Ana Sayfa Blog Sayfa 2875

Enerji Bakanlığı: Kömür ve nükleer çok pahalı – Önder Algedik

Bu yazı gazeteduvar.com.tr sitesinden alındı

Geçen hafta enerjide gündem Alpu Termik Santrali ihalesinin ertelenmesi, Türk ortak bulamayan Akkuyu Nükleer Santrali ve Enerji Bakanlığı’nın yaptığı açıklama idi. Bu üç haberden de çok daha önemli olan, Enerji Bakanlığı’nın haberi içinde yer alan bir bilgi vardı ki neredeyse ilk iki haberi de açıklıyordu. Malum, olmayan Alpu Kömürlü Elektrik Santrali daha yapılmadan özelleştiriliyordu ama bu özelleştirme ertelendi. Benzer şekilde Akkuyu’da Ruslara kimse ortak çıkmıyordu.

Enerji Bakanlığı’nın yaptığı son açıklamaya göre Türkiye’de geçen yıl 5 bin 840 MW kapasiteye sahip elektrik üretim santrali devreye alındı. Bu santrallerin işletmeye girmesi için yaklaşık 6,2 milyar dolarlık yatırım yapıldı. Böylece Türkiye’nin elektrikteki kurulu gücü geçen yıl sonu itibarıyla toplam 85 bin 200 MW yükseldi. Haberde 2017 yılında enerji yatırımlarının maliyetleri de verildi. Enerji Bakanlığı harika bir çalışma yapmış oldu. Böylece yıllardır söylediğimiz “Nükleer-kömür pahalıdır”, “Türkiye’nin enerji ihtiyacı söylemi koca bir propagandadır” gibi pek çok söylemimizi ispatladılar. Artık hepimiz daha çok enerji tüketilsin diye AVM gibi yapıların önünün açıldığını biliyoruz. Enerji tüketimi düşmesin, daha verimli enerji kullanılmasın diye yönetmelikleri ertelediklerini biliyoruz.

KÖMÜR ÇOK PAHALI

Açıklamaya göre linyit kömürle çalışan elektrik santrallerinde bir megavatlık kapasite için yatırım tutarı 1,7 milyon dolar olarak hesaplanırken, hidroelektrikte bu rakam 1,5 milyon dolar, ithal kömürde 1,15 milyon dolar ve doğalgazda ise 850 bin dolar olarak öngörülmüş. Yani daha yatırım aşamasında kömür pahalı. Yerli kömürün yakıtı çıkarma, ithalin parası derken fiyat iyice pahalı hale geliyor. Doğalgazın yapımı ucuz olsa bile, yakıttan dolayı yüksek olduğunu, bunun için devletten ekstra paralar istediğini biliyoruz.

Ama iklim dostu enerjiler öyle mi? Biyogaz, jeotermal, güneş ve diğer kaynaklarda ise bir megavat için ortalama bir milyon dolar yatırım gerekiyor. Rüzgârda ise 1,2 milyon dolar yeterli.

Çok açık ki Enerji Bakanlığı verileri “Kömür santrali pahalı” diyor.

BOŞUNA KAPASİTE ARTIŞI

Her ne kadar Enerji Bakanlığı 85 bin MW’lık bir kapasite için sevinse de biz sevinemiyoruz. Birincisi bu kapasite boşa. Şubat ayında bir saat bile, bırakın 80 bini, 70 bini, 50 bin MW’lık bir kapasite gerektiren bir saat bile yok. O kadar yaz saati ısrarı, o kadar AVM yatırımına rağmen sadece 40 bin megavat saate ulaşılan 1-2 saat var. Hepsi o kadar.

Her ne kadar teknokratlar tüketimin bir miktar fazlasına yedek kapasite deseler bile, burada sadece 2017 yılında 6,2 milyar dolarlık yatırım var. Daha kötüsü bu yatırımın 3,9 milyar doları fosil yakıtlar için. Bundan da kötüsü, bu yatırımların bütün makineleri ithal ve devletten teşvik alıyor. Hem de bu alınmayan vergileri biz ödüyoruz. En kötüsü, iklim değişikliğinin parasını ben veriyorum, sen veriyorsun.

*ETKB’nin başka bir çalışmasından alınmıştır.

NÜKLEER ZATEN PAHALI

Enerji Bakanlığı’nın ortaya koyduğu bu çalışmada bir tek nükleer eksik. Onun maliyeti içler acısı. Eğer Bakanlığın sayfasındaki verileri kullanırsak nükleerin 1 kilowatt’ının maliyeti yaklaşık 4 bin 500 dolar. Bu durumda Türkiye için veriler en pahalı nükleer, sonrasında linyitin geldiğini gösteriyor. Üstüne yakıt da eklerseniz ne nükleer ne kömür ne de doğalgaz yanına bile yaklaşılamayacak bir bedel oluşturuyor.

Çok açık ki Enerji Bakanlığı verileri “Nükleer santrali pahalı” diyor.

İKLİM DOSTU ENERJİ UCUZLUYOR!

Yatırım maliyetlerindeki gibi üretim maliyetlerinde de benzer bir resim var. Sonuçta Rusya’dan uranyum, doğalgaz ve kömür bedavaya gelmiyor. O yüzden ister yerli kömür olsun ister ithal kömür ya da doğalgaz olsun, hepsi devletten alım garantili fiyatla imtiyazlı elektrik satışı yapıyorlar ve bundan hiç rahatsız olmuyorlar. Çünkü bu parayı halk veriyor ve bu projeler sıkılmadan bu parayı alıyor.

