Ana Sayfa Blog Sayfa 2483

İran: Yaptırımlar diplomasi yolunu tamamen kapattı

ABD İHA’sının düşürülmesi üzerine iki ülke arasında tırmanan krizde, Başkan Trump’ın yaptırım kararına İran’dan yanıt geldi: ABD yönetimiyle diplomasi yolu tamamen kapanmıştır.

İran, dini lideri Ayetullah Ali Hamaney ve sekiz üst düzey yöneticisini hedef alan Amerikan yaptırımları üzerine ‘ABD yönetimiyle diplomasi yolunun tamamen kapandığını’ duyurdu.

ABD Hazine Bakanı Steven Munchin dün yaptığı açıklamada yaptırımların ‘İslam Devrimi Muhafızları’nın kötü niyetli bölgesel çalışmalarını yönlendiren’ bürokratik yapının tepesinde yer alan sekiz İranlı komutanı hedef aldığını ifade etmişti. Açıklamada yaptırımlar kapsamında İran’daki üst düzey yöneticilerin ABD mali sistemine ulaşımının ve ABD varlıklarına erişiminin engelleneceği belirtilmişti.Munchin, İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in de bu hafta içinde ABD tarafından yaptırım listesine ekleneceğini duyurmuştu.

ABD Başkanı Donald Trump da yaptırımları içeren başkanlık kararnamesini canlı yayında imzalarken, yaptırımların düşürülen Amerikan insansız hava aracına cevap olduğunu belirtmiş; hedefinde İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in de olduğunu açıklamıştı: “Pek çok isimle birlikte İran liderini de hedef alan çok güçlü yaptırımlar getiren başkanlık kararnamesini imzalıyorum. Bugünkü adımımız, bir İHA’mızın düşürülmesi de dahil son haftalarda İran rejiminin saldırgan birçok davranışının sonucudur.”

Trump ayrıca, ABD’nin İran’ın “teröre mali desteğini” kesmek istediğini yineleyerek, “ABD, İran’la çatışmak istemiyor. Amerika Birleşik Devletleri İran ile anlaşma yapmayı çok ister” demişti.

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Abbas Musevi, bütün bu açıklamalara ve karara Twitter hesabından yanıt verdi: ”Hamaney ve Zarif’e yönelik faydasız yaptırımlar ABD yönetimiyle diplomasi yolunu tamamen kapatmıştır.” Musevi, yaptırım kararlarının uluslararası barış ve güvenliği korumak için kurulmuş bütün küresel mekanizmaları yok ettiğini belirtti.

İmamoğlu belediyeyi 27 milyar lira borçla devralacak

İBB’nin ödeyeceği 2018 faizi 2.5 kat arttı, 436 milyon liraya ulaştı. Geçen yılın bütçe açığı ise 3 milyar 723 milyon lira.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanlığı’na ikinci kez seçilen Ekrem İmamoğlu İBB’yi yaklaşık 27 milyar lira mali borçla devralacak. Seçimin bitmesiyle birlikte gözler tekrar İBB’nin bütçesindeki kara tabloya çevrildi. Cumhuriyet’ten Hazal Ocak’ın haberine göre, İBB CHP Grup sözcüsü Tarık Balyalı tarafından hazırlanan, İBB Başkanlığı Meclis Denetim Komisyonu 2018 yılı rapor şerhinde, belediyenin 2018 yılı gelir bütçesi 18 milyar 424 milyon 947 bin lira, gider bütçesi de 22 milyar 148 milyon 25 bin lira olarak kayıtlara geçti. İBB’nin 2018 yılı bütçe açığı ise 3 milyar 723 milyon 77 bin 536 TL.

İBB Meclisi’nin mayıs ayı oturumlarında da bu konu gündeme gelmişti. Balyalı 2018 yılı resmi rakamlarına göre İBB’nin mali borçlarının 22 milyar liradan 26 milyar 800 milyon liraya yükseldiğini açıkladı.

2018’in faiz ödemesi 2.5 kat arttı, 436 milyon liraya ulaştı

İBB’nin borçlarına ödediği faizin de ekonomik krizle birlikte rekor bir artış gösterdiği belirtildi. 2014 yılında 128 milyon 178 bin lira faiz ödeyen İBB, 2017’de 173 milyon 608 bin lira faiz ödemesi yaptı. 2018 yılında İBB’nin faiz giderleri bir önceki yıla göre 2.5 kat artış göstererek 436 milyon 609 bin liraya ulaştı. İBB’nin 2019 yılında ise 1 milyar 114 milyon 507 bin TL borç faizi ödeyeceği tahmin ediliyor.

İBB’nin borçlu olduğu bazı iştirakleri şöyle:

İGDAŞ: 1 milyar 954 milyon 939 bin 842 TL (faiz dahil)

İSTAÇ: 292 milyon 197 bin 501 TL

AĞAÇ A.Ş.: 191 milyon 33 bin 619 TL

İSPER A.Ş.: 147 milyon 986 bin 738 TL

İSTON A.Ş.: 143 milyon 500 bin 174 TL

Endonezya fil dışkısından kağıt üretiyor: Kötü kokmuyor, çevreci ve ucuz

100 kilogramlık fil dışkısından yaklaşık 12 kilogram lif elde edilirken A3 kağıdı boyutu standardında yapılan baskılama ile günlük ortalama 210 kağıt üretiliyor.

Endonezya’nın Bogor kentindeki Taman Safari Hayvanat Bahçesi’nde, Sumatra Adası’na özgü Sumatra fillerinin dışkıları doğal yollarla yedi aşamada kağıda dönüştürülüyor.

Hayvanat bahçesi alanında kurulu olan Safari Poo Paper Atölyesi’nde toplanan fil dışkıları ilk olarak yıkama daha sonra kaynatma ve dezenfeksiyon, elde edilen liflerin kurutulması, su ile makinede karıştırılarak homojen hale getirme, baskılama ve son aşama olarak da kurutulma gibi farklı aşamaların ardından kağıt olarak kullanıma hazır hale getiriliyor.

Atölyede doğal yollarla yapılan işlemlerde 100 kilogramlık fil dışkısından yaklaşık 12 kilogram lif elde edilirken A3 kağıdı boyutu standardında yapılan baskılama ile günlük ortalama 210 kağıt üretiliyor. Fil dışkısından üretilen kağıtlar; fotoğraf baskı kağıdı, kitap, defter ve hediyelik eşya olarak kullanılıyor.

