Ana Sayfa Blog Sayfa 2901

Avrupa Parlamentosu: Türkiye’deki gelişmeler kaygı verici

Avrupa Parlamentosu’nun (AP) “Türkiye’de İnsan Haklarının Mevcut Durumu” başlıklı karar tasarısı, büyük oy çoğunluğuyla kabul edildi.

Osman Kavala, Ahmet Şık ve Selahattin Demirtaş’a “Sizleri unutmadık”

AP Türkiye raportörü Hollandalı parlamenter Kati Piri’nin inisiyatifi ile hazırlanan tasarı için yapılan görüşmelerde Piri hapiste olan Osman Kavala, Ahmet Şık ve Selahattin Demirtaş’a “Sizleri unutmadık” diye seslendi .

Perşembe günü kabul edilen karar tasarısınıda 15 Temmuz darbe girişimi bir kez daha kınanmakla birlikte, başarısızlıkla sonuçlanan bu girişimin “meşru ve barışçıl muhalefeti daha da bastırmak ve orantısız ve yasal olmayan eylem ve önlemlerle medya ve sivil toplumun barışçıl biçimde ifade özgürlüğü hakkını kullanmasını engellemek” amacıyla kullanıldığı mesajı verildi.

Temel hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığındaki “kötüleşme” için “çok kaygı verici” ifadelerinin kullanıldığı kararda, “on binlerce kişiye yönelik keyfi tutuklama ve hukuki ve idari taciz” kınanıp, bu kişilerin “derhal” serbest bırakılması istendi.

Kararda ayrıca, masumiyet karinesi konusunda AİHM içtihadına uyulması ve OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu’nun “bağımsız” çalışmasının sağlanması da talep edildi. Terörün Türkiye için “tehdit” oluşturduğu kabullenilmekle birlikte, “geniş kapsamlı” terörle mücadele yasalarının “ifade özgürlüğü haklarını kullanan vatandaşlar ve medyayı cezalandırmak için kullanılmaması” istendi. Afrin operasyonuna karşı çıkan gazeteci, aktivist, doktor ve sıradan vatandaşların tutuklanması kınandı.

PKK’ya silah bırakma çağrısı

Avrupa Parlamentosu’ndaki oturumda, Sosyal Demokratlar ve Hristiyan Demokratlar tarafından Afrin operasyonu hakkında verilen değişiklik önergesi de oy çokluğuyla kabul gördü.

Söz konusu önergede, Avrupa Parlamentosu’nun “Suriye’de Kürtlerin çoğunluğu oluşturduğu bu bölgedeki askeri müdahalenin insani sonuçları konusunda ciddi kaygı duyduğu” ve “orantısız eylemlerin devamına karşı uyardığı” belirtildi.

Kararda, 2002’den bu yana AB terör örgütleri listesinde olduğu hatırlatılan PKK’ya silah bırakma çağrısı yapılmakla birlikte, “Kürt sorununa adilane çözüm için” Ankara ve PKK’nın “müzakere masasına dönmeleri” de istendi.

T.C. Dışişlerinden tepki açıklaması

Dışişleri Bakanlığı, alışıldığı üzere kararın kendileri için yok hükmünde olduğunu bildirdi. Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamada, AP’nin kararının, “terör örgütlerine karşı mücadelesini kararlılıkla sürdüren Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulları anlamaktan uzak” olduğu belirtildi. Kararın, “salt eleştiri amacıyla” alındığı ve “dayanaksız iddialardan ibaret” olduğu bildirildi.

Düşük profilli zirve

AB üst düzey yetkilileri, 26 Mart’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla düzenleneceği açıklanan AB-Türkiye zirvesi ile ilgili Reuters haber ajansına konuştu.

Haberde AB liderlerinin Türkiye ile ilişkilerdeki gerilimden duydukları rahatsızlık nedeniyle önümüzdeki ay için planlanan zirve toplantısını Brüksel yerine Varna’da yapmayı tercih ettikleri belirtiliyor. Reuters’a konuşan üst düzey AB yetkilisi, Türkiye’nin zirvenin Brüksel’de yapılmasını istediğini, ancak Avrupa tarafının “zirvenin profilini düşürmek” amacıyla AB dönem başkanı Bulgaristan’ın Varna kentinde karar kıldığını söyledi.

Haberde hem Türk hem de AB tarafının zirvenin zorlu bir atmosferde gerçekleşeceği beklentisinde oldukları belirtilerek karşılıklı çıkarların diyaloğu sürdürmek dışında seçenek bırakmadığına da dikkat çekildi.

 

( Deutsche Welle, Euronews, Yeşil Gazete)

Gençliğin kırsala göçme trendi ile yerel gıda hareketleri dalga dalga büyüyor

Green Matters ‘da Brian Spaen  imzası ile yayınlanan haberi Yeşil Gazete gönüllü Alper Çevirgel’in çevirisi ile paylaşıyoruz

                                                                           ***

Gitgide daha çok gencin şehirlerde yaşamaya başlaması önemli bir soruyu doğuruyor: Çiftçilerimiz nerede? Amerika’nın yeni nesil çiftçileri ne durumda? En kötü ihtimalle çiftçilik gitgide ölen bir endüstri olarak görülüyordu. Şaşırtıcı olarak belki de durum bundan ibaret değil. Gençler azalan çiftçi sayısının yerini tamamen dolduramıyor fakat 35 yaş altı olup kırsal kesime çiftçilik yapmak için yerleşen insanların sayısında kayda değer bir artış yaşanıyor. Y kuşağı tarımı hayatta tutmak için üstlerine düşeni yapıyorlar. Çiftçi sayısındaki bu artış gıda endüstrisini daha organik hale getirebilir ve yerel tarımı dikkate değer bir ölçüde geliştirebilir.

 

Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin kuzey-doğu kesiminde tarım yapan gençlerin sayısında bir artış görüldü. Birleşik Devletler Tarım Departmanı verilerine göre 2007 ve 2012 yılları arasında 35 yaş altı çiftçi sayısında ulusal düzeyde %2.2, tek başına Maine eyaletinde ise %40 bir artış görüldü. Sayılar New Hampshire and Vermont eyaletlerinin kırsal bölgelerinde de yükselişte.

Liz Whitehurst’ın ofisinden ayrılıp 1.5 dönümlük çiftliğine taşınması The Washington Post tarafından konu alındı. Liz 2 yıl önce kâr amacı gütmeyen işlerinden ayrılıp, Y jenerasyonun “Owl’s Nest” (Baykuş yuvası) adlı kırsal tarımalanı hareketine katıldı ve emekliliğe ayrılan bir çiftçiden tarlasını satın aldı.

Liz pestisist ve suni gübre kullanımı sınırlandırarak, tarlalarında lahana, biber, salata yeşillikleri ve domatesi dönüşümlü ekmeye ve organik tarım yapmaya karar verdi. İki arkadaşıyla beraber hasatlarını yerel restoranlara ve pazarlara satarak bölgenin yerel ihtiyacı karşılıyorlar. Liz’in dediğine göre, gelirleri eskisine göre biraz daha kısıtlı ve kâr amacı gütmeyen işinde sahip olduğu bazı avantajlara bu işinde sahip değil.

Liz sahip olduğu yaşam kalitesinden ödün vermek zorunda kalmış olsa da, çiftçilikten aldığı anlık tatmin hoşuna gidiyor. Washington Post’a konuşan Liz: “Bir yandan pozitif bir etkim olmasını istedim, bu üniversite sonrası işlerde çok uzak hissettiğim bir şeydi; diğer yandan tarımda, bir fark  yaratıyorsun. Etkin doğrudan oluyor. ” diyor.

