Ana Sayfa Blog Sayfa 2599

HDP, Batı illerinde birçok adayını geri çekiyor

Halkların Demokrasi Partisi (HDP), Batı’daki bazı illerde Belediye Başkan adaylarını geri çekiyor. Muğla’da Büyükşehir Belediye Başkan adayı dahil olmak üzere Marmaris, Bodrum, Menteşe ve Ula İlçelerinde adaylar geri çekiliyor.

HDP’den yerel seçimlere kısa süre kala yeni hamle geldi. Parti, batı illerindeki birçok adayını geri çekme kararı aldı. 

Manisa’da ise Alaşehir, Soma ve Saruhanlı İlçelerinde gösterilen Belediye Başkan adayları geri çekiliyor. Manisa Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı ise devam ediyor. 

Denizli’de ise Pamukkale İlçe Belediye başkan adayı geri çekiliyor.

HDP’den konuya dair yapılan açıklamada, AKP-MHP bloğunu ülkenin doğusunda da batısında da olabildiğince geriletilmesi politikası gereği bu kararın alındığı belirtildi.

Roger Federer kariyerinin 100. kupasını kazandı

0

İsviçreli tenisçi Roger Federer Dubai Tenis Turnuvası’nda şampiyon olarak kariyerinin 100. ATP kupasını kazandı.

Turnuvanın finalinde Yunan Stefanos Tsitsipas ile karşılaşan 37 yaşındaki Federer, rakibini 6-4’lük setlerle 2-0 mağlup etti.

ATP turnuvalarında ilk şampiyonluğunu 19 yaşındayken 4 Şubat 2001’de Milano’da kazanan Federer, 6 bin 600 gün sonra 100. şampiyonluğuna uzandı.

Federer, erkeklerde tenis tarihinde 100 ATP şampiyonluğu bulunan ikinci isim oldu. Erkeklerde ABD’li Jimmy Connors 109, kadınlarda ise Martina Navratilova WTA’da 167 kupayla ilk sırada yer alıyor.

İstinaftan İlk Onay: Prof. Dr. Füsun Üstel’e 1 Yıl Üç Ay Hapis

Barış bildirisi imzacısı Prof. Dr. Zübeyde Füsun Üstel için kararını veren İstinaf Mahkemesi, yerel mahkemenin kararını onadı. Üstel’e verilen 1 yıl 3 aylık hapis cezası kesinleşti.

Tansu Pişkin’in Bianet’te yayınlanan haberine göre;

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi (istinaf), barış bildirisi imzacısı Prof. Dr. Zübeyde Füsun Üstel’in mahkumiyet kararını onadı.

Oy çokluğuyla alınan karar uyarınca 1 yıl 3 ay hapis cezası alan Üstel’in cezası kesinleşmiş oldu.

Üye hakimlerden biri karara muhalefet şerhi düşerek Türk Ceza Kanunu (TCK) 301 yönünden değerlendirme yapılması gerektiğini belirterek dosyanın ilk mahkemesine gönderilmesi gerektiğini savundu.

Karar: Değerlendirme yerinde

İstinaf Mahkemesi’nin oy çokluğuyla 25 Şubat 2019’da aldığı kararda şu ifadeler yer aldı:

“Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler, gerekçe içeriği ve tüm dosya kapsamına göre yapılan incelemede; Mahkemenin kararında usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, delillerde ve işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığı, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğu, eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, cezaların kanuni bağlamda uygulandığı anlaşıldığından, istinaf başvurusunda bulunan sanık müdafinin ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmemiş olmakla, CMK’nın 280/1-a maddesi uyarınca İstinaf başvurusunun esastan reddine, dosyanın hükmü veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verildi.”

Muhalif Üye: TCK 301 yönünden değerlendirilmeli

İstinafın oy çokluğuyla aldığı karara üyelerden biri muhalif olarak dosyanın ilk derece mahkemesine geri gönderilmesini savundu.

Gerekçe olarak ise, atılı suçun TMK 7/2’de düzenlenen “terör örgütü propagandası yapmak” değil TCK 301’de düzenlenen “Türkiye Cumhuriyeti Devletini aşağılama” suçunu oluşturduğunu ifade ederek ilk derece mahkemede yeniden değerlendirme yapılması gerektiğini söyledi:

Muhalefet şerhi şöyle:

“İddianamede belirtilen suça konu bildiride özetle, ‘Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir kısım yerlerde insanlara kasıtlı ve planlı kıyım yaptığı, katliam yaptığı, bölge halklarına karşı katliam ve bilinçli sürgün politikası uyguladığı’ yönünde ve benzeri suçlamaların bulunduğu görülmektedir. İddianame çerçevesinde belirtilen bu içerikteki iddia ve ithamlarla Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümeti alenen aşağılanarak, bu suretle düşünce açıklamasının ötesine geçilerek suç oluşturacak şekilde yazılan ve yayınlanan mevcut bildiri içeriğini imzalayan sanığın eyleminin TCK’nın 301/1. maddesinde tanımlanan eylemlerden ‘… Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini … alenen aşağılama’ suçunu oluşturduğundan, öncelikle TCK’nın 301/4. maddesine göre bu suçun soruşturulması Adalet Bakanının iznine tabi olduğu gözetilerek davada durma kararı verilerek soruşturma izni talep edilmesi, bundan sonra sonucuna göre, sanığın eyleminin TCK’nın 44. maddesi kapsamında ayrıca değerlendirilerek bir karar verilmesi için ilk derece mahkemesi hükmünün bozulması gerektiği kanaatiyle, sanık hakkında terör örgütü propagandası yapmak suçundan verilen hükme yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine dair çoğunluğun kararına katılmıyorum.”

İlk mahkumiyet kararı

Barış İçin Akademisyenlerin “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzaladıkları için akademisyenler hakkında Savcı İsmet Bozkurt’un hazırladığı iddianame ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) “örgüt propagandası” fiilini düzenleyen 7/2 maddesinden dava açıldı. 

32. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Üstel hakkında verdiği 4 Nisan 2018 tarihli mahkumiyet kararı şöyleydi:

“Sanığın TMK 7/2’den suçunun sabit görülerek aynı maddenin 1. cümlesi gereğince suçun işleniş biçimi, fiilin özellikleri, kastın ağırlığı ve yoğunluğu dikkate alınarak 1 yıl hapisle cezalandırılmasına, suçu basın ve yayın yoluyla işlemesi nedeniyle aynı maddenin 2. cümlesi gereğince cezanın ikide bir oranında arttırılmasına, yargılama sırasındaki davranışları nedeniyle altıda bir oranında indirim yapılarak 1 yıl 3 ay hapisle cezalandırılmasına; sanığın pişmanlık göstermeyen kişiliği gözetildiğinde suç işlemekten çekineceğine dair kanaat mahkememizde oluşmadığından TCK’nın 51. maddesinde yer alan erteleme hükümlerinin takdiren uygulanmasına yer olmadığına karar verildi.”

27 dosya daha İstinaf Mahkemesi’nde

3 Mart 2019 itibariyle dava açılan akademisyenlerden aralarında Zübeyde Füsun Üstel’in de bulunduğu 10 kişi verilen mahkumiyet kararlarında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmemişti.*

2 yılın üstünde kalan mahkumiyet kararlarıyla birlikte bugüne kadar karar çıkan 27 akademisyen dosyası İstinaf Mahkemesi’ne taşındı.

Akademisyen davalarından 137’si sonuçlandı. 100 akademisyen 1’er yıl 3’er ay; 14 akademisyen 1’er yıl 10’ar ay 15’er gün; 4 akademisyen 1’er yıl 6’şar ay; 15 akademisyen 2 yıl 3 ay; 2 akademisyen 2 yıl 6 ay; 1 akademisyen 2 yıl 1 ay; 1 akademisyen 3 yıl hapis cezasına mahkum edildi.

SpaceX’in kapsülü Uluslararası Uzay İstasyonu’na ulaştı

ABD’li uzay mekiği ve roket üreticisi SpaceX’in Amerikan Havacılık ve Uzay Ajansı (NASA) için geliştirdiği personel taşıyıcı Crew Dragon kapsülü, başarıyla Uluslararası Uzay İstasyonu’na (UUİ) ulaştı.

Test amacıyla Cumartesi günü uzaya fırlatılan kapsülün, uzay turizminin de önünü açması bekleniyor.

SpaceX, uzun yıllardır üzerinde çalıştığı Crew Dragon kapsülünü, Florida eyaletindeki Kennedy Uzay Merkezi’nden yerel saatle 02:49’da Falcon 9 roketiyle uzaya göndermişti. NASA, kapsülün uzaya fırlatılışını internet sitesi üzerinden canlı yayınladı.

Kapsül, ‘Ripley’ takma adı verilen bir de manken taşıyor. 

Ripley’nin baş, boyun ve omurgasında bir insanın yolculuktan nasıl etkileneceğini test edebilmek için sensörler bulunuyor.

Rusya: Türkiye İdlib Mutabakatını tam uygulamadı

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, İdlib konusunda Türkiye ile vardıkları mutabakatın henüz tamamen uygulanmadığını söyledi.

Türkiyey’yi İdlib mutabakatına uymaya çağıran Lavrov, “Türkiye’yle mutabık kalınan ateşkes rejimini gözetleme bahanesi altında terörist varlığının artmasına müsaade edilmemesi önemli” dedi.

Lavrov, silahsızlandırılmış bölge kurulması ve militanlarla ağır silahların tahliyesiyle ilgili hükümlerin Türkiye tarafından tam uygulanmadığını kaydetti.

