Ana Sayfa Blog Sayfa 2476

İklim değişikliği antik Yunan eserlerini tehdit ediyor

Bilim insanları, hava kirliliği ve aşırı yağmurun mermerleri aşındırdığına dikkat çekiyor

Atina’da geçtiğimiz hafta içinde düzenlenen İklim Değişikliği ve Kültürel Miras Konferansı’nda bilim insanları, iklim değişikliğinin, dünyanın en çok ziyaret edilen yerlerinden biri olan Akropolis’teki Partenon Tapınağı dahil olmak üzere Yunanistan’daki tarihi anıtları tehdit ettiğini söyledi.

Tarihi MÖ 5’inci yy’a dayanan Akropolis’te bulunan Partenon Tapınağı, Yunan başkentinin kalbinde yer alıyor.

Independent’in haberine göre, bilim insanları, Partenon Tapınağı’nın inşa edildiği Akropolis’in, Yunanistan’daki en eski arkeolojik alan olduğunu ancak hava kirliliğinin ve asit yağmurunun mermerlerini aşındırdığına dikkat çekti ve iklim değişikliğinin bu etkiyi giderek daha fazla arttırdığına dair kanıtlar olduğunu belirtti.

Yine taşkınların da bu önemli eserlerde yapısal sorunlara neden olduğu ifade edildi.

Yunanistan Kültür Bakanlığı sözcüsü Maria Flazaki, “Eski şehir kentinin duvarları geçmişte olduğundan daha fazla aşınıyor. Her yıl daha fazla vakamız var.  Eski şehirlerin duvarlarını korumak için daha fazla para fon veriyoruz” dedi.

Yunanistan’ın köklü üniversitelerinden biri olan Atina Akademisi profesörlerinden Christos Zerifos da, bazen kuraklık bazen de sel gibi doğa olaylarının eserleri etkilediğini söyleyerek, bu eserlerin daha fazla korunmaya ihtiyacı olduğunu, hava olaylarına karşı izleme sisteminin kurulması gerektiğini belirtti.

Atina son 10 yıldır şiddetli sel ve orman yangınlarından çok fazla etkilendi. 2007’deki orman yangını olimpiyat oyunlarının doğum yeri olan Panathinaiko Stadyumu’nu etrafındaki önemli tarihi eserlere zarar vermişti.

Avrupa’daki Yeşil Dalga

‘Ekolojik liste’nin birçok ülkede öne çıkması, bu seçimin temel noktalarından biri haline geldi. Bu, gezegen ve politikanın yenilenmesi için güzel bir haber.

Alman Yeşilleri’nden Ska Keller, Avrupa Parlamentosu, 26 Mayıs/ AFP

Görünüşe aldanmamak lazım. Avrupa Parlamentosu’nun 69 sandalyesine oturan Yeşil iktidar oluşumu , 23-26 Mayıs seçim sonuçlarına göre kendisine ayrılan alandan giderek taşıyor. Katılımdaki yükseliş ile birlikte Yeşillerin Parlamento’daki temsilinin %40 artması, ekolojik dinamiğin 2019 oylamalarının en önemli politik gündemi olduğunu teyit etti.

Sağ-sol eksenli dünyanın, yani Avrupa Halk Partisi (PPE) ve Sosyal Demokrat (S&D) blokların ağır kayıplar vermesi; son iki ulusal seçimde, yok olmakta olan bir dünyanın kalıntıları üzerinde yeni bir eğilimin ortaya çıktığını gösteriyor. Popülist partiler, ulusalcılar veya aşırı sağ da yükselmekle birlikte bölük pörçük kalıyor ve kendini bir tasarı yerine inkar üzerine inşa ediyor.

Ekoloji, bu kampanyanın yapıcı unsuru olarak göze çarptı. Fransa’da iklim değişikliğine karşı verilen mücadele; seçimin hemen öncesinde partizan ayrışmalarını aşarak, seçmenlerin endişesinin şiddeti  ve aciliyetinin niteliği de hesaba katılarak, iyi kötü bütün büyük listelerin programlarında “yeşillenmeye” gitmeye zorunlu kıldı.

Farklı bir model arzusu

Yannick Jadot liderliğindeki Avrupa Ekolojist/Yeşiller listesinin başarısı, %13,5’lik bir sonuç ile bu aciliyeti yansıtıyor. Fransa’daki Yeşillerin en istikrarlı ve en iyi yapılandırılmış olan Alman muadili Yeşillerin kayda değer yükselişiyle Sosyal Demokrat Parti’nin önünde ikinci sırada yer alması da bir başka gösterge.

Britanyalılar bile Avrupa Parlamentosu’na yedi Yeşil vekil göndererek Brexit takıntılarını bir kenara bırakmayı öğrendi. Avrupa seçmenlerinin önemli bir kısmı, farklı bir sosyo-ekonomik modele duydukları arzuyu ifade ederek geleneksel partileri geride bırakmaya hazır: Avrupa Yeşilleri listesinin başındaki isim Alman Ska Keller’ın da özetlediği gibi “Bu, değişim için bir yetki.”  

Bu seçmenin, asıl olarak Batı Avrupa üzerine yoğunlaştığını söylemek gerek. Bazılarında belli başlı bir siyasi  evrim yaşanan, diğerlerinin az gelişmiş ekonomileri ilerleme kaydeden Güney ve Orta Avrupa ise, yeşil dalgadan an itibarıyla daha az etkileniyor.

Ekolojik dinamiğin bir başka özelliği de özellikle genç nesil başta olmak üzere sivil halk tarafından sahip çıkılması. Buna ‘Greta Thunberg etkisi’ denilebilir: İsveçli bir çocuğun gezegeni kurtarmak için verdiği savaş, geçmiş ideolojilerden etkilenmeyen  ve iyi bir proje için toplumsal harekete katılmaya hazır olan bir neslin seferberliğini simgeliyor. İklim için yapılan yürüyüşlerin muazzam başarısı buna örnektir.