Çiftçiliğe yönelen  Y kuşağı,  gitgide artan ortalama çiftçi yaşını düşürmekle beraber kapanan çiftlik oranlarını da aşağı çekecek. Büyük ölçekli tarım alanı satışları artarken, küçük ölçekli tarım alanlarının varlıklarını sürdürmesi de önemli. İçinde bulundukları topluluğa yeterli miktarda mahsul üretirken, tüketicilerin ihtiyaçlarına ve değişen standartlarına göre tarım alanlarını geliştirip değiştirebiliyorlar.

Bu ayrıca birçok çiftçinin beraber gıda üretimi yapması fırsatını doğuruyor. Wal-Mart ve SuperValu gibi gıda zincirleri lokal çiftçilere çoktan ulaştı ve bu durum büyük ölçekli üreticilerle bir rekabetin başlamasına neden oldu. Liz de internet üzerinden çalışan bir marketle çalışma fırsatı yakalamış ama teklifi kabul etmemişti. Yine de bu akım en niyahetinde yaşamaya devam edecek gibi duruyor.

Lindsey Lusher Shute, Ulusal Genç Çiftçiler Koalisyonu (National Young Farmers Coalition) yönetici müdür Washington Post’a :”Genç çiftçiler çiftçiliğe küçük ölçekte başlamayı ve direkt olarak marketlere satış yapmayı tercih ediyor çünkü bu çiftçiliğe başlamaları ve bunu devam ettirebilmeleri için güvenli ve iyi bir yol…Fakat birçok genç çiftçi de bir üst basamağa çıkıp daha da büyümeye  ve toptan satışa doğru yönelmeye de başlıyor.”

 

Haberin İngilizce orijinali

Muhabir: Brian Spaen

Yeşil Gazete için çeviren: Alper Çevirgel

(Yeşil Gazete, Green Matters)

Hindistan ve Güney Afrika’da su kıtlığı tehdidi

Climate News Network’de Alex Kirby imzası ile yayınlanan haberi Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Cansu Yılmaz’ın çevirisi ile paylaşıyoruz.

***

Hindistan’ın elektrik arzının üçte birinden fazlası su kıtlığı sebebiyle risk altında; bu durum Güney Afrika’nın da bazı bölgelerinde kentsel yaşamı tehdit ediyor.

Su kıtlığı, iklim değişikliği mücadelesinde ön saflarında yer alan gelişmekte olan ülkelerden Hindistan ve Güney Afrika için şu sıralar gerçek bir tehdit.

Bu durum, olağandışı hava koşullarının, büyümesi engellenmiş bitkilerin ve ömrü kısalmış canlıların trajik bir şekilde aşina olduğumuz hikâyesi değil. Bu kıtlık, kent yaşamına, endüstriyel gelişime ve yoksulluğa son verme girişimleri için farklı türde bir tehdit teşkil ediyor.

Hindistan’nın elektrik enerjisinin %80’den fazlası kömür, petrol, gaz ve nükleer yakıtlar kullanan termik santrallerden elde ediliyor. Yakınlarda ABD merkezli Dünya Kaynakları Enstitüsü (World Resources Institute, WRI)’nden araştırmacılar, Hindistan’ın 400’den fazla termik santralinin tümünü analiz ettikten sonra, giderek artan bir şekilde güç kaynaklarının su sıkıntısı açısından tehlikeye girdiğini bildirdi.[1]

Araştırmacılar, bu termik santrallerin %90’ının tatlı su ile soğutulduğunu ve bunların yaklaşık % 40’ının yüksek su stresine maruz kaldığını tespit etti. Hindistan, 2019 yılına kadar her eve elektrik sağlamayı taahhüt ederken, santraller ise her geçen gün daha korunmasız hale geliyor.

Hint enerji sektörünün ulusal su tüketimindeki payı, 2015 ve 2050 yılları arasında, yüzde 1,4’den yüzde dokuza çıkması öngörülüyor ve 2030 itibariyle, ülkenin termik santrallerinin % 70’i, tarım, sanayi ve belediyelerden gelen talep dolayısıyla su için artan rekabet ile karşılaşması bekleniyor.

Enerji Sektöründe Tıkanma

WRI[2] Hindistan’dan O. P. Agarwal, “Su kesintileri, her sene Hindistan genelinde elektrik santrallerinin kapanmasına neden oluyor” dedi ve sözlerine; “Enerji santralleri, kıt bölgelerden gelen su kaynaklarına bel bağladıkça, elektrik üretimini risk altına sokuyor ve şehirleri, çiftlikleri ve aileleri daha az su ile baş başa bırakıyor. Acil eylem yapılmazsa su, Hindistan’ın enerji sektörü için bir tıkanma noktası haline gelecek.” diye devam etti.

Hindistan’ın en büyük yirmi termal elektrik şirketinin on dördünde, 2013 ve 2016 yılları arasında, su kesintileri nedeniyle bir veya daha fazla kapanış yaşandı. WRI, kapanışların, bu şirketlere enerji satışından elde edecekleri potansiyel gelirlerinde 91 milyar Hindistan Rupisi’ne (1,4 milyar $) mal olabileceğini hesapladı. Su kesintilerinin, 2015 ve 2016 yıllarında ülkenin elektrik üretimindeki büyümenin %20’sinden fazlasını kesintiye uğrattığını belirtiliyor.

Rapor, özellikle güneş ve rüzgâr enerjisine doğru bir geçişi içeren çözümler sunuyor. Hindistan’ın, hâlihazırda iklim değişikliği konulu Paris Anlaşması’na bağlı olarak 2030 yılına kadar enerjisinin % 40’ının yenilenebilir enerji kaynaklarından elde etmesi yönünde bir hedefi var.[3]

Raporun yazarlarından biri olan Deepak Krishnan, “Yenilenebilir enerji, Hindistan’ın su-enerji krizine karşı uygulanabilir bir çözüm.” dedi. “Güneş pili ve rüzgâr enerjisi, tam da termik santrallerin var olmak için mücadele ettiği su-stresi çeken bölgelerde gelişebilir.” diye ekledi.

WRI ve Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (the International Renewable Energy Agency) [4] tarafından hazırlanan bir politika belgesi, Hindistan’ın enerji sektörünün 2030 yılına dek su kullanımını ve karbon emisyonlarını azaltması için çeşitli yolları ayrıntılarıyla anlatıyor.

Afrika’da, kıtanın en bilindik şehirlerinden biri olan Cape Town’da su kıtlığı tehlikesi yaklaşıyor ve bazıları bunun kıyametle ilintili olduğuna inanıyor.

Al Jazeera’nin haberine göre[5], kent üç ay içinde suyun tükenmesi olasılığıyla karşı karşıya kalacak olan dünyanın ilk büyük şehri.

Kentin su kaynakları artık o kadar az ki, Nisan ayının sonlarında su depolarının %13.5’lik toplam kapasitesinin altına düştüğü gün “Sıfır Günü” ilan edilecek.

Bu, Cape Town’un en yoksul mahalleleri dışında muslukları kapatması ve şehir genelinde yaklaşık 200 su toplama sitesi kurması anlamına geliyor.

Cape Town’ı içine alan Batı Cape eyaletindeki su kullanımı, an itibariyle kişi başına 87 litrelik bir günlük istihkak ile sınırlandırıldı. “Sıfır Günü” yaşanırsa, bu yaklaşık 25 litre civarına düşecek. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), “temel hijyen ihtiyaçlarına ve temel gıda hijyenine dikkat etmek için” yaklaşık 20 litrenin yeterli olabileceğini belirtti.[6]

Yağışlar Geç Oluyor

Eyalet, üç yıllık kuraklığa maruz kaldı. Cape Town Üniversitesi Çevre Bilimi bölümünde kıdemli öğretim görevlisi Kevin Winter[7], al-Jazeera’ye verdiği demeçte, eyaletin bir kış yağış bölgesi olması nedeniyle insanların normalde burada yağışın Nisan ayı civarında başlamasını beklediğini söyledi. “Fakat artık durum böyle değil, eğer şanslıysak çok daha sonra Haziran sonu ya da Temmuz başı gibi yağışlar oluyor” dedi. “İklim değişikliğinin gittikçe belirginleşen bir göstergesi olarak hava durumu modellerimizde hızlı bir değişim deneyimliyoruz…”

Tüm yaşamı boyunca bu kentte yaşayan Bridgetti Lim Bandi[8], Cape Town’daki yağış modelinin son yirmi yıl içinde dramatik bir şekilde değiştiğini söyledi. al-Jazeera’ye, “Artık ne yazık ki geleneksel Cape Town kışımızı yaşayamıyoruz” ifadesinde bulundu.

