Ana Sayfa Blog Sayfa 2567

Troyalı Helena ile Paris ve Tahta At Efsanesi

Çocuk ve gençlik edebiyatımızın usta yazarı Yalvaç Ural, Troya Savaşı’nı ve Tahta At Efsanesi’ni, sözlü-yazılı anlatımlarla günümüze ulaşan pek çok kaynaktan ve ayrımlı metinlerden yola çıkarak, çocuklar, gençler ve yetişkinler için şiirsel bir dille kaleme aldı.

3000 yıllık destanların gizemli öyküsü

Troya Savaşı, Homeros’un İlyada destanında, Hektor’un ölümüyle sona erer; Odysseia’da ise Odysseus’un ülkesi İthake’ye dönerken başından geçenler anlatılır. İlyada’da kentin yıkılışından ve Epeios adlı biri tarafından yapıldığı söylenen “tahta at”tan hiç söz edilmez.

Tahta At Efsanesi’ni, Odysseia’nın 8. bölüm, 490. özdekinden, Odysseus’un isteği üzerine Ozan Demodokos’un söylediği bir ezginin sözlerinden öğreniriz. “İlyon’un destanı” da denen İlyada’da, savaştan sonra Kral Priamos, Hekabe, Paris, Helena, Andromakhe ve oğlundan, pek çok komutan ve askerin başına gelenlerden, Troya halkından hiç söz edilmez. Ölümlü tek yanı olan topuğundan vurularak öldürülen Akhilleus’tan, ada krallarından, Paris’in ölümünden ve Helena’nın başına neler geldiğinden de… Troya Savaşı’ndan sonra yaşananları, savaşa katılan ve savaşı yazan Frigyalı Dares’ten, Troya’dan kaçıp İtalya’ya kadar giden Kral Priamos’un kardeşi ve yeğeninin söylencelerini de Latin şair Vergilius’un Aeneas destanından öğreniriz.

Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan “Troya’lı Helena ile Paris ve Tahta At Efsanesi” kitabını Erdoğan Oğultekin resimledi.

Yalvaç Ural

1945 yılında Konya’da memur bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Annesi ilkokul öğretmeni, babası ise Toprak Mahsulleri Ofisi’nde eksper müdürü idi. Öğrenimini Anadolu’nun değişik il ve ilçelerinde sürdürdü. Kabataş Lisesi’nde başladığı lise öğrenimini İstanbul’da Atatürk Erkek Lisesi’nde tamamladı. Lise yıllarında müzik ve edebiyata ilgi duydu.

Yalvaç Ural, liseden sonra gazeteciliği meslek olarak seçti ve Milliyet Gazetesi’nde editör olarak çalışmaya başladı. Gazetecilik yaşamı çok sayıda farklı yayınevi ve gazetede sürdü.23 yılda 25 çocuk dergisi yayımladı. Yurt dışında yayımlanan Türkçe dergilere katkıda bulundu. Yalvaç Ural’ın “Gölcüğü Küçük Avcılar” adlı öyküsü İngilizce’ye çevrilerek, 1996 yılında Oxford University Press tarafından orta öğretim çocukları için hazırlanan “Dört Türk Öykücüsü” adlı kitapta yer aldı.

65 çocuk kitabı yayımlayan Yalvaç Ural, yetişkinler için dört kitap ve bir şiir kitabı yayımlamıştır. Çocuk edebiyatındaki çalışmaları ile yurtdışında da ünlenen Yalvaç Ural, Hollanda’daki 5. Uluslararası Çocuk şiir Festivali’nde, “Armonikanın Şairi”, “Dünya Çocuk şiirinin şampiyonu” diye adlandırılmıştır. (Yeşil Gazete)

Lale Müldür’ün yeni şiir kitabı “Tehlikeliydi, Biliyordum” yayımlandı

Lâle Müldür’den başka dünyalara ait şiirler.

Lâle Müldür’ün yeni şiir kitabı “Tehlikeliydi, Biliyordum” Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.

Kitabın başına Lâle Müldür şiiri için Ferit Edgü şunları yazdı: “Lâle Müldür’ün şiiri bir esrime şiiri tıpkı kan kardeşi Rimbaud’nunki gibi. Ateşten, alevlerin yalazlarından doğan, yazma sürecinde değil, doğurma sürecinde oluşan bir şiir. Bu dünyanın değil, bu dünyanın içindeki başka dünyalara ait bir şiir. O dünyanın dili, rengi, mantığı. Lâle Müldür’ün kulağına fısıldanmış bir şiir. Rimbaud’nun, ‘sözün simyası’ dediği. Varlığın o gizli köşesinde bin yıl dokuz ay bekledikten sonra ortaya çıkıveren, akla mantığa hiçbir borcu olmayan bir şiir. Tümüyle şairin doğum öncesinde ve sırasında attığı çığlığın yansıması, yaşaması, varlığını sürdürmesi. Yaşam gibi. Rimbaud’nun sessizliği, susuşu, Artaud’nun çığlığı gibi. Ya da çarmıha gerilenin son soluğunu verirken gördüğü düş gibi.” (Yeşil Gazete)

Derviş Zaim’den İkinci Roman: Rüyet

Tabutta Rövaşata, Filler ve Çimen, Çamur, Balık ve Rüya gibi filmleriyle tanınan, ilk kitabı Ares Harikalar Diyarında ile Yunus Nadi Roman Armağanı’nı kazanan Yönetmen/Yazar Derviş Zaim ikinci romanı Rüyet’i yayımladı.
Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Rüyet, Sibirya’ya kadar uzanan zorlu yolculuğuyla büyük bir serüven, tuzaklar ve sürprizlerle dolu derinlikli bir roman.