Kağıt üretimi dışında toplanan fil dışkıları, sürdürülebilir tarım ve ekolojik sistemde doğal dengenin korunması amacıyla gübre olarak kullanılmak üzere de satılıyor. Taman Safari Hayvanat Bahçesi Gübre Üretimi ve Safari Poo Paper Atölyesi Sorumlusu Mukdor Khasani, ”Hayvanat bahçesinde, 1990’dan bu yana bitkileri gübrelemede fil dışkısı kullanıyoruz. Fil dışkısından geri dönüşüme katkı sağlamak için 2012’den bu yana kağıt üretmeye başladık” dedi. Khasani, ürettikleri kağıt ve gübrelerden gelir elde ettiklerini söyleyerek yaptıkları işin hayvanat bahçesinin atık üretimini azaltmaya, çevre dostu hale gelmesine ve kağıt üretiminde de ağaçların kesiminin azalmasına katkı sağladığını belirtti. Khasani, üretilen kağıtlarda kötü koku olmadığını ve üretilen kağıtların tanesini 5 bin rupiaha (yaklaşık 2 lira) sattıklarını ifade etti.

Fil dışkısından kağıt üretiminin ilk olarak Bali Adası’ndaki Bali Safari Park Hayvanat Bahçesi’nde 2011’de başladığı belirtiliyor.

Kaçak Kuran kursunda çocuğa tecavüz eden adam tutuklandı

Tutuklanan zanlı “Böyle bir olay ilk defa meydana gelmiştir. Bir anda gerçekleşti, daha önce planlamadım’ dedi.

Gaziantep’in Oğuzeli ilçesinde İlçe Milli Eğitim Müdürlü’ğünden izinsiz faaliyet gösteren yatılı Kuran kursunda kalan dokuz yaşındaki B.E.K.’ye cinsel istismarda bulunan 24 yaşındaki kurs hocası Ebubekir Karadaş, çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

İlçeye bağlı Körkün Mahallesi’nde, iki gün önce jandarmaya başvuran H.K., torunu B.E.K.’ya gittiği yatılı eğitim yurdunda kurs hocalarından E.K.’nin cinsel istismarda bulunduğu ihbarında bulundu. Olayla ilgili soruşturma başlatan jandarma,Karadaş’ı gözaltına aldı. İşlemlerinin ardından adliyeye sevk edilen şüpheli tutuklandı.

‘İlk defa oldu, bir anda gerçekleşti, planlamadım’

Karadaş’ın ifadesinde “Yaşımın büyük olması nedeniyle bana hoca derler. Ben yatılı talebelerin ihtiyaçlarıyla ilgileniyorum. Bu iş için aylık 200-300 lira alıyorum. Ben de yatılı kalıyorum. Böyle bir olay ilk defa meydana gelmiştir. Olay bir anda gerçekleşti. Daha önce planlamadım” dediği öğrenildi. .

Olayla ilgili yazılı açıklama yapan Oğuzeli Kaymakamlığı eğitim verilen yerin kaçak olduğunu belirtti. Açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

“Konu ile ilgili yapılan incelemede şüpheli E.K. ivedilikle gözaltına alınarak gerekli adli tahkikat tamamlanmış ve çıkarıldığı adli makamlarca tutuklanarak cezaevine teslim edilmiştir.

Olayın geçtiği yerle ilgili yapılan araştırmada; eğitim verilen yerin kaçak olarak faaliyet sürdürdüğü, yaz döneminde kullanıldığı, çocukların barınma ve iaşe işlemlerinin yürütülmesinde İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nden talepte bulunulmadığı ve diğer resmi kurumlardan alınmış herhangi bir izinlerinin olmadığı belirlenmiştir.

Mülki amirin onayıyla, ilgili kurumlar, öğrencileri ailelerine sorunsuz bir şekilde teslim edilmesini sağlamış ve bahse konu bina mühürlenerek faaliyetine son verilmiştir.

Olayla ilgili adli ve idari soruşturma devam etmekte olup, üzücü olayın konusu hassasiyetle takip edilmektedir.”

Erdoğan: Asıl seçimi biz kazandık

Ekrem İmamoğlu’nu bir kez daha tebrik eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “31 Mart’taki asıl seçimi ise biz kazandık” dedi.

İstanbul seçimi sonrası toplanan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) grup toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ekrem İmamoğlu’nu bir kez daha tebrik etti. Toplantıda bulunan İzmir Milletvekili Binali Yıldırım’a da teşekkür eden Erdoğan milletin mesajını aldıklarını, eksiklerini gidereceklerini söyledi.

Erdoğan’ın açıklamalarından satırbaşları şöyle:

İmamoğlu’na tebrik, Yıldırım’a teşekkür: Seçimler ülkemize hayırlı olsun. CHP Adayı Ekrem İmamoğlu’nu bir kez daha tebrik ediyorum. Şu ana kadar yaşadığımız hukuki bir süreçtir. Elbette biz Binali Yıldırım’ın kazanması için mücadele ettik. Kendisine teşekkür ediyorum. Kendisi bunca yıllık birikimini hayata geçirmek için aday olmuştur. Ama İstanbul halkının takdiri bu şekilde gerçekleşti. Bizim için önemli olan milli iradenin şaibesiz tecelli etmesidir.

Asıl seçimi biz kazandık: Türkiye genelindeki asıl seçim olan 31 Mart’ın galibi ise tartışmasız Cumhur İttifakı’dır. İstanbul’da da Cumhur İttifakı olarak 39 ilçenin 25’ini kazanarak tartışmasız bir zafere imza attık. Önümüzde 5 yıllık bir icraat dönemi bulunuyor. Milletin verdiği mesajı görmezden gelip kulağımızın üzerine yatamayız. Bizim siyaset anlayışımızda milleti suçlamak asla ve asla yoktur. Gerek 31 Mart’ta gerekse 23 Haziran’da millete kendimizi neden anlatamadığımızın değerlendirmesini yapacağız.

Dünyanın gündemini konuşacağız: Çarşamba günü G20 toplantısı için Japonya-Çin ziyaretimiz var. Dünyanın ekonomi ve siyasi gündemini konuşacağız. Bakanlarımız ile birlikte orada bu gündemleri ele alacağız. S-400 hava savunma sistemlerini önümüzdeki ay teslim almaya başlıyoruz.. S-400 meselesi doğrudan egemenlik haklarımız ile ilgili bir konudur ve bundan geri adım atmayacağız. Çin ve Amerika arasındaki ticaret savaşlarını kazanca dönüştürecek tüm girişimlere destek veriyoruz.