Bu iyi proje; Avrupa ölçeğindeki anlamı kadar, aynı zamanda politik bir taşıyıcı da.  Tüm dünyaya yayılması gerekliliği doğrultusunda atılan ilk adım. Avrupa Parlamentosu’nun somut bir rol oynamayı üstlenmiş olduğu bu mücadelede, Avrupa öncülük etti. Zira kendini radikal eylemcilerin tehdidi altında hisseden profesyonellerin endişelerini de içine almaya elverişli, kapsayıcı ve cezalandırıcı olmayan bir ekoloji, Avrupa kimliğine mükemmel şekilde uyum sağlıyor. Yeşil oyların başarısı, gezegen ve yenilenen bir politika için harika bir haber…

Le Monde‘da yer alan yazının orijinali için tıklayın

Yeşil Gazete için çeviren: Verda Zincirkıran

 

‘Marmara’da ışık geçirgenliği iki metreye kadar düştü’

TÜDAV Başkanı Prof. Öztürk Türkiye denizlerindeki giderek artan ciddi tehditleri şöyle sıraladı: Kara kökenli kirlenme, aşırı avcılık, kıyıların tahribi ve iklim değişikliği

Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) Başkanı Prof. Dr. Bayram Öztürk, Karadeniz’in yasa dışı avcılığın tehditi altında olduğunu, aşırı kirlenen Marmara’da ise ışık geçirgenliğinin 2 metreye kadar düştüğünü söyledi. Öztürk, denizler için ulusal seferberlik ilan edilmesi gerektiğini kaydetti.

Bugün kutlanan Kabotaj ve Denizcilik Bayramı dolayısıyla bir açıklama yapan Öztürk, şunları söyledi: “Türkiye denizleri giderek artan ciddi tehditlerle karşı karşıya. Bunlar kara kökenli kirlenme, aşırı avcılık, kıyıların tahribi, yabancı denizel türlerin girişi ve başlı başına bir tehdit olan iklim değişikliğidir. Bir yarımada olan ülkemiz bu tehditlere kayıtsız kalamaz. Ulusal bir seferberlik gerekiyor. Karadeniz’de arıtma eksikliği ve katı atıkların denize atıldığını görüyoruz. Yasadışı ve aşırı balıkçılık canlı kaynaklarımızı tüketiliyor. Hedef dışı avcılık azaltılmalı. Balıkçılığımızın kalbi olan Karadeniz’de koruma alanı yok.”

‘Marmara’da oksijen kalmadı’

Bir ülkeye ait tek deniz olan Marmara Denizi’nde çözünmüş oksijen eksikliği nedeniyle hidrojen sülfür gazının oluştuğunu söyleyen Prof. Dr. Öztürk, ışık geçirgenliği hakkında uyardı. Öztürk, “1985 yılında ışık geçirgenliği 15 metreydi, günümüzde 2 metre. Marmara’da canlı kaynaklarının stokları yıprandı ve deniz gıda güvenliğimiz tehdit altına girdi. Marmara’da 100’den fazla yabancı denizel türün girişinin azaltılması için ticaret gemilerinde balast suyu değişiminin durdurulması şart. Yani Marmara korunmayı bekliyor, böylece Karadeniz ve Ege Denizi de iyileşecek. Her tarafı ülkemize ait Marmara Denizi’nin korunması için bir eylem planına ve koruma alanlarına gerek var” diye konuştu.

‘Ekosisteme geri dönülmez hasar veriyoruz’

Ege ve Akdeniz’deki temiz kıyı ve deniz imajının kirlilik ve betonlaşma nedeniyle bitmek üzere olduğunu belirten Öztürk, “Türkiye’nin 28 ili, 196 ilçesi deniz kıyısında. Artan evsel atıklarla ekosistem geri dönülmez bir şekilde hasar görmekte. Evsel atıkların tam olarak bertaraf edilmesi için gerekli yatırımların yapılması şart. Ege ve Akdeniz kıyılarımızda gemi kökenli kirlenmenin önlenmesi için Mavi Kart uygulaması gözden geçirilmelidir” dedi.

‘Plastik kirliliğine dikkat’

Denizlerimizin en derin noktalarında bile plastik atıklar olduğunu belirten Öztürk şunları söyledi: “Tek kullanımlık plastiklerin kullanımı sınırlandırılmalıdır. Denizlerimize yerleşen yabancı deniz canlılarının yayılımında kirlenmenin etkisi var. Birçok yabancı türün yıkıcı etkileri görülmekte. Deniz ulaşımının teşvik edilmesini ve toplu taşımanın özendirilmesiyle dolayısıyla karbon ayak izimiz azalacaktır. Deniz araştırmalarına daha fazla bütçe ayrılmalı ve öncelikli destek kapsamına alınmalıdır. Denizlerini bilmeyen bir ülke denizlerini koruyamaz”

Kabotaj ve Denizcilik Türkiye limanları ve sahilleri arasında her türlü ticaret ve yolcu taşımacılığının Türk bayraklı gemiler tarafından yapılmasını sağlayan Kabotaj Kanunu, 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe girmişti. Daha önceden yabancılara tanınan bu hak, kapitülasyonların kaldırılmasıyla Denizcilik ve Kabotaj Bayramı olarak kutlanıyor.

İki günde beş orman yangını

İstanbul Sarıyer ve Heybeliada, İzmir Dikili ve Menderes, Muğla Datça’da çıkan orman yangınları sert rüzgarla yayıldı. Datça’da sabotaj ihtimali üzerinde duruluyor.

Hafta sonunda İstanbul, İzmir ve Muğla’daki ormanlık alanlarda yangın çıktı. Sert rüzgar nedeniyle yayılan ve güçlükle söndürülen yangınlarda dönümlerce alan hasar gördü.