Helen Zille[9], şu anda Batı Cape eyaletinin başkanı. Zille, 22 Ocak’ta Daily Maverick’e şunları yazdı[10]: “Bu günlerde uyanık saatlerime hâkim olan soru şu: “Sıfır Günü” geldiğinde suyu nasıl yeniden erişilebilir hale getireceğiz ve anarşiyi önleyeceğiz?”

“Ve hala onu önleme şansımız varsa, şu anda ne yapabiliriz?… Bu sorun, İkinci Dünya Savaşı’ndan ya da 9/11’den bu yana dünyanın herhangi bir yerinde büyük bir şehrin yüzleşmek zorunda kaldığı herhangi bir zorluğun ötesinde.” dedi.

https://climatenewsnetwork.net/23742-2/

[1] http://www.wri.org/publication/parched-power.

[2] World Resources Institute: Dünya Kaynakları Enstitüsü.

[3] http://newsroom.unfccc.int/paris-agreement/.

[4] http://www.irena.org/publications/2018/Jan/Water-Use-in-India-Power-Impact-of-renewables-to-2030.

[5] http://www.aljazeera.com/Search/?q=south%20africa%20drought.

[6] http://www.who.int/water_sanitation_health/emergencies/qa/emergencies_qa5/en/.

[7] https://www.news.uct.ac.za/article/-2017-08-10-whats-driving-cape-towns-water-insecurity-and-what-can-be-done-about-it.

[8] http://www.capetownwatercrisis.com/#/.

[9] http://whoswho.co.za/helen-zille-3528.

[10] https://www.dailymaverick.co.za/opinionista/2018-01-22-from-the-inside-the-countdown-to-day-zero/#.Wmc7BEvLjqu.

 

Haberin İngilizce Orjinali

Muhabir: Alex Kirby

Yeşil Gazete için çeviren: Cansu Yılmaz

(Yeşil Gazete, Climate News Network)

 

68. Berlin Film Festivali için geri sayım başladı: Türkiye’den 3 film dünya prömiyerini yapacak

Berlinale olarak bilinen Berlin Film Festivali’nin programı Salı günü düzenlenen basın toplantısı ile tanıtıldı.

Almanya’nın başkenti Berlin’de 15-25 Şubat tarihleri arasında düzenlenecek festivalin yarışmalı bölümünde toplam 24 film gösterilecek, bu filmlerden 19’u Altın Ayı için yarışacak.

Berlinale Direktörü Dieter Kosslick, bu yıl yarışmalı bölümdeki filmler için ana konu belirlemediklerini ancak medeni cesaret, sanatçıların hayatından kesitler ve mültecilerin hikâyelerini anlatan filmlerin ön plana çıktığını söyledi.

Bu bölümde Gus Van Sant’ın yönetmenliğini yaptığı “Don’t Worry, He Won’t Get Far on Foot” (Merak Etme, Yürüyerek Çok Uzaklaşamayacaktır) ile Benoit Jacquot imzalı “Eva” ve Steven Soderberg’in yönetmenlik koltuğunda oturduğu “Unsane” dikkat çeken yapımlar arasında bulunuyor.

Berlinale Direktörü Dieter Kosslick (solda)

Açılışı Wes Anderson yapacak

Jülide Danışman’ın Deutsche Welle Türkçe’de çıkan haberine göre, festivalin açılışı Wes Anderson imzalı animasyon film “Isle of Dog” (Köpek Adası) ile yapılacak. Anderson’un “Yaman Tilki’den” sonraki ikinci animasyon filmi olan “Isle of Dog”, yolsuzluklara karışan bir belediye başkanının koruyucu babalık yaptığı 12 yaşındaki Atari’nin hikâyesini anlatırken, “Biz kimiz? Kim olmak istiyoruz” sorularına yanıt arıyor.

“Tenenbaum Ailesi” ve “Suda Yaşam” filmleriyle daha önce Altın Ayı için yarışmış olan Anderson’ın çektiği “Büyük Budapeşte Oteli” de 2014 yılında Berlinale’nin açılışını yapmış ve film Jüri Büyük Ödülü’ne layık görülmüştü.

68’inci Berlin Film Festivali’nde uluslararası jürinin başkanlığını ise Alman yönetmen Tom Tykwer üstlenecek.

Festival Direktörü Kosslick, Berlin Film Festivali’nde bu yıl yaşam boyu başarı ödülü olan Onursal Altın Ayı’nın ise ABD’li aktör Willem Dafoe’ya verileceğini açıkladı. Festivalin Ustalara Saygı (Hommage) bölümünde, Dafoe’nun oynadığı filmler gösterilecek.

#MeToo tartışmaları

Berlin Film Festivali’nde, kadınların günlük hayatta yaşadığı cinsel tacize dikkat çekmeyi hedefleyen #MeToo tartışmalarına da bir platform sunulacak.

Berlinale Direktörü Kosslick sinema, televizyon ve tiyatroda cinsel tacizin ele alınacağı bir panel düzenleneceğini söyledi. Kosslick, bunun yanı sıra film yapımcısı Daniela Elstner tarafından hayata geçirilen ve sinema sektöründe cinsel tacize uğrayan kadınların sesini yükseltmesini hedefleyen “Speak Up!” adlı projenin de Berlinale kapsamında tanıtılacağını belirtti.

Yönetmenliğini Banu Sıvacı’nın yaptığı “Güvercin” filmi

“Güvercin” ilk film ödülüne aday

Berlinale’de 7 bin 991 film arasından seçilen 385 film Panorama, Forum, Geniş Forum, Generation, Damak Tadı Sinema gibi bölümlerde gösterilecek.

Berlinale’de Türkiye’den toplam üç filmin dünya prömiyeri yapılacak. Yönetmenliğini Banu Sıvacı’nın yaptığı “Güvercin”, çocuk ve gençlere yönelik filmlerin yer aldığı Generation 14plus alt bölümünde gösterilecek. Başrolünde Kemal Burak Alper’in oynadığı film, hayatını güvercinlere adayan ve mutluluğu kuşlarında bulan bir gencin hikâyesini anlatıyor.

Generation bölümünün yöneticisi Maryanne Redpath, filmin “klasik ve basit” bir hikâyesi olmasına rağmen, “çok güçlü ve yürek parçalayan” bir yapım olduğunu söylüyor. Redpath, DW Türkçe’ye yaptığı açıklamada, “Bu film kullandığı görüntü dili, olağanüstü başrol oyuncusu ve onun güvercinlerle olan ilişkisiyle beni başından sonuna kadar büyüledi” diye konuştu.

Sıvacı’nın ilk uzun metrajlı filmi olan Güvercin, en iyi ilk film ödülünün de adayları arasında bulunuyor.

“Araf” Geniş Forum bölümünde gösterilecek

Geniş Forum bölümünde deneysel olarak nitelendirilebilecek, uzunluk veya kullandığı dil açısından farklı olan filmler yer alıyor. Yönetmenliğini Didem Pekün’ün yaptığı “Araf” Geniş Forum bölümünde gösterilecek. Türkiye-Yunanistan-Bosna-Hersek ortak yapımı “Araf” belgesel film özellikleri taşıyor. Nayia’nın Bosna’da, Srebrenitsa, Saraybosna ve Mostar’a yolculuklarını anlatan 47 dakikalık film, gitmek ve geri dönmek arasındaki çelişkiyi sorguluyor.