İdlib mutabakatı

Suriye’nin kuzeybatısındaki bölgenin Rusya ile Türkiye arasında varılan İdlib mutabakatı uyarınca belli bir süre zarfında silahsızlandırılmasına karar verilmişti. 

Ancak mutabakat için verilen süre aşılmasına rağmen cihatçı Heyet Tahrir Şam (HTŞ) bölgeden ağır silahlarını çekmemiş, hatta Türkiye destekli Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni yenilgiye uğratarak bölgenin kontrolünü ele geçirmişti.

Son olarak, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani Suriye’nin geleceğini konuşmak için Rusya’nın Soçi kentinde bir araya gelmişti. 

Burada, Putin bölgedeki duruma yönelik askeri adım atılmasını isterken, Ruhani ise İdlib’in eski Nusra Cephesi savaşçılarından temizlenmesi için çaba gösterilmesini desteklediğini söylemişti.

51. SİYAD Ödülleri sahiplerini buldu

Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) üyelerinin oylarıyla belirlenen 51. Siyad Ödülleri, bu yıl da sahiplerini buldu.

Nuri Bilge Ceylan’ın filmi “Ahlat Ağacı” birçok ödüle değer bulundu.

Anahit Sahne’de düzenlenen törende oyuncu Sevda Ferdağ ile belgesel sinemacılar Ethem Özgüven ve Petra Holzer’e Onur Ödülü, Beyoğlu Sineması’nı yaşatma kampanyası gönüllüleri ve Beyoğlu Sineması çalışanlarına Emek Ödülü takdim edildi. Tuğrul Tülek’in sunuculuğunda gerçekleşen törende Ahlat Ağacı En İyi Film ve En İyi Yönetmen dahil toplam 6 ödül kazandı. Ahlat Ağacı’nı, Emre Erdoğdu’nun ilk uzun metraj çalışması olan Kar iki ödülle izledi; Anons, Arada, Arif v 216, Güvercin ve Yol Kenarı da birer ödül kazandılar.

En iyi Film: Ahlat Ağacı
En İyi Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan / Ahlat Ağacı
En İyi Senaryo: Akın Aksu, Ebru Ceylan, Nuri Bilge Ceylan / Ahlat Ağacı
En iyi Kadın Oyuncu: Hazar Ergüçlü / Kar
En İyi Erkek Oyuncu: Doğu Demirkol / Ahlat Ağacı
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Bennu Yıldırımlar / Ahlat Ağacı
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Murat Cemcir / Ahlat Ağacı
En İyi Görüntü Yönetmeni: Andreas Sinanos / Yol Kenarı
En İyi Müzik: Orkun Tunç / Arada
En İyi Kurgu: Ayris Alptekin / Kar
En İyi Sanat Yönetimi: Osman Özcan, Laszlo Rajk / Anons
Ahmet Uluçay En İyi İlk Film Ödülü: Güvercin (Yönetmen: Banu Sıvacı)
Giovanni Scognamillo En İyi Fantastik Film Ödülü: Arif v 216 (Yönetmen: Kıvanç Baruönü)
En iyi Uzun Metrajlı Belgesel: Meteorlar (Yönetmen: Gürcan Keltek)
En iyi Kısa Metraj Belgesel: Yıkıntılar Arasında (Yönetmen: Özcan Alper)
En İyi Kısa Film: Sana İnanmıyorum Ama Yerçekimi Var (Yönetmen: Umut Subaşı)
Onur Ödülleri: Sevda Ferdağ; Ethem Özgüven, Petra Holzer
Emek Ödülü: Beyoğlu Sineması’nı yaşatma kampanyası gönüllüleri ve Beyoğlu Sineması çalışanları
En İyi Yabancı Film Ödülü: Roma (ithalatçı: Netflix Türkiye)

(Yeşil Gazete)

Özhaseki’den tuhaf iddia: Faturanızı militanların getirmesini ister misiniz?

​AKP’li Mehmet Özhaseki, seçim çalışmaları kapsamında Evren ilçesinde partisinin Seçim Koordinasyon Merkezi’nin açılışına katıldı. ‘CHP’nin kazanması durumunda parklarda militanların dolaşacağını’ söyleyen Özhaseki’ye MHP Genel Başkan Yardımcısı Mevlüt Karakaya da eşlik etti.

AKP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mehmet Özhaseki, CHP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazanması halinde 20 bin kişinin belediyede işe alınacağı iddiasıyla ilgili konuştu. Özhaseki “O zaman PKK ve DHKP-C gibi örgütleri, ‘Sana destek verdik, sen de bizi gör’ diyecekler. İnsanların parklarında artık o militanlar olacak. Allah korusun, evine su parasını getiren tahsildarın militan olduğunu bir düşünün” diyerek sözlerini sürdürdü.