İzmir Menderes‘te ormanlık alanda çıkan yangın, kısa sürede yayıldı. Özdere bölgesindeki ormanlık alanda elektrik tellerinin sürtünmesi sonucu çıktığı belirlenen bölgede,  alevlerin tehdit ettiği alandaki 5 yıldızlı otellerde konaklayanların ekipler tarafından tahliyesine başlandı. Yangına ilk olarak Menemen Belediyesi itfaiye ekibi müdahale etti. Alevlerin hızla yayılması üzerine İzmir Büyükşehir Belediyesi İtfaiye ekibi ile Orman Bölge Müdürlüğü’ne bağlı ekipler, bölgeye sevk edildi. 38 arazöz, dört dozer ile itfaiye ekipleri alevlere müdahale etmeye başladı. Yangın nedeniyle İzmir- Kuşadası yolu da trafiğe kapatıldı. Söndürme çalışmaları sürdürülüyor.

Dikili’deki yangın kontrol altına alındı

İzmir’in Dikili ilçesinin Çandarlı Mahallesi‘nde, ormanlık ve makilik alanda henüz belirlenemeyen nedenle yangın çıktı. Rüzgarın etkisiyle kısa sürede yayılan alevlere müdahale için bölgeye 5 helikopter, 17 arazöz sevk edildi. Yangında yaklaşık 20 hektarlık bir alanın etkilendiği bildirildi.

Bazı evlerin tedbir amaçlı boşaltıldığı bölgedeki yangın, ekiplerin yaklaşık dört saat boyunca havadan ve karadan müdahalesi sonucu kontrol altına alındı. Ekiplerin alandaki soğutma çalışmaları sürüyor.

Dikili Belediye Başkanı Adil Kırgöz, ekiplerin verdiği mücadeleyle kimsenin zarar görmeden alevlerin kontrol altına alındığını söyledi. Rüzgarın hızının azalmasının ekiplerin işini kolaylaştırdığını anlatan Kırgöz, “Ciğerlerimiz yandı, ormanlarımız yandı, geniş bir alan yandı. Kısmen evler boşaltıldı ama evlere sıçramadı, ev zayiatı olmadı. Küçük ve büyükbaş hayvanların telef olduğu söyleniyor. Çok üzüldük. Vatandaşlarımızı duyarlı olmaya davet ediyorum. Küçücük bir alan orman yangınlarına neden oluyor” dedi.

İstanbul’da Kışla yakınındaki orman yandı

İstanbul Sarıyer, Ayazağa’da ormanlık alanda yangın çıktı. Rüzgarın da etkisiyle yangın geniş bir alana yayılan yangına havadan da yangın söndürme helikopteriyle müdahale edildi. Hasdal Askeri Kışlası yakınındaki  ormanlık alanda henüz bilinmeyen bir nedenle çıkan yangına, Seyrantepe, Sarıyer, Kağıthane, Beşiktaş, Şişli ve Kemerburgaz ilçelerinden çok sayıda itfaiye ekibi sevk edildi.

Heybeliada’da 1 hektarlık alan yandı

Heybeliada’da önceki gün öğle saatlerinde çıkan yangında 1 hektarlık alan zarar gördü. Saat 15:00 sularında çıkan ve kısa sürede büyüyen yangına Kartal, Maltepe ve Pendik’ten takviye itfaiye ekipleri müdahale etti. Ada sakinlerinin de yardımıyla yangın yaklaşık 1,5 saatlik çalışma sonucu kontrol altına alındı.

İstanbul Valiliği olaya dair açıklamasında şunları söyledi: Bugün saat 15.00’de Adalar ilçemiz Çamlimanı mevkiinde henüz bilinemeyen bir nedenle çıkan yangında 1 hektarlık alandaki kızılçam ormanı zarar görmüştür. Yangın, Orman Bölge Müdürlüğü Ekiplerinin karadan ve havadan müdahalesiyle saat 16.30’da kontrol altına alındı. Soğutma çalışmaları devam etmekte. Söndürme çalışmalarına iki adet yangın söndürme helikopteri dört adet orman itfaiyesi ekibi müdahale etti. Yangının çıkış sebebinin tespitine ilişkin soruşturma başlatıldı.”

Datça 12 saat yandı 

Muğla’nın Datça ilçesindeki makilik alanda dün öğleden sonra başlayan yangında yaklaşık beş hektar alan zarar gördü. Yangının neden olduğu zararın boyutu drone ile çekilen görüntülerle ortaya çıktı. Palamutbükü Verici Tepesi mevkisindeki makilik alanda dün başlayan ve kontrol altına alınmasına rağmen yeniden yayılan orman yangınını söndürme çalışmaları sabah saatlerine kadar devam etti.

Söndürme çalışmalarına 15 arazöz, 10 itfaiye aracı, su tankerleri, Muğla Büyükşehir Belediyesi ve Datça Belediyesi itfaiyeleri ile Orman Bölge Müdürlüğünden 150’ye yakın işçi katıldı. Havanın aydınlanmasıyla 3 yangın söndürme helikopteri de ekiplere havadan destek verdi.  Arazinin sarp ve rüzgarın etkili olması nedeniyle ekipler alevlere müdahalede güçlük çekti.

Palamutbükü Camisi’nden, söndürme çalışmalarına yardımcı olunması için yapılan anonsun ardından bölge sakinleri de çalışmalara destek verdi.  Yoğun müdahale sonucu yangın söndürüldü ve soğutma çalışmalarına başlandı. Datça Belediyesi twitter hesabından, yangının farklı noktalardan başladığına dikkat çekere, sabotaj ihtimalini de araştırdıklarını söyledi.

 

 

 

Onur eylemine polisten plastik mermili, gazlı saldırı

İstanbul’da LGBTİ+ Onur Haftası nedeniyle yapılacak kutlamayı Taksim’i adeta ablukaya alarak engelleyen polis, Mis Sokak’taki açıklama sonrası da grubu plastik mermi, biber gazı ve kalkanlarla dağıttı. Grubun açıklamasında, “Yasaklarla birlikte LGBTİ+ düşmanlığı neredeyse bir devlet politikası haline getirilmiştir” denildi.

İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası Komitesi, Bu yıl 17.’si düzenlenen LGBTİ+ Onur Haftası nedeniyle yapılması planlanan Onur Yürüyüşü‘ne izin verilmemesi üzerine İstiklal Caddesi Mis Sokak‘ta toplanıp basın açıklaması yaptı. Polis, basın açıklamasının ardından Mis Sokak, İmam Adnan Sokak ve Ağa Camii Sokak’ta bulunan katılımcılara biber gazı ve plastik mermi ile müdahale etti. Gün boyunca en az beş kişinin gözaltına alındığı belirtiliyor.

Polis ablukası

Polisle yapılan görüşme sonrası gökkuşağı, trans ve interseks bayrağı taşıyan yüzlerce kişi, akşam saatlerinde Mis Sokak’ta bir araya geldi. Burada yapılan basın açıklamasında “Ne yaşamlarımızdan ne dayanışmamızdan ne de örgütlü mücadelemizden vazgeçmiyoruz! Buradayız, alışın, gitmiyoruz” denildi.

İstanbul Onur Komitesi tarafından yapılan açıklama şöyle:

“Bugün burada 17.’sini düzenlemekte olduğumuz İstanbul LGBTİ+ Onur Yürüyüşü, Valilik tarafından 5. kez yasaklandı! Güvenlik gerekçesiyle İstiklal Caddesi’ni tüm toplumsal muhalefete kapatan İstanbul Valiliği, Bakırköy için yaptığımız başvuruyu toplumsal tereddütlü grup olduğumuz iddiasıyla hukuksuzca reddetti.

Bu yasak göstermiştir ki sadece Taksim değil tüm İstanbul LGBTİ+’lar için yasaktır. Ve hatta Antalya, Mersin, ODTÜ ve İzmir’deki yasaklarla birlikte LGBTİ+ düşmanlığı neredeyse bir devlet politikası haline getirilmiştir.

Halkın huzur ve güvenliği, terör, genel ahlak, genel sağlık gibi birbiriyle alakası olmayan kopyala yapıştır gerekçelerle yürüyüşümüzü yasaklayanlar devleti yönetemeyeceklerini bir kez daha göstermiştir. Halkın huzurunu tehdit eden yıllarca barışçıl şekilde gerçekleştirilen Onur Yürüyüşleri değil, 5 senedir onur yürüyüşlerinde halka saldıran kolluk güçleridir.

Görevlerini kötüye kullanan, halkın parasını çalan, kendi koltuk sevdalarını devletin beka sorunu gibi gösterenlerin bizleri genel ahlak gibi gerekçelerle yasaklama çabaları oldukça ironiktir. Sahip oldukları koltuğu kaybetmemek için LGBTİ+’lara yönelik nefreti körüklemekten çekinmeyen, sırf almayı hedeflediği birkaç oy için bir haftada LGBTİ+’ları 3 kere hedef gösteren devlet yetkilileri unutmamalıdır ki LGBTİ+’lar bu toplumun kendisidir. Bizleri hedef gösterenler ise tarihin çöplüğüne karışacak bir avuç güç sevdalısıdır. Biz kazanacağız, siz kaybedeceksiniz!

LGBTİ+’ların taleplerine kulaklarını tıkayarak, bizleri “yolunu kaybetmiş, tereddütlü” bir grup gibi göstermeye çalışanlara inatla tekrar söylüyoruz: Bizler, mücadelemizde kararlıyız ve ne istediğimizi çok iyi biliyoruz! Anayasa’da cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği tanınmalıdır! LGBTİ+ cinayetleri cezasız kalmamalı, failler iyi hal indirimi almamalıdır. Eğitim, sağlık, barınma gibi en temel haklara erişimi engellenen LGBTİ+’ların hakları yasal güvence altına alınmalıdır. Taleplerimiz ne toplumun huzurunu bozan ne de güvenliği tehdit eden talepler değillerdir. Taleplerimiz eşit yurttaşlık hakkımıza erişmek için bir sosyal hukuk devletinde olması gerekenlerdir. Bugün yürüyüşümüzü yasaklayanlar bilmelidirler ki toplumun huzuru LGBTİ+’lar dahil ezilen tüm gruplar haklarını aldığında ve yaşamları güvence altına alındığında sağlanacaktır. Eşitliğin olmadığı bir toplumda huzur da mümkün değildir!

Stonewall’da yanan ateşten beri onurlu bir yaşam için verdiğimiz örgütlü mücadelenin bugün 50. Yılındayız. Stonewall’un 50., İstanbul Onur Haftası’nın 27. yılında Orlando’dan Yeni Delhi’ye, Filistin’den Amsterdam’a dünyanın her yerinde bedenlerimiz, hazlarımız, haklarımız ve varoluşumuz için verdiğimiz mücadelemizden güç alarak tekrar haykırıyoruz: Ne yaşamlarımızdan ne dayanışmamızdan ne de örgütlü mücadelemizden vazgeçmiyoruz! Buradayız, alışın, gitmiyoruz!

“27. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftamız ve 17. Onur Yürüyüşümüz kutlu olsun!”

Sık sık “Susma haykır eşcinseller vardır”, “Genel ahlak kimin ahlakı”, “Nerdesin aşkım” sloganları atan eylemcilere ailelerinden de destek geldi. LGBTİ+ çocukları olan aileler “Yanındayım annem”, “Elalemi değil çocuğumu seçtim” dövizleri taşıdı.

Eylemin bitmesinin ardından katılımcılar dağılırken polis biber gazı ve plastik mermilerle gruba saldırdı. Sokaktaki bar ve kafelerin önünü kapatan polisler, daha sonra mekanların önlerinin boşaltılması çağrısı yaptı. Mis Sokak ile kesişen tüm sokaklar kapatıldığı müdahale sırasında, plastik mermiler atılırken gazeteciler sokaktan çıkartıldı.

Ahmet Şık ve Gökçe Gökçen de eylemde

Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Ahmet Şık ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gökçe Gökçen de eyleme katıldı.