Forum Expanded bölümünün yöneticisi Stefanie Schulte Strathaus, bu filmde “tarihi bir olgunun bugünün bakış açısıyla estetik bir şekilde ele alındığını” belirtiyor. DW Türkçe’ye konuşan Strathaus, Araf’ın seçilmesinde farklı dönemler arasındaki bağlantının filmde çok başarılı bir şekilde kurulmasının etkili olduğunu söyledi.

“Tuzdan Kaide” Burak Çevik’in ilk filmi

Yönetmenliğini Burak Çevik’in yaptığı “Tuzdan Kaide” Berlinale’de dünya prömiyerini yapacak filmler arasında bulunuyor. Çevik’in ilk uzun metrajlı filmi “Tuzdan Kaide” yeni bir sinema dili yaratan her türlü belgesel ve konulu filme açık olan Forum bölümünde gösterilecek. Film, kaybolan kız kardeşini arayan hamile bir kadının hikâyesini anlatıyor.

Forum bölümünün yöneticisi Christoph Terchechte, filmin özelliklerinden birinin hiçbir erkek oyuncunun yer almaması olduğunu söylüyor. Terchechte, DW Türkçe’ye yaptığı açıklamada, filmde görüntülerle yaratılan dili “bugüne kadar ne Türk sinemasında ne de uluslararası sinemada gördüğüne” dikkat çekiyor.

Berlinale’den Türk sinemasına destek

Türk sinemasına ilişkin bir değerlendirme yapan Terchechte, özellikle son 25 yılda Türk sinemasından Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu gibi “çok ilginç” yönetmenler ve filmler çıktığını dile getirdi.

Türkiye’de sanatsal filmler yapanların devletten destek aldığını söyleyen Terchechte, özellikle son iki yılda projelere finansman bulmanın zorlaştığını kaydetti. Bu nedenle Berlinale olarak Türk sinemasına destek vermek istediklerini ifade eden Terchechte, Berlinale seçici kurul üyelerinin yeni filmler keşfetmek için her yıl Türkiye’ye giderek çeşitli festivallere katıldığını belirtti.

Terchechte, buna ek olarak bu yaz Berlinale Spotlight projesi kapsamında Türkiye’ye giderek Berlinale’yi Türkiye’de tanıtmayı planladıklarını, aynı zamanda bağımsız sinemacılara destek olmayı hedeflediklerini söyledi.

 

(Deutsche Welle Türkçe)

Dünyada içme suyunun tükenmesi tehdidi ile yüzyüze olan 11 kentten biri de İstanbul

Güney Afrika’nın Cape Town kenti, modern çağda içme suyu tükenen ilk büyük kent oldu. Ancak Cape Town yalnız değil, çünkü aralarında İstanbul’un da bulunduğu 11 büyük kent uzmanların su kıtlığı uyarısı yaptığı yerler arasında.

Birleşmiş Milletler’in onayladığı uzman araştırmalarına göre dünyada su talebi 2030 itibariyle arzın yüzde 40’ının üzerine çıkacak. Bunda iklim değişimi, insanların faaliyetleri ve nüfus artışının rol oynadığı vurgulanıyor.

Bütün kıtalarda, aralarında İstanbul’un da bulunduğu büyük şehirler su kıtlığıyla karşı karşıya ve bir çözüm bulmak için zamana karşı yarışıyor.

İstanbul ile birlikte İngiltere’nin Londra, Japonya’nın Tokyo, Mısır’ın Kahire, Brezilya’nın Sao Paulo, Rusya’nın Moskova, Meksika’nın Mexico City, Hindistan’ın Bangalore, Çin’in Pekin ve Endonezya’nın Cakarta içme suyu tükenmesi ile karşı karşıya.

Cape Town’ın kaderini paylaşmaya aday 11 kentteki son durum ise şöyle:

İstanbul

Türk hükümetinin resmi verilerine göre, ülke kişi başına düşen içme suyu miktarının 1.700 metreküpün altına indiği 2016’dan bu yana teknik olarak su stresi yaşıyor. Uzmanlar durumun 2030 itibarıyla kötüleşip, su kıtlığı yaşanabileceği uyarısında bulunuyor.

Geçtiğimiz yıllarda İstanbul gibi yoğun nüfuslu kentler, yaz aylarında su sıkıntısı yaşamaya başladı. Şehrin su rezervleri 2014’ün başlarında kapasitenin yüzde 30’unun altına düştü.

Sao Paulo

Brezilya’nın mali başkenti ve dünyanın en büyük nüfuslu 10 kentinden biri olan Sao Paulo (21,7 milyon kişiden fazla) 2015’te Cape Town’ın yaşadığına benzer bir durumla karşılaştı ve su rezervleri kapasitenin yüzde 4’ünün altına düştü.

Krizin en kötü anında, kentin 20 günden az içme suyu kalmıştı ve polis yağma olaylarını önlemek için su kamyonlarına eşlik etmek zorunda kalmıştı.

Bu duruma Brezilya’nın güneydoğusunda 2014-2017 arasında etkin olan kuraklığın neden olduğu düşünülüyordu, ancak Sao Paulo’daki BM misyonu, yetkili makamların “düzgün planlama ve yatırım eksikliğini” eleştirdi.

Su krizinin 2016’da “bittiği” sanılıyordu, ancak 2017’nin ocak ayında su rezervi beklenenin yüzde 15 altındaydı ve bu nedenle şehrin su arzı güvenliği yine şüpheli bir hale geldi.

Bangalore

Hindistan’ın Bangalore kentindeki yerel yetkililer, şehrin bir teknoloji merkezine dönüşmesinden sonra inşaat alanındaki büyüme karşısında ne yapacaklarını şaşırdılar ve kentin su ve atık su sistemleri bu büyümeyle başa çıkmakta zorlandı.

Daha da kötüsü, kentin antika sayılabilecek su tesisatı sisteminin acil elden geçirmesi gerekiyor. Ulusal hükümetin hazırladığı rapora göre kentin içme suyunun yarıdan fazlası boşa gidiyor.

Hindistan da Çin gibi, büyük bir su kirliliği sorunu yaşıyor. Bangalore’un da bu anlamda pek farkı yok. Kentin etrafındaki göllerde yapılan araştırmada suyun yüzde 85’inin sadece tarımsal sulamada ve endüstriyle soğutmada kullanılabileceği sonucuna varıldı.

Tek bir gölde bile içmeye ya da yıkanmaya uygun su yoktu.

Pekin

Dünya Bankası, su kıtlığını belirli bir alanda insanların yılda bin metreküpten az su içme suyu alabildiği durum olarak tanımlıyor.

2014’te Pekin’in 20 milyondan fazla sakini sadece 145 metreküp su alabildi.

Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 20’sine ev sahipliği yapan Çin, temiz su kaynaklarının sadece yüzde 7’sine sahip.

Columbia Üniversitesi’nin araştırmasına göre ülkenin su rezervleri 2000-2009 arasında yüzde 13 arasında azaldı.

Kirlenme sorunu da var. 2015’teki resmi verilere göre Pekin’deki yüzey suyunun yüzde 40’ı tarımda ya da sanayide bile kullanılamayacak kadar kirlendi.

Çinli yetkililer sorunu çözmek için dev su güzergahı değiştirme projeleri, eğitim programları ve çok su kullanan işletmelere yönelik fiyat artışları gibi önlemler gündeme getirdi.

Kahire

Dünyanın en büyük medeniyetlerinin kurulmasında büyük rol oynayan Nil nehri, günümüzde zorlanıyor.

Mısır’ın suyunun yüzde 97’sinin kaynağı, ancak aynı zamanda arıtılmamış tarımsal ve evsel atığın son ulaştığı nokta.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre Mısır alt orta gelir ülkeleri arasında su kirliliğinden çok sayıda ölümün görüldüğü yerlerden. BM de ülkede 2025 itibariyle kritik su kıtlıkları yaşanacağını tahmin ediyor.

