Ana Sayfa Blog Sayfa 2902

Olmaz olsun öyle robot – Ümit Kıvanç

Bu yazı gazeteduvar.com.tr sitesinden alındı

Uyandığımda telefonumda bir mesaj buldum:

“Guvenli Internet Gununuzu tebrik ederiz. Tamamen ucretsiz olan Guvenli Internet Hizmeti, sizi ve ailenizi Internetin zararlı iceriklerinden korur. Bilgi icin www.guvenlinet.org.tr Bilgi Teknolojileri ve Iletisim Kurumu”.

Böyle bir mesajın mânâsını duralamaksızın idrak edebilecek her TC vatandaşı gibi, “Eyvah!” dedim içimden. Yerimde doğruldum. Mesajı tekrar okudum. Ne denmek istendiği belliydi: Bu topraklara hükmeden o kutsal varlık adına hayatınıza müdahale ediyoruz ve siz buna, itiraz etmek şöyle dursun, sevinmek, yaptığımızı onaylamak ve hattâ bize katılmak zorundasınız.

Mesajın ilk cümlesi, “Guvenli Internet Gununuzu tebrik ederiz”, bir eli yumruk yapıp öbürüyle üzerine vurarak “aha!” gibi bir ses eşliğinde şaklatma veya bildik nah işareti gibi bir “iceriğe” sahipti: Elimizdesiniz, size ne istersek yaparız. Üstelik, size yaptıklarımızdan ötürü kapılacağınız çaresizliği, güçlünün iradesine tâbi olmanın coşkusuna dönüştürmek durumundasınız. Zaten… elinizden başka türlüsü gelmez, çünkü biz “Bilgi Teknolojileri ve Iletisim Kurumu”yuz; “Kurum”uz yani, her şey bizim elimizde, istersek size o Internet bağlantısını bile vermeyiz. Yoksa kudretimizden şüphe mi ediyorsunuz? Etmeyin. Bakın, biz sizin bir aileniz olduğunu, hepsi adına sizin karar vereceğinizi filan da biliyoruz, daha siz söylemeden. Buradan, aileniz yoksa sizi kaale almadığımız anlamını da çıkarabilir, hattâ bunu da ayrıca mesaj olarak kabul edebilirsiniz; etmeyin, kendinizi gereksiz yere üzmeyin, gerekirse biz üzeriz. Biz sizin “iceriğinizi” biliyoruz!

İşin kudret, yani aslında zorbalık kısmında sanırım, karşı yönden gelerek de olsa, havuz medyasının ortalama yöneticisi bile farklı düşünmez. Bizim üzüldüğümüz ve ürktüğümüz şeye o seviniyor ve tapınıyor; ama olguya dair tespitimiz muhtemelen aynıdır. Çünkü bugün bu topraklarda yaşamanın çaresini güçlüye tapınmakta bulmuş ahali de neyin ne olduğunu bilmez değil. İşler iktidar açısından azıcık ters giderse bu tapınma işinde de pürüzler çıkacaktır. Lâkin şu anda mevzu bu değil.

Evet, “Bilgi Teknolojileri ve Iletisim Kurumu”. Bu Kurum, allahtan Türkçe karakter içermediği için olması gerektiği gibi yazılabilen “Kurum” kelimesinin bütün titreticiliğiyle karşımızda dikilen koca müessese, bu vasfından ötürü kazandığı doğal hak icabı utanmadan sıkılmadan, bilgi ve teknolojiyle ancak ne kadar ilişkisi olduğunu bize duyuruyor aslında, “Guvenli Internet Gunu” mesajı yollarken. 2018 yılına gelinmiş, Türkçe karakterleri “iceremeyen” mesaj gönderiyor. Zaten haddi olmayan sansür ve filtreleme işleri peşinde ve interneti özellikle “bilgi”den uzaklaştırmak için ne lazımsa yapıyor ve muktedirlerin sopası olmak dışında herhangi bir gayesi var mı, şüpheli… Bir de hepimizle alenen alay ediyor.

2018 yılında insanlara kendi dilinde doğru dürüst yazılmamış mesaj göndermek bizimle alay etmektir. O internet adresinden sonra da nokta konmalı! “Gununuz”muş!

Üstelik bu rezillik hangi devirde oluyor? Yerli-millî her bişey şahlanmış da, kimliğimizi buluyormuşuz da falan devrinde. “Onların” icat ettiği aletlerle, “onların” icat ettiği, kurduğu, geliştirdiği internet âlemini, yine “onların” icadı yöntemlerle bize zehir etmekle meşgûlsün. Sen kendi dilinde mesaj gönderemiyorsun; bu afra tafra nedir?

Tam bunun üzerine açılacak konuyu sanırım tahmin edersiniz: Bakanın sözünü kesen robot hadisesi.

YAKIN TARİHİN ÖZETİ, BÜNYEMİZİN ÖZÜ

Nâçizâne diyorum ki, “bakanın sözünü kesen robot” haberi, yakın tarihimizin özetidir, hattâ özüdür. II. Mahmut’la filan başlatabileceğimiz bir tarihin. Ruhu “robot olsun, ama bakanın sözünü kesmesin” diye tarif edilebilecek bir tarihin.

Üstelik bu yakın tarihi bu şekilde tarif edince, bugün bünyemizi bölen, parçalayan, tamamı yerli-millî tek vücut haline gelmekten alıkoyan münasebetsizce ayrımlar da birden yok olacaktır. Hangi döneminde bu ülke bakanın sözünü kesen robot istedi? Veya robotun bakanın sözünü kesmesine müsamaha gösterdi? Veya robotun bakanın sözünü kesmesi riskini göze aldı? Veya bakan sözü kesen robota tahammül etti?