Mis Sokak’taki polis saldırısının ardından Tepebaşı The Marmara Pera Hotel ve Hayriye Caddesi’nde de basın açıklaması okundu. Hayriye Caddesi’nde basın açıklamasının ardından polis tekrar saldırdı. Gün boyunca en az beş kişi gözaltına alındı.

Sosyal medyada ‘İstanbulpride’ hesabından yapılan yazılı açıklamada Valiliğin İstiklal Caddesi’ni güvenlik nedeniyle tüm yürüyüşlere kapattığı bilgisi yer aldı. Grubun yürüyüşü Bakırköy’de yapma taleplerinin ise ‘toplumsal tereddütlü’ grup oldukları gerekçesiyle reddedildiği belirtildi.

 

‘Mezbahalar Kapatılsın’ eylemleri sekiz yaşında

Yedi yıldır çok sayıda ülke ve Türkiye’de  gerçekleştirilen Mezbahalar Kapatılsın yürüyüşü İstanbul’da yapıldı. Hayvan hakları aktivistleri, türcülük ve insan merkezciliğinden kurtulma çağrısı yaptı.

2012’den beri dünya çapında yapılan Mezbahalar Kapatılsın Yürüyüşü, bu yıl sekizinci kez gerçekleştirildi. Haziran ayı boyunca yapılan eylemlerde aktivistler, Almanya, Avustralya, Belçika, Kanada, Hırvatistan, Amerika, İrlanda, Japonya, Hollanda, Fransa, İngiltere ve Türkiye olmak üzere toplam 12 ülke, 32 kentte hayvanların yaşam haklarını savunmak için sokağa çıktı.

İstanbul’da bugün Kadıköy İskele Meydanı’nda başlayan yürüyüş, Bahariye Yokuşu’nda aktivistlerin “İnsana, hayvana, yeryüzüne özgürlük”, “Yaşasın türlerin dayanışması”, “İçeride, dışarıda kafesleri parçala”, “Direne direne kazanacağız” sloganları ile devam ettti.

Türkiye’de hayvan özgürlüğünü savunan dört vegan aktivist grup; Hayvan Özgürlüğü İnisiyatifi, Bağımsız Hayvan Hakları Topluluğu, İstanbul Vegan İnisiyatifi ve Hayvanlarla Dayanışma İnisiyatifi tarafından ortak düzenlenen eylem, Mehmet Ayvalıtaş Parkı’nda basın açıklamasının aktivistler adına Onur Tekşen tarafından okunması ile sona erdi.

Kadıköy’de okunan basın açıklaması şöyle:

Mezbahalar Kapatılsın! 

Biz hayvan özgürlüğü aktivistleri, bugün hayvanların sesi olmak için buradayız.  Bedenleri sömürülen, zulme uğratılan ve tahakküm altına alınan her bir hayvanın sesini yükseltmek için buradayız.

Mezbahalar kapatılmalıdır diyoruz; çünkü hayvanlar da tıpkı insanlar gibi hissedebilen, bilinç sahibi ve özgürlüklerini arayan canlılardır. Mezbahalar kapatılmalıdır; çünkü mezbahalar olduğu sürece Treblinka ve Auschwitz daima var olacak. Mezbahalar kapatılmalıdır çünkü hayvanlar mal, makine veya köle değildir. Mezbahalar kapatılmalıdır; çünkü içerideki koşulların iyileştirilmesi ölüm gerçeğini ortadan kaldırmayacak.

Hayvan özgürlükçüsü veganlar olarak hayvanların bizler için değil, bizlerle birlikte yaşaması gerektiğine inanıyoruz. Onlar üzerinde kurulan herhangi bir tahakkümü kesinlikle kabul etmiyoruz.

Hayatımıza devam etmek için hayvanların öldürülmesine ve herhangi bir şekilde kullanılmasına ihtiyacımız yoktur. Aksine sağlıklı olmak ve üzerinde yaşadığımız gezegenin devamına katkı sağlayabilmek için hayvansal tüketime son vermemiz gerektiği bilim insanlarınca ortaya konmuştur.  Değişim kaçınılmazdır. Bu gerçeklere karşın hayvan kullanımını sürdürmek zalimliktir.

Ulaşabildiğimiz hesaplamalara göre her yıl en az 150 milyar hayvan sadece tabaklarımız dolsun diye öldürülüyor. Biz burada bu metni okurken bile sayamayacağımız kadar çok sayıda hayvan korku içinde canının alınmasını bekliyor. Hayvanların kaynak olduğu düşüncesinden, türcülükten ve hayatımızın her alanına sinmiş olan insan merkezcilikten kurtulma vakti geldi.

Hayvanlar her saniye gıda, eğlence, giyim, kozmetik, tıp gibi sektörlerde tarifsiz acılar çekiyor, sömürülüyor ve öldürülmeye devam ediyor. Süt sektöründe inekler suni yollarla defalarca gebe bırakılıyor ve anne ile yavrular birbirinden zorla ayrılıyor. Yumurtacılık sektöründe erkek civcivler hemen öldürülürken dişi olanlar yumurta makinesi yerine konuluyor.

Sirk, hayvanat bahçesi, yunus parkı gibi yerlere hapsedilmiş ve eğlence malzemesi haline getirilmiş hayvanlar, dünya üzerindeki cehennemi yaşıyor. Kürkleri, derileri ve yünleri için hayvanlar sömürülmeye ve öldürülmeye devam ediliyor. Tüm bilimsel gelişmelere rağmen kozmetik ürünlerin pek çoğu hala hayvanlar üzerinde deneniyor.

Sömürü ve ölüm tabağımızla sınırlı değil. Ayakkabımızın yapıştırıcısından üzerimize giydiğimiz kazağa kadar yayılmış ve etrafımızı kuşatmıştır. İşte bu yüzdendir ki, bizler son kafes kırılana, her hayvan özgürlüğüne kavuşana dek mücadele etmeyi sürdürmeliyiz.

Mücadelemizin ilk,  en kolay ve zorunlu adımı ise vegan olmaktır. Hayvan özgürlüğünü savunan herkesi bir kez daha vegan olmaya çağırıyoruz. Mezbahalar ölüm kamplarıdır. Ölüm kampları derhal kapatılmalıdır.