Derviş Zaim’in 1992 yılında Yunus Nadi Roman Armağanı’nı kazanan Ares Harikalar Diyarında adlı romanından sonra kaleme aldığı ikinci eser olan Rüyet, insan ruhunun anlam bulma ve kendini oluşturma çabasını ele alıyor.

Romanın başkahramanı Sine adlı bir mimarın gözünden anlatılan hikâye, İstanbul’da günümüzde geçiyor. Sine, amcalarının yönettiği bir mimarlık/mühendislik şirketinde çalışmaktadır. Ancak şirketin borçları, mimarlık ve inşaat faaliyetlerinin günümüzdeki işleyiş biçimi onu gittikçe daha fazla rahatsız eder. Hayatının labirentinden bir çıkış yolu ararken eline hiç yayımlanmamış, yarım kalmış bir Birinci Dünya Savaşı hatıratı geçer. Hatıratta yazılanlarla kendi hayatı arasındaki küçük paralellikler dikkat çekicidir. Sine, bu metinle olan etkileşiminde ruhunu huzura erdirecek bir ipucu bulabilecek midir?

Rüyet’i kaleme alırken etkilendiği kaynaklardan birinin de Şeyh Galip’in Hüsn-ü Aşk mesnevisi olduğunu söyleyen Zaim,  divan edebiyatının son büyük eserlerinden biri olarak adlandırılan bu mesneviyi ele alarak, onu roman sanatının olanakları ile yeniden yazmaya ve inşa etmeye girişmiş.

“Eğer tecrübelerim beni yanıltmıyorsa, roman sanatı içinde Batılı geleneklere olduğu kadar Doğulu kaynaklara da yaslanmanın sahih ve hakiki bir yapıt üretmek bakımından sağlıklı olabileceğini düşünüyorum” diyen Zaim, “Rüyet sadece büyük şair Şeyh Galib’in divan edebiyatının son büyük eseri olarak kabul edilen mesnevisine selam göndermekle yetinmiyor, onun yanısıra Spinoza’ya, Batılı roman biçimlerine, yirminci yüzyılın Batı kökenli çağdaş sanat düşüncesine de yer veriyor. Çünkü bütün bu yelpaze insanlık hazinesinin ve üzerinde durduğumuz topraklarda yaşayanların ortak mirası konumunda bulunuyor” diyor.

Altını çizmek istediği ikinci hususun Türk roman geleneği içinde tartışılan Doğu-Batı gerginliği olduğunu belirterek sözlerine devam eden Zaim, “Bu ikilemi Ahmet Hamdi Tanpınar’ın trajedi olarak konumlandırdığı, Oğuz Atay’ın ise ironi sanatını kullanarak aşmaya çalıştığı kabaca söylenebilir. Rüyet, sözünü ettiğimiz Doğu-Batı gerilimini ayrı bir yaklaşımla ele almaya gayret ediyor. Altını çizmek istediğim üçüncü nokta kitabın açık bir yapı oluşturma gayretine ilişkin olacak. Rüyet, tarihsel, kültürel kaynaklara, edebiyata, mimariye, çağdaş sanata, mitlere ve sinemaya açık bir yapı olarak inşa edilmiştir. Daha ayrıntılı ifade edecek olursam, Rüyet romanı az evvel saydığım sanatlar, düşünceler, mimari ve estetik birimler ile karşılıklı bir alışveriş içindedir. Kendi dışında bir sürü alan ile zamansal, mekânsal, eşzamanlı ve ardzamanlı bir metinlerarasılık ilişkisi yaratmanın peşine düşmüştür, her türlü alışverişe açık olacak şekilde kurulmuştur. Metnin bu tavrını, hâlihazırda varolan edebi, sinemasal, kültürel ve tarihsel bir sürü gerginliğin aşılması için bir imkân olarak değerlendiriyorum”diye sözlerini tamamlıyor. 

Derviş Zaim

1964 yılında Gazimağusa‘da doğmuştur. Mağusa Namık Kemal Lisesini bitirdi.

İstanbul Boğaziçi Üniversitesinde İşletme bölümünden 1988 yılında mezun olmuştur. 1994 yılında da İngiltere Warwick Üniversitesi’nde kültürel çalışmalar dalında master yaparak eğitimini tamamlamıştır. Ayrıca 1991 yılında Londra‘da Hollywood Film Enstitüsü tarafından organize edilen bağımsız film yapımcılığı ile ilgili bir kursa katılmıştır.