Belki onların üretim maliyetlerini bilmiyoruz ama geçen hafta fosil yakıtların ana vatanı olan ABD’de yapılan bir çalışma, üretim maliyeti açısından resmin aynı olduğunu ortaya koyuyor. Çalışmaya göre 1 megawatt saat için en pahalı nükleer, sonra kömür ve doğalgaz geliyor. En ucuz olan ise rüzgâr ve güneş. Rapora göre 2017’de 1 megawatt saat elektrik için nükleer yaklaşık 150 dolar, kömür yaklaşık 100 dolar, doğalgaz ise yaklaşık 60 dolar. Rüzgâr ve güneş ise düşen maliyetleri ile yakında 40 doların altına düşecek gibi.

ABD’de gerçekleşen ortalama enerji fiyatları. (Kaynak: ThinkProgress.org)

Çalışmaya dair grafiğe baktığınızda ilginç bir nokta daha ortaya çıkıyor. Bugün bir vatandaş bir megawatt için yaklaşık 120 dolar ödüyor. Vergiler, üretici, aracı, satıcı kârı ve TRT payı filan dahil. Ama yıllarca parasını verdiğimiz kömür, nükleer ucuzlamak yerine pahalanmış. Diğer yandan yüz verilmeyen güneş ve rüzgâr daha ucuzlamış. Yani bugün iklim dostu enerjiye geçsek faturamız ucuzlayacak, kömür, nükleer dedikçe de artacak.

ALPU ERTELENDİ, AKKUYU’YA ORTAK BULUNAMIYOR

7 Mart’ta yapılacak olan Alpu Kömürlü Elektrik Santrali’nin özelleştirmesi son anda 26 Nisan’a ertelendi. Demek ki bir sorun var. Demek ki halkın itirazı ortada iken, böylesi pahalı ve kirli bir projenin gerçekleşmesi kolay değil, ancak zorlamalarla olabiliyor. Benzer şekilde, Akkuyu Nükleer Santrali için hâlâ lisansın olmadığı haberi ve yerli ortak arama haberleri de sorunları işaret ediyor. Yani o kadar kazmayı lisanssız vurmuşlar, oraya o kadar yatırımı lisansız yapmışlar.

Diğer yandan bu lisansız inşaatın devamı için yatırımcı ortak bulamıyorlar. Cengiz, Kolin ve Kalyon konsorsiyumunun projede yüzde 49 hissedar olacağı geçen yıl duyurulmuş ama anlaşması imzalanmamıştı. Geçen ay Kolin ve Kalyon projeden çekildiğini açıklamıştı. Şimdi ise onların yerini alacak yerli ortak aranıyor. Yani kaza riski yüksek ve pahalı bir yatırımın ticari riskini almak kolay değil.

Geçen hafta devlet ortada olmayan Alpu KES’in özelleştirmesini erteliyor, diğer yandan lisansı bile olmayan Akkuyu için Ruslar finansmana destek çıkacak ortak bulamıyor. Çünkü bu yatırımlar pahalı. Bunu Enerji Bakanlığı söylüyor. Belli ki enerji verimliliği gibi bedava, rüzgâr, güneş gibi yatırımı daha ucuz, yakıt maliyeti sıfır olan çözümler istenmiyor.

Rüzgâr, güneş, biyogaz ucuz, nükleer ve kömür çok pahalı. Bunu ben de demiyorum, koskoca Enerji Bakanlığı diyor. Açıkça böyle demiyor, ama açıkça verilerini ortaya koyuyor.

Önder Algedik – Gazete Duvar 

Rusya’dan et, süt ve balık ithalatı yapılacak – Ali Ekber Yıldırım

Bu yazı tarimdunyasi.net sitesinden alındı

Dünyada bir çok ülke korumacı politikalarla tarımda yerli üretimini desteklerken, Türkiye ithalata dayalı politikada ısrar ediyor. Bir iki tropikal ürün dışında hemen her tarımsal ürünü yetiştirebilecek iklime,toprağa ve kültüre sahip olan Türkiye’nin ithal etmediği tarım ve gıda ürünü neredeyse yok gibi.

Yaşanan gelişmelere bakıldığında tarımda “kendi kendine yeterlilik” yeniden büyük önem kazanacak. Yakın gelecekte tarım ve gıda ürünü ihraç etmek çok daha zor olacak.

Rusya Federasyonu’nun Avrupa Birliği ülkelerine yönelik gıda ambargosu,Türkiye ile uçak krizi sonrasında yaşananlar ve bu ülkenin kendi ihtiyacını karşılamak üzere yerli üretimi artırma çabaları, gelecekte tarım ve gıda dış ticaretinde nasıl bir dünya ile karşı karşıya kalacağımız hakkında önemli ipuçları veriyor.

Rusya Federasyonu, 2 yılı aşkın bir süre Türkiye’den tarım ürünleri ithalatına ambargo uygularken bir yandan kendi üretimini artıracak ciddi yatırımlar yaptı. Geldiğimiz noktada Türkiye’ye yönelik yasakları belli kısıtlamalar koyarak kaldıran Rusya Federasyonu bunun karşılığında Türkiye’ye et,süt ve balık ihraç etmeye hazırlanıyor.

Krizi fırsata çevirdi

Türkiye ile Rusya arasında yaşanan krizi kısaca hatırlayalım. Rusya’ya ait bir savaş uçağı 24 Kasım 2015 günü sınırı ihlal ettiği için Türkiye tarafından düşürüldü. Uçağın düşürülmesinden sonra iki ülke arasında büyük kriz yaşandı. Rusya Federasyonu, 1 Ocak 2016 itibariyle Türkiye’den 24 tarım ürününe ambargo uygulamaya başladı.Rus turistlerin Türkiye’ye gitmemesi,Rusya’daki Türk işadamlarına yönelik uygulamalar başta olmak üzere bir çok yaptırım uygulandı. Bir kaç ay içerisinde tarım ürünleri hariç, diğer yaptırımlar büyük oranda kaldırıldı. Krizin başlamasından 10 ay sonra sembolik olarak bir kaç tarım ürünündeki yasak kaldırıldı.