Evren’de Seçim Koordinasyon Merkezi’nin açılışında konuşan Özhaseki, sol partilerin Türkiye’de eserinin bulunmadığını iddia etti. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan kazandığı tazminatla Kızılay’da döner dağıttığını hatırlatan Özhaseki, partilerinin ‘döner isteriz’ sloganları üzerine, “Bir bakayım, para arttıysa burada bir döner tezgahı koyalım, sizlere helal hoş olsun, ne olacak. Zaten yalan söylemeleri bitmiyor, merak etmeyin para gelir arkasından. Onlar söyledikçe yalan, para geliyor çok şükür. Ben burada döner dağıtacağım söz veriyorum” diye konuştu.

‘HDP’NİN HARAM OYLARINI İSTEMİYORUM’

Mehmet Özhaseki, daha sonra AKP Şereflikoçhisar İlçe Seçim Koordinasyon Merkezi (SKM) açılışına katıldı. Açılıştaki konuşmasında CHP Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mansur Yavaş’ın kendisine yönelik yönelttiği “HDP’nin oyunu istiyor mu?” şeklindeki sorusuna Özhaseki, şu cevabı verdi:

“Güya bana zor bir soru soruyorlar. Kanlı katillerin, o lanet örgütün hiçbir şeyini istemiyoruz. Haram oylarını da istemiyoruz. Onların oylarına bizim evlatlarımızın kanı bulaştı. Ancak tüm Kürt kardeşlerimin oylarına talibim. Ben gidip oralarda hizmet eden birisiyim. Bakanlığımdaki çalışmalarımın yarısı Güneydoğu’da geçti. Sur’a, Nusaybin’e, Yüksekova’ya, Cizre’ye ve Şırnak’a gittim. Teröristlerin o insanlara nasıl zulüm ettiğini gördüm. O insanların ben evlerini yaptım. O kardeşlerimi bağrıma bastım. Elbette ki onların oylarını istiyorum.”

Sosyal projelerle Şereflikoçhisarlıların yaşam standardını yükselteceğini vaat eden Özhaseki, “Şereflikoçhisar’daki Tatbikat Camisi’nin yanında millet bahçesi, mezbahane ihtiyacı var, onu da yapacağız. Şereflikoçhisarlı hanım kardeşlerimize aile yaşam merkezleri ve genç kardeşlerimize özel gençlik merkezlerini hayata geçireceğiz. Bunların içerisinde havuz, sohbet edeceğiniz alanlar ve spor yapabileceğiniz ortamlar olacak” dedi. 

(Gazete Duvar)

[Botanitopya] Orkide Çılgınlığı – Benan Kapucu

Açık Radyo’da her Pazar 10:30 – 11:00 saatleri arasında yayınlanan Botanitopya‘yı hazırlayıp sunan Benan Kapucu, 2019 itibarı ile programda daha önce yer verdiği konuları Yeşil Gazete okurları için de paylaşıyor. 

“Bitkiler âleminin tuhaf ve muhteşem dünyasını belgeleyen botanik sanatına dair her şeyin konuşulacağı bir program” şiarı ile Açık Radyo’da yer alan programın podcastlerine bu bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.

***

5 – Orkide çılgınlığı

Tüm zamanlarda asalet ve zarafet sembolü olan, dünyanın belki de en çok sevilen çiçeği orkidelerden bahsetmek istiyorum size. Bin bir türlü renkte, göz alıcı formlarda karşımıza çıkan, zor şartlarda bile olanca güzelliğiyle açan, kırılgan, zarif ama öte yandan da son derece dayanıklı çiçekler bunlar…

Orkide, 26.000’e ulaşan tür çeşitliliğiyle, çiçek açan bitkiler arasında tartışmasız en kalabalık ailelerden birine sahip. Çoğunlukla tropik ve astropik bölgelerde yetişen orkide, epifit bitki sınıfına giriyor. Yani başka bitkilerin ya da organik birikintilerin üzerinde yaşayan ama asalak olmayan bir bitki türü. Yakın zamanda Dominik Cumhuriyeti’nde bulunan bir fosil orkide, bitkinin dinozorlar döneminde bile var olduğuna, 85 milyon yıl öncesine dayanan bir geçmişi olduğuna işaret ediyor.

Bir zamanların kolay ulaşılamayan o nadide çiçeklerini, bugün neredeyse her süpermarketin rafında, çiçekçilerde görebiliyoruz artık. Çokça gördüğümüz bu orkideler, Phalaenopsis veya -yapısı böceğe benzediği için olsa gerek- “güve orkidesi” olarak bilinen bir türü. Güney Asya ve Endonezya takımadalarında mikro çoğaltım yöntemleriyle yetiştirilen bu melezler, bugün “çılgınlık boyutunda” devasa bir sektör yaratmış. Birçok ülkede amatör ve profesyonel orkide koleksiyonerleri, orkide dernekleri; dünyanın dört bir tarafına orkide yolculuğuna çıkan meraklıları da var.