Cakarta

Çoğu kıyı kenti gibi Endonezya’nın başkenti de, yükselen deniz seviyesi tehdidiyle karşı karşıya.

Ancak Cakarta’daki sorun insanların faaliyetleri nedeniyle daha kötüleşti. Kentteki 10 milyon kişinin yarısından azı su şebekesine bağlı olduğu için, kaçak su kuyusu kazılması yaygın görülen bir durum.

Bu nedenle yer altındaki sular çekiliyor ve taban çökmeleri yaşanıyor.

Dünya Bankası’nın tahminlerine göre bu nedenle Cakarta’nın yüzde 40’ı deniz seviyesinin altında kaldı.

Daha da kötüsü, yoğun yağışa rağmen, asfalt ve betonun yoğunluğundan yağmur suyunun emilememesi nedeniyle yeraltı suları yenilenemiyor.

Moskova

Dünyanın temiz su kaynaklarının dörtte biri Rusya’da, ancak ülke Sovyet döneminin endüstrisinin bıraktığı miras nedeniyle kirlilik sorunuyla karşı karşıya.

Bu durum özellikle su tedarikinin yüzde 70’inin yüzey sularından sağlandığı Moskova için kaygı verici.

Resmi kurumlara göre Rusya’daki içme suyu kaynaklarının yüzde 35 ila 60’ı içme suyundaki temizlik standartlarını karşılamıyor.

Mexico City

Meksika’nın başkenti Mexico City’nin 21 milyon sakininden pek çoğu için su kıtlığı yeni bir şey değil.

Nüfusun beşte birinin evindeki musluklardan sadece günde birkaç saat su akıyor ve yüzde 20’si de günün belirli kısımlarında su alabiliyor.

Şehir, suyunun yüzde 40’ını uzak kaynaklardan karşılıyor, ancak suyun geri dönüşümü adına hiç büyük bir operasyon yok. Su dağıtım şebekesindeki sorunlar nedeniyle kaybın yüzde 40’ı bulduğu tahmin ediliyor.

Londra

İngiltere’nin başkenti Londra, su kıtlığı düşünüldüğünde akla gelen ilk dünya kentlerinden biri olmayabilir.

Ancak gerçek çok farklı. Yıllık 600 mm yağmur alan kent (Paris’in aldığı ortalama yağışın yarısından az ve New York’ın aldığı yağışın yarısı) tükettiği suyun yüzde 80’ini nehirlerden karşılıyor.

Yerel yönetime göre şehir artık kapasitesini zorluyor ve 2025’te arz sorunları, 2040’ta da “ciddi su kıtlığı” görülecek.

Tokyo

Japonya’nın başkenti Tokyo’nun aldığı yağış miktarı Amerikalılar’ın “Yağmurlu şehir” adını verdiği Seattle’a benzer. Ancak yağmur sadece yılın dört ayında yağıyor.

Daha az yağışın olduğu bir yağmur mevsimi kuraklığa yol açabileceği için bu suyun toplanması gerekiyor.

Şehrin yöneticileri de bunu yaptı. Tokyo’daki en az 750 özel ve kamu binasında yağmur suyu toplama ve kullanma sistemleri var.

30 milyondan fazla kişinin yaşadığı Tokya’da yüzey sularına (nehirler, göller ve erimiş kar) yüzde 70 oranında bağımlı bir su sistemi var.

Son dönemde su şebekesine yapılan yatırımlarla da şebekedeki su kaybının yakın gelecekte sadece yüzde 3’e indirilmesi hedefleniyor.

Miami

ABD’nin Florida eyaleti ülkenin en çok yağmur alan beş eyaletinden biri. Ancak eyaletin en meşhur kenti Miami’de büyüyen bir kriz var.

20. yüzyılda girişilen yakındaki bataklıkları kurutma projesi yüzünden, Atlantik Okyanusu’nun suyu, kentin başlıca içme suyu kaynağı olan Biscayne yeraltı suyunu kirletti.

Sorunun 1930’larda tespit edilmesine karşın, deniz suyu hala yeraltı suyuna karışıyor. Özellikle de kentte deniz seviyesinin hızla artması nedeniyle, yeraltına geçtiğimiz yıllarda inşa edilen bariyerler işe yaramaz hale geldi.

Komşu kentler de sorun yaşıyor. Miami’nin birkaç kilometre kuzeyindeki Hallandale Beach’te tuzlu su karışması yüzünden sekiz kuyunun altısı kapatıldı.

 

(BBC Türkçe)

Akkuyu’nun finansmanı Jersey’den mi gelecek? – Çiğdem Toker

Bu yazı cumhuriyet.com.tr/ den alınmıştır

Kolin İnşaat Yönetim Kurulu üyesi Celal Koloğlu’nun Akkuyu Nükleer Güç Santralı (NGS) hakkında, Aysel Alp Süzer’in sorularına verdiği yanıtları önceki gün hurriyet.com.tr’de okuduk.

Koloğlu, Cengiz ve Kalyon şirketleri ile birlikte Akkuyu NGS’nin yüzde 49 hissesini almadıklarını resmen açıklayıp şöyle diyordu:

“Çünkü çok fazla belirsizlik var. (…) Biz belirsiz bir şeyin içinde yer almak istemeyiz. Bu hızla projenin 2023’e yetişmesi zor görünüyor.”

Akkuyu’ya, dün bu köşede de yer alan EÜAŞ’ın ortak olma ihtimaline ise Koloğlu şu karşılığı veriyor:

“Evet, böyle de bir düşünce var. Bizimki ortaklık şeklinde değil de inşaatını yapmak şeklinde olabilir. Zaten ana gövdeyi Ruslar kendileri yapacaklar, makine ekipmanları da kendileri getirecekler. Dolayısıyla biz sadece inşaat kısmını da üstlenebiliriz.” 
 
Kasım 2017’de duyurduk

Sekiz ay geçti.

Cengiz/Kolin/Kalyon üçlüsünün, Akkuyu NGS’nin yüzde 49’a kadar hissesini satın alacağı Haziran 2017’de duyuruldu. (Bu sınır milletlerarası anlaşmada var.) 
Satın almanın 2017 sonuna dek tamamlanacağı belirtiliyordu.

“Akkuyu’da Rusya denetimi” başlıklı yazımızda (28 Kasım 2017) şirketlerden ikisinin çekildiğinin konuşulduğunu, Rusya’nın Türk şirketleri denetleme kararının ardından bu çekilmenin gündeme geldiğini yazmıştık. Rusya devlet şirketi Rosatom bu üç şirketin “49 yıllık dayanıklılığı ve şöhretini” test etmek üzere ihale açmış, uluslararası denetim şirketi Baker Tilly’nin Rusya şubesi bu denetimi üstlenmişti.

Fakat ne olduysa, ihaleyi açan Rus devlet şirketi Rosatom, denetim ihalesini teknik bir sebeple iptal etmişti.

***

Kayda değer konu şu:

22 milyar dolar gibi bugüne kadarki en pahalı yatırım olmasına karşın ve kamu kaynaklarından milyarlarca TL’lik elektrik satın alma taahhüdüne girilmesine karşın Akkuyu NGS’nin finansmanı konusunda neler olup bittiğini, bizim resmi makamlar ve kaynaklar açıklıkla duyurmuyor. Bu durumda farklı kaynaklardan alınan bilgilerden, anlamlı bir “hakikat resmi” oluşturmak da biraz konuyu izlemeye çalışan bizlere düşüyor.

Bu vesileyle Rusya basınında çıkan bir habere değinelim:

Rusya RBC gazetesine göre, özel Türk şirketleriyle tedarik ve finansman konusunda sıkıntı çıkması nedeniyle çekilmeler yaşandığı, ortaklığın bundan sonra “Japonya ile benzer bir projeye zaten katılan devlet şirketi EUAS ile değiştirilebileceği” kayda girmiş.

