Ana Sayfa Blog Sayfa 2600

26. İzmir Avrupa Caz Festivali bugün başlıyor

İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı (İKSEV) tarafından İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin katkılarıyla düzenlenen 26. İzmir Avrupa Caz Festivali bu yıl 2 – 20 Mart 2019 tarihleri arasında gerçekleşiyor.

26. İzmir Avrupa Caz Festivali, 9 konserin yanı sıra, jam session, sergi, seminer, film gösterisi ve atölyelere de yer veriyor. İzmir İtalya Konsolosluğu, İstanbul Dimitrie Cantemir Romen Kültür Merkezi, İzmir Fransız Kültür Merkezi, İsviçre İzmir Fahri Konsolosluğu, İstanbul Avusturya Kültür Ofisi ve Goethe Enstitüsü İzmir işbirliğiyle düzenlenen Festival, 2 Mart 2019 Cumartesi günü AASSM’de yapılacak sergi açılışı ve Ferit Odman Quartet konseri ile başlayacak.

Ferit Odman Quartet İle Derin ve Güzel Bir Yolculuk

Türkiye’de caz davulunun öncülerinden Ferit Odman 26. İzmir Avrupa Caz Festivali’nin açılış konserinde; Downbeat dergisinin dört yıldızla taçlandırdığı “Autumn in New York” ve “Nommo” albümlerindeki quartet aranjmanlarına yer verecek. Ferit Odman, Engin Recepoğulları (saksafon), Ercüment Orkut (piyano) ve Kağan Yıldız (kontrbas) 2 Mart 2019 Cumartesi günü 20.00’de AASSM Konser salonunda dinleyenlerini hard-bop dünyasının derinlerinde güzel bir yolculuğa çıkaracak. Günümüzün önemli caz müzisyenlerinden oluşan Quartet, birlikte ve ayrı ayrı pek çok projede yer almakta, konser ve festivallere katılmakta ve kayıt çalışmalarını sürdürmektedirler.

Saksafon ve Piyanonun Büyülü Beraberliği

26. İzmir Avrupa Caz Festivali’nin ikinci konserinde saksafon sanatçısı Gianni Oddi ve piyanist Alessandro Bonanno’dan oluşan Jazz Virtuoso Duo sahne alacak. İzmir İtalya Konsolosluğu işbirliği ile yapılacak konserde Oddi ve Bonanno kendilerine dünya çapında tanınırlık kazandıran üstün virtüözlük yeteneklerini sergileyecek. Her ikisi de klasik eğitim almış olan ancak caz müziğinde ilerlemeyi seçen Jazz Virtuoso Duo, 4 Mart 2019 Pazartesi akşamı 20.00’de AASSM Küçük Salonda, konuklarını saksafon ve piyanonun büyülü beraberliğinde ağırlayacak.

Klasik, İlginç ve Orijinal: Irina Sarbu Band

7 Mart 2019 Perşembe akşamı 20.00’de AASSM Küçük Salon, benzerine az rastlanır bir konsere tanıklık edecek. Sahnede sesiyle devleşen Irina Sarbu, arkadaşları Puiu Pascu (piyano), Ciprian Parghel (kontrbas) ve Tudor Parghel (davul) ile eşsiz ve orijinal yorumlarıyla 15 yıllık ortak deneyimlerini dinleyenlerine sunacak. İstanbul Dimitrie Cantemir Romen Kültür Merkezi işbirliği ile sahneye gelecek Irina Sarbu Band, caz, etnik caz, samba, bossa nova, Arjantin tango, Rumen müziği, Fransız müziği ve folklor gibi müzik türlerinden oluşan geniş repertuarlarından özel bir seçkiyi 26. İzmir Avrupa Caz Festivali dinleyicilerine sunacak.

Birlikte Söylemenin Keyfi; Marion Rampal Trio

Marion Rampal (vokal), Pierre-François Blanchard (klavye ve vokal) Anne Paceo’dan (davul ve vokal) oluşan Marion Rampal Trio, İzmir Fransız Kültür Merkezi işbirliği ile 12 Mart 2019 Salı 2000’de AASSM’de dinleyenlerine farklı bir caz deneyimi yaşatacak. Bir ses sanatçısı olarak istisnai bir yeteneğe sahip olan Marion Rampal, henüz lise yıllarında Avrupa sahnelerinde tanınmış bir şarkıcı. Söz yazarı olarak da hatırı sayılır bir tanınırlığa sahip olan Rampal, Trio’su ile çok geniş bir yelpazede özel bir repertuar sunacak.

Doğaçlama ve Müzikal Etkileşimin Doruğunda; Nu Bass

26. İzmir Avrupa Caz Festivali’nde İsviçre İzmir Fahri Konsolosluğu işbirliği ile iki konser yapılacak. 14 Mart 2019 Perşembe günü 20.00’de AASSM Küçük Salon’da François Lindemann (piyano & el. piyano & beste), Amine Mraihi (ud), Olivier Clerc (davul), Patrick Perrier (bas & kontrbas), Ivor Malherbe’den (bas & kontrbas) oluşan Nu Bass çalacak. Kullandığı enstrümanlara (piyano, davul, tabla, ud ve nadir görülen 2 kontrabaslı bir kombinasyon) bakıldığında bir “etnik caz grubu” olarak tanımlanabilecek olan Nu Bass, kurucusu piyanist François Lindemann’ın bu eşsiz enstrümanlara uygun yaratılmış özel bestelerini seslendiriyor. Sayısız etkinlikte yer alan Nu Bass, festivallerin aranan konukları arasında bulunuyor.

Genç Avrupa Caz Müziğinin Temsilcisi; Pilgrim

İsviçre İzmir Fahri Konsolosluğu işbirliği ile 26. İzmir Avrupa Caz Festivali’nde yapılacak ikinci konserde genç Avrupa caz müziğinin en heyecan verici gruplarından biri olan Pilgrim Beşlisi sahne alacak. Zürih kökenli tenor saksafoncu Christoph Irniger tarafından kurulan Pilgrim beşlisi dördüncü albümleri “Crosswinds”’i İzmirli dinleyicilerine takdim edecek. Christoph Irniger (tenor saksafon), Stefan Aeby (piyano), Dave Gisler (gitar), Raffaele Bossard (bas) ve Michi Stulz’dan (davul) oluşan Pilgrim, kategorize etmesi zor, yoğun ve çok yönlü bir müzik yaratmasıyla tanınıyor. Bu sıra dışı konser 16 Mart 2019 Cumartesi 20.00’de AASSM Küçük Salon’da yapılacak.

Yerler ve Yüzler: Timo Vollbrecht Fly Magic

Kolektif müzikal hikâyeleri, farklı müzikal stillerin ve kültürel çeşitliliğin patlayıcı kesişiminde ortaya çıkan dört muhteşem doğaçlama sanatçısından oluşan Fly Magic, 19 Mart 2019 Salı 20.00’de AASSM Küçük salonda 26. İzmir Avrupa Caz Festivali’nin son konserini verecek. Timo Vollbrecht (saksafon), Elias Stemeseder (piyano & synth), Bernhard Meyer (bas) ve Sebastian Merk’den (davul) oluşan Fly Magic Goethe Enstitüsü İzmir işbirliği ile gerçekleşecek konserde Grubun dünyanın farklı yerlerinde turnedeyken tanıştıkları 10 kişiyle olan karşılaşmalarının hikâyesini anlatan yeni albümleri Faces in Places’ı sunacak.