Derviş Zaim, İstanbul’da yaşamakta ve Bilgi Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesinde sinema konusunda ders vermektedir.

Film çalışmalarına 1991’de deneysel videosu Hang the Camera ile başlayan Derviş Zaim, ardından bir TV belgeseli olan Caminin Etrafındaki Taş’ı yönetmiştir. 1992 ve 1995 yılları arasında TV yönetmenliği ve yazarlığı yapan Derviş Zaim, birçok televizyon programı da yönetti.

1996 yılında İlk filmi olan “Tabutta Rövaşata” ile yurtiçi ve yurtdışında birçok ödül kazanmıştır. Zaim, sinema kariyerine Filler ve Çimen (2000), Çamur (2003), Cenneti Beklerken (2006), Nokta (2008), Gölgeler ve Suretler (2011) ve Devir (2012) filmleriyle devam etti.

2005 yılında yaptığı “Cenneti Beklerken”, yönetmenin planladığı bir üçlemenin ilk filmidir. Üçlemenin ikincisi 2008 yılında “Nokta” filmi, üçüncüsü ise 2010 yılında yaptığı “Gölgeler ve Suretler” filmidir.

1995’te ilk romanı Ares Harikalar Diyarında ile Türkiye’de Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazandı.

Kitapları:

1995 – Ares Harikalar Diyarında

Filmleri:

1996 – Tabutta Rövaşata

2000 – Filler ve Çimen

2002 – Çamur

2005 – Cenneti Beklerken

2008 – Nokta

2010 – Gölgeler ve Suretler

2012 – Devir

2013 – Balık

Ödülleri:

32. İstanbul Film Festivali, 2013, Devir, Ulusal Yarışma Jüri Özel Ödülü

33. Antalya Film Şenliği, 1996, Tabutta Rövaşata, En İyi Senaryo

37. Antalya Film Şenliği, 2000, Filler ve Çimen, En İyi Yönetmen

45. Antalya Altın Portakal Film Festivali, 2008, Nokta, En İyi Yönetmen

45. Antalya Altın Portakal Film Festivali, 2008, Nokta, Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü

16. İstanbul Film Festivali, 1997, Tabutta Rövaşata, Jüri Özel Ödülü

23. Siyad Türk Sineması Ödülleri, 2001, Filler ve Çimen, En İyi Yönetmen

Çimen, En İyi Senaryo

12. Orhan Arıburnu Ödülleri, 2001, Filler ve Çimen, En İyi Film

12. Orhan Arıburnu Ödülleri, 2001, Filler ve Çimen, En İyi Yönetmen

14. Orhan Arıburnu Ödülleri, 2003, Çamur, Mehmet Emin Toprak Ödülü

Venedik Film Şenliği, 2003, Çamur, Unesco Ödülü

27. Uluslararası İstanbul Film Festivali, En İyi Türk Yönetmeni Ödülü (Nokta)

45. Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Yönetmen, Nokta

45. Antalya Altın Portakal Film Festivali, Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü, Nokta

4. Uluslararası Avrasya Film Festivali, Eleştirmenler Ödülü, Nokta

Kahire Film Festivali 2008, En Iyi Dijital Film

(Yeşil Gazete)

Peter Hewitt denen adam, anneler, akşam ezanı ve sokak lambası- Mustafa Özünal

21. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna yaklaştığımızın farkında mısınız? Fransız devrimi 18. yüzyılın son çeyreğinde olduğu gibi biz de bir çeyrekteyiz işte. Sonrasında tarihte alelade bir satır olacağız. Belki mühim olmayan ve kitaplarda atlanan senelerde yer alacak ömürlerimiz. İz bırakabilsek ne ala. Ama daha çok zaman iz bırakıyor bizde. Toprağa götüreceğimiz izler ağaç halkası gibi, anneannemizin nakışları gibi nakşediliyor üzerimize.

Yüzyıl tartışmalarına girmemin sebebi zamana meydan okumak değil. Haşa! Daha kimseye meydan okumadım.  Konu tamamen bir ev ödevi! Kızım eve geldiğimde bana ısrarla soruyordu. “Baba Peter Hewitt ne icat etti?” . Bir baba her şeyi bilir diye benden daha akıllı telefonumu elime aldım ve araştırdım. Bu herif zamanımızın bir yönetmeni. Garfield denen miskin kedinin filmini çekmiş. Ama miskinlik çok önceden icat edildi, kedi desen mısır piramitlerinde geziniyormuş. Sonra baktım ki “Evde Tek Başına 5” filmini yönetmiş ki bundan önce çekilen 4 film daha olduğunu düşünürsek ciddi bir icat söz konusu olamaz.

Kızım dertleniyor ben dertleniyorum. Ulan Edison, Graham Bell, Wright kardeşler ne güne duruyor? Dünyada ilkokulda sorulan mucitler gayet net olarak önceden belirlenmiş. Hayır, yeni icat çıkarmanın ne âlemi var?