Tamam, E.T.’yi falan çok sevdik, fakat biz bakan sözü kesen robot ihtimalini sevmedik, değerli okurlar. Bakanın sözünün kesilmesi ihtimalini sevmedik. Sevmeyiz. Dilimizi de doğru yazmayız. Hattâ bu yüzden, neme lazım, doğru yazarlar da mahçup oluruz diye bizim yanımızda başkalarının kendi dillerinde yazmalarını da sevmeyiz.

Gazete yazısıdır, olayın ne olduğunu kısaca kaydetmeden olmaz, atlamayayım: Bu “Guvenli Internet Gunu” meğer bayağı mühim bir şeymiş, bunun için bir “program” tertiplenmiş, Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan da burada konuşma yapıyormuş. Bakan konuşmazsa program program olmaz. Ve fakat şu işe bakın ki, bakanın kim bilir ne kadar mühim konuşması sırasında, kimi haberlere göre -buraya dikkat!- “programı sunan robot”un sık sık söz kesmesi üzerine bakan öfkelenmiş, bu topraklarda yetişmiş ve herhangi bir şekilde devletle karşılaşmış hepimizin muhtemelen pek iyi bildiği o değdiği yeri titreten bakışları etrafta gezdirip, “Robotu kim kontrol ediyorsa,” demiş, “onun gereğini yapın lütfen!” Bu “lütfen”i de meselâ başta bakanlık çalışanları, ezcümle memurlar pek iyi biliyordur. Tercümesini buraya yazamam.

Fakat robota bak! Sen kim oluyorsun…

Üstelik bu bakan, “Bugün televizyonlarda sansür mü var?” vecizesinin sahibi, şu sözleri bilumum münafığın suratına tokat gibi çarpmış devlet adamı: “…biz gerek televizyon yayıncılıkları, gerek radyo yayınları konusunda eğer milli güvenliğe müzahir, ülkenin ahlaki düzenine müzahir bir yanlışlık yapılıyorsa bununla ilgili işlem yapmak durumundayız, yapıyoruz. Bugün televizyonlarda sansür mü var? Her program yayınlanabiliyor. Herkes, hakkaniyet ölçülerinde değer yargıları ölçüsünde yayınları yapılıyor. Hiç bir şekilde hiçbirinin bir yayını engellenmiyor. Nereye kadar? Bir yanlış yayın, ülkenin milli güvenliğine, bekâsına, insanlarımızın değer yargılarına zarar verecek bir yayın yapılıyorsa o zaman müdahale ediliyor.”

Bakan diyor ki: “Yanlış yayın” diye bir şey var, meselâ. Dilini doğru düzgün yazamayan yetkililerin teşhis ve tedip edeceği. Ülkenin “bekâsına” zarar verebilecek yayın var! Mazallah! TV’den bir yanlış yayın, sabah kalkıyoruz, ülke elden gitmiş! Sonra, “insanlarımız”ın “değer yargıları” diye bir şey var. “İnsanlarımız” tek bir grup. Tek bir “değer yargıları” sistemine bağlı yaşarlar. İşte o TC terbiyesi görmemiş robotun kesmeye kalktığı sözler bunlar. Kesilmesi teklif dahi edilemez sözler.

Robot haberini Hürriyet’ten okudum ve şahsen, haberin son cümlesinde kapıldığım teessürü sizlerle de paylaşmak isterim, belki acım hafifler: “Bunun üzerine robot uzaktan kontrol edilerek sahneden uzaklaştırıldı.”

Hüznün tarifi bu. Kimse robotun o anda hissettiklerini…

Bakın, bir defa daha okuyun: “…robot uzaktan kontrol edilerek sahneden uzaklaştırıldı.” Size de bir haller olmadı mı? Birden gözleriniz dolmadı mı?

Ama ülkemizin coğrafî konumunu ve içinden geçmekte olduğumuz şu kritik dönemi göz önüne alarak gerçekçi olalım: o da yapmasaydı. Yapılmaz. Bakanın sözü kesilmez. Ya bakanın sözü kesilmeyecek ya da robot mobot olmayacak. Batı’nın fenni ahlâksızlıkla beraber geliyorsa uzaktan kontrol edilerek… sahneden… n’apılır? Uzaklaştırılır.

Geriye “Guvenli Internet Gunu”muzu kutlayan, muktedirlerin bilgi ve teknoloji celladı Iletisim Kurumu kalır. Kurum kalsın, robot kalmasın. Kalacaksa haddini bilsin. Haddini bilmeyen uzaktan kontrolla sahneden uzaklaştırılsın. El-kol kırmaya da gerek kalmasın. Fakat muktedirin içi soğumaz ki öyle uzaktan kumandayla… Uzaktan kumandayı sağlam yapsınlar, onunla kafasına vurulsun.

Farkındaysanız burada kendine göre bir ilerleme stratejisi yatıyor. Üstelik kökü tarihimizde. Robot “Andımız” yerine ezan okuyunca, bakanın sözünü kesmedikçe, “Bilgi ve Iletisim Teknolojisi” stratejisinde önemli değişiklik olmaz. İstiklâl Marşı’nda uzlaşılır. Onda da araya girmeye kalkarsa artık… hurdacıya verilir.