VE CAZ HER YERDE

26. İzmir Avrupa Caz Festivali’nin tamamı ücretsiz yan etkinlikleri her yaştan İzmirliye cazın büyüsünü yaşatacak.

Write Stuff – Bir Caz Yazarı Yetişiyor

İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı (İKSEV), 10 – 20 Mart 2019 tarihleri arasında yapacağı 26. İzmir Avrupa Caz Festivali kapsamında gazetecilik öğrencilerine yönelik, caz yazarlığını konu alan “Write Stuff” düzenleyecek. Atölyeyi, Türkiye’de bu işin en iyilerinden Ümit Tuncağ ve gazeteci Sirel Ekşi yürütecek.

Jazz Virtuoso Duo ile Atölye ve Jam Session

İzmir İtalya Konsolosluğu işbirliği ile 26. İzmir Avrupa Caz Festivali’ne katılan saksafon sanatçısı Gianni Oddi ve piyanist Alessandro Bonanno, 5 ve 6 Mart 2019 günleri İKSEV’de genç cazcılarla atölye çalışması yapacak. Jazz Virtuoso Duo ve öğrencileri 6 Mart 2019 akşamı saat 19.30’da AASSM’de Jam Session yapacak.

Cazın Dans Hali Lindy Hop

Swingin’ feet İzmir işbirliği ile 9 Mart 2019 Cumartesi günü saat 10.30 15.00 arasında İKSEV’de yapılacak Lindy Hop Atölyesi her yaştan dans tutkununu kucaklayacak. Usta Hopper’lar bu dansı seven ve öğrenmek isteyenlerle birlikte dans edecekler. Bu atölyenin amacı müziği hissetmek, bedenimizi bu müzik ile uyum içerisinde hareket ettirmek ve keyifli zaman geçirmek olacak.

Publik Market Caz Edisyonu

Lokal üreticileri, zanaatkârları, tasarımcıları, sanatçıları; komüniteler, destekçiler ve kurumlar ile buluşturan alanlar yaratmayı hedefleyen Publik Market, 9 Mart 2019 Cumartesi günü 13.00 – 19.30 arasında Edit & Chillé’de kurulacak. 26. İzmir Avrupa Caz Festivali kapsamında yer alan Publik Market, caz müziği ve tasarım kültürünü sokağa taşıyacak.

Yaşar Üniversitesi Caz Ensemble Festival’de çalacak

26. İzmir Avrupa Caz Festivali, 9 Mart 2019 Cumartesi günü sahnesini İzmir’de caz eğitimi veren tek üniversite olan Yaşar Üniversitesi’nin öğrencilerine açacak. Timuçin Şahin Yönetimindeki Yaşar Üniversitesi Caz Ensemble, saat 19.30’da AASSM Küçük Salonda bir konser verecek.

Seminer: “Sesin Özgürleşmesi”

26. İzmir Avrupa Caz Festivali’nin geleneksel seminerini bu yıl besteci, gitarist, eğitmen Timuçin Şahin verecek. Dünya caz sahnelerinde olağanüstü tanınırlığa sahip olan Şahin, 1950-60’lara damgasını vuran 2 ses devrimcisinin Çağdaş müziğe getirdiği yenilikler üzerine konuşacak.  Ayni zamanda “New York School” olarak bilinen John Cage, Morton Feldman, Earle Brown ve Christian Wolf’tan oluşan besteci grubunun, klasik batı müziğinde yaklaşık 150 yılı aşkın bir süre boyunca elimine edilen doğaçlamayı tekrar canlandırdıkları süreci de konu alacak seminer, analitik Müzik dinleme seansını da kapsayacak. Herkese açık seminer 11 Mart 2019 Pazartesi günü saat 19.30’da İKSEV’de yapılacak.

Nu Bass Caz Atölyesi

İsviçre İzmir Fahri konsolosluğu işbirliği ile Festival’e katılan François Lindemann (piyano & el. piyano & beste), Amine Mraihi (ud), Olivier Clerc (davul), Patrick Perrier (bas & kontrbas), Ivor Malherbe’den (bas & kontrbas) oluşan Nu Bass 13 Mart 2019 Çarşamba günü 16.00’da İKSEV’de genç cazcılara yönelik bir atölye yapacak.

Film Gösterimi – Michel Petrucciani

Dünya caz sahnelerinin en sıra dışı piyanisti Michel Petrucciani, ölümünün onuncu yılında 26. İzmir Avrupa Caz Festivali’nde anılacak. Yönetmen Michael Radford’un 2012 yapımı belgeseli 13 Mart 2019 Çarşamba günü 19.30’da İzmir Fransız Kültür Merkezi’nde gösterilecek. Giriş ücretsiz olacak.

Pilgrim Caz Atölyesi

İsviçre İzmir Fahri konsolosluğu işbirliği ile Festival’e katılan Christoph Irniger (tenor saksafon), Stefan Aeby (piyano), Dave Gisler (gitar), Raffaele Bossard (bas) ve Michi Stulz’dan (davul) oluşan Pilgrim,16 Mart 2019 Cumartesi günü İKSEV’de genç cazcılara yönelik bir atölye yapacak.

Timo Vollbrecht – Fly Magic Caz Atölyesi

Goethe Enstitüsü İzmir işbirliği ile Festivale katılan Timo Vollbrecht – Fly Magic, 20 Mart 2019 Perşembe günü saat 10.30 – 13.00 arasında İKSEV’de atölye yapacak. Timo Vollbrecht (saksafon), Elias Stemeseder (piyano & synth), Bernhard Meyer (bas) ve Sebastian Merk’den (davul) oluşan Fly Magic, Festival’in son etkinliğini gerçekleştirmiş olacak.

(Yeşil Gazete)

Mixer’de yeni sergiler: “Yürüme Mesafesi” ve “Dört Mevsimlik Mayıs”

Mixer,1 Mart – 7 Nisan 2019 tarihleri arasında iki yeni sergiye ev sahipliği yapıyor. Ana sergi mekânında, sanatçılar Ahmet Duru, Doğu Özgün, Emre Baykal, Ozan Atalan, Umut Toros’un katılımıyla “Yürüme Mesafesi” isimli grup sergisi ve proje odasında, Furkan Öztekin’in “Dört Mevsimlik Mayıs” isimli ilk kişisel sergisi.

Dört Mevsimlik Mayıs, Furkan Öztekin

Furkan Öztekin’in “Dört Mevsimlik Mayıs” isimli ilk kişisel sergisi ise, Ülker Sokak, Eryaman ve Meis Sitesi gibi LGBTİ+ direniş tarihinde önemli yeri olan olayları konu alıyor. Bu olaylara kazı ve keşif ruhuyla günümüzden bir bakış açısı kazandırmaya çalışan sanatçı, kiralık evlerin emlak fotoğrafları ve buluntu nesneler üzerinden yeni hikâyeler kurguluyor.