Doğu Akdeniz’de geri adım yok: Doğu Akdeniz’de bulunan ve bulunacak doğalgazın adil paylaşımı sağlanana kadar bölgede attığımız adımları sürdüreceğiz. Bizim orada haklarımız var. Sondaj gemilerimiz arama faaliyetlerini sürdürecek ve bunun yanında silahlı kuvvetlerimiz güvenlik önlemini alacaktır. Burayla ilgili Fransa’nın söyleyeceği bir şey yoktur. Yunanistan konuşuyor garantördür, Türkiye konuşuyor garantördür ama Fransa sen konuşamazsın. Suriye’de terör koridorunu yaptığımız müdahalelerle ortadan kaldırdık. Şimdi biz diyoruz ki bu terör koridorunu güvenlik koridoru haline getirelim. Ülkemizdeki Suriyelileri oraya yerleştirmeye çalışalım. Koalisyon güçleri var ya, buna destek versin.

Teşekkür ilanlarında Yıldırım’ın adı yok

Erdoğan, İstanbul seçimleri sonrası bugün yayınlanan günlük gazetelerin arkasına tam sayfa ilan verdi. Seçim sonuçlarına ilişkin değerlendirme yaptığı ilan, Hürriyet, Millliyet, Sabah, Akşam, Star, Yeni Şafak, Yeni Akit, Posta, Takvim, Türkiye gibi gazetelerde yer alırken, Sözcü, Cumhuriyet, BirGün, Evrensel, Yeni Yaşam‘da yer almadı.

İlanda parti olarak temel prensiplerinin hiçbir ayrım yapmadan hizmet etmek olduğunu söyleyen Erdoğan, açıklamasında özetle şunları belirtti: “23 Haziran Pazar günü yapılan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yenileme seçim sonuçlarının öncelikle İstanbulumuz için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Milli irade bir kez daha tecelli etmiş, sağlam temellere oturan demokrasimiz yine kazanmıştır.

“AK Parti olarak bundan önce olduğu gibi önümüzdeki süreçte de demokrasiden hukukun üstünlüğünden, ülkemizin barış, refah ve istikrarından taviz vermeden cumhur ittifakının ilkeleri çerçevesinde, birlik ve beraberlik içinde 2023 hedeflerimize yürüyeceğiz.

“Bugün yeni bir dönemin eşiğindeyiz. Birlikte yürünecek daha çok yolumuz, bu eşsiz vatanı ve aziz İstanbul’u taşıyacak daha çok hedefimiz var.”

Teşekkür listesinde bir tek Binali Yıldırım yok

Erdoğan’ın, ilanın sonunda yer alan teşekkür bölümü ise dikkat çekiciydi. Seçim sürecinde çalışmaları nedeniyle MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye, MHP’lilere, milletvekillerine, belediye başkanlarına, AKP teşkilatlarına, sahada seçim çalışmalarına katılanlara, tatilini yarıda kesip oy kullananlara teşekkür eden Erdoğan, AKP’nin İstanbul Büyükşehir Başkanlığı seçimlerini kaybeden Binali Yıldırım’ın adını anmadı.

 

‘Karadeniz’de artan deniz suyu ısısı aşırı hava olaylarını tetikliyor’

Karadeniz’de son 40 yıldır haziran ayı ortalaması 19 derece civarında olan deniz suyu sıcaklığının bu yıl 26 dereceye yükseldiği tespit edildi. Uzmanlar, ısınan suyun yükselerek atmosferin dengesini bozduğu ve oluşan lokal şiddetli yağışlarla birlikte can ve mal kayıplarına neden olan sel ve heyelanları tetiklediğini belirtiyor.

Trabzon’un Araklı ilçesinde sekiz kişinin öldüğü ve iki kişinin kaybolduğu sel ve heyalanın nedenleri araştırılıyor. Şiddetli sağanak yağışlara deniz suyunun ani ısınmasının etkisi üzerinde duruluyor. Karadeniz’de son 40 yıldır haziran ayı ortalaması 19 derece civarında olan deniz suyu sıcaklığının bu yıl aniden 26 dereceye yükseldiği tespit edildi. Uzmanlar, mevsim normallerinin üzerinde seyreden deniz suyu sıcaklığı ile ısınan suyun yükselerek atmosferin dengesini bozduğu ve oluşan lokal şiddetli yağışlarla birlikte can ve mal kayıplarına neden olan sel ve heyelanları tetiklediğine dikkat çekiyor.

Prof. Dr. Bektaş: Deniz suyu ısısı 26 dereceye yükseldi

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) eski öğretim üyesi, Jeoloji Mühendisi Prof. Dr. Osman Bektaş, Karadeniz’in haziran ayında su sıcaklığının geçen yıl 19 derece bu yıl ise 26 dereceye çıktığını belirterek ısınan suyun yükselerek atmosferde dengesizliğe neden olduğunu söyledi. İklim değişikliği nedeni ile Doğu Karadeniz’in daha çok ısındığını ve bu ısınmanın ani yağışlara neden olduğunu belirten Bektaş şunları söyledi:

Araklı’daki selde kaybolan iki kişi halen aranıyor.

“Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmaların ortak sonucuna bakıldığı zaman Karadeniz’in küresel ısınmaya bağlı olarak sürekli ısındığını görüyoruz. Özellikle Doğu Karadeniz, Batı Karadeniz’e oranla daha çok ısınıyor. Karadeniz’in haziran ayında yani sel felaketini yaşadığımız bu ayda su sıcaklığı geçen yıl 19 dereceydi, şimdi ise 26 derece. Kıyaslama yapacak olursak Doğu Akdeniz ile Doğu Karadeniz’in su sıcaklığı aynı durumda. Isınan su yükselerek atmosferde dengesizliğe neden oluyor ve kıyı kenarlarında yağışlara sebebiyet veriyor. Bilimsel çalışmalar bunu ortaya koyuyor” dedi.

Meteoroloji Bölge Müdürü: Deniz suyu sıcaklığındaki artış yağışlarda etken

Meteoroloji Trabzon 11’inci Bölge Müdürü Abdullah Ceylan da, deniz suyunun ısınmasının yağışlar üzerinde etkisi olduğunu belirterek şöyle konuştu: “Deniz suyu sıcaklığı önceki yıllara oranla biraz daha fazla arttı. Deniz suyu sıcaklığındaki artış da yağışlarda önemli bir etken oluyor. Ama olay sadece deniz suyunun ısınmasına bağlanamaz. Deniz suyu sıcaklığı neticede yağışlar üzerinde bir etken. Şimdiden temmuz ve ağustos ayı için aşırı durumları beklemek çok doğru değil. Şu anda mevsim normallerinde bir sıcaklık bekliyoruz. Trabzon’da sahil kesiminde yaşanan yağış önce deniz üzerinde başladı. Dört saat deniz üzerinde yıldırım düşmesi ve yağışlar oldu. Sonrasında iki saat boyunca sahil kesiminde oldu. Deniz üzerinde ısınma ve buharlaşmadan kaynaklı oluşan bir oluşumdu bu. Yıldırım ve yağış etkisinin büyük bölümünü deniz üzerinde bıraktı” dedi.