Yasağın simgesi olan domates dahil, 14 ürüne yönelik yasak aylarca sürdü.Türkiye, 2017 Mart ayı ortasında buğday başta olmak üzere 6 üründe Rusya’ya yönelik yaptırımı devreye soktu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 3 Mayıs 2017’de Soçi’deki görüşmesinden sonra Türkiye, buğday dahil 6 üründe kısıtlamayı kaldırdı. Rusya ise domates dahil 14 üründe yasağı sürdürdü.

Görüşmeden sonraki basın toplantısında, Putin domatesteki kısıtlamanın neden kaldırılmadığını şu sözlerle açıkladı:”Türk dostlarımızdan şunu anlamalarını rica ettik, malum trajik olaylardan sonra hayat durmadı gelişmeye devam etti. Örneğin domates üretimiyle ilgili bunu ifade edebiliriz. Bizim üreticilerimiz büyük miktarlarda kredi aldılar. Bir üretim süreci söz konusu burada. Dolayısıyla bununla ilgili kısıtlamalar devam edecek. Domatese gelince kendi pazarımızı Türk domatesine sonsuza kadar kapatmayacağız. Fakat bahsettiğim yatırım sonuçlanınca bu konu da liberalleşecek.”

Daha sonra Rusya Federasyonu,aşamalı olarak tarım ürünlerindeki ambargoyu kaldırmaya başladı. Fakat karşılığında önemli tavizler alarak. Domateste yasak kaldırıldığında bu kez miktar kısıtlaması getirildi. Sadece Rusya’nın izin verdiği bir kaç firma toplamda 50 bin ton domatesi bu ülkeye ihraç edebilecek bir yapı oluştu.

Rusya’ya verilen tavizler

Tarım ürünlerine yönelik ambargoyu pazarlık gücü olarak kullanan Rusya Federasyonu, geçen hafta itibariyle patlıcan,biber,marul ve kabakta da yasakları kaldıracağını ilan etti.Böylece tüm ürünlerde yasak kaldırıldı.
Rusya’nın, tarım ürünlerinde yasakları kaldırmanın karşılığında ciddi tavizler aldığı biliniyor. Verilen tavizler doğrultusunda Rusya Tarım Bakanı Alexander Tkachev, Türkiye’ye et,süt ve balık ihraç edeceklerini açıkladı.

Tarım Bakanı’nın haberi yok!

Önceki gün gazeteciler, Gıda,Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba’ya Rusya’nın Türkiye’ye yapacağı et,süt ve su ürünleri ihracatını sordu. Fakıbaba, özetle şu yanıtı verdi:”Gittiğiniz ülkede diyorlar ki ‘Sizden bu kadarlık mal alıyoruz, siz bizden ne alacaksınız?’ Bu en fazla et konusunda oluyor. Mecburen bir şeyler almak zorunda kaldığınızda et gündeme geliyor. Süt ve su ürünlerini ilk defa duyuyorum. Genelde ülkelere gittiğimizde mutlaka ihracat ve ithalat şeması ortaya çıkıyor, ülkelerle oturup bir yerde anlaşmak zorunda kalıyorsunuz. Bu pazarlıklar oluyor. Bu bağlamda süt ve su ürünleriyle ilgili bizim bilgimizde böyle bir konu yok ama et ile ilgili konuşulduğunu biliyorum. Genelde halkın sandığı gibi Türkiye’nin et ihtiyacından değil, siyasi amaçlı olarak veya ihracat yaptığınız ülkelerden ithalat da yapmak zorunda olduğunuzdan dolayı bazı kalemlerde ister istemez bazen böyle şeyler gündeme gelebiliyor.”

Açıklamanın özeti şu;Rusya’dan et, süt ve balık alacağız. Fakat,Tarım Bakanımızın süt ve balık konusunun konuşulmasından haberi bile yok. Fakıbaba’nın açıklamalarına göre, et ithalatı da zaten ekonomik nedenlerle değil, siyasi olarak yapılıyormuş. Yani,Türkiye 2010 yılından bu yana yaklaşık 5.5 milyar dolarlık canlı hayvan ve et ithalatını “siyasi” olarak yapıyor. Yapmaya da devam ediyor. Bu neyin siyaseti acaba?

Özetle, Rusya’dan ithal edilecek et,süt ve balık bu ürünlerdeki üretimi olumsuz etkileyecek. Bir çok ülke yerli üretimi artırmak için büyük yatırımlar yaparken, tarım ürünü ihraç etmek için ciddi pazarlıklar yaparken, tarım ülkesi Türkiye, üretimi yok etmek,tarım ürünü ithal etmek için ciddi ciddi siyaset yapıyor.

Ali Ekber Yıldırım – Tarım Dünyası  

Avustralya Parlamentosunda evlilik teklifi sonrası düğün

Avustralyalı Milletvekili Tom Wilson, ülkedeki eşit evlilik tartışmaları sürerken sevgilisine parlamentoda evlenme teklif etti. Wilson, erkek arkadaşı Ryan Bolger’a evlilik teklif ederken gözyaşlarına hakim olamamıştı.

Teklif, evlilik eşitliğine ilişkin “danışma amaçlı anket” sonuçlarının hemen ardından geldi. Ankette Avustralyalıların büyük bir çoğunluğunun evlilik eşitliğini onayladığı açığa çıkmıştı.

Wilson’ın teklifinden 3 gün sonra Temsilciler Meclisi oybirliğiyle tasarıyı onayladı.

Wilson ve Bolger da 11 Mart’ta evlendi. 11 Mart tarihini seçmelerinin sebebi ise çiftin doğum günleri arasındaki gün olması.