Yürüme Mesafesi, grup sergi

Ahmet Duru, Doğu Özgün, Emre Baykal, Ozan Atalan ve Umut Toros’un katıldığı “Yürüme Mesafesi”sergisi, medeniyetin ilk kıvılcımını başlatan ve ilk insanı var olduğu yerden doğrultup tüm dünyaya yayılmasına sebep olan “yürüme” kavramını ele alıyor. Sergide yer alan sanatçılar, yürüme eylemini üretim süreçlerinin bir parçası olarak görüp, kendi sanat pratikleri doğrultusunda yorumluyorlar.

(Yeşil Gazete)

Avedis Cebeciyan’ın “Bir Ermeni Subayın Çanakkale ve Doğu Cephesi Günlüğü 1914-1918 “kitabı yeniden basıldı

Avedis Cebeciyan’ın “Bir Ermeni Subayın Çanakkale ve Doğu Cephesi Günlüğü 1914-1918 ” kitabı Aras Yayıncılık tarafından yeniden basıldı.

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nda görev yapan Ermeni asker ve subaylar, son zamanların hararetli tartışma konularından biri. Antep doğumlu bir doktor olan Avedis Cebeciyan’ın, Çanakkale ve Doğu cephelerinde subay olarak yaşadıklarını günü gününe kaydettiği günlüğü, bu tartışmalara eşsiz bir katkı sunuyor. Çanakkale Savaşı’nın en şiddetli günlerinde cephede bir tabip subay olarak görev yapan ve gözlemlerini Ermeni harfleriyle Türkçe olarak ve sıcağı sıcağına kaleme alan Cebeciyan, kimi zaman büyük ölüm tehlikesi altında olmasına rağmen yüzlerce Osmanlı askerine şifa verdi. Yüzbaşı Cebeciyan, bir yandan da, 1915’te uygulamaya konan tehcir ve katliam politikaları çerçevesinde Antep’ten sürülen ailesinin akıbetini merak ediyor, onların hangi koşullar altında olduğunu öğrenmeye çalışıyordu. Zaman geçtikçe, cephe gerisindeki sevdiklerinden son derece kaygı verici haberler almaya başlayan genç subay, bu ağır ruh hali içinde, yine de görevlerini aksatmamaya, vatanına hizmet etmeye çalışıyordu. Çanakkale Savaşı’nın Osmanlı Devleti adına zaferle sonuçlanmasının ardından bu kez de Doğu cephesine tayin edilen Avedis Cebeciyan, burada da, hem savaşa, hem Anadolu’nun harap haline, hem de dönemin siyasi gelişmelerine dair önemli bilgileri kaydederek, 100 yıl önce yaşananların günümüze ulaşmasına aracılık ediyordu. Tarihe büyük anlatıların ötesinde, insani çerçeveden bakmak isteyenler için bire bir.

***

Kitaptan bir bölüm: …3 Eylül 1915, Akbaş Öğleden sonra tekrar üzerimize bombardıman açıldı. Müthiş manzaralar gördüm. Yer altı deliğine girdik, öğle sonu yük ile dolu gelmiş olan vaporu görmüş idiler ve onu vurmak istiyorlar idi. Nihayet 14’üncü mermiyi tam vaporun kıçına düşürdüler. Vapor, olduğumuz yerden 60 metro uzak idi. Merminin biri bize daha yakın düşünce, olduğumuz yer altı mahalın içi toz toprak ile doldu. Baktım fena, ordan kaçıp ateş hattından ırakça dik bir dağda kayaların oyukları içine sığınıp, açıkta, atılan mermileri seyre başladım. Müthiş şey amma hoş ve cazip-i dikkat. Her patladığından sonra üzerimize taş ve şarapnel parçası yağmuru yağıyor idi. Allah koruyor… Vapora isabetinde, mermiden sonra derhal ince bir duman çıkmaya başladı, gittikçe arttı, lakin gidip biraz su ile söndürmeye kimse cesaret etmedi. İşte, alev çıkmaya başladı, amma her üç-beş dakikada bir mermi geliyor. Vapor, un ve peksimet ile dolu, canımız gidiyor amma ne çare! Nihayet bombardıman dindi, lakin vapor müthiş surette yanmaya başladı. Olduğum dik dağda yerimden kalkıp askerlere bir bağırdım: “Haydeyin aslanlarım, vatana hizmet edecek gün bugündür, haydeyin yangına!”

Avedis Cebeciyan

1876’da Antep’te doğdu. İlköğrenimini Antep’teki bir Protestan okulunda gördü. Sonrasında Antep Getronagan Koleji’nde okudu ve buradan 1896’da mezun oldu. 1898’de tıp eğitimi almak için Suriye Protestan Koleji’ne gitti. Bir süre Urfa’da doktorluk yaptıktan sonra, başhekimliğini Lorrin Shepard’ın yaptığı Antep Amerikan Hastanesi’nde görev yaptı. 1908’de Adana Amanos Hasanbeyli köyünden Yevnige Kundakcıyan ile evlendi. Birinci Dünya Savaşı patlak verdikten sonra askere çağrıldı. Tabip subay olarak 1914 ile 1916 arasında Çanakkale cephesinde, daha sonra da 1918’e dek Doğu cephesinde görev yaptı. Kendisi Osmanlı ordusunda subay olduğu için, ailesi, oğlu Robert’in deyişiyle “yumuşatılmış bir tehcir”e uğradı. Cebeciyan’ların Halep’e gitmelerine ve savaş müddetince orada kalmalarına müsaade edildi. Ancak, ailenin diğer kolları o kadar şanslı olmadı; Hama ve Der Zor taraflarına sürüldüler ve pek çoğundan daha sonra haber alınamadı. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından, aylar süren bir yolculuk sonunda Halep’e dönmeyi başaran Doktor Cebeciyan, akrabalık bağıyla bağlı olduğu, kendisi gibi Beyrut Amerikan Üniversitesi mezunu Doktor Filip Hovnanyan’ın muayenehanesini ortak olarak kullanmaya başladı. Daha sonra, yine Hovnanyan’la birlikte, Cebeciyan-Hovnanyan Hastanesi’ni kurdu. 1952’deki ölümünden bir yıl öncesine kadar fiilen doktorluk yapmayı sürdürdü. Halep Ermeni Mezarlığı’na gömüldü.