‘Toprak suya doydu, heyelan riski var’

Son bir haftadır metrekareye düşen 60 kilogram yağışın toprağı yeterince doyurduğunu ve heyelan riski oluştuğunu ifade eden Ceylan, “Son bir haftadır bölgemizde kuvvetli yağışlar mevcut. Dolayısı ile kuvvetli yağışlar bölgemizin de topografik özelliği olarak yer yer istemediğimiz üzücü olaylara neden oldu. Çok bulutlu kuvvetli sağanak yağışlar bölgemizde lokal olarak metrekareye 60 kilograma varan yağışların düşmesine neden oldu. Yağışlar bölgemizde yaşanan sel felaketlerinden dolayı halkımızın tedirgin olmasına neden oldu. Bir haftadır düşen yağışlar toprağı yeterince doyurdu” diye konuştu. Bundan sonrasında düşecek yağış miktarının çok fazla olmayacağını kaydeden Ceylan,  “Ama doymuş toprak üzerinde yüzey akışına neden olacağı için dere yataklarında ve alçak yerlerde birikintilere neden olacak. Heyelan hadiseleri de bölgemizde buna bağlı olarak gözlemlenebilir” dedi.

G-20 öncesi ABD Konsolosluk çalışanı serbest

Ev hapsindeki ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu çalışanı Nazmi Mete Cantürk, Japonya’daki Trump-Erdoğan görüşmesi öncesinde çıktığı ilk duruşmada serbest bırakıldı.

Reuters, ABD İstanbul Başkonsolosluğu’nda güvenlik görevlisi olan ve Gülen Cemaati’yle bağlantılı olmakla suçlanan Nazmi Mete Cantürk’ün serbest bırakıldığını duyurdu. İddianamede, Cantürk’ün eşi ve kızı da cemaatle ‘iltisaklı olmak’la suçlanıyor. 8 Mart’ta tamamlanan ancak kamuya açıklanmayan iddianamede Cantürk, eşi ve kızına silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan hapis cezası verilmesi istenmişti.

ABD Dışişleri Bakanlığı eski sözcüsü Heather Nauert,  Washington’un Cantürk’ün yasadışı faaliyetlere dahil olduğuna dair güvenilir bir kanıt görmediğini ve 30 yıllık kariyeri boyunca Türk hükümeti ve güvenlik görevlileriyle birçok temaslarda bulunduğunu belirtmişti. Sözcü, Cantürk’ün davasının zamanında, şeffaf ve adil bir şekilde çözüme kavuşturulması çağrısında bulunmuştu.

Cantürk, Ocak 2018’de İstanbul polisi tarafından ifadesi alınarak ev hapsine alınmıştı. Cantürk bugünkü ilk duruşmada serbest bırakıldı.

Beyaz Saray, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump’ın 28-29 Haziran’da Japonya’da düzenlenecek G-20 zirvesinde bir resmi görüşme yapacağını açıklamıştı.

 

Gezi sanığı avukat Can Atalay: Bu iddianame yamalı bohçadır

‘En sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Bu iddianame esas olarak Türkiye tarihinin, topraklarının en onurlu toplumsal olaylarından birini karalama çabasının en güncel örneğidir’

Gezi davasının ilk duruşmasının ikinci gününde savunma yapan sanık avukat Can Atalay, Gezi iddianamesini hazırlayan savcılığın ‘anayasal düzenden sadece 8’inci maddeyi anladığını’belirterek mahkeme heyetine “Anayasanın 25, 28 ve 33’üncü maddelerinden konuşmayacak mıyız?” diye sordu.

Tutuklı işadamı Osman Kavala ve akademisyen Yiğit Aksakoğlu dahil 16 şüphelinin ağırlaştırılmış müebbet istemiyle yargılandığı davanın ilk duruşması, bugün Atalay’ın savunmasıyla sürdü. Duruşmanın ilk oturumunda 602 gündür tutuklu bulunan Kavala, yaklaşık sekiz aydır tutuklulu Yiğit Aksakoğlu, tutuksuz yargılanan Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater ve Ali Hakan Altınay savunma yaptı. .

Davanın diğer sanıkları Ayşe Pınar Alabora, Can Dündar, Memet Ali Alabora, Gökçe Yılmaz Handan, Meltem Arıkan, Hanzade Hikmet Germiyanoğlu hakkında ise yakalama kararı bulunuyor.

Savunmasında iddianamedeki hukuksal yanlışları vurgulayan Atalay mahkeme heyetine “25.’inci maddeyi, 28’nci maddeyi 33’üncü maddeyi konuşmayacak mıyız?” sorusunu yöneltti.

O maddelerin içeriği şöyle:

  1. madde: Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.
  2. madde: Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.
  3. madde: Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir.

Atalay savunmasında şunları söyledi:

En sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Bu iddianame esas olarak Türkiye tarihinin, topraklarının en onurlu toplumsal olaylarından birini karalama çabasının en güncel örneği. Bu iddianame uzun yıllar boyunca siyasi ve toplumsal hayatı, ceza yargılamasını basit bir aracı haline getiren bir örnektir, yamalı bir bohçadır.

-Anayasal düzenden bahsederken herkesin izin almaksızın gösteri düzenlemekten, konut hakkından, sağlıklı çevre hakkından, sosyal güvenlik hakkından bahsetmeyecek miyiz? Mücella Yapıcı’nın neredeyse tüm ömrü kültür ve tabiat varlıklarını korumakla geçti.

-İddianame eksiktir, yamalı bohçadır, esaslı bir yöntem sorununa sahiptir. Böylesi bir iddianamede, savcılık bizler için ağırlaştırılmış müebbet istiyor. Ama kendi tezinde cebir ve şiddet unsuru o kadar zayıf ki Türkiye’nin dört bir yanında kırılan camı çerçeveyi, öldürülen hayvanları bizim hanemize yazıyor. Bize bu cebir ve şiddet unsurunu oluşturmak için sıraladıklarından ortaya karışık 30-50 yıl verseniz, kimimiz çok yaşlılıkta cezaevinden çıkarız ya da hiç çıkamayız.

-Sizin (heyet) dünkü yumuşak tavrınız, bu iddianamenin ağırlığını ortadan kaldırmıyor. Burada toplumsal hayata müdahale için yargının araçlaştırılmasını izliyoruz. Bunu Fethullahçı çetenin AKP ile nasıl yaptığını biliyorum. Karşı karşıya kaldığımız tehlikenin farkındayım.