***

Bu durumda dünkü yazıda gündeme getirdiğimiz soruları, biraz daha açarak tekrarlayalım.

EUAS ICC, ülke içindeki bürokrasiden, yani “içeride” şikâyet edilen güçlüklerden kaçmak için Jersey Kanal Adaları’nda kuruldu.

Kamu yararını gözeten ve kamu sermayeli EÜAŞ’ın, yüzde 100 iştiraki.

EUAS ICC’nin iştirak olması, kaynaklarının kamu kaynağı olması anlamına geliyor. Peki, öncelikle Sinop’ta yapılması planlanan NGS için kurulan bu şirket, aynı zamanda Akkuyu’ya da ortak olacaksa:

Kamu sermayeli bir vergi cenneti şirketinin, toplamda 40-45 milyar dolarlık yatırım bedelli iki devasa NGS projesine ortak olması ne anlama geliyor?

Bu kaynaklar nereden, nasıl gelecek?

Akkuyu’nun Sinop’un yatırım finansman bedelleri, EUAS ICC üzerinden, Jersey’den mi gelecek?

Nasıl?

Bu yazı cumhuriyet.com.tr/ den alınmıştır

 

Çiğdem Toker

Beşiktaş’ın ilk Sahaf Festivali 11 Şubat’a kadar Deniz Müzesi’nde

Antikacılar ve Sahaflar Derneği’nin öncülüğünde bu yıl ilk kez düzenlenen Beşiktaş Sahaf Festivali geçtiğimiz günlerde başladı.

Festivalde Beşiktaş, Beyoğlu, Ortaköy ve Kadıköy gibi İstanbul’un çeşitli semtlerinden 30 sahaf bir araya geliyor.

Nadir bulunan kitap, dergi, plak, eski belge, evrak, harita ve mecmuaları bir araya getiren festival 11 Şubat’a dek sürecek.

Sahaf Festivali, Beşiktaş Deniz Müzesi fuaye salonunda 10:00-20:30 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor.

Ayrıca binlerce eseri ziyaretçilerle buluşturan bu festivale girişler de ücretsiz.

 

(Yeşil Gazete)

Türkiye’de fuhuşa zorlanan Suriyelilerin sağlık durumları hakkında rapor hazırlandı

Savaşın en büyük mağdurları kadınlar ve çocuklar…

Komşu topraklarda 7 yıldır süren savaş binlerce kişinin başka ülkelere sığınmasına yol açtı.

Suriye’de süren iç savaş Türkiye’yi 3 milyon 424 bin kişiyle dünyadaki en fazla mülteci nüfusunu barındıran ülke haline getirirken, mülteci kadınların, gençlerin ve çocukların psikolojik ve fizyolojik şiddete hedef haline geldiği ortaya çıktı.

Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği, Türkiye’de fuhuşa zorlanan Suriyeli mültecilerin sağlık durumları ve sağlık imkanlarına erişimlerine dair bir rapor yayınladı.

İlk olma özelliği taşıyan raporun araştırma süreci 2016 yılının ikinci yarısında Türkiye’de 9 kentte gerçekleştirildi.

Birleşmiş Milletler (BM) Nüfus Fonu’nun finansal desteğiyle hazırlanan rapor; İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Hatay, Antep, Urfa ve Diyarbakır’da fuhuşa sürüklenen Suriyelilerle bire bir görüşülerek hazırlandı.

Raporun amacının, bu çalışmayla birlikte fuhuşa sürüklenen Suriyeli kadın ve çocukların yaşadığı sorunların, ihtiyaçlarının belirlenmesi; insan hakları konusundaki deneyimleri ve problemlerinin anlaşılması ile bu alanda çalışan kurum ve kuruluşların bir arada olarak sorunlara çözüm bulması olduğu ifade ediliyor.

Önemli bir kesimi gençler ve çocuklar oluşturuyor

Rapor, ilk olarak Suriye’deki iç savaşın başlamasıyla beraber Türkiye’de giderek artan Suriyeli varlığına işaret ediyor.

2011 yılında koruma altında olan Suriyeli sayısı sıfır iken 2017 yılında bu sayı 3.028.226’e ulaşmış durumda. Suriyelilerin önemli bir kesimini ise gençler ve çocuklar oluşturuyor.

Raporda ayrıca, 1.7 milyona yakın Suriyelinin İstanbul, Urfa, Hatay ve Antep’te toplandığı belirtiliyor.

Raporda, iç savaş ve benzeri çatışmalardan kaçanlar arasında kadınların, genç kadınların ve LGBTİ bireylerin fiziksel, cinsel, ekonomik, psikolojik şiddete daha fazla maruz kaldıkları aktarılıyor.

Rapor kapsamında, yukarıdaki bahsedilen kentlerde, Halep, İdlib, Rakka, Lazkiye, Hama, Homs, Deyr-ez-zor, Şam, Kobanê ve Haseke’den kişilerin bazılarının orada da fuhuşa zorlandıkları bazılarının ise Türkiye’de fuhuş ortamına sürüklendiklerini ortaya koyuyor.

‘Zorlama ve çocukların bakımı için…’

İnsan kaçakçılarının zorlaması ve çocuklarının bakımları da diğer nedenler olarak ortaya çıkıyor.

Görüşme yapılanlardan bir çoğu bakım masrafları hariç kalan parayı çocukları için kullandığını söylüyor.

İstanbul’da görüşme yapılanlardan bazıları ise, aldıkları paranın yarısını kafe sahiplerine verdiklerini belirtiyor.

Görüşme yapılanların çoğu çocuk sahibi ve çocuklarına bakmak için bunu yaptıklarını aktarıyor. Görüşülen kadınlardan biri “Eve ekmek gelmeli, çocuklarıma bakmalıyım, onlara kim bakacak?” diye soruyor.

Şiddet görse dahi polise gidemiyor

Raporda ayrıca, fuhuşa zorlanan Suriyeli mültecilerin adalet ve sağlık sistemiyle ilgili bilgi sahibi olmadıklarını gösteren bulgular ortaya konuluyor.

Çoğunun korunmasız cinsel ilişkiye zorlandıkları belirtilirken, genel sağlık servisleri konusunda çok az bilgiye sahipler. Çoğu şiddet gördüğü durumda da polise gitmiyor. Rapor ayrıca bu konuda çalışan kamu kurum ve kuruluşlarının da bu kişilerle ilgili bir politikası ya da planı olmadığını kaydediyor.

Bunun dışında sağlık hizmetlerine ulaşmada, Suriyeli oluşlarından ötürü karşıtlık ve dışlama yaşadıkları da ifade ediliyor.

Rapor, bu sorunların çözülmesi için kurumlar ve bireyler arası iletişimi esas alan önerilerde bulunarak tamamlanıyor.

 

(Gazete Karınca)

Hafriyat kamyonları ve piknikçiler Aydos Ormanı’ndaki canlıların yaşam hakkını gasp etti!

Gün geçmiyor ki toplumdaki bilinçsizlik ve yaşam alanlarına karşı sorumsuzluk yeni bir felakete yol açmasın…

Bu kez hedefte İstanbul Kartal’da bulunan Aydos Ormanı vardı.

Hafriyat kamyonlarının döktüğü moloz yığınları ve piknikçilerin attığı çöpler bölgede büyük kirliliğe yol açarken, vatandaşları isyan ettirdi.

Çöpler tüm ormanı kapladı. Ormanlık alanda yaşanan bu çevre katliamı ise havadan görüntülendi.

Görüntülerde, ormanlık alanda yol kenarına ve ormanın içine atılan moloz ve çöp yığınları, çevreyi kirletirken bir yandan da tehlikeye davetiye çıkardığı açıkça görünüyor.