(Yeşil Gazete)

[Babil’den Sonra] Endülüs’ün gitarı: Paco De Lucia

Paco De Lucia (1947/ 2014)

Paco De Lucia’nın 2014 yılının 26 Şubat günü Meksika’ da çocuklarıyla plajda futbol oynarken kalp krizi geçirip öldüğünü duyduğumda inanamıştım. Hani bazı insanları tanırsınız ve belki de farkında olmadan onları tanrı katına yerleştirip, ölümsüzlükle taçlandırırsınız ve bir gün, bir anda ölüm haberiyle tüm bu büyü dağılıp gider. Aynı öyle olmuştu haberi duyduğum andaki duygum…

1980’lerin ilk yarısında ilk kez Paco De Lucia’yı canlı izleme şansım olmuştu. Önceleri nadir bulunabilen kasetlerinden ve LP’lerinden az çok biliyordum onu. Ama sahnede canlı olarak izlemek bambaşka bir duyguydu…

AKM’ nin ayakta olduğu yıllardı ve her hafta birçok konserler yapılıyordu. O günlerde çalıştığım firma aynı zamanda AKM’ nin ses ve ışık sistemlerinin de tedarikçisiydi. Paco de Lucia, kardeşleri flamenko şarkıcısı Pepe,  Flamenko gitaristi Ramon’ un da yer aldığı, 1981 yılında kurdukları Paco De Lucia Sekstet ile Avrupa turnesi kapsamında İstanbul’ a geleceklerdi. Biletix ve benzeri satış organizasyonları yoktu. Her önemli sanatçının konserinde olduğu gibi bu konserin biletlerinin çıktığı gün AKM gişelerinin önünde uzun kuyruklar oluşmuştu ve fiyatı hiç de ucuz olmayan 1000 bilet kısa zamanda satılmıştı. Bana Paco’ yu tanıtan ve sevdiren rahmetli Bülent abimle birlikte, AKM’nin ses- ışık teknisyeni Ahmet Defne’ nin verdiği davetiyeyle konser salonuna girebilmiş ve sahnenin sağ ön tarafında yerimizi almıştık. Paco ve arkadaşları sahnede belirince dakikalarca süren, dinmek bilmeyen alkışları anımsıyorum. Gitarda kardeşi Ramon de Algeciras, basgitarda Carlos Benavent, vokal ve ritim gitarda diğer kardeşi Pepe de Lucia, flüt ve saksafonda Jorge Pardo, perküsyonda Rubem Dantas önce alkışlarla sahneye geldiler. En son elinde gitarıyla Paco sahneye çıktı. Sahnede elinde gitarıyla bir Endülüs tanrısı gibiydi Paco. Gitar ona, o gitara çok yakışıyordu. Alkışlar yükseldi, yükseldi ve dakikalarca sürdü. Sonra ilk şarkıya girdiler ve alkışlar bir anda bıçak gibi kesildi… Arada izleyici sıralarından yükselen çığlıklar… Şarkı sonlarında dinmek bilmeyen alkışlar… Konserin sonunda ısrarla devam eden alkışlar ve ardı ardına gelen bisler… Keşke hiç bitmese dediğim rüya gibi bir konserdi. Tadı hala kulaklarımda ve ruhumda…

Francisco Gustavo Sanchez Gomez veya bilinen adıyla Paco de Lucia 1947’ de İspanya’ da Cadiz- Algeciras’ da dünyaya gelmiş. Babası Antonio Sanchez de Roman asıllı bir flamenko gitaristiymiş. Gitar dinleyerek büyümüş. Bir söyleşide gitara olan yolculuğunu anlatırken “…Çalmaya başlamadan önce flamenkonun her ritmini biliyordum. Müziğinin duygusunu ve anlamını biliyordum, bu yüzden çalmaya başladığımda kulağımdaki sese gittim sadece.” diyordu.

Paco de Lucia sahne ismini annesi Lucia Gomes’ in onuruna almış. Paco de Lucia, Lucia’nın Çocuğu anlamına geliyor.

1958’de, on bir yaşında ilk defa Radio Algeciras’ da çıkmış. Bir yıl sonra prestijli Jerez flamenko yarışmasında özel ödül almış 1961’de dansçı José Greco’ nun flamenko grubuyla turneye çıkmış, çeşitli ülkelerde konserlere katılmış.

New York’ta kendisini etkileyen en önemli müzisyenlerden gitarist Sabicas‘ la tanışmış. Onunla birlikte müziği bir başka boyuta taşınmış.

İspanya’ya döndükten sonra, 1964’te ailesiyle birlikte Madrid’e taşınan Paco de Lucia, gitarist Ricardo Modrego ile üç albüm kaydetmiş: Dos guitarras flamencas, Dos guitarras flamencas en stereo ve Doce canciones de Federico García Lorca para guitarra. 1966’da kardeşi Ramon ile birlikte üç albüm kaydetmiş. 1967’de ilk solo albümünü yayımlamış: La Fabulosa Guitarra de Paco de Lucía.

1968 ile 1977 arasında dostu Nuevo (Yeni) Flamenko müzisyeni Camarón de la Isla ile sıkı bir çalışma dönemi geçirmiş ve birlikte on albüm yapmışlar.

Paco De Lucia’nın birlikte çalıştığı müzisyenlerden birisi de kardeşi Ramon Algeciras’tı. Açık söylemem gerekirse en çok Algeciras’la yaptığı albümleri beğeniyorum. Ramon Algeciras ağabeyinden 5 yıl önce 2009 yılında 61 yaşında Madrid’te hayata veda etti.

Paco De Lucía, 1970’lerin sonlarından itibaren caz fusion’a ilgi duymaya başladı. Al Di Meola‘ nın 1977’deki Elegant Gypsy albümünde bu tarzın seçkin bir örneğini görüyoruz.

De Lucía, 1979′ da John McLaughlin ve Larry Coryell ile Gitar Üçlüsü kurmuş ve kısa bir Avrupa turuna çıkarak Londra’da Royal Albert Hall’ da Ruhların Buluşması adlı bir video kaydını yapmışlar. İlerleyen zamanda Al Di Meola, Coryell’ in yerini almış ve 1981’den itibaren bu üçlü üç albüm kaydetmişler.

De Lucía, kendi başına geleneksel ve modern flamenko stillerinde çeşitli albümler çıkarmış. Geniş repertuarıyla yeni bir flamenko anlayışı yaratmış ve gitarın teknik ve müzikal sınırlarını genişletmişti. 2004’te İspanya’nın prestijli ödülü Asturias Sanat Ödülü’nü kazanan Paco de Lucia’ya bu ödül “en evrensel flamenko sanatçısı” olması dolayısıyla verilmişti.2007’de Cadiz Üniversitesi de Lucía’ nın müzikal ve kültürel katkılarını kendisine fahri doktora (Doktor Honoris Causa) payesi vererek ödüllendirmişti.

Bir başka detayı daha paylaşmam gerekirse: 1991’de Joaquín Rodrigo’ nun Concierto de Aranjuez ‘ini yorumlaması istenene kadar nota okumayı bilmemekteydi. De Lucía daha sonra, konçertoyu yorumlarken klasik gitarcıların önem verdiği tonal sadakatten ödün vererek ritmik doğruluğa öne çıkardığını açıklamıştı. Bana göre konçertonun en güzel yorumudur onun yorumu.

İspanyol yönetmen Carlos Saura’ nın üç filminde de gitarıyla yer aldı. Carmen (1983), Sevillanas (1992) ve Flamenco Flamenco (2010). Özellikle 1983 yapımı Carmen filmindeki rolü unutulmazdı. Film, 1985’te “En İyi Yabancı Film” dalında İngiliz Bafta Ödülü‘ne değer görülmüştü.

Paco de Lucía, son yıllarında hem İspanya’ da ve hem de Meksika’ da yaşıyordu. 26 Şubat 2014 günü Meksika’ da Cancun’ da çocuklarıyla bir kumsalda oynarken geçirdiği kalp krizi sonucu 66 yaşında hayatını kaybetmişti.