Orkide’ye Latince adını veren kişi Platon’un öğrencisi Theophrastus (MÖ 300)

Eski Yunan ve Roma tıbbında orkidelerin, “benzerlik ilkesi” ne bağlı olarak şifa kaynağı olarak kullanıldığını biliyoruz. Birçok bitkiye olduğu gibi orkideye de Latince adını veren kişi Platon’un öğrencisi Theophrastus (MÖ yak. 372-288). MÖ 300 civarında yazdığı Historia Plantarum eserinde, yumrulu kökleri erkek üreme organına benzediği için “testis” anlamına gelen Orchis adını vermiş. Orchis, aynı zamanda bir satir ve su perisinin oğlu bir yarı-tanrının adı. Mitolojiye göre, Dionysos şöleni sırasında öldürülen bu yarı-tanrı, ölümünden sonra dünyaya yeniden orkide olarak gelir.

Theophrastus gibi, Dioskorides (MÖ 40-80) ve Galenos (MS 129-yak. 210) da orkideleri “doğurganlıkla” özdeşleştirerek, kısırlık tedavisi için önermişler. Afrodizyak etkisi olduğuna da inanılmış. Augustus’un “görkemli barış sunağı” Ara Pacis’in kabartmalarında ya da Julius Caesar’ın inşa ettirdiği Venüs tapınağında, Batı sanatındaki ilk örnekler olarak orkide betimlemelerini görebiliyoruz.

Konfüçyüs “kokulu çiçeklerin kralı” diye tarif ettiği orkideyi onur ve erdem kavramlarıyla birlikte anıyor

Tabii Antik Yunan filozofları onu adlandırmadan çok daha önceleri Uzakdoğu’da orkideler, saygın çiçekler olarak kabul görüyordu. MÖ 2800’de efsanevi Çin İmparatoru Shen Nong’un yazdırdığı, bitkilerin tıbbi kullanımını anlatan Nong Bencao Fing metninde de sümbül orkidesi Bletilla striata’nın adı geçiyor. MÖ 551-479 yılları arasında yaşamış olan Konfüçyüs  ise “kokulu çiçeklerin kralı” dediği orkideyi, “onur” ve “erdem” kavramlarıyla birlikte anıyor metinlerinde. “Ormanın derinlerindeki orkide, kıymetini bilecek kimse olmasa da güzel kokusunu saçar. Aynı şekilde, onurlu kimseler de yoksulluktan etkilenmeden ilkelerine sıkı sıkı tutunur” sözünden de anlaşıldığı gibi…

Orkide, Çin şiirine ve resim sanatına Kubilay Han döneminde “yüce gönüllülüğün” simgesi olarak girer.

Bu onur ve erdem çiçeği, Konfüçyüs’ün yaşadığı Kubilay Hanlığı döneminde, Moğol baskısı altında yaşayan sanatçıların da gözde teması olmuş. O sıkıntılı ve zorlu zamanlarda, şiire ve ve resim sanatına, “yüce gönüllülüğün” simgesi olarak girer.  Çin farmakolojisinde bu anlamda önemli bir yeri vardır orkidenin. “Shih-hu” bitkileri, yani çıplak kayaya tutunarak yaşayan, bu yüzden dirençli ve güçlü olduğuna inanılan Dendrobium türleri, Çin tıbbında kuvvet verici bir ilaç olarak kullanılıyormuş.  MS 10. yüzyıla tarihlenen Kin-Sho’nun “Orkide Kitabı”nda, bir orkide türü olan Doğu Cymbidium’ları ilk yetiştirenlerin adları, coğrafi konumları ve yetiştirme teknikleri ve bir de tarihçesi vardır.

Nice bitki avcılarının uğruna yollar aşındırdığı bir çiçek Orkide. 17. yüzyılda baharat peşinde Doğu Hint Adalarına yapılan keşif gezileri, egzotik bitki örtüsüyle kaplı o yeni topraklara bitki tüccarlarını, misyonerleri, subayları, diplomatları ve hekimleri de taşıyordu. Cakarta’nın “ilk tüccarı” Georg Eberhard Rumphius -ölümünden sonra 18. yüzyıl ortasında yayımlanan- on iki ciltlik Herbarium Amboinese kitabına yeni epifit ve terreistik orkide türlerini de eklemişti. Rumphius, “yalnızca ağaçların yüksek tepelerinde yaşadığı için” orkideleri “yabanıl bitkilerin aristokratları” diye tanımlıyordu.

Orkideler hakkında yazan ilk Avrupalılardan bir diğeri de Engelbert Kaempfer. Hollanda Doğu Hindistan Şirketi (VOC) için çalışan Alman doğa bilimci ve doktor Kaempfer 1639’dan sonra şirketi Japonya’yla ayrıcalıklı ticaret haklarına sahip olunca birçok kez bu ülkeyi ziyaret etmiş.  1712 yılında yazdığı bir raporda, Kyoto’da aristokrat tabakasının “sekkoku” adını verdiği, Dendrobium moniliforme bitkisinden söz ediyor.