Benden daha akıllı telefonumda yeni bir arama yapmak geldi aklıma ve büyüteç olan yere şunu yazdım ” Peter Hewitt icat” önüme çıkan sayfada gözlerim doldu.

Film yönetmeyen Peter Hewitt civa buharlı lambaları icat etmiş. Şu anda LED lambaları biliyoruz, tasarruf lambası, çubuk flüoresan, Tungsten ampul, civa buharlı lamba ne bildiniz mi? ben bildim!

Babam çocukluğunu anlatırdı ben küçükken. Artık böyle bir dünya yok derdi. Üzülürdüm babamın çocukluğuna yetişemediğim için. Çocukluğum sıradandı çocukluğumda bilgisayar vardı, daha iyisi olmakla birlikte şimdi de var. Çocukluğumda telefon vardı, tamam cebe girmezdi, şarjı yoktu ama vardı işte. Sonra aklıma Beşiktaş’ın sokaklarında arabaların arka tekerinden 8-9 adım sayarak yolun ortasına koyduğumuz taş ile yaptığımız kaleler ve sokakta oynadığımız maçlar geldi aklıma. Şu anda öyle boş bir sokak yok. Sokak olsa sokaktan geçerken çocukların çil yavrusu gibi (çil ne demek bilmiyorum, bir tür kuş olabilir dağıldığına göre de kesin uçamıyordur bu tavuksu) dağılmasına izin verecek sürücü bulmak mümkün değil. Ama oynardık işte.

Akşam ezanı en kısa ezandır! İslami olarak bir açıklaması elbette vardır ama yaşıtım insanlar için bu kısalığın tek bir anlamı var; “Hava kararırken bir an evvel eve girmek” Annelerin bulduğu muhteşem bir buluş. Kışın zaten ödev var, hava soğuk, çıktıysa da erkenden içeri gelsin; zaten ezan erken okunuyor. Yazın ise tabi ki çocuğun belli sınırlar içinde bir oynama hakkı var.  Ama abartmamak lazım bir ara gelmesi lazım; e yemek de anca hava kararınca hazır oluyor…

Cennet Anaların ayakları altında olabilir ama Akşam ezanı da bir o kadar anaların hizmetinde.

Peter Cooper Hewitt akşam ezanını duymadı muhtemelen. Ama biz duyduk. Hem de maçın ya da saklambaç oyununun en heyecanlı dakikalarında… Mahallenin müezzin amcasına çocuk aklımızla kızmadık ama şimdi düşününce özgürlüğümüzü kısıtlayan en büyük otoritelerden biriymiş herif. Ezanın sesiyle birlikte sokağın ortasından geçen halatın ucundaki sokak lambasında bir ışık yanardı; kendini bile aydınlatmaktan aciz pembe bir ışık. Sonra hafif mora çalarak gürleşirdi. Işık mora çaldığında ezan çoktan bitmiş olurdu. Bazen annemiz unuturdu, ya da kıyak geçerdi ve biz o ışığın en parlak anlarına tanıklık ederdik. Velhasıl; bu Peter Hewitt denen hıyar bizim sokakta oynama özgürlüğümüzü elimizden alan mucit müsveddesinden başka bir şey değildir. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde icat ettiği civa buharı lambasıyla 20. yüzyılın son çeyreğinde sokakta oynayan çocuklara tahakküm etmiş ve gerek saklambaç, gerek top oynama özgürlüklerini elinden almıştır. İcat ettiği ışıkların içinde uyusun E mi?

Benim babamın çocukluğuna özendiğim gibi çocuklarımın da benim çocukluğuma özenmesi için yazdım bu yazıyı, yoksa bildiğin Sokak Lambası! Tarih kitapları bile yazmaz!

Mustafa Özünal

AKP Ankara’dan vazgeçmiyor: Tüm oylar yeniden sayılsın

İl Başkanı Özcan, başvuru gerekçesini; “Geçersiz oyların ne sebeple geçersiz olduğu gerekçeli olmak zorundadır” diye açıkladı

AKP Ankara İl Başkanı Hakan Han Özcan, İl Seçim Kurulu’na Ankara’da tüm oyların yeniden sayılması için başvuruda bulunduklarını açıkladı. Özcan, açıklamasında Geçersiz oyların ne sebeple geçersiz olduğu gerekçeli olmak zorundadır”ifadesini kullandı.

AKP Ankara İl Başkanı Hakan Han Özcan, Ankara İl Seçim Kurulu önünde.

Özcan’ın açıklamalarından satır başları şöyle:

Açıklamak zorundalar: İlçe seçim kurullarınca yapılan sayımlarda partimizin oyu 1807 olarak artmıştır. Birçok sandıkta sandık sonuç tutanaklarının gerekçe kısmında geçersiz oyların gerekçesinin yer almadığı açıkça görüldüğünden talebimiz kısmen kabul edilmiştir. Geçersiz oyların ne sebeple geçersiz olduğu gerekçeli olmak zorundadır.

 Ankara’daki tüm oyların yeniden sayılması için İl Seçim Kurulu’na başvuru yaptık.