Paco de Lucia’nın doğum yeri olan Endülüs’teki Algeciras eyaletinde iki günlük yas ilan edilmiş; Cadiz Belediye Başkanı Jose Ignacio, müzisyenin ölümünü “Endülüs kültürü için tamir edilemez bir kayıp” olarak nitelendirmişti. Bir başka seveni ise “Huzur içinde yat. Meleklere gitar çalmayı öğreteceksin artık” diye Tweet atmıştı.

https://youtu.be/FsSGm5e9BS0
Açık Radyo (94.9) Babil’den Sonra , 25 Şubat 2019, Pazartesi

Bu hafta Babil’den Sonra’da Paco De Lucia’yı konuşup, konserlerinden ve albüm kayıtlarından seçtiğim şarkıları dinlettim. Videoda Paco’nun cenaze töreninden görüntülere de yer verdim. Videoda Paco doğduğu kent olan Cadiz’de binlerce seveninin alkışlarıyla son yolculuğuna uğurlanıyor. Önce Cadiz Belediye başkanı Jose İgnasio’nun sesini duyuyoruz ardından gitarları ve şarkılarıyla arkadaşları sözü devralıyorlar ve hep birlikte Paco’yu sonsuzluğa uğurluyorlar.

Öldüğünde geride geleneksel flamenko, caz, funk ve klasik müzikte otuzdan fazla albüm bırakan Paco de Lucia benim müzikteki kahramanlarımdan birisiydi, en iyi gitarcımdı. Paco ölümünden 5 yıl sonra bugün de gitarıyla gönül telimizi titretmeye devam ediyor.

Bu yazı ilk olarak acikradyo.com.tr/ de yayınlanmıştır

Ercüment Gürçay

[email protected]

[Hayvan Deneyleri] Primat Denge Platformu (PEP) deneyleri

İnsanlık tarihi boyunca, insan menfaatine küçük ya da büyük her bilimsel gelişme için mutlaka bir bedel ödenmesi gerekti. Peki bu bedeli kim ödeyecek?[Hayvan Deneyleri] yazı dizisinde bu sorunun cevabını hep birlikte bulmaya çalışacağız

***

“En Yakın Akrabalarımız” Laboratuvarlarda başlıklı yazıda, insandışı primatların ABD ve Avrupa’daki laboratuvarlarda deneylerde kullanılmasıyla ilgili genel bilgileri yazmıştım. Bu yazıda ise, Texas’daki Brooks Hava Kuvvetleri Üssü’nde insandışı primatlar üzerinde “maruz kalma” ile ilgili yapılan iki çalışmadan bahsedeceğim.

USAF Armstrong Laboratuvarı tarafından geliştirilen Primate Equilibrium Platform (Primat Denge Platformu), yani kısaca PEP, Havacılık Tıp Okulu’ndaki Radyasyon Bilimleri Bölümü Silah Etkileri Branşı’nın, insandışı primatlarda iyonize radyasyon ve kimyasal savunma ajanlarının davranışsal etkilerini ölçme çalışmaları için kullanıldı. Denge performansındaki değişiklikleri kaydeden uçaktaki manuel kontrolün bir simülasyonuydu. Platform, hayvanın oturduğu (ve sabitlendiği) sandalye ve hayvanın tam önünde yer alan üzerinde joystick bulunan bir platformdan oluşuyordu. Aslına bakarsanız ilk bakışta bebekler için kullanılan bir mama sandalyesini andırsa da kullanım amacı ve hayvanların yaşadıkları çok korkunçtu. Bilgisayar tarafından kontrol edilen sandalye eksen eğiminde yalpalıyor, hayvan elindeki joystick ile platformun düz pozisyonunu sürdürebiliyordu.  Ağırlıkları 5-9 kg arasında değişen Rhesus maymunları (Macaca mulatta), bu platformu kullanmak üzere eğitildiler; eğitim 7 aşamadan oluşuyordu, bir aşamayı tamamlamadan diğerine geçilemiyordu.

1. Aşama sandalye adaptasyonuydu: 5 gün boyunca günde 1 saat (ilk 2 gün koloni içindeyken sonraki günlerde de tesiste) sandalyede oturtuluyor, 5. günün sonunda sakince sandalyede oturan maymun sonraki aşamaya geçiyordu. 2. aşama ise, joystick adaptasyonuydu: buradaki amaç, hayvanın joystiğe dokunmasını sağlamaktı ve 10 saniyelik 100’er denemeden oluşan günlük eğitimler veriliyordu. Öne doğru 25º eğilen sandalyeye eşlik eden hafif (2-4 mA) elektrik şokuyla birlikte, joystiğin yakınındaki görevlinin eldivenli eline dokunma ile şok kesiliyordu. Her seferinde eli joystiğe daha da yaklaştırarak, her 100 denemenin 80’inde joystiğe dokunma olduğunda bu aşama da başarıyla geçilmiş oluyordu. 3. Aşamada hedef, joystick kullanımıydı: her çalışma, 2-4mA/0.5 saniyelik elektrik şoklu 100 denemeden oluşuyordu ve sandalye öne doğru 25º eğildiğinde joystiği çekmesi hedefleniyordu. Bu olduğunda da sandalye düz konuma getirilerek pekiştirme için hayvana üzüm veriliyordu. Bu aşamayı geçmek için kriter, 2 seferde (200 denemede) joystiği %80 oranında çekmekti. 4. ve 5. aşamalardaki amaç 3. aşama ile aynıydı, tek fark platformun bu sefer geriye açılanmasıydı. 6. aşamada ise, platform rastgele ileriye veya geriye gidiyordu ve sandalye pozisyonuna karşı hayvanın doğru tepki vermesi (joystiği itmesi veya çekmesi) bekleniyordu. Joystick çalışır durumda değildi, tepkiye göre sandalye konumu manuel olarak ayarlanıyordu ve yanlış yaptığında elektrik veriliyor, hayvan korkunç acı çekiyordu. Bu aşamayı geçtiklerinde ise yapmaları gereken son şey, çalışır durumda olan (“stow modu” deniyor) joystick ile platformu çoğunlukla düz konumda tutup şoklardan kaçınmaktı. Kuru üzüm alabilmek için doğru hareketleri yapmaları ise eğitim süresince aç bırakılmaları ile sağlanıyordu ve bu eğitim çalışması, yüzlerce maymunda yapıldı. PEP kullanmayı öğrenmek bir kurtuluş değildi, aksine, asıl zulüm sonrasında başlıyordu.

PEP eğitimi görmüş rhesus maymunları üzerinde yapılan bir başka deneyde ise, 20 yetişkin erkek maymuna etil alkol içeren portakallı içecek veriliyor ve her doz sonrası kan örneği alınarak alkol oranı ölçülüyordu. Ardından platforma oturtularak, sandalyenin yatar pozisyonu 15º’den fazla bozulursa kuyruğundan elektrik şoku veriliyor ve platformu dengede tutması isteniyordu. Hayvanlar bunu yapmaya çalışırken sarhoş edilmiş oluyorlardı çünkü denemelerden önce 16 saat boyunca su verilmeyerek yoksunluk sağlanıyordu ve böylece alkollü portakallı içeceği istekle içiyorlardı. Bu test, 120 dakika sürüyordu ve her 30 dakikada bir, 1-3 dakika arasında değişen kan alma molaları veriliyordu. Alkolün etkisinden ötürü görevi yapamaz hale gelen hayvan, bir sonraki göreve kadar sandalyede dikey pozisyonda tutuluyordu.