-Ağırlaştırılmış müebbet isteyen bir savcı, hukuk fakültesi mezunuysa TMK7/2’nin unsurları oluşmamışken bize, Taksim Dayanışma’ya ağırlaştırılmış müebbet isteyemez. İddianamede bir tane TMK7/2 oluşmuştur diyebilir misiniz? Diyemezsiniz. Tek bir örnek gösteremezsiniz.

Mücella Yapıcı 2911’den beraat etti. Ama sizin şunu tartışmanız gerek: nasıl başladı? 27 Mayıs’ta, 31 Mayıs’ta nasıl başladı? O günden beri 2911 ihlal edildi mi? Suçun nitelikli halleri oluştu mu? OLUŞMADI! Çünkü yapılan inşaat yasak! İmar planına aykırı!

-Yayalaştırma projesi diyorlar, yaya kaldırımı yapmayı unutuyorlar. Bir gece İstanbul büyükşehir belediyesindeki taşeron kardeşlerimizle oradaki ağaçları sökmeye çalışıyorlar. 28 Mayıs sabahı, kim olduğu belli olmayan 50 erkek, herkesin üzerine hücum ediyor, insanlar onlara itiraz ediyor.

-Elektrik tesisatı kopuyor, Bunların hiçbirinden bahis yok. Taşeron işçilerin ardından insanların üzerine taarruz eden kolluk kuvvetlerinden bahis yok ama bize 2911’den ceza istiyor.

-İddianamenin açıklanmasından sonra savcılık bize ve müdafiilerimize laf yetiştirdi. Biz konuşabiliriz ama devlet güçleri, ağırlaştırılmış müebbetle yargılanan insanlara yanlış bilgi vererek açıklama yapamaz.

-Biz iddianameyi öğrendikten sonra savcılık bize tezvirat yaparak yanıt verdi: ‘Biz Fethullahçı çeteye mensup hakimler, savcıların dinleme kararlarıyla ilgili yeniden kıymetlendirme yaptık’ diyerek. Yeniden kıymetlendirme kabul edilebilir bir unsur değildir. Neyi yeniden kıymetlendiriyor? Bu kadar önemli bir toplumsal olayda, içinde onurla bulunduğunu söyleyen insanlar olarak, Taksim Dayanışması’nda olduğunu bir gün reddetmemiş insanlara diyor ki ‘Sizinle ilgili soruşturma 15 Haziran 2013’te başladı.’

-27 Mayıs’ta başlayan, 28 Mayıs’taki ağır polis şiddetiyle başka bir kriz haline dönüşen bir olay. Her gün olayın vehametini anlatıyoruz. Kimse bizi soruşturmanın 15 Haziran’da başladığına inandıramaz.”

‘Film çekmek suretiyle suç işlemek’

Mücella Yapıcı’nın savunmasını bitirmesiyle tutuksuz yargılanan sanıklardan Çiğdem Mater savunmasını dün vermişti. İddianamede 43 defa adının geçtiğini belirten Mater suçlamaya uyan eylemi hakkında iddianamede delil bulunmadığını söyledi.

İddianamede film çekmek ya da film çekmek suretiyle suç işlediğinin iddia edildiğini ifade eden Mater, “İddia edildiği gibi Gezi’yi anlatan bir filmin yapımında bulunmadım. Delil olarak sunulan tapeler hukuka aykırıdır. Tarafımdan yapıldığı iddia edilen film, Amerikan bir yönetmen tarafından çekilmiştir. Belgeselde konuşmacı olarak, kamera karşısında yer alıyorum” dedi.

Mater savunmasına şu sözlerle devam etti:

-Bu konuşma yalnızca 1 buçuk dakika sürüyor. Filme gerekli finansmanı bulamayacağımızı düşünerek Gezi ile ilgili bir film yapmadık.”

-Gezi Parkı sadece şehirde nefes alabileceğimiz bir yer değil, deprem riski bulunan bir bölgedeki toplanma alanı aynı zamanda. Sadece parkın korunması için değil, bir sinemacı olarak gözlem yapabilmek için de oradaydım”

-Yöneltilen suçlamalar tamamen tapelere dayanıyor. Osman Kavala eski işverenim olduğu için uzun telefon konuşmalarımız hayatın olağan akışına uygundur. Can Atalay  ile konuşmamız da hashtag yapmayı anlattığım bir konuşma. Saymadi, Nalcı ve Atalay ile yaptığım konuşma Gezi parkıyla alakalı olduğu düşünülerek ‘kıymetlendirilmiş’. Bu konuşmalar 19 Ocak’larda düzenlenen Hrant Dink anmasına dairdir.”

-16 Kasım 2018 sabahı saat 6 sularında Kaş’ta otelimden gözaltına alındım. Bir gün Kaş’ta geçirdim, Dalaman üzerinden İstanbul’a gönderildim. 8 saatlik sorgunun ardından adli kontrolle serbest bırakıldım. Sonra hakkımda ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılandığımı öğrendim.Hakkımdaki suçlar hukuksuzca elde edilmiş telefon kayıtları, çekilmemiş bir film ve gazdan etkilenenlere gaviskon vermem.Bunlarla ağırlaştırılmış müebbet ile yargılanmam yargı için de kabul edilmezdir”

-Hiçbir delil olmadan hükümeti yıkmakla suçlanıyor olmam bir film olsaydı inandırıcı bulunmazdı. Bu iddianame hayatın sinemadan daha kurgu olduğunun göstergesidir. Hakkımdaki bütün suçlamaları reddediyor, beraatimi  talep ediyorum.”

Ali Hakan Altınay:İddianamede suç yok

Tutuksuz sanıklardan Ali Hakan Altınay da iddianamenin herhangi bir suçu ortaya koymadığını söyledi; “Hiçbir delile dayanmayan, gerçekleri ters yüz eden bu haksız suçlamaları tümüyle reddediyorum” dedi.

Altınay savunmasına şu ifadelerle devam etti:

Açık Toplum Vakfı ile ilgim Gezi’den 4 yıl önce bitmiştir. Türkiye’de vakıf kurmak suç değil. Vakıflar asliye hukuk mahkemelerinin izniyle kuruluyor. Vakıfların hibe alması da, başka kurumlara hibe vermesi de suç değil.”

-Gezi olayları bir yurttaş hareketidir ve kendilğinden gerçekleşmiştir. Açık Toplum Vakfı’ndan destek almamıştır. İddianamede Açık Toplum Vakfı’nın hangi desteğinin Gezi olaylarının başlaması ve sürmesi için yapıldığına ilişkin kanıt yoktur.”