İlçe seçim kurulları reddetti: Kullanılan oyların ilçe seçim kurullarınca yeniden sayımıyla ilgili talepte bulunmamıza rağmen, talebimiz hukuka ve yasaya aykırı şekilde; Akyurt, Ayaş, Elmadağ, Etimesgut, Evren, Güdül, Haymana, Kahramankazan, Kalecik, Kızılcahamam, Mamak, Yeni Mahalle, Çankaya 1-2-3’üncü seçim kurullarında reddedilmiştir.

Fahiş miktarda… Altındağ, Bala, Beypazarı, Çamlıdere, Çankaya 4’üncü seçim kurulu, Çubuk, Gölbaşı, Keçiören, Polatlı, Sincan, Şereflikoçhisar’da ise talebimizin tamamı kabul edilmesi gerekirken kısmen kabul edilmiştir.

Kabul edilen ilçe seçim kurulları fahiş orandaki geçersiz oylar nazara alındığında, bu denli fahiş miktarda geçersiz oyun bir sandıkta çıkmış olması hayatın olağan akışına uygun düşmeyeceğinden yeniden sayıma karar verilmiştir.

Ne olmuştu?

Ankara’da AKP’nin başvurusu üzerine 11 ilçede geçersiz oyların yeniden sayımı gerçekleştirilmiş ve AKP Genel Sekreteri Fatih Şahin, dün akşam saatlerinde yaptığı açıklamada durumun Cumhur İttifakı’nın adayı Özhaseki’nin lehine 1139 oy değiştiğini söylemişti.

CHP’nin açıklamasında ise Özhaseki ile Yavaş aradaki oy farkının yeniden sayımlar sonrasında 385 azaldığı kaydedilmişti. AKP, Ankara’nın 25 ilçesinin 25’inde de yeniden il seçim kuruluna müracaat edileceğini duyurmuştu.

İyi Parti’den Balıkesir seçim sonuçlarına itiraz

Balıkesir’de kesin olmayan seçim sonuçlarına göre, ittifak adayları arasında yüzde 1.28 fark var. Millet İttifakı’nın adayı Ok, mücadeleden vazgeçmeyeceklerini söyledi.

Balıkesir’de Cumhur İttifakı’nın adayı Yılmaz yüzde 47.78, Millet İttifakı adayı Ok ise yüzde 46.60 oranında oy almıştı.

İYİ Parti, Balıkesir’deki seçim sonuçlarına ilişkin İl Seçim Kurulu’na itirazda bulundu. 31 Mart yerel seçimlerinin kesinleşmemiş sonuçlarına göre, Cumhur İttifakı’nın adayı Yücel Yılmaz yüzde 47.78, Millet İttifakı’nın adayı İsmail Ok ise yüz 46.50 oy almıştı.

Balıkesir Adliyesi’ne giden İYİ Parti’nin Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkan adayı İsmail Ok, İl Başkanı Nedim Tuna ve partililer itiraz dilekçelerini verdi. Cumhuriyet’te yer alan habere göre Tuna, adliye çıkışında gazetecilere yaptığı açıklamada, daha önce İl Seçim Kurulu’na 5 ilçe için müracaat ettiklerini, bugün de 10 ilçe için daha itiraz dilekçelerini sunduklarını söyledi.

‘Seçim kurulları adil davranmalı’

Milli iradenin sandığa tam yansımadığını düşündükleri için sonuna kadar mücadele edeceklerini belirten Tuna, “16 ilçede ilçe seçim kurullarına yaptığımız itirazlarımız reddedildiği için daha önce 5 ilçemiz için itiraz yapmıştık, bugün de 10 ilçe için daha başvurularımızı yaptık. 15 ilçede oyların tamamının tekrar sayılmasını istiyoruz. Ankara ve İstanbul’da hak, hukuk ve adalet nasıl işliyorsa Balıkesir’de de aynı şekilde işlemesini istiyoruz” diye konuştu.

İsmail Ok’a verilen her oyun peşinde olduklarını dile getiren Tuna, “Bununla ilgili mücadelemiz sonuna kadar devam edecek. AK Parti’nin diğer illerde itirazlarını kabul eden seçim kurullarının Balıkesir’de de aynı şekilde davranmasını bekliyoruz” ifadelerini kullandı. Ok da Balıkesir halkının iradesinin yansıması için mücadele verdiklerini vurgulayarak, seçim sonuçları üzerinde ciddi şaibe olduğunu iddia etti.

CHP Balıkesir’de İYİ Parti adayını desteklemişti.

.

Özgürlüğe kaçan kurt yakalanamadı

Antalya Hayvanat Bahçesi’nden önceki gün kaçan kurt, bir veteriner tarafından ormanlık alanda görüntülendi. Yaban hayatı koruma ekipleri, polis ve jandarma tarafından aranan hayvan, halen bulunamadı.