Avustralya’da evlilik eşitliği tartışması

2015 yılından beri Başbakan olan Malcolm Turnbull, Liberal Parti içerisindeki tartışmalar neticesinde eski başbakan Tony Abbott’u devirerek başbakan oldu. Ülke Milliyetçi Parti’nin de yer aldığı bir koalisyon tarafından yönetiliyor ve evlilik eşitliği koalisyon üyeleri arasında ciddi kırılmalara yol açan bir konuydu.

Milliyetçiler ve Liberal Parti içerisinde güçlü bir konuma sahip sağ kanat evlilik eşitliğine karşıydı. Öte yandan Liberal Parti’nin merkezi kanadı ve gençler çoğunlukla evlilik eşitliğini destekliyordu.

Başbakan Turnbull koalisyon içerisindeki bu ayrılığı parlamento oylaması yerine tarihte pek rastlanmamış bir oylama ile çözmeye çalıştı. Partisinin sağ kanadı da Turnbull’u eğer evlilik eşitliği geçerse liderliğine karşı harekete geçecekleri ile tehdit etti. Turnbull da parlamentoda yapılacak bir açık tartışma da kendi liderliği de hedef alınabileceği ya da kendisine dönük bir kampanya olabileceği fikriyle ülke genelinde anket oylamasını dayattı.

Başbakan Malcolm Turnbull’un evlilik eşitliğini parlamentoda oylamayı reddetmesi üzerine ülke genelinde oylama yapıldı. Oylama bir referandumdan ziyade danışma amaçlı anket niteliği taşıyordu. Genel seçim kurallarına bağlı olmayan ve veri analizi yapan bir kuruluş olan Avustralya İstatistik Ofisi tarafından yönetilen oylamada; oy kabinleri yoktu ve ülkenin zorunlu seçim kanunları işlemedi. Posta yoluyla yapılan oylamanın herhangi bir bağlayıcılığı da bulunmuyordu.

Bağlayıcılığı bulunmayan ve posta yoluyla yapılan oylamaya katılım yüzde 79,5 oranındaydı. 12,7 milyondan fazla kişi oy kullandığı “danışma amaçlı anket”te yüzde 61,6’lık kesim ‘Evet’ dedi.

(kaosgl.org)

Trump Dışişleri Bakanı Tillerson’u görevden aldı

ABD Başkanı Donald Trump, Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ı görevden aldı. Trump bu göreve CIA Başkanı Mike Pompeo’yu getirdi.

İlk olarak Amerikan Washington Post gazetesinin duyurduğu haberi, Trump kısa bir süre sonra Twitter sayfasında doğruladı.

Donald Trump, “CIA Başkanı Mike Pompeo, yeni Dışişleri Bakanımız olacak. Harika bir iş çıkaracak!” diye yazdı.

Tillerson ise karardan haberi olmadığını söyledi.

Görüş ayrılıkları: Rusya, İran, Kore

Rex Tillerson Pazartesi günü yaptığı açıklamada, İngiltere’nin, eski çifte ajan Sergey Skripal ve kızı Yulia’ya yönelik suikast girişiminin ardında “büyük ihtimalle” Rusya’nın olduğu ve sorumluların cezalandırılmaları gerektiği yönündeki değerlendirmesine katıldığını söylemişti.

Ancak Beyaz Saray’dan konuyla ilgili olarak daha farklı bir açıklama yapılmıştı.

Trump ve Tillerson daha önce başta İran ve Kuzey Kore ile ilişkiler olmak üzere başka bazı konularda da görüş ayrılığı yaşamıştı.

Tillerson açıklamalarından birinde “İstifa etmeyi asla düşünmedim ve Trump için ‘moron’ demedim” ifadelerini kullanmıştı.

Eski Bakan da yeni Bakan da fosil yakıt endüstrisinden

Rex Tillerson, daha önce dünyanın en değerli halka açık şirketi enerji devi ExxonMobil’in Başkanı ve CEO’suydu. Tillerson’un yerine Dışişler Bakanlığı görevine gelen CIA Başkanı Pompeo da Kongre üyeliği öncesi petrol sahalarına malzeme sağlayan bir firmayı yönetiyordu ve karbon salımını azaltmaya çalışan ABD Çevre Koruma Ajansı’nı da eleştiriyordu.

Eski bir asker olan Pompeo, ABD Kara Kuvvetleri’ne subay yetiştiren West Point’teki Askeri Akademi’den 1986 yılında sınıf birincisi olarak mezun oldu. Harvard Üniversitesi’nde hukuk fakültesinden mezun oldu.

Cumhuriyetçi Parti içerisindeki muhafazakar Çay Partisi hareketinden gelen eski kongre üyesi Pompeo, su işkencesine desteği ve kürtaj karşıtı görüşleri ile gündeme gelmişti. İnsan hakları kuruluşları ABD Senatosu’na, Pompeo’nun CIA Başkanlığı’nı onaylamama çağrısı yapmıştı.

CIA başkanlığı için kadın aday

Öte yandan ABD Başkanı Donald Trump, Gina Haspel’i CIA başkanlığına aday gösterdi. Gina Haspel, Senato’nun onayı halinde CIA’in ilk kadın başkanı olacak.

( BBC, Hürriyet, Yeşil Gazete)

Kültür Bakanlığı’nın destek vermediği “Kelebekler” filminin fragmanı yayınlandı

Dünya prömiyerini bu yıl 18 – 28 Ocak 2018 tarihleri arasında düzenlenen Sundance Film Festivali‘nde yaparak ‘Dünya Sineması Jüri Büyük Ödülü’ kazanan, Türkiye’den ilk ve tek  yapım olan ‘Kelebekler’ filminin ilk fragmanı yayınlandı.