Yol kenarlarına ve ağaç altına atılan evsel atıklar, karton kağıtlar, cam şişeler, naylon poşetler ve moloz yığınları gibi çöpler ormandaki canlıların yaşam hakkını adeta gasp ediyor.

Yaşanan bu çevre katliamına isyan eden vatandaşlar ise tepki göstererek, tüm şikayetlere rağmen yıllardır çözüm üretilmeyen bu kirliliğin artık temizlenmesini istiyor.

“Orman değil çöplük’’

Aydos ormanındaki katliama tepki gösteren Murat Şahin, “Buradaki çöplerin temizlenmesi lazım, orman değil çöplük gibi sanki burası. İnsanlar geliyor, berbat edip gidiyor her zaman” dedi.

Bakanlıktan açıklama

Orman ve Su İşleri Bakanlığı Kartal’da bulunan Aydos Ormanı’nda yaşanan kirliliğe dair dün resmi sosyal medya hesabından açıklama yaptı. Açıklamada,

“İstanbul Aydos Ormanlarıyla alakalı basında yer alan moloz ve çöp dökülmesine ilişkin görüntülere konu sahaların, koruma ekiplerince tespiti yapılmış olup çöp ve moloz yığınlarının kaldırılmasına başlanmıştır. Ekiplerimizce gerekli denetim ve kontrol faaliyetleri artırılmıştır.” denildi.

 

(Hürriyet, Yeşil Gazete)

“Sinop NGS, halka Sinop’u terk ettirme projesidir!”

*Haberin İngilizcesi için tıklayın.

Nükleer güç santrallerinin risk boyutu kazalarla sınırlı değil elbet lakin,  kabul etmek gerekir ki bu santrallerin meydana getirdikleri tahribat Türkiye’de özellikle Trakya ve Karadeniz’de etkileri 32 yıl önce meydana gelmesine rağmen etkileri bugün de sürmekte olan Çernobil Felaketi ile anlaşıldı.  7 yıl önce meydana gelen Fukuşima Nükleer Felaketi  ise  Çernobil’in sonuçlarından hiçbir ders almadığının bilakis, iktidarların bu tehlikeli kaynağı rant ve güç aracı olarak kullanmakta ısrarlı olduğunun ispatı gibi.  Nitekim OHAL için 6. uzatmanın da yapılmasıyla Türkiye’de siyasi iktidar, Sinop Nükleer Güç Santrali(NGS)’nin kurulması için adımların atılması yolunda açıkça halkı yok saymayı, onu görmemeyi tercih etti.

Yasaya aykırı olduğu halde basın mensuplarının bile “akreditasyonbahanesiyle alınmadığı bir  halkın katılımı toplantısı gerçekleştirilmeye çalışıldı. Sinop’ta bir nükleer santral kurulmasına dair söyleyecek sözü olan Sinop Nükleer karşıtı Platform (SNKP)‘un üyeleri, milletvekilleri,  Türkiye Barolar Birliği (TBB) Çevre Komisyonu temsilcileri, yerel yöneticiler, benim de içinde olduğum İstanbul Nükleer Karşıtı Platform(NKP) temsilcileri ve diğer illerden gelenlerle Sinop halkı örgütlü mücadelenin  başarılı bir örneğini gösterdi, tarihi bir direniş sergiledi. Dolayısıyla bu yazının da amacı,  halkın katılımı toplantısına dair detayları aktarırken biraz da siyasi iradenin, salondaki boş koltuklara rağmen kabul etmediği, görmek istemediği,tanımadığı, yok saydığı, hor gördüğü halka mikrofon uzatarak olabildiğince onların duygu ve düşüncelerini sizlere aktarmak olacak.

Halkın katılımı toplantısına alınmayan halk!

Yaşadıkları kentte yapılması planlanan nükleer güç santraline dair “Halkın katılımı toplantısına iştirak edip fikrini beyan etmek isteyenler  sabah 07:30’da kent merkezinde buluşarak iki otobüs ve arkasındaki araç konvoyu ile yola çıktı. Konvoy,  8 Kilometre uzaklıktaki Sinop Üniversitesi’nde 09:00’da başlayacak olan Sinop NGS Projesi için halkın katılımı toplantısına giderken hedefe 1 kilometre kala  4 ayrı noktada Genel bilgi tarama(GBT) araması nedeniyle durduruldu. Yine de toplantının başlangı saatinden 5 dakika önce hedefe ulaşan halk bu toplantıya alınmadı .

Toplantıya katılmak için 8 kilometre mesafeyi 1,5 saatte tamamlamasına izin verilmeyen konvoy

Aralarında Sinop Milletvekili Barış Karadeniz’in, İstanbul CHP Milltvekili Ali Şeker’in, Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal’ın ve  Sinop Merkez Belediye Başkanı Baki Ergül’ün ve Gerze Belediye Başkanı Osman Belovacıklı’nın da yer aldığı  yaklaşık 200 kişi,  güvenlik bariyerlerinin dışında bekletilirken  “Nükleer santral istemiyoruz! Nükleere inat yaşasın hayat! Kurtuluş yok! Ya tek başına ya hiç birimiz” sloganlarıyla haykırdı.

SNKP Sözcüsü Murat Şahin

Bu sırada mikrofon uzattığımız SNKP’den Metin Gürbüz iktidarın eleştiriye açık olmadığını , sisteme biat eden tek tip insanın yaratılmak istendiği için içeriye alınmadıklarını belirtirken Sinop çevre Dostları Derneği’nden Hale Oğuz duygu ve düşüncelerini “Dokuzuncu kez bir yakınımı kanserden kaybettim, Fukuşima Felaketine neden olmuş bir Japonya’nın bu proje içerisinde olmasını anlayamıyorum. Radyasyonu Hiroşima’ya atılan bombalarla tanıdık ve şimdi Fukuşima ile yarattıkları radyoaktif kirliliğe rağmen bunu yapıyorlar ne kadar acı “ ifade etti.

“Temsil ettiğimiz halk içeri alımıyorsa girmeyeceğiz!”

Yerel yöneticilerle milletvekilleri içeriye alınabilecekleri önerisini “Temsil ettiğimiz halk alınmıyorsa biz de içeri girmeyeceğiz diyerek redderken  TBB Çevre ve Kent Komisyonu üyesi avukatlardan Av.Berna Babaoğlu Ulutaş, Av.Arif A. Cangı , Av. İsmail H.Atal ve bu hukuksuzluğun gelecekte açılacak davalarda delil olarak kullanılabilmesi için  imza dilekçesi başlattı.

Kürsüye kanlı pirinç!

Halkın soğuk hava koşullarında ve yağmur altında bekletildiği sırada Akliman’da yaşayan ve toplantıya katılarak nükleer santral konusunda olumsuz görüş beyan eden dört tarım emekçisinden ikisinin ise göz altına alındığı öğrenildi. Eylemi gerçekleştirenlerden biri olan ve Nükleer mi Sinop’a mı Oldu Canım! adlı fotograf sergisiyle de tanıdığımız Volkan Atılgan halk salona alınmadığı için toplantının meşru olmadığını ifade ettiklerini ve  kurulması halinde ölüm tehlikesine işaret etmek için sembolik olarak “kanlı pirinç” atarak kürsüyü dağıttıklarını anlattı.  Atılgan, geceden hazırlık yaptıklarını ve bu şekilde sabah saatlerinde salona girebildiklerini, salonda yer alan Japon Mitsubishi ve Fransız Areva’nın temsilcileriyle de konuştuklarını ve projenin finansal açıdan güçlük çeken şirketlerini kurtaracakları için ne kadar mutlu olduklarını söylediklerini belirtti.

Milletvekiline biber gazı, yurttaşa gözaltı!

Otobüslere binerek kent merkezine dönen halk ise buradan Valiliğe ve Adliye binasına doğru yürüyüşe geçti. Valilik önünde yine kolluk kuvvetleriyle karşılaşan halk, biber gazı ve yumruklu saldırıya da maruz kaldı. Bu arbede esnasında SNKP üyelerinden İlker Şahin gözaltına alındı halk da sloganlarla Sinop Valisini istifaya çağırdı.