Avustralya’dan Dendrobium orkidelerini getiren kişi, Kaptan Cook’un ilk yolculuğuna da katılan Joseph Banks…

Bunlar gibi birçok kitabın, yayının ve bitkilerin Avrupa’ya ulaşması, egzotik bitkilere duyulan o tutkuyu yeniden ateşlemiş. James Cook’un ilk keşif yolculuğuna da katılan, İngiliz doğa bilimci, botanikçi ve koleksiyoner Sir Joseph Banks, Avustralya’dan Dendrobium orkidelerini getirmiş. Onun gibi birçok başka bitki avcısı da orkide türlerini İngiltere’ye taşımış.  Yolculuğu atlatan kimi orkideler bir süre seralarda yaşatılabilmiş ama başta orkidelerin asalak bitkiler olduklarını sandıkları için yetiştirmeyi başaramamışlar.

Brezilya Organ dağlarından getirilen orkide (Cattleya labiata) Batı’da ilk kez Cattley’in serasında iri, trompete benzeyen çiçekler açar…

Epey hayal kırıklığından sonra egzotik bitki meraklısı William Cattley başarıya ulaşmış. Bitki avcısı William Swainson’un Brezilya’nın Organ Dağları’ndan getirdiği orkide, 1818’de Cattley’in serasında güzel, iri, trompete benzeyen çiçekler açarak heyecana yol açtığında “tüm orkidemsi bitkilerin en olağanüstüsü” diye tarif edilen bu orkide, ona atfen Cattleya labiata olarak anılıyor.  

Swainson bitkileri toplamış olduğu yeri açıklamaz, ancak 1836’da doğa bilimci Dr. George Gardner, Rio de Janeiro’daki Organ Dağları’nda bu çiçeklere rastladığını iddia eder. Sonradan Gardner’in bulduklarının Cattleya labiata değil Sophronitis lobata olduğu; Paraiba Nehri kıyılarında bulduğunu iddia ettiği Cattleya labiata’nın da aslında Cattleya warneri olduğu ortaya çıkmış. Kew Kraliyet Botanik Bahçelerinin ilk tropikal orkidesi Epidendrum rigidum ise 1760’da elde edilmiş. Kew’ın koleksiyonunun hızla genişlemesi, orkideye olan ilginin artmasının da bir göstergesi. 1813’e gelindiğinde ise 12’si Avustralya ve Güney Afrika’dan, 46 tropikal tür vardır bahçede.

Vanilyanın elde edildiği Vanilla planifolia da bir orkide türü. 17. yüzyılda Meksika’nın doğusunda yaşayan Totonakların kutsal saydığı bir bitki.

Keşifler çağında Avrupalıların dikkatini çeken bir başka orkide ya da orkide ürünü, Vanilla planifolia. Meksika’nın doğusunda yaşayan Totonakların kutsal saydığı bu bitkinin tohumları Azteklere vergi olarak ödenir, soğuk çikolataya katılır ya da savaştan önce askerlere yedirilirmiş. Avrupa’da vanilya ticareti, 17. yüzyılın sonlarına kadar sömürge topraklarına hakim olan İspanyolların elindedir. Fransızlar ve İngilizler, İspanya’ya bağımlı olmak yerine kendi vanilya bitkilerini kültüre almak isterler ama bitkiyi doğal habitatı dışında nasıl yetiştireceklerini bilemezler. Fransızların bitkileri Hint Okyanusu adası Reunion’a getirmesi bir dönüm noktası olur. 1841’de köleyken özgürlüğüne kavuşan Edmond Albius adlı bir genç, Hint Okyanusu’ndaki Reunion’da basit bir elle tozlaştırma yöntemi keşfettikten sonra, burada birçok plantasyonda vanilya yetiştirmeye başlanmış. 50 yıl içinde Reunion ve ikisi de pek çok yerli orkide türüne ev sahipliği yapan Madagaskar ile Endonezya, Meksika’yı geride bırakarak, dünyanın en büyük üreticilerine dönüşmüş.

Orkide yetiştiriciler de ebeveyn bitkileri elde etmek için zamanla profesyonel bitki avcılarını görevlendirmeye başlamışlar. 19. yüzyılda James Veitch gibi yetiştiriciler büyük masrafları göze alıp tropik bölgelere bitki avcıları gönderir. Orkide avı o kadar önemlidir ki toplayıcılar arasındaki rekabet de çılgınlık boyutuna ulaşır.  Carl Hartweg ve George Ure Skinner arasındaki amansız rekabet gibi… İki bitki avcısı aynı zamanda Meksika’dayken, büyük bir “Aelia superbiens” bitkisini aynı anda bulmuşlar. İkisi de ona sahip olmaya kararlı olmalarına rağmen bitki çok yüksek bir ağacın üzerinde olduğu için o sırada alamamışlar. Hartweg, hemen ertesi sabah erkenden yanına bir yerli ve bir balta almış, ağacı kesmiş ve büyük Laelia’yı götürerek Skinner’i alt etmiş.