-Savcılık makamının bizi keyfî olarak suçlamasını engelleyecek bir gücüm yok. Darbe olarak algılanacak hiçbir eylemin içinde olmadım. Bu ülkenin iyiliği için çalıştım.”

-Hiçbir suç işlemedim. Bu suçlamalarla karşılaşmaktan hicap duyuyuorum. En hızlı sürede ismimin bu töhmet altından kaldırılmasını istiyorum.”

Seçim bitti, çaya şekere motorine zam

Motorine yapılan 23 kuruş zammın ardından bugün de çay ve şekere zam geldi.

Türk Şeker’in resmi internet sayfasından yapılan açıklamada şöyle dendi: “50 Kg’lık polipropilen torbalarda ambalajlı kristal şekerin fabrika çıkışı satış fiyatı, 25.06.2019 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yüzde 16 artırılarak (KDV hariç) 3.57 TL/Kg olarak yeniden tespit edilmiştir. Kamuoyunun bilgilerine saygıyla sunulur.”

Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü (ÇAYKUR) artan yaş çay ürün, işçi ve işletme maliyetlerini göz önünde bulundurarak kuru çaya zam yapma kararı aldı. Kuru çaya yapılan yüzde 15 zam bugünden itibaren geçerli olacak.

Motorine 23 kuruş zam pompaya yansıyacak

Dün de motorinin litre fiyatına 23 kuruş zam yapıldı. Yeni fiyatlar bugünden itibaren geçerli olacak.

Motorin fiyatlarındaki artışın ardından, zammın vergi ayarlamasıyla karşılandığı ‘eşel mobil sistemi’ devreye alındı. Buna göre, motorin fiyatlarındaki 23 kuruşluk artışın 22 kuruşu pompaya yansıtılırken, kalan 1 kuruşluk artış vergiden karşılanacak.

Ankara’da ortalama 6,30 liradan satılan motorinin litre fiyatı 6,52 lira olacak. Motorinin litresi İstanbul’da 6,25 liradan 6,47 liraya, İzmir’de 6,31 liradan 6,53 liraya yükselecek.

Grönland’ın erimesi bize kaç paraya mal olur? – Levent Kurnaz

‘Nordhaus gibi ekonomistlere dayanarak devletler politikalarını belirliyorlar. Bu politikaları belirlerken de ekonomistlerin neyi hesaba katıp neyi katmadıkları konusunda fazla fikir sahibi değiller.’

İklim değişikliğinin getireceği felaketler bizi bekliyor. Yaşamaya başladıklarımız buz dağının daha görünen kısmı kadar bile olmayabilir ama bunlar bizi gelecekte neyin beklediği konusunda yeterli bilgi verebiliyorlar. Bu felaketlerin insani boyutu olduğu kadar çevresel ve maddi boyutu da bulunuyor. Ekonomistler olayın maddi boyutuna bizden biraz farklı yaklaşıyorlar. Bugün iklim değişikliğini durdurmak için mi para harcasak daha kazançlı oluruz, bu parayı harcamayıp yatırım yapsak ve sonra oluşan felaketlerin bedelini mi ödesek? Felaketlerin bedelini ödediğimiz zaman karşımıza çıkan bedele de karbonun sosyal bedeli (social cost of carbon – SCC) deniyor.

Ekonomistler karbonun sosyal bedelini zamanın bir fonksiyonu olarak hesaplıyorlar. Hemen aklımıza “tabii yetişkin bir ağacın yok olması ile yeni dikilmiş bir fidanın yok olması aynı bedele karşılık gelmemeli” gibi çok makul bir düşünce geliyor ama ne yazık ki söylenen o değil:

Yani karbonun sosyal bedeli, herhangi bir t zamanında karbon salımının refaha olan etkisinin toplam tüketimin refaha olan etkisine bölünmesiyle bulunuyor. Yani ekonomistlere göre karbonun sosyal bedeli salımın tüketime olan etkisidir (Nordhaus, 2014). Buradan da bir değer çıkıyor. Mesela 50 dolar gibi. Biz de bu değeri karbonun sosyal bedeli olarak değerlendiriyoruz. Bir karbon vergisi koymayı ya da Amerika’ya uçuşumuzda çıkan karbondioksidi karşılamayı düşündüğümüzde bir ton karbondioksit karşılığı 50 dolardır gibi bir düşünceye kapılıyoruz. Oysa bu ekonomistlerin dünyasında var olan bir değer ve bizi hiç mi hiç ilgilendirmiyor.

Peki nedir karbonun gerçek bedeli?

Bu soruya cevap vermek için üç ayrı yoldan gidebiliriz: Bugün atmosfere bir ton karbondioksit saldınız ve devlet aynı çöp toplar gibi bunu temizlemek zorunda kaldı. Bu atığı temizlemenin masrafı ne kadarsa karbonun bedeli de o kadardır diyebiliriz ya da saldığımız karbondioksidi temizlemeyi düşünmeyiz ama bunun gelecekte vereceği zarar neyse o zararın bedelini bugüne çevirerek bu bedeli bir ceza olarak tahsil edebiliriz. Bu ikisini de yapmayıp kafamızdan insan davranışlarını değiştireceğini düşündüğümüz bir bedel belirler ve gelecekteki davranış değişikliklerine göre bu bedeli ayarlarız. Ekonomistlerin seçtiği yöntem buna benziyor. Aklınıza başka bir yöntem de gelebilir ama bu üç yöntem genelde kabul gören hareket tarzlarını yeterince temsil ediyor.

Sonuncudan başlamak daha kolay olabilir: Evinizin kışın sıcaklığını 24 derecede değil 21 derecede tutmak için doğal gazın fiyatı ne kadar olmalı? Veya sabahları işe giderken kendi arabanızla değil otobüsle, servisle veya bisikletle işe gitmek için benzinin fiyatı ne kadar yükselmeli? Bu soruların cevapları doğal olarak kişiden kişiye değişiyor ve durum böyle olduğunda da değişiklik yaratabilmek zorlaşıyor. Değişiklik de ilk olarak en düşük gelirlilerden başlıyor çünkü onların zaten bu konuda kullanabilecekleri kaynaklar kısıtlı.