Aynı kafeste kaldığı diğer türdeşleriyle anlaşamadığı için 1 Nisan’da kafesi değiştirilmek istenirken kaçan kurdu yakalama çalışmaları sürüyor. Hayvanat bahçesine yakın bölgede ve yaban hayatının yoğun olduğu Termessos Milli Parkı’nda yapılan arama çalışmalarından henüz bir sonuç alınmadı. Bölgede çalışan 5 ekip, polis ve jandarmanın da desteğiyle sürdürdüğü çalışmalarda, sayısı artırılan foto kapanlarla kurdun yerini tespit etmeye çalışıyor.  

Cep telefonuyla görüntülendi

Bu arada ormanlık alanın yakınlarından geçen  veteriner hekim Ümit Yürekli cep telefonuyla kaçan kurdu görüntüledi. Yürekli, “Varyanttan inerken yolda bir köpek olduğunu düşündüm. Devamında sağına soluna bakmaya çalışınca köpek değil kurt olduğunu gördüm. Bir taraftan takip ettim ve kurt olduğuna emin oldum ” dedi. Hayvanın panik halinde olduğunu anlatan Yürekli, kurdun Anadolu’nun yaygın bir türü olduğunu hatırlattı; “Saldırgan hisleri yoktur, şehre inmezler. Halk belki panikleyebilir ama tam tersine onlar daha çok panikliyorlar, yabancı bir ortam. Özgürlüğüne gidecektir diye düşünüyorum” diye konuştu.

En son 2 kilometre uzaklıkta görüldüğü bildirilen kurdun, dağlık alana geçebilmesi için trafiğin yoğun olduğu karayolundan karşıya geçtiği ve o alanda ilerlediği düşünülüyor.

Bill McKibben’ın Toronto Konuşmasının Ardından: Birey Olmanın Dayanılmaz Hafifliği – Çağdaş Dedeoğlu

McKibben, ekoloji eylemlerine katılmaya çağırdığı yetişkinlere seslendi: Gelin tutuklanalım!

Greenpeace’in ilk başkanı Bob (Robert) Hunter’ın anısına her yıl düzenlenen derslerin bu yılki konuğu (Twitter bio’sunda kullandığı sözcüklerle) yazar, eğitimci, çevreci ve 350.org’un kurucusu Bill McKibben’dı. 3 Nisan 2019 günü Toronto Üniversitesi Çevre Fakültesinin ev sahipliğinde düzenlenen etkinlikte, McKibben, 1989’da yayımladığı The End of Nature’dan bu yana geçen 30 yılı, iklim mücadelesi özelinde değerlendirdi. Konuşmasının satır aralarında ise birey olmanın anlamına dair bazı ipuçları yakalamak mümkündü.

Etkinliğin açılışını, Toronto Üniversitesi Çevre Fakültesi Direktörü Steven Easterbrook yaptı ve kürsüye önce, kendisini Ontario’daki yerli halklarla (indigenous communities) özdeşleştiren, çevre aktivisti Kevin Best’i davet etti. Best, yerel dilde ve İngilizce olarak, bulunduğumuz toprakların asıl sahiplerine haklarını teslim etti. Ardından felsefe profesörü ve Bob Hunter biyografisinin yazarı Thomas Hart kısaca Bill McKibben’ın Toronto’ya gelişini gerekçelendirdi, Bob Hunter’ın 1973 tarihli The Enemies of Anarchy isimli kitabından alıntılayarak: “Doğa yasaları yoruma açık değildir, temyiz için bir üst mahkeme de yoktur ve hiçbir canlı ölümle sonuçlanmayacak şekilde biyoloji yasalarını çiğneyemez.” McKibben, bunu bir kez daha hatırlatmak için oradaydı.

McKibben, konuşmasına, Bob Hunter’ın gerek felsefi gücüyle gerekse Greenpeace’in kuruluşuna yol açan örgütlenme kapasitesiyle öncü olduğunu söyleyerek başladı. Ardından çocukluğunun beş yılını babasının gazetecilik mesleği dolayısıyla Toronto’da geçirdiğini anlattı. Tabii ki konu kentlerin değişimi ve büyümesine geldi. Geçen sürede, Toronto gibi, dünyanın birçok kenti de önemli değişimler geçirmişti. Ancak siyasetçiler bu değişimleri yönetmek için üzerlerine düşen görevleri yapmamışlardı. Siyasetçiler vurgusu McKibben’ın konuşmasındaki üç vurgudan ilkiydi.

O sırada, sunum yansısında Grönland’da çekilmiş fotoğraflar görülüyordu. Fotoğraflardan bir tanesi ise bir geminin deniz haritasına aitti. En son beş yıl önce güncellenen haritada buzul olması gereken yerler fotoğrafın çekildiği zamana gelinceye kadar maalesef erimişti. Yaşananlar ne Grönland yerlileri için ne de gelecek kuşaklar için adildi. McKibben, bir dipnot olarak, Kanada’nın şimdiye kadar, dünyanın geri kalanının neredeyse iki katı olacak şekilde, gezegeni 1,7 santigrat derece ısıttığını da sözlerine ekledi. Daha da önemlisi, Paris Anlaşması’nda verilen sözler tutulsa bile, söz vermeyenlerle birlikte düşünüldüğünde, gezegenin ortalama sıcaklığının 3,5 santigrat derece civarında artacağını ve bunun üzerindeki bir artışa ise hiçbir uygarlığın uyum sağlama olanağının bulunmadığını hatırlattı. McKibben, uyum sağlayamamanın nelere yol açabileceğinin bir örneği olarak Suriye’deki iç savaşı hatırlattı. Bölgedeki istikrarsızlığın önemli bir belirleyeni, bereketli hilalde yaşanan kuraklık ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sürecin iktidar tarafından yönetilememesiydi. Özetle, iklim göçleri yanı başımızdaydı.