Belki de elin teknolojisiyle robot işine girilmemeli. Ya da anaokulundan itibaren daha sıkı tutmak lazım. Her hâlükârda sıkı tutmak lazım. Millî güvenlik, bekâ, değer yargıları… bunlara ayak uyduramayan robotu uzaktan kontrolla sahneden uzaklaştırmakla da uğraşılmamalı hakikaten. Bakan sözü kesmeyi mübah görenlerimizin hurdacıya verilmesi, Türk Tabipler Birliği’nin vatan haini ilan edildiği ortamda, fena çözüm sayılmaz.

Kıssadan hissemiz şu olsun: Robotluk da çare değil.

Ümit Kıvanç – Gazete Duvar

Maçka Parkı’nın bir bölümü kapatıldı, ağaçlar işaretlendi

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen Dolmabahçe-Levazım tüneli projesi kapsamında daha önce bir bölümü alüminyum plakalarla kapatılan Maçka Demokrasi Parkı’nın Beşiktaş’ın stadı Vodafone Park’a bakan kısmı da sabah saatlerinde gelen işçiler tarafından kapatılmaya başlandı. Kapatılan alandaki ağaçlar ise tek tek sayılarak kırmızı boyalarla işaretlendi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen Dolmabahçe-Levazım Tüneli projesi kapsamında Maçka Demokrasi Parkı’nın Beşiktaş Vodafone Park’a bakan kısmı kapatılmaya başlandı. Kapatılan alandaki ağaçlar tek tek sayılarak kırmızı boyalarla işaretlendi.

Dolmabahçe-Levazım-Baltalimanı-Ayazağa tünel projesi kapsamında Maçka Parkı’nın bir bölümü daha önce alüminyum plakalarla kapatılmıştı.

Proje kapsamında çalışma alanı içerisinde toplam 199 ağaçtan 85 adeti Sarıyer’deki Mehmet Akif Ersoy Parkı’na, park dışında kalan 114 ağaç da farklı bölgelere nakledilecek. Çalışmalar tamamlandıktan sonra bölgede tekrar ağaçlandırma yapılacak.

Çalışmalar sırasında Bayıldım caddesi, Kadırgalar caddesi girişinden Swissotel’e kadar olan bölüm trafiğe kapatılacak. Kadırgalar caddesi istikametinden Maçka ve Nişantaşı bölgesine gidecek araçlar Harbiye istikametine devam edip bölgeye Mim Kemal Öke caddesi üzerinden ulaşılacak.

Süleyman Seba caddesi üzerinden Taksim Kabataş ve Karaköy istikametine gidecek araçlar, Bayıldım Caddesine açık olan kısmı kullanarak Prof. Dr. Allaeddin Yavaşça ve Vişneli Tekke sokaklarını kullanarak Dolmabahçe ve Kadırgalar caddeleri üzerinden istediklere bölgeye ulaşacak.

 

(Sputnik News, Sözcü)

Matt Damon: Çocuklarımızı gezegenimize daha saygılı davranacak şekilde eğitmeliyiz

İklim değişikliğinin yol açtığı çevresel sorunlara karşı farkındalık yaratmaya çalışan Hollywood aktörlerinden Matt Damon katıldığı Venedik Film Festivali’nde Tuhaf Dergi’den Nando Salva’ya konuştu.

9 Mart 2018’de Türkiye’de vizyona girecek olan “Downsizing / Küçülen Hayatlar” filmiyle beyazperde de göreceğimiz Damon, çevre sorunlarıyla mücadele kapsamında yapılacak en acil şeyin çocuklarımızı üzerinde yaşadığımız gezegene kendimizden daha saygılı davranacak şekilde eğitilmesi gerektiğini söyledi.

Temiz suya ulaşamayan bölgelere su ulaştırmak amacıyla 2009’da Water.org’u kuran Damon, su kıtlığının önümüzdeki 10 yılda toplumun en ağır sorunlarından biri olacağı uyarısında bulundu.

Çevreci bir yergi olan “Küçülen Hayatlar” Norveçli bir bilim insanının aşırı nüfusa çözüm olarak insanları 13 santimetreye küçültmeyi keşfetmesi ve bunu 200 yıl içinde gerçekleşecek global bir dönüşüm olarak sunması sonrasında olacakları hayal ediyor

“Para yemeyen bilimcilerin yüzde doksan dokuzu, biz insanların gezegeni mahvettiğimiz konusunda hemfikir”

-Yeni filminiz Küçülen Hayatlar’da mizahı, insanları çevre sorunları konusunda daha da bilinçlendirmek için bir araç olarak mı kullandınız?

Öyle olmasını umuyorum. İklim değişikliğini reddeden iş çevrelerinden para yemeyen bilimcilerin yüzde doksan dokuzu, biz insanların gezegeni mahvettiğimiz konusunda hemfikir. Yeni kuşakların bizim hakkımızda ne düşüneceklerini merak ediyorum çünkü korkunç derecede sorumsuzca davrandığımız apaçık ortada! Geldiğimiz şu noktada, yenilenemeyen kaynaklar kısa zamanda tükenip biteceğinden, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması dünyanın her tarafında çoktan yaygınlaştırılmış olmalıydı. Buna rağmen böyle bir noktadan o kadar uzakta duruyoruz ki… Vakit kaybetmeden eyleme geçmemiz gerekiyor.

“Yapılması gereken en acil şey, çocuklarımızı üstünde yaşadığımız gezegene kendimizden daha saygılı davranacak şekilde eğitmek”

-Bu yönde kendinizde, hayatınızda köklü bir değişiklik yapmayı düşündünüz mü?