Sizlere fazla detay vermeden şunu söyleyeyim, davranış değişikliği için ortaya konulan rakam bir depo benzinde yaklaşık 35 TL daha fazla ödemenizi gerektiriyor. Şimdi biraz düşünelim: Bir depoyu yaklaşık 300 TL’ye doldurduğumuzu düşünecek olursak, 300 TL yerine 335 TL ödeyecek olmak sizde bir davranış değişikliğine yol açar mı? Pek sanmıyorum. Peki bir depo benzine 300 TL yerine 600 TL ödüyor olsaydınız bu bir değişikliğe yol açar mıydı? Sanırım bunun etkisi epey yüksek olurdu. 300 TL yerine 1300 TL ödüyor olsak sanırım çoğumuz bisikletle işe gitmeyi tercih ederdik. Benzer şekilde bu karbon vergisi domatesin fiyatına da yansıyacağı için eminim çürüyerek çöpe giden domates miktarında önemli bir azalma görülürdü.

Karbona bir bedel biçme açısından düşünebileceğimiz ikinci yol karbondioksidin gelecekteki zararını bugüne çevirmek olacaktır. Bu çalışmayı burada yapmak kolay olmaz, o nedenle bu konuda daha önce yapılmış çalışmalardan örnekler verelim:

  • Bu tür çalışmaları yapanların temel düşüncesi gelecekte oluşabilecek ortalama bir zarara göre hesap yapmaktır. Bu tür hesapların ortalamasını alan bir çalışma bir depo benzinde 87.5 TL karbon vergisi verecek olsak gelecekteki zararları karşılayabileceğimizi söylüyor.
  • Simon Dietz ve Nicholas Stern hesaplamalarında belirsizlikleri de hesaba katarak eğer bugün bir vergi veriyor olsak bunun bir depo benzinde 31.5 TL ile 112 TL arasında olması gerektiğini söylüyor.
  • Liz Stanton ve Frank Ackermann bu bedelin 24 TL ile 755 TL arasında olabileceğini söylüyor.

Bir depo benzinde 24 TL karbon vergisi ödemek bizim davranış biçimimizi değiştirmemize yetmez, 755 TL gayet yeterli olabilir, ama bir de şunu düşünelim: İleride başımıza bir şey gelirse bunun bedelini karşılayamayacağımız için şimdiden bu konuda yatırım yapmamıza verilen bir isim var: Sigorta. Sigortayı neden yaptırırız? En iyi ihtimal için değil başımıza gelebilecek en kötü ihtimal için. İklim değişikliği nedeniyle başımıza gelebilecek en kötü şey nedir? Ölmek. “Peki bunun karşılığı olarak kaç para almak istersiniz?” diye sorulacak bir sorunun anlamsızlığının farkındayım ama yukarıdaki tüm hesaplar da bu önemli faktörü göz ardı ediyorlar. Yapılan hesaplar bir kayıp olduğunda mahsul kaybını yerine koymaya, yıkılan bir binayı yeniden yapmaya ya da sular altında kalan bir okulu onarmaya dayanıyor, ama bunun içerisindeki can kaybı hesabın herhangi bir noktasına konulmuyor. Bu eksiklik de söz konusu hesabı neredeyse tamamen çöpe atmamız için gayet iyi bir sebep.

Bu hesaplara şüphe ile yaklaşmak için bir tane daha sebebimiz var: Çoğumuz arabamızı ya lastiğimiz patlarsa ya da yolda cama taş sıçrarsa diye sigorta ettirmeyiz. Sigorta nedenimiz çoğunlukla arabanın tamamen kaybolması veya hasar görmesine karşı kendimizi koruma isteğimizdir. Yani günlük hayat içerisinde bütçemizi zorlasa da çözebileceğimiz problemler için değil felaketler için sigorta yaptırırız. İnsanlık açısından iklim felaketi de küresel ısınmanın Sibirya’daki permafrost dediğimiz yüzeyin birkaç metre altındaki donmuş metan yataklarını çözmesidir. Bunun olması ihtimali sizin yeni aldığınız arabanın ilk sene içerisinde pert olması ihtimali ile kıyaslanabilir. Permafrostun çözülmesi küçük bir ihtimal olsa da göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür ve bu gerçekleşecek olursa değil insan yaşamı, bu gezegendeki tüm yaşam tehlikeye girebilir. Peki böylesi bir felakete kaç TL fiyat biçeceğiz? Ekonomide böylesi bir felaketin sigorta bedelini hesaplayabilecek bir yöntem olmadığından kısaca sonsuz diyebiliriz. Yani en iyi ihtimalde bir depo benzine 24 TL karbon vergisi ödüyorsak en kötü ihtimali düşünecek olursak bir daha araba kullanmamamız gerekiyor.

Ağaç, yosun, depolama işe yarar mı?

Son olarak karbon salımlarımızı azaltmak yerine saldığımız karbonu yakalayıp saklamak istersek bunun da bir bedeli var. Mesela bir depo benzini yaktığımız zaman çıkan karbondioksidi emebilmek için 12.5 yetişkin ağacın bir sene boyunca beslenip büyümesi gerekiyor. Türkiye’de kayıtlı yaklaşık 23 milyon araç var. Bunlar senede ortalama 10 depo benzin yaksalar sadece araçlardan çıkan karbondioksidi tekrar geri doğaya geri döndürmek için her sene yetişmiş yaklaşık 3 milyar ağaca ihtiyacımız var. Taşıtlar toplam karbondioksit salımımızın yaklaşık beşte biri. Tüm karbondioksit salımımızı yakalamak istersek 15 milyar ağaç dikip bunların başına bir şey gelmemesine dikkat etmemiz gerekiyor. Şu andaki ağaç varlığımızın 8 milyar civarında olduğunu düşünecek olursak karşımızdaki problemin maddiyat dışındaki boyutu da ortaya çıkar. Ağaç dikmek yerine en gelişmiş yosunları kullanmak istersek ülkemizin salımını emmek için kullanacağımız yosunların yaklaşık Marmara Bölgesi büyüklüğünde bir sulak alana ihtiyacı oluyor. “Ama ne güzel denizler var” derseniz karşımıza maliyet çıkıyor. Ben oturup hesaplamadım ama Karadeniz’de yaklaşık 15 milyon hektarlık bir deniz yüzeyinde yosun yetiştirmek sizce ne kadara mal olur? Tabii bunun da yaratacağı diğer çevresel sorunları henüz hesaba dahil etmiyoruz.

Daha önce defalarca neden olamayacağını anlattığımız karbondioksidi yakalayıp yer altına gömme sistemleri çalışacak olsa bile bir depo benzinin fiyatı 56 TL artacaktır. Hemen iştahlanmasanız iyi olur. Daha arabalardan salınan karbondioksidi tutup saklama teknolojisi dünyada yok ve olması için bir çaba da yok. Karbon tutma ve saklama ancak büyük termik santraller için tasarlanıyor, o durumda bile, özellikle de tutulan o karbondioksidin nerede depolanacağı konusunda ciddi problemler var.  Bugüne kadar her an sızma ihtimali olan boğucu bir gazı kendi evinin altındaki bir kayada saklayabileceğini söyleyen kimseyi duymadım, duyacağımı da pek sanmıyorum.