Yüzyılın ikinci yarısında İngiltere ve Kuzey Avrupa’yı kasıp kavuran Orkide çılgınlığının, bitkinin doğal yaşam alanları üzerinde yıkıcı etkileri olur. Birbiriyle yarışan koleksiyoncular tek seferde binlerce orkide topluyor, belli bir bölgede bulabildikleri her bitkiyi toplayıp götürüyor, bazen orkidelerin yetiştiği ağaçları bile deviriyor, hatta taşıyabilecekleri kadar orkideyi yüklendikten sonra, rakiplerinin eline geçmesin diye geride kalan çiçekleri yok ediyorlarmış. Orkidelerin çoğu da getirilir getirilmez yüksek fiyatlara açık artırmalarda alıcı bulurmuş.

Yetiştiriciler stok artırmak için çoğaltma ve çaprazlama çalışmaları da yaparlar ama orkide tohumlarını filizlendirmek kolay değildir. Orkideler, çok sayıda, havaya karışan ya da suyla taşınan neredeyse toz kadar ufak tohumlar üretiyor. Orkideler, filizlerini besleyemeyecek kadar küçük tohumlar ürettiği için tohumların çimlenmesine ve bitkinin yaşamını sürdürmesine destek olan mikorizal funguslarla sembiyotik ilişki geliştirmiş. Orkide yetiştiricisi Veitch için çalışan John Dominy, 1856’da ilk çiçek açan melez orkideyi geliştirmiş. Önde gelen orkide uzmanlarından John Lindley’in verdiği Calanthe x dominyi ismi de yetiştiricisinin adını taşıyor.

Darwin, “Türlerin Kökeni” kitabında, böcekler aracılığıyla döllenme tezinde, büyük ölçüde orkidelerden yararlanmış.

Charles Darwin “Türlerin Kökeni” kitabında böcekler aracılığıyla döllenme tezinde orkidelerden büyük ölçüde yararlanmış, onların üreme yöntem ve sistemlerini inceleyerek belli sonuçlara varmış. Farklı orkide türleriyle her birinin kendine özgü polen taşıyıcıları arasındaki evrimsel iş birliğini anlamak istemiş Darwin. Önce Down House adlı kendi evinin çevresinde yetişen orkideleri incelemiş. Bunlardan bazılarının dişi böcekleri taklit ederek erkek böcekleri çiftleşmeye davet ettiğini, böylece böceklerin bir çiçekten aldığı poleni başkasına taşıdığını fark etmiş. Darwin’in arkadaşları ve mektuplaştığı kişilerden gelen tropik orkideler de vardır inceledikleri arasında. Madagaskar’a özgü beyaz Angraceum sesquipedale, 25 cm uzunluğundaki nektar beziyle onu hayrete düşürür. Bu bitkinin polen taşıyıcısının, uzun dilli bir güve olabileceğini öne sürer ve haklıdır da… 1903’te tanımlanan Xanthopan morganii praedicta’nın dili gerçekten de nektara ulaşıp bu arada polen topluyordu ama bunu yapabildiği çok sonra, ancak 1997 yılında kanıtlanır.  Yakın zamanda Papua Yeni Gine’de keşfedilen Bulbophyllum nocturnum 2011 yılında akşam 10 sularında ilk çiçeklerini verir; böylelikle gece çiçek açan ilk orkide türü keşfedilmiş olur.

Kaşifler, orkidenin kurutulmuş kök yumrusundan elde edilen toz halinde ve sıcak bir içecek olarak tüketilen salebi de Avrupa’ya getirmişler. Salebin Uzakdoğu’da ve Arap ülkelerinde iyileştirici etkileri nedeniyle bazı hastalıklarda kullanıldığını görmüşler. Özellikle bazı Arap ülkelerinde bir tür afrodizyak olarak kullanılması da ona olan ilgiyi artırmış. Uzakdoğu ve Avrupa arasında gelişen baharat ticaretinin en pahalı maddesi haline gelen salep Avrupa saraylarında yüzyıllar boyunca kralların ve soyluların içeceği olmuş.

Topraklarımızda yetişen orkideleri, Faruk Akbaş’ın nefis fotoğraflarıyla Say Yayınlarından çıkan Anadolu Orkideleri kitabında görebilirsiniz.

