncelemesinin nihai raporuna dayandırılmasına şiddetle karşı . Zira girişte de belirttiğimiz gibi nihai bilirkişi raporu ÇED’e methiye şeklinde hazırlanmıştı. Bu durumda Davacı vekillerin çaresizce tek temennisi Bilirkişi İncelemesinin yeniden yapılması olurken bize de başta söylediğimiz gibi tarihe not düşmek kalıyor.

Sonuç olarak, siyasi iktidarların ömürleriyle kıyaslanamayacak kadar uzun süre etkisini sürdürecek olan kansere ve genetik mutasyona yol açan nükleer kazalarla ya da işletim sürecindeki sızıntılarla, salımlarla açığa çıkan  izotopların; 100 bin de değil 1 milyon yıl muhafaza edilemesi gereken nükleer atıkların bu toprakların sınırlarına girmesine dönük bir adım daha işte bu 15 gün içinde atılabilir.  Bu adım atılırsa, siyasi iktidarın  ödeyeceği vebal büyük… Oysa bu gün ve gelecek nesillerin sağlıklı yaşam hakkını gasp etmeyecek  yaşam biçiminin olduğunu hatırlatırcasına güneş her gün yeniden doğuyor!

 

Pınar Demircan 

(Yeşil Gazete)