Konuyu daha önceden bilenler için birimleri kısaca açıklayayım. Bir depo benzine 35 TL karbon vergisi konulması karbondioksidin tonunun 50 dolar olması anlamına geliyor. Bir depo benzinin karbon vergisinin 35 TL olmasının herhangi bir davranış değişikliğine neden olmaktan çok uzak olacağını konuşmuştuk. Bu nedenle de eğer karbona bir fiyat biçiyorsak bunun 50 dolar gibi komik bir rakamın çok üzerinde olması gerektiği aşikardır.

Şimdi gelelim ekonomistlerin bedel anlayışının neyi hesaba katmadığına: Biyoçeşitliliğe verilecek zarar, okyanus asitlenmesi ve olası politik problemler gibi önemli faktörler, deniz seviyesindeki yükselme, okyanus akıntılarının bozulması ve hızlanan iklim değişikliği gibi aşırı olaylar, iklim felaketleri ve yüz yılı aşan süreli ısınma ve ekonomik büyümenin azalmasından felaketler sonucu oluşabilecek olan tüm hasarlardaki belirsizlikler. Bu hesapları yaparak bu sene Nobel ödülü alan Nordhaus “Tüm bu belirsizliklerin karşılığı olarak dünyanın ekonomik çıktısının %3 düşeceğini kabul ediyorum” diyor. İklim bilimi açısından bakıldığında hesaba katmadıkları hesaba kattıklarından çok daha fazla olmasına rağmen karbona bir bedel biçip bunu da uluslararası görüşmelerde ana hesaplama metası olarak kullanmak gerçekten çok problemli bir yaklaşım ne yazık ki.

Yalnız problem bununla da kalmıyor. William Nordhaus PNAS’de yeni yayınlanan makalesinde bu sefer de Grönland’ın erimesinin karbonun sosyal bedeline ne kadar ek getireceğini hesaplıyor ve kendisine göre çok makul bir sonuca varıyor: “Grönland’ın erimesi ekonomik anlamda bizi endişelendirmemeli, çünkü karbonun sosyal bedeline olan katkısı sıfırdır.” Karbon hesabının bizler açısından ne derece problemli olduğunu yukarıda anlatmaya çalıştım, şimdi sadece son makaledeki bilimsel problemlere değinmeye çalışacağım.

‘Binlerce yıl’ teorisi

Bu makalenin dayandığı iki ayrı makaleden birinde Grönland’ın ne zaman eriyebileceği, ikincisinde de bu erimenin deniz seviyesine ve bununla beraber ekonomiye ne derece etki göstereceği konu ediliyor. Eğer bu iki makaleyi dikkatlice okumazsanız Nordhaus size şunu söylüyor: “Grönland’ın erimesi binlerce yıl sürer ve o süre içerisinde biz zaten küresel ısınmaya bir çare bulmuş oluruz. Deniz seviyesinde kısa vadede oluşacak az bir artışın da ekonomiye bir etkisi olmayacağını biliyoruz.”

Makaleleri dikkatle okuduğumuzda ise şunlarla karşılaşıyoruz: Öncelikle, Grönland’ın erimesi üç faktöre dayanır: Havanın ısınmasından dolayı yüzeydeki buzun erimesi, eriyen buzların göletler oluşturarak yüzeyin rengini koyulaştırması, bunun da daha fazla buzun erimesine neden olması ve bir tepe olan Grönland’dan buzların koparak denize kayması (Robinson, 2012). IPCC AR5 raporu Grönland’ın önümüzdeki bin yıl içerisinde geri döndürülemez biçimde erimesinin bugüne göre 0.8 derece ile 2.8 derece ısınma arasındaki bir eşik değerde gerçekleşeceğini söylüyor. Buna karşılık Nordhaus’un kendisine temel aldığı makale bu erimenin bugüne göre 6.8 derece ısınmada bile 2000 yıldan uzun süreceğini söylüyor. Yani kısacası, ekonomistler olası en iyi senaryoyu temel alıyorlar. Tabii erime birkaç bin sene sürecekse şimdiden önlem almanın da fazla bir gereği yok sonucuna ulaşıyorlar.

Öte yandan, az da olsa erimenin deniz seviyesini yükselteceğini ve bunun da bir bedeli olacağı biliyoruz. Bu bedeli ortaya koyan makalede açıkça söylenmese de bu makalenin kullandığı yazılımın kılavuzunda kıyı erozyonun, kıyılardaki tarım arazilerinin tuzlanmasının, okyanus asitlenmesinin, kıyı turizminin zarar görmesinin, tarımla etkileşimlerin ve bu nedenle oluşan göçlerin hesaba katılmadığını belirtiyor. Yani Tuvalu’nun tamamen yok olmasının ve Bangladeş’te yaşayan 160 milyon insanın önemli bir kısmının göç etmek zorunda kalmasının kullanılan bu hesaplarda yeri yok. Sanırım hesaplar sadece Florida kıyısındaki insanların evlerini kaybetmekten dolayı uğrayacakları kayıplara dayanıyor (Diaz, 2016).

Tüm bunları uzun uzun yazmamın bir tek nedeni var. Nordhaus gibi ekonomistlere dayanarak devletler politikalarını belirliyorlar. Bu politikaları belirlerken de ekonomistlerin neyi hesaba katıp neyi katmadıkları konusunda fazla fikir sahibi değiller. Bir de adam ekonomi alanında Nobel ödülü aldıysa politikacıların kafasında “karbonun sosyal bedeli Nordhaus’un söylediği gibi 31 dolardır” gibi bilgi kalıyor sadece. Oysa Grönland’ın erimesi bin yıl içerisinde de olsa deniz seviyesini 7 metre yükseltecek. İnsanlık tarihinin önemli bir kısmı bu 7 metre içerisinde geçti. Efes’in eski limanının denizden yüksekliği sadece 4 metredir. Thermophylae’de Perslerin 300 Spartalının üzerinden geçtiği 100 metre genişlikteki geçit artık deniz olacak. Söke Ovası’nın, Çarşamba Ovası’nın önemli kısımları 7 metreden daha aşağıdadır. Buraları bin yıl içerisinde kaybedeceğiz; bunun çok daha kısa sürede olması da mümkün. Tüm bunların nedeni olan karbondioksit salımımızı kesmemiz için de önemli bir neden olmadığını söylüyor ekonomistler. İnanamadığım için üzgün değilim.

(Yeşil Gazete)