Bazen düşünüyorum, evet. Yazları genellikle Kostarika’ya gider, elektriklerin sık sık kesildiği ormanlık bir alanda haftalarca kalırız. O koşullarda hayat tarzınızı, doğanın size dayattığı koşullara uydurmayı öğreniyorsunuz. Ondan sonra Los Angeles’a geri döndüğünüzde, uçaktan indiğiniz andan itibaren kendin ne kadar devasa bir büyüklükte olduğunu görüyor ve bu konuya kafa yormaya başlıyorsunuz. Yapılması gereken en acil şey, çocuklarımızı üstünde yaşadığımız gezegene kendimizden daha saygılı davranacak şekilde eğitmek. En ufak ve en aptalca ayrıntılara bile dikkat etmek gerekiyor. Sözgelimi benim çocuklarım dişlerini fırçalarken muslukları kapalı tutuyorlar, ki ben çocukken hiç böyle şeylere dikkat etmezdim.

Su kıtlığı önümüzdeki 10 yılda toplumun en ağır sorunlarından biri olacak

-Fakat bugün, 2009’da kurduğunuz Water.org’daki çalışmalarınızla suyun daha sorumlu biçimde kullanılmasının savunuculuğunu üstlendiniz…

Gayret ediyorum diyelim. Bizim hedefimiz dünya çapında içme suyu bulma imkânından yoksun, zamanlarının çoğunu suya ulaşmak için kilometrelerce yol yürümekle geçiren ve bundan dolayı yoksulluğa mahkum olmuş milyonlarca insana yardım eli uzatmak. Şunu söylemekten gurur duyuyorum ki birçok ailenin daha sağlıklı ve vakarlı bir hayat sürmelerini, birçok çocuğun beşinci doğum günlerini kutlamalarını sağlayarak çok sayıda kişinin hayatını değiştirmeyi başardık. Su kıtlığı ya da hiç su bulamamak muhtemelen önümüzdeki 10 yılda toplumumuzun en ağır sorunlarından biri olacak.

“Trump’ın başkan olması berbat bir şey”

-Gezegeni zerre umursamayan Donald Trump gibi bir başkanınızın olması sizde nasıl duygular uyandırıyor?

Bu berbat bir şey. Hala ona alışabilmiş değilim ve dürüst olmak gerekirse, asla alışmak istemiyorum. Trump’ın seçimi kesinlikle kazanamayacağını düşünecek kadar safça bir görüşü benimsediğimi itiraf etmem gerek. New York ve Kaliforniya’da yaşayıp çoğu ilerici olan insanların yanı sıra, ülkenin geri kalan kısmında çoğunlukla benimkinden çok farklı hayatlar süren insanlar da bulunduğunu kavrayamamışım.

 

Röportajın tamamına Tuhaf Dergi’nin Şubat 2018 sayısından ulaşabilirsiniz.

 

(Yeşil Gazete)

Türkiye ile Rusya’nın kara deliği Akkuyu – Pelin Cengiz

Bu yazı artigercek.com/ dan alınmıştır

Türkiye’nin Akkuyu nükleer santralinin yapımıyla ilgili süreci tam bir yılan hikayesine döndü. Malum, Türkiye nükleer santralin inşaasına bir an önce başlayıp, santrali de 2023’te devreye sokmaya çalışıyor.

Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerde iki tarafın da koz olarak kullandığı Akkuyu finansmanından yönetimindeki değişikliklere, uçak krizi sırasında Rusların Akkuyu NGS’deki yüzde 49’luk paylarını satmak istemelerinden projenin bitiş tarihinin sürekli ileriye atılmasına kadar pek çok sorun mevcut.

Ancak, son gelişmelerle birlikte görünen o ki, pek çok belirsizlik aynı anda devrede.

Biraz geriye giderek önce hafıza tazeleyelim.

Rus savaş uçağının 24 Kasım 2015 tarihinde Türkiye jetleri tarafından düşürülmesiyle Moskova ile Ankara arasında yaşanan gerilimin ardından Rusya’nın Türkiye’ye karşı uyguladığı ekonomik yaptırımlar, Akkuyu’nun inşası ile ilgili soru işaretleri yaratmıştı. Hatta Erdoğan, Rusya’nın buraya 3 milyar dolar harcadığını belirterek, “Rusya yapmazsa gelir başkaları yapar” demişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Başbakanı Vladimir Putin arasındaki görüşmeler ilişkilerin normalleşmesinde kilit rol oynadı. İlişkiler düzelince, Türkiye tarafı Ağustos 2016’da Akkuyu’yu “stratejik yatırım” statüsüne aldı. Stratejik yatırım statüsüyle santral, vergi muafiyetleriyle teşviklerden faydalanma ayrıcalıklarına sahip oldu.

Daha sonra 9 Mart 2017’deki ikinci ziyaretin ardından Mayıs 2017’de nükleer enerji santralleri ve lisanslı depoculuk faaliyetlerinin devlet yardımlarından yararlandırılan “öncelikli yatırımlar” arasına alınmasına karar verildi.

Bakanlar Kurulu kararıyla, her iki yatırım konusu, yatırımlarda devlet yardımları hakkında kararın “öncelikli yatırım konuları” başlıklı maddesine eklendi. Bu sayede Akkuyu Nükleer A.Ş.’ye 76 milyar lira sabit yatırım tutarlı “teşvik belgesi” verildi.