Sinop’ta yapılan halkın katılım toplantısına halkın katılmasını güç kullanarak engelleyen Valinin istifasını istemek üzere avukatların önerisiyle üzerinde talebi yapan kişinin TC kimlik no’su ve imzası yer alan bireysel dilekçeler hazırlandı ve bunlar toplu olarak valiliğe iletildi. Hemen ardından halkın bu talebini sözlü olarak iletmek üzere Çevre ve Kent Komisyonu üyesi avukatlarla yerel  yöneticiler ve milletvekilleri Valilik ile yarım saat süren bir görüşme gerçekleştirdi.

Valiliği istifaya çağıran dilekçe

Dilekçeler imzalanırken halkın görüşlerni almaya devam ettiğimiz zaman zarfında Sinop’lu yurttaş Prof.Dr  Aziz Konukman “Uluslararası sermaye ile işbirliği yapanların işidir. Biz bu projenin topluma yararını zararını tartışmak istiyoruz, tartıştırmıyorlar. Köyüm orası ya ben nasıl söz sahibi olmam? Devletimizin temsilcilerinin bize kucak açması lazım, fikrimize başvurmaları lazım, gaz sıkıyorlar”  diyerek duygu ve düşüncelerini ifade etti.

Soğuk ve yağmurlu havaya rağmen Valilik önünde en demokratik haklarını kullanmak isteyenlerin yok sayılmaya karşı ortaya koydukları eylem Sinop NKP Sözcüsü Murat Şahin ile sırayla milletvekilleri, Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Başkanı ve TTB Çevre ve Hukuk Komisyonu Başkanı duruma dair beyanda bulundu.

SNKP sözcüsü Murat Şahin nihai durum değerlendirmesini “Burada yapılan gözaltına alma işlemlerin  şiddetle kınıyoruz, Gözaltına alınan İlker Şahin, Engin Yılmaz ve Ali Dizdaroğlu arkadaşlarımızın serbest bırakılmasını istiyoruz. Bu toplantı bizce meşru değil gayrımeşrudur, bu toplantı kaduk olmuştır.Toplantıyı dar alanda yaparak oldu bittiye getirmeye çalıştılar. Oysa bu toplantı burda,bu meydanda bizim tarafımızdan gerçekleştirilmiştir” şeklinde yaptı.

Sinop Milletvekili Barış Karadeniz ise meclisteki konuşmalarında her zaman Sinop NGS projesine değindiğini fakat iktidarın bu konuda eleştri kabul etmediğini belirtti. İthal edilecek uranyumla nasıl yerli ve milli bir enerji üretiminin sözkonusu bile edilmemesi gerektiğinin altını çizdi.

NGS, Sinop halkının  Sinop’u terketmesi için yapılan bir projedir! ”

Bursa CHP Millletvekili Orhan Sarıbal ise sözlerine bu yazının başlığında yer verdiğimiz şekilde Sinop NGS projesinin  Sinop halkının bir süre sonra Sinop’u terketmesi için yapılan bir proje olduğuna ve Sinop halkının gözden çıkarıldığına işaret etti. Sarıbal sözlerine “Türkiye’nin enerjiye ihtiyacı var diye bir yalan hikayesi sürdürülüyor. Birilerinin kar ve para kazanması için bizim çevremiz kirletiyorlar çünkü hasta olduğunuzda yine o egemenlerin ilaçlarını kullanacaksanız. O egemenlerin hastanelerine gideceksiniz, onlara modern köle olarak hizmet deceksiniz. İşin özü budur, o yüzden siz değerli Sinop’luları mücadele etmeye çağırıyoruz. Geleceğinizin sürekliliği için mücadele etmek zorundasınız” şeklinde devam etti.

TBB adına konuşan Av. Berna Babaoğlu Ulutaş “Halkın katılım toplantısına barikatlar kurularak alınmadık, halkı dışalayan ve nükleer santral için her yolu mübah gören bir yaklaşım bunu kabul etmiyoruz, buna karşı direneceğiz” şeklinde beyanda bulundu.

Samsun EMO’dan Mehmet Özdağ ve Ankara EMO’dan Hüseyin Önder ile

Elektrik Mühendisleri odası(EMO) Başkanı Hüseyin Önder ise meseleye elektrik ihtiyacının bir yalan olduğu üzerinden yaklaştı.  “Türkiye’de de şu an arz fazlası var ,bakan da dile getirdi buna rağmen nükleer ve termik santraller yapılmak isteniyor”dedi .Önder, projelerde  alım garantisi olduğunun ve örneğin bu santralin kilovatsaat fiyatının 40 kuruş olduğunun  piyasadaki fiyatın ise 16,8 kuruşla %42 daha pahalı olduğunun, böyle bir projeye siyasi iktidarın alım garantisi verildiğinin altını çizdi.  Sözlerini Bu gerçekleri bugün bu toplantıya halk la birlikte katılsaydık anlatacaktık  fakat, bu toplantıya alınmadık, vaziyeti şiddetle kınıyoruz” diyerek tamamladı.

Konuşmaların ardından kalabalığın dağılması için halka “git!” dercesine TOMA’lar Valiliğin önüne konuşlanırken sohbet etmekte olduğum CHP Millevekili Orhan Sarıbal çekilmeden sorularımı cevaplamaya devam etmek istedi. Sinop’ta İstanbul ve Bursa milletvekillerini görmek çok ilgimi çekmişti.

Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal ile

Bakın Mv. Sarıbal sohbetimizde Bursa’dan Sinop’a destek vermenin  önemini nasıl anlattı:“Küresel ısınma gibi bir derdimiz varken kıyametin gelip çattığı bir noktada gelişmiş toplumlar nükleerden kömürden uzaklaşırken biz hala kirli işlerle uğraşıyoruz. Herşeyden önce, Türkiye’nin enerjiye ihtiyacı yok. Bu ısrar siyasal iktidarın rantçı ekonomik politikalarının yansımasıdır. Burada büyük bir hukuksuzluk var. Zorumuza giden budur. Sadece Sinop’u değil tüm Türkiyeyi ilgilendirmektedir, ben buraya  dayanışmayı büyütmek için geldim. Mücadeleyi büyütmezsek halkın polisini halkla karşı karşıya getirerek hukuksuz işlerini hayata geçirmek isteyenlere imkan tanımış oluruz.”

İstanbul NKP’nin kadınları da Sinop’taydı

Neticede 6 Şubat 2018 günü  de  halkın tanınmadığı, görülmediği, görüşlerine yer verilmediği bir halkın katılımı toplantısı olarak tarihe kalın harflerle kazınmış oldu.  Akkuyu, Sinop veya İğneada hiç fark etmez bu projeler gerçekleştirilirse tahribat süresi yüzyıllarca süren radyasyona dair  bugünkü siyasi iktidarların  “Bu şehre hatta ülkeye ihanet ettik” diyebilecek kadar ömrü olur mu? Olursa bizim ömrümüz bunu duymaya yeter mi bilemiyoruz. Tek bildiğimiz gelecek nesillere ne kadar çabaladığımızı göstermek ve bunun için yaşadığımız antidemokratik uygulamalar karşısındaki mücadelenin Türkiye ve dünyaya tarafından anlaşılmasını sağlamak için  tarihe not düşmek. Yazının sonuna gelirken valiliği istifaya çağıran dilekçeyi imzalarken içinde bulunduğumuz haleti ruhiyeyi ve  bu niyeti Nazım Hikmet’in Hiroşima’ya atılan atom bombasıylayaşamını yitiren çocuklara dair yazdığı “Küçük Kız Çocuğu” şiirinden mısralarla  ifade edelim.

“Teyze amca bir imza ver, çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler!”

 

(Yeşil Gazete) 

Pınar Demircan