Bartu Küçükçağlayan, Tuğçe Altuğ, Tolga Tekin, Serkan Keskin, Hakan Karsak, Ezgi Mola, Ercan Kesal gibi oyuncuların rol aldığı ‘Kelebekler’ filminin yapımcılığını ise Tolga Karaçelik, Diloy Gülün ve Metin Anter üstleniyor.

Tolga Karaçelik imzalı ‘Kelebekler’e Kültür Bakanlığı tarafından destek verilmemişti.

Film, 30 Mart’ta vizyona girecek.

 

Kültür Bakanlığı’nın destek vermediği ‘Kelebekler’ Sundance’tan büyük ödülle döndü

 

(Gazete Karınca)

Milyarlarca mikroplastik parçacık nehir yataklarını kirletiyor

İngiltere’de yürütülen bir araştırma mikroskobik plastik parçacıkların yarattığı kirliliğin boyutunu gözler önüne serdi.

Manchester Üniversitesi‘nden bilim insanları, nehirlerde milyarlarca küçük plastik parçası olduğu bulgusuna ulaştı.

Manchester kenti etrafındaki 40 ayrı noktadan alınan örneklerin incelendiği araştırmada “mikroplastiklerin her yerde olduğu” bulundu.

Araştırmanın başında bulunan Dr. Rachel Hurley, “Dünyadaki megakentlerden geçen nehirlerde kirliliğin bundan da fazla olduğunu düşünüyorum” dedi.

Mersey Nehri’nden alınan örneklerde bulunan bu tür mikroplastik topların İngiltere’deki kozmetik ürünlerde kullanımı yasaklandı

“Mikroplastik kirliliğinin tam boyutunu hâlâ bilmiyoruz”

Araştırmaya göre suda yaşayan canlıların yediği bu plastikler bu şekilde besin döngüsüne de giriyor.

Nature Geoscience dergisinde yayınlanan araştırma, bir nehir havzasında yürütülen ilk sistematik araştırma oldu.

Araştırmada başlangıçta kirliliğin tespit edilmediği Goyt Nehri’nin bir sonraki ölçümde kirlenmiş olduğu tespit edildi.

Tame Nehri’nin belli bölgelerinde kirlilik metrekarede 500 bin parçacığa ulaştı.

Manchester Üniversitesi Coğrafya Okulu’ndan Prof. Jamie Woodward ise “İnsanların ve endüstrinin bulunduğu her yerde yüksek seviyede mikroplastik var” diye konuştu.

Woodward, Tame Nehri’nde tespit edilen miktarın dünyada bugüne kadar tespit edilen en yüksek miktar olduğunu söyledi.

Kirliliğin bir kısmının mikroplastik içeren kozmetik ürünlerinden kaynaklandığını belirten Woodward, bu ürünlerin yasaklanmasını memnuniyetle karşıladıklarını söyledi ve ekledi:

“Fakat mikroplastikler endüstriyel üretim süreçlerinde daha büyük plastik parçalarının üretilmesinde de kullanılıyor. Bu yüzden kirliliğin muhtemelen birden fazla kaynağı var.”

Araştırmacılar yoğun yağmurlar sonucu artan debi ve sellerin bu parçacıkların bir kısmını temizlediğini de buldu.

Nehir yataklarında yoğun yağışların ardından mikroplastik oranının yüzde 70 oranında azaldığı tespit edildi.

Yağmurlarla toplam bir ton ağırlığındaki 50 milyar mikroplastik parçacığının nehirlerden gittiği tahmin ediliyor.

Fakat Prof. Woodward, bu parçacıkların sonunda ulaştıkları yerin okyanuslar olduğunu da hatırlatıyor.

 

(BBC Türkçe)

Bild’den okurlarının küçük düşürücü bulduğu üstsüz fotoğraflara “revizyon”

Almanya’nın en yüksek tirajlı gazetesi Bild, sayfalarında düzenli olarak üstsüz kadın fotoğrafı yayımlama politikasına son vereceğini açıkladı.

Gazetenin Pazartesi günkü (12 Mart) nüshasında yayımlanan açıklamada, “Hem haber merkezinde hem de okuyucularımız arasındaki birçok kadının bu fotoğrafları incitici veya küçük düşürücü olarak algıladığına ilişkin kanımız son aylarda arttı” ifadesi kullanıldı.

“Erkekler, şimdi çok güçlü olmanız gerekiyor!” başlığı ile yayımlanan açıklamada, “Kendi üretimimiz olan üstsüz kadın fotoğraflarını artık yayımlamayacağız” denildi.

Üstsüz fotoğraf yerine “daha çağdaş ve erotik” fotoğraflarla devam kararı

Açıklamada “Bild kızı” fotoğraflarınınsa “yeni, daha çağdaş bir erotik fotoğraf tarzıyla” devam edeceği belirtildi. Erotik sanatın ve fotoğrafın özgür toplumların en önemli kazanımlarından biri olduğu kaydedilen açıklamada, erkeklerin eğlencesinin kadınları incitecek şekilde olamayacağına işaret edildi.

Bild’den “Erkekler, şimdi çok güçlü olmanız gerekiyor!” başlığı ile yayımlanan açıklama

Bild, fotoğrafların “seçiminde çok daha dikkatli ve düşünceli olunacağını” ilan ederek “Günümüzde bu tür fotoğraflara erkeklerin olduğu kadar kadınların da bakışının önemli olduğu” vurgusu yaptı.

Bild gazetesi altı yıl önce de, ilk sayfadaki üstsüz kadın fotoğraflarını gazetenin iç sayfalarında yayımlama kararı almıştı.

 

(Deutsche Welle)

[Dünya Saati 2018] Işıklar 24 Mart’ta iklim değişikliğine karşı kapatılıyor

WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) tarafından çevre sorunlarına ve doğaya dikkat çekmek amacıyla küresel düzeyde her yıl gerçekleştirilen çevre hareketi “Dünya Saati” (Earth Hour) bu yıl 24 Mart Cumartesi günü 20.30 – 21.30 saatleri arasında “Dünyaya Bağlan” sloganıyla yapılacak.