Akkuyu, tam teçhizatlı teşvik ve muafiyet zırhıyla donatılırken, Haziran 2017’de ilginç bir gelişme daha yaşandı. 2017’nin ortalarında Rus Rosatom, Akkuyu nükleer santrali projesine Cengiz Holding, Kalyon İnşaat ve Kolin İnşaat’tan oluşan CKK Konsorsiyumu’nu dahil etme kararı aldı. Akkuyu’ya Türkiyeli şirketleri de dahil edecek sözleşmeye imza atıldı.

Açıklamaya göre, konsorsiyum Akkuyu Nükleer A.Ş. hisselerinin yüzde 49’unu satın alacak, söz konusu yüzde 49 hisseyi konsorsiyumu oluşturan üç şirket yüzde 16.3 olarak eşit şekilde paylaşacaktı. Anlaşmanın sonunda projenin uygulanmasına yetecek bir kuruluş sermayesi oluşturulacağı ve ihtiyaç duyulan büyüklükte kredi finansmanını çekme imkanı sağlanacağı belirtilmişti.

Ancak, dünkü gelişmelerle birlikte işin rengi değişti. Meğer, konsorsiyum geçen yılın sonunda tamamlanması gereken süreçte yüzde 49’luk hisseyi devralmamış.

Rus haber ajansı RBC’nin haberinde, Kolin İnşaat ve Kalyon İnşaat’ın projeden çekildiği kaydedildi. İki şirketin yerini kamuya ait Elektrik Üretim A.Ş.’nin (EÜAŞ) alabileceği belirtildi.

Kolin İnşaat Yönetim Kurulu Üyesi Celal Koloğlu, ortaklığın henüz resmiyet kazanmadığını çünkü yüzde 49 hisseyi devralmadıklarını ifade ederek, “Almak da istemedik. Çok fazla belirsizlik var. Genel olarak birtakım sıkıntılar var. Parasal sıkıntılar var. Biz belirsiz bir şeyin içinde yer almak istemeyiz. Zaten projenin 2023’e yetişme imkanı yok. Rus tarafından belirsizlik giderilmeden biz hisse devri istemedik” dedi.

Belli ki, firmaların çekilme gerekçesi kaynak yetersizliği.

Aslında bu açıklama, öteden beri konuşulan ancak kimsenin açıkça ifade etmediği üzere Rusların bu projenin yatırım maliyetini tek başlarına bulamayacağı gerçeğine dayanıyor. Konsorsiyumdaki üç şirketten ikisi çekildiğine göre, yola EÜAŞ ile devam etme ihtimali yüksek görünüyor.

Zaten RBC’nin haberinde ayrılan şirketlerin yerine EUAS International ICC şirketinin geçme ihtimalinden bahsediliyor. Bu şirket EÜAŞ tarafından vergi cenneti Jersey Kanal Adaları’nda 50 milyon dolar sermayeyle “Sinop Nükleer Güç Santrali’ndeki faaliyetlerin pratikliği için” kurulmuştu.

Şimdi bunun ne anlamlara gelebileceğini bir hesaplama ile anlatmaya çalışalım.

Proje takvimine göre, inşaat lisansının 2015 sonunda alınması, ilk ünite inşaatının Ocak 2016’da başlaması öngörülüyordu. Bu kapsamda ilk ünitede elektrik üretiminin 2019’da başlaması hedefleniyordu. 2015’te santralin, 2022’de devreye gireceği açıklanmıştı. Ardından Akkuyu NGS yönetimi, son hedefin 2023 olduğunu belirterek, tarihi bir yıl daha ileri taşımıştı.

Ancak, tüm bu gecikmelerin bir de maliyet boyutu var. Epeydir santralin, 20 milyar dolara mal olacağı ancak gecikmeler sebebiyle bu rakamın 25 milyar dolara çıkabileceği ifade ediliyor. Türkiye’nin Rusya’ya verdiği alım garantisinde üretilecek her 1 KWH elektrik için fiyat 12,35 dolar sent. Devletlerarası anlaşmanın yapıldığı 6 Ekim 2010 tarihinde 1,42 olan dolar kuru, aradan geçen altı yıldan fazla sürede 3,78 seviyesine geldi.

Devletlerarası anlaşmaya atılan imzanın üzerinden sekiz yıl geçmesine rağmen hala ortaklık yapısı netleşmiş değil. Bugün itibariyle henüz çivisi çakılmamış Akkuyu nükleer santralinin üreteceği elektrik devlete neredeyse üç katına mal oldu.

Kanuna göre, santralin I. ve II. ünitelerinde üretilecek elektriğin yüzde 70’ine, III. ve IV. ünitelerinde üretilecek elektriğin yüzde 30’una 15 yıl satın alma garantisi verildi. Elektrik satın alma anlaşmasının ilgili maddesinde, elektrik fiyatındaki yıllık değişime bağlı olarak projenin geri ödemesinin sağlanması açısından, fiyat limiti üst tavanının 15,33 dolar sent olarak hesaplanacağı belirtiliyor.

Dolayısıyla, Türkiye’nin henüz ortada olmayan, akıbeti sürekli değişen bir projeden gelecek elektriğe harcayacağı miktar durduğu yerde sürekli artıyor.

Ayrıca, Rusya ile ilişkiler gerek ekonomik gerekse jeopolitik sebeplerle anlık olarak değişebiliyor.