Tabii orkidelerden bahsederken Anadolu orkidelerinden de söz etmekte yarar var. Karel Kautz’un imzasıyla Rota Yayınlarından çıkan Türkiye Orkideleri ve orkide türlerimizin Faruk Akbaş’ın muhteşem fotoğraflarıyla belgelendiği Say Yayınlarından çıkan Anadolu Orkideleri çok iyi birer kaynak.  170 tür ile orkide tür çeşitliliğinde Avrupa’nın en zengin ülkelerinin başında Türkiye geliyor. Anadolu Orkideleri kitabında, bizim topraklarımızda yetişen özellikle 25 endemik orkide türü olduğundan bahsedilmiş. Salebe olan ilgi, ülkemizde nesli tükenmekte olan orkidelerimiz için de bir tehlike yaratıyor; bir farkındalık yaratılması gerektiği aşikar. Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşmesi’ne göre bu bitkilerin uluslararası ticaretinin yapılabilmesi için bu olayın doğa tahribatına neden olmadığının her iki ülkenin bilim otoriteleri tarafından saptanması gerekiyor. Ancak alınan önlemler ve yapılan toplantılar kardelenler ve benzer soğanlı bitkilerin korunması için bir nebze işe yaramış ama ormanlık alanların dışında kalan bölgelerde salep türü orkide yumrularının kökünden sökülerek toplanması karşısında yaptırımlar maalesef yetersiz kalıyor.

***

1 – Bereket sembolü pirincin hikayesi

2 – Bitki zekası ve ağaçların gizli dili

3 – Ölmez ağaç zeytin

4 – Dünya tarihini değiştiren bir bitki: Patates

.

.

Benan Kapucu

“Peruk Gibi Hüzünlü” Broadway’de

Yalçın Tosun’un Ekim 2011 yılında Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan öykü kitabı Peruk Gibi Hüzünlü’de yer alan Muzaffer ve Muz adlı öyküsü Broadway’de ünlü bir sahne şovunda okundu.

Bir süre önce İngilizce çevirisi Words Without Borders adlı bir on-line dergide yayımlanan öykü,  27 Şubat Çarşamba günü New York/Broadway’de yapılan Selected Shorts adlı bir sahne şovunda Rusya, Macaristan ve Haitili diğer 3 yazarın öyküsüyle birlikte canlı seyirci önünde okundu.

Selected Shorts adlı bu etkinlikte tanınmış/tanınmakta olan yazarların hikâyeleri, tiyatro ve sinema sanatçıları tarafından Broadway’de bulunan Symphony Space’de seyirci önünde okunuyor. Podcastleri ve bir radyo programı da bulunan bu şov, 1985’ten bu yana Amerika’da 150’den fazla radyo istasyonundan yaklaşık 300.000 dinleyiciye ulaşıyor.

Yalçın Tosun, Hukukçu, akademisyen, şair ve öykü yazarıdır. Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olduktan sonra aynı üniversitede özel hukuk doktorasını tamamlayan Tosun, İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Yayımlanmış kitapları: Peruk Gibi Hüzünlü (2011), Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler (2011), Dokunma Dersleri (2013), Bin Nedene Sunuldum (2015), Kendini Tutan Su (2016)

(Yeşil Gazete)

“Başka Bir Sanat Mümkün mü?” Patika Kitap’tan çıktı

“Başka Bir Sanat Mümkün mü?” – Sanat, Siyaset, Estetik İlişkisine Eleştirel Yaklaşımlar başlıklı kitap, Patika Kitap’tan çıktı.

Serhat Yüksekbağ‘ın yayına hazırladığı kitapta Alâeddin Şenel, Ali Artun, Aylin Kuryel, Begüm Özden Fırat, Ceren Özpınar, Doğan Göçmen, Emre Zeytinoğlu, Ezgi Bakçay, Feyyaz Yaman, Fırat Arapoğlu, Fuat Ercan, Julian Stallabrass ve M. Kemal Coşkun, Sungur Savran’ın yazıları yer alıyor.

Bugün kapitalist üretim ilişkileri içerisindeki sanat ve sanatçı bu ilişkilerden muaf mıdır? Üretilen her sanat eseri meta mıdır? Sanatın özerkliği neoliberalizm koşullarında mümkün müdür? Avangard sanat postmodernizm koşullarında varlığını sürdürebilir mi? Herkesin sanatçı olduğunun öne sürüldüğü bir dönemde sanat demokratikleşmiş midir? Yoksa avangard sanatın, hayatın sanat, sanatın hayat olduğu, herkesin sanatçı olabileceği toplum hayali, bugün piyasanın çağdaş sanat stratejisine mi dönüşmüştür? Sanatın bu kadar demokratikleştiği, herkesleştiği söylenen bir dönemde neden hâlâ sanat kavramına ihtiyaç duyuyoruz?

Sanatın ve yaratıcılığın kökleri nelerdir? Sadece yetenekli insanlar mı sanatçı olabilir? Bu gibi soruların önemini daima hatırlamanın ve hatırlatmanın bir zorunluluk olduğuna dair inanç bu kitabın ana dinamiklerini oluşturmuştur.

(Yeşil Gazete)