Hayvanların çığlıklarını duyun. Gözlerinizi kapattığınız her an bunu hatırlatmak için mücadelemizi sürdüreceğiz.

Mezbahalar kapatılsın, özgürlüğe adım atılsın!

 

‘Amazon ormanları tarihin en ağır saldırısı altında’

Amazon ormanlarının ve burada yaşayan yerlilerin, bölge hükümetleri ve şirketler yüzünden büyük bir saldırı altında olduğunu söyleyen Amazon Watch İcra Direktörü, ‘ormanları ve yerlileri korumak yalnızca ahlaki bir zorunluluk değil aynı zamanda iklim dengesini sağlayan Amazon bölgesini ve iklimi korumanın en etkili yolu’ dedi.

Dünyada biyoçeşitlilik açısından büyük öneme sahip Amazon bölgesinde, doğal yaşamın ve bu yaşamın parçası yerlilerin, “tarihin en kötü saldırısıyla” karşı karşıya olduğu uyarısı yapıldı.  Kar amacı gütmeyen yardım örgütü Amazon Watch‘un İcra Direktörü Leila Salazar-Lopez, bölge hükümetleri ve kar elde etmeyi önceleyen şirketler tarafından Amazon ormanlarının ve yerli halkın, hakları ve çevre açısından “tarihin en kötü saldırılarına” maruz kaldığını, bunun ekosisteme büyük zarar verildiğini söyledi.

Salazar-Lopez, “Amazon’dan Arktik’e kadar kirli endüstriyel gelişme ve insanların açgözlülüğü hassas ekosistemi tahrip ediyor, toprağa bağlı topluluklara zarar veriyor.” diye konuştu.

Amazon yerlileri ve yağmur ormanları arasındaki bağa dikkati çeken Salazar-Lopez, Amazon’un binlerce yıldır sekiz Güney Amerika ülkesinden en az 400 farklı yerli topluluğa ev sahipliği yaptığını vurgulayarak, bu bağın bölgenin zengin biyoçeşitliliğini koruduğunu söyledi.

‘Bolsanaro’nun politikaları büyük zarar veriyor’

Salazar-Lopez, Amazon yerlilerinin haklarını savunmanın yalnızca “ahlaki bir zorunluluk değil aynı zamanda iklim dengesini sağlayan Amazon bölgesini ve iklimi korumanın en etkili yolu” olduğunu vurguladı.

Lopez ayrıca, bunu ormanların karbon depolama kapasitelerinin arttırırken, karbondioksit emisyonunu ve ormansızlaşmayı azaltacak en etkili strateji olarak tanımladı.

Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro‘nun sosyo-çevre politikalarının da yağmur ormanlarına zarar verdiğini dile getiren Lopez, Bolsonaro hükümetinin, göreve başladığından bu yana Amazon’un ekolojik bütünlüğünü ve bölge insanının esenliğini korumak için asli sosyo çevresel standartlara darbe indirdiğini kaydetti.

Çöpler geldiği yere iade

Kanada ile Filipinler arasında, Duterte’nin ‘savaş açarız’ tehdidini de içeren diplomatik kriz sona erdi. Çöpler altı yıl sonra nihayet gönderildiği yere, Kanada’ya iade edildi.

Kanada ile Filipinler arasında diplomatik krize neden olan çöpler altı yıl sonra Kanada’ya iade edildi. Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte, yasadışı şekilde Manila Limanı’na bırakılan 2 bin 450 tonluk çöpün geri alınmaması halinde Kanada’ya savaş açabileceklerini açıklamış; Kanada’ya tanıdığı süre dolunca Filipinler’in Ottawa Büyükelçisi geri çağırmıştı.

Independent Türkçe’nin haberine göre, 2013-2014 yıllarında Kanada’dan Filipinler’e gemiyle gönderilen konteynerlerde, geri dönüşüme uygun plastik yerine binlerce ton evsel atık olduğu ortaya çıkmıştı. Kargonun içinde kirli bebek bezinden gazete kağıtlarına kadar birçok çeşit çöp bulunuyordu.

İki ülke arasındaki ilişkileri kopma noktasına getiren çöp krizi altı yıl sonra sonuçlandı. İade işlemi gerçekleşti ve konteynerleri taşıyan gemi Vancouver yakınlarındaki bir limana ulaştı. Çöpler enerjiye dönüştürülmek üzere yakılacak.

‘Bizi çöplüğe çevirdiler’

Filipinler’de yerel mahkeme,2016’da konteynerlerin Kanada’ya iade edilmesini kararlaştırmış, Ottowa gemiyi geri almayı kabul etse de Filipinler Devlet Başkanı’nın verdiği tarih geciktirilmişti.

Devlet Başkanı Duterte 25 Nisan’daki basın toplantısında “Bizi nasıl olup da bir çöplüğe çevirdiklerini aklım almıyor. Onlara karşı savaş açacağız. Haydi Kanada’yla savaşalım. Her halükarda üstelerinden gelebiliriz” diye konuşmuştu.

Filipinler’in çöp ile imtihanı

Okyanusu Koruma (Ocean Conservancy) tarafından 2015’te yayımlanan bir rapora göre, dünyadaki okyanuslara sızan plastik atığın yarısında çoğu Filipinler, Çin, Endonezya, Vietnam ve Tayland‘dan geliyor.

Statista‘nın yaptığı araştırma göre ise Filipinler okyanusları en fazla kirleten ilk üç ülke arasında yer alıyor. Geçen yıl Filipinler’in ünlü turizm merkezi Boracay Adası, çevre kirliliğine önlem amacıyla altı aylığına turizm faaliyetlerine kapatılmıştı.

Göçmenleri kurtaran gemi kaptanı tutuklandı, dünya tepkili

Akdeniz’den kurtardığı göçmenlerle iki haftadır kendilerini kabul edecek bir AB ülkesi arayan kurtarma gemisi Sea-Watch’un kaptanı Racketa, izin çıkmayınca İtalya’nın Lampedusa adası limanına izinsiz yanaştı. Racketa tutuklandı, göçmenlerin durumu belirsiz.