Diğer yandan, stratejik yatırım statüsüne sahip Akkuyu projesi, KDV istisnası, gümrük vergisi muafiyeti, vergi indirimi, sigorta primi desteği, arazi tahsisi, kredi faizi desteği, stopaj desteği ve bazı şartlarda KDV iadesi imkanlarına sahip. Aynı zamanda Varlık Fonu’nun kuruluş amaçlarında zikredilen projeler arasında yer alıyor.

Akkuyu, hem Türkiye’nin hem Rusya’nın gerçek bir kara deliği halinde.

Bu yazı artigercek.com/ dan alınmıştır

 

Pelin Cengiz

Torba tasarıyla Süryanilerin mal varlıkları iade edilecek

Torba tasarıdan “Süryani cemaati” sürprizi çıktı.

2014’te Devir Tasfiye ve Paylaştırma Komisyonu’nun Süryaniler’e ait kilise ve manastırların Diyanet’e devrine karar vermesinden sonra gelen tepkiler üzerine bu karar uygulanmamıştı.

Bunun yerine Süryanilere ait mülkler Hazine’ye devredilmişti.

Taşınmazların ve vakıfların gelir kaynağı olan mülklerin kendilerine iade edilmesi için mücadele eden Süryanilere torba tasarıyla iyi haber geldi.

Torba tasarı ile daha önce kamuya devredilen Süryani cemaatinin mal varlıklarının bir kısmı geri verilecek.

Hacer Boyacıoğlu’nın Hürriyet’te çıkan haberine göre tasarıyla, Süryanilerin malvarlıklarıyla ilgili süreç, Mardin’in büyükşehir olması ve köylerin mahalleye dönüştürülüp il idaresine bağlanması suretiyle başladı.

Mardin Valiliği Devir Tasfiye Paylaştırma Komisyonu, Süryanilere ait çok sayıda kilise, manastır, mezarlık ve benzeri mülkleri kamu kurumlarına devretti.

Midyat Süryani Deyrulumur Mor Gabriel Manastırı Vakfı avukatı Rudi Sumer, torba tasarıya eklenen maddeyle Süryanilerin sorununun ‘kısmen çözüldüğünü’ belirtti:

“İadesi planlanan 30 mal varlığı arasında Mor Melki, Mor Yakup Mor Dimet Manastırı var. Bu üçü önemli.”

 

(Hürriyet)

[Yeşil İşler] 350.org, “Türkiye kampanyacısı” arıyor

İklim değişikliğinin çözümü için küresel ölçekte çalışmalar yürüten 350.org, “Türkiye kampanyacısı” arıyor.

İlgili pozisyona dair aranan genel nitelikler ile iş tanımı hakkında detay bilgi almak için Boards Greenhouse sitesindeki İngilizce ilan sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

 

Yeşil iş ilanlarınız artık Yeşil Gazete’de

Yeşil İşler sayfamız için tklyn

 

(Yeşil Gazete)

 

Şili de kömüre veda edenler arasına katıldı

Kömürden vazgeçenlerin sayısı artıyor.

Kömürü terkeden ülkelerin arasına Şili de katıldı.

Şili Hükümeti ve Güney Amerika’nın en büyük enerji şirketlerinin üyesi olduğu Şili Elektrik Üreticileri Derneği (Generadoras de Chile – The Chilean Generating Companies Association) tarihi bir anlaşmaya imza attı.

Anlaşma kapsamında, Şili Elektrik Üreticileri Derneği’ne bağlı firmalar karbon tutma ve depolama veya eş değer teknolojileri olmayan yeni kömür projesi yatırımı yapmayacağını garanti ediyor. Bununla birlikte Bakanlık ve Dernek arasında kömür yakıtlı termik santrallerin aşamalı bir şekilde ortadan kaldırılmasına yönelik bir çalışma planı oluşturulması konusunda da anlaşmaya varıldı.

Dünya Bankası’nın 2016 verilerine göre kişi başı yıllık 13.792 dolar gelirle, Güney Amerika’nın en güçlü ekonomilerinden biri olan Şili’de kömürden elektrik üretimi, %38.8 bir oranla elektrik üretiminin ana kaynağını oluşturuyor.

Şili’de toplam 74.000 GWh elektrik tüketiminin 29.000 GWh’ını sağlayan, işletmede 27 kömür ünitesi olan 15 termik santral bulunuyor. Bu anlaşma sayesinde planlama aşamasındaki termik santraller Şili Enerji Bakanlığı tarafından ivedilikle yeniden değerlendirmeye alınacak.

Bunun haricinde 2050 Enerji Politikaları kapsamında kömür kaynaklı elektrik üretimini tamamen sonlandırmak için bir çalışma grubu kuruldu. Anlaşmanın mimarları, bu kararları alırken yenilenebilir enerjinin düşen fiyatlarını referans gösterdi.

Anlaşma maddeleri

Yenilenebilir enerji vizyonunu bir adım ileri götürebilmek için, Şili Hükümeti ve Şili Elektrik Üreticileri Derneği üyesi olan AES Gener, Colbun, Enel and Engie aşağıdaki hususlarda fikir birliğine vardı:

Yukarıda adı geçen şirketler, karbon tutma ve depolama veya eş değer teknolojileri olmayan yeni kömür projesi yatırımı yapmayacağını garanti ediyor.

2050 Enerji Politikası hedefleri kapsamında, her bir santrali ve elektrik sistemini; teknolojik, çevresel ve sosyoekonomik açıdan, ayrıca güvenlik ve verimlilik gibi kıstaslar bakımından da bir bütün olarak analiz edecek bir “Çalışma Grubu” kurulacak.