McKibben’ın üzerinde durduğu ikinci vurgu, mühendislerdi. Ona göre, siyasetçilerin aksine geride bıraktığımız yıllarda mühendisler üzerlerine düşeni yapıp yenilenebilir temiz enerjiyi ucuz ve erişilebilir hale getirmişlerdi. Bundan sonrası alışkanlıkların değiştirilmesi ve enerji geçişinin sağlanmasına bağlıydı. Yani, doğayı değiştirmek yerine kendi içsel doğamızı değiştirmek…

Konuşmadaki üçüncü vurgu, söz konusu geçişin neden yavaş seyrettiği sorusuna odaklandı. McKibben, fosil kaynakların terk edilmeye başlanmasında geç kalındığını ifade etti. İklim değişikliğine karşı mücadelede çok değerli 30 yıl kaybedilmişti. Bu nedenle, kurulu politik güç dengelerinin karbon temelli bir ekonomik modelden ivedilikle ayrıştırılması gerekiyordu. Mücadele, fosil yakıt endüstrisine, yani karbon üreterek inanılmaz biçimde zenginleşen şirketlere karşı veriliyordu. McKibben konuşurken yansılarda, dünyanın dört bir yanından 350.org eylemlerinde çekilmiş fotoğraflar görülüyordu.

Söz konusu örgütlülük hemen bir günde ortaya çıkmadığı gibi kendiliğinden de oluşmamıştı. Özveri gerektiriyordu. Bu ise ekoloji-merkezli bir anlayışın karakterle bütünleşme sürecine karşılık geliyor. Bu anlayış, herkesi kucaklıyor. Bu yüzden Cape Town’da din insanları eylemlere destek vermişti ya da Yemen’de burkalı kadınlar 350’nin 0’ını oluşturmak için, gelecek için bir araya gelmişti. İrlanda ise fosil yakıt endüstrisinden tamamen çıkma kararı alan ilk ülke olmuştu. Bu örneklerin yanına, McKibben, “vücudunda bir tek çevreci kemik bulunmayan” Richard Nixon’un 1970 Dünya Günü öncesinde ve sonrasında ortaya çıkan bilinçli kalabalıklar karşısında temiz hava yasası, temiz su yasası ve nesli tükenmekte olan canlılar yasası gibi ABD’de çevre korumacılığın temelini oluşturacak tüm yasal mevzuatı onaylamak zorunda kaldığını da ekledi.

Daha da güçlü biçimde örgütlenmek gerekiyor. Mesele, konfor alanlarımızdan çıkıp elimizi taşın altına koyma meselesi. Bu açıdan önemli bir tespiti daha var McKibben’ın: Yetişkinlerin, gençlerin önünde mücadele etmesi. Greta’nın inanılmaz liderliğinin de gösterdiği gibi gençler zaten heyecanlı ve çok daha hevesli, ama önemli olan gençlere göre kaybedecek çok daha az şeyi olan yetişkinlerin mücadele etmeleri, gerekirse de hapiste biraz zaman geçirmeleri. McKibben, Keystone XL boru hattı eyleminden önce bu nedenle özellikle yetişkinlere mektup yazdığını anlattı: “Gelin tutuklanalım!” Tabii bu tip yöntemlerin, ancak iyi-kötü işleyen bir hukuk devletinde mümkün olabileceğini akılda tutmak gerekiyor.

McKibben, son olarak, yukarıda ifade edilen bilinç dönüşümü sayesinde iklim mücadelesinin bugün 10 yıl öncesine göre daha iyi bir konumda olduğunu vurguladı. Ancak bu henüz başarı anlamına gelmiyor. İklim değişikliğinden en çok etkilenen grupların, örneğin yerli halkların, bu mücadeledeki liderliğine ihtiyaç var. Liderliği gruplar arasında yayarak ExxonMobil gibilerin oldukça saçma bir iş modeline rağmen gezegende ne kadar büyük bir adaletsizliğe yol açtıklarını göstermek ve yönetimleri karar alıp uygulamaya zorlamak gerekiyor. Bu ise birey olmanın tarifinde bir değişikliği gerektiriyor: “bireyler en azından daha az birey olup daha büyük bir oluşumun parçası olmayı deneyebilirler.” Bu ifade, ekolojik vatandaşlığın da temelini oluşturuyor. Bencillikten uzak, sorgulayıcı bir bireyselliğin eylem bilinciyle buluştuğu bir vatandaşlık biçimi. İşte bu, denemeye değer.