“Dünya Saati 2018”, biyolojik çeşitliliği korumayı ve insanın doğayla uyum içinde yaşadığı bir geleceğin kurulmasına katkıda bulunmayı amaçlıyor.

Fotoğraf: Ömer Soylu, Dolmabahçe Camii

Etkinlik kapsamında bu yıl Türkiye’de 15 Temmuz Şehitler Köprüsü, Fatih Sultan Mehmet (FSM) Köprüsü, Ayasofya Müzesi, Dolmabahçe Sarayı, Truva Atı ile Sultanahmet, Süleymaniye ve Selimiye camileri gibi yapıların yanı sıra Galatasaray, Kadir Has ve Orta Doğu Teknik üniversiteleri gibi birçok kurumun ışıkları kapatılacak. Etkinliğe, Beşiktaş ve Başakşehir spor kulüpleri de destek verecek.

www.dunyasaati.org adresi üzerinden kayıt yapılarak, etkinlik farklı grup faaliyetleriyle desteklenebiliyor.

Katılımcılar; doğa sohbetleri, gece koşusu, bisiklet turu, doğa masalları, yıldız gözlemi, doğadan esinlenilmiş yoga pozları, müzik dinletisi, fosforlu kıyafetlerle dans, ormanda ya da bahçede kamp, komşularla kuyu oyunları ya da saklambaç ve kıyafet veya kitap gibi eşyaları kapsayan takas etkinlikleri düzenleyebiliyor.

“Tek kullanımlık plastik malzeme kullanımını azaltın”

Tüm doğaseverleri Dünya Saati 2018’e katılmaya davet eden WWF-Türkiye Genel Müdürü Aslı Pasinli, 5 adımlık tavsiyelerini paylaştı.

“Öncelikle atığınızı, özellikle de doğada çözülmesi yüzyıllar süren tek kullanımlık plastik malzeme kullanımını azaltın.

Yaşadığınız yerde bitki ve çiçek yetiştirerek hem hayatınızı hem de çevrenizi renklendirin.

Doğa yürüyüşlerine gidin; toprağı ve ağaçları hissedin, temiz havayı ciğerlerinize çekin.

Yemeklerinizde sürdürülebilir, yani mevsiminde, yerel ve avlanması yasak olmayan besinleri tercih edin. Mümkünse yemek atıklarınızı kompostlaştırarak tekrar toprağa kazandırın ve harekete geçin…

İster plajları temizlemek için bir etkinlik düzenleyin, ister etrafınızdaki insanları geri dönüşüm konusunda teşvik edin, isterseniz dünyamızı korumaya yardım etmek için bir dilekçe imzalayın. Dünyaya bağlanın ve onu korumak için bir şeyler yapın.”

 

(Yeşil Gazete)

İngiltere ve AB ormanları korumak adına palm yağı denetimini sıkılaştırıyor

The Guardian‘da Jonathan Watts imzası ile yayınlanan haberi Yeşil Gazete gönüllü Deniz Menteşeoğlu’ nun çevirisi ile paylaşıyoruz.

                                                                                       ***

Büyük çiftliklerden (plantations) etkilenen orman halkları, diplomatik itirazlara karşın, Avrupa Birliği’ne tedarik zinciri kontrollerini sıkılaştırma çağrısında bulundu. Diğer yandan Endonezya gibi Güney Asya ülkeleri, palm yağı yasaklarından kaçınmaları için AB’ye lobi çalışmalarında bulunuyor.

Fotoğraf: Romeo Gacad/AFP/Getty Im

Şubat 2018 ortalarında, orman halklarını temsil eden delegeler palm yağı tedarik zincirlerindeki hatalar giderilmediği takdirde orman koruma hedeflerine ulaşılamayacağı konusunda Britanya ve diğer Avrupa ülkelerine uyarıda bulundu.

Konu ile ilgili acil ve somut çözümler bulunması için yapılan çağrı, Avrupa Birliği ile Endonezya, Malezya ve Kosta Rika gibi palm üreticisi ülkeler giderek kızışan diplomatik anlaşmazlığın böylece ortasına düşer.

Geçen yıl Nisan ayında, Avrupa Parlamentosu iklim değişikliği politikaları çerçevesinde 2020’ye kadar sebze yağlarından yapılan biyoyakıtların satışının yasaklanması için oylama yapmıştı.  Bu oylama geçen ay yine tekrarlandı. Yasakların nasıl ve ne zaman hayata geçirileceği ise Avrupa Komisyonu ve üye devletler tarafından görüşülmekte.

 Öte yandan, özellikle dünyada palm yağı ihracatının %90’ını gerçekleştiren Güneydoğu Asya’dan yasaklara karşı sert tepkiler geldi. Palm yağı, bir yandan yüzlerce süpermarket ürününde kullanılırken, diğer yandan, mazotla karıştırılarak motor yakıtı olarak da kullanılabiliyor. Avrupa Parlamentosu tarafından getirilen yasakların bu endüstriyi öldüreceği düşünülüyor.

 Güneydoğu Asya ülkelerinde, çoğunlukla endüstriyle doğrudan bağlantılı olan nüfuzlu politikacılar, Avrupa Birliği’ni ticari ayrımcılık, sömürgeci anlayış gütme ve yoksullukla mücadeleyi baltalamakla suçluyor. Malezya’nın tarım bakanı, yasak önerisini “mahsul ırkçılığı” olarak yorumluyor.