Sea-Watch’un kaptanı Carola Rackete.

Akdeniz’den kurtardığı göçmenlerle İtalyan limanlarına yanaşmasına izin verilmeyen kurtarma gemisi Sea-Watch, Lampedusa adası limanına izinsiz yanaşınca, geminin kaptanı Carola Rackete tutuklandı. Alman yardım kuruluşu Sea-Watch’a ait, Hollanda bayraklı Sea-Watch 3 adlı gemi, denizden göçmenlerle 12 Haziran’dan beri yanaşabileceği güvenli bir liman arıyordu. Geminin kaptanı Rackete, gemide giderek kötüleşen koşullar nedeniyle intihar vakalarının yaşanmasından korktuklarını söylemişti.

Hafta başından beri İtalya veya herhangi bir Avrupa Birliği ülkesinden limana kabul izni bekleyen Kaptan Rackete, herhangi bir yanıt alamayınca gemiyi İtalya’nın güneyindeki Lampedusa adası limanına yanaştırmaya karar verdi. Ancak gemi, İtalyan güvenlik kuvvetlerine ait gemiler tarafından engellendi.

Libya’dan denize açılan çok sayıda göçmenin bulunduğu gemi, dün sabah Lampedusa limanına girmeyi başardı. Limana yanaşan gemi, polis güçleri tarafından kuşatıldı.  Karaya çıkmasına izin verilen gemideki yaklaşık 40 Afrikalı göçmen adadaki kazadede kabul merkezine götürüldü. Geminin kaptanı Carola Rackete ise ‘Savaş gemisine direnmek’ suçundan tutuklandı. Rackete’nin on yıla kadar hapis cezası alabileceği belirtiliyor.

Göçmenler diğer Avrupa ülkelerine dağıtılacak

İtalya’nın göçmen kurtarma gemilerine karşı adeta savaş açan aşırı sağcı İçişleri Bakanı Matteo Salvini, Sea-Watch 3 gemisinin Lampedusa limanına yanaşmasına, diğer Avrupa Birliği ülkeleriyle varılan anlaşma uyarınca, bu göçmenleri kabul edeceklerine dair verilen güvence üzerine izin verildiğini açıkladı.

Salvini, twitter’dan paylaştığı mesajında, Kaptan Rackete’yi kast ederek şöyle dedi: “Kanunsuz, tutuklandı. Korsan gemisi ele geçirildi. Yabancı STK’lara büyük ceza. Göçmenler diğer Avrupa ülkelerine dağıtılacak. Görev tamamlandı.”

Gemideki göçmenler şimdilik kazazede kabul merkezine yerleştirildi. İtalya’nın aşırı sağcı İçişleri Bakanı Salvini,  sığınmacıları diğer Avrupa ülkelerine dağıtacaklarını söyledi. 

Avrupa: Hayat kurtarmak suç değildir

Göçmenleri taşıyan gemiye liman izni verilmemesi ve kaptanın gözaltına alınması, İtalya’nın göç karşıtı popülist hükümetinin eleştirilmesine yol açtı. Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Mass, İtalya’nın Akdeniz’de göçmenleri kurtaran sivil toplum kuruluşlarının suçlu gibi gösterilmesini eleştirerek “İnsan hayatı kurtarmak insani bir görevdir, kriminalize edilemez” dedi.

Yeşiller Partisi Eş Başkanı Robert Habeck de “Asıl skandalın insanların Akdeniz’de boğulması, (sığınmacılar için) kaçış yollarının kapatılması ve Avrupa’da bir dağıtım mekanizmasının bulunmaması” olduğunu söyledi.

Fransa İçişleri Bakanı Christophe Castaner, İtalya’nın kapalı liman politikasının deniz hukukunu ihlal ettiğini belirtti. Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn da benzer bir değerlendirmede bulunarak “Hayat kurtarmak bir görevdir, asla suç kabul edilemez. Aksine, bu görevi yerine getirmemek suçtur” dedi.

İtalyan hükümetine bir tepki de Vatikan‘dan geldi. Vatikan’ın başbakanı konumundaki Devlet Sekreteri Kardinal Pietro Parolin, “İnsan hayatının ne şekilde olursa olsun kurtarılması gerektiğine inanıyorum. Yol gösterici yıldız bu olmalı, geriye kalan her şey ikinci planda gelmelidir” şeklinde bir çıkışta bulundu.

Salvini: Ders alacak değiliz

Matteo Salvini ise bu tepkilere şu sözlerle yanıt verdi: “Hiç kimseden, özellikle de Fransa’dan ders alacak değiliz. İtalya deniz hukukunu ihlal ediyor diyorlarsa kendileri neden Marsilya limanını açmıyorlar?” Salvini ayrıca, Sea-Watch 3 gemisinin kurtardığı göçmenlerin 5 Avrupa ülkesi arasında paylaştırılacağını da söyledi.

Almanya’da kampanya başlatıldı

Alman komedyenler Jan Böhmermann ve Klaas Heufer-Umlauf, Sea Watch’un acil yardım ekibi ve tutuklanan kaptanları Rackete için bir bağış kampanyası başlattı. İkilinin dün gece başlattığı kampanyada toplanan bağış miktarı, 600 bin avroya yaklaştı. Böhmermann, kampanya duyurusu için YouTube’da yayınladıkları videoda, “Son günlerde yaşananlarla bu insanlık dışı, soğuk ve vicdansız politika bir kez daha dibe vurdu” diyerek Rackete’nin tutuklanmasına tepki gösterdi.

İkili, “İnsan hayatı kurtarmanın suç olmadığını” vurgulayarak, “Oraya gidip yardım edemiyoruz ama en azından yardım toplayabiliriz” dedi. Böhmermann, “Almanya’da Avrupa çapında en fazla sahip olduğumuz şeyden biraz verebiliriz: Para! Sonsuz miktarda paramız var, yani sorun para olamaz!” diye konuştu.