Enerji Bakanlığı bu Çalışma Grubu’nu, diğer tüm ilgili kurumların sürece katılmasını sağlayacak şekilde koordine edecek.

Şili Enerji Bakanı Andrés Rebolledo, La Tercera gazetesine verdiği röportajda kömürden elektrik üretiminin 2030 ile 2050 yılları arasında sonlanacağını tahmin ettiğini belirtirken, bu alınan kararla mevcut iki kömür projesi Colbún’daki Santa María II projesi ve Engie’nin Mejillones projesinin ikinci aşaması ivedilikle yeniden incelemeye alınacak.

Şili Elektrik Şirketleri Birliği tarafından yapılan basın açıklamasında ise “Belirgin maliyet düşüşü ve şebekemize dahil olan yenilenebilir üretim teknolojilerinin artması sayesinde elektrik endüstrisi olarak, termoelektrik üretimin gelecekte ülkenin temel elektrik kaynağı olmayacağını söyleyebiliriz. Güneş ve rüzgârın yetmediği zamanlarda onların yerini tamamlayacak hidroelektrik ve diğer yenilenebilir depolama yöntemleri ile ülkemizin ihtiyacını karşılayacağız” denildi.

Yenilenebilir enerjinin belirgin olarak düşen fiyatları ve yenilenebilir kaynaklı enerji üretim teknolojilerindeki hızlı gelişim sayesinde, elektrik üretim sektörü yüzünü gittikçe yenilenebilire dönen ve termik enerjinin artık ana enerji kaynağı olmaktan çıktığı bir geleceği öngörüyor. Sektör, güneş ve rüzgârın yetmediği zamanlarda onların yerini tamamlayacak hidroelektrik ve diğer yenilenebilir depolama yöntemleri ile ülkenin ihtiyacını karşılamayı hedefliyor.

Avrupa da kömürden vazgeçiyor

Bu arada Avrupa ülkeleri de kömürden çıkış tarihlerini tek tek açıklıyor. Finlandiya 2030’a kadar kömüre dayalı elektrik üretimini sonlandırmayı planlıyor.

Hala açık olan kömürlü termik santraller Avusturya’da 2025 yılına kadar, Portekiz ve İsveç’te 2030’a kadar kapatılacak.

Belçika’daki son kömürlü termik santral ise Nisan 2016’da kapatıldı.

Hollanda tüm kömürlü termik santrallerini aşamalı olarak 2030’a kadar kapatacağını resmen duyurdu.

İtalya ise kömüre dayalı elektrik üretimini 2025 yılına kadar sonlandırmak üzere çalışmalar gerçekleştiriyor.

25 ülkenin bir araya gelip oluşturduğu ve küresel düzeyde kömürlü termik santrallerin kapatılmasını hızlandırmayı amaçlayan Kömür Sonrası Elektrik Üretimi İttifakı (Powering Past Coal Alliance) ise 2017 iklim müzakereleri toplantısında faaliyete girdi.

Birleşik Krallık, Kanada, Meksika, Fransa, Finlandiya, Yeni Zelanda, İtalya, İsveç ve Letonya gibi 25 ülkeyi kapsayan grubun toplam 58 üyesi var.

Türkiye’de ise 2017 sonu itibari ile 18,6 GW kömür kurulu gücü bulunuyor. 85,2 GW’lık kurulu gücün yüzde 21,8’ni kömür santralleri oluşturuyor.

 

(İklim Haber)

Bu havalimanında güneş panelleri arasındaki organik tarlada sebze de yetiştiriliyor

Hindistan’ın tamamen güneş enerjisi ile çalışan Koçi’deki havalimanındaki güneş panellerinin arasında oluşturulan tarlada organik sebze de yetiştiriliyor.

Havalimanında yetiştirilen ürünler arasında fasulye, kabak  ve bamya da var. Bu sebzelerin üretildiği yer ise Hindistan’ın Koçi kentindeki dünyanın ilk ve şu ana kadarki tek güneş enerjisi ile çalışan havalimanı.

Yetiştirilen sebzelerin ilk müşterileri havaalanı çalışanları. Havaalanı çalışanlarından arta kalan sebzeler ise yolcular ve turistlere satılıyor.

Güneş panelleri arasında organik üretim

Koçi havalimanında sebze satılan alan yolculardan Anil Manimala, “Dünyada pek çok değişik ülkeye seyahat ettim. Havaalanı arazisindeki organik tarlada yetişen sebzeleri almak hem pratik hem de faydalı” diyor.

Hindistan’ın Kerala eyaletindeki Koçi havaalanı tüm elektrik enerjisini güneş panellerinden sağlıyor. Sebzeler ise güneş panellerinin arasında damla sulama yöntemi ile yetiştiriliyor.

Hindistan’ın Kochi Uluslararası Havalimanı

Yetkililer geçtiğimiz yıl havalimanı organik tarlasında 80 ton sebze üretildiğini açıkladı.

 

Hint Güneşi uçuruyor: Güneş enerjili ilk havalimanı ve bizim hesaplar

 

(DW Türkçe, Yeşil Gazete)

Oxfam’dan “Afrin harekâtı nedeniyle binlerce kişi Türkiye-Suriye sınırında mahsur” açıklaması

İngiliz yardım kuruluşu Oxfam, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki Afrin’e başlattığı Zeytin Dalı Harekâtı sonrası binlerce sivilin Türkiye-Suriye sınırında “mahsur kaldığını” öne sürdü.