Psikomotor performansta aksamaya yol açan maddeler için yapılan PEP testlerinde, (çoğunluğu rhesus) binlerce hayvan kullanıldı. Hayvanların temini de sorun değildi çünkü 1972’de Hindistan’dan 50 bin rhesus ithal edilmişti ve ABD kendi kolonisini çoktan kurarak dünyada 1 numara olmuştu. İnsandışı primatların kullanıldığı askeri deneyler, uzay çalışmaları da dahil olmak üzere pek çok alanda devam etti ve öldürülen hayvanlar birer numaradan ibarettiler: 902C, 918 C, 272D, 280D, 276D, 274D…

Kaynaklar:

Non-Human Primate Model for Performance Effects of Ethanol, Brooks-Texas, Septemper 2000Training Procedure for Primate Equilibrium Platform, Brooks-Texas, January-March 1982

.

Yağmur Özgür Güven

Veronika’nın İkili Hayatı, kaybolan hatıralar ve kaybolan gelecek

Krzysztof Kieslowski, Polonya’nın dünya sinemasına büyük bir armağanıdır. En büyük tutkusu sigara içmek olan yönetmen, edebiyatın sinemadan çok daha üstün olduğunu ifade etmiştir. Böylece sadece filmleri ile değil, bu beyanatı ile de kalbimi çelmiştir. Bir çoğumuz, Kieslowski’yi Fransız bayrağının renklerine atıfta bulunarak çektiği “Üç Renk” serisi ile tanırız; Mavi, Beyaz ve Kırmızı. Daha az bilenen filmleri ise, On Emir’den esinlenerek çektiği “Dekalog” serisidir. Ama benim gönlüme “Veronika’nın İkili Hayatı” ile taht kurmuştur. Bu filmi neden çok sevdiğime dair onlarca neden sayabilirim.  Düşünün, bir film için iki farklı son çeken dahi bir yönetmenin filminden bahsediyoruz. Biri Amerikalılar için, biri Avrupalılar için. İki farklı kültür, iki farklı yaşam tarzı ve iki farklı sonla biten bir film.

Maruz kaldığımız değişim baş döndürücü. Yaşadığımız şehirlerin sokaklarına ait hatıralarımız, yaşanmışlıklarımız hızlı bir şekilde kayboluyor.  İstanbul, artık Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Beş Şehir” ya da “Huzur” romanlarında bahsettiği İstanbul değil. Kendi doğasına, tarihine, hatıralarına uymayan ne varsa hepsinden fazlası ile nasibini alıyor ve sanırım almaya da devam edecek.  Elli-atmış yıl boyunca insanların hayatında olan, onlarla birlikte büyüyen bir ağaç yeni yapılacak bir bina için birdenbire kesilebiliyor. Sabah o sokaktan işe gitmek için yürüyorsunuz. Akşam iş dönüşü sokağa girdiğinizde, ağacın kesildiğini, dallarının hatıralarınızla beraber darmadağın olduğunu görüyorsunuz. Ahmet Haşim’in en sevdiği vakit, akşam vakti imiş. Şair, akşam karanlığının çirkinlikleri sakladığını düşünürmüş. Maalesef akşam karanlığı, bütün bu çirkinlikleri saklayacak kadar kudretli değil, saklayamıyor. Astım hastası iseniz, göğsünüzün üstündeki baskıyı hissediyorsunuz. Sokağın başında oturan, ömrünün tamamı nerede ise bu sokakta geçen yaşlı bir kadına inme iniyor. Bir anda, hatıralarınız sizden zorla alınıyor, tarumar ediliyor. Her şey ama her şey, öyle hızlı ve çirkin bir şekilde değişiyor ki yıllardır yaşadığınız şehri tanıyamaz hale geliyorsunuz.

Kieslowski, “Veronika’nın İkili Hayatı”nda birbirini hiç tanımayan, ama tıpatıp birbirinin aynı olan, biri Paris’te, diğeri Varşova’da yaşayan iki genç kızın hikayesini anlatır. İkisi de aynı yaştadırlar, sanatçıdırlar ve ikisinin de kalbinde sorun vardır. Film, metaforlar üzerinden ilerler. Filmin müzikleri, “Üç Renk”in müziklerini de yapan Zbigniew Preisner’e aittir. Varşova’da yaşayan Veronika, sahnede kalp krizi geçirerek bu dünyadan göçer. Paris’te yaşayan Veronika, Varşova’da yaşayan Veronika’dan habersizdir. Ama bir yerlerde diğer yarısının yaşadığını hep hisseder. Parisli Veronika, diğer yarısının ölümünü de hisseder ve buna bağlı olarak bir seçim yapma aşamasına gelir. İktisat derslerinde fırsat maliyeti konusunu anlatırken her seçimin, her tercihin aynı zamanda bir vazgeçiş olduğundan bahsederiz. Veronika, sağlık problemi nedeni ile opera sanatçısı olmaktan vazgeçer. Bu kararı çok zorlanarak almıştır. Bu kararın onda yarattığı etkiyi azaltabilmek için hatıralarına ve çocukluğuna sığınmak ister; teselli bulmak için baba evini ziyaret eder. Baba evinin yeri aynıdır. Ve film biter. Bu son, Kieslowski’nin Avrupalılar için çektiği sondur.

İstanbul’da doğup, büyüyenlerin baba evi diye bildikleri bir çok bina yıkıldı. Yıkılan binaların yerine yenileri yapıldı. İnsanların hatıraları yok edildi ve insanlar, doğup büyüdükleri şehre yabancı oldular. Eğer biz, zor durumlarda hatıralarımıza, çocukluğumuza sığınamıyorsak, neye sığınacağız? Bizi, diğer canlılardan ayıran bilincimiz ve hatıralarımız değil midir? Bu değişim, maalesef İstanbul ile sınırlı değil. Bu kadar hızlı değişim, insanları kendi geçmişlerine yabancı eder ve nesiller arasında çok büyük uçurum yaratır. Çocuklarımız, baba evinin ne anlama geldiğini bilmeden, kendi geçmişlerine yabancılaşmış olarak büyüyorlar.

Ne yazık ki kaybolan sadece hatıralar ve geçmiş değil, aynı zamanda bu çocukların gelecekleri de çalınıyor. İklimler değişiyor. Gelecek nesiller, önlem alınmadığı takdirde iklim değişikliğinden çok kötü etkilenecek. 16 yaşındaki İsveçli Greta Thunberg, Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nde yaptığı konuşma ile hepimizin hayranlığını kazandı. Geleceğimizi bize geri verin, dedi. Thunberg, bununla yetinmedi, yoluna devam ediyor. Thunberg, bize çok önemli bir şeyi hatırlattı. Gençlerin, çocukların hem geçmişini hem de geleceğini aynı anda yok etmeye hakkımız yok.

.