Ne var ki, yerli halk ve büyük çiftliklerden (plantations) negatif olarak etkilenen diğer topluluklar, topraklarının zarar görmesini engellemek, haklarını ve çevrelerini korumak için Avrupa Birliği’ne palm yağı ve diğer palm ürünlerinin tedarik zincirlerini daha sıkı denetim altına almaları için baskı yapıyor.

Pusaka’daki bir yerli halk örgütünün kurucusu olan Franky Samperante, Endonezya hükumetinin 1,2 milyon hektarlık alan içinde çiftlikler açabilmeleri için elliden fazla şirkete imtiyaz sözü verdiğini anlatıyor. Bu bilgi yerel halklar tarafından da doğrulanmakta. Bu bölgeden elde edilecek herhangi bir palm yağı ürününün, “çatışma ürünü” olarak ele alınması ve Avrupa’da satışının yasaklanması gerektiğini savunan Samperante, “Yaptırımlar olmalı, yoksa hiçbir çabanın anlamı olmaz” diyor.

Samperante, toplam 11 Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkesinden orman halklarını temsil eden 14 kişilik bir topluluğun da üyesi. Topluluk geçtiğimiz hafta, yeni bir sürdürülebilir tedarik zincirleri hareket planı yapmak üzere lobi çalışmaları için Avrupa’yı ziyaret etti.

Temsilciler, Avrupa ülkelerinin bir sürdürülebilir ticaret ombudsmanı ataması ve insan hakları raporlarının, çevre ihlallerinin incelenmesi gibi somut önerilerde bulundular. Bunların yanında, gönüllü hareketlerinden öte, şirketlerin bağlayıcı insan hakları politikalarını benimsemesi gerektiğine vurgu yaptılar. Bu hareket planı çağrısı, Forest People’s Programme, Global Witness, Greenpeace, WWF ve Environmental Investigation Agency gibi çevreci sivil toplum kuruluşlarından oluşan bir koalisyon tarafından da desteklendi.

“Haklar ve Ormansızlaşma Üzerine Bir Rapor” un yazarı Tom Griffiths, ormanlarda yaşayan insanların hakları savunulmasında yaşanan başarısızlığın ormanları korumak için sarf edilen büyük çabaları baltalandığı söylüyor:

“Şirketler ve devletler, kâğıt üzerinde güzel görünen birçok söz ve vaatte bulunuyor, ancak pratikte yaşananlar tamamen farklı. Bu toplantılarla, kararlar ve uygulama arasındaki uçurumu kapatmayı istiyoruz.”

Grubun önerilerinin Haziran ayında, Paris’te gerçekleştirilecek olan çok uluslu bir toplantıda sunulması planlanıyor. Aynı zamanda bu toplantıda, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un “ormansızlaştırmaya dayanmayan ticaret” stratejisini sunması bekleniyor.

 

Haberin İngilizce orijinali

Muhabir: Jonathan Watts

Yeşil Gazete için çeviren: Deniz Menteşeoğlu

 

(Yeşil Gazete, The Guardian)

Ne yediğimiz iklim değişikliği sorununda hayati önem taşıyor

The Guardian ‘da Ruth Khasaya Oniang’o imzası ile yayınlanan haberi Yeşil Gazete gönüllü  Cem Sabuncu’nun çevirisi ile paylaşıyoruz

                                                                       ***

Gıdamız tarladan sofraya gelene kadar ki süreçte ulaşım sektörünün ürettiğinden daha fazla karbon salımına neden oluyorken, temel gıda ürünlerinin ham maddesi olan mahsuller küresel ısınmadan ağır biçimde etkilenecek.

Fotoğraf: Sutanta Aditya/AFP/Getty Images

Tabağınızdaki yemeğin iklim değişikliğine katkısının kullandığınız arabanınkinden daha fazla olduğunu biliyor muydunuz? Birçok varlıklı insan karbon ayak izlerini ve iklim değişikliğini nasıl etkilediklerini düşündüğünde aklına ilk gelen şeyler elektriğin ve ısınmanın nasıl sağlandığı veya nasıl bir araba kullandıkları oluyor. Fosil yakıtlar ve km/sa hesapları, LED aydınlatmalar ve toplu taşıma gibi meseleler akıllarına geliyor ama biçerdöverleri, işlenmiş gıdaları veya gıda israfını düşünmüyorlar. Pek az insan yediklerinin iklime etkisini düşünüyor, ancak insan kaynaklı küresel sera gazı salımının kabaca çeyreğini tek başına gıda sektörü üretiyor. Gıda sektörü, tüm ulaşım sektörü ve endüstriyel faaliyetlerden daha fazla sera gazı salımına, elektrik ile ısı üretimi ise gıda sektörü ile yaklaşık aynı miktarda salınıma sebep oluyor.

Temel gıdamızı elde ettiğimiz ana bitkileri yetiştirme yetimizin şu ana kadarki yaşanan ısınmadan etkilenmesiyle beraber iklim değişikliğinin küresel popülasyona en çarpıcı etkisi kendini yemek masasında gösterecek. Örneğin, 1980 ve 2008 yılları arasında artan sıcaklıklara bağlı olarak buğday veriminde % 5.5, mısır veriminde % 3.8 düşüş yaşandı. İklim değişikliği dünya çapında milyonlarca yoksul insanın gıda güvenliğini tehdit ediyor. Gençler, çevreyi korumak adına hayvansal ürün içermeyen diyetlere yönelmeye artarak devam ediyorlar. Onlar et tadında bitkisel protein ararlarken bir protein kaynağı olarak böceklerin kullanılması fikri yaygınlaşıyor.

Gıda ve tarım sektörlerinin hem iklim değişikliğine muazzam katkıları var hem de bu değişikliğin sonuçlarından büyük ölçüde etkileniyorlar. Bu ters durum, gıda sistemlerimizin mevcut halleriyle son derece önemli sorunlarla karşı karşıya olduğunun net bir göstergesi.