Çağdaş Dedeoğlu (Twitter: @CagdasDedeoglu)

Siyaset bilimi doktoru.

Suudi Arabistan’ın ilk araştırma reaktörü yıl sonunda devreye alınacak

Suudi Arabistan’ın, ilk nükleer reaktörü sayılabilecek araştırma reaktörünün bu yılın sonunda devreye alınacağı açıklandı. Uluslararası toplum, ülkenin Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nı delebileceği konusunda kaygılı.

Bloomberg tarafından yayımlanan uydu görüntüleri, reaktörün başkent Riyad yakınlarındaki Kral Abdülaziz kentinde yer aldığını gösteriyor.

Britanya’nın önde gelen gazetelerinden Guardian’ın haberine göre, Arjantinli firma Invap SE tarafından inşa edilen reaktöre dair bilgiler Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (UAEK) eski denetçilerinden Robert Kelley tarafından ortaya çıkarıldı. Kelley, araştırma reaktörünün 30 kilovat kapasiteli olduğunu belirtti. UAEK’nin Arjantin temsilcisi Rafael Mariano Grossi ise, Bu reaktör yıl sonunda çalıştırılabilir” dedi. Reaktörün eğitim amaçlı olarak nükleer teknisyenlerin eğitiminde kullanılacağını belirten Kelley yine de nükleer yakıt reaktöre yüklenmeden önce izlenecek adımların dışına çıkılmaması gerektiğinin altını çizdi. Bunun için Suudi Arabistan’ın, UAEK denetimleri dahil bir dizi denetim kural ve prosedürlerine uygun hareket etmesi gerekecek.

Bir araştırma reaktörü kurilması, nükleer eşiğin aşılması anlamına geldiği gibi, geçtiğimiz ay sonunda ABD tarafından Suudi Arabistan’a nükleer teknolojinin transferinin önünü açan yedi önemli izin verilmiş bulunuyor.

Suudi Arabistan, Nükleer Silahları Yayılmasını Önleme Anlaşması’nı 1988 yılında imzalamıştı. Nükleer santralin nükleer silah üretimine dönüştürülmeyeceğine dair bir dizi taahhüdü öngören CSA adındaki ek anlaşmayı ise 2005’e kadar imzalamamıştı. Ülke yönetimi, anlaşmalara imza atmasına rağmen sürecin başından itibaren sınırlarını uluslararası denetçilere kapalı tutuyor.

İhtimaller korkutucu

Yakın zamanda İstanbul’daki Suudi Arabistan Büyükelçiliği’nde işlenen Gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetiyle dünya gündemine oturan Suudi Arabistan’ın nükleer teknolojiye sahip olma ihtimali haklı endişelerin kaynağı. Zira şeffaflıktan uzak yönetimi soru işaretleri oluşturan Suudi Arabistan’ın şimdi nükleer silah teknolojisine sahip olması nükleer silah geliştirmesi ihtimallerini de beraberinde getirecek. Nükleer reaktör altyapısının kurulması nükleer silah üretimi için uygun fiziksel şartları sağlarken var olan imkanları bu yönde kullanmak yalnızca siyasi iktidarların niyet ve motivasyonuna bağlı.

(Guardian’a dayanarak haberleştirilmiştir)

Mart ayında 22 kadın, erkek şiddeti kurbanı

bianet‘in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre, erkekler, 2019’un üçüncü ayında en az 22 kadını ve erkeklerin yanında olan iki erkeği öldürdü. Mart’ta iki çocuk da erkek şiddetinin kurbanı olarak hayatını kaybetti. 2019’un ilk üç ayında 68 kadını erkekler tarafından öldürüldü.

Taciz, tecavüz, istismar

Bu yılın Mart ayı içinde en az altı kadına tecavüz edildi, en az yedi kadın da cinsel tacize uğradı.  Sekiz kız çocuğu istismara uğrarken, en az 20 kadın da erkekler tarafından yaralandı. Adana ve Ankara’da iki kadın öldürmeye teşebbüs girişiminden kurtularken, İstanbul ve Ankara’da iki kadın şüpheli şekilde yaşamını kaybetti

3 yılda 932 kadın kurban

Ayrıca Polis Akademisi istatistiklerine göre de en çok kadın cinayeti İstanbul, Ankara ve İzmir’de işlendi. Kadınların yüzde 72,8’i konut ve metruk binalarda, yüzde 15’i ise sokak ortasında öldürüldü. Katillerin hepsi erkek.

Polis Akademisi Başkanlığı tarafından hazırlanan ‘Dünya ve Türkiye’de Kadın Cinayetleri 2016-2017-2018 Verileri ve Analizler’ raporuna göre, kadın cinayetlerinin yarısından fazlası ateşli silahlarla işlendi. Bu silahların yüzde 83’ünün ruhsatsız olduğu belirlendi. Bu rakamı yüzde 31,9 ile kesici ve delici aletler takip etti.