Ayşe Uyduranoğlu

Eren Erdem’e 4 yıl 2 ay hapis cezası

Kapatılan Karşı gazetesine yönelik FETÖ soruşturması kapsamında eski CHP Milletvekili Eren Erdem, 4 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Kapatılan Karşı gazetesine yönelik FETÖ davasında 17-25 Aralık’ta yasa dışı ses kayıtlarını servis ettiği iddiasıyla yargılanan Eren Erdem’in, 4 yıl 2 ay hapisle cezalandırılmasına karar verildi.

İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, mütalaaya karşı sanık ve sanık avukatlarının beyanlarını aldıktan, sanıklara son sözlerini sorduktan sonra dosyayı karara bağladı.

Eren Erdem’in, “silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte bilerek ve isteyerek yardım etmek” suçundan 4 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırılmasına ve tutukluluk halinin devamına hükmeden heyet, Erdem’in “soruşturmanın gizliliğini ihlal” ve “gizli tanığın ifşası” suçlarından ise, suçların yasal unsurları oluşmadığı gerekçesiyle beraatini kararlaştırdı.

FETÖ soruşturması kapsamında 4 aydır tutuklu olan Karşı Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve eski CHP Milletvekili Eren Erdem’inde aralarında buluğunduğu 2’si tutuklu 11 kişinin davasına bugün devam edildi.

Hakkında bir önceki celse savcının verdiği mütalaada, “Örgüte üye olmamakla birlikte örgüte yardım etmek”  ve “Gizliliğin ihlali” suçlarından 8,5 yıldan 19 yıla kadar hapsi talep edilen Eren Erdem son savunmasını yaptı. 

Erdem, “İlla bana ceza kesilecekse siyasi başka bir örgüte bağlayın. Ondan aklayayım kendimi. Ama FETÖ’ye bağlamayın. Bir yere kaçacağım yok” diyerek beraatini talep etti. 

İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya, tutuklu sanıklar Eren Erdem ve Onur Kala getirildi. Tutuksuz sanıklardan Turan Ababey, Kutlu Esendemir ve Emre Erciş ile sanık avukatları hazır bulundu. Duruşmayı, CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu bir süre izledi. Ayrıca CHP Milletvekilleri Muharrem Erkek, Sezgin Tanrıkulu, Mahmut Tanal, eski milletvekilli Barış Yarkadaş’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda partili de duruşmada hazır bulundu.  

Mahkeme başkanı, sanık Onur Kala’nın etkin pişmanlık hükümlerinden faydalandığını ve ifadesinde verdiği bilgilerin faydalı olup olmadığı yönünde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazı yazıldığını ancak yazıya henüz cevap gelmediğini belirtti. 

SAVCILIĞIN SUÇ DUYURUSU TALEBİNE RET

Duruşma savcısı, MİT TIR’ları soruşturmasındaki gizli belgelerin usulsüz şekilde ele geçirilmesi iddiasına ilişkin sanık Eren Erdem hakkında suç duyurusunda bulunulmasını talep etti. Mahkeme heyeti, dosyanın karar aşamasına gelmiş olması, savcılığın ayrıca suç duyurusunda bulunabileceği gerekçesiyle bu talebi reddetti.

TANIK DİNLENDİ

Daha sonra Eren Erdem’in tanığı Kemal Özkiraz dinlendi. Özkiraz ifadesinde, Eren Erdem’i 5-6 yıldır tanıdığını ve arkadaşı olduğunu belirterek, “Eren’e, FETÖ’cü iddiası bize çok komik geliyor. Darbe girişiminden 2-3 gün sonra ben Eren’e ‘Abi bu darbe girişimi başarılı olsaydı, ne olurdu?’ diye sordum. O da bana ‘İlk beni öldürürler’ dedi. Çünkü kitapları ortada” diye konuştu. 

ERDEM SON SAVUNMASINI YAPTI

Mütalaaya karşı savunması sorulan Eren Erdem, 9 aydır tutuklu olduğunu söyleyerek, “Kendimi ihraç fazlası kot gibi hissediyorum. Siz tahliye ettiniz, üst mahkeme tutukladı. Elinizde kaldım. Kaçma şüphesi denilerek tutuklandım. Bir ihbar olması gerekiyor ama ihbar yok. Gizli tanık, bir televizyona çıkarak ‘Çikolata kutularıyla gazeteye CD geliyordu. Yusuf diye biri getiriyordu’ diyor. İlk celse savcı, ‘Yusuf kim’ diye sorduğunda ‘Bilmiyorum’ demişti. Yusuf’un gerekçelendirilmesi ve somutlaştırılması lazım. Kim bu Yusuf? Bana ceza verecekseniz de Yusuf’u bulup verin. İlla bana ceza kesilecekse siyasi başka bir örgüte bağlayın. Ondan aklayayım kendimi. Ama FETÖ’ye bağlamayın. Benim bir geçmişim var, bir duruşum var, ilkeli bir insanım. Ben sadece iki örgüte üyeyim. Birincisi Cumhuriyet Halk Partisi, ikincisi Beşiktaş’tır” dedi. 

“BİR YERE KAÇACAĞIM YOK, BERAATİMİ TALEP EDİYORUM”

Erdem, “Oğlum beni havalimanında çalıştığımı sanıyor. Ona göre pilotum. Esas hakkındaki mütalaa kafa yapıyor sayın başkanım. Okuyunca rakı içmiş gibi oluyorum. Türkiye’nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim. Adalet talep ediyorum. Siyasetin, hukukun üzerindeki gölgesinin kalkmasını talep ediyorum. Neyle suçlandığımı bile anlamış değilim. Bu ülkeye hizmet etmeye devam etmek istiyorum. Beraat edersem siyaset yapmak istiyorum. Devrimci bir ailenin kültüründen geliyorum. Benim sicilime bu kara lekeyi sürmeyin başkanım. Beni böyle FETÖ ile ilgili bir suçla mahkum etmeyin. 9 ay boyunca utanç duyarak yattım cezaevinde. Cezaevinden hastaneye götürülürken FETÖ’cü ve cinsel suçluların iki gruba ayrıldığını gördüm. Bana ‘FETÖ’cü müsün, cinsel misin?’ diye sordular. Üçüncü bir seçenek yok. FETÖ’yü tercih etmektense cinseli tercih ettim başkanım” diye konuştu. Babasının işten atıldığını, kirada oturduğunu ve işçi olduğunu da söyleyen Erdem, “Böyle FETÖ’cü gördünüz mü? Bizler şerefli insanlarız. Hiçbir zaman bir örgüte teslim olmadık. Gazete para bulamadığı için battı. Hıncını almak için sanık, gizli tanık oldu. Bu ağır ceza davası değil, ticari bir davadır. Siz bana müebbet de kesseniz ben sizin mahkemenizin yargılamasından razıyım. Bir yere kaçacağım yok. Ben bu ülkenin evladıyım. Paris’in sokaklarındansa ülkemin cezaevini tercih ederim. Ben gitsem giderdim zaten. Beraatimi, aileme kavuşmamı sağlamanızı talep ediyorum” diye konuştu. Duruşma, savunmaların alınmasıyla devam ediyor.