Tarımsal faaliyetlerin ötesine bakmamızı gerektiren çok daha büyük bir sorunumuz var. Daha sürdürülebilir ve eşitlikçi gıda sistemleri oluşturma mücadelesinde bütüncül bir çözüm üretmek için gözlerimizi açmalıyız. Böylelikle, bütün insanlık için sağlıklı gıda temin edip aynı zamanda gezegenimizin kaynaklarını da muhafaza edebiliriz.

Peki nedir gıda sistemleri? Tohum ve topraktan süpermarkete ve tabağımıza, oradan da çöplüğe uzanan yolculukla ilgili her şey bu kavramın içine girebilir. Gıda sistemleri, gıda ve gıdayla ilgili her türlü yetiştirme, hasat, işleme, paketleme, nakliye, pazarlama, tüketim ve atık yönetimi faaliyetlerini içerir.

Tarımsal faaliyetler yalnız başına küresel sera gazı salımının %10-12’sinden sorumlu. Gıda sistemlerinin iklim değişikliğine toplam katkısına baktığımızdaysa bu oran en az iki kat artıyor. Meridyen Enstitüsü (Meridian Institute)’nün tarafından yakın zamanda yayımlanan raporda hem gıda sistemleri genelinde bizi iklimsel bir felakete götürecek unsurlar ortaya koyuluyor, hem de etkili değişikler yapmak için bu konulara sistem genelinde geniş bir çerçeveden bakmanın neden gerekli olduğu açıklanıyor.

Mesela ormansızlaşma ve toprak konularını ele alalım. Dar bir perspektiften bakılırsa dünya üzerindeki bütün ormanlık alanların %80’inin tarım alanı yaratmak adına tıraşlama kesildiği (clearcutting) veya yok edildiği gerçeği görmezden gelinebilir. Ormanlar büyük karbon yutaklarıdır. Toprak konusunda da aynı durum geçerli. Atmosferdeki karbon miktarının üçte ikisinden daha fazlasının toprakta hapsedilmiş olarak mevcut olduğu bilgisi unutulabilir. Ancak çiftçiler, karbon tutmaya ve ormanları korumaya yönelik üretken tarım ve hayvancılık pratikleriyle ekosistem hizmetlerini onarıp dirençli toplulukların oluşturulmasında rol alabilirler.

Veyahut gıda israfı konusunu ele alalım. Yalnızca sizin çöpe attığınız artıkları değil, bütün gıda sistemini düşünün. Dünya çapında üretilen gıdanın %30-40 gibi büyük bir kısmı hiçbir midede son bulmuyor. Bazısı hasat edilmeden, bazısı tüketiciye ulaşmadan bozularak ve büyük bir kısmı da gıda perakendeciler, restoranlar ve evlerde çöpe atılarak israf ediliyor. Ortaya çıkan salımı karşılaştırmak adına dünyadaki toplam gıda israfını bir ülke olarak kabul edersek, bu ülke sera gazı salımında Çin ve ABD’den sonra üçüncü gelirdi.

Bu karşılaştırma bize dünya çapında pek çok insan açken bu kadar çok gıda israf etmenin ne denli ağır bir haksızlık olduğuyla ilgili hiçbir şey söylemiyor. Gelişmekte olan ülkeler gıda zinciri genelindeki soğuk depolama gibi altyapı iyileştirmelerini gerçekleştirirse yenebilir kalitede gıdanın büyük bir kısmının bozulmamasını sağlayabilirler. Gelişmiş ülkelerdeyse gıda perakendecileri hafifçe bozulmaya başlamış ama yenilir kalitedeki ürünleri satacak bir pazar bularak büyük miktarlarda gıda israfının önüne geçebilirler. Tüketiciler de istekleri ve ihtiyaçları kadar gıda satın alarak gıda israflarını kısıtlayabilirler.

Suni gübre üretiminden dağıtım sistemlerine, kurutulmuş ve saflaştırılmış gıdalarla hazırlanan işlenmiş yemeklerden halk tarafından benimsenmiş diyetlere ve yaşam tarzlarına kadar gıda sistemi genelinde daha sayısız sorunlar ve çözümler mevcut. Bu konuda herkese bir rol düşüyor. Bu sorunlar tek bir taraf tarafından çözülemezler.

Dünyadaki karmaşık, dinamik ve oldukça çeşitli gıda sistemleri beslenme ve sağlık etkileri ile birlikte çevresel ve iklimsel etkiler bakımından son derece farklı sonuçlara sebep oluyor. Dünya çapında daha eşitlikçi, daha adil ve daha sürdürülebilir sonuçlar elde etmek için bazı sistemlerde neyin iyi olduğunu ve diğer sistemlerde de neyin geliştirilebileceğini araştırmamız hayati önem taşıyor.

Nasıl her iklimde yetişen evrensel bir tarım ürünü olmadığı gibi, dünyanın her yerinde uygulanmaya elverişli bir gıda sistemi modeli de yok. Dönüştürücü bir değişim için bir umut varsa, sistem geneline geniş çerçeveden bakmak gerekir. İklime daha az zarar veren ve küresel ısınmanın bizi hâlihazırda yıpratan etkilerine karşı daha dirençli sistemler oluşturmak için çiftçilik ve tarımın ötesine bakma zamanı geldi.

Gıda temel bir ihtiyaç, yemek yemek ise temel bir insan hakkıdır. Gıda sistemlerimiz bu ihtiyacı adil ve eşitlikçi bir şekilde, iklim değişikliğinin halihazırda olumsuz etkilerini arttırmadan karşılamakla yükümlüdür.

 

Haberin İngilizce orijinali

Muhabir: Ruth Khasaya Oniang’o

Yeşil Gazete için çeviren: Cem Sabuncu

 

(Yeşil Gazete, The Guardian)