Oxfam’ın yazılı açıklamasında, Afrin’e yönelik operasyonlar ve bölgedeki çatışmalar nedeniyle “5000’den fazla” kişinin evlerini terk ettiği, bölgeden dışarı çıkış yollarının da tıkandığı belirtildi.

Açıklamada ayrıca, Türkiye’nin bölgeye sınır ötesi operasyonlarında “onlarca sivilin öldüğüne” ilişkin haberlere dikkat çekildi. Gıda ve tıbbi kaynakların hızla tükendiği belirtilen açıklamada, birçok kişinin acilen yardıma ihtiyacı olduğuna vurgu yapıldı.

Aralarında Birleşmiş Milletler (BM) ve UNICEF’in de bulunduğu kurumların açıklamaları ve Afrin’deki haber kaynaklarından edinilen bilgiler, harekâtta bugüne kadar çok sayıda sivilin yaşamını yitirdiği iddialarını içeriyor.

Türkiye ise sivil kayıp iddialarının Afrin’de faaliyet gösteren Kürt grupların bir propagandası olduğunu söylüyor. Sivillerin ve çevrenin zarar görmemesi için her türlü dikkat ve hassasiyetin gösterildiği de, sıklıkla vurgulanıyor.

“Bebekler ve hamileler dahil binlerce kişi mahsur”

Pazartesi günü yapılan açıklamada Oxfam’ın Suriye Direktörü Moutaz Adham ise, çok sayıda sivilin evlerini terk ederek ülkenin diğer bölgelerine kaçtığını belirtti.

Moutaz Adham, açıklamasında şu ifadeleri kullandı:

“Mahsur kalan bebekler, çocuklar, hamile kadınlar ve yaşlılar da dahil binlerce kişi, korkunç hatta belki de ölümcül bir durumla karşı karşıya. Çok sayıda insan çaresizce insani yardım bekliyor ve uluslararası kuruluşlar, gıda ve tıbbi kaynaklar tükenmeden, bir an önce bölgeye güvenli bir şekilde yardım ulaştırmanın yolunu bulmalı.

“Tüm taraflara mahsur kalan binlerce sivilin evlerini yok edecek ya da insan hayatlarına zarar verecek riskleri en aza indirmeleri çağrısında bulunuyoruz. İnsanlık adına bu insanların yaşanan şiddetten güvenli bir şekilde kaçabilmelerine izin verilmeli.”

 

(BBC Türkçe)

İnsan hakları savunucusu LGBTİ aktivisti Ali Erol adli kontrol şartıyla serbest

İnsan hakları savunucusu, Kaos GL derneği kurucularından LGBTİ aktivisti Ali Erol adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

2 Şubat Cuma günü sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek Ankara’da hayat arkadaşıyla yaşadığı evden gözaltına alınan LGBTİ hak savunucusu Ali Erol, 6 Şubat Salı günü (dün) Emniyet’teki ifadesinin ardından Savcılığa; oradan da adli kontrol talebiyle Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edildi. 5. Sulh Ceza Hakimliği, Erol’un adli kontrol talebiyle serbest bırakılmasına karar verdi.

Kaos GL tarafından yapılan açıklamada, “Kısıtlılık kararı olduğu için detaylarını öğrenemediğimiz bu gözaltı ve devam eden soruşturma süreci, düşünce ve ifade özgürlüğünün apaçık ihlalidir. Ankara’da Kasım 2017’de valiliğin getirdiği “süresiz LGBTİ etkinlik yasağının” ardından Ali Erol’un sosyal medyada barış talep ettiği gerekçesiyle gözaltına alınması ve sosyal medya paylaşımları gerekçesiyle soruşturulması; LGBTİ haklarına dönük engelleme ve baskıların arttığını bir kez daha ortaya koydu.” denildi.

Kaos GL, Ali Erol’un adli kontrol şartıyla serbest bırakılmasının ardından yaptığı açıklamada şu ifadelere de yer verdi

“İnsan hakları savunucularına dönük bu baskı, gözaltı ve soruşturmalar; insan haklarına ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu gösteriyor. İnsan haklarına herkesin ihtiyaç duyduğunu bir kez daha yineliyoruz

Her yıl binlerce insan hakları savunucusu uydurma ya da saçma sapan gerekçelerle uzun süren, zaman ve para gerektiren, çoğunlukla da adil olmayan yargı süreçleri aracılığıyla susturulmaya çalışılıyor. İnsan hakları alanında verilen uzun mücadele bize gösteriyor ki, insan hakları savunucularını susturmanın etkisi doğrudan o grupları baskı altına almaktan daha yıldırıcı ve daha uzun soluklu olabilir. Cesaret gösterip sivil örgütlenmelerin başlaması için emek sarf eden, ses çıkaran, cesareti ve çalışmalarıyla saygınlık toplayan insan hakları savunucularını susturmak güçlü bir araç. İnsan hakları savunucularının cesaretini korku çemberiyle bastırmaya çalışmak tam da bu hakları ihlal edenlerin artık alışıldık taktiklerinden biri. İşte bu yüzden, insan hakları savunucularının korunması bugün dünyadaki tüm insan hakları kuruluşları için temel bir çalışma alanı. Çünkü cesaret kadar, korku da bulaşıcı ve korkuyu ancak cesaretin arkasında durarak yenebiliriz.”

 

(Pembe Hayat, Kaos GL)