4 YIL 2 AY HAPİS CEZASI

Kapatılan Karşı gazetesine yönelik FETÖ davasında 17-25 Aralık’ta yasa dışı ses kayıtlarını servis ettiği iddiasıyla yargılanan Eren Erdem’in, 4 yıl 2 ay hapisle cezalandırılmasına karar verildi.

İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, mütalaaya karşı sanık ve sanık avukatlarının beyanlarını aldıktan, sanıklara son sözlerini sorduktan sonra dosyayı karara bağladı.

Tutuklu sanık Eren Erdem’in, “silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte bilerek ve isteyerek yardım etmek” suçundan 4 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırılmasına ve tutukluluk halinin devamına hükmeden heyet, sanığın, “soruşturmanın gizliliğini ihlal” ve “gizli tanığın ifşası” suçlarından ise, suçların yasal unsurları oluşmadığı gerekçesiyle beraatini kararlaştırdı.

Pakistan, esir pilotu Hindistan’a iade etti

Pakistan, düşürdüğü Hint savaş uçağının pilotu Abhinandan Varthaman’ın ilkesine iade edildiğini açıkladı.

İki ülke arasındaki Wagah sınır kapısında gerçekleşen iade töreninde Varthaman evrak işlerinin tamamlanmasından sonra kendi ülkesinin yetkililerine teslim edildi.

Varthaman’ın sivil kıyafetler içerisinde Hindistan’a teslim edilmesi dikkat çekti.

Hindistan, 26 Şubat’ta Keşmir Kontrol Hattı’nın Pakistan tarafında bulunan terör örgütü kamplarına hava saldırısı düzenlediğini duyurmuştu. Pakistan tarafı ise sınır ihlalini kınayarak ikinci bir ihlal olduğunda karşılık vereceklerini açıkladı. Çarşamba günü yine Hindistan sınırı ihlal etmiş, Pakistan da 2 Hint uçağını düşürmüş Hint pilot Abhinandan Varthaman’ı esir almıştı. Pakistan Başbakanı Imran Khan’da “iyi niyet göstergesi” olarak pilotu serbest bırakacaklarını açıklamıştı.

Yiğit Aksakoğlu için Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapıldı

Gezi eylemleri soruşturması kapsamında 16 Kasım 2018 sabahı gözaltına alınarak, 17 Kasım 2018 tarihinde hakkında tutuklama kararı verilen Yiğit Aksakoğlu’nun avukatları Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundu.

Bernard van Leer Vakfı’nın Türkiye Temsilcisi Yiğit Aksakoğlu, 16 Kasım 2018 gecesi gözaltına alınmış, ertesi gün tutuklanmıştı.

Aksakoğlu’nun Silivri 9 No’lu Kapalı Cezaevi’nde, tek kişilik hücrede tecrit altında bulunduğu sürenin 3 ayı geçtiğini vurgulayan avukatlar, Anayasa Mahkemesi başvurusunda, “tutukluluk incelemelerinin duruşmasız yapıldığını, tahliye taleplerinin gerekçesiz reddedildiğini ve savcılığın soruşturma dosyası hakkında görüşme taleplerini reddettiğini” vurguladı.

Başvuru dilekçesinde, “Aksakoğlu’nun yargılama sürecinde Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı, 141. maddesinde düzenlenen ‘kararların gerekçeli olması yükümlülüğü’, AİHS’nin 7. maddesinde düzenlenen ‘suç ve cezaların kanuniliği prensibi’ ihlal edilmiştir. Bu belirtilen gerekçeler nedeniyle Yiğit Aksakoğlu adına Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru zorunluluğu doğmuştur” denildi.

Marta Koyu Dayanışması’nın düzenlediği “Marta Koyu ve Adalarda Kıyıların Durumu” paneli 2 Mart’ta

Burgazada’da Marta Koyu’nu da içine alan 46 dönümlük 1. derece sit alanına yapılması planlanan tesise karşı “Marta Koyu Dayanışması”nı kuran adalılar mevcut sorunları, koyun bir işletmeye kiralanmasının hukuksal boyutunu, çevresel etkilerini ve çözüm önerilerini konuşmak üzere bir araya geliyor.

2 Mart Cumartesi günü saat 14.00’te Cemevi Burgazada’da düzenlenecek olan “Marta Koyu ve Adalarda Kıyıların Durumu” başlıklı panele İATVKD Yönetim Kurulu Başkanı Arif Çağlar, Dünya Mirası Adalar Girişimi’nde Korhan Gümüş, İstanbul Üniversitesi Biyoloji Bölümü Hidroloji ABD Ögretim Üyesi Dr. Cem Dalyan ve Marta Koyu Dayanışması’ndan Sevgi Çekiç konuşmacı olarak katılacak.

Panelde “Adalarda kıyı işgalleri, hukuksal boyutları”, “Adalarda kıyı yönetimi ve alternatif modeller”, “Marta Koyunda Biyolojik Çeşitlilik”, “Dayanışma Süreci” konuları konuşulacak.

Panelin moderatörlüğünü Dünya Mirası Adalar Girişimi’nden Alp Orçun üstlenecek.

Ne olmuştu?

Burgazada’daki Marta Koyu Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından Aralık 2018’de yapılan bir ihaleyle özel bir şirkete kiraya verilmiş ve işletmecinin Marta Koyu’nu çitle çevirmeyi, konser alanı yapmayı, büfe kafeterya açmayı ve iskele yapmayı planladığı belirtilmişti.

Marta Koyu Dayanışması ne talep ediyor?

Marta Koyu’nun bir kamusal alan olarak korunması için çalışan Marta Koyu Dayanışması‘nın talepleri ve önerileri şu şekilde:

1-) Marta Koyu tekrar herkese açık, ücretsiz bir kamu alanı olarak kalsın, Burgazada halkına iade edilsin.

2-) Koyun korunması için kamu kurumlarının görevlerini yerine getirsin. Ekosistemin korunması, bitki dokusu, doğal peyzajı, güvenli kullanımı, atıkların toplanması, kullanıcıların ve ziyaretçilerin ilişkileri bir Yönetim Planı ile düzenlensin. Bu Yönetim Planı Belediye tarafından, Koruma Planları’nın katılımla geliştirilmesi için sürekli gözden geçirilerek uygulansın.

3-) Yönetim planı için STK’ların, yerel halkın ve uzmanların yer aldığı bir yönlendirici organ oluşturulsun, öngörülen kamusal işlevlerin yönetim sorumluluğu bu organın gözetiminde verilsin ve denetlensin.

4-) Doğal sit alanı olan benzer yerlerle ilişki kurulsun, deneyim paylaşılsın. Bir örnek olarak Adalar’ın diğer kamusal alanlarının yönetimi için bir pilot çalışmaya, bir deneyime dönüştürülsün.

Koyun özelleştirilmesine karşı harekete geçen Marta Koyu Dayanışması’na Twitter, Facebook ve Instagram üzerinden ulaşabilirsiniz. Panel ile ilgili güncel bilgilere ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.

Marta Koyu Dayanışması: Ücretli plaj, restoran, konser ve düğün organizasyonları yapılması planlanıyor

Burgazada Martha Koyu’ndaki “Martha’nın Evi” boşaltıldı

(Yeşil Gazete)