Siyanürlü altın inadı üç çay ve sekiz kenti tehdit ediyor

Kütahya Gediz’deki Murat Dağı’nda siyanürle altın ve gümüş aramak isteyen bir şirkete ÇED olumlu raporu verildi. 60 dava açılan proje uygulanırsa, bölgedeki üç çaydan denize ve yedi kentin içme ve kullanma sularına zehir saçacak.

Kütahya’nın Gediz ilçesi Murat Dağı’nda özel bir şirkete ait tesislerde siyanür kullanılarak altın ve gümüş araması yapılması için hazırlanan ÇED raporunun onaylanması endişe yarattı. Siyanürün Eskişehir’de Porsuk Çayı’nın yanı sıra Gediz, Banaz çaylarıyla Ankara’nın da aralarında bulunduğu yedi kenti etkileyeceği öne sürüldü.

Eskişehir Çevre Koruma ve Geliştirme Derneği Başkanı Sadık Yurtman, şehirlerin içme sularının da tehlike altında olduğunu ifade ederek şunları söyledi: “Kütahya’nın Gediz ilçesi sınırlarında bulunan Murat Dağı eteklerinde yapılacak olan siyanürle altın arama çalışmalarının ÇED raporu olumlu sonuçlandı ve altın arama izni verildi. Bu rapora karşı 60 dava açıldı. Eskişehir Çevre Derneği olarak bu davaların takipçisi olacağız. Bu bölgede yapılacak olan altın arama sonucunda üç tane önemli çaydan denize siyanür karışması meydana gelecektir. Mesela Porsuk Çayı, Sakarya Nehri’yle birleşerek Ankara, Bilecik, Adapazarı ile birlikte Karadeniz’e dökülecektir. Gediz Çayı, Gediz Nehri’yle birleşip İzmir’deki sulama kanallarıyla birlikte denize dökülecek ama bu arada bu şehirlerin içme ve kullanma sularını zehirlemiş olacak. Tarımsal alanlarda zehirli sularla sulanınca biz de zehirli yiyecekleri yiyeceğiz. Ayrıca havuzlar vasıtasıyla zehirler havaya karışacak, asit yağmurları olarak tekrar doğaya dönecektir. Bu asit yağmurları bitkilerin, hayvanların ve doğanın tahrip olmasına sebep olacaktır.”

Eskişehir’in yanı sıra siyanürle altın aramanın Kütahya, Ankara, Adapazarı, İzmir, Uşak, Denizli ve Aydın’ı da etkileyeceğini kaydeden Yurtman, “ÇED raporunda zararın telafi edileceği söyleniyor ama doğadaki tahribatı kimsenin telafi etmesi mümkün değil. Bu davaların halkın katılımı ve direnç göstermesiyle kazanılacağına tüm kalbimizle inanıyoruz” diye konuştu.

Yıldırım: Büyük zararlara yol açacak

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi eski Genel Müdürü Garip Yıldırım da siyanürle aramanın çok büyük zararlara yol açacağını anlattı. Önemli su kaynaklarının Murat Dağı’ndan doğduğunu belirten Yıldırım şöyle konuştu: “Murat Dağı dediğimiz bölge Eskişehir, Kütahya, Uşak ve İzmir bölgesini etkileyen ve önemli su kaynaklarının bulunduğu bir sahadır. Bu sahanın toplam alanı 17 bin kilometrekaredir. Bölge su kaynakları yönünden oldukça zengindir. Yılın yaklaşık 120 günü karla kaplı bir bölgedir. Ayrıca dünyada çok az bulunan kızıl geyikler ve yılkı atlarının da bulunduğu, ekolojik bitki türlerinin geniş yer bulduğu ve farklı iklim geçişlerinin de olduğu bir bölgedir. Özellikle Eskişehir özeline bakacak olursak Eskişehir’in içme ve kullanma suyunun temini Murat Dağı kaynaklarından çıkan ve Porsuk Çayı’na ulaşan sulardan sağlanıyor. Porsuk Çayı kanalıyla Porsuk Barajı’na oradan da Eskişehir’i geçerek Alpu Ovası, Polatlı tarafında sulamada kullanılan önemli bir kaynaktır. Siyanürle altın aramayla ilgili 8 Mayıs itibariyle ÇED raporunun çıktığını öğrendik. Ancak bu tür çalışmalarda ÇED raporunun yanında bir de sağlık etki değerlendirme raporunun istenmesinin yararlı olacağını düşünenlerdenim. Çünkü sağlık da önemli.”

‘Bölgede 6 milyon dönümlük orman var’

Siyanürle altın  arama nedeniyle su kaynaklarının ciddi şekilde etkileneceğini anlatan Yıldırım şu ifadeleri kullandı: “Siyanürlü ayrıştırma ve patlama nedeniyle bu bölgedeki su kaynakları ciddi olarak etkilenecektir. Siyanür havada iki şekilde bulunur. Toz halinde ve küçük partiküller şeklinde insan sağlığını etkiler. Yani solunum yoluyla insanlara ulaşabildiği gibi toprağa dokunmak ya da yenilen ürünlerden insanların sağlığı etkilenmektedir. Bu su özellikle korunması gereken bir su kaynağıdır. Sadece Porsuk suyunun değil diğer su kaynaklarının da ciddi anlamda etkilemektedir. Orman açısından baktığımız zaman 6 milyon dönümlük bir araziyi kapsıyor. Bunların hepsi olumsuz etkilenecek. Porsuk’ta balık tutuyorlar, avlanıyorlar. Ya da teknelerle geziyorlar. Suya dokunuyorlar, şehrin dışında çocuklar suya giriyor. Bu suya arsenik ve siyanür bulaşırsa o insanları, çocukları etkileyecektir. Siyanür bu şekilde bulaşarak hemen anında etki etmemektedir. Onu süreç içerisinde daha sonra fark ediyor insanlar. Geç fark etmiş olurlarsa sonucu kötü olur.”